Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fatih'e yazılan şehit mektubu</label>

Yatsı namazından sonra ulemâ meclisi huzurda... Yaşlı-genç hâfızlar kenarlara dizilmişlerdi. Fethin mâneviyât kardeşleri yan yana... Sultan boynunu bükmüş, bambaşka bir âlemde tefekkür diyarına uzanmıştı... Fetih Sûresi aksediyordu dillerden gönüllere, satırlardan sadırlara... Saatler sonra dışarıda bir hareketlilik... Sessizliği yaran ihtiyar bir ses muhâfızları aştı. BUYUR BABA, NE İSTEDİN?
-Buyursun! dendi içeriden. Uzun yoldan geldiği anlaşılan bir toprak insanıydı, hayret ve merak nazarları arasında içeri giren. Uzun boylu, zayıf bir adam... Mütevâzı duruşundan zarîf bir heybet yükseliyordu. Küçücük gözlerinden belli belirsiz birer gözyaşı yatağı uzanıyordu çenesine ve kırlaşmış bıyıklarına. Damarları çıkmış yorgun, nasırlı ellerinden birinde bir kâğıt parçasını sımsıkı tutuyordu.
-Buyur baba! Ne istedin? Seni böyle yorup buralara getiren derdin ne ola ki?!. Adam gözlerini Sultanın gözlerine dikti. Koskoca bir okyanusla irkildi Fâtih:
-Bak Sultanım! Bende bir emânetin var!...
Meclis şaşkın; bu muammâ da neydi böyle? Vezirlerden biri Sultanın işaretiyle mektubu aldı.
-Oku! dedi Fâtih. Yaşlı ziyaretçi bir anda ileri atıldı:
-Sultanım! Bilmezsin ki, bu sana yazılmış bir şehid mektubudur. Bir şehid mektubunu okumaksa ancak bir Fâtihe yakışır!

ZARİF BİR YAZI...
Hayret dolu Hünkar, gayr-i irâdî kalktı, vezirinden kâğıdı aldı. Sonra meclisin ortasına dizleri üstüne oturdu. Kırmızı bir ipekle bağlanmış, mumlanmamış mektup açılırken meclise hoş bir râyiha yayıldı. Zarif bir yazı, inci gibi parlak... Sultan Mehmed bir an ihtiyara baktı. Adam başını müsâade edercesine salladı ve Fâtih, güzel bir rüyaya dalarak elindekini seslendirmeye başladı:
-Es-selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühû... Ey benim nâzenin Hünkarım! Bendeniz Bursalı Mehmed; Sürûrumuz Şehriyârım! Dedem, Sultan II. Murad zamanında Emir Sultan Hazretleri ile dilber şehrin kuşatmasına katılmış. Orada şehid düşmüş. Ben doğanda babam senin adını koymuş, sana asker olam diye... Hünkarım! Ben doğdum doğalı bu mübarek müjdeye yazıldı her lahzam!.. Tam heyecanlı yerinde kaldık değil mi? Devamı yarına...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Balkan şehidi Cavit Paşa</label>

Tarihimizdeki en büyük felaketlerden biri de Balkan Savaşıdır. Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ 8 Eylül 1912de Osmanlı devletinin Balkanlarda son kalan topraklarına saldırdılar. Bugünlerde, cephenin en ileri ucunda Cavit Paşa kumandasındaki 21. Tümen, Kumanovada, kendilerinden birkaç kat daha kalabalık Sırp, Karadağ ve Arnavut birlikleriyle girdiği muharebeyi kaybetmişti. Cavit Paşa fazla zayiat vermemek için, emrindeki üç bin kişilik kuvvetle Yanyaya çekildi. Daha sonra Kolordu Kumandanı Esat Paşanın karargahına gitti. Ona, küçük bir birlikle düşman kuvvetlerine baskın yapma fikrini açtı. Esat Paşanın bu teklife hayret ettiğini görünce şunları söyledi: BOZGUNUN LEKESİNİ SİLMEK İÇİN...Ben düşman kurşunundan korkacak adam değilim. Ben, silah arkadaşlarıma, herkese ve kılıca karşı borçluyum. Bozgunun lekesini silmek için bir şeyler yapmak mecburiyetindeyim. Paşam, şehid olursam, yerimi derhal Albay Hüsnü Bey alacaktır. O da benimle geliyor. Şimdi senden bir ricam var. Harp bu, belki geri dönemem. Eğer bir gün benden bahsetmek lazım gelirse, Cavit vatan için ölmekten çekinmemiştir de!
Şafakla beraber üç tabur Manalusa Tepesine taarruza geçtiler. Daha önceden bu tepeyi savunurken, Yunan kuvvetleri tarafından mağlup edilen ve ricat etmekte olan az bir kuvvet de, Yanya Müstahkem Mevki Kurmay Başkanı Yüzbaşı Emin Bey tarafından durduruldu ve onlar da taarruz eden birliklere katıldılar.
Cavit Paşa askerin önünde vuruyor, onları bir an önce tepeye ulaştırmak için çalışıyordu. Anadolunun yiğit askerleri müthiş bir cesaretle atılırken, Cavit Paşanın kumanda eden sesi işitiliyordu:
-Topçular, ateeeş! Nişangâh sekiz yüz!..

YUNANLILAR PÜSKÜRTÜLDÜ; ANCAK...
Akşama doğru vaziyet lehimize dönmeye başladı. Fakat tam bu sırada Cavit Paşa, birliklerden biraz ayrıldığı ileri hatta, kalbine isabet eden bir şarapnelle şehid oldu.
Albay Hüsnü Bey, kırık bir top arabasının üzerine sıçrayarak kumandayı eline aldı ve seslendi:
-Her üç tabur! Benim kumandamdasınız!
Mehmetçikler, çok sevdikleri Cavit Paşanın şehadetinden az sonra, ne pahasına olursa olsun onun emrini yerine getirmek azmiyle, şiddetli bir taarruz daha yaptılar ve Manalusa Tepesi üzerindeki kalabalık Yunan birliklerini püskürterek, Türk bayrağını tepeye diktiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hayber'de ganimet istemeyen mücâhid</label>

Hayber, Peygamber efendimiz devrinde, Yahûdîlerin toplandığı bir merkezdi. Resulullah efendimiz Medîneye hicret ettiğinde, oradaki Yahûdî kabîleleriyle antlaşma yapmışlardı. Ancak Benî Nâdir kabîlesi, antlaşmayı bozarak Resulullaha sûikast tertiplediler. Bu sebeple Medîneden çıkarıldılar. Benî Kureyzâ kabîlesi de, antlaşma yaptıkları hâlde Hendek Savaşında düşman tarafına geçerek ahidlerini bozdular... MÜNAFIKLARIN SAVAŞ PLANLARI
Hendek Savaşından sonra Mekkeli müşriklerle Hudeybiye Antlaşması yapılarak müşriklerin saldırısı önlendi. Fakat Hayberde toplanan Yahûdî kabîleleri, Müslümanlar için çok tehlikeli idi. Medînedeki münâfıkların reisi Abdullah bin Übeyy Yahûdîlerle görüşüyor, Müslümanlar üzerine savaş açmayı tertipliyorlardı. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Hayberdeki Yahûdîlerle antlaşma yapmak istedi ise de buna yanaşmadılar. Bunun üzerine Medîneye saldırmalarını önlemek için Hayber üzerine gitmeye karar verildi...
Haybere varınca, Yahûdîlere yine sulh teklif edildi. Kabul etmedikleri için savaş başladı (628).
Hayber, sekiz muhkem kalesi, verimli arâzileri, bol miktârda bağ ve bahçeleri bulunan zengin bir şehirdi. Kalelerin içinde 20.000 asker vardı. Peygamber efendimizin emrinde ise 200 atlı, 1600 piyâde olmak üzere 1800 sahâbî bulunuyordu...
İlk olarak Natat Kalesi kuşatıldı ve on günde fethedildi. Hayberin en sağlam kalesi olan Kamus, bir türlü düşmüyordu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem sancağı hazret-i Aliye verdi. Hazret-i Ali onları önce İslâma dâvet etti kabul etmediler. Savaşmak için çıkan Merhab adındaki çok kuvvetli pehlivanı teke tek savaşta öldürdü. Ümitsizliğe düşen Yahûdîler teslim oldular ve kale Müslümanların eline geçti...

ŞEHİD OLMAK İSTİYORUM!
Evet, Hayber fethedilmiş, herkes ganimet almak için sıraya dizilmişti Ganimet taksimi esnasında sıra bir çobana geldiğinde o;
- Ya Resûlallah ben ganimet istemiyorum, sadece boğazımdan delecek bir okun beni şehid etmesini bekliyorum, diyerek taksimattan bir hisse almadı.
Resul-i Ekrem efendimiz, Eshabına bu genci takip ediniz, eğer imanında doğru ise istediği olur buyurdu. Nihayet şehadet haberi işitilince gidip baktılar ki, hakikaten Peygamberimize gösterdiği yerden bir ok isabet ederek şehîd olmuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Sâbit el-Benânî'yi dinleyen meçhul zat!</label>

Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri Tâbiînin büyüklerindendir. 737 (H.120) senesinde vefât etti. Hadîs ilminde sika, emîn, güvenilir ve îtimâd edilir bir âlimdir. Hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki: Allahü teâlânın anıldığı yere dağlar kadar günah ile girseler, çıktıkları zaman üzerlerinde zerre kadar bir günah kalmaz (kul hakkı dışında). BEN DE SENİ ANDIM!
Mümin, kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzûrunda durur. Allahü teâlâ ona: Ey kulum! Sen, dünyâda bana ibâdet eden kullarımla berâber ibâdet ediyor muydun? diye sorunca, o mümin; Evet, onlarla birlikte ben de ibâdet ediyordum yâ Rabbî! der. Yine Allahü teâlâ; Ey kulum, dünyâda iken bana duâ edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla beraber, sen de yalvarıp beni andın mı? diye suâl buyurur. O mümin yine; Evet yâ Rabbî! diye cevap verir. Bunun üzerine Allahü teâlâ; İzzetim hakkı için, beni zikredip, andığın her yerde ben de seni andım. Nerede duâ edip yalvardınsa, o duânı kabûl ettim buyurur. Sonra Sâbit-i Benânî şu hadîs-i şerîfi bildirdi: Müminin hiçbir duâsı red edilip, geri çevrilmez. Karşılığı ya dünyâda verilir, ya âhirete tehir edilir veya günahlarına keffâret olur.

MÜMİNÛN SURESİNİ OKUYORDU...
Sâbit bin Eslem buyurdu ki:
Musab bin Zübeyrin duvarının yanında, hayvanların geçmediği bir yerde idim. Müminûn sûresinden; Hâ mîm. Bu kitabın indirilişi, Azîz, Alîm olan Allahtandır. O, günah bağışlayan, tövbe kabûl eden, azâbı şiddetli olan, ihsân sâhibi olan Allahtandır ki, Ondan başka hiçbir ilâh yoktur, dönüş, ancak Onadır meâlindeki âyetlerinin olduğu sahifeyi açtım. O anda, yanımda bir kişi peydâ oldu. Bana, âyetin Gâfiri-z-zenbi (günahları bağışlayan) kısmını okuyunca; Ey günahları bağışlayan Allahım! Günahlarımı bağışla Kâbilet-tevbe (tövbeyi kabûl eden) kısmını okuyunca, Ey tövbeyi kabûl eden Allahım! Tövbemi kabûl et Şedîd-ül-ikâb (azâbı şiddetli olan) kısmını okuyunca; Ey azâbı şiddetli olan Allahım! Beni azâbından muhâfaza eyle! de, diye söyledi. Sonra yanımdan kayboldu. Sağıma, soluma baktım göremedim. Daha sonra öğrendim ki, bu âyetin tesiriyle fazla yaşamamış vefat etmiş...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fudayl bin İyâd'ın talebesinin vefatı</label>

Fudayl bin İyâd hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. 726 (H.107) senesi Horasanda doğdu. 803 (H.187) senesi Mekke-i mükerremede vefât etti. Kabr-i şerîfi Mekkede Cennet-ül-Muallâda hazret-i Hadîce vâlidemizin kabri civârındadır...
Fudayl bin İyâd hazretleri, tövbe edenlerin önde gelenlerinden emsâli az bulunan bir zâttı. NAMAZ KILAN EŞKIYA!..
Gençlik yıllarında eşkıyâ reisi olup, yol kesicilik yapar, kervanları soyardı. Böyle olmasına rağmen namazlarını bırakmaz, oruçlarını tutardı. Yol kesenlerden idi; öyle bir tövbe etti ki yol gösterenlerden oldu...
Hikmetli sözlerinden bir kısmı da şöyledir:
Rızâ hâlindeki kişinin dostluğuna inanmam, kızdırdığım bu kişinin gazab hâlindeki dostluğuna inanırım.
İnsanın, yanında bulunanlarla tatlı tatlı sohbet etmesi, onlara güzel ahlâk ile davranması, geceleri sabaha kadar ibâdet ile, gündüzleri hep oruçlu geçirmesinden hayırlıdır.
Duâmın kabûl olacağını bilsem, yalnız devlet başkanı için duâ ederdim. Çünkü, devlet başkanı iyi olursa, şehirler ve insanlar kötülüklerden ve belâlardan emin olur.
Kim, din kardeşi için diliyle sevgi ve hulûs gösterir de içinden ona düşmanlık ve kin beslerse, Allah ona lânet eder, dilsiz yapar ve kalp gözünü köreltir.
Fudayl bin İyâd hazretleri talebelerinden birinin vefâtı yaklaşınca, onun yanına giderek Yâsîn-i şerîf okumaya başladı. Talebe; Ey hocam! Bunu bana okuma deyince, Fudayl hazretleri sustu. Sonra o talebeye Kelime-i tevhîdi telkîn etti. Talebe; Ben o mübârek sözü söyleyemiyorum. Çünkü ondan uzağım dedi ve vefât etti...

ÇOK MAHZUN OLMUŞTU...
Fudayl bin İyâd hazretleri evine dönerek evden çıkmaksızın bir müddet mahzûn oldu, ağladı. Sonra rüyâsında talebeyi Cehenneme götürürlerken gördü ve;
Ey oğul! Sen talebelerimin en iyilerindendin. Neden Allahü teâlâ senden mârifet nûrunu aldı? diye sordu.
Talebe şöyle cevap verdi: Üç şey sebebiyle Allahü teâlâ benden mârifet nûrunu aldı. Birincisi, nemîme. Çünkü ben size başka, arkadaşlarıma başka söyler, söz taşırdım. İkincisi hased. Ben arkadaşlarıma hased ederdim. Üçüncüsü, içki. Bir defâsında hastalanmıştım. Hastalığımı tedâvî ettirmek için hekîme gittim. Hekim bana; Her sene bir kadeh şarap içeceksin, yoksa iyi olmazsın dedi. Ben de böylece alışıp gittim dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Iraklı bir genç ve Ebû Süleymân Dârânî</label>

Ebû Süleymân Dârânî, Şamda yetişen büyük velîlerdendir. Sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda yaşamıştır. Doğum târihi bilinmemektedir. 820 (H.205) senesinde Şamda vefât etti...Ebû Süleymân hazretleri, dünyâdan ve içindekilerden yüz çevirmiş olup, zâhid bir hayat yaşadı. İlk defâ yünlü elbise giyen sofîlerden oldu... SEVDİKLERİNE İHSÂN EDER
Bu mübarek zat, Zühd nedir diye soranlara; Zühd, Allahü teâlâ ile meşgûl olmana mâni olan her şeyi terk etmektir. Dünyânın hiç olduğunu bilmeyen, zühd sâhibi olamaz buyurdu.
Açlık, Allahü teâlânın hazînelerinden bir hazînedir. Onu sevdiklerine ihsân eder. İnsanın karnı doyunca, bütün âzâlarını şehvet açlığı kaplar. Karnı aç olanın ise âzâları şehvetlere karşı bir arzu duymaz.
Ben öyle insanlara yetiştim ki, onlar açlığı kendileri için ganîmet sayardı. Tıpkı şimdikilerin tokluğu ganîmet saydığı gibi.
Ebû Süleymân Dârânî hazretleri hac vazîfesini yerine getirmek üzere Mekke-i mükerremeye gitmek için yola çıktı. Yolda, Iraklı bir gençle arkadaş oldu. Yolculuk esnâsında Iraklı genç devamlı Kurân-ı kerîm okuyor, durdukları yerlerde vakit namazı hâricinde nâfile namaz kılıyor, gündüzleri oruç tutuyordu. Nihâyet Mekke-i mükerremeye ulaştılar. Genç, Ebû Süleymân Dârânî hazretlerinden ayrılmak istedi. Ebû Süleymân Dârânî o gence; Benim sende gördüğüm hâllere seni sevk eden nedir? diye sordu. Genç dedi ki:

BİR HURİNİN TEBESSÜMÜ...
Ey Ebû Süleymân! Beni böyle yapmamdan dolayı kınama. Çünkü ben rüyâmda altın ve gümüşten yapılmış birçok şerefeleri olan bir köşk gördüm. İki şerefenin arasında şimdiye kadar hiç görmediğim güzellikte hûriler vardı. Bu hûrilerin tebessüm etmesi sırasında dişlerinden yayılan nûr etrâfı aydınlatıyordu. O hûrilerden biri bana dedi ki: Ey genç! Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için çok çalış ki bana kavuşasın! Sonra uykudan uyandım. Bu rüyâ, benim senin gördüğün hâllere kavuşmamın sebebidir...
Ebû Süleymân Dârânî o gençten duâ istedi. Genç ona duâ ederek ayrıldı. Kısa bir zaman sonra da vefat etti.
Ebû Süleymân Dârânî kendi nefsini kınayarak; Ey nefsim! Uyan ve bu gencin bildirdiği işaretlere ve müjdelere kulak ver. Bir hûriye kavuşmak için bu şekilde çalışılırsa, bu hûrinin Rabbine kavuşmak için nasıl çalışmak gerekir? diye nefsini azarladı...Ebû Süleymân Dârânî, Şamda yetişen büyük velîlerdendir. Sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda yaşamıştır. Doğum târihi bilinmemektedir. 820 (H.205) senesinde Şamda vefât etti...
Ebû Süleymân hazretleri, dünyâdan ve içindekilerden yüz çevirmiş olup, zâhid bir hayat yaşadı. İlk defâ yünlü elbise giyen sofîlerden oldu... SEVDİKLERİNE İHSÂN EDER
Bu mübarek zat, Zühd nedir diye soranlara; Zühd, Allahü teâlâ ile meşgûl olmana mâni olan her şeyi terk etmektir. Dünyânın hiç olduğunu bilmeyen, zühd sâhibi olamaz buyurdu.
Açlık, Allahü teâlânın hazînelerinden bir hazînedir. Onu sevdiklerine ihsân eder. İnsanın karnı doyunca, bütün âzâlarını şehvet açlığı kaplar. Karnı aç olanın ise âzâları şehvetlere karşı bir arzu duymaz.
Ben öyle insanlara yetiştim ki, onlar açlığı kendileri için ganîmet sayardı. Tıpkı şimdikilerin tokluğu ganîmet saydığı gibi.
Ebû Süleymân Dârânî hazretleri hac vazîfesini yerine getirmek üzere Mekke-i mükerremeye gitmek için yola çıktı. Yolda, Iraklı bir gençle arkadaş oldu. Yolculuk esnâsında Iraklı genç devamlı Kurân-ı kerîm okuyor, durdukları yerlerde vakit namazı hâricinde nâfile namaz kılıyor, gündüzleri oruç tutuyordu. Nihâyet Mekke-i mükerremeye ulaştılar. Genç, Ebû Süleymân Dârânî hazretlerinden ayrılmak istedi. Ebû Süleymân Dârânî o gence; Benim sende gördüğüm hâllere seni sevk eden nedir? diye sordu. Genç dedi ki:

BİR HURİNİN TEBESSÜMÜ...
Ey Ebû Süleymân! Beni böyle yapmamdan dolayı kınama. Çünkü ben rüyâmda altın ve gümüşten yapılmış birçok şerefeleri olan bir köşk gördüm. İki şerefenin arasında şimdiye kadar hiç görmediğim güzellikte hûriler vardı. Bu hûrilerin tebessüm etmesi sırasında dişlerinden yayılan nûr etrâfı aydınlatıyordu. O hûrilerden biri bana dedi ki: Ey genç! Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için çok çalış ki bana kavuşasın! Sonra uykudan uyandım. Bu rüyâ, benim senin gördüğün hâllere kavuşmamın sebebidir...
Ebû Süleymân Dârânî o gençten duâ istedi. Genç ona duâ ederek ayrıldı. Kısa bir zaman sonra da vefat etti.
Ebû Süleymân Dârânî kendi nefsini kınayarak; Ey nefsim! Uyan ve bu gencin bildirdiği işaretlere ve müjdelere kulak ver. Bir hûriye kavuşmak için bu şekilde çalışılırsa, bu hûrinin Rabbine kavuşmak için nasıl çalışmak gerekir? diye nefsini azarladı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Huccetullah</label>

Muhammed Huccetullah, 1624 (H.1034) senesinde dedesi İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerinin vefât ettiği yıl doğdu. İsmi Muhammed Nakşibend olup, lakabı Huccetullahtır. Tasavvufta Hullet ismi verilen pek yüksek makamların sâhibi idi. DUADA KUSUR ETMEMELİ!Muhammed Huccetullah hazretleri, 1703 (H.1115) senesinde seksen bir yaşında vefât edip, hakîkî âleme göç ederek sevdiklerine kavuştu. Vefatlarından önce yazdıkları mektuplarından birinde (özetle) buyurdular ki:
Allahü teâlâya hamd olsun. Seçtiği kullara selâm olsun. Mektubunuzla şereflendik. İkrâmlarınız da geldi. Duâ etmemize sebep oldu. Hadîs-i şerîfte; Duâ kapılarının kendisine açıldığı kimseye (yâni duâ nasib olan kimseye) kabûl kapıları ve Cennet, yâhut rahmet kapıları da açılır buyuruldu. O hâlde duâda kusur etmemelidir. Kapalı kapıları duâ anahtarı ile açmalıdır. İhtiyaçlarını Allahü teâlâdan yalvararak ve Ona sığınarak istemeli, âhiret kurtuluşunu onlarda görmelidir.
.....
Duânın kabûl olması için olan şart ve edebler: Yemekte ve giymekte haramdan sakınmak, Allaha karşı ihlâslı olmak. Duâdan önce namaz veya benzeri sâlih bir amel işlemek, abdestli olmak, temiz olmak, kıbleye karşı diz çöküp oturmak, duâ ederken Allahü teâlâya hamdü senâ etmek, Resûlullah efendimize salevât-ı şerîfe getirmek, iki elini uzatıp, omuzları hizâsına kaldırmak, elinde eldiven olmamak, isterken Allahü teâlânın isimleri ve sıfatları ile istemek, meselâ; yâ Rabb-el-âlemîn, yâ Ekrem-el-ekremîn, yâ Erhamerrâhimîn... gibi. Avuç içleri açık olmak, edeb üzere bulunmak, hudû ve huşû hâlinde olmak. Kendini eksik, kusurlu, zavallı ve kırık bilmektir.

MAZLUMUN DUASI MAKBULDÜR
Duânın kabûl zamanları ise; Kadir gecesi, Arefe günü, Ramazân-ı şerîf ayı, Cumâ günü, gecenin ilk üçte biri, gece yarısından sonra, gecenin son üçte biri, gecenin ortası ve seher vakitleridir. Bunlardan en önemlisi Cumâ saatidir...
.....
Fâcir ve fâsık olsa da, mazlûmun duâsı makbûldür. Babanın, âdil pâdişâhın, sâlih ve velîlerin duâları müstecâbdır...
.....
Çocukların da ana-babasına duâları, misâfirin duâsı, oruçlunun iftâr vaktindeki duâsı, Müslümanın Müslümana gıyâbında, yâni arkasından yaptığı duâ makbûldür...
.....
Yâ Râbbî! Duâlarımızı kabûl eyle. Sen her şeyi işitirsin, bilirsin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Şeyh Ali Safvetî</label>

Şeyh Safvetî hazretleri, Mısırın meşhur velîlerindendir. Tasavvufta babasından feyz alıp kemâle erdi ve onun yerine geçti...O devirde Harem-i şerîfte Şeyh Mustafa Çelebi isminde bir zât vardı. Bu zât bir gece rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Resulullah efendimiz ona bir kâğıt verip; Bunu Mısırda Gülşenîzâde Şeyh Safvetîye ver. Bizi ziyârete gelsin buyurdu. Bu rüyâ üzerine hemen Mısıra gidip onu buldu. Rüyâsını anlattı. Bu müjde üzerine bambaşka bir hâle giren Şeyh Safvetî, hemen hazırlanıp hacca gitti... Derviş Ali Mevlevî onun bir menkıbesini şöyle anlatmıştır:
Bir defâsında Mısıra gitmiştim. Şeyh Safvetînin zâviyesine gidip sohbetinde bulundum. Bir gün onunla birlikte bir yere gidiyorduk. Yolda hurma lifinden yapılmış bir urgan gördüm. Kendi kendime; Hurma ne mübârek bir şeydir. Pekçok husûsiyetleri var. Urgan dahi oluyor dedim. Bu arada Şeyh Safvetî hazretleri kalbimden geçeni anlayıp, bana döndü ve;
-Derviş Ali, hurma bütün husûsiyetleri yanında, urgan da olur, buyurdu...
Şeyh Safvetî hazretleri vefâtının yaklaştığı bir sırada talebelerine; Dervişler, Allahü teâlânın Latîf ism-i şerîfini söyleyin. Yâ Latîf... Yâ Latîf... diye zikrediniz dedi. Bu sözlerini işiten eski talebeleri; Elvedâ, elvedâ!.. diye ağlaşmaya başladılar. Çünkü Şeyh Safvetî hazretlerinin babası Şeyh Hayâlî Efendi onun için; Oğlum Ali Safvetî vefât edeceği zaman cezbeye uğrasa gerektir. O zaman Yâ Latîf ism-i şerîfini söylemekle meşgûl olunuz diye işâret etmişti. Bu sebeple hocalarının vefâtının yakın olduğunu anlayan talebeler, ağlamaya başladılar...

VEFAT ETMEDEN DUASINI AL!
Vefât edeceği günlerde ilâhî aşkın deryâsına dalmış bambaşka bir hâle girmişti. Bir cumâ günü sevenlerini yanına çağırmıştı. Hiç konuşmuyor, devamlı zikirle meşgûl oluyordu. Allah dedikçe ağzından nûrlar saçılıyordu. Bu hâli gören talebeleri ve halk, onun ayrılığının acısıyla feryâda başladılar. Mısır beyleri ve şehrin kâdısı, Şerîf Mehmed Paşa da ağladılar. Babasının türbesinde medfûndur.
Edirneli Kerîm Efendizâde Mehmed Çelebi şöyle anlatmıştır:
Bana rüyâmda; Şeyh Safvetînin vefâtı yaklaştı, duâsını al! dediler. Mısıra gittim. Vardığımda hasta olduğunu öğrendim. Ramazân-ı şerîf ayının ilk haftasında vefât etti...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ramazana hürmet eden Mecusi...</label>

Muteber kitaplarda, ramazân-ı şerîf hakkında buyuruluyor ki: Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farz ibâdetlere verilen sevap gibidir... Bu ayda bir oruçluya iftâr verenin günahları affolur. Cehennemden âzâd olur, kurtulur. O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. BU AYDA İYİ İŞ YAPANLAR...Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi günah işlemekle geçer.
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ramazân-ı şerîfe hürmet eden, Allahü teâlâya hürmet eder.) Eskiden gayrimüslimler bile bu aya saygı gösterirdi...
Bir ramazan günü idi. Müslüman mahallesinde oturmakta olan bir Mecusinin çocuğu, daha Müslümanların ne yaptığını idrak edecek çağa gelmediği için oruçlu Müslümanların arasında ekmek yiyordu. Hemen babası, çocuğun bu halini fark etti ve; Oğlum şimdi Müslümanların arasında yemek yenir mi? Onlar bugünlerde oruç tutarlar, bugünler onların mübarek günleridir diyerek çocuğu azarladı ve eve gönderdi...
Aradan yıllar geçti ve her fâninin başına gelen ölüm, bir gün onu da alıp götürdü bu dünyadan... Ölümünden sonra o beldenin dinde ileri gelen zatlarından birçoğu, o Mecusiyi rüyalarında Cennet-i âlâda görüp, şaşkınlık içinde sordular:
Biz seni imansız bilirdik. Nasıl oldu da bu nimete eriştin!

MÜMİN OLARAK VEFAT ETTİM
Cennet nimetleri içinde olan zat, onlara şu cevabı verdi:
Evet! Doğru söylüyorsunuz. Ben bir Mecusi idim. Fakat bir gün küçük oğlum, Müslüman mahallesinde; onlar oruçlu olduğu halde ekmek yiyordu. Ben çocuğumun, onların gözleri önünde bir şeyler yemesine müsaade etmedim. Müslümanların hürmet ettiği bir şeye, ben de hürmet ettiğim için Cenab-ı Allah, benim ruhumu mümin olarak aldı... Ölüm anında Azrail aleyhisselam geldiği zaman, Allahü teâlâ ona emretti. Evvela bana (Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü) dedirtti, ondan sonra ruhumu aldı. O sebepten ben, işte bu gördüğünüz nimetlere kavuştum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Türkiye'nin ilk psikiyatrı Dr. Mazhar Osman</label>

Mazhar Osman, Sultan Abdülhamid Han zamanında tıp tahsili yaparak o devrin en önde gelen hekimlerinden oldu. Ülkemizin ilk Psikiyatrı. İsmi, halkımız arasında fıkra ve hikâyelere konu olacak kadar sevilen Dr. Mazhar Osman, aynı zamanda mütedeyyin bir insandı. Vefat etmeden biraz önce evlatlarına şu vasiyeti yaptı: MANEVİYATIN KAYNAĞI: AİLE63 senelik hayatımın tarihi bir gramofon plâğına sığamaz. Lâkin tarih bir kelime ile söylenebilir: Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir ömür... Hayatımın hususiyeti durmaksızın çalışmak oldu. Çalışmaksızın geçen ömrün çok sıkıntılı ve usandırıcı olduğuna kaniyim... Şaşırmadım, daima doğru yolda, cesur adımlarla yürüdüm. İyi bir Müslüman, iyi bir vatandaş, iyi bir aile babası ve nihayet iyi bir insan sayılırsam, bu bana yeter...
13 yaşında Bülbülderesine gömdüğüm anamın sevgisini ölünceye kadar lekesiz, en büyük sevgi olarak taşıdım. Hayatımın bütün manevî kuvvetlerini o sevgi kaynağından aldım. Allahı, dini, milleti, insanları sevmeyi o mukaddes hatun bana tanıttı. Babam da bana en kıymetli mirası hediye etti: Sıhhat ve namus!.. Ben ne kazandımsa, ne isem onlara aittir, onlara borçluyum. Bıraktıkları fukaralık bile bana en büyük şeref ve iftihar vesilesi oldu.
Doktor oldum, hoca oldum, refaha kavuştum, şöhretim birçoklarını imrendirecek dereceye vardı. Çok mesut yaşadım. Hayatta herkes gibi heyecanlar, ızdıraplar elbette ben de çektim. Hamdolsun, kadere olan inancım hepsini yendi, tahammül etmeyi öğretti...

ÂLİCENAP VE ŞEFKATLİ OLUN!
Evlâtlarım, hayatımda size her zaman söylediğim baba nasihatini bir daha tekrarlıyorum: Şöhreti, serveti, huzuru, şeref ve haysiyetinizle değişmeyiniz. İkbal için kimseye boyun eğmeyiniz. Hayatta korkaklar ezilir, kendinizi ezdirmeyiniz. Namuslu, hür, cesur ve azimkâr olunuz. Hele gülünç olmayınız, iğrenç olmayınız. Kimse size acımaya lüzum görmesin, kimsenin merhametine muhtaç olmayınız. Rabbinizi, milletinizi ve vatanınızı seviniz. Âlicenap ve şefkatli olunuz. Hayatınızı koruyunuz; hayat pek kıymetli bir vedîadır. Ama şeref ve haysiyetinizi korumak için gerektiğinde her fedakârlığa hazırlıklı olunuz.
İşte evlâtlarım, size babanızın bir nasihati, sizde ebedî kalacak bir yadigârı. Hepinizi Allaha emanet ediyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ey kişi! Ben rahip değilim</label>

Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri meşhûr hadîs, fıkıh âlimi ve evliyânın büyüklerindendir. Tebe-i tâbiînden olup, Basrada yaşamıştır. Doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemektedir. Bir rivayete göre de 805 (H. 189) senesinde vefât etmiştir...Bu mübarek zat, öğrendiklerini insanlara öğretmeye çalışırdı. Cumâ namazından sonra evinin çevresi hadîs ve fıkıh öğrenmek isteyen talebelerle dolardı. Bıkıp, yorulmadan saatlerce ders verir ve onların yetişmelerini isterdi. Bir dakikasının boşa geçmesini istemez, ya öğrenir yâhut da öğretirdi. Derslerine sâdece namaz vakitlerinde ara verdiğini talebeleri anlatmışlardır...
ONU ÇOK SEVERLERDİ
Abdülvâhid bin Zeyd, dünyâya değer vermemesi, devamlı ibâdet ve ilimle meşgul olması, herkese iyilik etmesi ile dikkati çekerdi. İnsanlar onu sever ve hürmet ederdi. Yaşayışı ve hikmetli sözleriyle pek çok kimsenin doğru yola girmesini sağlamış, herkese örnek olmuştur.
Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri yaşadığı ibret verici hadîselerden bâzılarını, insanlara nasîhat ve ders olması bakımından nakletmiştir. Şöyle bir hadise anlatır:
Bir rahibin odasının yanına yaklaşıp, Ey râhip! diye seslendim. Fakat cevap vermedi. Üçüncü defa çağırışımda başını uzatıp şunları söyledi:

KENDİMİ BURAYA HAPSETTİM
Ey kişi! Ben rahip değilim. Rahip, Allahü teâlâdan korkan, Ona saygı gösteren, belâsına sabredip, kazâsına râzı olan, nîmetlerine şükredip onun için tevâzu gösteren, izzet karşısında zilleti kabûl eden, kudretine teslim olup, heybet ve azameti karşısında eğilen, hesap ve azâbını düşünen, gündüzünü oruç, gecesini ibâdetle geçiren, Cehennemi hatırladıkça uykusu kaçan kimseye denir. Ben ise saldırgan bir köpeğim! İnsanlara zararım dokunmasın diye kendimi buraya hapsettim!..
Bu sözler üzerine şöyle sordum:
Allahü teâlâyı bildikten sonra insanları Allahü teâlâdan uzaklaştıran şey nedir?
Kardeşim! İnsanları Allahü teâlâdan ancak dünyâ malı ve sevgisi uzaklaştırır. Çünkü dünyâ isyan ve günah yeridir. Aklı başında olan dünyâyı kalbinden çıkarıp, günahlarına tövbe ederek kendisini Allahü teâlâya yaklaştıracak şeye yönlendirir diyerek Kelime-i şehadeti söyleyerek son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-i Fârid ve Yeşil Kuş</label>

Büyük velî İbn-i Fârid hazretleri yaşadığı bir hadiseyi bizzat kendisi şöyle anlatır: Mısır medreselerinden birisine girmek istiyordum. O sırada medrese kapısında, bakkal olan yaşlı bir zâtın abdest aldığını gördüm. Fakat, kitaplarda bildirildiği gibi almıyordu. İçimden Bu yaşa gelmiş usûlüne uygun bir abdest alamıyor dedim. O anda yaşlı zât bana bakıp Ey Ömer! Sana Mısırda perdeler açılmaz! Senin istediğin Hicâzda, Mekke-i mükerremede olsa gerek. Oraya git! dedi. Bana ismimle hitap edince, onun evliyâullahtan olduğunu anladım. Meğer o, böyle abdest almakla hâlini setredip gizlermiş. Hemen huzûrunda diz çöküp Efendim, ben nerede, Mekke-i mükerreme nerede? dedim. MEKKENİN ÖNÜNDESİN!Bunun üzerine eli ile işâret ederek; İşte önündedir dedi. Baktığımda, Mekke-i mükerremeyi gördüm. Sonra o zattan ayrılıp, hemen yola koyuldum... Nihâyet Mekke-i mükerremeye vardım...
Aradan on beş yıl geçmişti... Bir ara, ansızın o ihtiyar bakkalın sesi kulağıma geldi: Ey Ömer! Kahireye gel. Vefâtımda hazır bulun dedi. Hemen Kâhireye gittim. O zâtın vefâtı yakındı... Bana birkaç dînâr verdi. Bunlarla techiz ve tekfinimi yap. Karâfe Kabristanında falanca yere tabutumu koy! Bu sırada dağdan aşağıya bir kimse iner. Onunla namazımı kıl. Sonra Allahü teâlânın dilediği şeyin olmasını bekle! dedi.
Onun tavsiyesi üzerine hareket ettim. Tabutunu dediği yere koydum. Dağdan bir kişinin aşağıya doğru indiğini gördüm. Kuş gibi süratliydi. Fakat ben o şahsı tanıyordum! Çarşıda dolaşır, herkes kendisiyle alay ederdi. Yanıma gelince;
Ey Ömer, gel cenâze namazını birlikte kılalım dedi...

İSTEDİKLERİ YERDE UÇARLAR!
Biraz ileri varınca, yerle gök arasında, yeşil ve beyaz kuşların bizimle birlikte namaz kıldıklarını gördüm. Sonra, büyük bir yeşil kuş, o kuşlar arasından aşağıya indi. Tabutun alt yanına kondu. O, tabutu tutup, diğer kuşların arasına karıştı. Hepsi tesbîh ederek gözlerimizin önünden kayboldular...
Yanımdaki o zât bana şunları söyledi:
Ey Ömer! İşitmedin mi ki, şehidlerin rûhları yeşil kuşların kursakları içindedir. Cennetten çıkıp, istedikleri yerde uçarlar. Bunlar kılıç şehidleridir. Muhabbet ve İlâhî sevgi şehidlerinin hem cesedleri ve hem de rûhları yeşil kuşların kursakları içindedir. Bu zât da onlardan birisidir...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri