Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sındırgılı Yusuf ve Gedizli Yunus Hoca</label>

Mayıs 1919da, sinsice İzmire çıkan Yunanlılar, bir Haçlı ordusu gibi hareket ediyordu... Çıkarma birlikleri hazırlanırken, askerî yargı teşkilatı da yeni tayinlerle güçlendirilmişti. Yaşı çok genç olmasına rağmen, babası 1897 Türk-Yunan Savaşında ölen ve Türklere kini olan Albay Dimitri Ambleas, bu harekâtta askerî yargının başına getirilmişti. Hem de Kralın yetkileri ile... Bundan maksat, kendi askerlerinin disiplini değildi. Türklerden en ufak bir direnme gösterenleri hemen -güya- hukuk yolu ile saf dışı etmekti!..Mahkeme derhal göreve başlamıştı. Albay Dimitri, askerlere karşı gelen yaşlıları, göstermelik bir sorgudan sonra, casusluk suçundan idama mahkum ederek, anında infaz uyguluyordu... TEK TÜRK KALMAYINCAYA KADAR
Yunanlı Albay hatırasında şöyle diyor:
Suçluların içinde yaşı altmışı geçmiş bir Gedizli Yunus Hoca vardı. Gayet zinde ve sağlıklı idi. Sorduklarıma rahat cevaplar veriyordu. Gülerek benimle sohbet eder gibiydi. Bana sorgunun sonunda dedi ki: Biliyorum ki beni kurşuna dizeceksiniz. Bu ülkede tek Türk kalmayıncaya kadar bu direniş sürecektir. Şimdiden söyleyeyim ki buradan çok pişmanlıklar duyarak ve hezimet şeklinde döneceksiniz... Dediği gibi gülerek ölüme gitti.

GELDİĞİNİZ GİBİ GİDECEKSİNİZ!
Bir de Sındırgılı Yusuf Hoca vardı. Onun sözleri kulaklarımdan hiç gitmedi. Sorgusunda; Siz geldiğiniz gibi gideceksiniz. Hem de çok zarar görmüş, yıkılmış ve haddini bilmiş olarak gideceksiniz dedi.
Şimdi düşünüyorum: Ben bu gerçeği geç de olsa Yunus ve Yusuf hocaların ölüme gidişleri ile anlamış ve uyanmıştım. Ama başımızdakilere bunu anlatmak mümkün değildi... Onlar da 9 Eylül günü Ordumuzun büyük bir kısmı İzmir limanında denize döküldüğünde anladılar ama iş işten geçtikten sonra...
Vatana dönünce birçok komutan, savaş suçlusu olarak kısa bir yargıdan sonra kurşuna dizildiler. Ben suçsuz bulundum. Sonra Üniversiteye geçtim. Şu anda hukuk profesörü olarak öğrencilerime hukuk öğretiyorum... Şimdi düşünüyorum da Fatih Sultan Mehmed, Yunanistanı aldığında, bizim Anadoluda yaptığımızın onda birini yapsaydı, bugün Yunan milleti diye bir millet olmazdı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çıplak Âşık Ebdal Murad</label>

Orhan Gazinin Bursayı fethi esnasında, ordu içinde Kırklardan olduğu rivayet edilen Ebdal Murad isimli bir cengâver vardı. Askerler arasında Çıplak Âşık diye nâm salmıştı. Heybeti, çelik pençeleri, ateşli bakışları yürek titretiyordu. Şiirler söyler, askeri coşturur, bir arslan gibi kükrerdi. Öyleydi de, elinde kılıç yerine bir tahta parçası taşırdı, kendisiyle latife edenlere Siz onun ne kadar keskin olduğunu bilemezsiniz derdi... BİZANSLILAR DEHŞETE DÜŞTÜ!..Ebdal Murad bir gün, Yalova Ovasında dolaşıyordu ki, yolu tam da düşman üstüne düştü. Kâfirler, Türklere karşı yapılacak hücumun nasıl yapılacağını konuşuyorlardı... Onlar böyle konuşurken Ebdal Muradın farkında bile olmamışlardı. Birden gök gürler gibi bir sesle yerlerinden hopladılar:
-Bre kâfirler! Allaha ve Resulüne iman edin de kurtuluşa erin...
Bizans askerleri hayret ve dehşetle değirmen taşları gibi dönmeye başladılar. Şaşkınlıkları geçer geçmez etraflarına bakındılar. O da ne? Yarı çıplak, acaip kılıklı bir adam, elinde tahtadan bir kılıçla durmadan haykırmakta...
Önce onu deli zannettiler ve dediler ki:
-Bre akıldan el yumuş adam, bu ne haldir?
Ebdal Murad ciddiyetinden hiçbir şey eksiltmeden, aynı heybetle kükredi:
-Ey şeytanın yoldaşları, inat etmeyin, Müslüman olun!..
Kâfirler yine kahkahalarla güldüler...
Artık Ebdal Muradın sabrı kalmamıştı. Yeleli bir arslan misali Bizans askerlerinin üzerine yürüdü, tahta kılıcını göğüslerine havale etti; kâfirlerden biri atıldı:
-Müslüman olmazsak ne yaparsın?


VADİLERİ SARSAN NARA!..
Ebdal Muradın narası vadilerde gümbürdedi:
-Hepinizi öldürürüm!..
Yine bir kahkaha tufanı koptu... Akılsız kâfirin biri alay olsun diye;
-Ey hoş adam, dedi. Haydi gel bakalım. Tahta kılıcını boynuma çal!.. Ve boynunu Ebdal Muradın kılıcına uzattı. Ebdal Murad, tekbir getirerek, tahta kılıcını Bizanslının boynuna indirdi.
O an, göklere tırmanan bir ses yükseldi:
-Ben öldüm!..
Gerçekten dehşet veren bir manzaraydı. Kâfirin kellesi bir yana, vücudu bir yana düşüvermişti. Paniğe kapılan düşman askerleri tabana kuvvet kaçtılar...
Ebdal Murad hazretleri, Bursanın fethinden sonra vefât etti. Kabri, Bursanın Alacahırka semtinin yukarısındaki bir tepe üzerindedir...


Çıplak Âşık Ebdal Murad</label>

Orhan Gazinin Bursayı fethi esnasında, ordu içinde Kırklardan olduğu rivayet edilen Ebdal Murad isimli bir cengâver vardı. Askerler arasında Çıplak Âşık diye nâm salmıştı. Heybeti, çelik pençeleri, ateşli bakışları yürek titretiyordu. Şiirler söyler, askeri coşturur, bir arslan gibi kükrerdi. Öyleydi de, elinde kılıç yerine bir tahta parçası taşırdı, kendisiyle latife edenlere Siz onun ne kadar keskin olduğunu bilemezsiniz derdi... BİZANSLILAR DEHŞETE DÜŞTÜ!..Ebdal Murad bir gün, Yalova Ovasında dolaşıyordu ki, yolu tam da düşman üstüne düştü. Kâfirler, Türklere karşı yapılacak hücumun nasıl yapılacağını konuşuyorlardı... Onlar böyle konuşurken Ebdal Muradın farkında bile olmamışlardı. Birden gök gürler gibi bir sesle yerlerinden hopladılar:
-Bre kâfirler! Allaha ve Resulüne iman edin de kurtuluşa erin...
Bizans askerleri hayret ve dehşetle değirmen taşları gibi dönmeye başladılar. Şaşkınlıkları geçer geçmez etraflarına bakındılar. O da ne? Yarı çıplak, acaip kılıklı bir adam, elinde tahtadan bir kılıçla durmadan haykırmakta...
Önce onu deli zannettiler ve dediler ki:
-Bre akıldan el yumuş adam, bu ne haldir?
Ebdal Murad ciddiyetinden hiçbir şey eksiltmeden, aynı heybetle kükredi:
-Ey şeytanın yoldaşları, inat etmeyin, Müslüman olun!..
Kâfirler yine kahkahalarla güldüler...
Artık Ebdal Muradın sabrı kalmamıştı. Yeleli bir arslan misali Bizans askerlerinin üzerine yürüdü, tahta kılıcını göğüslerine havale etti; kâfirlerden biri atıldı:
-Müslüman olmazsak ne yaparsın?


VADİLERİ SARSAN NARA!..
Ebdal Muradın narası vadilerde gümbürdedi:
-Hepinizi öldürürüm!..
Yine bir kahkaha tufanı koptu... Akılsız kâfirin biri alay olsun diye;
-Ey hoş adam, dedi. Haydi gel bakalım. Tahta kılıcını boynuma çal!.. Ve boynunu Ebdal Muradın kılıcına uzattı. Ebdal Murad, tekbir getirerek, tahta kılıcını Bizanslının boynuna indirdi.
O an, göklere tırmanan bir ses yükseldi:
-Ben öldüm!..
Gerçekten dehşet veren bir manzaraydı. Kâfirin kellesi bir yana, vücudu bir yana düşüvermişti. Paniğe kapılan düşman askerleri tabana kuvvet kaçtılar...
Ebdal Murad hazretleri, Bursanın fethinden sonra vefât etti. Kabri, Bursanın Alacahırka semtinin yukarısındaki bir tepe üzerindedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Belgrad şehidi Karaca Paşa ve Hasan Ağa</label>

Fâtih Sultan Mehmed Han, Avrupanın kapısı olan Belgradı fethetmek için 13 Haziran 1456 günü kusatmıştı. Muhasara sâdece kara tarafından baslamıstı. Bu yeterli değildi, zîrâ kalenin nehir yolu ile irtibâtı devam ediyordu. Macarların millî kahramanı Hunyadi Yanoş gelmeden önce kaleye girmek lâzımdı... TUNANIN ÖTESİNE GEÇEYİM!Rumeli Beylerbeyi Karaca Paşa;
Pâdişâhım, destur veriniz. Tunanın öte yakasına geçeyim. Hisar karşısında durarak, gelecek küffârın önüne çıkayım dedi. Rumeli akıncıları ve sancak beyleri bu fikre katılmadılar.
13 Haziran ile 20 Temmuz arasında devam eden muharebeler çok kanlı olmuştu. Hunyadın kumandayı ele alması ile morali düzelen düşman, inatla bütün hücumlara karşı koyuyordu. Sultan 20 Temmuz günü Karaca Paşayı huzuruna kabul ederek, ertesi gün için umûmî bir taarruzun yapılacağını, kendisinin de ordunun başında bulunacağını söyledikten sonra;
Karaca, senden her zamankinden fazla gayret beklerim. Mâruzâtın semi itibâra alınmadı diye neden gam çekersin? diye sordu. Karaca gözleri dolu olarak;
Pâdişâhım! Sen hemen emret, billah Allah yolunda şehîd olmaktan gayri düsüncem yoktur. Canın ne kıymeti vardır devletlüm! cevâbını verdi.
Ertesi gün, sabahın erken saatlerinde umûmî hücum başladı. Karaca Paşa en öndeydi. Yanında da Yeniçeri Ağası Hasan Ağa vardı...
Muharebe bütün şiddeti ile devam ediyordu. Ancak; önce Karaca, arkasından Hasan Ağa şehîd düştü. Osmanlı ordusundan beş bin kişi kaleye girmişti. Hunyad, karşı taarruza geçti. Şehre girenleri çıkarttıktan sonra, bütün gücüyle ordugâha saldırdı. Bunun üzerine Sultan, ordugâha giren düşmanı karşıladı ve bir nara ile ileri atıldı. Bu durumu gören yeniçeri, yeniden parlamış ve bir alev olmuştu...

PADİŞAHIN GÖZYAŞLARI...
Akşam olduğu zaman, düşman on binden fazla ölü bırakarak Belgrada geri çekildi.
Fâtih Sultan Mehmed Han, Karaca Paşa ve Hasan Ağanın niçin huzuruna gelmediğini sorunca, paşalardan biri; ikisinin de kaleye girerken şehîd düştükleri haberini getirdi. Karaca Paşa son nefesini verirken; Pâdişâhıma söyleyin! Allahü teâlânın emrine uyarak bu canı devletim ve onun için veriyorum demişti.
Koca Fâtih, hiçbir zor karşısında eğilmeyen başını elleri arasına alarak;
Vah Karaca Paşam! Vah Hasanım! diye gözyaşı dökmüştü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nasipli talebe Mevlânâ Yûsüf</label>

İmâm-ı Rabbânînin baba ve dedelerinin hepsi ilim ve ihlâs sahibi olup, zamanlarının meşâyıhından, ekâbirinden idi. Hepsi çok muhterem ve evliyâ-i kiramdan idi. Mevlânâ Ahmed-i Nâmıkî Câmî ve Halîlullah-ı Bedahşî gibi büyük velîler, İmam-ı Rabbânînin geleceğini önceden haber vermişlerdi. Hattâ, Resûlullah efendimiz, onun geleceğini müjdelemişti. İmâm-ı Süyûtî (Cemul cevâmi) kitabında, bu hadis-i şerifi, İbni Mesûd Abdürrahman ibni Yezîdden, O da Hz. Câbirden rivayet ederek bildiriyor. Ha-dis-i şerif budur: (Ümmetimden Sıla isminde biri gelir. Onun şefaati ile, çok çok kimseler Cennete girer.) Sıla birleştirici demektir. Tasavvufu fıkh bilgileri ile birleştirdiği için İmâm-ı Rabbânî hazretlerine bu isim verildi. Zamanın âlimleri, Ona bu isim ile hitâb eylediler. Kendisi de, oğlu Muhammed Mâsuma yazdığı bir mektûbda, (Beni iki derya arasında sıla yapan Rabbime hamd ederim) diye buyurmaktadır... AHMED, MAHBÛBLARDANDIR
Üstâdı, hâce Bâkî-billâh, çok defa: (Ahmed, murâdlardan ve mahbûblardandır) buyururdu. Çabuk ilerlemelerinin sebebi de, bu idi. Cihânı aydınlatan bir güneş gibi oldu. Hocası kendisine en yüksek makamlara çıktığını ve herkesi de çıkarabileceğini ve Allahü teâlâya yakınlıklarını müjdeledi ve kendisine buyurdu ki:
Hocam Emkenegîden icâzet alıp Hindistâna dönüyordum. Sizin bulunduğunuz Serhend şehrine gelmiştim. Rüyâda bana, sen bir kutbun civârındasın, dediler ve kutub olan zatın şemâilini gösterdiler. İşte siz, o zatsınız. Yine Serhendden geçerken, gördüm ki, göklere kadar yükselen bir meşale yanmış, şarktan garba kadar bütün dünya, bu meşalenin ışığından aydınlanıyordu. Bu meşalenin ziyâsının gittikçe arttığını, birçok insanların bundan kendi mumlarını yaktıklarını müşâhede ettim. Bu rüyâyı, sizin dünyaya geleceğinize bir müjdeci, bir işaret biliyorum.

ÖYLE BİR TEVECCÜH ETTİ Kİ!..
Talebelerinden Mevlânâ Yûsüf hasta idi. Ölümü yaklaşmıştı. İmâm-ı Rabbânî, onu ziyârete geldi. Mevlânâ Yûsüf teveccüh ve himmet istedi. İmâm, murâkabe ile meşgûl olup, onu fena ve bekâ makamlarına kavuşturdu. O, bu hasta hâlinde, kalbindeki bu ilerlemeleri görüp, haber verdi. Yolu tamam eyledi ve aynı ânda ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali Müzeyyen'i kurtaran yılan!..</label>

Ali Müzeyyen, meşhûr velîlerdendir. Bağdâtta doğdu. Sonra Mekke-i mükerremeye yerleşti ve 939 (H.328)de orada vefât etti. Zamanında yaşayan evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî, Sehl bin Abdullah ve diğer tasavvuf ehli büyük âlimlerle görüşüp sohbet etti. Tasavvufta yüksek haller sâhibi idi. Bu mübarek zat, bizzat kendi başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatmıştır: ANİDEN KUYUYA DÜŞTÜ!..Tebük Çölünde idim. Su almak için bir kuyuya gittim. Kuyunun başında iken ayağım kayıp içine düştüm. Kuyunun içinde geniş bir yer gördüm. Orada bir yeri düzeltip oturdum. Kendi kendime şöyle düşündüm: Eğer Allah indinde makbûl bir kul isem, bende bir şey varsa, burada, ölüp kalmam. Suyun bozulup, insanlar için faydasız hâle gelmesine sebeb olmam... Bu düşüncelerden sonra heyecânım gitti, sâkinleştim, kalbim rahatladı. Tefekkür ederek otururken birdenbire bir hışırtı işittim. Merak edip etrafıma bakınırken kocaman bir yılanın yukarıdan aşağıya doğru indiğini gördüm. Hâlime bakıp, kendimi kontrol ettim sâkindim, telâşım yoktu. Yılan kuyuya indi ve etrâfımda dolaştıktan sonra kuyruğunu sıkıca vücûduma sardı. Sonra beni çekerek kuyudan çıkardı ve birdenbire gözden kayboldu. Nereye gittiğini göremedim. Sanki yer yarıldı yere girdi veya gökyüzüne uçup gitti!
Câfer Huldî şöyle anlatmıştır:
Ali Müzeyyeni dâvet ettim. Sohbet sırasında bana faydalanacağım bir şey söyle dedim. Buyurdu ki: Bir şeyin kaybolduğu zaman yâhut da bir kimseyle buluşmak istediğin zaman şu duâyı oku: (Yâ câmiannâsî liyevmin lâ raybe fîhi. İnnellahe lâ yuhlif-ül-mîâd. İcmâ beynî ve beyne .....) Duânın sonuna istediğin şeyin adını ilâve et. Allahü teâlâ aradığın şeyi veya insanı bulmanı nasîb eder. Ben bu duâyı okuyup ne istedimse duâm kabûl olundu.

BULURSA CAN AZIĞI...
Kendisi şöyle anlatmıştır:
Mekkede idim. İçime bir yolculuğa çıkmak arzusu düştü. Yola çıktım. Birr-i Meymun denilen yere vardığımda, ölmek üzere olan birini gördüm. Yaklaşıp; Lâ ilâhe illallah de! dedim. Gözünü açıp şu beyti okudu:
Bulursa cân azığı gönlüm muhabbet gibi doludur/Âşıkların ölümü muhabbet borcunun üzerine olur...
Sonra vefât etti. Lâzım olan hazırlıkları yapıp namazını kıldırıp defnettim. Bu hâdiseden sonra içimden yolculuk arzusu çıktı; Mekkeye geri döndüm.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hazreti Ebu Ma'lek'in kabul olan duası</label>

Eshab-ı kiramın büyüklerinden Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) anlatıyor: Ebu Malek (radıyallahü anh) diye bir zat vardı. Tüccarlık yapar; ticaret için uzak bölgelere giderdi. Yine bir gün ticaret için yola çıkmıştı. Önüne, tepeden tırnağa kadar silahlı bir eşkıya çıktı ve;
Mallarını alıp seni de öldüreceğim dedi. Ebu Malek de;
İşte malım, al senin olsun, beni bırak dedi. Eşkıya;
Benim âdetim bu. Hem mal hem can dedi. Ebu Malek;
Madem öyle, müsaade et de namaz kılayım dedi. Eşkıya;
İstediğin kadar kıl dedi... MEÇHUL BİR ATLI BELİRDİ!
Ebu Malek, abdest aldı, sonra namaz kıldı; namazdan sonra ellerini açtı ve şöyle dua etti:
Yâ Vedûd! Yâ Vedûd! Yâ Zel-arşil-mecîd! Yâ Mübdî, Yâ Muîd! Yâ Feâlün limâ yürîd! Eselüke bi-nûri vechikellezî melee erkâne arşike ve eselüke bi-kudretikelletî kadderte bihâ halkake ve bi rahmetikelletî vesiat külle şeyin. Lâ ilâhe illa ente. Ya Muğîs, eğisnî! Ya muğîs, eğisnî! Ya muğîs, eğisnî!..
Bu duasını üç defa tekrarladı. O esnada bir atlı belirdi. Elindeki mızrağı atının iki kulağı arasına yerleştirmiş bir şekilde süratle eşkıyaya doğru yöneldi. Atlı, elindeki mızrağı eşkıyaya öyle bir vurdu ki, anında can verdi. Atlı Ebu Maleke dönerek;
Kalk dedi. Ebu Malek;
Anam babam sana feda olsun, sen kimsin? diye sordu. Atlı;
Ben dördüncü kat gökte bulunan bir meleğim. Sen ilk dua ettiğin zaman göğün kapılarının gıcırdayıp ses verdiğini işittim. İkinci defa dua yapınca gökte bulunan meleklerin feryadını işittim. Sonra üçüncü defa dua edince, bana Bu, sıkıntı içindeki bir kulun duasıdır dendi. Ben Allahü tealadan, dua edene yardım ve zalimi öldürmek için izin istedim. İzin verildi ve sana yardıma geldim dedi.

DOĞRUCA RESULULLAHA GİTTİ
Bu hadiseden sonra Ebu Malek (radıyallahü anh) Medineye döndü. Doğruca Kâinatın Efendisinin huzuruna geldi ve başından geçen hadiseyi anlattı. Resulullah efendimiz şöyle buyurdu:
Muhakkak ki, Allahü teala sana esma-i hüsnayı ilham etmiş. O isimlerle Allahü tealaya dua edilirse, istenen verilir.
Enes bin Malik buyurdu ki: Kim bir abdest alır, dört rekat namaz kılar ve bu dua ile Allahü tealadan bir şey isterse, sıkıntı içinde olsun olmasın, duası kabul edilir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Issız adada yaşayan putperestin hidayeti!</label>

Tebe-i tâbiînden olan hadîs ve fıkıh âlimi Abdülvâhid bin Zeyd şöyle anlatır: Bir defâsında deniz yolculuğuna çıkmıştık. Bindiğimiz gemi fırtınaya tutuldu. Sonunda dalgalar bizi ıssız bir adaya sürükledi. İnip dolaşmaya başladık. Puta tapan bir adama rastladım. Neden bu puta tapıyorsun. Bu ne fayda ne de zarar verir! dedim.Siz kime taparsınız? diye sorunca; Her şeyi yaratan, her şeye kâdir olan Allahü teâlâya ibâdet ederiz dedim. ALLAHÜ TEALAYA KAVUŞTU
Bunu size kim bildirdi?
Allahü teâlâ bize kerîm bir peygamber gönderdi, o bildirdi.
O peygamber nerededir?
Bize Allahü teâlânın gönderdiği dîni bildirip, tebliğ vazîfesini tamamladıktan sonra vefât etti. Allahü teâlâya kavuştu.
Ondan hiçbir alâmet kaldı mı?
Evet O, Allahü teâlâdan bir kitap getirdi. Bizim yanımızdadır.
Aramızda geçen bu konuşmadan sonra;
O kitâbı bana gösterin deyince Mushaf-ı şerifi ona gösterdim.
Ben bunu okumasını bilmiyorum dedi. Sonra açıp bir sûre okudum. Ben okudukça o ağladı. Sûreyi bitirince; Lâyık olan şudur ki, kimse bu kelâmın sâhibine âsi olmasın! diyerek hemen Müslüman oldu. Ona Kurân-ı kerîmden birkaç sûreyi ve kendisine yetecek kadar din bilgisi öğrettik...
O gece yatsı namazını kıldık. Yatma zamânı gelince o yatmadı ve sabaha kadar ibâdet etti. Talebelerime; Bu yeni Müslüman oldu. Aramızda biraz para toplayıp verelim de sıkıntı çekmesin dedim. Parayı toplayıp götürdüğümüzde; Bu nedir? dedi. Bunu al, kendine nafaka alırsın, sıkıntı çekmezsin dedim.
La ilâhe illallah... Ben daha önce puta tapardım. Allahü teâlâyı bilmezdim, fakat O beni zayi etmedi, korudu. Şimdi ise Onu tanıyorum. Beni hiç zâyi eder mi? dedi.

ÂHİRET SAADETİ NE GÜZEL
Üç gün sonra onun hastalanıp yatağa düştüğünü haber aldım. Hemen yanına koştum. Bir isteğin var mıdır? dedim. Benim ihtiyâcımı, her ihtiyacı gideren Allahü teâlâ karşıladı dedi.
Bu görüşmemizden bir gün sonra da vefât etti...
O gece onu rüyâmda bir bahçe içinde gördüm. Bahçenin üzerinde yüksek bir kubbe, kubbenin altında bir taht üzerine oturmuştu. Yanında da bir hûri vardı. Meâlen;
... Melekler de her kapıdan yanlarına vararak şöyle diyeceklerdir: Sabrettiğiniz için, size selâm olsun! Âhiret saâdeti ne güzeldir! (Rad sûresi: 23-24) buyurulan âyet-i kerîmeyi okuyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tövbeye sebep olan Basra güzeli</label>

Yakışıklı bir yiğit olan Hasan-ı Basrî, bir gün sokakta giderken çok güzel bir kadına rastlar. Onu rahatsız edecek şekilde bakınca kadın şöyle der:- Utanmaz mısın ey delikanlı?
  • Kimden utanayım?
  • Şol Zât-ı Ecelli Âlâdan ki, gözlerin habasetini ve sadırda olan ahvali bilicidir.
KADINI TAKİP EDER...
Bunu duyunca Hasan-ı Basrînin kalbine bir miktar korku ve pişmanlık gelerek durur ise de, yine de gayrî ihtiyarî, kadını takib eder ve;
- Ey Basranın en güzel kadını!.. Senin o ahu gözlerin benim kalbimi yağmalayıp aşk deryasına garketti. Eğer bana vaslın şifası ile derman eylemezsen helakim yakındır, der.
Kadın da;
-Ey yiğit, öyle ise biraz sabret. Senin nefsinin nevasına şifa olacak bir ilaç yapayım, diyerek evine girer. Fakat kadın da Hasan-ı Basrîye sevdalanmıştır...
Bir müddet sonra kapı açılır ve bir cariye elinde, üzeri örtülü bir tabak getirip, Hasan-i Basrîye verir ve;
- Ey yiğit! Hanımım, Bir genci, fitne ve dalalete düçar eden gözler bana lâzım değildir diyerek size gönderdi, der.
Hasan-ı Basrî bakar ki, hakikaten kadın gözlerini çıkarıp göndermiş. Bu hali görünce o derece pişman olur ki tarifi mümkün değil. Hemen oradan kalkıp evine gider. Sabaha kadar ağlayıp tövbe istiğfar eder.
Sabahleyin, kadından özür dilemek üzere, evine gitmeyi düşünür. Kapısına yaklaştığı zaman, birçok kimse, kadının kapısı önünde toplanmış, içeriden de feryad-u figan sesleri geliyor. Sebebini sorunca Saliha bir kadındı, bu gece vefat etti cevabını alır ve ağlayarak geri döner. Üç gün üç gece yiyip içmeden devamlı olarak ağlar. Tövbe ve istiğfar ederek yalvarır. Ama ne tövbe!.. Onu Hasan-ı Basrî hazretleri yapan bir tövbe...

EY HASAN! SENİ AFFETTİM!
O gece rüyasında o kadını görür ki, cennette yüksek bir köşkte oturmaktadır. Hemen kadından af ve özür diler. Kadın;
  • Ey Hasan! Seni affettim, bana o keremi ve lütfu çok olan padişah, senin yüzünden, o kadar ihsan ve rahmet eyledi ki, anlatmak mümkün değildir, der. Hasan-ı Basrî Hazretleri de çok sevinerek;
  • Ey hatun! Bana bir nasihat eyle de istifade edeyim, deyince kadın;
  • Ya Hasan, tenha olduğun zamanda boş durma ve daima Cenab-ı Hakkı zikreyle, der.
Hasan-ı Basrî hazretleri uyanınca çok sevinir ve ömrümün sonuna kadar, o kadının nasihatini terk etmedim buyurur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve fıkıh âlimi Meymûn bin Mihrân</label>

Meymûn bin Mihrân hazretleri, Tâbiînin büyüklerindendir. Hadîs ve fıkıh ilminde büyük âlim idi. Kûfede yetişti. Sonra Rakkaya yerleşti. 657 (H.37)de doğdu. 734 (H. 116)de Cezirede vefât etti. Halife Ömer bin Abdülaziz tarafından kâdı ve vâli olarak Cezireye tâyin edildi. Ömer bin Abdülaziz buyurdu ki: Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân ve onun emsâli olan büyük âlimler, aradan gider (vefât ederlerse), halk kumandandan mahrum kalan askere döner.
Bu mübarek zat, Hasan-ı Basrî hazretlerinin dostlarından idi. İlerlemiş yaşlarında bir gün, oğlu Amr ile Basra sokaklarında dolaşmaya çıktı. Baba oğul dolaşırken, yüksekçe bir yere gelirler ki, Meymun bin Mihran burayı aşacak gibi değildir. Amr babasını sırtına alarak, bu engeli aşarlar... KİM BU İHTİYAR?
Derken Hasan-ı Basrînin evine vardılar. Amr kapıyı çaldı, kapıyı bir cariye açtı ve Amra hitaben:
Kim bu ihtiyar dedi.
Bu ihtiyar benim babamdır.
Bu sefer cariye Meymuna dönerek şöyle sordu:
Seni bu kötü zamana bırakan sebep nedir?
Cariyeden bu sözleri işiten Meymun ağlamaya başlar. Ağlama sesini içeriden duyan Hasan-ı Basrî kapıya çıkar. Karşısında Meymun bin Mihranı görünce sevinir ve hasretle kucaklaşırlar. Sonra hep birlikte evin içine girerler. Meymun bin Mihran;
Ey Hasan! Kalbimde katılık hissediyorum, bana yardım et de kalbim yumuşasın der.
Hasan-ı Basrî hazretleri bunun üzerine şu âyet-i kerimeleri okur:
Gördün mü? Onları senelerce faidelendirmiş olsak... Sonra onlara tehdit edilmiş oldukları şey gelecek olsa... O faidelenmiş oldukları şey, onları neden kurtarabilir? (26/205, 206, 207)
Ayet-i kerimeyi dinleyen Meymun bin Mihran bayılıp düştü. Ayılınca cariye odaya girdi ve orada bulunanlara şöyle dedi:
İhtiyar çok yoruldu, artık dağılsanız iyi olur.

BENİ İYİ DİNLE OĞLUM!
Ev sahibinden izin alarak Meymun oğlu ile birlikte evden ayrılır. Amr babasına der ki:
Ey babacığım! Ben Hasan-ı Basrîyi gördüğümden daha büyük bir zat olarak biliyordum.
Meymun oğlunun göğsüne bir yumruk vurarak şöyle dedi:
Beni iyi dinle oğlum! Hasan-ı Basrî bize öyle bir âyet okudu ki; eğer o âyet-i kerimeleri kalbinle dinlemiş olsaydın, kalbinde hiçbir hastalık kalmazdı.
Meğer bunlar onun son sözleriymiş. Bunları söyledikten kısa bir zaman sonra vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Budin Beylerbeyi İbrâhîm Paşa</label>

Avusturya İmparatorluğu hakimiyetinde bulunan Macar beylerinden Tökeli İmre 1673 yılında ayaklandı, sonra Osmanlı Cihan Devletine sığındı. Sadrâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Budin Beylerbeyi Uzun İbrâhîm Paşayı, Serdar (başkomutan) atayarak, Tökeli İmreyi Orta Macaristanın başına geçirmekle görevlendirdi... PADİŞAHIN RIZASI YOKTU!..İbrahim Paşa, Orta Macaristanın başkenti Kaşavı alarak, 1682de Tökeli İmreyi başa geçirdi. Bu durum İmparator Leopoldu telâşa düşürdü, barışı yenilemek için elçi gönderdi. Fakat Kara Mustafa Paşa, Avusturyaya karşı açacağı seferle, sadâretini Fâzıl Ahmed Paşadan üstün bir zaferle süslemek istiyordu. lV. Mehmed Hanı, Avusturya ile harbe teşvik ve râzı etti. Padişah, Sancak-ı Şerifi vererek onu, Yanıkkaleyi (Raab) zaptetmek için Serdar tâyin etmişti.
27 Haziranda (1683) Sadrâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Dîvân-ı Harbi topladı. Viyanayı alıp orada Almanyaya sulh şartlarını dikte edeceğini bildirdi. Vezirler şaşırdılar. Vezir İbrahim Paşa, Pâdişâh irâdesinin bu yıl Yanıkkale ve Komaranın alınması ve akıncılarla Orta Avrupaya gözdağı verilmesi olduğunu, belki gelecek yıl Viyanaya gidilebileceğini söyledi. Fakat, Kara Mustafa Paşa, Viyana üzerine yürüyüp 14 Temmuz 1683te kuşattı.
Bunu öğrenen Pâdişâh Kasdımız Yanık ve Komaran kaleleri idi; Beç (Viyana) kalesi dilde yoktu; paşa ne acîb saygısızlık edib bu sevdaya düşmüş. Hoş imdi Hak teâlâ asan (kolay) getüre; lâkin mukaddem (önceden) bildireydi rıza vermezdim demişti.

DEVLETİN SELAMETİ İÇİN...
İkinci Viyana Muhasarası başlamak üzere... Harp divanında Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın fikrine yalnız bir tek vezir itiraz etti. Bu vezir, İbrahim Paşa idi. Muhasara bozgun ile neticelenince Merzifonlu mağlubiyetten onu mesul tutarak idam ettirdi. Cellada teslim edilen Uzun İbrâhîm Paşanın son sözleri şunlar oldu:
Padişah-ı cihandan rica ederim. Kara Mustafa Paşa sözü dinlenir ve müdebbir bir vezirdir. Vakıa o bana garez ediyor ve canıma kıyıyor, lakin devletin selameti için, padişah-ı cihan ne olur ona kıymasın. Bunu böylece bildirin, bildirmezseniz mahşerde iki elim on parmağım yakanızdadır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bizans imparatorunu hayran bırakan iman</label>

Abdullah bin Huzâfe es-Sehmî ve seksen kadar arkadaşı Bizanslılara esir düşmüştür... Onlara bizzat imparator tarafından dinlerinden dönmesi için çok baskı yapılır. Bilhassa Abdullah bin Huzâfeye... Ancak o, böyle bir dönekliği kesinlikle reddeder. Tâgiye (imparator), İslâm dininden dönüp Hıristiyanlığı kabul etmezse kazanda yakacağını söyler. O yine dönmeye yanaşmaz... KIZGIN YAĞ DOLU KAZAN!..İmparator emreder. Bir kazanın içine zeytinyağı doldurulur. Altı yakılır ve diğer esir Müslümanlardan birisi getirilir. Dönme teklifi yapılır. O mücahid onlara gülerek;
Şimdi, şehidlere vaat edilen Cennet köşklerini görüyorum. Keşke daha çok canım olsaydı da, daha çok köşklere kavuşsaydım der ve hemen kaynayan kazana atılır.
Hazreti Abdullaha da aynı teklif yapılır. O da Hayır deyince kazana atılması emredilir. Götürülürken hıçkırıklarını tutamaz, ağlar. İmparator onun böyle ağladığını görünce; Onu getirin der. Hazreti Abdullah imparatorun önüne getirilince, tarihe geçen şu sözleri söyler:
Zannetme ki bana revâ gördüğüne ağlıyorum. Hayır. Lâkin şu anda benim Allah yolunda feda olacak ancak bir tek canım var. Ne kadar isterdim saçlarımın sayısınca ruhum olsaydı da hepsine musallat olsaydın ve ben de hepsini seve seve Allah için feda etseydim!..
İmparator; bu iman karşısında âdeta küçük dilini yutar. Görüp duyduklarından çok etkilenir ve bir bahaneyle onu hürriyetine kavuşturmak ister:
-Benim başımı öp. Seni serbest bırakacağım.
-Hayır
-Dininden dön. Seni kızımla evlendirip mülkümde ortak yapacağım.
-Hayır... Hayır...
-Başımı öp, seninle beraber seksen esir Müslümanı serbest bırakayım.
-İşte şimdi oldu diyerek imparatorun başını öper ve seksen arkadaşıyla beraber Medineye dönerler...

HEPİMİZ BU BAŞI ÖPELİM!
Halife Hazreti Ömer, Abdullah bin Huzâfenin seksen Müslümanın hürriyeti için katlandığı fedakârlığı duymuştur. Onlar Medineye ayak basar basmaz hemen Eshab-ı kiramın ileri gelenlerini toplar. Gelen nurlu ve çilekeş kafileyi karşılayıp, bağırlarına basarlar. Hazreti Ömer, arkadaşlarına şöyle der:
-Herkes Abdullahın başını öpsün!
Başta kendisi olmak üzere, bütün Müslümanlar o mübarek başı tek tek öperler...
Abdullah bin Huzafe, Hazreti Osman devrinde Mısırda vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kazanlı müderris Murad Remzi</label>

Muhammed Murad Remzi Kazanî 1854te, bugün Rusya içinde bulunan Tataristan Cumhuriyetinde (Kazan Ülkesi) dünyaya gelmiştir. 8 yaşına geldiğinde ise bölgenin meşhur hocalarından Molla İsmail Kaşgârînin talebelerinden olan dayısı Şeyh Molla Hasenüddinin medresesine başlamış, kısa zamanda Arapça ve Farsçayı öğrenmiştir. 18 yaşına kadar dayısının yanında Sarf, Nahiv, Mantık, Ahlak, Fıkıh ve Kelam ilimlerini okumuştur... SEYAHATLERDE GEÇEN BİR ÖMÜR...18 yaşında iken Şihabuddin el-Mercânînin Kazandaki medresesine gelmiş, hocalardan Şerhul-Akaid ve Mantık ilminden Haşiyeleriyle birlikte Süllemül-Ulum isimli kitabı okumuştur. Daha sonra Taşkent üzerinden Buharaya, oradan da Mekkeye giderek hac vazifesini ifa eden bu mübarek zat, oradan da Medineye gitmiştir.
Medinedeki tahsil hayatı esnasında orada bulunan birçok âlimden ders ve icazet alan Murad Remzi, yine burada Nakşibendî tarikatı Şeyhi Muhammed Mazhar Efendiye intisap etmiştir. Murad Remzi, bir müddet sonra Şeyhinin vefatı üzerine Abdulhamid Efendinin sohbetlerine devam etmiştir.
Aynı senenin sonunda Abdulhamid Efendinin vefatı üzerine onun yerine geçen Şeyh Muhammed Salihe ve seyr u sülûküne devam etmiştir. Hocasının isteği üzerine Reşahatı ve İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubatını Arapçaya tercüme etmiştir...

MUHABBETTE GEVŞEKLİK OLMAZ
1902-1914 yılları arasında Mekkeden İstanbula, Kazana ve Türkistana seyahatlerde bulunan Murad Remzi 1914 yılında ailesiyle birlikte gittiği son Rusya seyahatindeyken çıkan Osmanlı-Rus harbi sonucu burada mahsur kalmıştır. Bunun üzerine ailesiyle birlikte Kazana dönen Murad Remzi daha sonra Orenburg civarındaki Tüz Tübe kasabasına yerleşmiş ve 1915-1917 yılları arasında sivil esir olarak Rus hükümeti tarafından burada ikamete mecbur edilmiştir.
1919 yılında çok ağır şartlar altında Çin işgalindeki Doğu Türkistana giden Murad Remzi, İmam ve Müderris olarak yerleştiği Çögecek bölgesinde 1934 yılında 80 yaşında iken vefat etmiştir.
Vefat ederken talebe ve evlatlarına vasiyeti şu oldu:
Yolumuzun büyüklerine muhabbet her şeyin başıdır. Sakın bunda gevşeklik yapmayın
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri