Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed bin Üstâzü'l-A'zam</label>

Asîl ve âlim bir âileye mensûb olan Hadramûtlu velî Ahmed bin Üstâzül-Azam, ilk tahsîlini babasından gördü. Küçük yaşta Kurân-ı kerîmi ezberledi. Babası ona iyi bir eğitim ve terbiye verdi. Babasının en küçük oğlu olduğu için kardeşleri onu çok severlerdi... ÇOK MÜTEVAZI BİR ZATTI...Ahmed bin Üstâzül-Azam, çok namaz kılar, çok oruç tutar, akrabâlarını ziyâret ederdi. Meşhûr olmaktan kaçınır, fuzûlî sözlerden ve işlerden sakınırdı. İnsanlardan ayrı yaşamayı sever; Onlarla berâber olmak insanı iflâsa götürür derdi.
Ahmed bin Üstâzül-Azam, mânevî yönden yüksek derecelere ulaşmıştı. Fakir olsun zengin olsun, büyük olsun küçük olsun herkese karşı mütevâzı yâni alçak gönüllü davranırdı. Cömert olup elinde olanları fakirlere ve ihtiyâç sâhiplerine ihsân ederdi.
Çok kerâmeti görülmüştür. Talebeleri ve sevenleri onu vesîle ederek Allahü teâlâya duâ ederler, istek ve arzûlarına kavuşurlardı...
Bu mübarek zatın fakir talebelerinden birisini bulunduğu şehrin vâlisi hapsettirmişti. O talebe, Ahmed bin Üstâzül-Azamı vesîle ederek duâ etti. Allahü teâlâ hocasını vesîle ederek yaptığı duâsını kabûl buyurdu. Vâli o kimsenin serbest bırakılmasını emretti. Hapishâneden çıkacağı sırada görevli;
-Sen bana alışılmış bahşişi vermezsen seni bırakmam, dedi. O da vazîfeliye;
-Sen beni serbest bırakıyorsun. Fakat karşıma başka mâni çıkarıyorsun. Böyle yapma, dedi. Vazîfeli;
-Evet mâni çıkarıyorum. Bahşişi almadan bırakmam, dedi. Bu hâl karşısında hocasına tevessül etti yâni hocasını vesîle ederek hapishâneden kurtulması için duâ etti. Duâsı kabûl olunup hapishâneden rahatça kurtuldu ve yoluna devâm etti...

SEL SULARINDA BOĞULDU
Ahmed bin Üstâzül-Azam şehîd olmayı çok arzu ediyordu. Aczüşşehîre köyüne sık sık gider gelirdi. Bâzan da sâlih zâtlar bulunması sebebiyle orada kalırdı. Kaldığı evin bulunduğu vâdide yağan yağmurlar netîcesinde büyük bir sel meydana geldi. Ahmed bin Üstâzül-Azam hazretleri o sırada;
Yâ Rabbi, boğularak ölen şehiddir, bana da nasib eyle diye dua etti ve sel sularına kapılarak boğuldu. Böylece çok istediği maksadına kavuşup şehîd oldu. Terîmde Ârif-i billâh Şeyh Abdullah bin İbrâhim Bâ Kuşeyrin mescidinin yakınında defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hayber şehidi Amr bin Ekvâ</label>

Amr bin Ekvâ (radıyallahü anh) Eshab-ı kiramdandır. Kardeşi Seleme bin Ekvâ (radıyallahü anh) Biat-ı Rıdvana katılanlardandı. Hatta o mübarek sahabe, biat etmeden önce; Kelime-i şehadeti getirmesinden itibaren o biatı hakkıyla yerine getirmiştir. Kendisi şöyle der: Resulullahla (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte yedi, Zeyd İbni Hariseyle birlikte dokuz savaşa katıldım...
TEK BAŞINA BİR ORDU!..
Seleme (radıyallahü anh) kendisi piyade, ok ve mızrak atarak savaşanların en ustalarındandı. Onun usûlü, bugün izlenen gerilla savaşlarından bazılarının usûlüne benzerdi. Düşmanı kendisine saldırdığında onun önünde geri çekilirdi. Düşman geri çekildiğinde veya dinlenmek üzere durduğunda süratle ona saldırırdı! O bu usulle, Zukared Savaşı diye bilinen savaşta, Uyeyne İbni Hısn el Fizari komutasında Medine tepelerine baskında bulunan kuvvetleri tek başına püskürtmeyi başarmıştı. Tek başına onların peşine düşüp devamlı dövüşerek onları oyaladı. Nihayet Resulullah efendimiz sahabelerden müteşekkil bir güçle ona yetişmişti. O gün Resulullah efendimiz eshabına şöyle buyurmuştu:
Piyadelerimizin en hayırlısı Seleme ibni Ekvâdır!
Hazreti Seleme üzüntü ve kaygıyı ancak kardeşi Amr ibni Ekvânın Hayber Savaşında vefatında tanımıştı. Amr, Müslüman ordusunun önünde şu şiiri söylüyordu:
Allahım sen olmasan hidâyet yolunu
bulamaz,
Sadaka vermez, namaz kılmazdık,
Üzerimize bir huzur indir.
Karşılaştığımız zaman ayaklarımızı sabit kıl.

ONUN İÇİN İKİ ECİR VARDIR
Bu savaşta Amr, kılıcıyla müşriklerden birine vurmaya gitti. Kılıcı elinde bükülüp ucu kendi ölümüne sebep oldu. Eshab-ı kiramdan bir zat şöyle dedi:
- Zavallı Amr şehitlikten mahrum oldu...
O anda hazreti Seleme çok üzüldü. Çünkü o da kendisini hata ile öldürmüş olan kardeşinin cihad ecrinden ve şehitlik sevabından mahrum olduğunu zannetti. Peygamber efendimiz hızla işleri yoluna koyunca, hazreti Seleme Resulullah efendimize gitti ve şöyle sordu:
- Ey Allahın Resulü! Amrın amelinin boşa gittiği doğru mu?
Resulullah efendimiz şöyle cevap buyurdular:
- O, cihad ederken öldürülmüştür. Onun için iki ecir vardır. Şu anda o, Cennetin nehirlerinde yüzüyor!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali bin Heytî'ye cevap veren ölü</label>

Ali bin Heytî hazretleri, Irak evliyâsındandır. Doğum târihi belli değildir. Irakın Heyt beldesinde doğdu. 1168 (H.564) senesinde Rezirânda vefât ettiğinde yüz yaşını geçmişti...Küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayan Ali bin Heytî, Allahü teâlânın ihsânlarına kavuştu. Tâc-ül-Ârifîn Ebül-Vefâ hazretlerinin talebesidir. Abdülkâdir-i Geylânîye çok hürmet ve saygı gösterirdi...
Ali bin Heytî bir gün, Irakın Nehr-ül-mülk beldesinin bir köyüne gidip sâhibini hiç tanımadığı bir evin kapısını çaldı. Misâfir kabûl edilmesini ricâ etti. Ev sâhibi de tanımadığı bu yabancıyı kabûl etti...
Ali bin Heytî hazretleri, misafir olduğu ev sâhibine kapının önünde dolaşmakta olan tavuğu işâret ederek; BU TAVUĞU KESİN!
Bu tavuğu tutun ve benim yanımda kesin! buyurdu. Ev sâhibi îtirâz etmeyip, tavuğu kesti. Bu sefer misâfir;
Tavuğun karnını yarınız! deyince, ev sâhibi yine;
Peki deyip karnını yardı. Bir de ne görsün! Altın boncuklardan yapılmış bir gerdanlık... Meğer, ev sâhibi, kız kardeşine altın boncuklardan bir gerdanlık hediye etmiş, kız kardeşi de gerdanlığı iki gün önce kaybetmiş. Kızın beyi de;
Bu gerdanlığı bul, yoksa seni öldürürüm! demiş. Gerdanlık bulunmayınca, o gece öldürmek üzere kararını verdiğinden, herkes üzüntü içinde bekliyorlarmış. Gerdanlık bulununca, kadının suçsuz olduğu anlaşıldı. Ali bin Heytî hazretleri, Rezîrândan kalkıp buraya kadar gelmesinin sebebini izâh edip;
Kız kardeşinin temizliği, beyinin kötü niyetini ve Rabbimden, bu durumu açıklamak ve sizi helâk olmaktan kurtarmak için izin isteyerek geldim buyurdu...

SENİ KİM ÖLDÜRDÜ?
Bir başka gün, Ali bin Heytî hazretleri bir yere gidiyordu. Yol üzerinde ellerinde kılıç olan iki topluluk gördü. Ortada bir ölü vardı. Her iki grup da birbirlerini, bu kimseyi öldürmekle suçluyorlardı. Ali bin Heytî hâdise yerine gelip, öldürülen şahsın yanına oturdu. Elini alnına koyup;
Ey Allahü teâlânın kulu! Seni kim öldürdü? diye sordu. Bu söz üzerine ölü, Allahü teâlânın izni ile gözlerini açıp, Ali bin Heytîyi başucunda görünce kalkıp dizüstü oturdu. Gözlerini kavga yapanların üzerinde gezdirip;
Beni öldüren kimse filancadır diyerek ismini ve babasının ismini söyledi, tekrar yere uzandı. Böylece büyük bir hadise önlenmiş oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hazreti Davud'un cennet arkadaşı</label>

Davud aleyhisselam bir gün, Allahü tealadan Cennet arkadaşının kim olduğunu sual etti. Allahü teala da ona Yunus aleyhisselamın babası Mettanın kendisine Cennette arkadaş olacağını bildirdi. Hazreti Davud, bunu öğrenince hemen oğlu Süleymanla (aleyhimesselam) birlikte Mettanın yaşadığı bölgeye gittiler. ONLARI EVİNE GÖTÜRDÜ...Oradakilere Metta nerededir? diye sorunca onun odun pazarında olduğunu öğrendiler. Oraya gidip biraz beklediler. Çok geçmeden Metta, başı üzerinde bir miktar odunla geldi. Allaha hamd ettikten sonra şöyle dedi:
-Kim helal parayla helal odun almak ister?
Orada bulunanlardan biri onun odunlarını aldı. Bu sırada Hazreti Davud ve oğlu Süleyman selam verip, hal ve hatırını sordular. Metta, onları evine götürdü. Odun parasıyla bir miktar buğday aldı. Sonra onu un yapıp hamur etti ve pişirmek için bir ateş yaktı ve hamuru ateşin üzerine bıraktı. Ekmek pişinceye kadar onlarla konuşmaya başladı. Sonra pişen ekmekten bir miktarını bir tahta tabağa bırakarak üzerine biraz tuz serpti ve bir kap içine de su doldurarak misafirlerine ikram etti. Kendisi de diz çökerek getirilen ekmeği yemekle meşgul oldular...
Metta Bismillah diyerek ağzına bir lokma aldı; onu yuttuktan sonra elhamdülillah dedi. Sonraki lokmalarda da bu zikirleri tekrarladı. Sonra yine Bismillah diyerek biraz su içti; suyu yere bırakmak istediğinde ise Allaha hamd etti. Daha sonra şöyle dedi:

ŞÜKREDEN BİR KUL...
İlahî! Bana bağış ve ihsanda bulunduğun kadar kime bağış ve ihsanda bulunmuşsun? Bana gören göz, duyan kulak ve sağlam bir beden vermişsin ve beni güçlü kılmışsın; öyle ki hiç dikmediğim ve korumasında hiçbir zahmet çekmediğim bir ağacın yanına gidebildim. O ağacı benim için bir rızık vesilesi kılmışsın ve bir kimseyi gönderdin de onu benden aldı ve onun parasıyla ekmediğim bir buğdayı aldım ve ateşi bana ram ettin, onunla ekmek pişirdim, ibadet ve itaatinde güçlü olmam için rağbetle onu yedim. Allahım, sana hamd olsun...
Metta, bu sözleri söyledikten sonra ağladı. Bu esnada Davud aleyhisselam, oğlu hazreti Süleymana;
-Oğlum! Kalk gidelim. Ben kesinlikle bu zat gibi Allaha şükreden bir kul görmedim, dedi. Metta bu ziyaretten kısa bir zaman sonra vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sultan Alâ'eddin Keykubad'ın rüyası</label>

Bağdad halifesi, Şeyh Şehabeddin Sühreverdi hazretlerini elçilikle Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubada göndermişti. Konyaya ulaştığı sırada Sultan, Gavale kalesine gitmişti. Sultanül-Ulema Bahâeddin Veled hazretlerini de birlikte götürmüştü. Sultan, Sühreverdiyi de kaleye getirmelerini emretti. Halifenin elçiliğini ifa ettikten sonra şeyhe, Bahâeddin Veled hazretleri son derece izaz ve ikramda bulundu. Çünkü Sühreverdi de Bağdatta Bahâeddin Veled hazretlerine hadsiz hesapsız hizmetlerde bulunmuştu. Bahâeddin Veled hazretleri: Sühreverdiler hem Ebubekire mensuplar, hem de bizim yakın akrabalarımızdandılar buyurdu... ŞAŞKIN BİR HÂLDE UYANDI!..
O gece Sultan Alâeddin acayip bir rüya gördü. Şaşkın bir vaziyette uyandı. Rüyasını Bahâeddin Veled hazretlerine ve Şeyh Sühreverdiye anlattı: Rüyamda başımın altından, göğsümün ham gümüşten, göbeğimden aşağısının tamamiyle tunçtan, her iki kalçamın kurşun, iki ayağımın da kalaydan olduğunu gördüm...
Bütün rüya tabircileri, bu rüyanın yüceliğinden hayrette kaldılar. Şeyh Şehabeddin hazretleri, derhal bu rüyanın tâbirini Bahâeddin Veled hazretlerine havale etti ve hiçbir şey söylemedi. Sultan-ül-Ulemâ, rüyayı şöyle yorumladı:
Sultanım, sen dünyada oldukça insanlar rahat, temiz yaşayacaklar ve altın gibi kıymetli olacaklar. Oğlunun zamanı, senin zamanına nispetle gümüş derecesine, oğlunun oğlu zamanında ise tunç mertebesine düşecekler, alçak ve haris insanlar başa geçecekler. Saltanat üçüncü batna (nesle) geldiği vakit, her taraf karışacak, halk arasında dürüstlük, vefa ve şefkat kalmayacak. Dördüncü ve beşinci batna eriştiği vakit, Diyâr-ı rûm (Anadolu) tamamiyle harap olacak. Selçuk ailesi zevale uğrayacak, Moğol istilâsı bütün dünyayı harabeye çevirecek...

SULTAN DA AĞLIYORDU...
Bunun üzerine Selçuklu Sultanı ve orada bulunanlar ağlayıp sızlamaya başladılar. O gün Selçuklu Sultanı, Bahâeddin Veled ve şeyh Sühreverdi hazretlerine kıymetli hediyeler verdi. Diğer âlimler ve fakihlere de bahşişlerde bulundu ve onların da dua etmelerini istedi. Hakikaten bu rüya, tabir ettikleri gibi çıktı. Sultanı Alâeddin Keykubad kısa bir zaman sonra vefat etti ve memleket karışıklıklar içinde kaldı. Sonra da Moğollar Anadoluyu istila ederek büyük bir kaos başladı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Avrupa'yı sarsan bahadır Abdurrahman el Gafikî</label>

Ömer bin Abdülaziz, valilerinden Semh İbn Malik el-Havlânîyi 719 senesinde, Endülüs tarafına göndermişti... Bu mübarek vali, bütün Fransanın fethini arzuluyordu... Müslümanlar önce Fransanın en büyük şehri olan Bordeauxya yöneldiler ve fethettiler... ŞEHİTLER YOLU SAVAŞI
Güney Fransanın yarısının birkaç ay içerisinde Müslümanların eline geçmesi sebebiyle Avrupa bir uçtan bir uca sarsıldı. Papa bütün Hristiyanları savaşa çağırdı. Halk, Fransa Kralı Charles Martelin sancağı altında toplanmaya başladı...
O sırada Müslüman ordusu Fransanın en eski şehirlerinin başında gelen Tours şehrini de zaptetti. Hicretin 104. senesinin Şaban ayının yirmisinde, büyük bahadır Abdurrahman el-Gafikî ordusuyla Poitiers (Puatie) şehrine yürüdü. Orada, Charles Martel (Şarl Martel) komutasındaki kalabalık Avrupa ordularıyla karşılaştı. İki taraf arasında, bütün insanlık tarihindeki önemli çarpışmalarından biri meydana geldi. Bu savaş Belatuş-şuheda Şehitler Yolu Savaşı diye meşhur olmuştur...
Müslümanlar o sırada parlak zaferlerinin zirvesindeydi. Askerlerinin ellerine dağ gibi yığılan ganimetlerle sırtındaki yük ağırlaşmıştı. Büyük kumandan Abdurrahman el-Gafikî, bu müthiş servete korku ve endişeyle baktı ve bunun Müslümanların aleyhine olacağını; cihad anında onların zihinlerini meşgul edeceğini sezdi. Süvarileriyle birlikte kartallar gibi Frenk saflarına atıldı...

TAKDİR-İ İLÂHİ BÖYLEYMİŞ!
Savaş bu şekilde uzun ve ağır, yedi gün devam etti. Sekizinci gün Müslümanlar düşmanlarına bir kere daha hücum ettiler. O sırada Frenk birliklerinden bir grup ganimetlerin bulunduğu yere saldırdı. Müslümanlar ganîmetlerinin düşmanların eline geçmek üzere olduğunu görünce birçoğu onları kurtarmak için geri döndüler. Bu sebeple safları yarıldı... Güç ve kuvvetleri zayıfladı... Abdurrahman el-Gafikî, askerlerini ikaz ediyordu: Ganimetleri bırakın, düşmana saldırın, yoksa ganimetler de gidecek, canınız da!..
Bu mübarek kumandan, at üzerinde düşmana saldırırken, göğsüne bir ok isabet etti. Dağların tepelerinden kartalın aşağıya indiği gibi atının sırtından indi. Takdir-i ilâhi böyleymiş dedi ve oracıkta son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bahri Dede ve Zigetvar'ın fethi</label>

Avusturya arşidükü Maksimilyan, İstanbul Antlaşmasını bozmuş, vergisini ödememiş üstelik de Erdele girmişti. Bunun üzerine, Kanuni Sultan Süleyman Han hasta olmasına rağmen savaşa karar vermişti... Hedef Viyana idi ancak önce Zigetvar fethedilmeliydi...
Kânûnî Sultan Süleymân Han, Zigetvar Seferine çıkmadan önce hazırlıklarını tamamlayıp, evliyâ kabirlerini ziyâret edip zafer için duâ etti... Ayrıca hayatta olan evliyâ ve ulemâdan da duâ istedi. Devrin meşhûr evliyâsı olan Bahri Dededen de duâ istemişti. Ayrıca kendisine, fakirlere muhtaçlara dağıtır diye bir kese içinde bin altın gönderdi... SAVAŞA BEN DE KATILACAĞIM
Bahri Dede Kânûnî Sultan Süleymân Hanın gönderdiği hediyeyi kabul edip bir yere sakladı. Sonra savaşa kendisinin de katılacağını haber verdi...
Nihayet ordunun hareket günü gelmişti. Bahri Dede de Ordu-yi hümayunla yola çıktı. Böyle evliyâ bir zâtın aralarında bulunması pâdişâh, komutanlar ve askerler için büyük bir ümit ve moral oldu...
Zigetvar Kalesi kuşatılıp peş peşe iki taarruz yapılmasına rağmen kale fethedilemedi. Ordunun içinde büyük bir mânevî destek olan Bahri Dede, kalenin fethedileceğini müjdeledi ve zafer için çok duâ etti...
Nihâyet üçüncü defâ büyük bir taarruz yapıldı. Bu taarruz sırasında şiddetli yağmur yağdığı için arâzi çamur ve bataklık hâlini almıştı. Her şeye rağmen Bahri Dede gibi evliyâ bir zâttan fetih müjdesi almışlardı. Bu sebeple büyük bir azim içinde idiler...

KALE FETHEDİLMİŞTİ; ANCAK!..
Yeniçeri bölükbaşısı abdest alıp vasiyetini yazdı. Merdivenlerle kaleye tırmanıp mazgallardan birine humbara yerleştirip fitilini ateşledi. O anda düşmanın hücûmuna uğrayan yeniçeri bölükbaşısı şehit düştü. Fakat ateşlediği humbara patlayıp kalede büyük bir gedik açtı. Osmanlı askerleri bu gedikten dış kaleye, daha sonra da iç kaleye girerek kaleyi fethetti. Ordu zafere ulaştı...
Kânûnî Sultan Süleymân Han bu seferde hastalanıp vefât etmişti. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, askerin moralinin bozulmaması için padişahın ölümünü askerden gizledi.
Ordu Bursaya döndükten sonra, Bahri Dede, sultanın kendine hediye ettiği bin altını sakladığı yerden çıkarıp iâde etti. Kısa bir müddet sonra da vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kaptan-ı derya Hayreddin Paşa</label>

Barbaros Hayreddin Paşa, büyük Osmanlı Kaptan-ı deryasıdır. 1466da bir rivayette de 1483 yılında doğdu. Asıl adı Hızırdı. Din ve devlet yolunda yaptığı büyük işlerden dolayı Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından, dine hayrı dokunan manasına gelen Hayreddin ismi verildi. Doğu Akdeniz kıyılarındaki kavimler tarafından Kızıl sakallı manasına gelmek üzere Barbarossa diye tanınmaktadır...Hayreddin Paşanın kardeşleri Oruç ve İlyas da denizci idi. Venediklilerin korkulu rüyasıydı. Prevezede Haçlıların büyük amirali Andrea Doryayı kesin bir yenilgiye uğrattı. Kuzey Afrikayı fethetti ve Osmanlı Devletine kattı. Endülüs Müslümanlarının imdadına koştu. DENİZİN REİSİ VEFAT ETTİ
Osmanlı Kaptan-ı Deryalığına tayini için Halepteki Sadrazam ile buluşmaya gitti. Makbul İbrahim Paşaya Amerikaya gitmeyi teklif etti. Fakat kabul ettiremedi. 1544te İstanbula döndü. İstanbulda iki sene yaşadıktan sonra 4 Temmuz 1546da Beşiktaştaki sahil sarayında vefat etti. Ölümüne ebced hesabı ile Mate reis-ül-bahr (Denizin Reisi vefat etti. H. 953) tarihi düşürülmüştür...
Hayatı denizlerde geçen Barbaros Hayreddin Paşa, dinine bağlı, kâmil bir Müslümandı. Rumca, İtalyanca, Arapça, Rusça, İspanyolca gibi dilleri çok iyi konuşurdu. Osmanlı Devletinin sınırlarını Fasa kadar uzattı. Beşiktaşta bir medrese inşa ettirdi. Serveti ile, İstanbulun muhtelif semtlerinde hanlar, hamamlar, konaklar, evler, değirmenler, fırınlar yaptırarak, gelirlerini hayır kurumlarına ve kurduğu medresede kalan öğrenci ve muallimlerin masraflarına tahsis etti. Vasiyetine göre 30 büyük harp gemisini ve en seçkin 800 esirini Kanuni Sultan Süleymana, servetinin bir kısmını Beşiktaştaki cami, türbe ve başka hayrâtının bakım ve vakıflarına ayırmış, bir kısmını akrabalarına paylaştırmıştır...

BEN DENİZDE OLSAM...
Son anlarında, ölüm döşeğinde bile gözü denizlerde idi. Havayı kontrol ediyor, Ben denizde olsam yelkenleri indirirdim gibi şeyler söylüyordu. Nihayet, vasiyet etti:
Öldüğüm zaman beni deniz sesi işitecek bir yere defnediniz...
Nitekim öyle oldu, Beşiktaştaki türbesinde sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Osmanlı devlet adamı Râmî Mehmed Paşa</label>

Râmî Mehmed Paşa, Osmanlı sadrâzamlarındandır. 1654te İstanbul Eyüpte doğdu. Terâzici Hasan Ağa adında birinin oğludur. İlk tahsilini Eyüpte yaptıktan sonra Reîs-ül-Küttaplık Kalemine kâtip olarak girdi. Bu sırada şiire istidadı sebebiyle Nâbî ve Sâmî gibi devrinin büyük şâirlerinin meclisine devam ederek yükseldi. İtaatkâr manasına gelen Râmî mahlasını aldı. 1686da Dîvân-ı Hümâyûn Kalemine girdi. Divan işlerindeki geniş bilgisi ve mahâreti göz önünde bulundurularak, 1690 yılında Beylikçiliğe tâyin olundu. Yıllarca bu vazîfede bulunduktan sonra, 1696da Acem Bekr Efendinin yerine Reis-ül-Küttab oldu... PADİŞAHIN İLTİFATINI KAZANDIKarlofça Antlaşması için yapılan görüşmelere murahhas olarak katılan Râmî Mehmed Paşa, bu müzâkerelerde gösterdiği başarılarından dolayı, pâdişâhın iltifâtını kazandı. 1703te Daltaban Mustafa Paşanın yerine sadrâzam oldu. Yedi ay kadar sadârette kalan Râmî Mehmed Paşa, pek çok ıslahat hareketlerinde bulundu. Harpler dolayısıyla bozulmuş olan mâlî durumu düzeltti, ancak 1703te İkinci Mustafa Hanın tahttan indirilmesiyle sonuçlanan Edirne Vakası ile görevinden alındı. Önce Kıbrıs (1703) ve arkasından Mısır Vâliliğine getirildi. Bu görevdeyken halkın hoşnutsuzluğu sebebiyle azlolunarak Rodosa, sürgüne gönderildi...
Râmî Mehmed Paşa, çalışkan, geniş mâlumat sâhibi, mâlî işlerde ehliyetli ve gayretli bir devlet adamıydı. Arapça ve Farsça bilir, divan edebiyatında seçkin bir üslûp üstâdı olarak tanınırdı. Bursalı Mehmed Tâhir onun için; Şiirde Nefî ve Nâbî derecesinde, en büyük simâlardan olmasına rağmen, lâyık olduğu şöhreti bulamamıştır demektedir...

PEK ÇOK ESERİ VARDIR
Râmî Mehmed Paşanın başarılı gazellerinin yer aldığı bir Dîvânı, Karlofça Sulh Müzâkerelerini bütün teferruâtı ile anlatan Karlofça Sulhnâmesi ve 1400 kadar resmî yazının toplandığı Münşeâtı başlıca eserleridir.
Rodosta iken, 1704te vefatından dört gün evvel şu gazeli söylemiştir:
Mahv olmadayız zaf ile pirâhenimizden/Çekmez mi dahi destini gam pirâhenimizden/Lâyık mıdır ey gonce-i gülzâr-ı letâfet/Lebrîz-i tebessüm olasın şîvenemizden?/Biz mûrçe-i harmen-i sahrây-ı gilâlız/Pâymal oluruz dürr olıcak meskenimizden/Ârâyiş-i çün verd-i tahammül ola Râmî/Gitmezse ne gam mürg-i elem gülşenimizden...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Onun başını bana verin!</label>

Kerametler menbaı Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Gavs-ül-azam, Kutb-i Rabbânî, Sultân-ül-evliyâ ve Kutb-i azam gibi lakabları vardır. İranın Geylân şehrinde 1078 (H.471)de doğdu. 1166 (H.561)da Bağdadda vefât etti. Babası Ebû Sâlih bin Mûsâ Cengîdosttur. Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsennânın oğlu Abdullahın soyundandır. Annesinin ismi Fâtıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir. Bunun için Abdülkâdir Geylânî, hem seyyid, hem şerîftir. Vefatından sonra da çok kerameti görüldü...Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehid idi. Kâdiriyye tarîkatının kurucusudur. Ehl-i sünnet îtikâdını ve din bilgilerini her tarafa yaydı. Kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki: YAZIKLAR OLSUN SANA!
Yazıklar olsun sana! Cehennemlik işler yapıyor, cenneti umuyorsun. Geçici şeylerle avunuyor onları seviyor ve kendinin sanıyorsun. Ama yakında elinden alacaklar... Yaratan şu ömrü sana emanet olarak verdi, Onun rızası yolunda yaşamanı emretti. Sen ise kendi isteğinin, heveslerinin peşinde ömrünü tükettin. Sana verilen zenginlik, makam, sıhhat birer emanettir. Bütün bunları Yaradanın rızasına uygun yolda kullan...
Bu mübarek zatın vefatından senelerce sonra, bir gün günahkâr adamın biri, sarhoş bir vaziyette Dergahının yanından geçerken, içeriden gelen seslere kulak kabartır. Sonra burada ne oluyor diye dayanamayıp dergahın penceresinden kafasını içeriye uzatır. Bakar ki dervişler ilimle meşguller. Bir müddet sevgiyle onları seyrettikten sonra yoluna devam eder...

BEDENİ DE SİZİN OLSUN!
Fakat yolda ecel gelip ruhunu teslim eder. Adamı defnederler. Azap melekleri gelip adamı alırlar. Tam cehenneme atacaklarken bir ses Durun, onun başı benimdir der. Melekler bakarlar ki, sesin sahibi Abdülkadir-i Geylani hazretleri. Mübarek buyurur ki: Onun başı benim dergahımdan içeri girdi. Bizim dergahımıza giren, ateşte yanmaz. Başını bana verin gerisini ne yaparsanız yapın!.. Bunun üzerine melekler, Başını alırsanız, bedeni de sizin olsun derler. Adamcağız böylece, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin dergâhındaki talebelere kısa bir müddet sevgiyle bakmasının mükafatını görür...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gazze'den doğan güneş İmâm-ı Şâfiî</label>

Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden Şâfiî mezhebinin kurucusu olan İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin anne ve baba tarafından soyu Peygamber efendimizle birleşmektedir. Dördüncü dedesi Şâfiînin ismine nisbetle ona da Şâfiî denilmiştir...767 (H.150) senesinde Kudüs civârında Gazzede doğdu. 820 (H.204) senesinde Mısırda vefât etti... YEMENDE KADILIK YAPTI
Bu mübarek zat daha beşikteyken, babasının vefât etmesi üzerine annesi onu Mekkeye götürmüştür. Dokuz yaşındayken Kurân-ı kerîmi ezberledi. Sonra ilim tahsiline başlayıp, Mekkede bulunan büyük hadis âlimlerinden yazmak ve ezberlemek suretiyle hadis öğrendi...
İmâm-ı Şâfiî yirmi yaşlarındayken, İmâm-ı Mâlik hazretleri onu himâyesine alıp dokuz yıl müddetle ilim öğretti. İlimde yüksek bir seviyeye ulaşan Şâfiî, Mekkeye dönünce Mekkeye gelen Yemen vâlisi onu Yemene götürüp kâdılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra tekrar Bağdata giderek ilmini ilerletmek için İmâm-ı Azamın talebesi olan İmâm-ı Muhammedden ders almaya başladı. İmâm-ı Muhammed onu kendi himâyesine alıp yazmış olduğu kitaplarını okutmak suretiyle Irakta tedvin edilen (düzenlenen) fıkıh ilmini ve Irakta meşhur olan rivâyetleri öğretti.
İmâm-ı Şâfiî hazretleri, dîn-i İslâma hizmet uğrunda tükettiği hayâtının son anlarını, Kurân-ı kerîmi dinleyerek geçirmiştir.

GÜNDE BİR HATİM OKURDU
Ömrünün sonuna kadar her gün bir hatim olmak üzere, ayda otuz hatim okurdu. Ramazân-ı şerîfte ise gece ve gündüz birer hatim olmak üzere, altmış hatim okurdu. Mısırda bir cumâ gecesi vefâtının yaklaştığı sırada tâkatsiz kalmıştı. O bu hâlde iken, talebesi Ebû Mûsâ Yûnus bin Abdülalâ yanına girmişti. Ona; Ey Ebû Mûsâ, bana Kurân-ı kerîmden Âl-i İmrân sûresinin yüz yirminci âyet-i kerîmesinden sonraki âyetleri yavaş yavaş oku! buyurdu. O da okumaya başladı. İmâm-ı Şâfiî, okunan âyet-i kerîmelerin mânâlarına dalmış, derin bir huşû içinde dinliyordu. Son nefeslerini vermek üzere iken, hâlini sordular. Dünyâdan göçüyorum... Artık ondan ayrılıyorum... Ümit şerbetini içiyorum... Kerîm olan Rabbime gidiyorum dedi ve bir müddet sonra da vefat etti. Kahirede el-Mukattam Dağının eteğindeki Kurâfe Kabristanına defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kuzey Afrika Fatihi Ukbe bin Nafi</label>

Ukbe bin Nafi, Hazret-i Muaviye (radıyallahü anh) zamanında İfrîkıyye (Kuzey Afrika) Valisi idi. Tunusta Kayrevan şehrini inşa eden meşhur mücahittir. Yezidin halifeliğinin ilk yıllarında ikinci defa Kuzey Afrika Valiliğine tayin edilmişti. Ukbe, Kayrevana varır varmaz ordusunu toparlayıp Müslümanlarla sürekli savaş halinde olan Bizanslılarla şiddetli çarpışmalara girişti... KARANIN BİTTİĞİ YER!..Cihad harekâtını kesintisiz sürdüren Ukbe bin Nafi, batıya doğru ilerleyerek Tanca civarında Atlas Okyanusuna dayandı. İşte o zaman şu tarihî sözünü söyledi:
Ya Rabbi! Eğer önüme çıkan şu deniz olmasaydı, senin yolunda cihad ederek daha ileri giderdim!
Ukbe bin Nafi, karanın bittiği yerden geri döndü. Bizanslılar ve yardımcıları olan Berberîler, ondan korkarak yolundan kaçtılar. Dönüş sırasında Maül-Feres diye anılan yerde konaklama yapıldı. Meğer bu bölge susuz bir yermiş. Herkes susuzluktan neredeyse ölecek duruma gelmiş. Ukbe bin Nafi iki rekat namaz kıldı, suya kavuşmak için Allaha dua etti. O sırada Ukbenin atı ön ayaklarıyla yeri eşelemeye başladı. Ortaya çıkan bir kaya parçasının yanında sular fışkırıverdi...
Ukbe herkesi suya çağırdı. Durumu görenler çevredeki kumlukları kazarak birçok su kaynağı buldu. Kana kana su içtiler. Buraya Atın Suyu anlamında Maül-Feres denildi...
Ukbe hazretleri, bu dönüş yolunda Tunusun merkezi Kayrevana yaklaşmış, sekiz günlük bir mesafe kalmıştı. Ortada kendisine karşı koyacak bir düşman gücü kalmadığını zannederek, ordusunun büyük kısmını serbest bırakıp ileri taraflara gönderdi. Kendisi de az bir askerle Tehuze şehrine gitti. Bizanslılar da yanındaki askerlerin azlığını görünce, ona karşı savaşa başladılar.

BERBERÎLER ŞEHİT ETTİ
Berberîler içinde Müslüman olmuş, çevresinde sözü dinlenen ve çok saygı gösterilen Küseyle isminde bir adam vardı. Ukbe Vali olarak gelince o adamın muhtemelen aşırı hırslı olduğunu düşünerek, yapılan uyarıları dinlemeden onu koyun kesip yüzmeye mecbur bırakmıştı. Maksadı, adamın halk nazarındaki itibarını düşürmekti. O zaman eline bulaşan kanı sakalına süren Küseyle, ilk fırsatta isyan etmeye karar vermişti. Bu adam nihayet sayıca hayli çok olan adamlarını toparlayıp Bizanslıların da desteğiyle ayaklandı. Kahraman Ukbe ve arkadaşları şehit edildi. Ukbenin son arzusu da zaten şehit olmaktı...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri