Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kundaktaki bebek ve zalim hükümdar!</label>

Muteber kitaplarda buyuruluyor ki: Bir kimsenin îmânı son nefeste belli olur. Bir insan, bu saâdete kavuşunca, Allahü teâlânın ihsânları başlar. Bu anda, elbette sevinir. Saâdet sâhibi o kimsedir ki, Azrâil aleyhisselâm gelip Korkma, Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük devlete erişiyorsun! der. Fâcirin, yanî kâfirin rûhu sert olarak şiddet ile alınır ve yüzü Ebû Cehil karpuzu gibi olur. Melekler ona hitâben, Ey habîs olan rûh! Habîs olan cesetten çık der. O da merkep gibi bağırır. Rûhu çıkınca, Azrâîl aleyhisselâm, onu yüzü gâyet çirkin ve siyâh elbiseli ve fenâ kokulu zebânîlere (yanî azâb yapan meleklere) teslîm eder... O, SADECE EMRİ YERİNE GETİRİR
Azrâîl aleyhisselâm, Melek-ül mevttir, yani ölüm meleğidir. Verilen emri yerine getirir, yani eceli gelenin canını alır. Yorum yapmaz, emre itiraz etmez. Kitaplarda şöyle anlatılır:
Cenab-ı Hak, Azrail aleyhisselâma sorar:
- Ya Azrail! Bir kimsenin ruhunu alırken hiç üzüldüğün oldu mu?
Azrâîl aleyhisselâm şöyle cevap verir:
- Ya Rabbi her şey Sana malûmdur... Bir kulunun ruhunu alırken çok üzüldüm. O da bir gemi dalgalar arasında parçalanıp batmıştı. Fakat o gemide kundakta bir bebek vardı. Anasının ölümü emrolunmuştu. Bebeğin annesinin ruhunu alırken çok üzüldüm. Sonra o öksüz bebek, bir tahta parçasının üzerinde karaya çıkarak kurtuldu...
Bu sefer Hak teâlâ hazret-i Azrâîle şöyle sual eder:
-Peki, sevinerek ruhunu aldığın bir kimse hatırlıyor musun?

KİM OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUN?
Azrâîl aleyhisselâm bu suale de şöyle cevap verir:
- Evet ya Rabbi! Zalim bir hükümdar vardı. Halk ondan bîzar kalmıştı, işte o zalimin ruhunu kabzederken çok sevindim.
Allahü teâlâ buyurur ki:
- O zalim hükümdarın kim olduğunu hatırlıyor musun?
Azrâîl aleyhisselâm;
  • Hayır hatırlamıyorum ya Rabbi, deyince Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:
  • Hani o anasının canını üzülerek kabzettiğin bebek vardı ya, işte zalim hükümdar oydu!..

 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hatîb-ül-Enbiyâ Hazret-i Şuayb</label>

Hazret-i Şuayb, Mûsâ aleyhisselâmın kayınpederidir. Kavmine güzel söz söylemesi, tatlı ve tesirli hitâb etmesi sebebiyle kendisine Hatîb-ül-Enbiyâ yani (Peygamberlerin hatîbi) denildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâma bildirilen dînin emir ve yasaklarını tebliğ etti... PEYGAMBERLE ALAY ETTİLER!Şuayb aleyhisselam önce Medyenlileri hak yola davet etti. Ancak, onlar kendisiyle alay ederek;
Ey Şuayb! Atalarımızın taptıkları şeyleri bırakmamızı, yahut mallarımızda dilediğimiz gibi tasarruf etmeyeceğimizi sana namazın mı emrediyor? Şüphesiz ki sen çok çok uslu ve akıllısın! dediler.
Vaktâ ki Allahü teâlânın emrinin tecellî etme zamanı geldi. Hazret-i Şuaybe ve onunla beraber imân edenlere Allahü teâlâ tarafından bir rahmet olarak kurtuluş verildi. O zalimleri ise müthiş bir azâb fırtınası ve sarsıntısı yakaladı da oldukları yerde çökekalmış bir vaziyette sabaha erdiler. Ve böyle bir azâbla yok edildiler...
Şuayb aleyhisselâmın hak yola davet ettiği bir de Eyke ahalisi vardır. Eyke, sık ve ağaçları birbirine girift olan ormanlığa denilirdi. Hazret-i Şuaybin bu mıntıkadaki ümmeti sık bir ormanlığa sahip bulunduklarından dolayı Eshâb-ı Eyke denilmiştir...
Eykeliler de Medyenliler gibi, kendilerine gönderilen Allahın Resulü Şuayb aleyhisselâmı yalanladılar ve âsî oldular. Hazret-i Şuayb onlara; Siz Allahtan korkmaz mısınız? Kileyi tam ölçünüz de hak geçirenlerden olmayınız! Ayarı doğru olan terazi ile tartı yapınız!.. dedi. Eyke ahâlisi ise;

HAYDİ BİZİ ÖLDÜR!..
Ey Şuayb! Sen de ancak bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Hem biz, muhakkak seni yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğrulardan isen haydi gökten bir tabakayı üzerimize düşürüver de bizi öldür dediler. Şuayb aleyhisselâm;
Rabbim yaptıklarınızı çok iyi bilir dedi. Hülâsa olarak Eykeliler de Hazret-i Şuaybı yalanladılar. Onları da Zulle (gölge) gününün azabı yakaladı. Zulle bulutun ve ağacın gölgesine denir ki, Eyke eshâbı, helak edildiği sırada müthiş bir sıcaklık ortalığı kaplamış ve halk oldukça bunalmış idi. Bu sırada gökyüzünde bir bulut belirmiş ve onun vesilesiyle serin bir rüzgâr esmeğe başladı. Halk bu bulutun gölgesine sığındığı sırada bulut, bunları ateş halinde bastırarak helak ediverdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Armağanî Mehmet Efendi</label>

Osmanlı imparatorluğunun manevî direkleri o büyük imparatorluğu altı asır ayakta tutmuştur... İşte bunlardan biri de Dördüncü Murad Han devrinde yaşamış olan Armağanî Mehmet Efendidir. Aslen Foçalı olan Mehmet Efendi, herkese bir elma hediye ettiğinden kendisine bu isim verilmiştir... Kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdular ki:Beraberce oturup kalkılan her kimse ile, ülfet ve muhabbet üzere olmak uygun olmaz. Her ülfet ve yakınlık duyulan kimseye de, sırların kapısı açılıp söylenemez. Yalnız emin olan, sırları saklayacak kimseye sırlar açılır, vesselâm!
Ahlâkı ve anlayışları birbirine zıt olanlarla oturup görüşmek, ruhlar için kurtlardır. Bunlar insanın içini kemirirler. Huyları ve anlayışları iyi olanla oturup kalkmak ise, ruhların gıdâsı, akılların aşısıdır. Aklın bereketlere kavuşarak artmasına bunlar sebeb olur. MÜMİNLER KURTULUŞA ERDİLER
Namazın mâhiyeti ve huşû içerisinde bulunmanın önemini bildirerek şöyle buyurdu:
Namazda huşû, namaz kılanın kurtuluşunun alâmetidir. Nitekim Allahü teâlâ, Müminûn sûresi başında; Muhakkak ki, müminler kurtuluşa erdiler. O müminler ki, namazlarında huşû (tevâzu ve korku) sâhipleridir buyurmaktadır. Peygamber efendimiz de buyurdu ki: Bir Müslüman doğru olarak ve huşû ile iki rekat namaz kılınca, geçmiş günahları affolur. Yâni, Allahü teâlâ onun küçük günahlarının hepsini affeder. Huşûu terk etmek ise, münâfıklık alâmetidir ve kalbin harâb olmasıdır. Nitekim Allahü teâlâ, Müminûn sûresi 117. âyetinde meâlen; Gerçek şudur ki: Allahtan başkasına tapınan kâfirler, felâha, kurtuluşa kavuşamazlar buyurmaktadır.

VEBADAN YETMİŞ BİN KİŞİ ÖLDÜ!..
Armağanî Mehmet Efendi, bir gün Padişahtan izin alarak akrabalarını ziyarete gidiyordu. Üsküdar tarafında Bostancıbaşı Köprüsünden geçerken vebalıların iyi ve kötü ruhları ile bizzat konuşup, kimlerin bu hastalıktan öleceğini ve kimlerin kurtulacağını öğrendi. Ve bir liste hazırlayarak Dördüncü Murad Hana takdim etti. Bu liste verildikten üç gün sonra İstanbulda öyle bir veba salgını vuku buldu ki, Armağanî Mehmet Efendinin listesine göre tam yedi gün içinde 70 bin insan ruhunu teslim etti.
Bu hadiseden sonra Armağanî Mehmet Efendi hazretleri içindeki sırrı meydana vurduğundan kendisi de memnun olmayarak Foçaya gitti, ama oraya hemen varır varmaz vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abbasi halifesi Harun Reşid</label>

Halife Harun Reşid, 786 yılında Abbasi Devletinin başına geçti. Beşinci Halifedir. Hakkı gözeten adaleti seven bir zat idi. Halk onun zamanında çok rahat etmiştir. Bu dönem Abbasilerin en parlak dönemi oldu. Binbir Gece Masallarında anlatılanlar, bu mübarek zatın zamanıdır. Bu masallarda, onun devrinin dillere destan zenginliği anlatılır... ANADOLUYA AKINLAR YAPILDI...Harun Reşid devrinde, Anadoluya akınlar yapıldı. Afyon civarına kadar olan bütün Anadolu ele geçirildi. Hatta İstanbul bile kuşatıldı fakat başarılı olunamadı. Bundan sonra da zaptedilen Anadolu toprakları tekrar Bizanslıların eline geçti. Yine onun devrinde 787de Tarsus imâr edildi. Harun Reşidin orduları 790da Antalyada Bizans donanmasını bozguna uğrattı...
Yapılan fetihlerle ülke öyle genişlemişti ki, o devirde hiçbir hükümdarın Harun Reşid kadar büyük ülkesi yoktu. Bağdata hastaneler, rasathaneler ve medreseler yapıldı. Bilim, sanat ve edebiyata öyle önem verirdi ki; devrinde teknoloji Avrupayı geçmiştir. Gönderdiği çalar saat, o devirde çok geri olan Avrupada korku uyandırdı. Şahit oldukları teknoloji Batılıların akıllarını başlarından aldı. Roma-Germen İmparatoru Carolus Magnus (Charles Magnes) ile iyi münasebetler kurdu. Karşılıklı elçiler gönderildi.

KEFENİNİ KENDİSİ HAZIRLADI
Harun Reşid ilme, âlime önem verdiği kadar İslâmiyeti yaşayan bir halîfeydi. İmamı Ebû Yûsufu sarayında bulundurup onunla istişare etmesi, halifeliğe liyâkatini artırmıştır. İmam-ı Ebû Yûsuf da devlet adamlarıyla, devlet işleriyle alâkadar olduğundan onun fetvaları iktisatla, içtimaî hayatla meşgul olanlarca daha çok benimsenmiştir. Bununla beraber Haricîler 787de isyan etti ve bastırıldı... Bizans ile yapılan savaşlar neticesi Bizans imparatoru sulh istemiş ve ağır vergiler ödemişti... Harun Reşid, Maveraünnehir bölgesinde çıkan isyanı bastırmak için ordusuyla yola çıktığında yolda hastalanarak vefat etmiştir.
Halife Hârun Reşîd ölümü esnâsında bizzat kendi eliyle kefenini hâzırladı ve Malım bana fayda vermedi. Bütün saltanatım benden ayrılıp mahvoldu (Hâkka: 28, 29) âyet-i celîlesini okuyarak ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Silsile-i aliyyeden Abdullah-ı Dehlevî</label>

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, Silsile-i aliyye denilen büyüklerden olup, seyyiddir. 1745 (H. 1158)te Hindistanın Pencab şehrinde doğdu. 1824 (H. 1240) senesinde Delhide vefât etti. Kabri Şâhcihân Câmii yakınındaki dergâhındadır... MÜBAREK OLSUN!..Abdullah-ı Dehlevî, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin huzûruna varıp, kendisini talebeliğe kabûl buyurmasını istedi. O da
Sen zevkin ve şevkin olduğu yere git. Bizim yolumuz, tuzsuz taşı yalamak gibidir buyurdu. O da; Zaten benim mûradım, isteğim de buyurduğunuzdur dedi. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri; Mübârek olsun buyurup talebeliğe kabûl etti. Onu Nakşibendiyye yolunun, Müceddidiyye koluna göre yetiştirip, bu yolun esaslarını ve edeblerini öğretti. Abdullah-ı Dehlevî on beş sene onun sohbetiyle şereflendi. Evliyâlıkta yüksek derecelere kavuşunca, mutlak icâzet, diploma alıp, halîfesi oldu...
Bu mübarek zatın, gönülleri ferahlatan, kalplere neşe ve sürur veren sohbetleri ayrı bir nîmet sofrası idi. Buyurdu ki:
Hizmet görmek isteyen hocasına hizmet etsin.
Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlâya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun.
Bir defâsında beni Cehennem ateşi korkusu kapladı. Rüyâda Resûl-i ekremi sallallahü aleyhi ve sellem gördüm. Geldi ve; (Bizi seven, Cehenneme girmeyecek) buyurdu.
Abdullah-ı Dehlevî her zaman şehîd olmayı arzû ederdi. Lâkin buyururlardı ki: Üstâdım Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin şehîd edilmesinden insanlara çok sıkıntılar geldi. Üç sene büyük kıtlık olup, binlerce insan öldü. Yine o şehîdlik hâdisesi üzerine insanlar arasında olan kavga ve gürültülerde ölenler, herkesin bildiği gibi yazıya sığmayacak kadar çoktu. Onun için şehîd olmaktan vazgeçtim.
Hazret-i Hâce Behâeddîn Nakşibend; Bizim cenâzemizin önünde şu beytlerini okuyun buyurmuşlardı:
Huzûruna müflis olarak geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim.
Şu boş zembilime elini uzat,
O mübârek eline güvenirim... Ben de, bu şiirin ve ayrıca aslı Arabî olan şu şiirin güzel sesle okunmasını istiyorum:
Kerîmin huzûruna azıksız geldim,
Ne iyiliğim var, ne doğru kalbim,
Bundan daha çirkin hangi şey olur?
Azık götürürsün, O ise Kerîm.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hemedan'dan Sivas'a Muzaffer Burûcerdî</label>

Sivasın ileri gelen zenginlerinden ve aynı zamanda bir ilim adamı olan Muzaffer Burûcerdî, 1271 yılında Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde yaşamıştır. O dönemde kendi adını taşıyan meşhur Burûcerdî Medresesini inşa ettirmiştir...FİZİK, KİMYA VE ASTRONOMİ...
Hemedan (İran) yakınlarındaki Burucirdden gelen Muzaffer Burûcerdî; fizik, kimya, astronomi alanlarında zamanının en büyük ilim adamlarındandı. Bunun yanı sıra hadis ilminde de söz sahibi olmuştu. Muzaffer Burûcerdî ve iki çocuğunun türbesi Sivasta, kendi ismiyle anılan medresede bulunmaktadır.
Selçuklu sanatının en güzel örnekleri olan çiniler türbesine ayrı bir güzellik vermektedir. Kare mekandan türbeye geçiş Türk üçgenleri ile sağlanmıştır kapısının sol yanı da mavi ve siyah çinilerle süslüdür.
Muzaffer Burûcerdî vefat etmeden önce vasiyetini talebelerine yazdırdı. Bu vasiyet, türbenin kubbesinin içerisinde bir şerit halinde mavi ve siyah renkli çinili bir kitabeye nakşedilmiştir. Şunlar yazmaktadır:

GARİPLİĞİME MERHAMET ET!
Bismillahirrahmanirrahim. Allahım! Beni sana yaklaştıracak bir amelim, onunla sana yol bulacağım bir sevabım yok... İhtiyacım, yalnızlığım, yokluğum, perişanlığım çok arttı. Garipliğime merhamet et. Bu çukurumda bana yoldaş ol. Ancak sana sığındım, sana güvendim. Cömertlerin cömerdi ve merhamet edicilerin en merhametlisi sensin. Bu zayıf, garip, yalnız kul olan Muzaffer bin Hibetullah el-Mufaddali el-Burûcerdî türbesidir. Allah onu, anasını, babasını ve bütün Müslümanları bağışlasın. Allah onu cennette, ahirette mutlulukla rızıklandırsın. Allah onun yalnızlığına yoldaş olsun, onun garipliğine acısın. Kim benim bu türbemi değiştirir, mezarımı tebdil ederse onun düşmanı sensin. Allahın, meleklerin ve bütün insanların gazabı onun üzerine olsun.

MEDRESE, MÜZE OLDU...
Burûcerdî Medresesi, son yıllarda tamir edilerek etrafı yeşil saha haline getirilmiştir. Eskiden bir ilim yuvası olan Medrese, şimdi müze olarak kullanılmaktadır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Düşmanının bile saygı duyduğu kahramanlar</label>

Estonibelgrad kalesi Avusturya ordusu tarafından kuşatılmıştı. Buradaki müdafiler, sularını ve yiyeceklerini dışarıdan almak zorundaydılar. Asıl Osmanlı ordusu her zamanki gibi güneye, kışlağa çekilmişti. Kışı ise pek amansızdı. Bir müddet sonra açlık ve susuzluk bastırdı. Kuru soğuk vardı. Kar da yağmıyordu ki, eritip içsinler... Kale kumandanı: Baharda burasını nasıl olsa tekrar zapt ederiz diye düşünerek, vire işini tatbike koymaya başladı. Yani anlaşarak kaleyi silahlarıyla beraber terk edeceklerdi. Ancak, kaledeki akıncılardan Yahya Ağa, sekiz arkadaşı ile beraber vireyi kabul etmedi. Bu dokuz kafadar, sabah namazından sonra kaleden çıkan akıncıların, iyice uzaklaşıp uzak ufukta kaybolmalarını beklemişlerdi... DOKUZ SERDENGEÇTİ...
Sabah kale kapısı açıldı ve dokuz Osmanlı göründü. O zamana kadar hâlâ inanamayan düşman askerleri şaşkın şaşkın bakakaldılar. Seksen bin askere karşı dokuz kişi!
Serdengeçtiler, efsane kahramanları gibi heybetle yaklaşıp, ansızın yaylarına el attılar. Kahredici bir ok yağmuru ile düşman safları birbirine karıştı. Düşman askeri, Osmanlıların mesafesine ok düşüremiyorlardı. Yanaşmak isteseler de vurulup düşüyorlardı...
Sonunda oklar bitti. Bu sefer palalarına sarılıp, kuzuyu gören kurtlar misali düşmana daldılar. Seksen bin kişilik ordu, ancak onlarla burun buruna geldiği zaman şaşkınlıktan kurtulabildi. Şimdi Osmanlı serdengeçtilerinin karşısında, toz duman içinde kümeler meydana geliyor, ama bu kümeler, birkaç saniye içinde infilak edercesine dağılıyor ve orta yerden Allah sadasıyla bir bahadırın önce palası, sonra kendisinin yükseldiği görülüyordu...

TEK BAŞINA BİR ORDU!
Yahya Ağa, 160 kişiyi yere sermişti. Osmanlılara sokulamayan düşman, sonunda mızraklarını fırlatmaya başlamıştı. Her yanı kan içinde, bir kolu kopmuş olarak fırtına gibi esen Yahya Ağanın vücuduna bir anda dokuz mızrak birden saplandı ve Kelime-i şehadeti söyleyerek son nefesini verdi... Diğer akıncılar da birer birer şehid düştüler...
Alman tarihçilerinin kaydettiklerine göre Avusturya ordusunun kumandanı, bu kahramanlara büyük bir cenaze merasimi tertip etti ve bütün düşman askerleri, uzun taburlar ve alaylar halinde bu şehidlerin karşısında şapka ve miğferlerini çıkararak sancakları ile saygı gösterme kadirşinaslığında bulunmuşlardı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yeni Çağ bayraktarı Ulubatlı Hasan</label>

Ulubatlı Hasan, İstanbulun fethi sırasında surların üzerine çıkan ilk Osmanlı askeridir. 1428 yılında Bursanın Ulubat (Uluabat) köyünde doğdu. Köhne Bizansı tarihe gömerek; Orta Çağı kapatıp Yeni Çağı başlatan Fatih Sultan Mehmed Hanın ordusunda Bayraktar olarak İstanbul kuşatmasına katıldı... Osmanlı ordusu 6 Nisan 1453 Cuma günü İstanbulu kuşattı. 29 Mayıs 1453 Salı günü sabaha karşı son hücum yapılıyordu... Mehter gülbanklar vurmaya koyulmuş ve Bizans surlarının karşısındaki ordugâhta hummalı bir faaliyet başlamıştı. Ulu Hâkan, Evlâtlarım, yiğitlerim, şahbazlarım, yürüyün... Zafer sizindir diyerek hücum emrini vermişti... SANCAĞIMIZ SURLARDA...
Yeniçeriler arasında iri yarı Ulubatlı Hasan adlı bir yiğit bayraktar, surlara tırmanmaya başladı. Bir elinde palası, öteki eli ile kalkanını başının üstünde tutarak surların üstüne çıktı. Onunla birlikte otuz kadar yeniçeri de tırmandı. Ulubatlı Hasan yaralanmasına rağmen, arkadaşlarının surlara çıkmasına yardım etti.
Ulubatlının şimşek gibi çakan kılıcından ürken düşman askerleri uzaktan ok yağdırmaya başlamışlardı. Oklar peş peşe Hasanın vücuduna saplanıyordu. Ayakta duramayacağını anlayan Ulubatlı, sancağı Topkapıdaki surların üzerine dikivermişti...
Sancağın dalgalandığını gören askerler coşmuştu. Tekbir getirerek büyük bir gayretle surlara hücum ediyorlardı. Ulubatlı Hasan da vücudunun oklarla delik deşik olmasına rağmen yaralı bir arslan gibi sancağın yanına düşman askerlerini yaklaştırmıyordu. Nihayet diğer arkadaşları yanına gelmiş, Hasanın etrafına halka olmuşlardı. Sancağın artık emin ellerde olduğunu gören Hasan yüzünde mesud bir tebessümle ruhunu Rahmana teslim etmişti. Kendisiyle birlikte surlara tırmanan arkadaşlarından 18i de şehid olmuş, kalan 12si sancağı düşürmemişti.

EĞER SULTAN OLMASAYDIM!
Bu yiğit yeniçerinin son sözleri şunlar oldu:
Allahım, bu sancağı buradan indirtme.
Çok genç yaşta şehitlik rütbesine erişen Ulubatlı Hasanın vücuduna 27 ok saplanmıştı. Arkadaşlan bu okları çıkardılar ve bu mübarek şehidi Padişahın huzuruna götürdüler. Fatih Sultan Mehmed Han, bu bahadıra dua ettikten sonra şöyle demiştir: Ey mübarek şehid! Ne kadar şanlısın. Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bir hikmet ehli Derviş Hacı</label>

Derviş Hacı, Gâziantep velîlerindendir. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. Doğum ve vefât târihleri belli değildir. Zamânın âlimlerinin sohbetlerinde yetişti. İlk zamanlarında halk arasında tanınmayan garip, fakir biri idi. Sonraları Hacı Baba ismiyle meşhur oldu... ÂHİRET SEFERİ UZAK SEFERDİR!Derviş Hacı hikmet ehli bir zat idi. Buyurdu ki:
Âhiret seferi uzak seferdir. Yollarında nice korkular vardır. Fakat bu dünyâ fânidir. Bâki olan ancak Allahü teâlâdır. Bunun böyle olduğuna yüz yirmi dört binden ziyâde peygamberin ölümü şâhittir. Herkes onların gittiği yola gidecektir. Allahü teâlânın buyruğu böyledir. Zamânı gelince can emânetini geri vermek zarûridir. Ah edip döğünmek, ağlamak, çırpınmak nâfiledir. İnsan Allahü teala tarafından çağrılınca dil dolaşır, gözlerin önündeki gaflet perdeleri açılır, gidilecek yol görünür. Artık yerlere yüz süre süre gitmekten başka çâre yoktur...
Şöyle anlatılır:
Derviş Hacı, her sabah Arasta civârındaki fırının önünde durup, fırının yanışına bakardı. Ekmekler piştikten sonra, fırıncı kendisine ne verirse alır, evine gidip Allahü teâlâya ibâdet ederdi...
Bir gün Derviş Hacı yine fırının önüne gidip ateşin yanmasını beklediği sırada, fırıncı kendisini kovdu. O da mahzun bir hâlde oradan ayrıldı... Fakat fırıncı, o gün akşama kadar fırını yakamadı. Netîcede o gün ekmek pişiremedi...

SIRRIMIZ AÇIĞA ÇIKTI!..
Adam, sonraki günlerde fırını yakmaya çalıştı ise de başaramadı. Bu yüzden ne yapacağını, bu işin içinden nasıl çıkacağını düşündüğü sırada aklına Derviş Hacıya karşı yaptığı yanlış hareket geldi ve hemen onun yanına gitti. Meseleyi olduğu gibi anlattı. Af dileyip yalvararak bir kere fırına gelip, nazar etmesini, yoksa perişan olacağını söyledi.
Bunun üzerine Derviş Hacı; Peki oğlum, biraz bekle, vasiyetimi yazayım çünkü sırrım açığa çıktı dedi.
Fırıncı sevinerek oradan ayrıldı.
Biraz sonra Derviş Hacı fırının önüne geldi. Odunlara doğru bir nazar etti ve orada vefât etti...
Gaziantepin kuzeybatısındaki Hacı Baba Tepesine defnedildi. Üzerine yapılan türbe Gaziantepin Fransızlar tarafından muhâsarası sırasında yıkıldı ise de daha sonra tamir ettirildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Verâ ve takvâ denince Ebû Abdullah el-Mukrî</label>

Ebû Abdullah el-Mukrî, evliyânın büyüklerindendir. Künyesi Ebû Abdullah, ismi Muhammed bin Ahmed el-Mukrîdir. Ebû Abdullah; Yûsuf bin Hüseyin Râzî, Abdullah el-Harrâz, Muzaffer el-Kirmanşâhî, Ruveym bin Ahmed, İbn-i Cerîrî ve İbn-i Atâ gibi büyük zatların sohbetlerinde bulundu, onlardan ilim öğrendi. Ayrıca Ahmed bin Hanbelin oğlu Abdullahın talebesidir. Evliyânın meşhurlarından Cüneyd-i Bağdâdîyi görmüştür. Evliyânın en çok fetvâ vereni, en cömert, en güzel ahlâklı, himmetçe yüksek olanı, verâ ve takvâ sâhibi, haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınan bir âlim idi. 976 (H.366) senesinde Nişâbûrda vefât etti. HOCASINDAN ÜÇ NASİHAT...Hocalarından Abdullah el-Harrâz ona şöyle nasihat etmiştir:
Sana üç şey tavsiye ederim. Biri tam bir gayret ve itâatle farzları yerine getir. Bu hususta hırslı ol. İkincisi, Müslüman cemâatine, topluluğuna hürmet, üçüncüsü ise kendini ve hatırına gelen dağınık düşüncelerini iyi bilmemektir.
Bu mübarek zatın da mübarek hocası gibi pek çok hikmetli sözü vardır. Buyurdu ki:
Fütüvvet; kızdığı kimseye karşı güzel huylu olmak, hoşlanmadığı kimseye ihsân etmek, kalbinin nefret ettiği kimse ile güzel sohbette bulunmaktır.
Kişi, din kardeşlerine ve dostlarına hizmetinden dolayı böbürlenirse, Allahü teâlâ ona öyle bir alçaklık verir ki, katiyyen ondan kurtulamaz.

KULLARIN EN AŞAĞISI!..
Kulların en aşağısı, namazını ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptığı ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katında kıymeti olduğunu zanneden kimsedir. Eğer Allahü teâlânın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) işlerinin bile ne kadar zor olduğu görülürdü. Nasıl böyle olmasın. Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakın olan Resûlullah efendimiz bile, Allahü teâlânın rahmetinin kendisini örttüğünü buyurmuşlardır.
Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir.
Ağyâra yâni yâr ve dost olmayana iltifât etmemek, ona sırrı açıklamamak, yüzünü hakka dönmüş olmanın alâmetlerindendir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ebü'l Ferec Yusuf Tarsusî</label>

Evliyanın büyüklerinden olan Ebül Ferec Yusuf et-Tarsusî, Abdülaziz Temimi hazretlerinin talebesidir. İntisabından kısa bir zaman sonra mürşidinin himmetine nail oldu. Mânâ yolunda pek üstün derecelere kavuştu...Bu mübarek zat, karşılaştığı kimselere çok mütevâzı davranırdı. Arkadaşlarından veya dervişlerinden birinde uygun olmayan bir davranış görse tatlı bir şekilde onu îkaz eder ve bu işi yapmasına mâni olurdu. İyiliksever, güzel huylu ve güzel görünüşlü bir zat idi. Ebül Ferec hazretlerinin ilminden zahiren ve bâtınen birçok kimseler istifâde etti ve nice yolda kalmışlara mânâ yolunda ışık tuttu... BAĞDADDA VEFÂT ETTİ...
İnsanlara dâima doğru yolu gösteren dinin emir ve yasaklarını anlatan büyük bir âlim olan Ebül Ferec hazretleri dalâlette kalmış insanları yaklaşık ellibeş sene Hakka dâvet edip hizmet etti. Nihâyet şu köhne dünyadaki imtihanını en güzel şekilde verip gayeyi de yerine getirmenin bahtiyarlığı ile fâni âleme vedâ ederek Tevhid ve Kelime-i şehâdet ile tebessüm ederek Bağdatta vefât etti. Çevresindekilere son nasihati şöyle olmuştur:
Ey Kardeşim! Himmetini kendini yakmak için harcamaktan, hevâ ve hevesinin dalgaları arasında kalarak kendini boğmaktan çok sakın. Nefsine karşı Allahü teâlâdan kork. Nefsine karşı hazırlıklı ol. Daima nefsinin yenilmesi için çalış. Böyle yaparsan sonunda zelîl olmaktan, hesap verme korkusundan dostlarla alâkayı kesmekten kurtulur, seçilmişlerden olursun...

NEFSİ, KİŞİNİN KİMLİĞİDİR!
Nefsi, kişinin kimliğidir. Tevâzu ettiği zaman yükselir, kendini büyük gördüğü zaman alçalır. İlmin ve yakînin zirvesine ancak tevâzu ile erilir. Nefsine muhalefet hususunda çok sağlam ol. Günaha asla meyletme. Günahın sonu ateştir. Geceni Allahü teâlâya ibadet etmek ve taatle geçir. Gâfil kimseler geceyi uyku ile geçirir. Câhil ve gâfil oyun ve eğlence ile oyalanır. Halbuki Ehlullâh uyanıktır. Bir işi yapmak istediğin zaman, o işte insaflı ve adaletli ol ki hakkı olmayan birine o işi teslim etmeyesin. Allahü teâlâyı çok zikret. Kızdığın zaman affa sarıl, çünkü affetmek suretiyle yapacağın hata, ceza vermek suretiyle yapacağın hatadan daha iyidir. İşlerinde, hikmet ehli din gayreti bulunan kimseleri seç!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hazreti Azrail'den izin isteyen hükümdar!</label>

Tâbiîn devrinde yetişen büyük âlim ve velîlerden Vehb bin Münebbih hazretleri, şöyle ibretli bir hadise anlatır: - Kibirli hükümdarlardan biri, seyahate çıkacaktı. Giymek için bir kat elbise istedi. Birkaç elbise değiştirdikten sonra biri hoşuna gitti. Sonra bir binek istedi. Kendisine getirilen binek hoşuna gitmedi. Birkaç at getirildi ve en güzelini seçip bindi... ATIMIN DİZGİNİNİ BIRAK!..Yolda giderken, pejmürde kıyafetler içinde bir zat selam verdi. Selamı almadı. O zat bineğinin dizgininden tuttu. Sultan; Dizgini bırak! diye haykırdı. O da senden bir dileğim var! dedi. Sultan Atımın dizginini bırak da ineyim. İhtiyacını o zaman arz et! dedi. Adam, Hayır, şimdi! diye ısrar etti ve böylece atının dizginini bırakmadı. Naçar kalan hükümdar ihtiyacını söyle! dedi. Adam da Benim ihtiyacım sırdır dedi. Bunun üzerine sultan kulağına fısıldaması için başını eğdi. Atın dizginini tutan zat sultanın kulağına ben ölüm meleği Azrailim! dedi. Bunun üzerine sultanın beti benzi attı. Dili peltekleşti! Sonra dedi ki:
  • Aileme dönüp ihtiyacımı yerine getirinceye ve onlarla helalleşinceye kadar bana mühlet ver!
  • Hayır! Allaha yemin ederim ki, sen ne aile efradını ve ne de geride bıraktıklarını artık bir daha göremeyeceksin!
Böylece onun ruhunu kabzetti...
***
Melek-ül-mevt, oradan ayrılıp salih bir kulun yanına gitti. Hasta olup, ölüme hazırlanan mümine selam verdi ve dedi ki:
-Senin katında bir ihtiyacım vardır. Kulağına onu fısıldayayım!
Buyurun! deyince kulağına ben ölüm meleğiyim! diye fısıldadı. Bunun üzerine o salih kul dedi ki:
- Gelmesi geciken bir kimseye merhaba! Yemin ederim ki, şu an yeryüzünde senden daha fazla kavuşmak istediğim bir kimse yoktur!

BUNA YETKİN VAR MI?
Bunun üzerine Azrail aleyhisselam yapmak istediğin ihtiyacını gör! deyince o mümin kul Allah ile mülaki olmaktan daha sevimli ve ondan daha büyük bir ihtiyacım yoktur dedi. Hazreti Azrail o zaman dedi ki:
  • O halde hangi hâl üzerine ruhunu kabzetmemi istiyorsan o hâli seç!
  • Senin buna yetkin var mı?
  • Bana bu emir verilmiştir.
  • O halde abdest alıp namaz kılayım, secdede olduğum halde ruhumu kabzet!..
Daha sonra abdest aldı ve namaza durdu. Bu sırada ruhu kabzedildi...
İşte biri dünya sultanı bir âhiret sultanı... Mühim olan netice değil mi?..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri