Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Annesini üzen gence yapılan kabir azabı!..</label>

Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Selman-ı Farisî hazretleri ile kabristana gitmişlerdi. Resulullah efendimiz, bir kabrin başına varınca gözyaşları dökmeye, hatta hırka-i saadeti ıslanıncaya kadar ağlamaya başladılar. Selman-ı Farisi hazretleri;- Ya Hayrelbeşer! Ağlamanızın sebebi nedir? dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz;
- Bu kabirde yatan bir delikanlıdır; ona şiddetli azap olunmaktadır. Kardeşim Cebraile bu ehl-i kabre neden bu kadar azap edildiğini sordum, anasına asî olduğunu ve anasının da ona hakkını helâl etmediğini söyledi. Sen git Bilâle söyle, Medine halkını buraya çağırsın, buyurdular. O, BENİM OĞLUMUN KABRİ
Selman-ı Farisî hazretleri gidip hazreti Bilâle durumu anlattı, o da bütün Medine ahalisine duyurdu...
Medineliler bölük bölük kabristana gelmeye başladılar. Peygamber efendimiz, gelenlere ve herkese Sahibi olduğunuz kabrin başına varın buyurdular...
Biraz sonra elinde asası olduğu halde yaşlı bir kadın geldi, Peygamber Efendimizin başında beklediği kabrin yanına yaklaşıp durdu. Resulullah Efendimiz;
  • Burada yatan senin neyin olur? diye sordu. Kadın da oğlu olduğunu söyledi. Resulullah efendimiz;
  • Oğluna dargın mı idin? diye sordu.
Kadıncağız dargın olduğunu söyledi ve oğlunun kendisine yaptığı eziyeti şöyle anlattı:
- Bir gece eve geç gelmişti. Kapıyı birkaç defa çalmış, ben kapıyı açtığım zaman geç açtığım için beni eliyle itti, kolumu ve gönlümü incitti, ondan sonra da iflah olmayıp bu dünyadan göçüp gitti...
Peygamber efendimiz, ihtiyar kadına;
- Oğlunun hâline bir bak! Eğer sen hakkını helâl etmezsen oğlun kıyamete kadar bu azabı çekecek, ondan sonra da cehennem azabı çekecek, diyerek gözlerinden dünya perdesini kaldırdı.

BEN HAKKIMI HELAL ETTİM
Kadın, oğlunun bu hâlini görünce dayanamadı;
- Ya Rabbi! Oğlumu affet, ben ona hakkımı helâl ettim, diye Allaha yalvarmaya başladı.
Cenab-ı Hak da o andan itibaren hemen ondan kabir azabını kaldırıp, başka bir günahı olmayan bu gencin kabrini, cennet bahçesine çevirdi.
Peygamber Efendimiz;
- Siz kabri ne zannettiniz, kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya cehennem çukurlarından bir çukurdur, buyurdular...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Müminlerin sığınağı Erkam bin Ebi'l-Erkam</label>

Erkam bin Ebil-Erkam (radıyallahü anh) Eshâb-ı kirâmın ilk îmân edenlerindendir. 22 veya 23 yaşlarında iken, yedinci (veya onbirinci) Müslüman olmakla şereflendi... ZULÜM VE İŞKENCE HAD SAFHADA!Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları İslâmiyyete davet etmeye başladığı zaman müşrikler başta Peygamber efendimize ve ilk Müslümanlara, baskı, işkence ve zulümler yapmaya başladılar. Bu eziyet ve baskılar artınca Resûlullah efendimiz kendilerine Mekkede emniyetli bir ev seçip orada ibâdetlerini yapmaya ve İslâmiyyeti yaymaya karar verdi. Bunun için Safa Tepesinin doğusunda, dar bir sokaktaki Şeybeoğullarının evine bitişik Hazreti Erkam bin Ebil-Erkamın evini münasip gördü. Peygamber efendimiz, sayıları 10-15i geçmeyen müminler ile orada rahatça ibâdet etmeye, İslâm için çalışmaya devam ettiler...
İki cihân güneşi ve sevgili arkadaşları üç yıl kadar, bu ilk İslâm Kalesinde bulundular. Mekkede nâzil olan âyet-i kerîme ve sûrelerin birçoğu bu mübârek evde geldi. Eshâb-ı kirâm burada toplanırlar, Peygamber efendimizi görmek ve Müslüman olmak isteyen kimseleri bu Dârul-Erkam veya Dârul-İslâm ismini verdikleri Hazreti Erkamın evine götürürlerdi.
Erkam bin Ebil-Erkam hazretleri, İslâm târihinde büyük ehemmiyeti olan bu evini hiç satılmamak ve mirasçı olunmamak kaydı ile oğluna bıraktı. Bu evin ayrıca bir vakfiyesi de vardır. Böylece İslâmiyette ilk vakfı yapmış oldu...

CENAZE NAMAZIMI SAD KILDIRSIN!
Hazreti Erkam, geçimini kendi arazilerinden elde ettikleri mahsulden kazandıklarıyla ve ticâret ile temin ederdi. Ubeydullah, Osman adlı oğulları Meryem, Safiyye ve Umeyye adlı kızları olmak üzere beş evlâdı bilinmektedir.
Bu mübarek sahabe 53 (m. 673)te 83 yaşlarında iken Medine-i Münevverede vefât etti. Son nefesini vermeden önce oğlu Ubeydullaha Cenâze namazımı Âşere-i mübeşşereden olan Hazreti Sad bin Ebî Vakkâs kıldırsın buyurdu.
Bu sırada Medine Valisi Mervan bin Hakem idi. Namazını kıldırma vazifesini kendisi yapmak istedi ise de, Hazreti Erkamın oğlu bunun mümkün olmadığını çünkü, babasının Sad hazretlerini vasiyet ettiğini söyledi. Baki Kabristanına defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Büyük mutasavvıf Hüsâmeddîn-i Uşâkî</label>

Hüsâmeddîn-i Uşâkî, Osmanlı evliyasındandır. Uşşaki tarikatinin kurucusudur. Sultan III. Murâd Hânın Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine karşı sevgi ve hürmeti vardı ve kendisini İstanbula dâvet etti. Bunun üzerine Hüsâmeddîn-i Uşâkî, Uşaktan ayrılıp, İstanbula geldiğinde; Pâdişâh, erkânı ve büyük bir halk topluluğu tarafından hürmet ve tâzim ile karşılandı. Aksaray civârında oturması için Hüsâmeddîn-i Uşâkîye bir ev tahsis edildi. Bir müddet orada kalan Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretleri, Pâdişâha yakınlığından istifâde etmek isteyenlerin verdiği sıkıntı yüzünden Uşaka dönmeye karar verdi. Yol hazırlıklarının yapıldığını haber alan Pâdişâh, bu büyük zâtın İstanbulda kalması için ricâda bulundu. Uşâkî hazretleri, Sultan Üçüncü Murâd Hânın ricâsını kabûl edip, İstanbulda kalmağa karar verdi... ADINA DERGÂH YAPILDI...Pâdişâhın emriyle Kasımpaşa civârında adına bir dergâh inşâ edilen Hüsâmeddîn-i Uşâkî, burada çok talebe yetiştirdi. Sohbetlerinde çok kimseler kemâle geldi...
Hüsâmeddîn-i Uşâkî İstanbula geldiği zaman, evliyânın büyüklerinden Ümmî Sinân hazretleriyle görüştü. Ümmî Sinân ona Halvetîlik tarîkatında hilâfet verdi. Şeyh Ahmed-i Semerkandî ise, ona Kübreviyye ve Nûr-i Bahriyye yolunun hilâfetini vermişti. Hüsâmeddîn Uşâkî de bu yolları birleştirerek Uşâkîlik tarîkatını kurdu.
Şöyle anlatılır:
İnsanların kalabalığından rahatsız olan Hüsâmeddîn Uşâkî, Pâdişâhtan hacca gitmek ve Resûlullah efendimizi ziyâret etmek için izin istedi. Pâdişâh kendisine izin verdi. Sefere çıkmadan önce, oğlu Mustafa Efendiye hanımının hâmile olduğunu söyleyerek; Bizim bu fânî âlemi terk etmemiz yakındır. O saâdetli oğlumun ismini Abdürrahîm koy ve kendisinin ilim ve terbiyesi ile meşgûl ol! diye vasiyette bulundu.

KONYADAN İSTANBULA...
Hüsâmeddîn Uşâkî, hac farîzasını yerine getirip geri dönerken, Konyada rahatsızlandı ve 1594 (H.1003) senesinde orada vefât etti. Cenâze namazı Konyada kılındı. Vasiyeti üzerine İstanbula götürülmek üzere yola çıkarıldı. Konya vâlisi, yola çıkmadan önce Hüsâmeddîn Uşâkînin cesedinin kokmaması için ilâçlatmak istedi. Fakat oğulları ve talebeleri buna karşı çıkarak, Uşâkî hazretlerinin kokmayacağını söylediler ve ilâçlatmadılar. Gerçekten, hiç kokmadan İstanbula getirildi şimdiki kabrinin bulunduğu yere defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Eğitimci ve yazar Muallim Cevdet</label>

Âilesi 1877 Harbinden sonra Nişten Anadoluya göçen Muallim Cevdet 1883te Boluda doğdu. İlk ve ortaokulu Boluda, liseyi Kastamonuda bitirdi. Bilâhare İstanbula gelerek Dârulmuallimîn-i Âliye Edebiyat Şûbesini birincilikle bitirdi. Bir müddet İstanbul Hukuk Mektebine gitti; daha sonra yatılı olarak İstanbul Erkek Muallim Mektebine girdi. Dârüşşafaka, Robert Koleji ve Şemsülmekâtib gibi özel okullarda öğretmenlik yaptı... Arkadaşlarıyla Baküde bulunduğu sırada, bir öğretmen okulu açarak, Türk-İslâm maârifinin gelişmesine hizmet etti (1907). Burada Rusça ve Latinceyi öğrendi. Türk milliyetçiliği konusunda makaleler yazdı. Pedagoji ve târih araştırmaları yaptığı sırada, Rus hükümeti tarafından sınır dışı edilince İstanbula döndü (1908).
ÇEŞİTLİ OKULLARDA DERS VERDİ
Muallim Cevdet, İkinci Meşrutiyet döneminde çeşitli okullarda ders verdi. Dârülmuallimînde pedagoji hocalığına başladı. Robert Kolejinde Türk dili ve târihi, İstanbul Erkek Lisesinde din dersleri öğretmenliğine getirildi (1925). Erenköy Kız Lisesinde Farsça, İstanbul Erkek Muallim Mektebi ve Gelenbevi Ortaokulunda târih ve coğrafya öğretmenliği yaptı...
Sebepsiz sık sık görev değişikliği sağlığının bozulmasına yol açan Muallim Cevdet, üzüntüsünden hastalandı ve iki yıl derslere devam edemedi. Raporunun bitiminde Başbakanlık Târih Evrâkı İnceleme Kurulu ile İstanbul Kütüphâneleri Tasnif Heyeti reisliğinde bulundu. Üç ay hasta yürüttüğü görevine daha sonra gidemedi. Maaşı kesildi ve işten çıkarıldı. Hastalığı arttı. 1935 senesinde 52 yaşındayken İstanbulda vefât etti...

BEN, ÖLÜME MAHKUMUM!
Tahir-ül Mevlevi, Muallim Cevdetin son anlarını şöyle anlatır:
Cevdet Beyi vefatından bir hafta önce ziyarete gittim. Zor konuşuyordu. Bana, şu yalancı dünyada birkaç gün daha misafir olarak kalabileceğini söyledi ve ilave etti:
Ağabeyim, ben ölüme mahkumum... Bunun için doktor olmak gerekmez. Bir adam ki midesi hiçbir şeyi kabul etmezse, suyu güçlükle içerse nasıl yaşayabilir?
Bunun üzerine teselli için Cevdetim, açıklamaya hacet yoksa da size manevi tıbba tevessül etmeyi tavsiye ederim dedim. Cevap olarak şunları söyledi: Ağabeyim, ben doğru bir itikat sahibiyim. Allahımı, Peygamberimi severim. Ben bütün İslam büyüklerini severim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Suriyeli velî Ali Kazvânî</label>

İslam âlimlerinin büyüklerinden olan Ali Kazvânî (Kîzvânî) hazretleri, Suriyenin Hama şehrinde doğdu. Gençliğinde Seyyid Ali bin Meymun Magribî adlı büyük bir zâtın talebesi idi. Bir gün, üzgün bir hâlde memleketini terk edip, batı tarafına gitti. Şeyh Seyyid Alinin vefâtından sonra halîfesi olan Şeyh bin Arafa, Seyyid Alinin talebelerinden Şeyh Alvâna mektup gönderdi. Mektupta;Cenâb-ı Hakkın kapısından hiç kimse kovulmaz. Hocamız Seyyid Alinin, Ali Kazvânîyi kovmaktan maksadı, terbiye ve hâlini düzeltmesi içindi. Siz onu niçin kabûl etmiyorsunuz? diye yazıyordu... TALEBELİĞE KABUL ETTİ
Bunun üzerine, Şeyh Seyyid Alinin halîfelerinden Şeyh Alvân Hamevî, Ali Kazvânîyi talebeliğe kabûl etti. Ali Kazvânî, Şeyh Alvânın terbiyesi ile mânevî hâllere ve makamlara kavuştu. Bir müddet bu şekilde devâm etti. Ondan çok kimse istifâde etti. Daha sonra Anadoluya geldi. Buradan hac ibâdetini yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitti. Mekke-i mükerremede büyük âlim Abdülvehhâb-ı Şarânî ile görüşüp sohbetinde bulundu...
Ali Kazvânî hazretleri, insanlar arasında hâllerini gizlerdi. Bir sohbet esnâsında Abdülvehhâb-ı Şarânîye şöyle dedi:
Burası, Mekke-i mükerreme. Allahü teâlânın beldesidir. Kim burada iyi hâl ile görünürse, insanlar onun yanına koşuşur. Onu Allahü teâlâ ile berâber olmaktan alıkoyarlar. İşte bu sebepten, Mekke-i mükerremeye girdiğim zaman, dünyâyı seven birisi olarak göründüm, onlardan sadaka istedim. Onlar da, bu, dünyâyı seven birisi deyip, benden uzaklaştılar. Ben de, daha fazla Rabbime ibâdet etme imkânı buldum.

BİZ, CENNETLERİ TANIYORUZ!..
Bu mübarek zatın da hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Kendini çok öven bir kimse, başkasını da aynı derecede kötüler. Başkasını fazla kötüleyen de, kendisini aynı derecede medheder, över.
Allahü teâlâyı taleb ve Onun rızâsını isteme husûsunda samîmî ve doğru olan, insanların kendisini terk etmelerine aldırmaz!
Ali Kazvânî hazretleri Mekke-i Mükerremeden Taife giderken yolda vefat etti. Vefatından önce buyurdu ki:
Allahü teâlâ Muhammed Suresi 4. ayet-i kerimesinde Onları kendilerine tanıttığı cennetine sokar buyuruyor. Cenab-ı Hak, onlara şehid edilmelerinden önce o Cennetleri tanıttı demektir. Hamdolsun biz, Cennetleri tanıyoruz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Halife Mu'tasım ve fitnecilerin marifeti!</label>

Memunun ölümü üzerine 833 yılında kardeşi Mutasım Abbasi halifesi oldu. Onun halifeliğinde Bizanslılarla uzun süren savaşlar yapıldı. Mutasım (833 - 842) döneminde Bizans İmparatoru Theophilos topladığı büyük bir ordu ile İslam memleketleri üzerine yürüdü. Oldukça büyük bir kuvvetle İstanbuldan hareket eden imparator Orta Anadoluya geldiği sırada kuvvetlerini iki kısma ayırarak bir kısmını doğuya, Erzurum üzerine gönderdi. Kendisi de asıl kuvvetlerinin başında olduğu halde yukarı Fırat havzasına doğru yürüdü... ANADOLUYA NÜFUZ EDECEKTİ...Abbasi birlikleri iki koldan Anadoluya girecekti. Afşin idaresindeki 30 bin kişilik kol Malatya taraflarından ilerlerken, bizzat Mutasımın başında bulunduğu ana kısım ise Tarsus ve Gülek Boğazı yoluyla Anadoluya nüfuz edecekti. Halifenin harekete geçtiğini öğrenen Theophilos, Eskişehirde karargâhını kurdu. Temmuz 838 tarihinde iki taraf arasında başlayan savaş sonucunda imparator gece karanlığından faydalanarak canını zor kurtarabildi. Artık halifenin karşısına çıkacak bir kuvvet kalmamıştı. Bizans imparatorunun barış tekliflerini reddeden Halife Mutasım, Anadolu fetihlerini devam ettirirken iç meseleler yüzünden merkeze dönmek zorunda kaldı.
Mutasım, Dokuzuncu İmâm Muhammed Cevâd Taki hazretlerine çok hürmet eder ve sık sık görüşürdü. Fakat fitneciler, Halifeye, hazret-i İmamın kendisine karşı olanlarla münasebet kurduğunu ve ona karşı ihtilal hazırlığı içinde olduklarını söylediler. Halbuki bunların aslı yoktu. Halife, Muhammed Cevad hazretlerini sarayına yemeğe davet etti...

MUHAMMED CEVADI ZEHİRLETTİ
Hazreti İmâm Muhammed Cevâd, yemeği yedi ancak zehirli olduğunu anladı. Hemen kalktı. Oturmasını dileyen Mutasıma, Hazret-i İmâm; Senin yanından çıkıp gitmem, sana daha hayırlıdır buyurdular. Kaldıkları yere gittiler ve İmâm Muhammed Cevâd hazretleri o gece vefat etti...
Halife Mutasım ise 842 senesinde 44 yaşında vefat etti. Ölürken son sözleri şunlar oldu:
Eğer ömrümün bu kadar kısa olduğunu bileydim hiçbir şey yapmazdım...
Mutasımın ölümü üzerine merkezî otorite zayıfladı ve devlete bağlı Tavaif-i Mülkler bağımsızlıklarını ilan etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ebü'l Hüseyin Haddâd Hirevî</label>

Ebül Hüseyin Haddâd Hirevî hazretleri, Maveraünnehirde, Hire şehrinde yaşamış olan evliyadandır. İnsanları haram ve şüphelilerden sakındırırdı. Bu hususta; Sakın şüpheli bir şeyle Mekke yoluna koyulayım demeyiniz. Biliniz ki haram ve şüpheli şeylerden bir dirhemin altıda biri kadar bir hakkı sâhibine iâde etmek, içinde şüpheli kazanç bulunan malla yapılacak beş yüz nâfile hacdan Allah yanında daha kıymetlidir buyururdu...Bir gün sevdiklerine şu hikmetli sözleri söyledi: NANKÖRE İYİLİK EDEN!..
Azarlaması çok olanın arkadaşı az olur. Kim fâcir, zâlim kimseye yardım ederse, onu günahlara karşı kamçılamış olur. Kim alçak kişiden meded umarsa, kendisine ihânet etmiş olur. Kim ilmiyle âmil olmayandan ilim öğrenmek isterse, câhilliğini arttırmış olur. Kim ahmak adama ilim öğretmeye çalışırsa, şüphesiz ömrünü faydasız bir şeyle geçirmiş olur. Kim nanköre iyilik ederse, nîmeti zâyi etmiş olur.
Her şeyin bir zekâtı vardır, aklın zekâtı da uzun uzadıya hüzünlenmek ve derin derin düşünmektir. Bu yüzdendir ki, Resûlullah efendimizin hüznü aralıksız ve kesintisizdi.
Her kim dünyâyı dost edinse, iki cihânın şerrini, kötülüğünü başına alır. Zîrâ iki cihânın saâdeti dünyâyı sevmemekte, felâketi de dünyâyı sevip tapmaktadır.
İnsanın, yanında bulunanlarla tatlı tatlı sohbet etmesi, onlara güzel ahlâk ile davranması, geceleri sabaha kadar ibâdet ile, gündüzleri hep oruçlu geçirmesinden hayırlıdır.
Bir kimsenin kalbine Allah korkusu yerleşti mi, dilinde işe yaramaz bir söz bulunmaz. Bu korku dünyâ sevgisini ve arzusunu yakar, dünyâya rağbet etme hâlini gönülden dışarı atar.

BENİ HUZURUNA AL YA RABBİ
Ebül Hüseyin Haddâd Hirevî hazretleri, ömrünün sonlarında, sofilerin ve dervişlerin bazı hallerinden incindi ve onları kınamaya başladı. Fakat bu hâlini fark edince büyük bir pişmanlıkla şöyle dua etti:
Demek ki bende hazırlık tam değilmiş, onun için bu ayıplama hâli geldi. Yâ Rabbi, beni kendi huzuruna al!
Bu duayı ettikten sonra çok yaşamadı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bi'r-i Mâûne şehitleri</label>

Arabistanın Necd Bölgesinin Reisi Ebu Bera, Resulullah efendimize gelerek, Necdde İslâmın tanıtılması için, öğretmen istedi. Sevgili Peygamberimiz; Göndereceğim kimseler hakkında, Necd halkından emin değilim! buyurdular. Ebu Beranın Onlara kimse zarar veremez sözü üzerine, Âlemlerin efendisi, bu kesin taahhüdü kabul buyurup, Eshâb-ı Soffadan yetmiş kişilik bir heyet hazırladı ve Münzir bin Amr hazretlerinin kumandasında yola çıkardı... (Medîneli Ensârın fakîr olanları ile Muhâcirlerin fakîrleri, Mescid-i nebî yanındaki Soffa denilen büyük çardak altında yaşarlar, ilm öğrenmek ve öğretmekle uğraşırlar, ömürlerinin çoğu Resûlullah ile birlikte cihâd etmekle geçerdi. Bunlara Eshâb-ı Soffa denirdi.) ONA SELAMIMIZI BİLDİR!
Kendisinin ve kabilesinin İslâmiyetle şereflenmesini isteyen Ebu Bera, Eshâb-ı Soffadan önce yola çıkıp, kabilesine gelerek, heyeti himayesine aldığını, onlara hiç kimsenin dokunmamasını tenbih etti. Ancak, yeğeni Amir bin Tufeyl kabul etmedi. Üç kabilenin adamlarını silahlandırarak başlarına geçti ve Bir-i Mâûneye gelen Eshab-ı kiramı kuşattı.
Sahabiler biri hariç hepsi şehid edildi. Bu mübarek Eshabın son sözleri; Ya Rabbi! Şu anda Resulullaha durumumuzu haber verecek senden başkası yoktur. Ona selamımızı bildir! dediler.
O anda Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize gelip, selamlarını ulaştırdı ve; Onlar, Allahü teâlâya kavuştular. Allahü teâlâ onlardan razı oldu, onlar da Allahü teâlâdan razı oldu dedi.
Sevgili Peygamberimiz de; Aleyhimüsselam diye cevap verdikten sonra, çok üzüntülü olarak Eshab-ı kirama döndüler; Kardeşleriniz, müşriklerle karşılaştılar. Müşrikler, onları kesip biçtiler, mızraklarla delik deşik ettiler... buyurarak, durumu haber verdiler.

VALLAHİ CENNETİ KAZANDIM
Bu hadisede düşmanla çarpışırken, Amir bin Füheyre hazretlerinin sırtına, Cebbâr bin Sülmâ adlı biri, mızrağını saplamıştı. O anda hazret-i Amir; Vallahi, Cenneti kazandım! demiş, Cebbarın ve diğer müşriklerin gözleri önünde gökyüzüne doğru çekilmişti. Bu hadise üzerine daha sonra onu şehid eden Cebbar Müslüman olmuştu.
Harâm bin Malik radıyallahü anh da öldürücü darbeyi aldığı zaman, akan kanlarını yüzüne sürüp sonra da; Kavmimize bildiriniz ki, biz Rabbimize kavuştuk. O bizden hoşnud oldu ve bizi hoşnud etti diyerek ruhunu teslim etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehit oğlu şehit Binbaşı İzzet Bey</label>

1918 yılında Ermenilerin Anadoluda yaptıkları Türk katliamının bir benzeri Azerbaycanda yaşanmaktadır... Osmanlı Devleti, bu vahşeti durdurmak için Azerbaycana Nuri Paşa komutasında bir birlik göndermek zorunda kalır. Türk birlikleri Bakü başta olmak üzere çarpıştığı birçok bölgede yüzlerce şehit verir. Bu cephelerden birisi de Şamahıdır. Burada Binbaşı İzzet Bey, Aşot adındaki bir düşmanın ateş etmesi sonucunda yere yığılır. Ağır yaralanan binbaşının yardımına, orada bulunan Gülsabah adında bir kadın yetişir. Kadıncağız, baş örtüsünden yırttığı parçayla, askerin yarasını sarmak ister. İzzet Bey;-Bacım kolumu sağlam tut, ben kurşunu çıkarayım, der. ARTIK HER ŞEY BİTTİ!..
Kurşunu çıkaran İzzet Bey, Gülsabah Hanımdan cebinde bulunan mendili çıkarmasını ister. Mendili alan İzzet Bey içine kurşunu koyduktan sonra;
-Artık tamamdır, her şey bitti, yaramı bağlamaya gerek yok. Kanım bu topraklara aksın, der.
Halsiz şekilde yerde uzanan İzzet Bey, o arada silah sesleri duyar... Türk ordusu gelmiştir. İzzet Beyin yüzüne bir tebessüm yayılır... Nuri Paşa, İzzet Beyin yanına yaklaşır ve başını dizlerine kor. Artık İzzet Bey son anlarını yaşamaktadır. Nuri Paşaya;
-Bir Türk paşasının dizlerinde can vermek benim için büyük bir şereftir, derken, mendili gösterir ve;
- Paşam! Babam, Anadoluda topraklarımızı korumak için vuruşurken ağır yaralanmış. Vücuduna isabet eden kurşunu çıkardıktan sonra, yanında bulunan silah arkadaşlarına, Bu kurşunu oğluma verin, ben vatanım için kahramanca savaştım, ülkem için canımı vermek üzereyim. Ona söyleyin beni yaralayan şu kurşunu yanında taşısın, bunu iki etsin der... Paşam! Babamın vasiyetini yerine getirdim. Onun söylediği gibi kurşunu iki yaptım. Hâlâ kurşunun üzerindeki kanım kurumadı. Siz de bu kurşunu alın oğluma verin, ona babasının da kahramanca savaştıktan sonra şehit düştüğünü anlatın, bu kurşunları üçe çıkarmasını söyleyin, der.

ACIDEREDEKİ TÜRK MEZARI
Halk, yaralı Binbaşıyı Şamahıya götürmek ister, fakat o vurulduğu yere defnetmelerini vasiyet eder. Vasiyeti yerine getirilir ve onu, kendi vatanı olarak gördüğü topraklara, Şamahı yakınlarındaki Acıdere mevkiine defnederler. O günden bugüne o kabrin adı Türk Mezarı olarak anılmaktadır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir ömürde iki şehadet Hazreti Nevfel</label>

Nevfel radıyallahü anh, bir gün Resûlullah Efendimizin huzuruna geldi ve; -Ya Resûlallah, ben dua edeyim siz de amin deyin, dedi ve şöyle dua etti:Ya Rabbi Nevfel kuluna şehidlik ihsan eyle... Bu iki oğlumu yetim, annelerini dul eyle...
Resûlullah efendimiz bu duaya amin dediler...
Hazreti Nevfel, bundan sonra kılıcını kuşandı ve Resûlullah Efendimiz ile beraber katıldığı ilk gazada şehid oldu...
RESÛLULLAHIN GÖZYAŞLARI...
Harbden sonra, Medineye dönüyorlardı. Şehre yaklaştıklarında kadınlar Resûlullahı ve eshabı öven şiirler okuyorlar, bunların içinde Nevfelin iki oğlu ile hanımı da vardı. Resûlullahın huzuruna varıp hâlini sordular. Peygamberimizin gözleri yaşarmıştı. Nevfelin şehid olduğunu hanımına söyleyemedi ve eliyle arka tarafı işaret etti. Arkada hazreti Ali vardı. O da Resûlullahın söylemediğini görünce eliyle arkayı işaret edip geçti. Nevfelin hanımı askerin en arkasından gelmekte olan hazreti Ebu Bekirin yanına varıp kocası Nevfeli sordu. Hazreti Ebu Bekir;
Ya Rabbi! Habibin gönül yıkmaktan sakındı. Ben Nevfelin şehid olduğunu söylersem Resûlullaha muhalefet etmiş olurum. Eğer söylemesem yalan söylemiş olurum. Sen bana yardım et. Ya bana ilhamla ne diyeceğimi bildir ya bu hatunun kalbine bir sabır ve tahammül gücü ver diye dua ettikten sonra Ya Allah! diye nida etti. Bir de baktılar ki, hazreti Nevfel atına binmiş elinde kılınç olduğu halde tozu dumana katıp geliyor... Doğruca hazreti Ebu Bekirin huzuruna gelip;
Buyurun ya Eba Bekir! Beni mi çağırdınız? dedi. Resûlullah Efendimiz;
Bu Allahın bir âyetidir, acaba kimin sebebiyle zuhur etti? dedikleri sırada, Cebrail aleyhisselam gelerek şu haberi verdi:

BİR KERE DAHA DESEYDİ!..
Ya Resûlallah! Şükür secdesi eyle! Cenab-ı Allah İsa aleyhisselâm gibi senin eshabından birine de ölüleri diriltme salahiyeti verdi. Eğer hazreti Ebu Bekir bir kere daha Ya Allah dese idi, Cenab-ı Allah bütün şehidleri diriltecekti...
Resûlullah Efendimiz hemen hazreti Ebu Bekirin sakalından öptü ve;
Hak teâlâ sana büyük ikramda bulundu. Allaha hamdolsun ki bana Hazreti İsa gibi ölüleri diriltme izni verilen bir ümmet verdi buyurdu...
Hazreti Nevfel daha nice seneler yaşadı ve iki oğlu daha oldu. Bu mübarek sahabe, Yemame Cenginde şehid edildi. Dolayısıyla bir ömürde iki defa şehadet şerbeti içmiş oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yüz bin altın biriktiren adam</label>

Büyük velî Hasan-ı Basri hazretleri, o derece hikmetli konuşurdu ki İmam Cafer-i Sadık hazretleri, onun hakkında Sözü Resûlullah efendimizin sözüne benziyor buyurmuştur. O derece kuvvetli bir hitabet gücüne sahipti ki bir sözü dinleyenleri ağlatmaya kafi gelirdi. Onu dinleyenler, yanından çıkarlarken artık dünyayı tamamen unutmuş, ölümden başka her şeyi kafalarında silmiş olurlardı. Üzerinde durduğu tek konu, Allah korkusu ve son nefes endişesi idi... ÂDEMOĞLU ÜÇ ŞEYE DOYMAZ!Bir gün buyurdu ki:
Âdemoğlu dünyada üç şeye doymaz. Bunlardan birisi, mal yığmaya, ikincisi, zevk ve sefaya, üçüncüsü, ömre... Elinde imkan olsa dünyadan hiç gitmek istemez ve ahiret için de hiçbir hazırlıkta bulunmaz.
Allah indinde makbul bir kul dünyaya fazla kıymet vermeyip daha ziyade ahireti için çalışan ve ahiretini imar edendir. Ahmak kimse baki imiş gibi dünyayı imara çalışıp ahiretini harab eder.
Allahü tealayı çok sevmenin alameti, dünyayı terk etmektir. Her kim altın ve gümüşü kıymetli tutar, ona çok önem verirse huzur-u kalple namaz kılamaz...
Ebu Bekir el-Hazeli hazretleri anlatıyor:
Bir zaman Hasan-ı Basrinin yanında oturuyor, onunla sohbet ediyorduk. O sırada biri yanımıza yaklaştı ve şöyle dedi:
-Az önce Abdullah bin Ethemin yanındaydım. Kendisi ölüm döşeğindeydi. Ona Kendini nasıl hissediyorsun? diye sordum. Şöyle cevap verdi. Kendimi ağrı ve sızı içinde hissediyorum. Şurada zekâtı verilmemiş yüz bin altın var dedi. Orada bulunanlar, bu söylenenlere şaşırdık ve sorduk:
-Bu kadar altını niçin biriktirdin? dedik. Bize dedi ki:
-İleride lazım olur diye biriktirdim... Yarınlardan endişe duyduğum için biriktirdim... Evlatlarım çoğalacaktı, ayrıca sultanın eziyetinden de korkuyordum... Bütün bunlara karşı çok altın biriktirmem gerekiyordu...

ŞEYTAN NASIL DA ALDATMIŞ!
Bunları dinleyen Hasan-ı Basri hazretleri şöyle buyurdu:
Şu talihsiz adama bakın! Şeytan nasıl da onu aldatmış, ne bahaneler uydurmuş ona. İşte bu bahanelerle malını dağ gibi yığıp biriktiren bu adam vallahi dünyadan hüsranla ayrıldı. Allah ona mal verdi ve infak etmesini emretti. Ama o açgözlü ve cimri davranarak, bir kenara yığdığı malı vârisine bıraktı. Böylece kendi malı başkasının sevap terazisinde işleme konulmuş oldu. Artık tövbe için çok geç...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Meysere Amr bin Şurahbil</label>

Amr bin Şurahbil eş-Şabî, Tâbiîn devri âlim ve evliyâsındandır. İsmi Amr bin Şurahbil, künyesi Ebû Meyseredir. Hemedânda doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 683 (H.63) senesi Kûfede vefât etti... ANNEM BENİ DOĞURMASAYDI!..Amr bin Şurahbil hazretleri, Eshâb-ı kirâmdan Abdullah bin Mesûd hazretlerinin önde gelen talebelerinden idi. Hazret-i Ömer, hazret-i Ali, hazret-i Huzeyfe, hazret-i Selmân ve hazret-i Âişe vâlidemizden ve daha birçok sahâbîden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Kendisi de Ebû Vâil Şakîk bin Seleme, Ebû İshâk es-Sebîî, Şabî ve Mesrûk gibi hadîs âlimlerinden hadîs-i şerîf öğrendi. Vâdiaoğulları Mescidinde imâmlık yapması sebebiyle Vâdiî nisbesiyle de anıldı. Rivâyetleri İbn-i Mâcenin Es-Süneni dışında Kütüb-i Sittede yer aldı. Sıffîn muhârebesinde hazret-i Alinin yanında idi...
Amr bin Şurahbil, zamânının âlimleri tarafından medhedildi. Âlimler ondan daha fazîletli kişi görmediklerini söylemişlerdir. O, Allahü teâlânın korkusundan; Keşke annem beni doğurmasaydı der ve çok ağlardı...

SEN HİÇ KONUŞMAZ MISIN?
Bu mübarek zat, çok cömert olup, dünyâ malına değer vermezdi. Çok namaz kıldığı için dizleri nasır bağlamıştı. Câhiliyye âdet ve geleneklerinden uzak durur, bilhassa Eshâb-ı kirâmın yaşayış ve davranışlarına uymaya çalışırdı.
Derecesinin ve makamının üstünlüğüne rağmen en basit insandan ilim ve hikmet almaktan çekinmezdi...
Bir bedevi devamlı onun toplantılarına gelirdi. Ancak daima susardı. Eş-Şabî ona Sen konuşmaz mısın?!. dedi.

DİLİME SAHİP OLUYORUM!
Bedevi şöyle cevap verdi:
Susuyorum, zarar görmüyorum, dinliyorum, bilgi sahibi oluyorum... Kişinin kulağına ait olan nasibi ona döner... Fakat diline ait olan nasibi başkasına gider...
Vefâtı, Abdullah bin Ziyâdın vâliliği döneminde olan Amr bin Şurahbil, son anlarında şunları söylemiştir:
İnsanların baktığı bir şeye yerimden kalkıp bakmadım... Şimdiye kadar hiçbir kölemi dövmedim... Daha, borcunu benim ödediğim hiçbir akrabam ölmedi...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri