Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Büyük mutasavvıf Muhammed Sıddîk</label>

Muhammed Sıddîk Bedahşî, Hindistanda yetişen büyük velîlerdendir. Doğum târihi bilinmemektedir. Küçük iken, Hân-ı Hânân Abdürrahîmin sohbetinde bulundu. Bunun vâsıtası ile Hâce Bâkî-billah hazretlerinin sohbeti ile şereflendi. Bu hocasının vefâtından sonra, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbet ve hizmetine kavuştu. Evliyâlıkta, Vilâyet-i hâssa ismi verilen en yüksek makamlara kavuşmakla şereflendi. 1622 (H.1032) senesinde, izin alarak hacca gitti. 1640 (H.1050) senesinde vefât etti...İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubâtında Muhammed Sıddîka yazılmış mektublar vardır. Onlardan birinde özetle şöyle buyuruluyor: ÖYLE YAŞAMALIDIR Kİ...
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçtiği kullarına selâm olsun! Hadis-i şerifte, (Bir kimsenin iyi Müslüman olduğu, lüzûmlu şeylerle uğraşıp, faydasız şeylerden uzaklaşması ile belli olur) buyuruldu. Bunun için, zamanları kıymetlendirmek lâzımdır. Böylece, faydasız, boş yere vakit öldürmekten kurtulmuş olursunuz...
Arkadaşların toplanmaları, bâtının dağılmaması içindir. Öteden beriden konuşmak için değildir. Bunun için, bir köşeye çekilmeyip, birlikte bulunmayı beğenmişlerdir. Bâtının toparlanmasını, toplulukta aramışlardır. Gönül topluluğunu bozan toplantılardan kaçınmak lâzımdır. Bâtının topluluğunu bozmayan her şey mübârektir. Bozanlar ise, uğursuz ve bereketsizdirler. Öyle yaşamalıdır ki, yanında bulunanların bâtınları toparlansın. Onları gönül dağınıklığına düşürmemelidir. Kendini toparlamalı, konuşmamalıdır. Nutuk çekecek, dedikodu yapacak zaman değildir... (1. cild 176)

ÖLÜM, HAKİKATİN AYNASIDIR
Muhammed Sıddîk hazretleri, 1640 (H.1050) senesi şevval ayında vefât etti. Kabri, Delhide, hazret-i Hâce Bâkî-billah hazretlerinin bulunduğu kabristandadır. Hanımı da sâlihâ olup, çok ibâdet ederdi. Vefatı esnasında buyurdu ki:
Gerçekten sonsuz hayat, ölüme bağlıdır. Ölüm, ebedî hayatın süsleyicisi, donatıcısıdır. Hayır, belki âb-ı hayâttır, yâni hayat bahşeden, hiç öldürmeyen sudur. Ölüm, dostluğun kuvvetlendiricisidir. Ölüm, mâsivâ binâsını ateşe vericidir. Ölüm, üzüntü perdelerinin yakıcısıdır. Ölüm, hakikâtın aynasıdır. Ölüm, görünmeyen güzelin yüzünden perdeyi kaldırıcıdır. Gönlümün, gelmesinden hoşlandığı, beklediği şey ölümdür. Dağınıklıkları toplayan ölümdür. Ölüm seveni sevdiğine kavuşturucudur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fakih Osman Osman Tavilî</label>

Osman Tavilî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerinden ve zamânındaki büyük velîlerdendir. Peygamber efendimizin torunu hazret-i Hüseyinin neslinden olduğu için Hüseynî, Tavila köyünde yerleştiği için Tavilî nisbeleriyle de anıldı. 1781 (H.1195) senesinde Irakta Cebel-i Himrin denilen yerde doğdu. 1867 (H.1283) senesinde Tavilada vefât etti YÜKSEK DERECEYE KAVUŞTUOsman Tavilî, Şeyh Abdullah Hırpanînin medresesine devâm ederken, orada müderris bulunan büyük âlim ve velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleriyle tanıştı. Onun ilim ve feyiz kaynağı ders ve sohbetlerine devâm ederek ilimde yüksek dereceye erişti. Mevlânâ Hâlid hazretleri ona Fakih Osman adını verdi. Tasavvuf yolunda ilerleyerek Nakşibendiyye yolu usûlüne göre yetişti. Mevlânâ Hâlid hazretleri onun hakkında; Ben gurbete ve meşakkate tahammül ettim. Bende makâmlar ve haller hâsıl oldu. Onları da benden Osman Tavilî aldı buyurdu.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Şama hicret edince Osman Tavilî, Tavilaya giderek yerleşti ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya ve ilim öğretip talebe yetiştirmeye başladı. Hatta Yahûdî ve Hristiyanlardan pekçok kimse onun sohbetleriyle şereflenerek hidâyete kavuştu.
Osman Tavilî hazretleri, insanların rûhî hastalıklarının tedâvisi için gayret ettiği gibi, yaşadığı çevredeki toprağın ıslah edilmesi, su kanallarının açılması, gelecek nesillerin faydalanması için meyve ağacı dikmek, yetiştirmek gibi hususlarda önderlik etti. Bu bölgeye hâkim olan Osmanlı Devletinin büyükleri ve idârecileriyle anlaşmazlığa girmedi. Kabîleler arasında meydana gelen yol kesmek, hırsızlık, kabîle baskınları, aşîretler arasındaki kan dâvâları ve öç alma gibi davranışları önledi. İnsanların huzûr ve sükûn içinde yaşamaları için lüzumlu emniyet tedbirleri aldı...

TAVİLADA VEFAT ETTİ...
Ömrünü İslâmiyeti öğrenmek, öğretmek, insanlara anlatmak yolunda sarf eden Osman Tavilî hazretleri, vefat ederken, irşâd vazîfesini büyük oğlu Şeyh Muhammed Bahâeddîn ve Şeyh Abdurrahmân Ebül-Vefâya verdi. 1867 (H.1283) senesi Şevval ayının altıncı salı günü Tavilada vefât etti. Tavilada evinin önündeki bahçeye defnedildi. Kabri hâlen ziyâretçilere açık olup, onun huzûrunda yapılan duâlar kabûl olunmaktadır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimlerinden Bişr bin Mansûr</label>

Bişr bin Mansûr es-Süleymî, büyük velîlerdendir. Künyesi Ebû Muhammeddir. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 796 (H.180) senesinde Basrada vefât etti. AHMED BİN HANBEL ÖVDÜBişr bin Mansûr, ilim ve edeb üzere yetişti. Zamânının en meşhur hadîs âlimlerinden oldu. Eyyüb Sahtiyânî, Âsım bin Ahvel Saîd el-Cüreyc ve başka birçok âlimle görüşüp onlardan hadîs rivâyet etti. Kendisinden de oğlu İsmâil, Bişr-i Hâfî, Ali el-Medenî, Abdullah Kavârirî, Abdurrahmân bin Mehdî gibi âlimler hadîs rivâyetinde bulundular. Ahmed bin Hanbel hazretleri, Bişr bin Mansûrun hadîs-i şerîf ilminde sika, güvenilir ve îtimâda şâyan bir zât olduğunu bildirdi.
Bişr bin Mansûr, bu ilmî üstünlüğü yanında, zühd sâhibi, dünyâya düşkün olmayan bir kimse idi. Şüpheli olur korkusuyla mubahların kullanılmasına izin verilen şeylerin, çoğundan sakınırdı. İbn-i Mehdî; Onun gibi şüphelilerden sakınan ve yumuşak huylu birini görmedim derdi. Ali el-Medenî de; Bişr bin Mansûr her gün Kurân-ı kerîmin üçte birini okurdu. Beş yüz rekat namaz kılardı. Ondan daha çok Allahü teâlâdan korkan bir başkasını görmedim demiştir...
Birisi gelip ona; Bana nasîhat ediniz dedi. Bunun üzerine ona; Azrâil aleyhisselâm ve yardımcıları seni bekliyorlar buyurdu.

SEVDİKLERİ BORÇLARINI ÖDEDİ
Bişr bin Mansûr çok ibâdet eder beş vakit namazı câmide kılardı. Kardeşi Câfer onun için; Bişr, aslâ hiçbir farz namazın iftitah (başlama) tekbirini kaçırmadı. Dâimâ imâmla birlikte tekbir alır. İftitah tekbirinin fazîletine kavuşmak isterdi. Vefât ettiğinde techiz ve tekfinini benim yapmamı vasiyet etti dedi.
Bişr bin Mansûr, kendisini âhiretten alıkoyacak işlerden uzak dururdu. Bu sebeple; Ne zaman dünyâ işlerinden bir şey aklıma gelse, bu beni âhireti hatırlamaktan alıkor buyururdu.
Bişr bin Mansûra, ömrünün son günlerinde Borçların için vasiyette bulunmayacak mısın? denilince; Ben, Rabbimin günahlarımı af ve mağfiret edeceğini ümid ediyorum. Haliyle borçlarımın da ödeneceğini nasıl ümid etmem dedi. Çok geçmeden vefât etti. Sevdikleri de borçlarını seve seve ödediler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şam'dan yayılan nur Abdullah-ı Herâtî</label>

Abdullah-ı Herâtî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin yetiştirdiği velîlerdendir. İsmi Abdullahtır. Herâtlı olduğu için Herâtî veya Hirevî nisbeleriyle meşhûr olmuştur. Doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemektedir. Şamda vefât etti. Kabri Kâsiyun Dağı eteğinde Mevlânâ Halîd-i Bağdâdî hazretlerinin türbesi yanındaki kabristandadır. ÇOK TALEBE YETİŞTİRDİBüyük evliyâ ve kerâmetler sâhibi olan Abdullah-ı Herâtî hazretleri uzun seneler Şamda Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin dergâhında kalıp talebe yetiştirdi. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve âhirette saâdete ermelerine vesîle oldu.
Zâhirî ilimlerde derin âlim manevî ilimlerde yüksek bir evliyâ olan Abdullah-ı Herâtî güzel ahlâk sâhibiydi. Mütevâzî bir zât olup insanlara hizmet etmeyi severdi. Talebelerinin her türlü dertleriyle ilgilenir ve yardımlarına koşardı...
Ömrünün sonuna doğru Şamdaki Ümeyye (Emeviyye) Câmiinde hazret-i Hüseyinin şehîd başının olduğu makamda oturup ibâdet ve zikirle meşgûl idi. Orada oturduğu sırada rahatsızlandı. Bu onun son hastalığı idi. Bunu duyan talebeleri ve halîfeleri onu sağlık üzere bir daha görüp, duâsını almak üzere kâfile kâfile geldiler. Her birisi etrafında pervâneler gibi dönüyor, hizmette ve saygıda kusur etmemeye çalışıyordu.

ONA TÂBİ OLUN!
Halîfeleri, Abdullah-ı Herâtî hazretlerine hastalığının sâkinleştiği bir zamanda;
Sizden sonra yerinize halîfe olarak kime tâbi olmamızı emredersiniz? İrşâd halîfeliğini kime bırakacaksınız? diye sordular. Abdullah-ı Herâtî hazretleri;
Bu iş için âlim, Ârif-i Samedânî Şeyh Muhammed Hanîden daha lâyıkını görmüyorum. Ben onda tam mükemmel istikâmetten başka bir hal görmüyorum. Mevlânâ Hâlid efendimiz de vefât edinceye kadar ondan hoşnud idi. Benden sonra ona tâbi olun. Teslimiyet anahtarlarını ona bırakın buyurdu.
Bu vasiyeti yaptıktan kısa bir müddet sonra da vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Beni defneyle ve kabrimde gecele!</label>

Süfyân-ı Sevrî hazretleri 713 (H.95) senesinde Kûfede doğdu. 778 (H.161)de Basrada vefât etti. Tebe-i tâbiînin büyüklerindendir. Hikmetli sözleriyle insanlara nasîhatlerde bulunup, hak yolun bilgilerini öğretti. Bu hususta nasîhatleri pek çoktur. Buyurdu ki: KENDİN İÇİN AĞLA!..Ey kardeşim! Her zaman ve her yerde, doğru ol. Yalan, sözünde durmamak, emâneti yerine getirmemek gibi kötü huylardan çok sakın. Yalancı ve sözünde durmayanlarla düşüp kalkma...
Aziz kardeşim! Dînin, senin etin ve kanın yerindedir. Kendin için ağla. Kendine merhamet et. Sen kendine acımazsan, başkası hiç acımaz. Senden dünyâ sevgisini giderip, âhirete hazırlık için teşvik eden kimselerle oturup, kalk...
Aziz kardeşim! Dîni hakkında senden bir şey soran her mümine, yardımcı ol. Onlara yol göster. Onlara nasîhatte bulun. Allahü teâlânın beğendiği bir işte, seninle müşâvere eden (sana danışan) bir kimseden hiçbir şeyi gizleme. Bir mümine hıyânet etmekten çok sakın. Kim bir mümine hıyânet ederse, Allahü teâlâ ve Resûlüne hıyânet etmiş olur...
Süfyan-ı Sevri hazretleri bizzat kendi yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
Ben Mekke-i Mükerremede üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Harem-i şerife gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selam verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırıp dedi ki:
-Ben öldüğüm vakitte kendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gün beni terk etmeyip kabrimde gecele. Münker ve Nekîr meleklerinin suali anında bana Tevhidi telkin et! dedi.

TELKİNİNE İHTİYAÇ KALMADI!
Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim... Kabrinde geceledim. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken;
-Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.
O zaman:
-Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum. Bana cevap olarak:
- Ramazan-ı şerifin orucunu tutup Şevvalden altı gün daha eklemem sebebiyle, dedi.
O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim. Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kere gördüm. Bildim ki bu Rahmanîdir; şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve Ya Rabbi! Beni ramazanın orucuna ve Şevvalden altı gün orucuna muvaffak kıl diye dua ettim. Allahü teala beni de muvaffak kıldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Estergon Muhafızı Kara Ali Bey</label>

Kanuni Sultan Süleyman döneminde ve 1543 yılında elimize geçen Estergon Kalesi Sancakbeyliği haline getirilerek Budin Beylerbeyliğine bağlanmıştı. Ancak kale, bundan yaklaşık elli yıl sonra Alman, Leh, Çek ve İtalyanlardan oluşan 80 bin kişilik bir Haçlı ordusu tarafından kuşatıldı... DURUM ÇOK VAHİMDİ!..Bu sırada Estergon Kalesinde yalnızca beş bin Türk askeri bulunuyordu. Durum gerçekten çok vahimdi ve yardım alma ihtimali de yoktu. Düşmanın teslim olma teklifi Estergon Muhafızı Kara Ali Bey tarafından kabul edilmedi. Kara Ali Bey ve yanındakiler, Biz Rumeli gazileriyiz; kelle verir, kale vermeyiz! diyorlardı. Bu inancı taşıyan er kişilerin savunduğu kaleyi düşürmek elbette kolay olamazdı. Nitekim kuşatmanın uzaması, düşman askerlerini yöneten kumandanları çılgına çevirdi ve askerlerini kırbaçlatmaya başladılar. Bu durumu gören Kara Ali Bey yüksek sesle bağırdı:
Şu melun kumandan yere düşürülürse, kâfir askerlerinin hepsi geri dönecektir. Kim onu vurursa, kendisine dilediği verilecektir! Fakat bu sözler, onun son sözleri oldu. Osman isimli bir yiğit Ya Allah diyerek tetiği çekti ve düşman kumandanını yere serdi. Ne var ki bu arada kale kumandanı Kara Ali Bey de şehid oldu. Onun yerine kumandayı, o sırada kalede bulunan Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa aldı. Ancak, kalede kıtlık ve susuzluk başladığı için yapılacak fazla bir şey yoktu.
Kalede bulunan tarihçi Peçevî İbrahim Efendi durumu şöyle özetliyordu:
Sarnıç etrafında hararetinin şiddetinden ıslak mermerleri yalayan ve bir damla su için can veren elsiz-ayaksız yaralıların inlemeleri yürekleri sızlatıyordu.

ESİRLER VİŞEGRADA GÖTÜRÜLDÜ
İçerideki durum gerçekten elem vericiydi. Bu arada Yeniçeri askerinin ayaklanması her şeyi altüst etti. Artık teslim olmaktan başka çare yoktu. Aralarında, Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşanın da bulunduğu esirler Tuna Nehrindeki gemilere bindirilerek Vişegrada götürüldüler.
Başvezirlik ve kumandanlık görevine tayin edilen Lala Mehmed Paşa, kalenin elden çıkışından on yıl sonra bu defa fetih için Estergon önlerindeydi. 29 Ağustos 1605te başlayan kuşatma bir ay sürdü ve kale 29 Eylülde ele geçirildi. Artık yaralar sarılmış, kaybedilen dosta kavuşulmuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bâyezîd-i Bistâmî ve Ebû Türâb'ın talebesi</label>

Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisidir. Sultân-ül-Ârifîn lakabıyla meşhûrdur. Tasavvufta derecesi çok yüksek idi. Talebelerine sık sık şöyle nasîhat ederdi: EN GÜZEL HASLET...Müslüman kardeşinize saygılı olmanızdan daha kolay ne vardır? Onlara hürmet etmek, haklarını korumak ne güzel haslettir! Müslüman kardeşlerimize kin beslemek, onlara karşı saygısız olmak ne zararlı şeydir! Bu yol hiç kimseye fazîlet kapısını açmamış, hiç kimseyi başarıya ulaştırmamıştır...
Buyurdu ki: Dilini, Allahü teâlânın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka şeyler konuşmaktan koru. Nefsini hesâba çek. İlme yapış ve edebi muhâfaza et. Hak ve hukûka riâyet et. İbâdetten ayrılma. Güzel ahlâklı, merhamet sâhibi ve yumuşak ol. Allahü teâlâyı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma.
Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin Mecûsî olan bir komşusu ve süt emme çağında bir de çocuğu vardı. Bu Mecûsî sefere çıktı. Evlerini aydınlatacak bir şeyi bulunmadığı için çocuk ağlıyordu. Bâyezîd hazretleri her gün bir çıra alıp, komşusunun evine götürdü. Mecûsî seferden dönüp de bu durumu öğrenince, kendisinde değişiklikler hissetti. Bâyezîd hazretlerine karşı kalbinde bir sevgi hâsıl oldu ve; O zâtın aydınlığı varken bizim karanlıkta bulunmamız hiç uygun değildir diyerek hemen huzûruna gidip Müslüman oldu...

HER GÜN KENDİNDEN GEÇERDİ
Ebû Türâb Nahşebî hazretlerinin bir talebesi vardı. Allahü teâlâya olan muhabbetinin çokluğundan dolayı hemen her gün yüzlerce defa kendinden geçip bayılırdı. Bir gün hocası, kendisine Sen Bâyezîd hazretlerini görsen daha çok derecelere kavuşurdun dedi ve o talebe ile berâber o mübareğin yanına geldiler. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri ile o talebe göz göze geldikleri anda talebe düşüp orada hemen vefât etti. Bunun üzerine; Ebû Turâb Nahşebî dedi ki:
Yâ Bâyezîd! Bu talebe öyle idi ki, Allahü teâlânın aşkı ile kendisinde bazı hâller olur, kendisinden geçerdi. Fakat sizi bir defa görmekle düşüp can verdi. Bu nasıl oluyor?
Bâyezîd hazretleri buyurdu ki:
O kişinin hâli doğru idi. Önceden, onun müşâhedesi kendi makamı kadar idi. Beni gördüğü anda, müşâhedesi benim makamım kadar oldu. Lâkin o kimse buna takat getiremeyip, can verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cennette iftar etti... Abdullah bin Mahreme</label>

Abdullah bin Mahreme, İslâmiyeti ilk kabul eden sahabelerdendir. Asıl adı, Ebû Muhammed Abdullah bin Mahreme bin Abdiluzzâ El-Kureşi El-Âmiridir. Cafer bin Ebû Talible Habeşistana hicret etmişti. Habeşistandan da Medineye hicret etti. Bu sırada otuz yaşındaydı. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Ferve bin Amr El-Beyâzi ile kardeş yaptı BÜTÜN SAVAŞLARA KATILDI...Abdullah bin Mahreme, ibadete düşkün bir sahabi idi. Peygamber Efendimizle bütün savaşlara katıldı. Şehadet arzusuyla yanıyordu. Savaş içinde dahi oruç tutardı. Daima derdi ki: Her mafsalım darbe yesin, Allah yolunda bu tatlı canım tükensin, Yeter ki Rabbim şehidler içine seçsin!..
Nitekim, kırk yaşında iken Yemâme Savaşına katıldı. Yemame Harbi ki, Hazret-i Ebubekir (radıyallahü anh) devrinde, yalancı peygamber Müseylemetül-Kezzab ordusuna karşı yapılmıştır...
Müseyleme, peygamber olduğunu ileri sürerek büyük fitne çıkarmıştı. Hâlid bin Velîd komutasındaki İslâm ordusu bu alçak fitnecinin üzerine sevk edilmişti.
İslâm askeri Müseylemetül-Kezzâbın ordusunun üzerine şiddetli bir taarruza geçti. Bu sırada Hazreti Vahşi; Hazreti Hamzayı şehîd ettiği mızrak ile Müseylemeyi öldürdü.

ÂDETA BİR KAN ÇEŞMESİ!..
Bu cenkte Müseylemetül-Kezzâbın kırk bin kişilik ordusundan yirmi bini öldürülmüş, fakat Müslümanlardan da iki binden ziyade şehîd verilmişti. Şehîd olanların içerisinde yetmişten ziyade hafız vardı. Yaralıların sayısı da bir hayli fazlaydı. Yaralılar arasında Abdullah bin Mahreme hazretleri de vardı. O kadar yara aldı ki, her tarafından oluk oluk kan akmaya başladı. Bir kan çeşmesi olmuştu.
Onun son anlarını Abdullah bin Ömer (radıyallahü anh) şöyle anlatıyor:
Onun son anlarını yaşadığı haberi geldi. Ramazandı. Yeni iftar ediyordum. Koştum. Beni görünce iftar oldu mu? diye sordu. Biraz su istedi. Fakat ben, getirinceye kadar vefat etti; asıl iftarı etmek üzere Kevser Havuzunun bulunduğu âleme göçtü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Asr-ı saadetteki bazı münafık ve casuslar!</label>

Münafıkların ünlülerinden biri Evsin Levzanoğullarından Nebtel bin Haris idi. Bu adam hakkında Sevgili Peygamberimiz Kim şeytanı görmek isterse Nebtel bin Harise baksın buyurmuştur. Sık sık Resulullah Efendimizin ziyaretine gelir ve işittiklerini münafık arkadaşlarına yetiştirirdi... Peygamberimiz hakkında da arkadaşlarına şöyle derdi O BİR KULAKTAN İBARET!..- Şu insanlar ne saf! Muhammedi bir şey zannediyorlar. Halbuki o bir kulaktan ibaret; kimden ne duysa kanıyor...
Allahü teâlâ, vahiy göndererek Resulullahın Nebtele karşı dikkatli olmasını bildirdi...
Yahudilikten dönme münafıklar da gayet tehlikeliydi. Müminlerin kalbine şüphe tohumları ekmek, imanlarını bozmak, iman ehlini birbirine düşürmek; haberleri Yahudilere aktarmak için şeytana taş çıkartırcasına çalışıyorlardı. Bir şeye sabah inanmış gözüküyorlar; akşam inkâr ediyorlardı.
Malik bin Ebi Kavkal tam bir Yahudi casusuydu. En tehlikelileri ise Rafi bin Hureymele idi. Onun cehennemi boyladığı gün Resulullah Efendimiz Bugün münafıkların büyüklerinden biri öldü buyurdular...
Asma binti Mervan, Yahudi Hatmaoğulları kabilesinin İslâm düşmanı taşkınlarından bir kadın... Umeyr bin Adiy ise aynı kabileden olduğu halde hidayete kavuşmuş ve fakat daha birçok ırkdaşı gibi Müslümanlığını aşikâr edememiş bir âmâ kimse... Sevgili Peygamberimiz Bedirde iken bu kadın, halkı değme erkeklere taş çıkartırcasına Resulullah aleyhine tahrik edip kızıştırıyordu. Umeyr radıyallahü anh, kendi kendine söz verdi: Eğer Allahın Resulü salimen dönerse ben bu kadını öldüreceğim!..
Sözünde durdu ve; ramazan ayının yirmibeşinci gecesi bu fitne-fücur kadının evine girerek bir kılıç darbesi ile işini bitirdi...
Ama Umeyr bin Adiy, bunu gerçekleştirirken Resulullaha haber vermemişti. Bu sebeple acaba suç mu işledim korkusu yaşıyordu. Bu kalb fırtınası ile sabah namazını mescidde kıldı. Namazdan sonra Peygamber efendimizin mübarek nazarları Umeyre ilişti; sordular:
- Asma binti Mervanı öldürdün mü?
Umeyr bin Adiy, ürkek ürkek cevap verdi.
- Evet ya Resulallah!
Efendimiz kendilerini dinleyen eshaba döndüler ve buyurdular ki:
- Allah ve Resulüne gizlice yardım eden birini görmek isterseniz Umeyr bin Adiye bakınız.
Hazreti Ömer hayret etti:
  • Şu âmâya mı ya Resulallah?
  • Sus ya Ömer! Ona âmâ deme! Baş gözünün kapalı olması sizi yanıltmasın; görmesinde eksiklik yoktur.

 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Sultan Kutbeddîn Hilcî'nin âkıbeti!..</label>

Hindistan Sultanı Alâeddînin yerine, kardeşlerini öldürerek geçen Kutbeddîn Hilcî, zamanın en büyük velisi Nizâmeddîn Evliyâ hazretlerine, akıl almaz bir kin beslemeye başladı. Bu kin, daha sonra açık bir düşmanlığa dönüştü... O zaman Nizâmeddîn Evliyânın dergâhında günlük masraf; fakir, dul kadınlara, yetimlere ve muhtaç kimselere verilen sadakalar hâriç, iki bin gümüştü. Bu durumu kıskanan bâzı fitneciler, sultâna; Nizâmeddîn Evliyâ, bu sadaka olarak dağıttığı ve harcadığı servetini, onu sık sık ziyâret eden şehzâdelerden ve devletin resmî vazifelilerinden topluyor diye şikâyette bulundular. Ayrıca sultânı, herkesin Nizâmeddîn Evliyâyı ziyâret etmemesi için bir emir çıkarmak üzere iknâ ettiler... DERGÂHTAN DIŞARI ÇIKMAMBu durumu duyan Nizâmeddîn Evliyâ, dergâhındaki harcamalarını iki katına çıkardı ve buradan istifâde edenlerin sayısı on binden, on altı bine yükseldi. Bu yüzden sultânın çıkardığı emrin bir zararı olmadı. Sultan bu durumu işittiği zaman; Yanılmışım! Şeyh, yardımı Allahtan alıyor demekten kendini alamadı...
Bu kerâmete rağmen, Kutbeddîn Hilcînin, Nizâmeddîn Evliyâya düşmanlığı devâm etti. Bir gün sultan, o mübareği huzûruna çağırdı. Buna cevap olarak, Nizâmeddîn Evliyâ şöyle dedi: Ben, sûfî bir kişiyim, dergâhımdan dışarı çıkmam. Daha da önemlisi her sûfî silsilesinin kendine mahsus değişmeyen kaideleri vardır... Lütfen beni kendi hâlime bırakınız.
Mağrur sultan, bu cevapla tatmin olmadı ve Nizâmeddîn Evliyânın her hafta iki defâ huzûruna gelmesi için yeni emirler gönderdi. En son gönderdiği emre göre bu mübareğin, her ayın ilk günü, Selâm için sultânın dîvânında bulunması isteniyordu...

EN GÜVENDİĞİ ADAM ÖLDÜRDÜ!..
Nizâmeddîn Evliyâ gelenlere; Bakalım, Allahü teâlânın bu iş için izni ne olacak diye cevap verdi ve onların yanından ayrılmalarını istedi. Heyet sultânın yanına dönünce, ona; Nizâmeddîn Evliyâ istenen târihte huzûrda olacak dediler. Fakat birkaç gün sonra Nizâmeddîn Evliyâ talebelerinin yanında; Önce gelen büyüklerimizin âdetlerine aykırı düşen hiçbir şey yapmayacağım. Selâm alayına katılmayacağım dedi. Peki netice ne oldu? Mağrur Sultan Kutbeddîn, sarayında uyurken en güvenilir adamlarından olan Hüsrev Hân tarafından başı kesilerek öldürüldü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimi Hâlid bin Ma'dân</label>

Hâlid bin Madân, Tâbiînin büyüklerinden, hadîs ilminde güvenilir bir âlimdir. Aslen Yemenli olup, Humusta ikâmet etti. Hicri 103 (m. 722) senesinde vefât etti. Bu mübarek zat çok ibâdet ederdi. Her an kalbi Allahü teâlâ ile meşgûl idi. Çok hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. İşte onlardan birkaçı: ALLAHTAN KORKUNUZ!
Allahü teâlâdan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itaat ediniz! Ben öldükten sonra gelecekler, çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman benim ve halifelerimin yoluna sarılınız! Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız! Çünkü, bu yeni şeylerin hepsi bidatdir. Bidatlerin hepsi, dalâlettir, doğru yoldan ayrılmaktır.
İki türlü cihad vardır. Her kim, Allahü teâlânın rızâsını talep eder, devlet başkanına itaat eder, helâlden kazanıp helâlden sarf eder, ortağına kolaylık gösterir ve fesat şeylerden kendisini muhafaza ederse, o kimsenin uyuması, uyanması ve bütün hareketleri sevâbtır. Her kim gösteriş ve riya için gazâ ederse, devlet başkanına karşı gelirse, yeryüzünde fesatlık yaparsa, o kimse bu gazâdan hiçbir sevâb kazanamaz.
Allahü teâlâ bir kuluna hayırlı şeyleri yaptırmak isterse, o kimseyi fâkih (fıkh âlimi) yapar. Şayet bir kimseye hayırlı şeyler yaptırmak istemez ise, dînin ahkâmında onu câhil kılar.
Allahü teâlâ buyurur ki: Kullarımın bana en sevgili olanları, seher vaktinde istigfar eden, kalbleri mescidlere bağlı olan ve benim sevgimle Allah için sevilenlerdir. Yeryüzündekiler, bunlara bir cezâ vermek istediklerinde ben onları hatırlar ve bu cezâyı onlardan uzaklaştırırım.

VEFÂT EDERKEN BİLE!..
Hâlid bin Madân hazretleri, Allahü teâlâyı çok zikir ve tesbih ederdi. Öyle ki, vefât ettikten sonra parmakları tesbih eder gibi hareket ediyor görüldü. Çok ibâdet etmekten zaîf, halsiz düşmüştü. Allahü teâlâya çok ibâdet etmekte, kendinden geçecek şekilde şiddetli arzu sahibi olup, engin bir kalbe ve hakîkaten medh edilmeğe lâyık yüksek bir akla sahipti... Vefât ettiğinde oruçlu idi. Rivâyet edildiğine göre; her iki günde bir kırk bin tesbih (sübhanallahi ve bihamdihi...) okur ve bunun çok kıymetli olduğunu bildirirdi. Her kim bu kelimeyi söylese Allahü teâlâ onun için bir melek yaratır, melek kıyâmete kadar bunu söyleyen kişi için duâ eder buyururdu. Vefât ederken de tesbih okuyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyh Ahmed Şemseddîn</label>

Ahmed Şemseddîn hazretleri, on dokuzuncu yüzyıl Irak velîlerindendir. Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfelerinden Osman et-Tavilînin dördüncü oğludur. Hacı Şeyh Ahmed Şemseddîn diye meşhûr olmuştur. 1811 (H.1226) senesinde doğdu. 1890 (H.1308) senesinde vefât etti... FAKÎH BİR ZAT İDİ...Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîl eden Şeyh Ahmed Şemseddîn; âlim, fâzıl, zâhid, âbid ve fakîh bir zât idi. Zalm Suyunun yakınında bulunan Ahmedova köyünde yerleşti. Babası ona insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda icâzet verdi. İlim ve mârifette yüksek bir velî oldu...
Bir ara İstanbula gelerek Sultan Abdülmecîd Hanı ziyâret eden Ahmed Şemseddîn hazretleri, Pâdişâhın ihsân ve iltifâtına kavuştu...
Kendisi yüksek bir velî ve yol gösterici olmasına rağmen büyük kardeşi Ömer Ziyâeddîn hazretlerine hürmeten ve ona olan edebinden dolayı irşâd kürsüsüne fazla oturmadı. Bu yüzden talebelerinin sayısı azdır.
Birçok kerâmetleri görüldü. Talebelerinden Hacı Mehmed Emin Efendi onun şu kerâmetini anlattı:
Deniz yolu ile hacca gidiyorduk. Bindiğimiz gemi bir ara şiddetli bir fırtınaya tutuldu. Gemi batacak duruma geldi. Kaptan, yolcuları boşaltmak niyetiyle can kurtaran sandallarına yolcuların binmesini istedi. Yolcular sandallara binmek üzereyken Şeyh Ahmed Şemseddîn hazretleri kaptana Korkma, inşallah bu gemiye hiçbir zarar gelmeyecektir! buyurdu. Allahü teâlânın kudretiyle biraz sonra hava yumuşayarak fırtına dindi, gemi ise yoluna emniyetle devâm etti. Kaptan, denizcilerle birlikte Şeyh Ahmed Şemseddîn hazretlerinin ellerinden öperek talebesi oldular...

CANI KAR İSTEMİŞTİ...
Şeyh Ahmed Şemseddîn hazretleri 1890 senesinde ortaya çıkan salgın vebâ hastalığına tutuldu. Hastalığı sırasında büyük kardeşi Şeyh Ömer Ziyâeddîn Efendi yanına geldi. Şeyh Ahmed içi yandığından ağabeyinden bir parça kar istedi. Ömer Ziyâeddîn Efendi, mevsim yaz olduğundan, ancak yüksek dağların doruklarında bulunan kardan getirtmek için adam gönderdi. Fakat giden şahıs geri dönmeden Şeyh Ahmed Şemseddîn vefât etti. Ömer Ziyâeddîn Efendi, gelen kardan bir avuç alarak rûhunu teslim etmiş olan Şeyh Ahmedin avucuna koydu. Bu sırada Şeyh Ahmed elini öyle sıktı ki, kar eridi.
Ömer Ziyâeddîn Efendi oradakilere şöyle dedi: Şeyh Ahmedin ölümü böyle olur.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri