Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Ebû Türâb-ı Nahşebî</label>

Ebû Türâb-ı Nahşebî, Horasan bölgesinin büyük velîlerindendir. Dokuzuncu yüzyılda yaşamıştır. Zamânının âlimlerinden ilim tahsîl etti. Aklî ve naklî ilimlerde âlim oldu. Şâfiî mezhebi fıkıh ilminde derin âlim idi. İlim ve fazîletteki üstünlüğünü işiten insanlar onun gittiği yerlerde etrafına toplanarak sohbetlerinden, hikmetli ve tesirli sözlerinden istifâde ettiler...Bir sohbetinde buyurdu ki: Allahü teâlânın ahkâmını bilmeyen kimse, Allahı bilemez. İnsan ancak Allahü teâlânın emirlerini bilmekle mârifetin esâsına erer. Rabbini bilirse, Onun hükümlerini ve emirlerini bilir ve gücü yettiği kadar onları tutar. Böylece onun üzerinde sıdk, doğruluk alâmetleri belirir. Sonra doğrulukta iyice meleke kazanır, sâdıklardan olur. BÜYÜK GÜNAHLAR!..
Ebû Türâb-ı Nahşebîye büyük günahlar hakkında sordular. Buyurdu ki: Hak teâlânın bildirdiği büyük günâhlar şunlardır: Boş iddiâlar, bâtıl işâretler, gelişigüzel sözler, boş laflar gibi nefsin hevâsı olan meselelerdir.
Tevekkül sâhibi bir zât olan Ebû
Türâb-ı Nahşebî tevekkülle ilgili olarak buyurdu ki:
Tevekkül, kendini kulluk denizine atıp, kalbini Allahü teâlâya bağlamaktır. Verirse şükür, vermezse sabretmelidir.
Senin bize ihtiyâcın yok mu? diye soranlara; Allahü teâlâya muhtâc iken, size ve sizin gibilere nasıl ihtiyâcım olur. Fakirin bulduğu şey gıdâsı, mahrem yerini örten şey ise elbisesidir. Kanâat, Hak teâlâdan gıdâ (ve güç) almaktır. Hakîkî zenginlik, dengin olan bir kimseye muhtaç olmaman, hakîkî fakirlik ise dengine muhtâç olmandır.

NAMAZ KILARKEN VEFAT ETTİ
Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri ömrü boyunca Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için gayret etti. Bir yolculuk sırasında Basra sahrasında 859 (H.245) senesinde vefât etti. Yanında kimse yoktu.
Vefât ettiği sırada namaz kılıyordu. Bu halde uzun müddet kaldı. Onun vefât ettiğinden kimsenin haberi olmadı. Bir topluluk yoldan geçerken kendisini görüp, yanına yaklaştıklarında vefât ettiğini anladılar. O hiçbir şeye yaslanmadan, yüzü kıbleye çevrili bedeni kurumuş bir halde idi. Bu zaman içinde cesedine vahşî hayvanlar ve kuşlar hiç yaklaşmamış ve vücûduna dokunmamışlardı. Topluluk onu kefenleyip cenâze namazını kıldı ve orada defneyledi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Namaz kılamadan cennete giden zat!</label>

Ebû Hureyre (radıyallahu anh) Eshâb-ı kirâm arasında en çok hadîs-i şerîf rivâyet edenlerdendir. Yemenin Devs kabîlesindendir. Hadîs-i şerîf öğrenme husûsundaki gayreti çok fazlaydı. Bir defâsında hazret-i Âişe vâlidemizden; Resûlullahın sözlerini ve hâllerini siz mi çok biliyorsunuz, yoksa Ebû Hureyre mi? diye sordular. Şöyle cevap verdi: Ebû Hureyre bilir. Çünkü ben ev işleriyle meşgul olurdum. Yemîn ederim ki, Ebû Hureyre bütün vaktini Resûlullahın huzûrunda geçirmiştir.
Ebû Hureyrenin Sevgili Peygamberimizin vefâtından sonra en çok sevdiği ve meşgul olduğu iş, hadîs-i şerîf rivâyet edip yaymak olmuştur...
UHUDDA GERÇEĞİ GÖRDÜ!..
Ebû Hureyre hazretleri bir gün, yanında bulunanlara İman edip, hiç namaz kılmaya fırsat bulamadan vefat eden ve cennete giren kimseyi bana söyleyebilir misiniz? dedi. Orada bulunanlar Biz bilemiyoruz, siz söyleyin? dediler. O da Abdüleşheloğullarından Usayrım diye anılan Amr bin Sâbit bin Vakş cevabını verdi.
Hadisin râvilerinden Husayn diyor ki:
Ben Mahmud bin Esede Usayrımın durumu ne imiş? Ne yapmış? diye sordum. Şöyle anlattı:
Usayrım, kavminin İslâma girmesine hep engel oluyordu. Uhud Savaşı yaşandığı gün, gerçeği anladı ve Müslüman oldu. Sonra kılıcını aldı, yürüdü. Savaş alanına girip savaştı. Aldığı yaralarla hareket edemez hâle geldi...

O, CENNET EHLİNDENDİR
O sırada, Abdüleşheloğullarından bazıları savaş meydanında kendi cenazelerini arıyordu. Derken Usayrıma rastladılar;
Vallahi bu, Usayrım! Burada ne arıyor, biz ondan ayrılırken Müslümanlık davasına karşı idi dediler. Yanına yaklaşarak, Ey Amr, niçin geldin? Kavmine acıdığın için mi yoksa İslâma girmek için mi? diye sordular. İslâma girmek için geldim. Allaha ve Peygamberine iman ettim, Müslüman oldum. Sonra kılıcımı aldım. Resûlullah ile birlikte yürüdüm, şu yaraları alıncaya kadar savaştım dedi. Çok sürmedi, onların elleri arasında ruhunu teslim etti.
Durumu Peygamber Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiklerinde, O, cennet ehlindendir buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bir topal sineğe yenilen Nemrud</label>

Nûh aleyhisselâmdan çok sonra Bâbilde hüküm süren, yıldızlara ve putlara tapan Keldânî kavminin o devirdeki kralı olan Nemrûd, insanları kendine ve putlara taptırıyordu... İbrâhim aleyhisselâm Nemrûdu Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet etti. Nemrûd, bunu reddettiği gibi, İbrâhim aleyhisselâmın kendisine secde etmesini istedi. Secde etmeyince, hapsettirdi ve ateşte yakılmasını emretti... BİRKAÇ KİŞİ İMAN ETTİ...Günlerce yığılan odunlar ateşlendi. Şiddetinden yanına yaklaşamadıkları ateşe hazret-i İbrâhimi mancınıkla attılar. Allahü teala Ey ateş! İbrâhime karşı serin ve selâmette ol! diye emretti (Enbiyâ 69). Ateşin içi yemyeşil bir bahçe kesildi. Ateş sönünce mûcizeyi gözleriyle gördükleri hâlde birkaç kişi îmân etti o kadar...
İbrâhim aleyhisselâm ateşten kurtulduktan sonra Keldânî kavmini bir müddet daha îmâna dâvet etti. Fakat zâlim hükümdar Nemrûd ve putperest ahâli küfürlerinden vazgeçmediler. Çünkü Nemrûd yaşadığı devrin en kibirli insanıydı. Kibir çok güçlü bir silahtır. Ama tek kusuru vardır sadece sahip olanı vurur! demişlerdir. Kibir silahına sahip kişi, benlik davasına düşmüştür. Onun için sadece kendisi vardır...

BEYNİNİ KEMİRMEYE BAŞLAR!
Allahü teâlâ, Nemrudun zayıf bir kul olduğunu göstermek için en aciz mahluklarından sivrisinekleri üstüne gönderir. Sivrisinekler asker ve hayvanların göz, kulak ve burunlarına girerek hepsini helak eder. Nemrûd güç bela kendisini odasına atar ve kapıyı, bacayı ve bütün delikleri kapatarak saklanır. Topal bir sivrisineğin, Ya Rabbi! Ben gazaya yetişemedim. Topallığım mani oldu diyerek yalvarması üzerine, Allahü teala da ona Seni de Nemrûdun helakine memur ettim, git onu bul ve helak et diye emir buyurur...
Bu topal sinek, Nemrûdu bulur ve odasının anahtar deliğinden girerek saldırır. Nemrûdun burnundan girerek beynini kemirmeye başlar...
Nemrûd başının ağrısından kurtulmak için türlü çarelere başvursa da kurtulamaz. Bunun üzerine keçeden yaptırdığı tokmaklarla başına vurdurmaya başlar. Bu tokmaklar ızdırabını gideremeyince tahta tokmaklarla vurmalarını emreder. Nemrûdun kafasına tokmakla vuruldukça, Nemrûd Vur ha vur... Vur ha vur... diyerek can verir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali bin Vefâ ve Muhammed Şâzilî</label>

Muhammed Şâzilî Mısırda yetişen büyük velîlerdendir. Doğum târihi bilinmemektedir. Hazret-i Ebû Bekirin soyundandır. Küçük yaşta öksüz kaldı. Teyzesinin yanında büyüdü. Sanâta verdiler, fakat medreseye kaçtı. Medrese arkadaşlarından biri de, meşhûr muhaddis İbn-i Hacer Askalânîdir. 1443 (H.847) senesinde vefât etti. Mısırda Berekât denilen yerde medfundur... YÜKSEK HÂLLER SAHİBİYDİ...Muhammed Şâzilî, vilâyetin bütün makamlarını geçmiş, ilmiyle âmil, yüksek hâller sâhibi bir kimse idi. İlim, amel, hâl, zühd ve Allahü teâlâya muhabbette pek ileriydi. Çok kimse onun vâsıtasıyla hidâyete kavuşmuştur. Büyüklüğünü kimse inkâr edemezdi. Dünyânın her tarafından huzûruna gelenler, halledemedikleri meseleleri suâl ederler, tatmin edici cevaplar alırlardı. Başka ülkelerden gelenlerle, onların lisânı ile sohbet ederdi...
Evliyânın büyüklerinden olan Ali bin Vefâ, bir gün bir düğün yemeğindeydi. Düğündekiler; Ziyâfet, ancak Muhammed Şâzilî hazretlerinin gelmesiyle tamam olur dediler. Ziyâfet sâhibi gidip onu dâvet etti. Muhammed Şâzilî dâveti kabûl edip, düğünün yapıldığı evin kapısına geldiğinde, Burada evliyâdan kim var? diye sordu. Ziyâfet sâhibi; Ali bin Vefâ ve cemâati var dedi. Muhammed Şâzilî, ev sâhibine; İçeri gir ve benim için izin iste. Çünkü bir yerde büyüklerden biri olduğu zaman, izin verilinceye kadar oraya girmemek fakirlerin edeblerindendir dedi. Ali bin Vefâya durum arz edildi ve o da izin verdi. Onu ayakta karşıladı ve yanına oturttu. Sohbet ettiler...

EFENDİNİZE DUA EDİNİZ!
Sonra Muhammed Şâzilî, Ali bin Vefânın talebelerine; Efendinize duâ ediniz. Çünkü onun Allahü teâlâya kavuşması yakındır dedi. Söylediği gibi oldu. Bir gece Muhammed Şâzilî, gâibden şöyle bir nidâ işitti:
Yâ Muhammed! Biz sana senden olana ilâve olarak Ali bin Vefânın sâhib olduklarını da verdik...
Muhammed Şâzilî buyurdu ki: Bunun, ancak Ali bin Vefânın ölümünden sonra olacağını anladım. Abdülbâsıt Mahallesindeki Ali bin Vefânın evine talebelerimden birini gönderdim. Talebem bana, Ali bin Vefânın vefât haberini getirdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali Efendi ve İbrahim Halvetî</label>

Beypazarlı Ali Efendi, son devir Osmanlı evliyasındandır. 1235 (m.1819) senesinde vefat etmiştir. Bu zatın yetiştirdiği tek halifesi Kuşadalı İbrahim Halvetîdir. Aydın vilâyetinin Kuşadası kasabasına bağlı Çınar köyünde 1774 (H.1188) senesinde doğdu... FEYZİYYE MEDRESESİNE GİRDİİlim ve irfân sâhibi sâlih bir zât olan Kuşadalı İbrâhim Halvetî, âilesinden çok güzel terbiye alarak yetişti. Anadoluda çeşitli yerlerde ilim tahsîl ettikten sonra İstanbula gelerek, Fâtihte bulunan Feyziyye Medresesine (Şimdiki Millet Kütüphânesinin bulunduğu yere) yerleşti. Burada Emîn Efendiden ders alarak ilmini ilerletti. Sonra yine Fâtihte bulunan Atpazarı Dergâhına geçti. Atpazarı Dergâhında riyâzetler ve mücâhedeler çekerek, tasavvuf yolunda ilerlemeye çalıştı...
Kuşadalı İbrahim Halvetî, bir gün bir âyet-i kerîmenin tefsîri üzerinde çalışıyor, fakat bir türlü çözemiyordu. Bu müşkil durumdayken, yanına medrese arkadaşlarından olan Mustafa Efendi geldi. Onun bu hâlini gören Mustafa Efendi, ona böyle müşkil meselelerini halletmek husûsunda, o günlerde Fâtihteki Atpazarı Dergâhında bulunan Beypazarlı Şeyh Ali Efendiyi tavsiye etti ve onu alarak Ali Efendinin yanına götürdü...

YANINDAN HİÇ AYRILMADI...
Ali Efendi, Kuşadalının üzerinde çok durup çözemediği âyet-i kerîmenin, zâhirî ve bâtınî mânâlarını, âlimler tarafından bildirilen çeşit çeşit tefsîrini, ayrı ayrı ve uzun uzun îzâh etti. Bu ilk sohbette Ali Efendiye hayran kalan Kuşadalı, artık o büyük zâttan ayrılmayıp, talebelerinden oldu. O büyük zâtın, feyz ve nûr saçan huzur ve sohbetlerinde bulunarak, kemâle geldi...
Ali Efendi, Fındıkzâde semtindeki Kızılelma Caddesinde bulunan Beşikçizâde Dergâhında vazife yapmaktayken, 1818 (H.1234) senesinde vefât etti. Vefât ederken, kendi yerine bakacak zâtın, Kuşadalı İbrâhim Halvetî olduğunu bildirdi. Onu kendi yerine tâyin etti. Kuşadalı, o sırada Mısırda bulunuyordu. Ali Efendinin Kuşadalıdan başka, Ahmed Nâzikî, Kâtip Muhammed Azîz İstanbûlî ve Veliyyüddîn Hilmi Efendi isimlerinde üç büyük talebesi daha vardı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tasavvufu inkâr edenler ve Kerîmüddîn Bâbâ Ebdâl</label>

Kerîmüddîn Bâbâ Ebdâl, Hindistanın büyük velîlerindendir. Doğum târihi belli değildir. 1640 (H.1050) senesinde vefât etti. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin önde gelen talebelerindendi. Çok kerametleri görüldü. Yaşadığı beldede insanları İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yoluna davet etti... BİR TALEBESİ HASTALANMIŞTI...Kerîmüddîn hazretlerinin talebelerinden biri hastaydı. Durumunu bildirdiler. Bunun üzerine mübarek zat gelip o hasta talebenin yanında başka bir yatakta yattı. Allahü teâlâya yalvardı. Rüyâsında o talebesinin yaşayıp yaşamayacağını göstermesini diledi. Uykuya vardı ve rüyâsında siyahlar giyinmiş düşman askerleri ile kendi talebelerinin muhârebe ettiklerini, hasta olan talebenin ise, diğer askerlerden önde at koşturduğunu, kahramanca çarpışarak düşmana çok zâyiat verdirdiğini, yaralanıp attan düştüğünü ve atının onu bırakıp kalabalığa karıştığını gördü...

VEFAT EDECEĞİNİ ANLADI...
Uykudan uyandığında o talebesinin vefâtının yaklaştığını haber verip, eshâbına techiz, tekfin ve defin için hazırlık yapılmasını söyledi. Talebenin hastalığı ise ölüm şiddetinde görünmüyordu. Orada bulunan talebelerin hepsi hayret ettiler.
Az bir zaman geçince, hastanın durumu ağırlaştı. Nefesi sıklaştı. Bu sırada orada bulunan ve tasavvuf ehlinin hâlini inkâr eden bâzı kimseler kendi kendilerine;
Hocalığın ve talebeliğin şu anda (ölüm ânında) ne işe yaradığını görelim bakalım diye düşündüler. Onların bu düşüncelerini kalb yoluyla anlayan Kerîmüddîn hazretleri, açıktan;
Ey Allahım! Vefât etmek üzere olan bu hastanın hakîkî tasavvuf büyüklerine bağlanması hürmetine, seni zikrettiğini bunlara da duyur! diye duâ etti.

HEPSİ ONA TALEBE OLDU...
Bu söz daha bitmeden, o ölüm hastasının açıktan açığa Allah! Allah!.. demeye başladığı duyuldu. Rûhunu teslim edinceye kadar böyle devâm etti. Bu apaçık kerâmete şâhid olan yabancılar inkârlarından vazgeçip, Kerîmüddîn hazretlerine bağlanıp talebelerinden oldular..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anadolu velîlerinden İbrahim Hayranî</label>

İbrahim Hayranî hazretleri, Anadoluda yaşayan velîlerdendir. Eskişehire bağlı Mihalıccık kazâsının Narlı köyünde doğdu. Doğum târihi belli değildir. Babası, Muhammed Efendidir. Babasının yanında gerekli din bilgilerini öğrendikten sonra köyde imâm-hatiplik yapmaya başladı. İlim tahsîline devâm etmek için İstanbula gitti. Sultan Ahmed Medresesinde derslere devam ederken Nakşibendiyye yolunun büyüklerinden Şeyh Vahy Efendinin sohbetlerinde bulundu. Bir gün Şeyh Vahy Efendi; -Oğlum İbrâhim! Bizim âhirete göçmemiz yaklaştı. Henüz bu yoldaki çalışmanız tamam olmadı. Bizden sonra Üsküdar Selîmiye Dergâhında Ali Behçet Efendiye mürâcaat edip, ondan bu yoldaki çalışmanızı tamamlayınız, buyurdu... ONA İLTİFATTA BULUNDU...
İbrâhim Efendi, hocasının vefâtından sonra emre uyarak Ali Behçet Efendinin huzûruna vardığında ona;
-Gel İbrâhim Efendi, diye iltifatta bulundu...
Behçet Efendinin terbiyesi altına giren İbrâhim Efendi kısa zamanda kemâle geldi...
Ali Behçet Efendi vefâtı yaklaşınca, bütün talebelerinin yanında, İbrâhim Efendiyi kendi yerine halîfe tayin etti. İbrâhim Hayrânî, vefâtına kadar yirmi bir sene insanlara doğru yolu anlattı. İbrâhim Efendiye hocası bir gün;
-Oğlum! Bir zaman gelecek Tâhir Ağa Tekkesi şeyhliği boşalacak. Size orası teklif edilecek. Reddetme, kabûl et, buyurmuştu.

ÜZÜNTÜDEN HASTA OLDU!..
1843 (H.1259) senesinde Tâhir Ağa Dergâhı şeyhliği boşalınca, Şeyhülislâm Mekkizâde Mustafa Âsım Efendinin tensibi ile İbrâhim Efendi buraya şeyh tâyin edildi. Ancak İbrâhim Efendi hocasının dergâhından ayrılırken, çok üzüldü ve üzüntüsünden hasta oldu. Tâhir Ağa Dergâhında bir müddet insanlara doğru yolu anlattıktan sonra, 1844 (H.1260) senesinde vefât etti...
O tarihlerde, Pertev Paşa, Selîmiye Dergâhı içerisinde bir kütüphâne kurmuş, İbrâhim Efendiye de buradaki kitapları muhâfaza vazîfesini vermişti. Bu sebeple İbrâhim Efendi bir gün talebelerinden Ahmed Dedeye kütüphâne yanında bir yer göstererek vefâtından sonra oraya defnedilmesini istemişti. Vasiyeti üzerine Selimiye Kışlası yanındaki Selîmiye Dergâhının bahçesine defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Burhâneddîn bin Muhammed Eğridirî</label>

Seyyid Burhâneddîn bin Muhammed Eğridirî, Anadoluda yetişen ve Anadoluyu aydınlatan meşhûr velîlerdendir. 1494 (H.900) senesinde Tosyada doğdu. 1562 (H.970)de Eğridirde vefât etti. Kabri, Eğridir Yazladaki câminin yanında bulunan kabristanda dedelerinin kabirleri yanındadır... BÜYÜK HİZMETLER YAPTI...Şeyh Burhâneddîn hazretleri, baba ve anne tarafından âlim ve fazîlet sâhibi bir âileye mensuptur. Peygamber efendimizin soyundan olup seyyiddir. Nesebi baba tarafından evliyânın meşhurlarından Seyyid Hakim Ali Tirmizîye ulaşır. Babası, Tokatlı Mehmed Muhyiddîn Efendidir. Annesi evliyânın meşhurlarından Seyyid Muhammed Çelebi Sultanın kızı Şehribânû Hâtundur. Annesi; Oğlum Burhâneddîn doğduğunda kırk gün beşiğinde zikretti demiştir.
Tahsîlini memleketinde tamamladıktan sonra İstanbula giden Burhâneddîn hazretleri, Tasavvufta yetişmek üzere Zeyniyye tarîkatı şeyhi Tosyalı Şeyh Nasûh Efendinin, derslerine ve sohbetlerine devâm etti. Bu hocasının rehberliği ile kemâle erip, icâzet verildi. Eğridirde dedesi Muhammed Çelebinin vefâtı ile boşalan zâviyede insanlara rehberlik yapmak, doğru yolu anlatıp, ilim öğretmekle vazîfelendirildi. Ayrıca vaaz ve nasîhatleriyle doğru yolu anlatıp halkı irşâd etti. Ehl-i sünnet îtikâdının kalplere iyice yerleşmesi, din bilgilerinin öğrenilmesi ve öğrenilen bu bilgilere göre amel edilmesi, yaşanması, İslâm ahlâkının yayılması husûsunda büyük hizmetler yaptı...

DERVİŞLERİ SANA BIRAKIYORUM
Şeyh Burhâneddîn hazretlerinin talebelerinden Hacı Halîfenin oğlu şöyle anlatmıştır:
Babam bana şöyle anlattı: Muhammed Halîfe! Artık ömrümüzün sonuna geldik. Bir daha Kûnâne gelmeyiz! Âhirete göçeriz! Talebelerimi, dervişleri sana bırakıyorum. Mümkün olduğu kadar bütün işlerini göresin. Sen bizim oğlumuzsun. Baban Hacı Halîfenin sana anlattıkları doğrudur. Dervişler rüyâlarını sana anlatsınlar. Sen dahi Zeynüddîn Hafînin Risâle-i Kudsiyelerinde bulunan tâbirlere göre tâbir edersin. Sana bunları söylemek için çağırdım buyurdu. Sonra bana duâ etti. Eğridire dönüp aradan çok geçmeden hastalandı ve vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anadolu velîlerinden Abdullah Fahri Baba</label>

Abdullah Fahri Baba, Malatya erenlerinden. 1864 veya 1865 (H.1282) senesinde Harputun Tutlu yöresinde Bozolar köyü Maho veya Mehan mezrasında doğdu. 1908 (H.1326)de vefât etti. Vefât etmeden kısa bir müddet önce bir gün zâviyesinde talebelerinin ve sevenlerinin kalabalık olduğu bir sırada uyku hâli gibi bir hâl gelip kendinden geçti. Bu hâl bir müddet devâm etti. Sonra gözlerini açıp;Eyvah ben ne yaptım! dedi. Ne yaptınız, ne oldu? diye sorulunca;
Sakalımdaki su damlacıklarına bakın diye gösterdi. İbrâhim Efendi adında bir zât su damlalarından alıp, diline dokundurdu. Sonra derhâl ağzını temizledi ve;
Efendim bu çok acı, zehir dedi. Bunun üzerine; BU, ÖLÜM ŞERBETİDİR!..
Evet oğlum, bu bir ölüm şerbetidir. Biraz önce Sultan Abdülhamîd Han ile yan yana idim. Birisi iki kâse şerbet getirdi. Abdülhamîd Han ile birlikte ayağa kalktık. Sultan bana, buyurun Baba Efendi için! dedi. Önce siz buyrun Sultanım dedim. Fakat benim almam için ısrar etti. Alıp içtim. Ey cemâat, bu şerbet sizler için acı bir zehirdir. Fakat benim için tatlı bir ölüm şerbetidir dedi...
Abdullah Fahri Babanın bahsettiği pâdişâh Sultan İkinci Abdülhamîd Han, kendisinden on sene sonra 1918 senesinde vefât etmiştir.
***
Orduz köyü halkından bir zât şöyle anlatmıştır:
Karakaya Barajının suyunun yükselmesi sebebiyle Abdullah Fahri Babanın türbesi bu suyun altında kalacağından, kabrini naklettik. Boranlı Hacı Mustafa Babanın neslinden birkaç kişi de nakil işinde bulundu. Kabrini naklettikten sonra Malatyaya döndük. Hüseyin Bey Köprüsü semtinde arabadan indik. O sırada tanıdığımız bir ihtiyarla karşılaştım. Hal hatır sorduktan sonra bana;

O KOKU BU ELLERDEN GELİYOR
Senden evliyâ türbelerindeki gibi koku geliyor. Ellerini uzat dedi. Ellerimi uzattım. Ellerimi tutup yüzüne gözüne sürdü, öptü. O koku işte bu ellerden geliyor, beni mestetti. Bu eller bugün ne iş gördü? diye sordu. O gün öğle vakti Abdullah Fahri Babanın naaşını naklederken ellerim ona dokunmuştu...
Aynı akşam Orduzdaki evimize gittim. Ablam; Senden hoş bir koku geliyor dedi. O gün ve o gece ben de o hoş kokuyla mest olmuştum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Cafer-i Sadık'a iftira eden adamın sonu!..</label>

Abbasi Halîfesi Mensûra, İmam Cafer-i Sadıkı şikâyet eden fitneciler bir de akıl verdiler: Bunun adamları çoktur. Seni tahttan indirip onu halife yapmak istiyorlar. Buna karşı gelemezsin, çünkü evlad-ı Resulden olduğu için adamların ona kılıç çekemez. En iyisi onu sarayına çağır ve sessizce ortadan kaldır!.. O BİR YALANCIDIR!..Bunun üzerine Halîfe Mensûr, veziri Rebiye dedi ki:
İmâm-ı Cafer-i Sâdık yanıma gelsin.
Çağırdılar. Gelince, halîfe Mensûr; Eğer seni öldürmezsem, Allah beni öldürsün! Birtakım hîlelerle fitne çıkarıp, Müslümânların kanının dökülmesini istiyorsun, öyle mi? dedi.
Cafer-i Sâdık hazretleri yemîn ederek, Ben böyle bir şey yapmadım ve yapmak da istemem. Eğer böyle bir şey işittiyseniz, o bir yalancının sözüdür. Allahü teâlâ korusun, söylediğiniz şeyi ben yapamam. Yûsüf aleyhisselâma zulmettiler, affetti. Eyyûb aleyhisselâm bir derde müptelâ oldu, sabretti. Süleymân aleyhisselâma çok şeyler ihsân olundu, şükretti... Bunlar Peygamberdir, senin nesebin de onlara ulaşır dedi.
Mensûr bunları dinleyince, doğru söylüyorsun. Yukarı çıkalım diyerek odasına davet etti. Sonra bu söylediklerimi bana falan kimse söyledi, dedi. O kimseyi çağırdılar. Gelince Sen bu sözleri Cafer-i Sâdıkın kendisinden mi işittin diye sordu. O şahıs Evet kendisinden işittim deyince, Yemîn eder misin? dedi. Evet, ederim dedi ve şöyle yemîn etti:
Billahillezî lâ ilâhe illâ hû âlimülgaybi veşşehâdeti: Kendisinden başka ilâh olmayan, gizli ve açık her şeyi bilen Allaha yemîn ederim dedi.

ŞÖYLE YEMİN ET!
Cafer-i Sâdık hazretleri o şahsa şöyle yemîn et dedi: Beraytü min havlillahi ve kuvvetihî veltecetü ilâ havlî ve kuvvetî lakad feale kezâ ve kezâ Cafer ve kezâ ve kezâ kâle Cafer: (Allahın kuvvet ve kudretinden çıkıp, kendi kuvvet ve kudretime sığınmış olayım ki, Cafer şöyle şöyle dedi ve şöyle şöyle yaptı.)
O şahıs önce böyle yemîn etmek istemedi. Fakat sonra etti ve o ânda düşüp öldü...
Halîfe Mensûr, Bu yalancı ve müfterînin ölüsünü ayağından tutup, dışarı atınız dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Cafer-i Sadık'a iftira eden adamın sonu!..</label>

Abbasi Halîfesi Mensûra, İmam Cafer-i Sadıkı şikâyet eden fitneciler bir de akıl verdiler: Bunun adamları çoktur. Seni tahttan indirip onu halife yapmak istiyorlar. Buna karşı gelemezsin, çünkü evlad-ı Resulden olduğu için adamların ona kılıç çekemez. En iyisi onu sarayına çağır ve sessizce ortadan kaldır!.. O BİR YALANCIDIR!..Bunun üzerine Halîfe Mensûr, veziri Rebiye dedi ki:
İmâm-ı Cafer-i Sâdık yanıma gelsin.
Çağırdılar. Gelince, halîfe Mensûr; Eğer seni öldürmezsem, Allah beni öldürsün! Birtakım hîlelerle fitne çıkarıp, Müslümânların kanının dökülmesini istiyorsun, öyle mi? dedi.
Cafer-i Sâdık hazretleri yemîn ederek, Ben böyle bir şey yapmadım ve yapmak da istemem. Eğer böyle bir şey işittiyseniz, o bir yalancının sözüdür. Allahü teâlâ korusun, söylediğiniz şeyi ben yapamam. Yûsüf aleyhisselâma zulmettiler, affetti. Eyyûb aleyhisselâm bir derde müptelâ oldu, sabretti. Süleymân aleyhisselâma çok şeyler ihsân olundu, şükretti... Bunlar Peygamberdir, senin nesebin de onlara ulaşır dedi.
Mensûr bunları dinleyince, doğru söylüyorsun. Yukarı çıkalım diyerek odasına davet etti. Sonra bu söylediklerimi bana falan kimse söyledi, dedi. O kimseyi çağırdılar. Gelince Sen bu sözleri Cafer-i Sâdıkın kendisinden mi işittin diye sordu. O şahıs Evet kendisinden işittim deyince, Yemîn eder misin? dedi. Evet, ederim dedi ve şöyle yemîn etti:
Billahillezî lâ ilâhe illâ hû âlimülgaybi veşşehâdeti: Kendisinden başka ilâh olmayan, gizli ve açık her şeyi bilen Allaha yemîn ederim dedi.

ŞÖYLE YEMİN ET!
Cafer-i Sâdık hazretleri o şahsa şöyle yemîn et dedi: Beraytü min havlillahi ve kuvvetihî veltecetü ilâ havlî ve kuvvetî lakad feale kezâ ve kezâ Cafer ve kezâ ve kezâ kâle Cafer: (Allahın kuvvet ve kudretinden çıkıp, kendi kuvvet ve kudretime sığınmış olayım ki, Cafer şöyle şöyle dedi ve şöyle şöyle yaptı.)
O şahıs önce böyle yemîn etmek istemedi. Fakat sonra etti ve o ânda düşüp öldü...
Halîfe Mensûr, Bu yalancı ve müfterînin ölüsünü ayağından tutup, dışarı atınız dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Sen ölüm meleğisin!</label>

Büyük velî Abdullah el-Müzeni hazretleri şöyle bir hadise nakleder: İsrailoğullarından bir kişi mal topladı. Ölüme yaklaşınca çocuklarına bana mallarımı gösterin dedi. Kendisine birçok at deve köle ve başka mallar getirildi. Mallara baktığında üzüntüsünden ağladı. Ağlarken ölüm meleği onu gördü ve kendisine şöyle sordu:
  • Seni ağlatan nedir? Sana bu serveti bahşedenin hakkı için ruhunu bedeninden ayırmadıkça evinden çıkmayacağım!
  • Bana mühlet ver ki bu malı dağıtayım!
  • Heyhat! Artık sana mühlet verilecek zaman sona ermiştir. Ecelin gelip çatmadan önce neden dağıtmıyordun?
Azrail aleyhisselam bunları söyledikten sonra adamın ruhunu kabzetti. HİÇBİR KİBİRLİ KURTULAMAZ!
Yezid er-Rakkaşi de şöyle anlatmıştır:
İsrailoğullarından, zulmüyle meşhur bir zorba, evde hanımıyla baş başa idi. Birisinin evin kapısından içeri girdiğini gördü. Giren şahsı hiddet ve öfke ile karşılamak üzere yerinden fırladı ve; Sen kimsin? Seni evime sokan kimdir? dedi. O gelen zat: Beni eve sokan evin sahibidir. Ben ise öyle bir kimseyim ki, kapılar, perdeler bana mani olmaz. Padişahların bile yanlarına izinsiz girerim. Saltanat sahiplerinin hücumundan korkmam. Hiçbir kibirli ve zorba elimden kurtulamaz. Hilebaz bir şeytan bile pençemden yakasını kurtaramaz dedi.
Zorbanın yakası onun eline geçti. Düşecek derecede titremeye başladı. Sonra yalvararak ve zillet göstererek yüzüne baktı ve dedi ki:
  • O halde sen ölüm meleğisin!
  • Evet! Ben oyum!

ARTIK NEFESLERİN TÜKENDİ!
Bu cevabı alınca, Azrail aleyhisselama yalvarmaya başladı:
  • Tövbe edip hâlimi düzeltinceye kadar bana mühlet verir misin?
  • Artık müddetin bitmiş nefeslerin tükenmiş saatlerin sona ermiştir. Bu bakımdan gecikmesine hiçbir yol yoktur.
  • Beni nereye götüreceksin?
  • Daha önce göndermiş olduğun ameline ve yapmış olduğun evine götüreceğim!
  • Ben daha önce salih bir amel göndermedim, güzel bir ev yapmadım!
  • O zaman seni alev alev yanan ve yakan bir ateşe götüreceğim...
Sonra onun ruhunu kabzetti. Cansız bedeni aile efradının arasına düştü... Kimi feryat etti, kimi ağladı...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri