Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Câferi Sâdık'a itiraz eden adam</label>

Süfyân-ı Sevrî hazretleri, bir gün Câfer-i Sâdıkın evine gitti. Câfer-i Sâdık ona şöyle buyurdu: Ey Süfyân! Sen, zaman zaman sultân ile görüşüyorsun. O seni arıyor, sen de ona gidiyorsun. Ben ise, mümkün mertebe sultandan uzak duruyorum. Zamânın hâli bunu îcâb ettiriyor. Yanımdan hemen çık, git! SANA ÜÇ NASİHATIM VAR...Süfyân-ı Sevrî; Bana bir hadîs-i şerîf nakletmedikçe buradan ayrılmayacağım, ey İmâm! dedi.
Câfer-i Sâdık;
Çok sözün sana faydası yoktur. Ben atalarımdan rivâyetle Resûlullahtan bildirilen şu üç şeyi sana anlatayım, dedi. Bu üç şey şudur: Allahü teâlânın nîmetine kavuşan ve bu nîmetin devamlı olmasını isteyen kimse, Allaha hamd ve şükrünü çoğaltsın! Zîrâ Allahü teâlâ Kurân-ı kerîmde İbrâhim sûresi onuncu âyetinde meâlen; (Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim) buyurdu. Bir kimse, rızkı azaldığı zaman çok tövbe ve istigfâr etsin! Zîrâ Allahü teâlâ Nuh sûresinde tövbe ve istigfâr edenlerin, günâhlarını bağışlayacağını ve rızıklarını arttıracağını vaad ediyor. Bir kimse sultandan veya herhangi şeyden sıkıntı görür ve bir belâya uğrarsa; Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm desin!
Bunun üzerine Süfyân-ı Sevrî dedi ki:
Hepsi, bu üçü müdür?
Câfer-i Sâdık buyurdu ki:
Bunları iyi anla! Allahü teâlâya yemin ederek söylüyorum ki, bunları yaparsan çok ihsânlara, iyiliklere kavuşursun...

HERKESE DERS OLDU!
Hakem bin Abbâs-ı Kelbî buyuruyor ki:
Benim Zeyd isminde bir amcam var idi. O, Câfer-i Sâdık hazretlerine çok îtirâzda bulunurdu. Bir gün bir hurma mevzuu açıldı. Yine çok îtirâzda bulundu ve; Câfer-i Sâdık nerede, böyle işler nerede? dedi. Câfer-i Sâdıkın bu sözden haberi oldu ve şöyle buyurdu:
Yâ Zeyd-i Kelbî, eğer böyle bir şey varsa, Allahü teâlâ sana, kelb büyüklüğünde bir hayvan musallat etsin ki o hayvan seni helâk etsin.
Bir gün Zeyd bir yere giderken, yolda köpek büyüklüğünde bir arslan saldırdı ve onu öldürüp ciğerlerini söktü. Bu olaydan sonra kimse Câfer-i Sâdıka îtirâzda bulunmadı..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Al*lahım, A*mir bin *Tu*feyli he*lak ey*le!</label>

Meşhur hadis ve fıkıh âlimi İmâm-ı Beyheki, siyer âlimi ve muhaddis İbn-i İshaktan şöyle nakleder: Amîr Oğullarının heyeti Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize geldiği zaman, içlerinde Amir bin Tufeyl ile Erbed bin Kays, Hâlid bin Cafer ve Hayyan bin Mâlik de vardı... İNSAN ŞEYTANLARI!..Bu adamlar aslında kavimlerinin reisleri ve şeytanları idiler... Amirin gelişi hiç de iyi niyetle değildi. Onun maksadı, Peygamber Efendimize kötülük yapmaktı. Nitekim bu niyetini yolda gelirken Erbede de açıklamıştı... Ve demişti ki: Bak Erbed, Muhammedin yanına vardığımızda, ben onu lafa tutacağım, tam bu sırada sen de kılıcını çekip kendisini haklayacaksın! Erbed de bunu kabul etmişti...
Böylece Resûlullahın huzuruna geldiler ve Amir dedi ki: Ey Muhammed, beni kendine sâdık bir dost edin!
Peygamber Efendimiz de dedi ki: Eğer, gerçekten Allahın birliğine, Ondan başka hiçbir ilah olmadığına inanırsan, seni kendime dost edinirim!
Peygamber Efendimizin bu şekilde kendisine karşı şart koşmasına sinirlenen Amir bin Tufeyl, şu tehdidleri savurdu:
Ey Muhammed, madem beni kendine dost kabul etmedin, haberin olsun ben de burayı kırmızı atlara binmiş süvarilerimle doldurup çiğnetirim!
Bunları söyleyerek dönüp gitti... Peygamber Efendimiz de; Allahım, Amir bin Tufeyli helak eyle! buyurdu...
Yolda giderlerken Amir, Erbede dedi ki: Yazık sana ey Erbed, benim sana olan emir ve tenbihim nerede kaldı?
Erbed de ona şu cevabı verdi: Ey Amir, ben senin emrettiğini yapacağım sırada, Muhammedle benim aramda sen bulunuyordun! Kılıcımı vursaydım, sana vurmuş olacaktım!..

YILDIRIM ÇARPARAK HELAK OLDU!
Onlar, kendi ülkelerine doğru giderken, yolda Amir boynundan hastalandı. Selûl Oğullarından bir kadının evinde misafir kaldılar... Derken Amirin hastalığı ağırlaştı ve Allah orada onu helak etti... Sonra diğerleri ülkelerine döndüler... Kavminin adamları Erbede sordular: Arkanızda neler, ne gibi haberler var? dediler... Erbed de;
Vallahi Muhammed bizi bir şeye ibâdet etmeye çağırdı... Fakat o şey şimdi burada olsa, ben onu; kılıcımla bir vuruşta katlederdim! diye konuştu...
Bundan bir veya iki gün sonra devesini satmak için yola çıkmıştı ki, Allahü teâlâ bir yıldırım göndererek Erbedi devesiyle birlikte yakıp helak eyledi....
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Göz*ya*şı de*nin*ce... Atâ es-Sü*ley*mî</label>

Atâ esSüleymî, Tâbiîndendir. Basrada doğdu. 757 (H.140) senesinden sonra vefât etti. Eshâbı kirâmdan Enes bin Mâlik hazretleriyle görüştü. Zamânın velîlerinden ve başka âlimlerden ilim ve edeb öğrendi.. AĞLAMADIĞI BİR GÜN YOKTU!..Atâ Süleymî, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı. Gözyaşının dindiği günü gören olmadı. Yanına gelen ziyâretçiler etrâfı yaş bulur, abdest alırken su sıçramış sanırlardı. Ağlamaktan gözleri rahatsızlandı. Vaaz dinlerken veya bir cenâze gördüğünde düşer bayılırdı... Bir gün ateş dolu bir tandır gördü. Cehennem ateşini hatırlayıp düşüp bayıldı. Binek üzerinde hatırlasa yere yuvarlanırdı. Evine öylece getirilir teslim edilirdi...
Bir gün Bişr bin Mansûr ona; Büyük bir ateş yakılsa ve bu ateşe giren kurtulacak (başka bir rivâyette Cennete girecek) denilse o ateşe kendini atan çıkar mı? diye sordu. Atâ hazretleri ona; Kardeşim ben o ateşe kendimi atmayı o kadar isterim. Lâkin sevincimden ateşe yaklaşamadan rûhumun çıkacağını tahmin ederim dedi.
Beşir bin Mansûr Süleymî anlatır: Atâ bana şöyle dedi: Ey Beşir! Ölüm peşimde, kabir önümde, gideceğim yer mahşer, geçeceğim yol Cehennem üzerindeki sırât köprüsüdür. Bilemiyorum ki, Rabbim bana ne muâmele yapar? Sonra öyle feryâd etti ki, düşüp bayıldı... Ayılınca baktım ki benzi solmuş çok zayıf düşmüştü. Sâlih elMürrîye gidip hâlini anlattım. Benimle birlikte yanına geldi. Belki bir şeyler yedirip içirebiliriz dedik. Bize; Şu keçeyi kaldırın dedi. Kaldırıp baktık ki altında bir dirhem vardı. Onunla sevik (çorbalık) satın alıp, hazırladık ve ona içirmek istedik. Ağzına aldı. Fakat bir türlü içemedi. Boğazından geçmedi. Ölecek diye korktuk.

DÜNYADAKİ GARİPLİĞİME ACI
Dedim ki: Ey Atâ! Olur mu böyle? Bunu senin için aldık. Hazırlamak için uğraştık. Bana dönüp; Ey Beşir! Onu bana içirirken sıcaklığını hisseder hissetmez meâlen; Zîrâ (Âhirette kâfirler için) bizim yanımızda bu kapılar ve (içine girecekleri) bir ateş var. Bir de boğaza takılıp kalan bir yiyecek var. Ayrıca acıklı bir azap da var (Müzzemmil sûresi; 1213) buyurulan âyeti kerîmeyi hatırladım. Böyle yapmamak elimde değildir dedi.
Ve bir gün Allahım! Dünyâdaki garipliğime acı. Ölüm ânında bana merhamet eyle. Senin huzûruna çıktığımda rahmetinle muâmele et diye dua ederek son nefesini verdi
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Han*belî fı*kıh â*li*mi Ha*sen bin Hâ*mid</label>

Hasen bin Hâmid el-Bağdâdî, Bağdadda yetişen Hanbelî âlimlerindendir. Bağdadlı olup, birçok âlimden çeşitli ilimler aldı. İlminden çok kimseler istifâde etti. Devlet idarecilerine ve halka ders verir ve her meselede kendisinin fetvasına başvurulurdu... SULTANIN HEDİYESİNİ ALMADI!..
Çok talebe yetiştirdi. Fıkıh, usûl-i fıkıh, usûl-i hadîs ve başka ilimlerde çok kıymetli kitaplar yazdı. Uzun bir ömür sürdü. Yazılan kitapları çoğaltarak onları satar, elinin emeği ile kazandığını yerdi... Bir keresinde, sultan kendisine kıymetli hediyeler göndermişti. Onlardan bazısına ihtiyâcı olduğu hâlde hiçbirini kabul etmedi. O, böyle hediyelerden uzak durmak istiyordu.
Birçok kereler hac yapmak için Mekkeye gitti. 403 (m. 1013) senesinde, hacdan dönerken, Mekke yolunda Vâkısat-ü hazûn adı verilen yerin yakınında vefât etti...
İbn-i Hâmid, daha çok fıkıh ilmiyle uğraşıp meşhur oldu. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin mezhebinde olanlara ders verecek ve bu mezhebde müftîlik yapacak mertebeye yükseldi...
Onun bildirdiği bir hadîs-i şerifte Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
Başkalarını gıybet etmenin (çekiştirmenin) keffâreti, gıybet ettiği kimse için istiğfar etmektir.
Kadı Ebû Yalâ anlatıyor:
İbn-i Hâmid, ders vermeye başlarken önce Kurân-ı kerim okurdu. Sonra derse başlardı. Ders vermeyi bitirdikten sonra, birçok kitapları eliyle yazar, onları satarak kazandıklarından geçimini temin ederdi. Çok zaman baklayı yağsız olarak pişirip yerdi. Yağ bulduğu zaman onu yemeğe katmaz, yalnız yerdi. O, çok hac yapardı. İlim öğrenmek ve hac yapmak için çok yolculuk yapmaktan, yaşının ilerlemesine rağmen çok zevk alırdı ve hiç yorgunluk hissetmezdi...

SON NEFESTE DE OLSA...
Hasen bin Hâmid hazretleri, hac yapmak üzere sefere çıkmıştı. Hac dönüşünde yolda bütün insanlar çok susamışlardı. Onun da sıcağın şiddetinden takati tükenmiş ve bir taşa yaslanmıştı. Son nefesini vermek üzereydi. Birisi ona az bir su getirdi. Onu nereden getirdin? diye işaretle sordu. O da; Şimdi bu suâlin vakti değildir. Suyu için! diye cevap verdi. Bunun üzerine O; Evet, Allaha kavuşma ânında da olsa haramdan mı, helâlden mi diye sormanın vaktidir dedi. Suyun kime âit olduğunu sorarak, helâl olup olmadığını anlamak istemişti. Suyu içmeden vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ab*dülvâ*hid bin Zeyd *haz*ret*le*ri*nin kö*le*si</label>

Büyük velî Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri şöyle anlatır: Hizmetlerimi görmesi için bir köle satın almıştım. Gece evden gitmişti. Sabah olunca eve geldi ve bana üzeri işlenmiş bir dirhem altın verdi. Bunu nereden aldın deyince; Efendim, ben size her gün böyle bir dirhem vereceğim. Karşılığında geceleri beni serbest bırakmanızı istiyorum dedi. Ben de kabul ettim ONU EVE HAPSEDECEĞİM!..Aradan bir müddet geçti. Bir gün komşum yanıma gelip; Kölen mezarları açıyor, kefen soyuyor dedi. Bu söz beni çok üzdü. Ben onu eve hapsedeceğim dedim. Kapıları kilitledim, akşam oldu, yatsı namazından sonra kölem evden gitmek üzere kalktı. Tâkib ettim, kapalı kapılara işâret edince, kapılar açılıveriyordu!.. Evden çıktı. Gizlice onu tâkib ettim. Kurak bir yere vardı. Sabaha kadar namaz kıldı ve sonunda şöyle duâ etti: Ey yüce sâhibim! Efendime götüreceğim ücreti gönder!
Gökten üzerine bir dirhem düştü alıp cebine koydu... Bu işe çok hayret ettim ve onun hakkında yanlış düşündüğümden dolayı tövbe ettim. Sonra da onu âzâd etmeye karar verdim. Fakat kölem kayboldu. Bir türlü bulamadım... Bir müddet sonra karşıma bir atlı dikildi ve; Ey Abdülvâhid! Burada ne oturuyorsun? dedi. Durumu baştan sona anlattım. Atlı; Senin bulunduğun bu yer ile memleketin arası ne kadar mesâfedir, biliyor musun? dedi. Hayır bilmiyorum dedim. Süratli giden bir süvâri için altmış konaklık mesâfedir. Buradan ayrılma. Kölen bu gece yanına dönecek dedi.
Ortalık kararınca bir de baktım ki, kölem geldi. Yanında bir sofra vardı. Sofranın üzeri her çeşit yiyecekle doluydu. Bana; Buyur ye efendim! dedi. O benzerini görmediğim yiyeceklerden yedim...

SECDEYE KAPANDI VE...
Sabah namazından sonra kölem elimden tutup, duâ etti. Sonra birkaç adım attık. Birdenbire kendimi evimin önünde buldum. Bana dönüp;
Efendim, siz beni âzâd etmeye karar vermediniz mi? dedi. Evet dedim. Yerden bir taş alıp âzâd edilme bedeli olarak bana verdi. Bir de baktım ki, taş altın oldu...
Bu hadiseyi komşularıma anlatıp; O, mezâr soyan değil nûr saçan imiş dedim. Komşularım da pişman olup, tövbe ettiler. Köle de hemen secdeye kapandı ve; Yâ Rabbi, sırrım ortaya çıktı, canımı hemen al diye yalvardı ve Kelime-i şehadet söyleyerek ruhunu orada teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mü*fes*sir ve mu*had*dis Mu*ham*med bin Ka'b</label>

Muhammed bin Kab el-Kurazî, Tabiîn devrinin büyüklerindendir. Hicretin 40ıncı (m. 660) senesinde Hazreti Alinin hilâfetinin sonlarında doğdu. Kurân-ı kerîmin tefsîrinde, birinci tabakayı teşkil eden âlimlerdendir. Büyük müfessirlerden olup, ayrıca muhaddisler yanında da sika (güvenilir) olan râvilerdendir. Bizzat Abdullah İbn-i Abbâsdan ve Abdullah İbn-i Ömerden tefsîr öğrenmiştir... KURÂN-I KERİM KİME OKUNUYORSA...Enam sûresi 19uncu Şu Kurân-ı kerîm, sizi ve kime erişirse onları inzar etmem, korkutmam için bana vahy olundu âyet-i kerîmesinin tefsîrinde şöyle buyurdu:
(Kurân-ı kerîm kime okunuyorsa, Allahü teâlâ kendisiyle konuşuyor gibidir. Bunu böyle kabul eden kimse, Kurân-ı kerîmi efendisinden kölesine yazılmış bir mektûb veya âmirden memura yazılmış bir emir gibi okur. Yani yalnız düzgün okumayı bir vazife saymaz. Belki ne emrettiğini, neler istediğini ve nelerden de menettiğini anlamak için düşünerek okur ve gereğini yapar.)
Yine Bekara sûresi 201inci; Ey Rabbimiz, bize dünyâda bir hasene iyilik ver âyet-i kelimesindeki haseneden muradın, (saliha, iyi, temiz bir kadın) olduğunu tefsîr etti. Nitekim Resûl-i Ekrem efendimiz, Sizler şükreden kalbe, zikreden lisana ve âhiret hususunda sizlere yardımcı olacak saliha, mümin bir kadına sahip olmaya çalışın! buyurmuştur.

DERS OKUTURKEN VEFAT ETTİ...
Müminûn sûresi 99-100üncü, Nihayet onlardan her birine ölüm gelip çatınca, tekrar tekrar şöyle diyeceklerdir: Ey Rabbim! Beni dünyâya geri gönder. Tâ ki, boşuna harcadığım ömrüm karşılığında iyi amelde, ibâdet ve işlerde bulunayım! âyet-i kerîmelerinin tefsîrinde de, şöyle bildirdi:
(Allahü teâlâ bu adama; Ne istiyorsun, neye heves ediyorsun? Servet edinmek, sular akıtıp bağ ve bahçeler yetiştirmek arzusunda mısın? diye sorar. Adam ise, Hayır, sâlih, iyi olan işler yapmak isterim der. Allahü teâlâ, Hayır ondan artık iş geçti. Bu ölüm anında herkesin söyleyeceği sözdür buyurur...)
Muhammed bin Kab hazretleri, 90 (m. 708) senesinde Medine-i Münevverede bir mescidde hadîs-i şerîf okuturken tavanın yıkılması üzerine cemaatten bir kısmı ile beraber enkaz altında kalarak vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâ*fiî fı*kıh â*li*mi Ebû Bekr Kaffâl</label>

Ebû Bekr Kaffâl, Fıkıh âlimlerindendir. 1037 (H.429) senesinde, Diyarbakırın Silvan ilçesinde doğdu. 1113 (H.507)de vefât etti. Hocası Ebû İshâkın kabri yanına defnedildi. Ebû Bekr Kaffâl, Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi olarak yetişmiştir. O devirde adına Meyyâ Fârikîn denilen Silvan, büyük bir ilim merkezi olup; bu bölge, Malazgirt Savaşından çok daha önce Müslüman beldesi idi. SAHİBİ HİLYE DİYE TANINDI
Bu mübarek zat, ilim öğrenme hususunda son derece gayretli olup, hadîs ilminde de söz sahibi idi. Yazdığı Hilye kitabını Halîfe Mustazhar Billaha takdim ettiği için, Sahibi Hilye lakabıyla tanındı, önce kendi yaptırdığı medresede bir müddet ders verdi. Nizamiye Medresesine müderris olarak tayin edildi. Bu meşhur medresede, daha önce Ebû İshâk Şîrâzî ve İmâm-ı Gazâlî gibi âlimler ders vermişti. Medresede ilk dersini vereceği sırada, mendilini gözlerine tutup çok ağladı ve müderrislerin âdeti üzerine kürsîye çıkınca, ağlayarak şu manâda bir beyt söyledi:
Memleketlerde âlim kalmadığı için, biz âlim sayılıyoruz. Yoksa ilimde yüksek mertebelere ulaşmak kolay bir iş değildir...
Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Mümin, baktığından ibret alır. Bir şey verilirse, şükreder. Musibet ve belâya uğrayacak olursa, sabreder. Konuşacak olursa, Allahü teâlâyı hatırlatır.
Câhil, suyu fışkırmayan kaya, dalı yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen yer gibidir.
Akıl, müminin dostu; ilim, veziri, sabır, askerlerinin komutanı ve amel ise silâhıdır.
Yumuşak başlı olanlar; en sabırlı, derhal affedici ve en güzel huylu olan kimselerdir.
Söz ilâç gibidir. Azı faydalı, çoğu zararlıdır.

TAZE BİR FİDAN İKEN...
Bir şiirinde şöyle der: Ey Genç, sen taze bir fidan, çamurun yumuşak, tabiatın elverişli iken ilim öğren... İlim öğrendikten sonra, senin anlatıp başkalarının dinlemesi, şeref ve övünç olarak sana yeter...
Fıkıh âlimi olan Muhammed bin Abdullah-i Kurtubî şöyle anlatmıştır: Ebû Bekr-i Kaffâl hazretlerinin yanına gittim, ölüm hastalığında idi. Kendinden geçmiş bir hâldeydi. Ne zaman ki kendine geldi, ona içmesi için bir miktar su getirdiler. Benim hiç suya ihtiyâcım yoktur. Melekler bana şimdi bir yudum içirdiler ve ben yemekten ve içmekten kesildim dedi. Sonra vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Münâ*fık*la*rın re*i*si İb*ni Ebî Se*lül</label>

Abdullah bin Übeyy bin Selûl, münâfıkların reisi idi. Başında bulunduğu nifak şebekesinin yaptıklarından dolayı haklarında âyeti kerimeler, hattâ Münafıkûn adında müstakil bir sûre nazil olmuştu. Bu sebeple Resûlullah Efendimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem bunlara karşı hep tedbirli olurdu. KAFTANINI BANA KEFEN ET!..Bir gün, Abdullah bin Ebî Selül hastalandı. Resûlullah Efendimiz iyâdetine [hasta ziyâretine] gitti. Habîbullaha Ben öldüğüm zamân namâzımı kıl. Bana duâ et. Kaftanını kefen et! dedi ve bir müddet sonra da öldü...
Bu münafığın oğlu olan Abdullah (radıyallahü anh) son derece samimi bir Müslümandı. Resûlullah Efendimizin huzuruna çıkarak babasının vasiyetini bildirdi. Gariptir ki, hayatı boyunca İslâmiyet aleyhinde plânları olan bu adamın kefenlenmesi için Resûli Ekrem Efendimiz sırtından gömleğini çıkarıp Abdullaha verdi ve Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz, namazını kılayım buyurdu.
Cenaze hazırlanmıştı. Peygamber Efendimiz namazı kılmaya kalkarken Hazreti Ömer (radıyallahü anh), arkasından ridasına yapıştı; Yâ Resûlallah! Allah sizi münâfıklar üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi? dedi. Peygamber Efendimiz gülümseyerek şöyle cevap verdi:
İstiğfar etmek veya etmemekte serbest bırakıldım. Ben de tercihimi yaptım. Allahü teâlâ, Onlar adına ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen yine Allah onları bağışlayacak değildir... (Tevbe Sûresi, 80) buyurmuştur.
Daha sonra Resûlullah Efendimiz, Abdullah bin Übeyyin cenaze namazını kıldı ve kabri başına kadar da gitti...
Aradan çok zaman geçmeden Peygamber Efendimize münâfık ölüleri hakkında Cenâbı Hak tarafından ayeti kerime gönderildi.

BİN KİŞİ İMAN ETTİ
Bundan sonra Peygamber Efendimiz, hiçbir münâfığın cenaze namazını kılmadı. Kabrinin başında da durmadı.
Resulullah Efendimizin bir münafığın cenazesine karşı bu alâkasının şüphesiz birçok hikmetleri vardı. En mühim hikmeti onun etrafında toplanmış olanların samimi iman etmelerini temin etmekti. Nitekim, Abdullah bin Übeyyin vefât ederken Peygamber Efendimizden medet umduğunu gören bin kişi samimiyetle Müslüman olmuştur. Bunu gören Hazreti Ömer de, davranışından pişmanlık duymuş, Allah ve Resûlü elbette daha iyi bilir demiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hakkâ*ri'nin be*re*ke*ti E*bü'l-*Be*rekât</label>

Ebül-Berekât Hakkârî hazretleri, Doğu Anadolu evliyâsının büyüklerindendir. Miladi 12. ve hicri 6. asrın sonlarında Hakkâride vefât etti. Laliş köyünde amcasının inşâ ettirdiği ve kendisinin medfûn olduğu zaviyeye defnedildi...
Ebül-Berekât, küçük yaşta yüksek ilim sahibi âlimlerin meclislerine devam etti. Gençliğinin baharında ilimle doldu. Kalbi Allah aşkı ile yandı. AMCASINA TALEBE OLDU...
Tasavvufta en üstün makamlar, ilimde yüksek dereceler sahibi, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin halîfelerinden olan amcası Adiy bin Misafir, o sırada Hakkâri dağlarında, bıkıp usanmadan insanları Allah yoluna çağırmaktaydı. Ona olan sevgisi, Ebül-Berekât hazretlerinin ana ve babasını, akraba ve yakınlarını, yemyeşil verimli memleketleri bırakıp, Hakkâri gibi dağlık ve sert kış şartlarına sahip bir memlekete gitmesine sebep oldu. O, orada amcasının elinde kısa zamanda yüksek makamlara ulaştı. Üstünlükleri dillere destan oldu. Sevgisi gönüllerde yeşermeye, Allah aşkı ile terennüm ettiği şiirler dillerde dolaşmaya başladı. Üstadı ve amcası Adiy bin Misafir hazretleri onu, Hakkâri dağlarındaki talebelerinin yetiştirilmesi ile vazifelendirdi.
Doğu Anadolu evliyâsının birçokları ile görüştü. Yüce makamlara, üstün ahlâk ve davranışlara sahip oldu. Allahü teâlâya yakın olmaktan bahsedilince, sözü o alır, vilâyetin üstünlük ve hükümleri onun dilinden dinlenirdi. O, Allahü teâlânın; ölü kalbleri diriltmek, karanlık gönülleri aydınlatmak, Allah adamlarını yetiştirmekle vazifelendirdiği bir mübarek kimseydi. O, zühd ve takvada eşsiz, dünyâya kıymet vermez, Allahü teâlânın rızâsına muhalif hiçbir söz ve harekette bulunmazdı. Tevazu ve kerametler sahibi, akıl ve zekâda üstün bir kimse idi...

MUHABBETİN ESASI ÜÇTÜR
Bu mübarek zat buyurdu ki:
Muhabbetin esâsı üç şeydedir. Bunlar; vefa, edeb, mürüvvettir... Bir kulda bu üç haslet bulunursa, Allahü teâlâya yakîn olmanın tadını tatmış olur. Onun gönlüne Ondan ayrı kalmanın korkusundan bir kor düşmüş olur. Ona kavuşmak ateşiyle yanmaktan kurtulamaz.
Vefat ederken şunları söyledi:
Muhabbet sarhoşluğu ile mest olan bir kimse, ancak mahbûbunu görmekle ayılabilir. Çünkü muhabbetin sarhoşluğu, sabahı müşahede olan bir gecedir. Meyvesi mücâhede olan doğruluk gibi
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ço*cuk*la*rımı ha*li*fe*nin *ka*pı*sı*na bı*ra*ka*cağım</label>

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) halifeliği zamanında yoksul aileleri ve yaşlı kadınları dolaşır, ihtiyaçlarını gizlice görürdü. Kendisi ise sade bir hayat yaşar ve zaruri ihtiyaçları dışında hazineden para almazdı. Kuru arpa ekmeği yer, kalın kumaşlardan elbise giyerdi... AÇ VE SUSUZ KALDIK!..Hazret-i Ömer, birkaç bin askeri harbe göndermişti. Harbe gidenlerin evlerine adam gönderip, hallerini sorması ve geceleri kendisinin şehri gezmesi âdeti idi... Bir gece şehri dolaşıyordu. Bir evin önünden geçerken, ağlayan bir kadın sesi duydu. Kulak verdi. Halife kocamı harbe gönderdi, biz burada aç ve susuz kaldık. Çocuklarımı götürüp halifenin kapısına bırakacağım... diyordu. Hazreti Ömer dayanamadı. Gidip bir miktar yağ ve bir çuval unu sırtına alıp, kadının evine getirdi. Ateş yakıp yemek pişirdi. Çocukları kaldırıp yedirdi. Sonra kadından özür diledi. Şimdiye kadar sizin halinizi bilmiyordum. İhtiyacınız olursa, hemen bize bildirin diyerek ayrıldı...
Abdurrahmân bin Avf radıyallahü teâlâ anh anlatır:
Hazreti Ömerle her gece şehri dolaşırdık. Bir yere varınca bana derdi ki; Sen burada dur! Ben de muhâlefete kâdir olamayıp, dururdum. Bir eve gider ve bir müddet sonra dönerdi. Suâl etmeye de cüret edemezdim...
Vefâtlarından sonra bir gece o mahalledeki o eve gittim. İçeride kötürüm bir ihtiyâr kadın vardı. Kendi kendine Acabâ ne oldu ki, Ömer bu gece gelmedi? diyordu. Ben, Ey hâtun! Ömer dünyâdan göçtü dedim. Kadıncağız bunu işitince, bir âh çekip, bayıldı. Sonra kendine geldi ve dedi ki: Ey Allahım! Bana yardımda bulunan Ömeri affet!

BEN ÖMERSİZ ÖMÜR İSTEMEM
Ona Ömer sana ne yardımında bulunurdu? diye sordum. Gündüz vakti üzerimi kirletirdim. Onu dışarı atar*dı. Kirlenmiş elbisemi yıkardı. Beni temizlerdi. Bana yiyecek getirirdi dedi. Ey hâtun! Ben de Ömerin canciğer arkadaşıyım. Eğer o gitti ise ben varım. Onun yaptığı işleri yapayım dedim. Ömerin yerini kim tutabilir?.. Eğer Ömerin arkadaşı isen, bana duâ eyle, yardım et! dedi ve şöyle dua etti: Yâ ilâhel âlemîn! Ben bu hastalığı Ömerin yardımı ile çekerdim. O gittiğine göre benim rûhumu kabzey*le... Ben Ömersiz ömür istemem... Böyle dedi, o saat duâsı makbul olup, dünyâdan göç etti. Ben ağladım. Techîz ve tekfînini yapıp, defneyledik...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanbelî fıkıh âlimi Ömer bin Hüseyn</label>

Ömer bin Hüseyn el-Hırakî, Hanbelî mezhebi âlimlerindendir. 334 (m. 946) senesinde vefât etmiştir. Zamanının Hanbelî mezhebindeki meşhûr âlimlerinden ilim öğrenmiştir. Hanbelî mezhebine göre yazdığı El-Muhtasar adlı fıkıh kitabı en meşhûr eseridir. Diğer eserleri Bağdâdda bıraktığı bir evde yangın sebebiyle yanmıştır. AÇLIK, KALBİN LAMBASIDIRBu mübarek zatın kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
Senin ömrün, bir tek nefesten başka bir şey değildir. Eğer bu nefesi kendi lehinde tüketmiyorsan, bari aleyhinde olacak şeyleri toplamak için tüketme.
Kim İslâm ahlâkı ile ahlâklanırsa, kendine tâbi olanlar da onun ahlâkı ile ahlâklanırlar. Kim ahlâkında gevşeklik gösterirse, kendisi ve kendine tâbi olanlar helâk olurlar.
Kanâatle beraber açlık; tefekkürün tarlası, hikmetin menbaı, zekânın hayatı, kalbin lambasıdır.
Kula verilen en hayırlı şey, kendisine lüzumlu şeylerin yerleştirilmesi için mâlâyanîden temizlenen kalbdir.
Allahü teâlâ kıyâmet günü müminleri fadl ve ihsânı ile, kâfirleri de hüccet ve adâletle hesaba çekecektir.
Oruç üç çeşittir. İlki rûhun orucudur ki, bu da ihtirâslı olmamaktır. İkincisi aklın orucudur ki, bu da nefse muhalefet etmek, hevâ ve hevesini terk etmektir. Sonuncusu nefsin orucudur ki, yemekten, içmekten ve haram olan şeylerden el çekmektir.
Tevâzu; kimden olursa olsun, hakkı kabûl etmektir.
Tasavvuf; râzı olunan ahlâktır.
Ârif kimse; kalbi Allahü teâlâ ile, bedeni halk ile olandır.

KENDİNE YER HAZIRLA!..
Ömer bin Hüseyn Hırakî, Ebül-Fadl bin Abdüs-semîden naklen şöyle anlatmıştır:
Bir gün Feth bin Şehrefin yanına gitmiştik. Bize, dün bir rüyâ gördüm dedi ve şöyle anlattı: Rüyâmda Hazreti Aliyi gördüm. Canım sana feda olsun ey müminlerin emîri, bana bir şeyler anlat dedim. Zenginlerin fakirlere tevâzu etmesi ne güzeldir buyurdu. Canım sana feda olsun, biraz daha dedim. Fakirlerin zenginlere mihnet etmemesi ne güzeldir buyurdu. Biraz daha söyle canım feda olsun dedim. Elinin içini açıp bana gösterdi, avucunda şu şiir yazılı idi:
Yaratıldın yoktan/Öleceksin yakında/Gideceksin dünyâdan./Bırak yer yapma,/Şu fânî dünyâda/Kendine yer hazırla,/Ebedî olan âhirette.
Bunları söyledikten sonra vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Zekeriya Efendi</label>

Muhammed bin Zekeriya Efendi, 1905 [1326 H.] yılında Türkistanın Fergana vadisindeki tarihî şehirlerden Mergilanda dünyaya gelmiştir. Yirmi yaşına gelene kadar medrese tahsili yapmış, 1928de Fergana vadisinde komünist idarenin tamamen hakim olarak medreseleri kapatıp ulemayı hapis, sürgün ve katletmek suretiyle görünürdeki dinî hayatı yok etmesi üzerine öğrenim hayatı yarıda kalmıştır. RUS ZULMÜNDEN KAÇTILAR...Muhammed bin Zekeriya Efendinin ailesi Afganistanın Belh şehrine hicret ederek Rus zulmünden kaçtı. Oradan da Hac vazifesini yapmak üzere Mekke-i Mükerremeye gittiler. O yıl Mekke-i Mükerremede kalıp ertesi yıl da hac yaparak, akabinde Medine-i Münevvereye vasıl olurlar. Cennetül-Bakî ile Mescid-i Nebevi arasında yer alan Şari-i Rumiyede bir ev kiralayarak yerleşirler. Şeyh Muhammed Zekeriya Efendi annesi ile kendisinin maişetini el emeği ile temin etmek için tezgâh açar. Dinî tahsiline de Harem-i Şerifte devam eder. Medine-i Münevverede yarım kalan ilim tahsilini tamamlama fırsatı bulan Muhammed bin Zekeriya Efendi, bilhassa Fıkıh ve Hadis dalında mükemmel yetişir. Tasavvuf yolunda da ilerleyerek velayet derecelerine kavuşur...
Türkistandan Medine-i Münevvereye hicret eden bu Allah dostu, bütün ehl-i Medinenin sevgilisi olmuş; hallerine hakim olan Resûlullah aşkı ile temayüz etmişti. Kutlu beldelere gelen her gönül adamının bizzat yakından tanıdığı ve sohbetine katılarak feyzinden yararlandığı bu mübarek insan ömrünü, Din-i Mübin-i İslama vakfetmişti.

BEN KABRİN KAPISINDAYIM
Bu mübarek zatın ömrünün son günleri şöyle anlatılır...
Şeyh Muhammed bin Zekeriya Mergilanî hazretleri, yüz yıllık hayatının seksen yılını Medine-i Münevverede yaşamış bir büyük Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) âşığı olarak son nefesini verdi. Son birkaç gününde helalleştiği doktorlarına birçok defa Beni bırakın!.. Ben kabrin kapısındayım... Rabbimin huzurundayım demiştir.
Nakledildiğine göre, Şeyh Muhammed Zekeriyya Buhari, son anlarında şuurunu kaybetmeden, yüzünde tebessüm ve anlatılamayacak bir güzellikte nurla Rabbî..., Rabbî... diyerek son nefesini verdi...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri