Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kederden sevince Âdile Sultan</label>

Âdile Sultan, Sultan İkinci Mahmud Hanın kızı, Sultan Abdülmecid Hanın da kız kardeşidir. Divan edebiyatı şairidir. 1825 yılında, İstanbulda, Sultan 2. Mahmud ve Zernigar Sultanın kızı olarak dünyaya geldi... Babası Mahmud Han da şair bir padişahtı... KAPTAN-I DERYA İLE EVLENDİÂdile Sultan sarayda çok iyi bir eğitim görmüş, daha sonra da Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşa ile evlenmiştir. Mehmet Ali Paşa daha sonra sadrazam olacak, ama çiftin bu mutluluğu fazla uzun sürmeyecektir. Önce üç çocuklarını kaybederler, daha sonra Mehmet Ali Paşa ölür, son olarak da genç kızı Hayriye Sultan vefat eder...
Ölümlerle sarsılan Âdile Sultan büyük bir kedere gömülür. İşte böyle bir zamanda karşısına, o devrin meşhur evliyasından Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretleri çıkar. Ona gönülden bağlanır ve talebe olur. Tam manasıyla kendini ibadete verir, başına gelenlerin, Allahü tealanın takdiri olduğunu kabul eder ve ona teslim olur. (Gümüşhanevi hazretleri, büyük veli Abdülfettah Akri hazretlerinin, o da Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin talebesidir.)
Âdile Sultan 1898de yetmiş üç yaşında vefat etti. Bu süre zarfında, İkinci Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz, Beşinci Murad ve İkinci Abdülhamidin saltanatını gördü. Başta babası olmak üzere kardeşleri ve yeğenleri tarafından sevilen ve devlet işlerine karışmayan Adile Sultan, aynı zamanda Osmanlı hanedanına mensup divan sahibi tek kadın şairdir. Türbesi İstanbul Eyüpte, Bostan İskelesi yakınındadır.

SON GÜNLERDE SÖYLEDİĞİ ŞİİR
Âdile Sultan, vefatından biraz önce, içindeki ilahi aşkı anlatan şu şiiri söylemiştir:
Aşkta kanun imiş âşıklara cevr eylemek/Âşık oldur kim cefâ-yı yâre sabretmek gerek/Aşk nâz ü şîve evvel gösterir âşıklara /Âşık ol demde ona cânı fedâ etmek gerek/Âşıkın ancak murâdı dostunun maksûdudur/Çekse de bin derd ü mihnet hep sebât etmek gerek/Arzû-yı dü-cihândan geçmedir aşka nişân/Terk-i cân edip reh-i cânâna azm etmek gerek/Âftâb-âsâ bilip her zerresin nûr-ı safâ/Her belâ dosttan gelir kim merhabâ etmek gerek/Havf-ı adâ eylemez olan müsellah aşk ile/Yanmadan Hakka erilmez pertev-i tevhîd gerek/Nefsle cehd et tecellî eylesin aşk-ı Hüdâ/Beyt-i kalbi Âdile mamûr ü pâk etmek gerek...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Allah'ım, bana olan vaadini yerine getir!</label>

Biraz sonra, tarihin en mühim, en amansız ve en büyük savaşı başlayacaktı... Muhammed aleyhisselam, Eshabıyla sabah namazını kıldılar. Sonra da Eshabına, cihad ve şehidlik hakkında hitab ettiler... Hazreti Ömer radıyallahü anh o anı şöyle anlatıyor: BU TOPLULUK HELAK OLURSA...Bedir gününde Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere baktı. Onlar bin, Peygamber aleyhisselâmın sahabîleri ise üç yüz on dokuz kişiden ibaretti.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), kıbleye döndü ve ellerini kaldırıp şöyle dua etmeye başladı:
Ey Allahım, bana olan vaadini yerine getir; ey Allahım, bana vaad ettiğini ver; ey Allahım, Müslüman halkından bu küçük topluluk helak olursa, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz!
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini uzatmış, Kıbleye dönmüş olarak Rabbine yalvarmaya devam ediyordu. Cübbesi omuzlarından düşmüştü. Hazreti Ebû Bekir geldi, cübbesini omuzlarına kaldırdıktan sonra, arkasından tutup kendi göğsüne dayadı ve;
- Yâ Resulallah, yeter Rabbine yalvardın. O sana olan vaadini yerine getirecektir! dedi.
Bunun üzerine Allahü teâlâ; Hani Rabbinizden yardım istiyordunuz da, (Muhakak size meleklerden birbiri ardınca binlercesi ile yardımda bulunacağız) diye duanızı kabul buyurmuştu. (Enfâl Sûresi) mealindeki Âyet-i kerîmeyi indirdi. Ve Allahü teâlâ meleklerle Resulüne imdada yetişti...

İLERİ EY HAYZÛM!..
İbni Abbas radıyallahü anh anlatıyor:
O gün Müslümanlardan bir kişi, müşriklerden bir adamın karşısında güç bir vaziyette kalmışken, birdenbire müşrik kimsenin üzerinde bir kamçı darbesinin sesini ve atlının İleri ey Hayzûm! dediğini duydu. Karşısındaki müşrike bakınca, adam sırtüstü yere yıkıldı. Bir de baktı ki, adamın burnu kırılmış, yüzü yarılmış, kamçının isabet ettiği yerler mosmor olmuştu. Sonra da müşrikin canı Cehenneme gitti. Ensârdan olan o zat bunu gelip Peygamber aleyhisselâma anlatınca, Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):
- Doğru söylüyorsun. Bu, üçüncü kat semâdan gelen yardımdır! buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir zekâ hârikası İbn-i Şihab ez-Zühri</label>

İbn-i Şihab ez-Zühri hazretleri Tâbiîn devrinin meşhûr âlim ve velîlerindendir. 672 (H.52) târihinde doğup, 742 (H.124) senesinde, Şamda vefât etmiştir. Bir zekâ ve fazîlet hârikasıydı. Kurân-ı kerîmi seksen gecede ezberlemişti. Medîne-i münevveredeki Fukahâ-i Seba, yâni yedi meşhûr âlimin bildirdikleri fıkıh bilgilerinin hepsini öğrenmişti. İLİM BİR HAZİNEDİRZührî, Resûlullah efendimizin mübârek hadîs-i şerîflerinin sağlam şekilde zaptedilmesi için, ilk çalışmayı başlatan büyük bir âlimdir. Hadîs-i şerîfleri önce o toplayıp kitap hâline getirmiştir.
Zührî hazretleri buyurdu ki:
Tam ehil olmadan fetvâ veren kimse, Allahü teâlânın nezdinde mesûl olur. Böyle kimse, Cehennemin tâ kenârındadır.
Biz bir âlime gittiğimizde, bize göre, ondan edep ve terbiyeyi öğrenmek, onun ilminden istifâde etmekten önce gelirdi.
Bizden önceki büyüklerimizden duydum: Sünnete sarılmak, insanın dünyâ ve âhirette kurtuluşuna vesîledir. İlmi yaşatmak din ve dünyâ işlerinin iyi olmasını temin eder. İlim giderse, din ve dünyâ da gider. Her şeyin nizam ve intizâmı bozulur.
Bir gün Ubeydullah bin Abdullah Utbenin yanına gittim. Sinirli bir hâli vardı. Kızma sebebini sordum. Az önce bir yere uğradım. Selâm verdim, almadılar. Doğrusu hayret ettim dedi. Bunun üzerine ona; Buna hiç hayret etme. Nedense bâzı kimseler, kötü bir huy olduğu halde, kibirden sakınmıyorlar. Halbuki, topraktan yaratıldı. Yine ona dönecek dedim.

BEN ŞEHİD DEĞİL MİYİM?
Zührî hazretleri şöyle nakleder:
Bedir Gazasında Ubeyde (Ebû Amr) radıyallahü anh ile müşriklerden Utbe birbirlerine karşılıklı hamle yaptılar. Birbirlerine gâlib gelemediler. Hazreti Hamza ile Hazreti Ali rakiblerini öldürdükten sonra Ubeydeyi yaralıyan Utbeye hücum ettiler. Onu öldürüp Hazreti Ubeydeyi Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna getirdiler. Ubeydenin bacağı kesilmiş, kemiğinin iliği akıyordu. Peygamber efendimize; Yâ Resûlallah! Ben şehîd değil miyim? diye sordu. (Evet, şehîdsin) buyurdular. Bunun üzerine Hazreti Ubeyde; Resûlullahı korumak için onun etrafında, oğullarımızı, hanımlarımızı ve canımızı feda ederek öldürülmedikçe kimseye teslim etmeyiz diye Ebû Tâlibe söz vermiştik. Sağ olsaydı sözümüzde durduğumuzu görürdü dedi
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed Ziyâeddîn ve tövbekâr kemancı...</label>

Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî 1813 (H.1228) târihinde Gümüşhânenin Emirler Mahallesinde doğdu. 1893 (H.1311) târihinde İstanbulda vefât etti. Kabr-i şerîfi, Süleymâniye Câmii avlusunda Kânûnî Sultan Süleymân Han Türbesinin kıble tarafındadır... ABDÜLFETTÂH-I AKRÎNİN TALEBESİBu mübarek zat, evliyânın büyüklerinden Abdülfettâh-ı Akrî hazretlerinin talebesidir. Abdülfettâh-ı Akrî hazretlerinin 1864 yılında vefâtından sonra Ahmed Ziyâeddîn Efendi, İstanbulda hak yolun bilgilerini anlatmaya başladı...
Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleri Beykoz taraflarındayken bir gün elinde kemanla serseri serseri dolaşan birini gördü. Fısk ve günah içindeydi. Başını o kişiden yana çevirdiler ve hizmetçisine; Git o zavallıyı çağır buraya gelsin buyurdular. Bundan sonrasını hizmetçi şöyle anlatır:
O çalgıcı kişinin yanına vardım ve ona; Gel seni hocamız Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleri istiyor dedim. Çalgıcı gülmeye başladı ve bana; Hocanız beni ne yapacakmış? dedi. Ben de; Bilmiyorum. Seni çağırmamı söyledi dedim. Berâberce geldik. Ziyâeddîn hazretleri ona; Yaklaş! buyurup kulağına bir şeyler fısıldadı. Bunun üzerine kemancı titreyip ağlamaya başladı. Tövbe ederek hocama talebe oldu. Dergâhta yıllarca sadâkatle hizmet etti. Güzel hallere kavuştu. Lâkin Ziyâeddîn hazretlerinin ona gizlice ne söylediğini kimse anlayamamıştı...
Dergâhtaki talebeler bir gün tövbekâr kemancıya; Kardeşim! Hayli zamandır gizler durursun. Açıkla bu sırrı! dediler. Bunun üzerine o şöyle anlattı:

SENİN ÂKIBETİN İYİ OLACAK
Önceleri bir zâtın talebesiydim. Lâkin o zâtın etrâfını bozuk inanışlı kimseler sarmıştı. Hocamsa îtikâdı düzgün temiz birisiydi. Vefât edeceği zaman bana; Oğlum! Seni Allahü teâlânın sâlih kullarına ısmarlıyorum. Âkıbetin iyi olacak. Sakın evliyâyı inkâr etme! buyurdu. Sonra vefât etti. Bunun üzerine ben bozuk inanışlı kimselerden ayrıldım. Birçok yerler dolaştım. Lâkin nefsime uyup serseri bir hâle düştüm. Çalgıcı oldum. Cenâb-ı Hak karşıma Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretlerini çıkardı. Beni de ona yaklaştırdı. Gümüşhânevî hazretleri o gün gizlice kulağıma; Oğlum! Hocan seni bize ısmarladı. Artık hak yolu bizden öğrenirsin buyurdu. Bu sözü işitince hemen hocamın yıllar önce bana söylediklerini hatırladım ve talebesi oldum.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ebû Bekr-i Şiblî ve Hıristiyan bir genç</label>

Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri 861 (H.247) senesinde Samarrâda doğdu. Bağdâta gelip, buraya yerleşti. Cüneyd-i Bağdâdînin talebesidir. Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerindendir.. DÖRT YÜZ HOCADA OKUDUMŞiblî hazretleri buyurdu ki: Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadîs-i şerîf öğrendim. Bütün bu hadîslerden bir tânesini seçip kendimi ona uydurdum. Çünkü, kurtuluşu ve ebedî saâdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasîhatleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadîs-i şerîf şudur: Peygamber efendimiz bir Sahâbîye buyurdu ki: (Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya muhtâç olduğun kadar itâat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günâh işle!)
Bir gün Şiblî hazretlerine, hacca giden sofîlere ayakkabı satın almak için, bir dirhem lâzım oldu. Hıristiyan bir genç; Beni de berâberinde hacca götürme şartıyla, sana bu bir dirhemi veririm dedi. Ebû Bekr-i Şiblî bunun üzerine; Ey Genç! Sen hac yapmaya ehil değilsin ki deyince, genç; Sizin kervanınızda hiç yük merkebi bulunmaz mı? Bu sefer de beni yük merkebi yerine tutamaz mısınız? dedi...
Yol hazırlıkları tamamlanınca, genç onlarla berâber yola çıktı. Ebû Bekr-i Şiblî; Ey Genç! Hâlin nasıldır? diye sorduğunda, genç; Efendim! Sevincimden gözüme uyku girmiyor. Sizinle yolculuk yaptığım için çok memnûnum dedi...
Kâfile yolda giderken ne zaman konaklasalar, o genç hemen yerleri süpürür, dikenleri temizlerdi... Sonunda ihram giyme yerine vardılar. Genç onlara bakıp, onlar gibi giyindi. Kâbe-i şerîfe varınca, Ebû Bekr-i Şiblî gence; Üstünde zünnâr olduğu hâlde Kâbe-i şerîfe girmene izin vermem dedi.

ONU BURAYA BİZ GETİRDİK
Bunun üzerine genç şöyle söyledi: Yâ Rabbî! Şiblî, senin evine girmeme izin vermeyeceğini söylüyor! dedi. O anda gaibden bir ses; Ey Şiblî! Onu Bağdâttan buraya biz getirdik. Onun kalbine aşk ateşini biz koyduk. Lütuf zinciriyle evimize kadar onu biz çektik. Ey dost olan genç, sen içeri gir! dedi.
Herkes Kâbeye gidip tavaf ettikten sonra dışarı çıktılar. Fakat genç dışarı çıkmadı. Ebû Bekr-i Şiblî; Ey Genç! Dışarı gel diye seslendi. Bunun üzerine genç; Ey Şiblî! O beni dışarı bırakmıyor. Ne kadar çabalasam çıkış kapısını bulamıyorum dedi ve kısa bir zaman sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bir garip berber Derviş Hüseyin</label>

Şeyh Derviş Hüseyin, Ganîzâde lakabıyla meşhur velîdir. Sipâhi iken, Şeyh Mustafa Köstendilî hazretlerine talebe olup, onun sohbetlerinde kemâle erdi. Berberlik yapardı. Dükkanında kendi hâlinde oturur, kimse ile görüşmezdi. Kendisine yetecek kadar kazanç sağlayacağı müşteri gelirdi. O zamânın parası ile çocuklar için bir akçe, büyükler için ise bir para ücret alırdı. Fazla veren olursa, üstünü geri verir, kabûl etmezdi. Tasavvuf hallerine dalmıştı. Gece-gündüz, yaz-kış dükkanından ayrılmazdı. İki oğlan, üç kız evlâdı vardı...Bu mübarek zat, divâne bir halde idi. Bir gün ona tıraş olmaya gelen bir zât, tam sakalının alt tarafını tıraş ederken içinden; Bu divâne bir kimsedir. Usturayı boğazıma çalıvermesin! diye düşündü. GÖNÜL EHLİNDEN ZARAR GELMEZ
Hemen onun kalbinden geçeni anlayıp güldü ve;
Meraklanma, gönül ehlinden kimseye zarar gelmez dedi.
Bir gün de, bir yerde otururken yanına biri yaklaşıp;
Hüseyin Efendi, bizim Ali şimdi nerede acaba? diye yolculukta olan oğlunu sordu.
Gözlerini kapayıp açarak; Falan tepenin alt tarafında, falan derbentte bir asker ile gidiyorlar diyerek bulunduğu yeri târif etti.
Soran kimsenin oğlu Ali yolculuktan döndüğünde, Hüseyin Efendinin yerini söylediği gün o yerden geçmekte olduğunu söyledi. Böylece Hüseyin Efendinin, kerâmet sâhibi bir zât olduğunu anladılar...

CENAZE NAMAZI KILACAĞIM!
Bir kimse bir şey sorduğunda eğer kalabalık arasında ise işi dîvâneliğe vurup başka sözler söyler, yalnız iken sorarsa, doğru cevap verip müşkilini hallederdi.
Bir gün onun abdest aldığını gören biri;
Neden abdest alıyorsun? diye sorunca;
Biraz sonra cenâze var da onun namazını kılmak için hazırlanıyorum dedi.
Sonra baktığında Hüseyin Efendinin küçük oğlunun vefât ettiğini gördü...
Bir gün, vefât edeceğini anlayıp, dükkanını kapatarak evine döndü. Niçin erkenden dükkanı kapattığını soranlara Artık dükkana, evlada veda etme vakti geldi. Ecel evde beni bekliyor dedi. Üç-beş gün hasta yatıp vefât etti. Üzerinden, kefen ve defin ihtiyacı için lâzım olan kadar para çıktı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Merhamet deryası Süveyd Sincârî</label>

Süveyd Sincârî hazretleri hikmetli sözleriyle güzel hal ve kerâmetleriyle tanınıp meşhur oldu. Talebesi Osman Sincârî anlatır: Hocam Süveyd Sincârî ile sokakta giderken, bir adamın bir kadına baktığını gördük. Hocam ona yaklaşıp haram olan bu işi yapmamasını bildirdi. Lâkin adam bundan vazgeçmedi. Hocam o zaman; Yâ Rabbî! Bunun bakışını al. Tâ ki bir daha yabancı kadınlara bakmasın diye dua etti. O sırada adamın gözleri görmez oldu... BUNUN GÖZLERİNİ AÇ YÂ RABBİ!
Aradan bir hafta geçtikten sonra o kişi Süveyd hazretlerinin dergâhına gelip tövbe ve istiğfâr ederek günâh işlediğine pişman olduğunu bildirdi. Gözlerinin açılması için duâ ricâ etti. Süveyd hazretleri ellerini açıp şöyle dua etti:
Yâ Rabbî! Bunun görür hâle gelmesini nasîb eyle. Zîrâ o, tövbe ve istiğfâr etti. Zâtına karşı özür diledi... Bunun üzerine o kişinin gözleri görmeye başladı...
Süveyd Sincârî hazretleri bir mescidde ibâdetle meşgûldü. O sırada içeri bir âmâ girdi. Kıbleyi bilemeyip ters yöne namaza durdu. O zaman Sincârî hazretleri;
Yâ Rabbî! Bu kulunun gözünü nûrun ile aydınlat diye dua etti. Allahü teâlâ bu hâlis duâyı kabûl edip derhal o kişinin gözleri görmeye başladı. Adam, gözlerinin açıldığını anlayınca çok sevindi ve yirmi sene daha yaşadı. Gözlerine hiç zarar gelmedi.
Ebül-Mecd Sâlim anlatır:
Sincarlı bir adam durmadan velî ve âlimleri kötülerdi. Bir gün hastalandı. Ölüm halleri görülmeye başladı. Ona;
Kelime-i şehâdeti söyle! dediklerinde; Söyleyemiyorum dedi.

EVLİYAM RAZI OLURSA...
Hemen Süveyd Sincârî hazretlerine koşup durumu anlattılar. O da merhamet edip yanına geldi. Bir müddet düşündükten sonra başını kaldırıp;
Şimdi söyle! buyurdu. Adamın dili çözüldü ve rahatça Kelime-i şehâdeti söyledi ve ruhunu teslim etti.
Sonra Sincârî hazretleri;
Bu kişi Allahü teâlânın sevgili kullarına dil uzattığı, onları kötülediği için böyle bir âkıbete mâruz kaldı. Biz de Rabbimize onun hakkında şefâatte bulunduk. Bana ilham edilip;
Evliyâm râzı olursa şefâatini kabûl eder, affederim denildi. Bunun üzerine Marûf-i Kerhî, Sırrî-yi Sekâtî, Cüneyd-i Bağdâdî, Şiblî ve Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine onu arz edip bağışlamalarını ricâ ettim. Hepsi affettiler. Ancak, ondan sonra dili çözülüp şehâdet kelimesini söyleyebildi buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Allame Muhammed Emîn Efendi</label>

Muhammed Emîn Efendi, büyük âlim ve evliyânın meşhurlarından Seyyid Fehim Arvâsî hazretlerinin on mübârek oğlundan ikincisidir... Arvas Medresesinde meşhur müderris Molla Muhammed Merhumun yanında okumuş, mantık ilmini, babasının icâzet verdiği talebelerinden meşhûr Molla Mahmûd Sûrî hazretlerinden tamamlamış, diğer bütün ilimleri mübarek babası Seyyid Fehim Arvâsî hazretlerinden okuyarak, feyz almış, az zamanda Allâme sıfatıyla şöhret kazanmıştır. Babasından tasavvufta mutlak hilâfet ile şereflenmiş, irşâda mezun buyurulmuştur. Zâhirî ve bâtınî ilimde yüksek derecelere kavuştuktan sonra çok mükemmel hizmetler yapmış, pekçok âlim ve velî yetiştirmiştir... HAC İÇİN YOLA ÇIKTILAR...Muhammed Emîn Efendi, 1900 senesinde Arvastan babasının icâzetli talebelerinden Molla Abdülkerîm, Molla Abdullah, Hacı Sâlih, Başkaleden Mevlânâ Seyyid Abdülhakîm, birâderleri Seyyid Tâhâ, amcazâdeleri Şeyh Hasan, müderrisler Molla Alâüddîn Vanda birleşerek hacca gitmek üzere Şama geldiler...
Öte yandan kâfile Ciddeye, oradan Mekke-i mükerremeye geldi. Haccı edâdan sonra Medîne-i münevvereye Mekke-i mükerreme Şerîfi ile birlikte döndüler. Medîne-i münevverede Mekke Şerîfi, Peygamber efendimizin türbesinin altın kapısını açtı. Muhammed Emîn Efendi, fakirâne, zelîlâne, hürmetle içeriye; ceddi Peygamber efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyârete gitti. Orada bulunan cemâatten birkaç ehl-i hakîkat, Resûlullahı ancak bu zât ziyâret etti dediler.

CİĞERLERİ KEBAP OLDU!..
Ziyâretten çıkınca, ağzından yanmış ciğer kokusu geliyordu. Seyyid Abdülhakîm hazretleri; Muhammed Emînin ciğerleri kebâb oldu, çok yaşamaz buyurdu. O andan îtibâren hastalandı...
Kâfile yola çıkıp hareket etti. Yolculuk yaptıkları vapur, Tûr Dağına yakın bir limana yanaştı. Muhammed Emin hazretlerini alıp hastaneye götürdüler. Ağır hasta idi. Bir cumâ günü sabah namazından sonra, Tûr beni örttü mânâsında Gâmenî Tûr diyerek ebced hesâbına göre (1318) vefât târihini söyledi. Sonra kelime-i tevhîd okuyup temiz rûhunu teslim etti.
Muhammed Emîn Efendi, vefâtında otuz iki yaşındaydı. Hastalığı sırasında hastânede hizmetinde bulunan Hacı Sâlih Efendi der ki: Seyyid Abdülhakîm hazretlerine bu elîm hâdiseyi arz etmek için gittim. Murâkabe hâlinde ağlıyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir garip Allah adamı Ebü'l-Garîb İsfelhânî</label>

Ebül-Garîb İsfehânî, kerâmetler sâhibi velîlerden ve derin âlimlerdendir. Anadoluya gelen evliyânın ilklerindendir. Künyesi gibi kendisi de garîb olan bu mübârek zâtın ismi, doğum ve vefât târihleri bilinmiyor BÜTÜN ARZUSU TARSUS İDİ...İlimde âlim, ahlâkta güzel, zâhid, cömert, âbid, şefkatli olan Ebül-Garîb İsfehânî hazretleri, Allahû teâlânın dînini yaymak, Onun kullarına, sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın tebliğ ettiği güzel dînini duyurmak için ilim tahsil etti. Bu yolda ömrünü fedâ etti. Öğrenmiş olduğu ilmi öğretmek, üstâdlarından almış olduğu feyzi insanlara dağıtmak, dîn-i İslâmı onlara tebliğ etmek için, Müslümanların Anadoluda serhat şehri olan Tarsusa gitmek istedi. Bu arzusunun tahakkuku için de hep duâ ederdi. Çeşitli yerlere seyahatleri oldu. Şîrâzda bulundu. Şeyh Ebû Abdullah-ı Hafîf onu çok severdi.
Arkadaşlarından biri anlatır:
Tarsusta Ebül-Garîb hazretlerinin yanına gittim. Öyle bir hastalığı vardı ki, iki uyluğu şişmiş, dizinden ökçesine kadar olan kısmı yarılmış, kan ve irin akmaktaydı. Gören acımaktan kendisini alamazdı. Bu hâlinde de ibâdetlerini terk etmez, daha fazlasını yapacağım diye uğraşırdı. Dilinden Lâ ilâhe illallah ve Estagfirullah kelimelerini hiç eksik etmezdi...
Bu mübarek zat, bir gün Şîrâzda rahatsızlandı. Öyle ki, ölümünün yakın olduğunu hissetti. Dostları çevresine toplandılar. Onlara Allah rızâsı için benim sizden bir ricam var, lütfen kabûl ediniz dedi. Başındakiler Buyur, söyle elbette kabûl ederiz dediler. Eğer burada vefât edersem, beni Müslüman mezarlığına defnetmeyin dedi.

BU NASIL SÖZ!..
Dostları hayret edip, Bu ne biçim söz? diye çıkıştılar. Bilirsiniz ki, ben Allahü teâlâya her yalvarışımda; yâ Rabbî! Eğer senin yanında bir kıymetim varsa, benim canımı Tarsusta al! diye duâ ediyorum. Ama ne yazık ki, şimdi burada ölüm döşeğindeyim. Anladım ki, Onun yanında hiç kıymetim yokmuş buyurdu...
Çok geçmeden sıhhat alâmetleri göründü, bir müddet sonra da ayağa kalktı. Tarsusa gitti. Orada talebeler yetiştirip, insanları irşâd etti. Gönülleri ferahlattı. Doğunun ilimdeki feyz ve bereketinin tohumlarını oraya serpti. Bir müddet sonra da arzusu gerçekleşti. Vefât edip, Mevlâsına kavuştu. Oraya defnedildi..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir hikmet ehli Mensûr bin Ammâr</label>

Mensûr bin Ammâr evliyânın büyüklerindendir. Çeşitli ilimlerde âlim, hitâbeti çok kuvvetli, vaazları tesîrli bir vaizdi. Aslen Mervli olup, Basrada yaşamıştır. 225 (m. 839) yılında vefât etmiştir...
Mensûr bin Ammâr hazretlerinin hikmetli sözleri meşhurdur. Buyurdu ki DİLİNE HÂKİM OL!..
Sıkıntıdan kurtulmak istiyorsan, dünyâyı istemeyi bırak, özür dilemekten kurtulmak istiyorsan, diline hâkim ol.
Şeytan bir kimseyle eğlenmek istediği zaman, ona koğuculuk (lâf taşıma) yapması için vesvese verir. Dedikodu yapmaya teşvik eder ve kötü sözler taşıtır. Bu koğuculuk yapan adam, yaptığı dedikodu sonunda öyle işler yapmaya başlar ki, şeytan onların birini dahi yapmaktan utanır ve korkar.
Bir günahı işlediğin zaman duyduğun zevk, günahın kendisinden daha beterdir.
Bir genç fesad ve içki meclisi kurup, eğlenirdi. Kölesine dört dirhem (gümüş) verip, meze almasını söyledi. Köle yolda giderken Mensûr bin Ammârın meclisine uğradı. Biraz oturup ne söylediğini anlayayım, diye düşündü. Mensûr, bir fakîr için bir şey istiyor ve kim dört dirhem verirse, ona dört duâ edeceğim diyordu...
Köle, bu dört dirhemi ondan daha iyi bir yere veremem deyip, elindekinin hepsini Mensûra verdi. Mensûr hazretleri nasıl duâ istersin? deyince, köle;
Birincisi; âzâd olmayı, ikincisi; Allahü teâlânın efendime tövbe nasîb etmesini, üçüncüsü; dört dirhemin karşılığında dörtyüz dirhem vermesini, dördüncüsü; bana, efendime, sana ve bu mecliste bulunanlara rahmet etmesini istiyorum dedi.

DÖRT DUA SATIN ALDIM!
Mensûr hazretleri duâ etti. Köle evine döndü. Efendisi;
Nerede kaldın ve ne getirdin? diye sorunca, köle de;
Mensûr bin Ammârın meclisinde idim. Verdiğin dört dirhemle dört duâ satın aldım dedi. Efendisi nasıl duâlar? deyince, köle durumu efendisine anlattı. Efendisi;
Seni âzâd ettim, bir daha içki içmeyeceğime Allahü teâlâya söz verip tövbe ettim, dört dirhem yerine sana dörtyüz dirhem bağışladım. Dördüncü duân bana âit değildir. Ben elimden geleni yaptım dedi. Efendi, kısa bir zaman sonra vefat etti. Mensur o gece rüyâsında şöyle bir nidâ duydu: Sen elinde olanı, kendi eksikliğin ile yaptın, bana havale ettiğini ise, eksiksiz yaptım. Sana, köleye ve o mecliste bulunanlara merhamet ettim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrâhim-i Havvâs ve hidâyete eren rahîb</label>

İbrâhim-i Havvâs hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin talebelerinden olup, Ebû Cafer Huldînin üstadıdır. Yüksek makam ve kerâmetler sâhibiydi. Bağdadlıdır. 291 (m. 903) yılında Rey Câmiînde vefât etti. ASIL HELAK OLAN KİMSE...İbrâhim-i Havvâs hazretlerinin pek çok hikmetli sözü vardır. Buyurdu ki:
Kibir, doğruyu bulmaya mâni olur.
Sabretmeyen zafere kavuşamaz.
Asıl helâk olan kimse, âhir ömründe yolunu sapıtan ve tam menzile yaklaştığı sırada, hak yoldan kayan kimsedir.
Bir Müslüman, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ne kadar dikkat edip tatbik ediyorsa, Allahü teâlâ da onu o miktar azîz eder. Diğer Müslümanların kalbine de onun sevgisini verir.
Bir kimse, baş olma sevdasına kapılırsa, artık ibâdetten, ihlâstan sıyrıldı demektir.
Bir gün bir rahîb İbrâhim-i Havvâs hazretlerine gelerek dedi ki:
Duyduğuma göre bir yere gidecekmişsiniz, acaba size yol arkadaşı olabilir miyim?
O da, Olur buyurdu. Nihâyet yola çıktılar. Uzun bir yolculuktan sonra bir ovaya gelip, bir ağaç altına oturdular. Rahîb dedi ki: Ben çok acıktım. Yemeğimiz de yok. Rabbim sevdiği kulunu sıkıntıda bırakmaz, diyordun, haydi Rabbine duâ et de yemek göndersin.

YÂ RABBÎ, BENİ MAHCÛB ETME!
İbrâhim-i Havvâs hazretleri, rahîbin bu sözleri karşısında, Yâ Rabbî! Beni bu rahîbin yanında mahcûb etme diye duâ etti. O anda gökten bir sofra indi. Çeşitli yemekler vardı, berâberce yediler. Akşama kadar yine yola devam ettiler. Akşam namazını kıldıktan sonra rahîbe buyurdu ki: Bu sefer de sen duâ et de yemek gelsin.
Râhib bir kenara oturup düşünmeye başladı. Bir de baktılar ki, aniden bir sofra geldi. Sofrada, daha çok çeşit yemekler vardı. İbrâhim-i Havvâs hazretleri bu duruma çok şaşırdı. Merakla sordu: Sen nasıl duâ ettin de bu yemek geldi?
Râhib, Efendim! Size birinci müjdem, Kelime-i şehâdettir. Kenarda oturunca, içimden Kelime-i şehâdet getirdim. Zünnârımı kopardım, ikincisi de, Yâ Rabbî! Yanımda bulunan İbrâhim-i Havvâsın hürmetine bize yemek gönder diye duâ ettim. Allahü teâlâ ihsân buyurarak, bize bu yemekleri gönderdi.
Râhib îmân ettikten sonra, İbrâhim-i Havvâs hazretleri ile birlikte hacca gitti ve orada vefât etti
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>İzzeddîn bin Abdüsselâm</label>

İzzeddîn bin Abdüsselâm hazretleri, ilim öğrenmek için gittiği Şamda bir süre kaldı. Orada Gazâliye ve başka medreselerde ders verdi. Emevî Câmiine imâm ve hatîb tâyin edildi. Daha sonra, Şamdan ayrılarak Kâhireye gitti. Mısır Sultânı Sâlih Necmeddîn bin Kâmil, onunla sohbet etti ve ona çok ikrâmda bulundu. MISIR KADISI OLDUSultan Sâlih, İzzeddîn bin Abdüsselâmı önce Amr bin Âs Câmiine hatîb ve daha sonra Mısır Kâdılığına tâyin etti.
Moğolların Kâhireye saldıracakları haberi geldiğinde ramazân-ı şerîf ayı idi. Sultan, bayramdan sonra düşmanla harb etmeyi uygun gördü. O sırada yanına İzzeddîn bin Abdüsselâm geldi ve; Kalk! Hemen askerlerine haber ver, hiç zaman kaybetmeden harbe çıksınlar! dedi. Sultan; Askerler savaşa hazır değil deyince, İzzeddîn bin Abdüsselâm; Sen söz dinle ve askerlerinin harbe çıkmasını emret! dedi.
Sultan da söz dinledi ve harbi kazandı. Moğolları Bağdâta kadar geri çekilmeye zorladılar.
İzzeddîn bin Abdüsselâm Dımeşkta olduğu zaman, büyük bir kıtlık oldu. İnsanlar bahçelerini ve arâzilerini ucuz fiyata sattılar. Hanımı, İzzeddîn bin Abdüsselâma gerdanlığını vererek, bir bahçe almasını istedi. İzzeddîn bin Abdüsselâm, sattığı gerdanlığın parasını fakirlere sadaka olarak dağıttı. Eve gidince, hanımı bahçe alıp almadığını sorduğunda; Evet, onunla bir bahçe alacaktım. Fakat insanların çok zor durumda olduğunu gördüm. Bunun üzerine bahçe satın almayıp parayı halka dağıttım dedi. Hanımı bu duruma hiç îtirâz etmeden; Allahü teâlâ, sana ondan büyük bir hayır versin diye dua etti.

BİR KİMSE ONU RÜYADA GÖRDÜ
Bir kimse, İbn-i Abdüsselâma gelip, kendisini rüyâda gördüğünü ve bir şiir okuduğunu söyledi. Rüyâdaki şiiri orada da okudu. İzzeddîn bin Abdüsselâm bir müddet sustu ve şöyle dedi:
Ben şimdi 83 yaşındayım ve bu kadar yaşarım. Çünkü bu şiir, Kusayr bin Azzenindir. Onunla benim aramda aynı asırda yaşama bakımından ortak bir yönümüz yoktur. Ben Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdı üzereyim, o ise bozuk îtikâddadır. Ben şâir değilim, o şâirdir. Kabîlelerimiz de farklıdır. Ancak tek bir ortak yönümüz var. O da, ömürlerimizin aynı olmasıdır.
Netice İbn-i Abdüsselâmın dediği gibi oldu ve kısa bir zaman sonra vefât etti.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri