Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yıldızlardan biri... Abdullâh bin Zeyd</label>

Eshâb-ı kiram, Resûlullahın sevgisi için, akrabâlarını, ahbablarını, çocuklarını, zevcelerini, memleketlerini, evlerini, akarsularını, tarlalarını, ağaçlarını terk ettiler. Resûlullahı sallallahü aleyhi ve sellem bunların hepsine ve kendi canlarına tercih ettiler. Bunların sevgisini ve canlarının sevgisini bırakıp, Resûlullahın sevgisini seçtiler. Resûlullahla konuşmak, Onunla berâber bulunmak şerefine kavuştular. Onun sohbeti bereketi ile, Peygamberlik üstünlüklerine eriştiler. Allahü teâlânın gönderdiği vahyi gördüler ve melekle berâber bulunmakla şereflendiler. Hadis-i şerifte (Eshâbımın her biri gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız, Allahü teâlânın sevgisine kavuşursunuz) buyuruldu. İBRETLİ BİR HADİSE...
İşte onların Peygamber efendimize olan muhabbetlerini sergileyen ibretli bir hadise...
Abdullâh bin Zeyd el-Ensârî (radıyallâhu anh) Resûlullâha gelip;
- Yâ Resûlallâh! Sen bana nefsimden, malımdan, evladımdan ve ehlimden daha sevgilisin. Eğer, gelip de seni görme gibi bir nîmet olmasaydı ölmeyi arzu ederdim, dedi ve ağlamaya başladı...
Bunun üzerine Resûlullâh efendimiz;
  • Niçin ağlıyorsun? diye sorduklarında Abdullâh bin Zeyd;
  • Yâ Resûlallâh! Bir gün sizin de bizim de vefat edeceğimizi, sizin peygamberlerle beraber yüksek makamlarda olacağınızı, bizim ise eğer cennete girsek bile aşağı makamlarda olacağımızı düşünerek (seni göremeyeceğim endişesiyle) ağladım. cevabını verdi...

ÂYET-İ KERÎME NAZİL OLDU
Merhamet deryası Peygamber efendimiz cevap vermeyip sükût ettiler. Bu sırada şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
Kim Allâha ve Peygamberine itaat ederse işte onlar, Allâhın kendilerine nîmet verdiği nebîler, sıddîkler, şehidler ve sâlihlerle beraber olacaklardır. Onlar ne güzel dostlardır! (en-Nisâ, 69)
Abdullâh bin Zeyd el-Ensârî hazretleri, bir gün bahçesinde çalıştığı bir sırada, oğlu nefes nefese gelip büyük bir üzüntü ile Resûlullâhın vefat haberini verdi. Bu acı haberle sarsılan Abdullâh bin Zeyd, şöyle duâ etti:
- Allâhım! Gözlerimi al ki artık bundan böyle tek sevdiğim Resûlullâh Efendimizden başka kimseyi görmeyeyim.
Mübarek sahabenin duâsı kabul oldu ve oracıkta gözleri görmez oluverdi. Bundan kısa bir müddet sonra da bu acıya dayanamayarak vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Koca yeryüzü bize dar geldi</label>

Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından birkaç ay sonra, Hazreti Alinin (radıyallahü anh) hanımı, Hasan ve Hüseyinin annesi olan kızı Fatıma da babasına kavuştu. Hazreti Ali, Benî Hanefiyyeden bir kız istedi. Cafer bin Kays el-Hanefiyyenin kızı Havleyle evlendi ve ondan bir oğlu oldu. Adını Muhammed koydu. Ancak halk onu, kardeşleri, Fatımanın oğulları olan Hasan ve Hüseyinden ayırdetmek için Muhammed bin Hanefiyye diye çağırmaya başladılar... Muhammed bin Hanefiyye, Ebu Bekirin (radıyallahü anh) halifeliğinin sonlarında doğmuştu. Babası Ali îbni Ebî Talibin gözetiminde büyüyüp yetişmiş ve onun tedrisinden mezun olmuştu. ŞAMA GÖÇ ETTİLER...
Hazreti Muaviyeden sonra oğlu Yezîd ve sonra Mervan bin Hakem halife oldular. Sonra Şamda halifelik makamına Abdülmelik bin Mervan geçti. Suriye halkı da ona biat etti. Hicaz ve Irak halkı Abdullah bin Zübeyre (radıyallahü anh) biat etmişlerdi. Bu arada Abdullah bin Zübeyr, Hicazlılar biat ettiğine göre, Muhammed bin Hanefiyyenin de kendisine biat etmesini istedi. Ancak o, meşru halifenin Abdülmelik olduğunu ilan etti. Hicaz halkından binlercesi de ona katıldı ve beraberindekilerle Şam diyarına göç ettiler. Ebleye vardıklarında, oraya yerleştiler. Fakat Abdülmelikin adamları, Muhammed bin Hanefiyyenin yanındaki kalabalıktan korktular ve buradan çıkarmasını halifeye bildirdiler...
Muhammed bin Hanefiyye, adamları ve ailesiyle birlikte Şam diyarından ayrıldı. Nerede konaklasa oradan çıkması ve ayrılması isteniyordu. Bu arada, Haccac-ı zalim, Abdullah bin Zübeyri (radıyallahü anh) öldürüp bütün halkın Abdülmelik bin Mervana biat etmesini istedi. Muhammed bin Hanefiyye, Abdülmelike bir mektup yazdı:

BEN DE BİAT ETTİM...
Müminlerin emîri Allahın kulu, Abdülmelik bin Mervana, Muhammed bin Aliden... Bu işin sana geçtiğini ve halkın sana biat ettiğini görünce, ben de onlardan birisi oldum ve senin Hicazdaki valine biat ettim. Bu biatimi sana yazılı olarak gönderdim. Ves-selâmü aleyke...
Buna rağmen ona ve beraberindekilere Mekkede oturma izni vermediler. Muhammed bin Hanefiyye bundan sonra zaten uzun yaşamadı. Koca yeryüzü bize dar geldi diyerek kısa bir zaman sonra vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerim Ağanın hazin sonu!..</label>

Sultan İbrahim Han, İstanbulda doğdu. Uzun boylu, kuvvetli vücutlu ve kumral sakallı idi. Annesi Kösem Sultan onun iyi yetişmesi için çok gayret göstermişti. Devrinde yaşayan bazı kindarların dediği gibi deli değil velî bir sultandı...Kardeşi Dördüncü Murad Hanın vefatı üzerine 1640ta tahta çıktığı gün şöyle dua etmişti: Elhamdülillah. Ya Rabbi! Benim gibi zaif kulunu bu makama lâyık gördün. Ya Rab! Saltanat günlerimde milletimin halini hoş eyle ve birbirimizden hoşnut kıl!
Sultan İbrahim Han, tahta çıktıktan sekiz sene sonra Edirneye gitmişti. Tellala şöyle bağırttı:
-Padişah fermanıdır. Duyduk duymadık demeyin... Yarın ayak divanı olacaktır. Kimin kimden şikâyeti varsa gelsin, padişah efendimize söylesin. Duyduk duymadık demeyin...
BENİM ŞİKAYETİM VAR!
Ertesi gün ayak divanı oldu ve padişah halkın karşısına çıktı. Kalabalığa: Ben dâhil kimseden şikâyetiniz var mı? diye sordu. Halktan biri ileri çıktı. Padişahı selamladıktan sonra; Padişahım, benim şikâyetim vardır deyince Sultan: Söyle de istişare edelim. Şikâyetinde haklıysan haksızı adalete teslim edelim dedi. O adam Padişahım, Kerim Ağa denilen adam bana zulmetti. Malımı mülkümü alıp, çoluğum çocuğumla sokaklara attı. Memleketin varlıklı ailelerindenken, en varlıksızı oldum.
Bir lokmaya muhtaç hale geldim. Sözümü doğrulayacak şahitlerim vardır diyerek başına gelenleri anlattı.

PADİŞAHIM BEN YENİÇERİYİM!
Padişah, şahitleri de dinledikten sonra Kerim Ağayı buldurup getirtti ve ona;
Ağa! Hakkında şikâyet var. Eşkıyalığa bulaşıp mazlumları soyar, mallarını alarak sokaklara atarmışsın. Doğru mudur? diye sordu. Ağa özür dileyeceği yerde, ileri geri konuşmaya başladı. Padişahın kendisine bir şey yapamayacağını sanıyordu. Çünkü yandaşlarına; özellikle de yeniçeri olmasına güveniyordu...
-Padişahım ben yeniçeriyim, diye yüksek sesle cevap verdi. Sultan İbrahim, bu densizliğe tahammül edemedi ve tahtından kalkıp adamın yakasından tuttuğu gibi havalandırdı Bre densiz! Sen yeniçeriysen ben de Padişahım diyerek yere çarptı.
Ağayı hemen adalete teslim etti ve mahkeme; mazlumun hakkını alarak ona da en ağır cezayı verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gözyaşı denince Küllab bin Ceri</label>

Allahü teâlânın dostları, bu dünyadan geçmiş, sadece Rablerini düşünür, onun huzuruna çıkacakları günün endişesinden başka bir endişe taşımazlar... İşte bu Allah dostlarından biri de Küllab bin Ceridir.
Küllab bin Ceri, ömrünü ibadetle ve insanlara emr-i maruf yaparak geçirmiştir. Bu iki özelliğinin dışında bir özelliği daha vardı ki; onu asıl meşhur eden bu durumu idi. Çok ağlardı...
Çünkü hadis-i şeriflerde (Allah korkusu ile gözden akan bir damla gözyaşından veya Allah yolunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli, Allah indinde bir damla yoktur.) ve (Allah korkusu ile ağlayan göze, Cehennem ateşinin dokunması haramdır) buyuruluyordu. Resulullah efendimizin bu hadis-i şeriflerini bir an olsun aklından çıkarmıyordu... ONUN GECESİ NASIL ACABA?
Gündüzleri onu tenhalarda görenler, çokça ağladığına şahit olmuşlardı.
Dostları arasında şöyle bir konuşma geçmişti:
-Küllabın gündüzünü biliyoruz, peki onun gecesinin nasıl geçtiğini içimizde bilen var mı?
Orada bulunan Ebu Seyyar şöyle anlattı:
-Ben de onun gecesinin nasıl geçtiğini merak ederek bir gece gizlice takip ettim. Namazlarını kıldıktan sonra, vadiye doğru yöneldi, vadideki ırmağın kıyısına gelince durdu. Başladı ağlamaya, o kadar çok ağlıyordu ki ona bir şey olacağını düşündüm. Sabah namazına kadar böyle devam etti. Irmak kenarında niçin ağladığını da anladım, gece ağlamasını başkaları duysun istemiyordu. Sabah namazı yaklaştığında Küllab bin Cerinin yanına gittim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
-Selamünaleyküm ey Küllab.
-Ve aleykümselam Ebu Seyyar.
-Allah sana rahmet etsin, gece boyunca seninle birlikte bulundum. Bu hâlin nedir?
-Ey Ebu Seyyar! Ben ağlamayayım da kim ağlasın? Ben Rabbime nasıl yalvarmam, ben Rabbimden nasıl istemem, kime yalvarayım, kimden isteyeyim?
Küllab bu şekilde sabaha kadar ağlayarak yalvardı. Sabah namazı vakti girince namaza durdu. Secdede uzun zaman kaldı. Başını kaldırmayınca merak edip yanına yaklaştım. Baktım ki son nefesini vermiş...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mücâhid velîlerden Dâvûd Samadî</label>

Dâvûd Samadî, Balıkesirin Havran ilçesi civarında yaşıyan velîlerdendir. Doğum ve vefât târihi belli değildir. On üçüncü asırda yaşamıştır. Hayâtı hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Zamânın âlimlerinin sohbetlerinde bulunarak kemâle geldi...Dâvûd Samadî bir gün hizmetçisine; BANA SİLAHLARIMI GETİR!
-Muhârebemiz var, bana silahlarımı getir, buyurdu.
Giyinip silahlarını kuşandıktan sonra evinden dışarı çıkıp gözden kayboldu...
Bir süre sonra elbiseleri çeşitli yerlerinden parçalanmış olduğu halde geri döndü. Hizmetçisine;
-Ellerime su dök yıkayayım, buyurdu. O anda hizmetçisi onun ellerinin dirseklerine kadar kan içinde olduğunu gördü ve merakla;
-Efendim! Bu nedir? diye sual etti. O da;
-Evlâdım, şu anda Akka Kalesi fethedildi! dedi. Sonra, Akkanın fethinin Şeyh Dâvûdun elini yıkadığı vakitte tamamlandığı öğrenildi...
Zamânın şarkıcılarından biri, Dâvûd Samadînin yanında tövbe etti. Bunun üzerine Dâvûd Samadî, ona bir misvak hediye etti.
O şahıs bir müddet sonra bir kafile ile Şama gitmek üzere yola çıktı. Yolculuk sırasında, kervandan birisi ondaki misvağı görünce istedi, o da verdi. Misvağı alan şahıs, misvak ile alay etti ve edebe aykırı hareketlerde bulundu. Sonra başka birisi de misvağı isteyince ona attı. Fakat isteyen yakalayamadı. Bir süre sonra ikisi de yaptıkları bu hareketlerin cezâsını çekti. Misvağı isteyip de yakalayamayan, vücutta su birikmesi hastalığına yakalanarak öldü. Diğerinin ise karnı davul gibi şişti. Bir süre sonra da öldü...

ALAY ETMENİN CEZASI!..
Muteber kitaplarda buyuruluyor ki: Misvakın otuzdan fazla faydası vardır. En aşağısı sıkıntıyı giderir, en iyisi de ölürken şehadet getirmeyi hatırlatır. Misvak, ölümden başka her derde şifadır. Sırat üzerinde yürümeyi de kolaylaştırır, yaşlanmayı da yavaşlatır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Peygamberlerin beş sünneti: Hayâ, hilm, hacamat, misvak, güzel koku.), (Eğer ümmetime güçlük vermeyeceğini bilseydim, her namaz için abdest almalarını ve her abdestte misvak kullanmalarını emrederdim.) Yani o şahıslar aslında misvakla değil, dinle alay etmenin cezasını çekmişlerdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Bostan Çelebi</label>

Bostan Çelebi, mürşid-i kâmil olup, Allahü teâlânın nûru ile bakan bir zât idi... Bu mübareğin, hâl, hareket ve tavırlarında gizli mânâlar ve işâretler bulunduğu firâset sâhipleri ile halkın çoğu tarafından bilinirdi. Meselâ, av ile fazlaca ilgilenirse, talebelerinin çokluğuna; harp âletleriyle meşgûl olursa, ordunun cihâda çıkacağına; elbise ve sarıklarını sık sık değiştirseler, devlet kademelerinde tâyinler olacağına; giyinişlerinde değişiklik yapmayıp aynı elbiseleri uzun süreli giyseler, umûmî rahatlık ve ferahlığa; fazla ihsân ve bağışlarda bulunsalar, bolluk olacağına; tutumluluk gösterseler, kıtlık ve pahalılığa; sadaka vermekte gayret gösterseler, vebâ hastalığı çıkacağına işâret olurdu... BASÎRET SAHİPLERİ BİLİRDİ...Her bir tavrı ve hâli boş değildi ve bir mânâya işâretti. Bütün hareketleri ve davranışlarının gelecekte olacak işlere âit birer nümûne, örnek olduğunu basîret sâhipleri bilirdi. Bilhassa bâzı müşkillerine, meselelerine cevap bekleyenlerin onun söz ve hareketlerinden durumlarına göre cevap mâhiyetinde işâret aldıkları pek yaygındır.
Meselâ yolculuğa çıkmış birisi hakkında kötü bir haber duyulsa, doğru mu yalan mı bilinmese, fakat Bostan Çelebi; Falanca şehirdedir, üzülme! buyurursa, bu sözü o kimsenin hayatta olduğuna müjdedir. Susarsa, o haberin acı, kötü olduğuna yorumlanırdı...
Bostan Çelebi, 1631 (H.1040) senesinde Konyada vefât etti. Kabri, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin türbesi içerisindedir.

AHLÂKINIZI GÜZELLEŞTİRİN
Uzun yıllar verdiği derslerle yüzlerce kıymetli talebe yetiştiren Bostan Çelebi, vefâtına yakın onlara şu nasîhatlerde bulundu:
Halîfelerimize itâat ediniz. Onların himmetleri ile dedelerimizin bereketlerine kavuşmaya çalışınız. Onlar hakkında îtikâdınız ve inancınız temiz olsun. Muhâlefet edenlerin vesveselerinden sakınınız. Mesnevînin işâretlerini üstâddan, ehlinden öğreniniz. Vakitlerinizi Allahü teâlânın beğendiği şeyleri elde etmeye çalışmakla geçiriniz. Nefsin arzu ve isteklerinden sakınıp, ibâdetleri yerine getirmekte gevşeklikten sakınınız. Bunlardan geri durmayınız. Hallerinizi ve niyetlerinizi düzeltiniz. Ahlâkınızı güzelleştiriniz. Böylece kıyâmet günü pişmân olmak durumu ile karşı karşıya kalmazsınız.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Pîr Muhammed ve Kara Kethudâ</label>

Pîr Muhammed Gencevî hazretleri Azerbaycanın Gence şehrinde yaşamış büyük bir velidir. Onaltıncı yüzyılda Gencede vefat etmiştir. Pîr Muhammed Gencevî hazretlerinin hanımı Zeyneb Ananın iki erkek kardeşi vardı. Bunlardan biri eniştesi olan Gencevî hazretlerini severdi ve ona talebe olmuştu. Diğerinin ise hiç muhabbeti yoktu... BİZİ SEVEN KURTULDU...
İki kardeş yani Gencevî hazretlerinin kayınbiraderleri, birlikte Gürcistana askere gitmişlerdi. Bir gün Gencevî hazretleri hanımı ile evinde otururken; Eyvâh! dedi. Hanımı ne oldu diye sorunca; Birâderine bir kâfir kurşun attı. Bizi seven kardeşine gelen kör kurşuna bir pelit ağacı engel oldu ve birâderin kurtuldu deyince, Zeyneb Ana; Öbür kardeşime gelen kurşun ne oldu? diye sordu. Göğsünü delip geçti! buyurunca Aman böyle söyleme! dedi. Allahü teâlâ bilir ama, böyle oldu hanım...
Askerler dönünce, Gencevî hazretlerini seven kayınbirâderi sağ salim geldi. Sevmeyip muhâlefet edeni ise vurularak ölmüştü...
***
Kara Kethudâ adında bir zât bir gün Pîr Muhammed Gencevî hazretlerine; Efendim bir kimse ne zaman öleceğini bilip, helalleşse ve gücü yettiği kadar ölüme hazırlansa iyi değil midir? diye arz etti. Bu suâl üzerine; İyidir buyurunca; Benim ölümüm için bir işaret lütfeder misiniz? dedi. Bunun üzerine; Molla Âdil Paşa ile Molla Pürkademden hangisi önce vefât ederse sen ölüm hazırlığını yap! Senin ölümün bu iki ilim ehlinin ölümleri arasındadır buyurdu...

BENİM ÖLÜMÜM YAKLAŞTI!
Bu kimse Pîr Muhammed hazretlerinin vefâtından sonra yirmi beş sene daha yaşadı. Nihâyet işâret edilen âlimlerden Molla Âdil Paşa vefât etti. Halk toplanıp cenâze namazını kıldılar. Kara Kethudâ cemâat dağılmadan hepsiyle tek tek müsâfeha yapıp helalleşti ve ağladı. Neden ağladığını sorduklarında;
Şeyh Pîr Muhammed Gencevî hazretleri bana demişti ki: Senin ölümün, Molla Âdil Paşa ile Molla Pürkademin vefâtlarının arasında olur! Âdil Paşa vefât etti. Benim ölümüm de yaklaşmıştır dedi. Birkaç gün sonra da vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nizâmeddîn Evliyâ'yı üzenlerin hazin sonu!</label>

Nizâmeddîn Evliyâ hazretleri Hindistanda yaşayan büyük velilerdendir. 1325 senesinde vefat etti. Milyonlarca Hindli onun sohbetleri ve merhameti ile Müslüman olmakla şereflenmiştir. Bütün Hindistan halkı onu hürmetle anıyor ve büyüklüğünü, kerametlerini anlatıyordu. Buna rağmen bazı devlet adamları siyasi endişelerle ona karşı çıktılar. Daha önce Nizâmeddîn Evliyânın büyüklüğünü kıskanan, eski Sultân Kutbeddînin acı sonundan mesûl olan saray erkânı, bir kere daha, yeni Sultan Gıyâseddîn Tuğluku o büyüğe karşı kışkırtarak, eski yaptıklarını denediler. Ona olmayacak şeyleri söylediler. Sultâna bağlı âlimler ile Nizâmeddîn Evliyâ arasında münâzara yapılması kararlaştırıldı... MÜBAREĞİN KALBİ KIRILMIŞTI...Denilen gün ve yerde toplanıldı. Yapılan münâzarada Nizâmeddîn Evliyânın naklettiği hadîs-i şerîfleri diğer âlimler kabûl etmedi. Mübareğin kalbi kırıldı. Dergâhına dönen Nizâmeddîn Evliyâ, üzgün bir şekilde talebelerine şöyle dedi:
Delhi âlimlerinin ve saray adamlarının, içi, bize karşı kıskançlık ve düşmanlıkla kaynıyor. Münâzarada bana karşı açıkça saldırmalarından bu anlaşılıyor. Ayrıca onlar, Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hadîs-i şerîflerini dinlemeyi de reddettiler. Bunun gibi îtirâzı gayri kâbil olan şeylerle münâkaşa etmeye, ancak Peygamber efendimizin hadîsine inanmayanlar cesâret edebilirler. Sultânın yanında bunlar, hadîslerin en sahîhini bile kabûl etmeyi reddederek mağrûr bir edâ ile konuştular. İçinde, böyle mağrûrâne ve yanlış yollara sürükleyen münâzaraların yapıldığı şehir, nasıl parlak vaziyette kalabilir? Onun tuğlaları bir gün yıkılıp birbirine çarparsa şaşmamak gerekir...

KADILAR HAKKI SÖYLEMİYOR!
Sultan ve ona bağlı âlimler, kâdılar hakkı söylemiyorlar. Bu şekildeki âlim ve dînî liderlerindeki inanç noksanlığı sebebiyle, Allahü teâlânın cezâsının; kıtlık, salgın hastalık ve sürgün şeklinde bu şehre gelmesinden korkarım...
Gerçekden de, bir süre sonra, Delhide büyük bir kıtlık oldu. Arkasından, salgın hastalık yayıldı. Halk çok zorluk çekti. Sultan ve yardakçılarının hepsi, bu hastalık ve kıtlıkta öldüler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid Cemâleddîn Muhammed Ezherî</label>

Cemâleddîn Muhammed Ezherî, Hicri sekizinci asırda yaşamış olan evliyanın büyüklerindendir. Peygamber Efendimizin kızı hazret-i Fâtımanın neslinden geldiği için seyyiddir. Doğum tarihi belli değildir. 1358 (H.760) senesinde Geylân civârındaki Lenger-Künân mevkiinde vefât etti. Kabri oradadır...MOĞOL İSTİLASINDAN SONRA...
Seyyid Cemâleddîn Muhammed Ezherî hazretleri, Moğol istilasından sonra harabeye dönen Bağdadda insanlara faydalı olmaya çalıştı. Hikmetli sözleri ve vaazlarıyla Bağdad halkını irşad etti. Çok talebe yetiştirdi...
Seyyid Cemâleddîn hazretleri, vefâtı yaklaştığında, halîfesi olan talebelerine ayrı ayrı nasîhat ve vasiyet ederek, vazifelerini, nerelerde hizmet edeceklerini bildirdi. Bu vasiyetinde, huzûrunda bulunan Muhyiddîn-i Dûstîye hitâben şöyle buyurdu:
Ey Dûstî! Sen bedenen zayıf olduğun için, diyar diyar dolaşıp insanlara vaaz ve nasîhat edemezsin, vücûdun buna tahammül etmez. Onun için sen, Geylân civârında bulun. Oranın nâhiye ve köylerinde hizmete devâm edersin. Geylân Nehri kenarına vardığında, Allahü teâlânın izni ile bâzı ilâhî sırlara kavuşursun... Oradan nehrin akışının ters istikâmetine doğru, yâni yukarıya doğru gidince bir düzlüğe varırsın. İşte orası senin vazife yerin olacaktır... Orada Allahü teâlânın kullarına, iki cihan saâdetine kavuşturan yolu anlatacaksın. İnsanlar senden çok istifâde edecek. Allahü teâlâ yardımcın olsun...

HOCASININ EMRİNİ DİNLEDİ...
Muhyiddîn-i Dûstî, hocası Seyyid Cemâleddînin vefâtından sonra yola düşüp, târif edilen şekilde hareket etti. Geylân Nehri kenarına geldi. Ayaklarını suya sokar sokmaz, nehir, normal istikâmetinin tersine yukarıya akmaya başladı. Bu akıntıyı tâkib ederek hocasının târif ettiği düzlüğe gelince, orada durdu. Bu sırada, Geylân Nehri normal olarak akmaya başladı. Hocası tarafından kendisine bildirilen yerin burası olduğunu anladı ve İsâr isimli bu köyde yerleşti.
Yaptığı bütün işlerde Allahü teâlânın rızâsını gözeten Muhyiddîn-i Dûstî, orada da emir ve yasaklara uymakta ve başkalarının da uymasını sağlamakta gayret göstererek çok talebe yetiştirdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Benim, affı bol Rabbim vardır</label>

Sâbit bin Eslem el-Benânî, Tâbiînin; zâhid, âbid ve müttekilerinden bir büyük zat idi. Künyesi Ebû Muhammeddir. 737 (H.120) senesinde vefât etti. Basranın en büyük âlim ve râvilerinden olan el-Benânî hazretleri, hadîs ilminde sika, emîn, güvenilir ve îtimâd edilir bir âlimdir ve birçok Sahâbîden hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Enes bin Mâlik, Abdullah İbn-i Ömer bunlardandır.
Bu mübarek zat, gecelerini ibâdetle geçirir ve çoluk çocuğuna; Kalkın, Allahü teâlâya ibâdet edin. Şunu hiç unutmayın ki, gece kalkıp ibâdet yapmak, kıyâmetin şiddet ve dehşetinden daha hafiftir derdi. NAMAZ, NAMAZ İLLE NAMAZ...
Hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki:
Öyle insanlara yetiştim ki, çok namaz kılmaktan başlarını yastığa koyacak vakit bulamazlardı.
Yirmi yıl çok sıkı bir şekilde namaza kalktım. Bütün bu yirmi yıl boyunca, onun nîmetini topladım.
Elli yıl, bütün gecelerimi ibâdetle geçirdim. Her seher vakti şu duâyı yapardım: Allahım, kullarından birine, kabrinde namaz kılmayı nasîb edeceksen, o kulun ben olayım.
Kendisinde şu iki haslet bulunmayan kimse, diğer bütün hasletleri toplasa da, gerçek mânâda âbid (ibâdet eden) bir kul olamaz. Bu iki özellik, namaz ve oruçtur. Bunlar, o kulun et ve kanı mesâbesindedir.
Allahü teâlânın anıldığı yere dağlar kadar günah ile girseler, çıktıkları zaman üzerlerinde zerre kadar bir günah kalmaz (kul hakkı dışında).

BİR GENCİN GÜZEL SONU...
Sâbit bin Eslem hazretleri bir gün buyurdu ki:
Sinirli bir gence, annesi sık sık öğüt verir ve; Ey oğlum, senin için öyle bir gün vardır ki, sen hep o günü hatırla! derdi. Oğlunun ölümü yaklaşınca, annesi üzerine kapanıp; Ey Oğlum, seni bugün için ikaz ediyor, uyarıyordum dedi. Oğlu; Anneciğim, benim, magfireti, bağışlaması, affı ve ihsânı bol olan Rabbim vardır. Bugün, o lütuf ve ihsânlarından birinden beni uzak tutmayacağına ümidim, tamdır diye cevap verdi...
Allahü teâlâ, o gence merhamet eyledi. Çünkü Allahü teâlâ hakkında zannını iyi yaptı. Yâni O lütuf ve ihsân sâhibidir, bağışlayıcıdır diye kalben inanmıştı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyhülislâm Mustafa Bolevî</label>

Mustafa bin Ahmed, Osmanlı Sultanı Dördüncü Mehmed Han devri şeyhülislâmlarındandır. Bolulu tüccarlardan Ahmed Efendinin oğludur. İlmi yanında üstün ahlâkı, sağlam seciyesi ve cesaretiyle meşhurdur. Köprülü Mehmed Paşa rekabet yüzünden Giritin şanlı serdârı Deli Hüseyin Paşayı idam ettirmek için Mustafa Efendiden fetvâ istemiş fakat alamamıştır. Ancak, Mehmed Paşanın bir yolunu bulup, Hüseyin Paşayı idam ettirmesi üzerine Mustafa Efendi, Padişaha yazdığı acı arîzasında idamın haksız olduğunu bildirmiştir... MISIRA SÜRGÜN EDİLDİ...
O günlerde Bursa gezintisine çıkmak isteyen Padişah için Şimdi Bursaya gezintiye değil, Venedike sefere çıkmak zamanıdır dediği için Şeyhülislâmlıktan azledilerek Mısıra sürgün edilen Mustafa Bolevî, orada Hakkın rahmetine kavuşmuştur...
Mustafa Bolevî pek çok talebe yetiştirmiştir. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Âlim, ilmi onunla amel etmek, ilme uymak için öğrenir. Sözü dinlenilen ve yaşayışı büyüklerin yaşayışına uygun olan kimsedir. Âlimler huşû sâhibidirler. Süsleri verâ ve takvâ, sözleri Allahü teâlâyı zikir ve Onun emir ve yasaklarını insanlara bildirmek, susmaları Allahü teâlânın nîmetlerini tefekkürdür. İnsanlara çok nasihat ederler. İnsanların ayıplarını yüzlerine vurmazlar. Allahü teâlâdan başka her şeyden yüz çevirirler. Hepsi âhirete yarayan işlerle meşgûl olurlar.
Gafleti şöyle târif etmiştir:
Kulun Rabbini unutup, Onun rızâsını aramayı bırakıp, nefsinin esiri olmasıdır. Dünyâ için süslenen kendisine bir fayda ve zarar vermeye gücü yetmeyen kimselere, insanlara karşı gösteriş yapmasıdır. Böyle kimseden daha aşağı kimse yoktur. Dünyâyı gözünde küçültmezsen, dünyâ ehli gözünde küçülmez. İnsan gücü yettiği kadar kendi kusurlarını görmeye çalışırsa, kendini beğenme belâsından kurtulur.

AHDE VEFA GÖSTERİN!
Mustafa Bolevî Mısırda ilim öğretmekle meşgul iken, 1675 (H. 1086) senesinde vefat etti. O anda gayet neşeliydi. Buyurdu ki: Eğer doğrudan Cenneti istiyorsanız, kalbinizi Allahü teâlâdan başka bir şey meşgul etmesin. Eğer şerefin zirvesine çıkmak istiyorsanız, ahde vefa gösterin. Vefa ile doğruluk ikiz kardeş gibidir. İkisinin de neticesi, iyilik ve din güzelliğidir. Bir kimsede bu iki haslet bulunursa, bunlar o kimse için kötü hallere karşı kale olurlar.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebü'l-Abbâs'ın velî kızı ve damadı</label>

Ebül-Abbâs el-Harrâr, meşhûr velîlerdendir. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. Mîlâdî on birinci asırda Mısırda yaşamıştır. Hayâtı hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur...Ebül-Abbâs Ahmed Harrâr hazretleri tasavvufta kemâle ermiş, keşif ehli olmuş ve pek çok şeyleri müşâhede etmiştir. GÖZLERİMDEN PERDE KALKTI!
Kendisi şöyle anlatmıştır:
Mısırda bulunduğum sırada Kurafe Kabristanından geçerek evden mescide gider gelirdim. Gece vakti çıktığımda bende korkuyla karışık bir ürperti olurdu. Allahü teâlâ gözümden perdeyi kaldırıp bana kabirdeki mevtânın hâllerini görmeyi nasîb etti. Nîmet ve azâb içinde olan ölülerin hâllerini de görürdüm...
Talebelerinden Safiyüddîn bin Ebil-Mansûr anlatır:
Hocamın sâlihâ ve evliyâ bir kızı vardı. Ben ona talebe olmadan önce talebelerinden çoğu o kızla evlenmeyi düşünmüşler. Hocam kerâmetiyle onların bu arzularını anlamış ve, Bu kızım doğduğunda kiminle evleneceğini Allahü teâlâ bana bildirdi. Ben onu bekliyorum. Onunla evlendireceğim buyurmuş... Bir gece rüyâmda hocamı görmüştüm. Bana; Safiyüddîn senin hanımın benim kızımdır dedi. Uyanınca şaşırıp kaldım. Utancım sebebiyle bunu hocama anlatmam mümkün değildi. Anlatmasam olmazdı...

RÜYADA GÖRDÜKLERİNİ ANLAT!
Rüyâmı gizlemem de beni rahatsız ediyordu. Çünkü hocamdan hiçbir şeyi gizlemezdim. Ben bu hâlde ne yapacağımı düşünürken, bana; Rüyâda ne gördüysen anlat dedi. Heybetli bir hâlde idi. Bir müddet sustu ve; Ne gördüysen mutlaka anlatmalısın dedi. Ben de rüyâmı aynen anlattım. Bana; Evlâdım bu senin için takdir edilmiştir dedi ve beni kızıyla evlendirdi. Kızının yüzünde velîlik nûru parlardı. Kim görse evliyâ olduğunu nûrundan anlardı. Bu hanımdan olan evlâdımın her biri âlim ve fazîletli kimseler oldu. Hocamın vefâtından sonra onunla uzun zaman saâdet içinde ömür sürdük. Keşfi çok kuvvetli idi. Vefât edeceği zamânı ve vefât ettikten sonra vukû bulacak birçok acâib hâdiseleri bildirdi. Vefât edeceği anda; (Ey mutmainne olmuş nefs! Râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön) meâlindeki âyet-i kerîmeyi rûhu çıkıncaya kadar okudu...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri