Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bayburtlu İrşâdî Baba</label>

İrşâdî Baba, Buhâra ve Horasan erenlerinden Seyyid Emîr Külâl Hazretlerinin soyundandır. Ailesi, Buhâradan gelip önce Konyaya; oradan sonra da sırasıyla Erzincâna ve nihayetinde Bayburtun Sıptoros (Oruçbeyli) köyüne yerleşir...Fakîr bir ailenin çocuğu olan İrşâdî 1806 yılında doğar. (Vefat tarihi 1877dir.) Her Müslümân çocuğu gibi o da, çocukluğunu kışın medreselerde Kuran-ı kerim okumakla, yazın ise ailesine çiftçilik işlerinde yardımla geçirir... DİVANI KAYBOLUR...
Güzel ahlâklı ve çalışkan olan İrşâdî, kısa zamanda hocaların takdirini kazanır. Molla olabilmek için Sünür ve Bayburt-Yakutiye medreselerinde tahsilini tamâmlayarak icâzet alır.
İrşâdî Baba bir yandan tasavvufî derinliğe erişmek için çalışırken, bir yandan da Ahmediyye ve Mevlid gibi eserler meydâna getirir. İrşâdî Babanın başlayıp da bitiremediği bir kitabı torunu Ağlar Baba tarafından tamâmlanır. El yazması Dîvânını ise seferberlikte kaybeder.
Bazı ediplerimiz İrşâdî Babayı literatürde incelerken ona halk şâiri demişlerdir. Gerçekte İrşâdî Baba bir halk şâiri değil büyük bir mutasavvıf ve Hak âşığıdır...
Şöyle bir hatıra anlatılır:

KENDİNİ GİZLEDİN!..
Zamanın büyük alîmlerinden Balahor (Aksar) köyünden Hacı Oslu, İrşâdî Babanın sigarasının germişo ağacından kesilen çubuğa takıp içmesine çok içerliyormuş. İrşâdî Babanın ölümünden sonra kıymetini anlamış ve takdir etmiştir. Şöyle ki:
İrşâdî Baba mânevî âlemde, Hacı Hoca Osluya o gün âhirete göçeceğini ve cenâzesinin onun tarafından yıkanıp kaldırılmasını ister. Aynı gün İrşâdî Baba hastalanır. Yakınlarına günün tamâm olduğunu söyler. Cenâzesinin Hacı Hoca Oslu çağrılarak yıkanmasını ister. Ölümünü müteâkip iki kişi Sıptoros köyünden kalkıp, Hacı Oslunun köyüne vardıklarında bakarlar ki Hacı Oslu da hazırlanmış köye gelmek üzere...
Durumu Hocaya arz ederler. Hoca efendi; Zaten İrşâdî bu vazîfeyi bize verdi. Ben de îfâ-yı vazîfe için biraz sonra gelecektim der. Nihâyet Hacı Oslu gelir. Cenâzeyi yıkarken çok ilginç bir olayla karşılaşır. İrşâdîyi sağa çevirmek ister, o, sola çevrilir. Oslu Hoca da Hey koca İrşâdî! Bir çubuğun arkasına gizlendin de seni kimse tanıyamadı diyerek İrşâdî Babanın büyüklüğünü itirâf eder...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı İbn-i Hafîf</label>

İbn-i Hafîf hazretleri, zâhir ve bâtın ilminde zamânının en meşhûr âlimi ve büyük velîsi idi. Dünyaya hiç değer vermezdi. Çok cömertti. Bütün malını dağıttı... Kendisi şöyle anlatır: İP VE SU KOVASI!..Tasavvufta ilerlediğim ilk sıralarda hacca gitmek için yola çıktım. O zaman kendimi bir başka görüyordum. Bağdâta geldiğimde, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerini bile ziyâret etmedim. Çöl yoluna çıktığımda çok susamıştım, yanımda bir ip ve su kovası vardı. Bir kuyu gördüm. Bir ceylan bu kuyudan su içiyordu. Kuyunun başına geldim ve suyun dibe çekildiğini gördüm. Susuzluğa dayanamayarak; Yâ Rabbî! Bu kulunun şu ceylan kadar da mı değeri yoktur? dedim. Sonra bir ses duydum: O ceylanın yanında, ipi ve kovası yoktu. O bize güveniyordu. Bunun üzerine ipi ve kovayı attım ve yoluma devâm ettim. Bir süre gittikten sonra yine bir ses; Ey İbn-i Hafîf! Biz seni nasıl sabredeceksin diye imtihan ettik. Şimdi geri dön ve suyunu iç! dedi. Geri döndüğümde, kuyunun ağzına kadar dolu olduğunu gördüm ve suyumu içip abdest aldım. Medîneye varıncaya kadar hiç susamadım...

EVİMİ NURLAR KAPLADI!
Yine kendisi şöyle anlatır:
Horasanlı bir genç, hacılara yoldaşlık ediyordu. Şirâza gelince hastalandı. Yanımızda sâlih bir zât ile hanımı vardı. O genci, bakmaları için onların evine gönderdim. O zât, bir gün ansızın geldi. Rengi değişmişti. Bana; Allahü teâlâ ecrini yükseltsin. O genç vefât etti deyince, ben; Senin rengin niye böyle değişti? diye sordum. Genç dün gece bize, benim yanımdan ayrılmayınız. Bu gece benim işim tamamdır dedi. Ben de evde bulunan yakınıma; Gecenin ilk yarısı sen başında bekle, gecenin ikinci yarısı ben bekleyeyim dedim. Nöbet sırası bana geldiğinde seher vaktine kadar gencin durumunu kontrol ettim. Bir ara uyuya kalmışım. Âniden bir ses; Uyuyor musun? Halbuki Allahü teâlâ senin evine, akıl almaz şeyler göndermiştir dedi. Titreyerek uyandım. Evimde birtakım sesler ve muazzam nûrânî bir aydınlık vardı. O genç, son nefesini vermek üzereydi. Elini ayağını uzattım. Genç, rûhunu teslim etti diye anlattı. Bunun üzerine o zâta; Bunları kimseye söyleme dedim. Sonra techiz ve defin işleriyle uğraştık.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Ali'nin katili İbni Mülcem</label>

Hazreti Ali radıyallahü anh, sabah namazını kılıyordu... Hiç beklenmedik bir anda, İbn-i Mülcem isminde bir namerd tarafından, sırtından zehirli hançerle vurularak yaralandı. İbn-i Mülcem, o anda kaçmayı başardı, ancak kısa sürede yakalandı. Halifenin huzuruna getirdiler. Hazreti İmam, kendisini vuranı tanıyordu. Çünkü daha evvel İbni Mülcem denen hain, kendisine hizmet etmiş, ekmeğini yemiş ve Hazreti Aliden çok yardım görmüştü. Daha o zamanlar Hazreti Ali;- Ya İbni Mülcem! Benim ecelim senin elinden olacak, buyurarak büyük bir keramet izhar etmişti. Hazreti Ali böyle söylediği zaman, İbni Mülcem;
  • Ya İmam! Böyle bir şey yapacak olursam ellerim kurusun, madem öyle şimdi sen beni öldür, deyince, Hazreti Ali kendisine;
  • Bu suçu işlemeden seni nasıl öldürtür veya hapse attırabilirim. O takdirde ben zalim olurum, buyurmuştu... Hazreti Ali, İbni Mülceme yaralı haliyle şöyle sordu:
  • Ya İbni Mülcem! Sana ne yaptım; ırzına mı, malına mı, canına mı iliştim? Beni niçin öldürmek istedin? İbni Mülcem, korkudan tir tir titriyordu;
  • Hüküm Allahındır diyebildi...
İbni Mülcemi hapse attılar...
Hazreti Ali, oğlu hazreti Hasana dönüp;
- Eğer ben bu yaradan ölürsem, bir kılıç darbesi ile kısas yapın ki, kanun-u ilâhî yerini bulsun. Sakın ona beni öldürdüğünden dolayı eza ve cefa etmeyin, buyurmuştu...
***
Hazreti Aliyi mescitten eve aldılar, bir miktar süt getirdiler ve içmesi için kendisine verdiler. Hazreti Ali, sütün yarısını içtikten sonra, yarısını da iade ederek;
  • Bu sütü alın zindandaki garibe götürün, o açtır, buyurdu. Yanındakiler zindandaki garibin kim olduğunu sordular. Hazreti Ali:
  • Zindandaki garip beni yaralayandır. Şu anda o açtır, bir şey yememiştir, buyurdu.
Sütü alıp zindana gittiler. İbni Mülcem sütü içmedi ve;
- Bunun içine siz zehir kattınız, beni öldürmek istiyorsunuz, dedi.
Hazreti Ali, onun sütü içmediğini öğrenince çok üzüldü.
- İbni Mülcem neden hakkımızda su-i zan etti. Eğer benim gönderdiğim sütü kabul edip de içse idi, yarın mahşer günü Cennetin kapısına ayağımı dayar, İbni Mülcemi Cennete koymayınca ben de girmezdim, buyurdu.
Aradan çok zaman geçmeden, Allahın Arslanı Hazreti Ali, ahirete irtihâl etti. Onun vefatının ardından İbn-i Mülceme hemen kısas uyguladılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bir Âhiret Sultanı Alâeddîn bin Esad</label>

Alâeddîn bin Esad hazretleri Hindistanda yetişen evliyânın büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1397 (H.800) senesinde Pânî-pût şehrinde vefât etti...Alâeddîn bin Esad hazretleri, önceleri, ahâlinin en zenginlerinden ve önde gelenlerinden olup, çok sevilen ve övülen bir zât idi. Sonraları tasavvuf yoluna girip, fakirliği ve insanlardan ayrı, uzak bir yerde kendi hâlinde yaşayıp ibâdet ve tâat ile meşgûl olmayı tercih etti. Ahî Sirâcüddîn diye bilinen Sirâcüddîn Osman hazretlerinin talebeleri arasına girdi. Kendisi şöyle anlatır: ONUNLA NASIL BAŞ EDEYİM?
Hocam Sirâcüddîn Osman, Hâce Nizâmüddîn-i Evliyâdan icâzet alıp memleketine döneceği sırada; Efendim, gideceğim yerde, Alâeddîn isminde zengin birisi var. Onunla nasıl baş edeyim? diye arz edince, hocası; Üzülme, o, senin hizmetçin olacak buyurmuş. Bu cevâba hayret eden ve kalbi rahatlayan hocam, hocasının bu sözlerinde mutlaka bir hikmet olduğunu düşünerek yola çıkar. Memlekete geldiğinde, benim, tasavvuf yoluna girdiğimi öğrenip çok sevinir. Ben de kendisine talebe olunca, hocasının daha önce söylediği sözün hikmeti anlaşılır...
Alâeddîn bin Esad hazretlerinin bir dergâhı vardı. Orada talebelerine ders okuturdu. İyilik ve ihsanları o kadar çok idi ki, zamânın sultânı bu kadar ihsanda bulunamazdı... Çünkü o bir Âhiret Sultanı idi...

BİZİM KEDİMİZİ GETİR!
Bu mübareğin çok kerâmeti görüldü... Bir defâsında dergâhına bir kısım insanlar geldi. Yanlarında bir de kedileri vardı. Kedileri kayboldu. Alâeddîn bin Esada; Bizim kedimizi getir dediler. O da; Ben sizin kedinizin nerede olduğunu bilmiyorum, nasıl bulayım? diye hayretini bildirdi. İçlerinden birisi, alay etmek için, orada bulunan bir hayvanın boynuzunu göstererek;
Meselâ şu boynuzdan bulabilirsin dedi. Başka birisi de, daha edepsizce bir şey söyledi. Alâeddîn hazretleri çok üzüldü, fakat hiç cevap vermedi. O kimseler dergâhdan ayrılıp dışarı çıktıkları zaman, boynuz lâfı eden kimseye bir öküz gelerek boynuzuyla öyle vurdu ki, aklı başından gitti. Arkadaşları, bunu ölecek zannettiler. Daha edepsiz konuşan ikinci kimse ise, şiddetli bir hastalığa yakalandı ve o hastalıktan öldü...
Bunların bu hâllerine şâhit olanlar ise, büyüklere uygunsuz söz söyleyenlerin cezâlarının pek ağır ve şiddetli olacağını anladılar..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâbiînin büyüklerinden Ebû Eyyûb-i Sahtiyanî</label>

Ebû Eyyûb-i Sahtiyanî, Tâbiînin büyüklerinden, hadîs ve fıkıh âlimlerindendir. 66 veya 67 (m. 685) senesinde doğdu. 131 (m. 748)de altmışüç yaşında iken tâûn hastalığından Basrada vefât etti...Ebû Rebî, Ebû Yamerden şöyle nakleder: SİZE SU BULACAĞIM, ANCAK!..
Ebû Eyyûb-i Sahtiyanî, bir Mekke yolculuğu sırasında iken içinde bulunduğu kâfilenin yanlarındaki su bitmişti. Kâfile sıcak çöller üzerinde susuzluktan çaresiz kaldı. Bu sıkıntılarını Ebû Eyyûb Sahtiyânîye edeble arz ederek yardım istediler. Kâfîledekilerin büyük bir sıkıntı içinde kaldıklarını görerek onlara, Size su bulacağım, fakat bunu kimseye anlatmayacaksınız dedi. Kimseye anlatmayacaklarına dâir söz vermeleri üzerine, yere bir dâire çizip duâ etmeye başladı. Oradan buz gibi berrak bir su fışkırdı. Kâfiledekiler kana kana içip, hayvanlarını da suladılar. Sonra elini suyun çıktığı yere sürdü. Su kesilip orası eskisi gibi kupkuru bir yer oldu...
İnsanlara ilmiyle, nasihatleri ve halleriyle son derece faydalı olan Ebû Eyyûb-i Sahtiyanî hazretlerinin hikmetli sözlerinden bir demet:
Ey kardeşim! İnsanların ilme ait söylediği sözlerden bir kısmını ezberleyerek başkalarına karşı üstünlük taslama. Bu riyakârlıktır, gösteriştir. O bilgiler aslında senin değildir. Onları ortaya koyan sen değilsin.
Ömürlerini gaflet içinde geçiren, kulluk vazîfesini yapmayıp, ibâdetten mahrûm kalan âsi insanların hâllerine çok acırım.
Kişi ancak şu iki haslette üstün olur; biri insanlardan bir şey beklememesi, diğeri insanlardan gelen sıkıntılara katlanmasıdır.
Sâlihlerin anıldığı yerde bulunanlar, onların himâyesinde olurlar.
Sâdık kimse kalbindeki iyiliği, haliyle ve hareketleriyle de gösteren kimsedir. Böyle olmazsa kişi içinin doğruluğu ile kalır.
Bana Ehl-i sünnet itikâdında olan bir müminin ölüm haberi gelince, sanki bedenimden bir uzvum kopmuş gibi olur.

BİR CUMA GÜNÜ...
Hammâd bin Zeyd anlatır:
Bir cuma günü kuşluk vakti Meynûn Ebû Hamza yanıma geldi ve şöyle dedi: Bu gece rüyâmda Hazreti Ebû Bekiri ve Hazreti Ömeri gördüm. Buraya teşrîf etmenizin sebebi nedir? dedim. Haydi gel! Ebû Eyyüb Sahtiyânînin cenâze namazını kılacağız buyurdular. Sonra bana, Yoksa o vefât mı etti? diye sordu. Ben de Evet, dün gece vefât etti dedim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Şehidlerin efendisi Hazreti Hamza</label>

Uhud Harbine gidiliyordu... Resûlullah Efendimiz, (sallallahü aleyhi ve sellem) o sabah Rüyada, meleklerin Hamzayı yıkadıklarını gördüm diye buyurdu. Uhud bölgesine varıldı, orduya savaş düzeni verildi. Kureyşin birinci bayraktarı Talha bin Ebî Talha, Hazreti Ali tarafından, ikinci bayraktarı Osman bin Ebî Talha da Hazreti Hamza tarafından öldürüldü... KUREYŞLİLER ŞAŞKINDI!..Sancaktarlarının ölmesi Kureyşi şaşkına çevirdi. Sarsıldılar, sendelediler. Halid bin Velidin saldırıları da sonuç vermedi. Müşrikler, kaçışmaya başladılar. Sâfvân, Hazreti Hamzayı savaşırken görüyor, Ben, bugüne kadar kavmini öldürmeye onun kadar hırslı bir kimse daha görmedim diyordu...
Uhud Harbinde; Peygamber efendimiz, Hazreti Hamzayı en önde zırhsız süvarilerin başında çarpışmakla vazifelendirdi. Hazreti Hamza, kendisine kartal kanadından bir tuğ yapmıştı. Umumi taarruza geçildi. Hazreti Hamza, iki elinde iki kılıç tutuyor Ben Allahü teâlânın arslanıyım! diyor düşmanı önüne katmış öldüre öldüre ilerliyordu...
Herkes bütün güçleriyle çarpışırken, bir ara Resûlullah Efendimiz ile Hazreti Hamza arasında kimse kalmadı. Hazreti Hamza, hiç arkasına bakmıyor, hep ileri doğru hücum tazeliyordu. Savaşın başlamasından bu ana kadar tek başına 30 müşriki öldürmüştü...

AYAĞI KAYDI VE...
Bu sırada Siba bin Ümmü Emmar; Bana karşı koyabilecek bir yiğit var mı? diyerek Hazreti Hamzaya meydan okudu. Hazreti Hamza Yanıma gel ey sünnetçi kadının oğlu! Demek sen Allaha ve Resûlüne meydan okuyorsun, öyle mi? deyip onu göz açtırmadan bacaklarından tutup yere serdi, üzerine çöküp, kafasını gövdesinden ayırdı... Kalktı, karşı kayanın arkasında, Vahşiyi elinde mızrak ile kendisine nişan alıyor gördü. Sel sularının açtığı çukura gelince ayağı kaydı. Arkası üzeri yere yıkıldı, karnından zırhı açılmıştı. Mızrak atmakta çok usta olan Vahşi, fırsatı kaçırmamıştı. Fırlattığı mızrak Hazreti Hamzanın mübârek vücuduna saplandı. Hamza radıyallahü anh, oraya çöktü. Bedeni bir daha doğrulamadı, fakat ruhu cennete çoktan uçmuştu...
Resulullah efendimiz mahzun... (Vahşîye niçin beddua etmiyorsunuz) dediklerinde, (Mirâc gecesi, Hamza ile Vahşîyi kol kola Cennete giderken gördüm) buyurdular. Evet, Vahşî de bir müddet sonra iman etmiş ve Hazreti Vahşî olmuştur... Bize düşen ise, onlara birer Fatiha göndermek...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Basra Güneşi Mâlik bin Dînâr</label>

Mâlik bin Dînâr hazretleri, ömrünü Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyarak, insanlara nasîhat ederek geçirdi. Hak yolu bulmak isteyenlerin önünde bir güneş olup, yollarını aydınlatırdı. Pek çok nasihati vardır. Buyurdu ki:Şu beş şey bedbahtlığın alâmetidir: Birincisi, gözün yaşarmaması. İkincisi, kalbin katı olması. Üçüncüsü, hayâsızlık. Dördüncüsü, dünyâya düşkün olmak. Beşincisi, dünyâ için canından endişe etmektir. Mümin olan kimse Allahü teâlâdan korkar, boş sözlerden dilini korur.
Bir gün Basra vâlisi Mâlik bin Dinara der ki:
Ey Mâlik, bize karşı bu kadar ağır konuşabilmen için sana cesâret veren ve bizi mukâbele etmekten âciz bırakan şey nedir biliyor musun? Dünyâya hiç değer vermemen ve bizden beklediğinin olmamasıdır... KÖTÜ ARKADAŞTAN DAHA İYİ!
Yanına bir köpek gelip oturduğu zaman ona bir şey yapmaz ve kovalamazdı. Buyururdu ki:
Bu köpek, kötü arkadaştan daha iyidir, kişinin iyi insanları yanında bulup da doğru yola gitmemesi, şer (kötülük) olarak kendisine yetişir.
Mâlik bin Dînâr kira ile bir ev tutmuştu. Komşusu Yahudi idi. Bu evin güney tarafı Yahudinin evinden yana idi. Yahudi yaptığı pisliği bu duvara atarak devamlı kirletmeyi âdet haline getirmişti. Uzun bir zaman geçmesine rağmen bir şikâyet gelmediğine hayret eden Yahudi, Mâlik bin Dinara gelerek, Helâdan, pis kokudan rahatsız olup olmadığını sordu. Mâlik bin Dînâr ise rahatsız olduğunu, fakat yıkayıp temizlediğini bildirdi. Yahudi hayret içinde bu sıkıntıya niçin katlandığını sorduğunda, cevaben; Allahü teâlânın rızâsı için. Çünkü o buyurdu ki: Ve öfkelerini yutup insanları affedenler. (Âl-i İmrân 134) Yahudi bunun üzerine Ne iyi bir din ki, Allahın dostu, Allahın düşmanının verdiği eziyetlere katlanmakta, asla feryâd etmemekte, kimseye söyleyip şikâyet etmemektedir diyerek Müslüman oldu.

KENARDAN YÜRÜ BE ADAM!
Mâlik bin Dînâr hazretleri kendisi anlatıyor:
Hasta olduğum bir zamanda kimsem yoktu. Bazı şeylere ihtiyâcım vardı. Yürümeye takatim olmadığı halde, sıkıntı ile yavaş yavaş yürüyerek çarşıya çıktım. Bu sırada şehrin ileri gelenlerinden birisi geçiyordu. Bekçiler bana kenardan yürü be adam diye bağırdılar. Takatim olmadığı için yavaş yürüyordum. Biri geldi. Omuzuma şiddetli bir kamçı vurdu. Ertesi gün o adamın elinin kesildiğini duydum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve fıkıh âlimi Leys bin Sa'd</label>

Leys bin Sad hazretleri Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, Mısırda yetişen meşhûr hadîs ve fıkıh âlimlerindendir. Ailesi İranın İsfehân şehrinden olup 94 (m. 772) yılında Mısırın Kalkaşende kazasında doğdu. Mısır ve Hicaz âlimlerinden ilim tahsil edip, hadîs ve fıkıh tedrisâtıyla meşgûl oldu. Bu ilimlerde, zamanının en üstünlerinden idi. Çok cömert olup, malının tamamını çok kerre Allah rızâsı için fakirlere dağıtırdı. 175 (m. 791) yılında vefât etti. Kabri, Mısırda Karâfet-üs-sugrâdadır... Leys bin Sad hazretleri, fıkıhta ve hadîste Mısır halkının imâmı (âlimi) idi. Mutlak müctehidlerden olup, mezhebi kitaplara yazılmadığı için unutuldu. Onun hakkında, dört hak mezhebten birinin imâmı olan İmâm-ı Şafiînin çok hüsn-i zannı vardı. Hattâ Ebû Hatim, İbni Hibbân, İmâm-ı Şafiînin şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
Leys bin Sad, İmâm-ı Mâlikten daha fakîh idi. Şu kadar var ki, onu talebeleri zayi ettiler. (Yanî, ondan öğrendiklerini kitaplara yazmadılar.)
İmâm-ı Ahmed bin Hanbel de;
Leys, ilmi çok ve rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri sahih olan bir zâttır. Şu Mısırlılar arasında ondan sağlam olanı yoktur. Ben, Leys bin Sadın bir benzerini görmedim buyurmuştur...
Yahyâ bin Bükeyr de, Şerahbil bin Cemilden naklederek şöyle bildiriyor:
Emevî halifelerinden Hişâm bin Abdülmelik zamanındaki insanlara yetiştim. O zamanda çok âlimler vardı. Yezîd bin Ebî Hubeyb ve diğerleri Mısırda bulunuyordu. Leys bin Sad, o zaman çok gençti. Fakat herkes onun fazîletini ve dindeki veraını biliyorlar ve yanına gidiyorlardı. Ben, Leys bin Saddan daha mükemmelini görmedim. O, fakîh bir zât olup, Arapçanın nahv bilgisine sahipti. Çok güzel Kurân-ı kerîm okuyordu. Müzâkeresi çok güzeldi. Onun gibisini görmedim...

HASETÇİLER HER ZAMAN VARDIR!..
Yûsüf-i Nebhânî, Câmiu kerâmât-il-evliyâ adındaki eserinde şöyle yazıyor:
Leys bin Sad, müctehid din imâmlarının en büyüklerinden biriydi. Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbiînden sonra bu dîn-i mübîne en çok hizmet edenlerdendir. İmâm-ı Leys, bir defasında ev yaptı. Onu çekemeyenlerden İbn-i Refâa, ona inadından gelip bir gece evini yıktı. İkinci defa tekrar yaptı, yine geceleyin yıktı. Üçüncüsünde İbni Refâaya felç isâbet etti ve bir müddet sonra öldü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hazreti İsa ve Hak âşığı genç</label>

Hazreti İsa, İsrâiloğullarına gönderilen ve Kuran-ı kerimde ismi bildirilen peygamberlerdendir. Peygamberler arasında en yüksekleri olan ve kendilerine Ülülazm denilen altı peygamberin beşincisidir. Annesi hazret-i Meryemdir. Allahü teâlâ onu babasız yarattı. Kudüste doğdu. Otuz yaşına gelince peygamberliği bildirildi. Kendisine İncil adlı kitab gönderildi. Otuz üç yaşında diri olarak göğe kaldırıldı. Kıyâmete yakın yeryüzüne tekrar inecektir... Bugün, onun zamanında yaşanan bir hadiseyi nakletmek istiyoruz sizlere...ZERRENİN YARISI KADAR SEVGİ!..
İsa aleyhisselam bir gün bahçe sulayan bir delikanlı ile karşılaşır. Delikanlı Hazret-i İsaya Ey Allahın resulü, Rabbinden, sevgisinin zerre ağırlığındaki bir kısmını bana bağışlamasını dile der. İsa aleyhisselam da ona Sen zerre kadarına bile dayanamazsın diye karşılık verir.
Delikanlı O halde zerre kadarının yarısını versin der. Bunun üzerine Hazreti İsa, Ya Rabbi! Bu gence sevginin zerre kadarının yarısını bağışla diye dua eder ve yoluna devam eder...
Aradan epey bir zaman geçtikten sonra Hazret-i İsanın yolu yine oraya düşer. O delikanlıyı sorar, O genç mecnûn oldu, delirdi, dağlara çıktı derler...

TESTERE İLE KESİLSE DUYMAZ!..
İsa aleyhisselam, bunları öğrenince, delikanlıyı kendisine göstermesi için Allahü tealaya dua eder. O sırada genci dağlar arasında görür. Gözlerini bir noktaya dikmiş ve bir kaya üzerinde dimdik ayakta durmaktadır...
İsa aleyhisselam delikanlıya selâm verir, selâmını almaz. Ben İsayım diye kendisini tanıtarak gencin ilgisini çekmeye çalışırken Allahü tealadan kendisine şu vahiy gelir:
Kalbinde benim sevgimin yarım zerresini taşıyan kimse, insanoğlunun sözünü hiç duyar mı?.. İzzet ve celâlim hakkı için sen onu testere ile ikiye biçsen onun acısını bile duymaz.
Bu ilahi aşka daha fazla tahammül edemeyen genç, kısa bir müddet sonra son nefesini verir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Fıkıh âlimi İbn-i Cevzî</label>

İbn-i Cevzî, tefsîr, hadîs, târih ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi, büyük velîdir. İbn-i Cevzîyi, İbn-i Teymiyyenin talebesi olan İbn-i Kayyim el-Cevziyye ile karıştırmamalıdır. İbn-i Kayyim 1292-1350 (H.691-751) târihleri arasında yaşamıştır. Aralarında bir buçuk asırlık bir zaman farkı vardır. İbn-i Cevzînin doğumu 1117 (H.511)dir. HAİNLER KORKAK OLUR...İbn-i Cevzî buyurdu ki:
Kim kanâat ederse, geçimi iyi olur. Kim tamah ederse (dünyâ lezzetlerini haram yollardan ararsa), geçim sıkıntısı çeker.
Hâinler korkak, sâlihler cesur olur.
Dünyâ arzuları olmayan kimsenin sultanlarla görüşmesinde zarar yoktur.
Dünyâ, Allahü teâlânın evidir! Sâhibinin izni olmadan bu evde tasarrufta bulunan hırsızdır.
Bu mübarek zat, bir gün şöyle münâcâtta bulundu:
Yâ İlâhî! Senden haber veren dile azâb etme! Sana delâlet eden ilimlere bakan göze de azâb etme! Senin hizmetinde yürüyen ayağa, Resûlünün hadîslerini yazan ele de azâb etme! İzzetin hakkı için beni Cehenneme atma! Cehennem ehli de, dünyâ da biliyordu ki, ben senin dînini muhafaza etmeye çalıştım... Yâ Rabbî! Senin için dökülen gözyaşlarına rahmet et! Sana kavuşamadığı için yanan ciğere rahmet et! Sana karşı âcizim, yalvarırım...
İbn-i Cevzî, 1201 (H.597) senesi Ramazân-ı şerîf ayının yedisinde cumartesi günü, Ümmül Halîfe Türbesinin yanında son vaazını verdi. Bu vaazdan sonra beş gün hasta yattı. Cumâ gecesi akşam ile yatsı arasında evinde vefât etti.

SUYUMU BUNLARLA ISITIN!
Peygamber efendimizin hadîs-i şerîflerini yazdığı kalemleri açarken çıkan küçük yonga parçacıklarını toplardı. Vefat edeceği zaman;
Ben ölünce, beni yıkayacağınız suyu bunlarla ısıtınız diye vasiyet etti. İbn-i Cevzî hazretlerinin vasiyeti yerine getirildi. Yonga parçacıkları suyun ısınmasına yettiği gibi, bir miktâr da arttı...
İbn-i Cevzîyi Ziyâeddîn bin Sekîne ve Ziyâeddîn bin el-Cübeyr seher vaktinde yıkadılar. Sabahleyin, bütün Bağdât halkı evin önüne toplandı. Dükkânların hepsi kapatıldı. Tâbutu vaaz verdiği yer olan Ümmül Halîfe Türbesinin altına götürüldü. Oğlu İbn-i Kâsım namazını kıldırdı. Allahü teala şefaatine nâil eylesin...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid-i Sırdan ve kibirli Şeyhül-İslâm</label>

Çelebi Hüsâmeddîn, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretlerinin en önde gelen talebesi olup, onun halîfesi, vekîlidir. Mevlânâ hazretleri, Mesnevî yazılmadan önce talebelere, Ferîdüddîn Attâr hazretlerinin Mantık-ut-Tayr ve Hakîm Senâînin İlâhinâme isimli kitapları okutulurdu. Çelebi Hüsâmeddîn bir gün hocasına şöyle suâl eyledi: MESNEVÎ-İ ŞERÎFİN YAZILMASI...
Efendim! Zât-ı âlînizin hazırlayacağı bir kitap olsa, inci dolu sözleriniz hepimize bir hâtıra olarak kalsa uygun olur mu? diye içimizden geçmektedir...
Mevlânâ hazretleri bu sözlerden son derece memnun olup;
Ey gözümün nûru Hüsâmeddîn! Bu isteğiniz, daha sizin mübârek kalbinize gelmeden önce, kalbime ilhâm edildi. İçinde mânevî cevâhirlerin bulunduğu, ibâdetlerin ihlâs ile yapılmasından ziyâde zevk ve muhabbet veren bir kitabın yazılmasını arzu ettim... diyerek, Mesnevî-i Şerîfin ilk beyitlerini yazdılar...

***
Çelebi Hüsameddin hazretleri Hüdâvendigârın ağzından şöyle bir hadise rivayet eder:
Mevlânâ hazretlerinin hocası, Üstad-ı Azam Seyyid-i Burhaneddin Muhakkık-i Tirmizi hazretleri mutasavvıfların dilinde, Seyyid-i Sırdan, halk arasında da Seyyid-i Burhaneddin unvanı ile meşhurdur. Bu mübarek zat bir gün, Horasan ülkesinde Biyabanek adında bir şehre gitti. O şehrin bütün uluları ve ileri gelenleri onu karşılayarak son derece hürmet ve ikramda bulundular. O kasabada her fenne aşina ve engin bilgili Şeyhül-İslâm lakablı bir adam vardı. Kibir ve azametinden dolayı Seyyidi karşılamaya gelmedi ve ona iltifat etmedi.

SENİ ÖLDÜRECEKLER!..
Seyyid hazretleri, çekinmeksizin kalkıp onu görmeye gitti. kendisine, Seyyidin kapıya geldiğini bildirdiler. Şeyh, seccadeden kalkıp yalın ayak hânekahın kapısına kadar koştu. Seyyidin ellerini öpüp özür diledi. Seyyid;
Ramazan ayının onuncu günü hamama gitmek ihtiyacını duyacaksın ve hamam yolunda, mülhitler çıkacak, seni öldürecekler. Gafil olmayasın, diye haber verdim buyurdu.
Bu işaret, Şabanın son on gününde olmuştu. Adam, feryat ve figan ederek başını açtı, Seyyidin ayağına düştü. Bunun üzerine Seyyid İş olmuş bitmiştir... Yalvardığın ve niyaz ettiğin için imanla gideceksin dedi. Seyyidin buyurduğu gibi oldu. Ramazanın onuncu günü mülhidler, adamı öldürdüler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sultan Mehmed'e yaraşır bir er ol!..</label>

Şehit mektubunun devamında şöyle yazıyordu: Hünkârım, Bursada Akbıyık Sultan derler, bir derviş baba vardır. Çocukken onun önünde diz kırar, canımı kanımı coşturan Konstantiniyyeyi dinlerdim. Duâmız tek; şehâdetti! Delikanlı olunca Ne zaman, ne zaman? der dururdum hocam Akbıyık Sultana. Bu bekleyiş çok uzamıştı sanki. Anla ki Sultanım; şehâdete, Konstantiniyyeye dost olmuştum. Bu öyle bir özlemekti ki; hani insan baba ocağından ırak kalır da ana yemeğini özler ya... Her tattığı o hasreti bir daha pişirir ya... İşte öyle Hünkarım! Nihayet, gün geldi Ulubatlı Hasana yeniçeri oldum. Babam derdi ki: -Oğul! Şehâdeti arzulamaksa derdin, Sultan Mehmede yaraşır bir er ol! Onun çabasını, duâsını duymaktayız. Tebasının duâsı da onadır. Kim ki onla hemhâl ola, duâsına ortaktır! Babamı saydım; bereketin büyüklerle beraber olduğunu bildim!.. Sultanım! Senin ilmine, hâline yetişmek ne mümkün! Lâkin, Allah bilir ya, o tahammül-fersâ arzu damla damla aktı içime... Anam ardımdan çok ağladı! Ben de Ağlama anam, biiznillah şehid olacağım ve inşallah Cennette buluşacağız dedim...Sultan Mehmed Han kendine geldi... Başını kaldırdı; bu bir rüya değildi. Meclisteki herkes ağlıyordu... Sonra mektubu getiren adama baktı... Titreyen sesi, merakla sordu:
-Baba! Kimsin sen? Nereden geldi bu sana?
-Hünkarım! Bu benim oğlumdur. Anlatmış ya, daha doğmadan İstanbula adadığımız oğul! Sefere katılmadan evvel sana hitaben yazdığı mektubu anacığına bırakmış. Sana getirdim. Anacığının gözü yaşlıdır hâlâ! Ana ya; özler durur işte kuzusunu! Geçenlerde rüyasına bizim oğlan;

SELAMETLE KAL SULTANIM
-Ben iyiyim, tasalanma! diyesiymiş. Nasip! Buna da şükür!.. Rabbim, gayrı sana uzun ömür versin! Selâmetle kal Sultanım!.. İhtiyar, ırmak misali çağlayıp duruldu... Irmak denize, deniz Sultan Mehmede aktı... Kimse tek laf edemeden, çıktı gitti adam!.. Bakışlar yine derin, düşünceli... Fâtih, yarım bıraktığı mektuba döndü yine:
(Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz; bilakis onlar diridirler.) (el-Bakara, 154) Her dem sizinleyiz... Ayasofyada kılınan her namaza fethin melekleriyle iştirak ediyoruz... Gönlünüz ferah olsun Efendim... Allahın yardım ve nusreti sizinledir! Nice Mehmedler, Hasanlar fedâ olsun bu devlete, bu yola!..
Her dâim duâcınız, köleniz Mehmediniz!
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri