Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cö*mert*ler cö*mer*di Dalec bin Ah*med</label>

Dalec bin Ahmed hazretleri; Mekkede, Bağdâdda ve Sicistânda hadîs âlimlerine tahsis ettiği vakıfları olan çok zengin bir zat idi. Kendisi Mekkede bir ev satın alıp, bir müddet oturdu. Daha sonra Bağdâda yerleşti...Ebû Bekr bin Ali bin Abdullah, bir zâtın şöyle anlattığını nakletmiştir: ŞU ZATA BORCUM VAR...
Bir cuma günü mescide gitmiştim. Önümdeki safta vakarlı, huşû sahibi bir zât gördüm. Cuma namazının başlamasına kadar devamlı nafile namaz kıldı. Sonra cuma namazı kılmaya kalktık. O gördüğüm zât, tedirgin bir hâlde elbisesine bürünerek, hep kendini birinden gizliyordu. Namazdan sonra sebebini sordum. Benim şu arkamda duran zâta borcum var. Bu sebeple mahcubiyetimden böyle yapıyorum dedi. Meğer alacaklı olan zât, Dalec bin Ahmed imiş. Bu sözleri Dalec bin Ahmedin o safta bulunan bir arkadaşı işiterek, durumu ona anlattı. O da, bu zâtı evine getirmesini söyledi. Evine gittiklerinde yemek ikrâm edip; borçlu zâta; Senin borcun unutuldu diyerek alacağını bağışladı. Ayrıca beş bin dirhem de hediye verdi ve Borçlu olduğundan dolayı üzülüp sıkıntıya düştüğün için de hakkını helâl et dedi...
İbn-i Ebî Mûsâ adlı bir zata, bir yetime âit on bin dirhem, büyüyünce teslim edilmek üzere verilmiş ve kendisi vasî tayin edilmişti. Bir ara sıkıntıya düşüp, bu paraları harcamıştı. Yetim büyüyüp yetişince, kadı (hâkim) paranın teslim edilmesini istedi. İbn-i Ebî Mûsâ durumu şöyle anlatmıştır:
Yetimin parası istendiği sırada ödeyecek param yoktu. Sıkıntıdan çâre aramaya başladım. Katırıma binip, Kerh şehrine doğru yola çıktım. Katırı serbest bıraktım, beni doğruca Dalec bin Ahmedin mescidine götürdü. Sabah namazını Dalec bin Ahmedin arkasında kıldım. Namazdan sonra bana Sende bir sıkıntılı hal görüyorum dedi. Ben de, durumumu anlattım...

ONU SANA HEDİYE ETTİM
Hizmetçisine, Şu kapıyı aç diyerek bir kapı gösterdi. Kapıyı açıp, bir odaya girdi. Odada mallar ve para kasaları vardı. Bana onbin dirhem verdi. Gidip borcumu ödedim...
Aradan üç sene geçti... Daha önce aldığım on bin dirhemi ödemek için Dalec bin Ahmede gittim. Borcumu ödemek için geldiğimi söyledim. Sübhanallah! Onu sana borç olarak vermedim, hediye ettim dedi.
Azrail aleyhisselam Cömertlerin canını rıfk ile alırım buyuruyor. Dalec bin Ahmed hazretleri de Bağdâdda son nefesini kolayca teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Han*belî fı*kıh â*li*mi A*li bin Beşşâr</label>

Ali bin Muhammed el-Beşşâr, büyük Hanbelî âlimlerindendir. 313 (m. 925) senesinde vefât etti. Kabri, Necmaya yakın bir yer olan Akabededir. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki: ÖZÜR DİLEYECEK SÖZ SÖYLEMEDİŞu dört haslet kişinin kemâline alâmettir: Kalbi dünyâ sevgisinden kurtarıp, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmak. Sonunda, hesâba çekilmeyi gerektirecek şeyleri terk etmek, hâli hafif ve yumuşak olmak. Dünyâlık biriktirmeyi azaltmak.
Sırf makam sâhibi olmak ve biliyor desinler için birkaç mesele öğrenip, insanlara fetvâ vermeye kalkışmak, ne kadar ayıptır.
Ali bin Muhammed bin Beşşâr, kendisinden bahsederken, Ben şöyleyim veya böyleyim demezdi. Bir gün, Ben bir adam tanıyorum, otuz sene, özür dilemeyi gerektirecek bir söz konuşmamıştır dedi. Burada kendisini kastediyordu.
Ali bin Beşşâr, Ahmed bin Hanbel hazretlerinin oğlu Abdullahdan şöyle bir şey nakletti:
Abdullah bin Ahmed bin Hanbel dedi ki: Babamın mescidine bir cenâze getirdiler. Babam Bu cenâzenin sâhibinin sanatı ne idi? diye sordu. Yol kenarında satış yapardı diye cevap verdiler. Kendisine âit bir yerde mi, yoksa başkasının arazisi üzerinde mi, satış yapardı? diye sordu. Başkasının arazisi üzerinde satış yapardı dediler. Bunun üzerine babam Eğer, üzerinde satış yaptığı yer, bir yetimin veya başka birisinin arazisi ise, günleri boşuna geçmiş olacak. O yaptığı işten hiçbir sevâb kazanamayacaktır. Çünkü o, ticâretini başkasının arazisi üzerinde yapmıştır buyurdu. Sonra, babam Kalk, bu cenâzenin namazını kılalım. Belki Allahü teâlâ, onun günahlarını af ve magfiret buyurur dedi.

ONUN HÜRMETİNE BAĞIŞLADI!
Cenâze namazı kılındı. Sonra cenâzeyi yüklendik, kabre götürüp defnettik. Akşam oldu. Yalnız babam o gece defnettiğimiz cenâzenin durumundan dolayı hüzünlü idi. Biz otururken, bu sırada komşu evin sahiplerinden birisi geldi. Babama; Sana bir şey anlatacağım dedi. Babam da, Anlat, sen sâlih bir kimsesin dedi. Komşumuz şöyle anlattı: Dün gece uyumuştum. Rüyâmda, defnettiğiniz o kimseyi, Cennette gördüm. Üzerinde de iki yeşil elbise vardı. Ona, Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi, diye sordum. Rûhumu teslim edeceğim sırada durumum iyi değil idi. Fakat Ahmed bin Hanbel, namazımı kıldı. Onun hürmetine Allahü teâlâ, günahlarımı bağışladı. Şimdi çok iyiyim dedi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Sa*na hü*zün, gam *ke*der gir*mez!..</label>

Büyük mutasavvıf Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri bir gün Kûfeye uğradı. Şehrin ileri gelenlerinden birisinin sarayını gördü. Çok süslüydü. Penceresinde birisi şu mânâda şiir söylüyordu: Ey Saray! Sana hüzün, gam, keder girmez. Zaman senin sâkinlerine, içindekilere bir şey yapmaz. Sen muhtaçlar için ne güzel bir konaksın... SARAY, VİRANEYE DÖNMÜŞTÜ!..Bir müddet sonra Cüneyd-i Bağdâdî oraya tekrar uğradı. Bu sefer o sarayı öncekinden daha başka buldu. Kapısı kararmış, içinde yaşayanlar dağılmış, o güzelim saray perişan virâne bir vaziyetteydi. O manzara lisan-ı hâl ile sanki şunları fısıldıyordu: Bu sarayın güzellikleri gitti. Yerini gördüğün şu manzara, aldı. Zaman içerisinde hiçbir şey aynı iyi hâl üzere kalmaz. İşte gördüğün şu saray güzel durumunu bu yalnızlık, gariplik hâline, sevincini gam ve kedere bıraktı...
Cüneyd-i Bağdâdî sarayın kapısını çaldı. İçeriden gâyet zayıf bir sesle birisi; Buyurun deyince; Bu sarayın o güzelliğine ne oldu? Nerede onun o parlak hâli, nerede onun içerisinde en kıymetli elbiselerle gezinenler, hani o gelip giden ziyâretçileri? diye sordu. O şahıs ağlayarak;
Efendim! Onlar burada emânetçi olarak kalıyorlardı. Ömürleri bitip, bu dünyâdan âhirete göçtüler. Dünyânın hâli böyledir. Ona gelen gider. Bu dünyâ kendisine iyilik edenlere kötülük eder dedi. Cüneyd-i Bağdâdî;
Daha önce buraya uğradığımda birisi bu sarayın penceresinde; Ey saray! Sana hüzün, gam ve keder girmez, diyordu deyince, o şahıs ağlayıp;
O şiiri okuyan bendim. Bu sarayın sâkinlerinden benden başka kimse kalmadı. Ah! Dünyâya aldananlara yazık! dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî;

SEVGİSİNDE SAMİMİ İDİ...
Bu harâbe, virâne olmuş yerde nasıl kalıyorsun, kalbin nasıl rahat ediyor? diye sorunca, adam; O nasıl söz! Burası sevdiklerimin evi değil mi? Bu onların yâdigârı hâtırasıdır dedikten sonra, şu mânâda bir şiir okudu:
Bana dediler, sen sevdiklerinin bulunduğu yerlerde durmayı seviyorsun... Ben dedim, her ne kadar buralarda onlarla buluşamıyorsam da, onların kalbimde yerleri büyüktür... O hâlde onların gezip dolaştıkları yerlere olan sevgisi sebebiyle kalbim bağlı iken, bu virâneyi nasıl terk ederim?..
Onun bu sözleri Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine çok tesir etti. Sevgisini samîmi bir dille anlatması, virâne olmasına rağmen sevdiklerine bağlılıkta gösterdiği sabır bakımından hoşuna gitti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gey*lan*lı gönül sul*ta*nı Cemâ*leddîn-i Ez*herî</label>

İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olan Cemâleddîn-i Ezherî, 1358 (H.760) senesinde Geylân şehri civârında bulunan Lenger-Künânda doğdu. Çocukluğu, köyünde geçen Cemâleddîn Muhammed, ilim öğrenme çağına gelince, Mısırda bulunan meşhûr Câmiul-Ezher Medresesine gitti ve tahsîlini orada tamamladıktan sonra, Tebrîze yerleşti. UZUN SENELER HİZMET ETTİTasavvuf yolunda ilerlemek için, Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerinin oğlu Şihâbüddîn-i Tebrîzînin talebeleri arasına girdi. O büyük zâtın huzûrunda, sohbet ve hizmetlerinde bulunarak kemâle geldikten sonra, insanlara doğru yolu göstermek için, hocası tarafından Geylân taraflarına gönderildi.
Geylân yakınlarında bulunan Poteste isimli köyde yerleşen Cemâleddîn-i Ezherî için, âlimleri ve evliyâyı sevenler, bir tekke ve mescid yaptırdılar. Burada uzun seneler hizmet edip, insanların saâdete kavuşmaları için çok gayret gösterdi. Çok talebe yetiştirdi.
İslâmiyetin bütün emir ve yasaklarına riâyet ettiği için, söylediği sözler insanlara çok tesir eden Cemâleddîn-i Ezherî, birçok kimsenin saâdete kavuşmalarına vesîle oldu.
Bu mübarek zatın yemesi ve içmesi çok az idi. Bâzan günlerce evinde yemek pişmediği olurdu. Fakat bu hâllerini kimseye bildirmez, kimsenin de bilmesini istemezdi. Hattâ bu hâllerin başkaları tarafından anlaşılmaması için, evde yemek pişiriliyormuş ve yemek yeniyormuş gibi sesler çıkarırdı.
İlim ve velîlik yolundaki derecesi pek üstün olan Seyyid Cemâleddîn-i Ezherî, yüksek dedelerine lâyık bir evlâd idi. Pek güzel olan Dâvûdî sesi ile çok güzel Kurân-ı kerîm okurdu...

BİR DENSİZİN SONU!..
Bir defâsında meclisinde bulunanlara vaaz ederken kendini bilmez, densizin biri gelip, Seyyid Cemâleddîn hazretlerine edepsizce bâzı sözler sarf etti. O da bu sözlerden çok incindi. Fakat cevap vermedi. O kimse, çıkıp gitmek üzere kapıdan adımını atar atmaz, dışarıda bulunan bir köpek ayağını öyle bir ısırdı ki, etraftan yetişenler ne kadar uğraştılar ise de, köpek, o kimsenin ayağını bırakmadı. Üstelik sürükleyerek oradan uzaklaştırdı. Başı taştan taşa çarpan o edepsiz kimse, feryâd ederek fecî şekilde can verdi. O köpek, o kimse ölmedikçe ayağını bırakmadı. Bu hâdiseyi ibretle seyredenler, bir Allah adamını üzmenin tehlikesini daha iyi anladılar
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ne*ne Ha*tun ve kar*deşi Ha*san</label>

Nene Hatun, 1857de Erzurum-Pasinlere bağlı Çeperli Köyünde dünyaya gelmiştir. 93 Harbi (1877-1878) patlak verip de sahneye çıkacağı ana kadar Nene Hatun, Anadoludaki diğer isimsiz kahramanlar gibi, kendi hâlinde mütevazı bir hayat süren sıradan insanlardan biriydi. Her kahraman gibi onu da kahramanlık tahtına oturtan; şartların vahimleşip işin başa düştüğü günler olmuştur... BÜTÜN DADAŞLAR ORADAYDI...Nitekim, orduyla beraber kadını-erkeği, genci-ihtiyarıyla bütün Erzurum halkı; 8-9 Kasımda, ellerine geçirdikleri balta, satır, tırpan, kazma, ne buldularsa Moskof zulmüne karşı tarihimizin bir altın sayfasını daha yazmışlar ve düşmanı püskürtmeyi başarmışlardır. Yediden yetmişe bütün milletin ordusuyla kenetleşip düşman işgâlini bertaraf etmek için giriştiği mücadelelerinden biri daha şanla ve şerefle kazanılmıştır.
Arif Beyin senâ ettiği kahraman kadınların başında ise, henüz hayatının baharını yaşayan Nene Hatun geliyordu.
Nene Hatun, Aziziyede Moskofa indirdikleri unutulmaz darbeyi ve efsanevî mücadelenin destanlaşan anlarını şöyle anlatıyordu:
Muharebenin gürültüleri ile uyandık. Kocam baltasını kaptığı gibi dışarı fırladı. Biraz sonra bana dönerek; Ruslar tabyalara girmiş, sen çocuğa bak, arkamdan gelme. Biz, Rusu durdururuz!.. dedi ve gitti... Bütün memleketin boşaldığı, herkesin Rusu karşılamaya, vatanı kurtarmaya gittiği bugün, ben nasıl evde kalabilirdim?!. Minik yavrumu Allaha emânet ederek, evde bulunan satırı aldım ve sel gibi akan kalabalığa karışarak tabyalara doğru koşmaya başladım... Mecidiye Tabyalarını aşıp düzlüğe indiğimiz zaman, düşmanın kulaklarımızı sağır eden tüfek ateşleri altında yaralanana, ölene bakmadan ileri atıldık...

DÜŞMANI KOVDUK YA...
Bazen satırla, bazen taşla vuruyor, önümüze çıkan her Rusu devirerek tabyalara doğru ilerliyorduk. Asker kardeşlerimiz bir taraftan, biz bir taraftan tabyalara girdik... Bu arada tabyanın bir tarafında yaralı olan kardeşim Hasanı gördüm. Ağlayarak üzerine atıldım. Kardeşim Hasan Abla ağlama, anamız bizi bugünler için doğurdu. Ben de dedem gibi şehitlik mertebesine yükselmeyi her zaman istemiştim. Düşmanı kovduk ya, gayrısına gam yemem! dedi ve gözlerini bir daha açmamak üzere yumdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Af*ga*nis*tan*lı velî Ah*med Berkî</label>

Mevlânâ Ahmed Berkî, Afganistanda ilim öğretmekle meşgûl idi. Bir gün, tanıdıklarından ve hemşehrilerinden bir tüccar Hindistana gitmiş evliyânın en büyüklerinden İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetlerini dinlemişti. Dönüşünde de İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin insanları hak yola sevk eden kıymetli mektuplarından getirmişti... TALEBESİ OLMAKLA ŞEREFLENDİAhmed Berkî büyük bir merakla mektupları alıp zevkle okudu. Bu sözleri söyleyenin dirâyet ve üstünlüğünü anlayıp hemen Hindistana gitti. İmâm-ı Rabânî hazretlerine kavuşunca, talebesi olmakla şereflenmek istediğini istirhâm etti. Hazret-i İmâm onun kalbinin tercümanı olan bu isteklerini kabûl etti. Ona husûsî teveccühlerde bulunarak evliyâlıkta yüksek mertebelere çıkardı.
Mevlânâ Ahmed Berkî de, hocası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yüksek huzur ve hizmetlerinde, ihlâsla edeb üzere, hizmet etti.
Ahmed Berkî hazretleri memleketine dönüşünden sonra zaman zaman hocasına kendisinin ve yetiştirdiği talebelerin hâllerini yazarak nasîhatlarını istedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de bu çok sevdiği talebesine kıymetli mektuplar göndererek istediklerini yerine getirdi. Bir mektubunda özetle şöyle buyuruyor:
Allahü teâlâya hamd ve Resûlullaha salât ve selâm ederim. Size de iyi duâlar eylerim. Şeyh Hasan ve arkadaşları iki mektubunuzu getirdi. Bizleri çok sevindirdi. Bir sayfasında Hâce Uveysin halleri yazılıydı. İkinci sayfasında, kabûl edilip edilmediğinizi soruyorsunuz. Bunu okuyunca, sizin hâlinizi araştırdım. Oradaki insanların size doğru koştukları ve size sığındıkları göründü. Sizi, oradaki insanların saâdete kavuşmaları için vâsıta yaptıkları ve o yerleri size bağladıkları anlaşıldı. Bunun için, Allahü teâlâya hamd ve şükür olsun! Şeyh Hasan, sizi durduran direklerden biridir. Sizin kıymetli yardımcınızdır. Eğer Mâverâünnehr veya Hindistana gitmek isterseniz orada yerinizi tutacak Şeyh Hasandır. Ona elinizden gelen yardımı yapınız. Onu gözetiniz!

MEKTUPTAN BİRKAÇ GÜN SONRA...
İmâm-ı Rabbânî hazretleri gönderdikleri son mektubunda; Eğer sefere çıkacak olursanız Şeyh Hasanı yerinize vekil bırakırsınız buyurmuştu. Mektubun gelişinden birkaç gün sonra Ahmed Berkî vefât etti. İmâm-ı Rabbânî hazretlerine durumu bildirdiler. Çok sevdiği talebesinin ruhuna Fâtiha okudular..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ab*ba*si Halî*fe*si Mü*te*vek*kil</label>

Abbasi Halîfesi Mütevekkil, salih bir kimse idi. Bir gün, sırçadan, camdan yapılmış olan, alt ve üst tarafından su akan sarâya girmişti. Yakın adamları ve nedîmleri, sohbet dostları da yanında idi. Oturup sohbet ederlerken, güldü. Yanında bulunanlar, Allahü teâlâ seni hep güldürsün, ey müminlerin emîri, gülmenizin sebebi nedir? dediler. KARDEŞİ VÂSIK DA ORADAYDI!..Halifenin, bozuk itikadlı kardeşi Vâsık da o sohbet meclisinde yakın dostlarıyla oturuyordu. Mütevekkil, yakın adamlarına hitâben, Kurân-ı kerîmin mahlûk olup olmaması husûsunda çok titiz davrandım. Halkı bu fikre davet ettim. Bir kısmı benim sâhib olduğum mâl ve mevkime bakıp kabûl ettiler. Bazıları da hapsedildikten ve çok zorlandıktan sonra kabûl ettiler. Bir kısmı ise dinde ve veradaki kuvvetleri sebebiyle kabûl etmediler... Bu hususta kalbime bir şüphe geldi. Bu itikâdı terk etmeyi ve bu mesele ile uğraşmamayı istiyorum dedi.
Kurân-ı kerîm mahlûktur diye inanan ve bu mesele üzerinde çok duran İbni Ebî Dâvüd da orada idi. O, bu meselede çok ileri gitmişti.
Ey müminlerin emîri! İhyâ ettiğin meseleyi söndürmek mi istiyorsun? dedi. Senden evvelkilerin yapmadığını sen yaptın. Bu mesele üzerinde durduğun için, Allahü teâlâ sana hayırlı karşılıklar versin dedi ve bu mesele hakkında çok mübâlağa etti. Vâsıkın bu mutezîle itikâdından dönmesinden korktu. Tam o anda Vâsık da, Haydi bu husûsta Allahü teâlâya ahd edelim deyiverdi.

GÜLMEMİN SEBEBİ BUDUR
Bunun üzerine İbni Ebû Dâvüd, Eğer Kurân-ı kerîm mahlûk değilse, Allahü teâlâ beni ölmeden önce dünyâda felç etsin dedi. Orada bulunanlardan biri de, Kurân-ı kerîm mahlûk değilse, benim vücûduma demir çiviler batsın dedi. Bir başkası, eğer Kurân-ı kerîm mahlûk değilse, Allahü teâlâ benim bedenime fenâ koku versin. Tanıyan tanımayan benden bu kötü koku sebebiyle kaçsın, dedi. Bir başkası, eğer Kurân-ı kerîm mahlûk değilse, Allahü teâlâ beni denizde boğsun, dedi. Vâsık ise, eğer Kurân-ı kerîm mahlûk değilse, Allahü teâlâ benim vücûdumu dünyâda da âhirette de yaksın, dedi...
Hâlife Mütevekkil bunları anlattıktan sonra, o günleri hâtırladım, işte gülmemin sebebi budur, dedi.
Kurân-ı kerîm mahlûktur diyerek, sapık inançlarında ısrâr eden ve Allahü teâlâ ile ahd edenlerin her birinin sonu gerçekten de söyledikleri gibi oldu. Ahd etdikleri şey başlarına geldi..


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Az iş yap*tı fa*kat çok ka*zan*dı!..</label>

Berâ bin Âzib (radıyallahü anh), Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin hicretinden önce Medîne-i münevverede küçük yaşta iken Müslüman oldu. Babası Âzib de Sahâbî idi...
Berâ bin Âzib, Resûlullahın ve diğer sahâbenin hicretlerini şöyle anlatıyor: BÖYLE SEVİNÇ GÖRÜLMEDİ...
Resûlullahın Eshâbından Medîneye ilk gelenler, Musab bin Umeyr ile Abdullah İbni Ümmi Mektûm idi. Sonra Bilâl-i Habeşî, Sad bin Ebi Vakkâs, Ammâr bin Yâser hicret ettiler. Bunlardan sonra Hazreti Ömer yirmi kişi ile birlikte geldi...
Nihayet Resûlullah efendimiz Medîneye hicret ettiler. İşte bu anda Medîne halkının Resûlullahın teşrifine sevindiği kadar, hiçbir şeye sevindiğini görmedim.
Berâ bin Âzib, Resûlullah ile beraber on beş savaşta bulundu. Bedir Harbinde çocuk yaşta idi. Bu hususta kendisi demiştir ki:
- Resûlullah efendimiz ben ve İbni Ömer küçük yaşta olduğumuz için bizi Bedir Savaşına göndermedi.
Hazreti Berâ, kıblenin Kâbeye çevrilmesini bildiren sahâbîdir. Şöyle anlatıyor:
-Resûlullah efendimiz Medîneye teşrif ettikleri zaman on altı veya on yedi ay kadar Mescid-i Aksâya doğru namaz kıldı. Allahü teâlânın emriyle kıble Kâbeye doğru oldu. Peygamberimizin Kâbe-i Muazzamaya doğru kıldırdığı ilk namaz ikindi namazı idi.
Peygamberimizle namaz kılanlardan birisi mescidden çıktı. Yolda giderken bir mescidde cemâatle namaz kılanlara rastladı ki, onlar rüküda idiler. Onlara:
- Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizle beraber Mekkeye doğru namaz kıldığıma Allah için şehâdet ederim, deyince, namazlarını bozmadan oldukları gibi Kâbe-i Muazzamaya döndüler...
Kıble değişmeden önce Mescid-i Aksâya doğru namaz kılıp, vefât eden kimseler vardı. Bunlarla ilgili olarak Allahü teâlâ; Allah sizin îmânınızı, ibâdetinizi boşa çıkarmaz [Bekara:143] meâlindeki âyet-i kerîmeyi indirdi.

ÖNCE MÜSLÜMAN OL!..
Hazreti Berâ, Uhud Harbinde meydana gelen bir hâdiseyi de şöyle naklediyor:
Uhud Harbinde yüzü zırh ile örtülü bir kişi Peygamber efendimize gelerek arz etti:
- Yâ Resûlallah! Şimdi harb edeyim de sonra mı Müslüman olayım, yoksa hemen mi?
Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:
- Önce Müslüman ol, sonra harb et!
O kimse Müslüman oldu. Sonra harbe girerek şehîd oldu. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz:
- Az iş yaptı, fakat çok kazandı, buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Yemâ*me şe*hi*di Ebû Dücâ*ne</label>

Ebû Dücâne hazretleri, Peygamber efendimizin Mekkeden Medîneye hicret etmesinden önce Müslüman oldu. Bedr, Uhud, Hendek, Benî Nâdir, Benî Kureyzâ savaşlarında ve Mekkenin fethinde bulundu AYAĞI KIRILMASINA RAĞMEN!..
Uhud Savaşında çok kahramanlıklar gösterdi. Bu savaşta; Âsım bin Ebî Avf, Ebül-Buhterî ve Mabed gibi Mekkeli müşrikleri öldürdü. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; Allahım! Hareşenin oğlundan (Ebû Dücâneden) ben nasıl râzı isem sen de öyle râzı ol diye duâ buyurdu...
Ebû Dücâne, Peygamber efendimizin vefâtından sonra ortaya çıkan irtidâd (dinden dönme) hâdiselerinin bastırılmasında da çok büyük hizmet gördü. 632 (H.11) senesinde hazret-i Ebû Bekirin halîfeliği zamânında Yemâme Savaşına katıldı. O sırada dinden dönenlerin başında bulunan Müseylemet-ül-Kezzâb, peygamber olduğunu ileri sürerek büyük bir fitne çıkarınca, Hâlid bin Velîd komutasındaki İslâm ordusu üzerine sevk edilmişti. Harb esnâsında Ebû Dücâne düşmana çok şiddetli hücum ediyordu. Müseylemet-ül-Kezzâbın ordusu bozuldu. Vahşî radıyallahü anh mızrakla Müseylemet-ül-Kezzâbı öldürdü...
Müseylemenin ordusunu teşkil eden Benî Hanîfe Kabîlesi yenilince, etrâfını duvarlarla çevirip tahkim ettikleri büyük bir bahçeye sığınmışlar ve kapısını kapatmışlardı. Bu bahçeye duvardan ilk atlayarak giren Ebû Dücâne idi. Aşağı atlarken ayağı kırıldı. Buna rağmen gayretine zerre kadar eksiklik getirmeyerek, bahçe kapısını bekleyen müşrikleri dağıtıp, İslâm askerine kapıyı açtı. Tekrar düşmanın üzerine hücum etti. Şehâdet şerbetini içinceye kadar savaştı ve burada hicretin on birinci yılında şehid oldu...

İKİ HASLETİM VAR...
Ebû Dücâne hazretleri cesâret ve kahramanlığı kadar da fazîlet sâhibi olup, hiç kimseye kötülük düşünmez, boş ve faydasız şeyler ile meşgul olmazdı.
Zeyd bin Eslem diyor ki: Ebû Dücâne hazretleri bir gün hastalanmıştı. Ziyâretine gittik. Yüzü pek nûrluydu. Huzûruna gelenlerden birisi; Yüzünün böyle nûrlu olmasının sebebi nedir? diye sordu. Buyurdu ki: Güvenebileceğim beni kurtaracağını sandığım iki hasletim var. Birisi mâlâyânî, yâni boş ve faydasız şeylerle meşgul olmadım. İkincisi hiçbir Müslümana kalbimde zerre kadar kötülük düşünmedim.
Bunları söyledikten sonra Yemâme Savaşına gitti ve orada şehid oldu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ya*hu*di'yi i*man et*ti*ren a*da*let...</label>

Hazreti Ali (radıyallahü anh) zırhını kaybetmişti. Onu çok aradı, fakat bulamadı. Bir gün Kûfeye gelmişti. Zırhını bir Yahudinin elinde gördü. Yahudiye; -Bu zırh benimdir. Onu ne sattım, ne de kimseye verdim. Sende nasıl oluyor? diye sordu.
Yahudi de;
-Hayır bu, benim zırhım, diye cevap verdi. O zaman Hazreti Ali;
-Gel kadıya gidelim, buyurdu. BİRLİKTE KADIYA GİTTİLER...
Birlikte Kadı Şüreyhin yanına gittiler...
Hazreti Ali, Şüreyh hazretlerinin yanına, Yahudi ise tam karşısına oturdu. Hazreti Ali buyurdu ki:
-Eğer mahkemelik olduğum bu şahıs Müslüman olsaydı, mecliste onunla beraber otururdum. Bu zımmî ile beraber oturmayışımın sebebi şu ki; Resûlullah (sallallahü aleyhi ve selem) Efendimizden işittim. Buyurdular ki: (Allahü teâlâ, onları aşağıladığı gibi, siz de onları aşağılayınız, hor ve hakir tutunuz.)
Kadı Şüreyh dedi ki:
-Ey müminlerin emiri! Buyurun. Konuşun!
Hazreti Ali;
-Yahudinin elindeki zırh benim. Onu birisine ne bağışladım ve ne de sattım, dedi.
Kadı Şüreyh;
-Ey Yahudi, sen ne dersin? diye sordu. Yahudi;
-Bu zırh benim ve şimdi de benim elimdedir, dedi. Şüreyh hazretleri;
-Ey müminlerin emiri! Delil gösteriniz! deyince, Hazreti Ali;
-Kölem Kanber ve oğlum Hasan, o zırhın benim olduğuna şahittirler, dedi. Şüreyh hazretleri;
-Kölenin efendisine ve oğulun babaya şahidlik etmesi câiz değildir, dedi.

BU ZIRH SENİNDİR
Bu konuşmaları dinleyen Yahudi;
Müminlerin emiri beni kendi hâkimine götürdü. Ancak hâkimi onun aleyhine hüküm verdi. Böyle bir adaleti ancak hak bir dine inananlar yapabilir dedi ve şehâdet kelimesini Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh (Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselam Allahü teâlânın kulu ve resûlüdür, Peygamberidir) söyleyerek, Müslüman oldu. Sonra şöyle dedi:
-Ey müminlerin emiri! Bu zırh senindir. Senin devenden düşmüştü ve ben onu almıştım.
Onun iman etmesine çok sevinen Hazreti Ali, o zırhı kendisinden almadığı gibi ona bir de at hediye etti.
Daha sonra Hazreti Ali, Nehrevana Haricîlerin üzerine sefere çıktı. Bu zat da onunla beraber gitti ve orada şehid oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Buhâ*ra ve*li*le*rin*den Hâ*ce Hamî*düddîn</label>

Hâce Hamîdüddîn, Buhâra âlim ve velilerindendir. Şah-ı Nakşşibend hazretleriyle aynı devirde yaşamıştır. Yetiştirdiği talebelerinin büyüklerinden Seyfeddîn Menârî, hocasından duyduğu nasihatleri şöyle nakleder:Mübarek hocama Dünyâ nedir? diye sorulduğunda; Allahtan gayri her şey dünyâdır. Senin nefsin alçak ve aşağıdır. Nefsine yakın olan her şey dünyâdır... Dünyâ nefsin evidir ve dünyâlıklar onun harp âletleridir. O kendi evinde rahat durmakta, arkadaş ve dostlarından da yardım beklemektedir. Rûh ise bu âlemde kendi arkadaş ve akrabâlarından uzak kalmış, aslını unutmuştur. İlâhî bir yardım gelmedikçe, ondan bir iş, bir fayda gelmez buyurdu BELKİ SEN ONDAN UZAKSIN!
Cennet ve Cehennemin ne oldukları sorulduğunda; Cennet ve Cehennem, senin amellerindir. Bugünkü amelinden, yarın sana şekiller verilecek. İyi ameller etmişsen, onlara uygun iyi sûretler önüne getirecekler cevâbını verdi.
Mülkün sâhibi nerededir ki, kalb yüzünü Ona çevirelim? denildiğinde; Nerede değildir ki? Nereye yönelirseniz, Allahadır âyet-i kerîmedir. Dünyâ ve âhiret nasîbinden vazgeçip mert olmak ve nefsin lezzetlerini terk etmek lazımdır ki, nerede bulunursa, Onunla olsun. Nereye giderse, Onunla gitsin. Ne söylerse Onunla söylesin, ne ararsa Onunla arasın. Sakın, Onun senden uzak olduğunu sanma! Belki sen Ondan uzaksın. Sen, sensiz sende yok olursan, başkasına açılmayan kapı sana açılır ve sana, seninle maksad gösterilir buyurdu.
Peygamber efendimiz; Ölüm keffârettir buyurdu. Ölüm günahlara keffâret olunca, âhiret rüsvâlığının mânâsı nedir? diye sorulduğunda; Günah vardır, ölümle affedilir. Günah vardır, kabirde kalmakla affedilir. Günah vardır, kabir azâbı ile affolur. Günah vardır, Cehennem ateşini görmedikçe ve Cehennem ateşi onu yakmadıkça hiçbir şeyle affolmaz. Buradan o kadar nûr götürmelidir ki, bu nûr, Cehennem ateşini söndürsün ve; Geç ey mümin, nûrun ateşimi söndürüyor desin, cevâbını verdi.

BİZDEN GÖNÜL İSTİYORLAR!..
Talebesi Seyfeddîn Menârî şöyle anlatır: Hocam Hamîdüddîn vefât ederken yanında bulundum. Büyük bir ızdırap içinde idi. Ona; Çektiğiniz bu acı ve ızdırap nedir? dedim. Bunun üzerine; Bizden gönül istiyorlar. Yâni selim kalb istiyorlar. Bizde ise ondan eser yok. Izdırâbım bundandır dedi ve biraz sonra da son nefesini verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
A*na*do*lu ve*li*le*rin*den Ho*ca Ah*med Fa*kih</label>

Hoca Ahmed Fakih hazretleri, Horasanda dünyaya geldi. Burada medrese tahsili gördü ve fıkıhdaki üstün bilgisinden dolayı kendisine fakih denildi. Ayrıca İran Edebiyatına vakıf oldu ve pek çok şiirleri vardır. MOĞOL İSTİLASINDAN SONRA...Moğollar Orta Asyayı istilaya başlayınca, pek çok âlim ve velî gibi Hoca Ahmed Fakih hazretleri de Anadoluya hicret etti...
Önce Sivas taraflarına, sonra da Konyaya yerleşen Hoca Ahmed Fakih hazretleri, burada Sultanül Ulema Bahaeddin Veled hazretlerine talebe oldu. Bir müddet sonra, ondan fıkıh dersi alırken cezbeye tutuldu ve kitaplarını ateşe vererek dağlara çıktı. Sultanül Ulema Bahaeddin Veled hazretlerinin vefatından sonra Konyaya döndü. Âlimlik kibir ve gururunun kendinden gitmesi için kırk sene mücadele etti ve pek çok keramet izhar ettikten sonra, Miladi 1221 yılında Konyada vefat etti. En büyük talebesi, Konyanın Seydişehir ilçesini kuran Seyyid Hârun-ı Velîdir. O da hocası gibi Horasanlıdır. Seyyid Hârun-ı Velînin Anadoluya gelmesi şöyle anlatılır:
Zamânının âlimlerinin sohbetlerinde ilim öğrenen Seyyid Hârun-ı Velî, amcasının vefâtı üzerine Horasan bölgesinin emirliğine getirildi. Bu görev sırasında büyük babası hazret-i Hârûn-ı Kerâmetin ve amcasının kabrini sık sık ziyâret ederdi. Bu ziyâretlerin birinde gâibden bir ses; Yâ Hârûn, Rûma çık! Karaman ilinde Küpe Dağının doğu eteklerinde bir şehir kur! O şehrin halkı sâlih ola... Şakî olanın âkıbeti hayrolmaya diyordu... Bunun üzerine Hârun-ı Velî, ileri gelenleri topladı ve onlara durumu anlatıp izin istedi. Dünyâ tâc ve tahtını terk ederek yollara düştü. Nihayetinde, evliyâlar otağı, ilim ve irfân yatağı Konyaya geldi...

ONUN ADI HÂRUNDUR...
O günlerde vefât etmek üzere olan bu beldenin büyük âlimi Hoca Ahmet Fakîhe talebeleri; Efendim, dünyâya vedâ etme zamânınız yaklaştı. Yerinize kimi bırakacaksınız diye sormaları üzerine; Yakın zaman içinde Acem taraflarından bir velî gelir. Onun adı Hârundur. Alâmeti, sağ elinde beyaz bir ben vardır. Beni isteyen onda bula buyurdu. Seyyid Hârun-ı Velî, Konyaya gelince, Hoca Ahmet Fakîhe talebeleri onun, hocalarının vefât etmeden önce kendilerine tavsiye ettiği zât olduğunu anladılar ve hepsi de ona intisâb ettiler...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri