Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Adı Hakîm olan Mecûsî</label>

Ebu Müslim Buhârî hazretleri, Horasan Hükümdarının kumandanı idi. Onunla birlikte Merv şehrine geldiler. Oranın halkına şöyle bir soru sordu: - Şehrinizde hiç hakîm var mıdır ki, ehl-i hikmet ola? Halk da;
- Vardır, fakat Mecûsîdir, dediler. EBU MÜSLİMİ ONA GÖTÜRDÜLER
Ebu Müslim, onun yanına götürülmesini istedi ve götürdüler.
Ebu Müslimle Mecûsî arasında şöyle bir konuşma geçti:
  • Sen bir Mecûsî olduğun halde, ismini niçin Hakîm koydun?
  • Üç sebepten dolayı:
1. Gerçekleri gördüğüm zaman, asla yalan söylemedim.
2. Âhireti bildim ve onu dünyaya tercih ettim.
3. Benim bir ilâhım vardır ki, onu her sabah ayaklarımın altına alır çiğnerim.
  • Şimdi seni kılıç ile öldüreceğim.
  • Sözlerimin tevil ve tefsirini sor ondan sonra ne istersen yap.
  • Üçüncü sözünün tefsiri nedir?
  • Size nazil olan kitabı okumadın mı ki: Ya Muhammed, kendi nefsini ilâh ittihaz eden kimseyi görmez misin? mealindeki âyet-i kerîmeyi okuyarak, yani ben kendi hevamı ayağımın altına alıp çiğnerim ki, bana gâlib olmaya.
  • O halde, sen gerçekten hikmet sahibisin. Fakat niçin îmana gelmezsin?
  • Kalbim kilitlidir ve anahtarı sizin elinizdedir.
Ebu Müslim hazretleri oradakilere;
- Ey Müslümanlar! Hepiniz abdest alarak sahraya çıkın, diye emir verdi...

İLK HARPTE ŞEHİT DÜŞTÜ
Hep birlikte sahraya çıktılar. İki rekat namaz kılıp, secdeye kapanarak, Mecûsînin îmana gelmesi için dua ve niyazda bulundular. Bunun üzerine Mecûsî;
- Ey kumandan! Dua ve tazarruyu daha fazla yapın, zira kilit sallandı, dedi.
Onlar da daha fazla dua edince, Mecûsî tekrar çağırdı:
- Artık başlarınızı kaldırın, kilit açıldı. Bana îman ve İslâmı arz edin, deyip Ebu Müslim hazretlerinin huzurunda Kelime-i şehadeti söyleyerek îmana geldi ve Ebu Müslimin ordusuyla hemen sefere çıktı. Mümin olarak katıldığı ilk harpte şehit düştü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâbiinin büyüklerinden Râbi bin Huseym</label>

Râbi bin Huseym, Tâbiinin büyüklerindendir. Kûfede yaşamıştır. Kıymetli nasihatleri vardır... Bir gün oğlu dedi ki:-Babacığım! Annem sana güzel bir tatlı yaptı, hemen getireyim mi?
-Getir evladım, dedi. Çocuk onu getirmek için odadan çıkınca kapıyı bir dilenci çaldı. Adam, elbiseleri yırtık, orta yaşta, salyası çenesine akmış birisiydi. Hazreti Râbi;
-Onu içeri alın, dedi. O BİLMİYORSA, ALLAH BİLİYOR!
Babası oğluna, tepsiyi dilencinin önüne koymasını işaret etti. Çocuk denileni yaptı. Adam tepsinin yanına geldi. Büyük büyük lokmalarla yutmaya başladı. Tepside hiç tatlı kalmadı. Oğlu;
-Babacığım, annem emek çekti bu tatlıyı senin için yaptı, ancak, sen onu ne yediğini bilmeyen bu adama yedirdin, dedi. Babası da;
-Yavrum, o bilmiyorsa Allah biliyor ya... dedi ve arkasından da şu âyet-i kerimeyi okudu: Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe elbette erişemezsiniz.
Râbi bin Huseym hazretleri bir gün de buyurdu ki:
Ölümü çok anınız çünkü o sizin beklemekte olduğunuz, ortada görünmeyen bir şeydir. Ortada olmayan şey uzun süre ortadan kaybolursa artık onun dönmesi yaklaşmış demektir ve bunun üzerine sahipleri onu beklemeye başlarlar...
Bu sözleri söyledikten sonra ağladı ve şunları söyledi:
Yarın, yer sarsılıp üzerindeki her şey yıkıldığı zaman... Melekler sıra sıra dizilip, Rabbinin emri geldiği zaman ve o gün cehennem ortaya konduğu zaman ne yaparız?


BABANA İYİLİK, HAYIR GELDİ
Arkadaşları anlatıyor:
Bir gün, yanımızda Râbi bin Huseym de olduğu halde Abdullah İbn Mesudla birlikte dışarı çıktık. Fırat Nehrinin kenarına geldiğimizde, ateşi tutuşmuş büyük bir tuğla ocağına rastladık. Oradan kıvılcımlar uçuşuyordu. Dilim dilim alevler yükseliyordu. Rabî, ateşi görünce olduğu yerde kaldı. Onu şiddetli bir titreme aldı ve şu âyet-i kerîmeyi okudu: (Bu ateş, onlara uzak bir yerden gözükünce, onun kaynamasını ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlanarak, dar bir yerden atıldıkları zaman, orada, yok olup gitmeyi isterler! Bir kere yok olmayı değil, birçok kere yok olmayı isteyin, denir.)
Daha sonra bayılıp yere düştü. Ayılıncaya kadar başında beklediler ve sonra evine getirdiler...
Ölüm döşeğindeyken kızı ağlamaya başladı. Ona, Kızım! Niçin ağlıyorsun? Babana iyilik, hayır geldi deyip ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âmir oğullarından Evs bin Hârise</label>

Abdurrahmân Cevzî, Hanbeli fıkıh âlimidir. 1114te doğup, 1202de Bağdatta vefat etti. Ebül-ferec ibni Cevzi adı ile meşhurdur. Tefsir, hadis ve Hanbeli fıkıh ve tarih bilgilerinde derin âlim idi. Yüzden fazla kitap yazdı. El-mugni tefsiri meşhurdur... HASETLERİNDEN İNANMADILAR!Abdurrahmân Cevzî hazretleri nakletmiştir: Nemle radıyallahü anh babası Ebû Nemleden şöyle rivâyet etmiştir: Benî Kurayzâ Yahûdîleri Muhammed aleyhisselâm gelmeden önce, Onun vasıflarını kitaplarında ders olarak okuturlardı. Çocuklarına Resûlullahın sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem sıfatlarını, isimlerini ve Medîneye hicret edeceğini devâmlı anlatarak öğretirlerdi. Muhammed aleyhisselâma peygamberliği bildirilince ve Medîneye hicret edince hasetlerinden inkâr ettiler...
Yine Abdürrahmân Cevzî şöyle bildiriyor: Katâde radıyallahü anh şöyle demiştir: Yahûdîler, Hazret-i Muhammed ile müşrik Arablara karşı yardım beklerlerdi ve şöyle duâ ederlerdi: Yâ Rabbî! Tevrâtta geleceğini ve vasıflarını okuduğumuz ümmî peygamberi gönder. Arab müşriklerini cezâlandırsın ve öldürsün! Muhammed aleyhisselâm zuhûr edince, Onun Yahûdîlerden olmadığını görerek haset ettiler ve kabûl etmeyip, kâfir oldular.
Ama Onun, hangi milletten olduğuna bakmayıp, âlemlere rahmet olarak gönderildiğini inkâr etmeyenler de vardı... İşte, Peygamber Efendimizden önce yaşamış ve Onun geleceğini müjdelemiş olanlardan biri de Âmir oğullarından Evs bin Hârise idi. Kavmine Onun geleceğini söyler ve eğer o zamana yetişirlerse Ona iman etmelerini tavsiye ederdi.
Bu zat ölmek üzere idi. Akrabâları yanında toplandılar ve ona;
Gençliğinde evlenmedin. Mâlikten başka oğlun yoktur. Hâlbuki kardeşinin beş oğlu vardır dediler. Evs bin Hârise onlara şöyle dedi:
Allahü teâlâ ateşi taştan çıkarmaya kâdirdir. Benim neslimi de Mâlikten çoğaltır.


ONA YARDIM EDİNİZ!
Sonra yüzünü oğlu Mâlike döndürdü ve vasiyetini yaparak, birkaç da beyit okudu. Son iki beyiti şöyledir:
Âl-i gâlib neslinden bir Peygamber çıkacak,
Zemzem ile Hacerin arasında duracak.
Bütün şehir halkıyla Ona yardım ediniz,
Ey Âmiroğlulları, saadet Ona yardımda
olacak.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şimal yıldızı Dehkan Killetî</label>

Şeyh Dehkan Killetî, Maveraünnehirdeki yaşamış olan evliyanın meşhurlarındandır. Menkıbeleri Reşahat isimli eserde anlatılır. Doğum ve vefat tarihleri hakkında bir bilgi yoktur. Buharada yaşamış ve orada vefat etmiştir... Hakîm Tirmîzînin naklettiği bir hadiste belirtildiği gibi, evliyânın bir kısmı İbrahim aleyhisselam, bir kısmı Mûsâ aleyhisselam, bir kısmı İsâ aleyhisselam, bir kısmı da Muhammed aleyhisselamın fıtrat ve meşrebinde olur. Mahmûd İncirfagnevî hazretleri, Tabakat kitaplarının ifadesine göre, mânâ ayağı Hazreti Mûsâda olan, Onun fıtrat ve meşrebinde bulunan bir veliydi...
PEK ÇOK TALEBE YETİŞTİRDİ
Abdülhalık Goncdüvânî hazretlerinin halifelerinden Hâce Evliyâ-i Kebîr, Hâce Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin huzûrunda, sohbet ve hizmetinde bulunmakla çok yüksek derecelere kavuştu. Onun, Ahmed Sıddîktan sonra ikinci halîfesi oldu. Pekçok talebe yetiştirdi...
Hâce Evliyâ-i Kebîr hazretleri, vefâtına yakın, kendisine halîfe olarak talebelerinden dört tânesini seçerek bildirdi. Bunların isimleri; Hâce Zekî Hudâbâdî, Hâce Sukümânî, Hâce Garîb ve birisi de; aşağıda bir menkıbesini anlatacağımız Hâce Dehkân-ı Kılletîdir.
Anlatıldığına göre Evliyâ-i Kebîr Buhârînin talebesi olan Şeyh Dehkan Killetî hastalanmıştı. Mahmûd İncirfagnevî hazretleri, onun ziyaretine gitti. Şifa dileklerinde bulunduktan sonra huzurundan ayrıldı. İncirfagnevî hazretleri çıktıktan sonra Şeyh Dehkan hazretleri şöyle dua etti:

BİR VELÎ KULUNU GÖNDER!
Allahım, ölümüm yaklaştı. Ölümüm sırasında velî kullarından birini gönder de bana yardım etsin, işimi kolaylaştırsın.
Şeyh Dehkan hazretleri duasını tamamlar tamamlamaz Mahmûd İncirfagnevî hazretleri tekrar içeri girdi ve; Ölünceye kadar sana hizmete geldim dedi ve vefat edene kadar yanından ayrılmadı.
Kısa bir zaman sonra da Şeyh Dehkan Killetî hazretleri ruhunu teslim etti. Kabri, Buharanın şimalinde (kuzey), şehre on kilometre kadar uzaklıktaki Kıllet köyündedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Sultânü'ş-Şuarâ Bâkî Efendi</label>

Bâkî Efendi, on altıncı asrın büyük âlim ve şairlerindendir. Devrinde Sultânüş-Şuarâ lâkabıyla anılan, şöhreti daha sonraki asırlarda da devam eden ve bugün divan şiirinin en büyük 5-6 üstadından biri olarak kabul edilen Bâkînin ası adı Mahmud Abdülbâkîdir. Fatih Câmii müezzinlerinden Mehmet Efendinin oğludur... SARAÇ ÇIRAĞI İDİ...1526 yılında doğan Bâkî Efendi, fakir bir ailenin mensûbu olması dolayısıyla, çocukluğunda saraç çıraklığına verilmiş, fakat okumak ve öğrenmeye karşı içindeki büyük arzu ve heves taşıdığı için medreselere devam imkânı bulmuş iyi bir tahsil görmüştür. Medresede talebe iken şiir söylemeye başlayan Bâkî Efendi, henüz 18-19 yaşında iken İstanbul şairleri arasında bir mevki kazanmış ve dikkati çekmiştir. Bâkînin üstadı, Bayezıd Camiinde tanıştığı Zâtîdir. Bâkî, hocası Mehmet Efendi için nazım ettiği Sünbül redifli kasideyle geniş şöhrete ermiştir.
Bâkî, daha sonraki dönemde Kânunî Sultan Süleymanın yakın alaka ve iltifatını kazanmış, bu devirde refaha ve bütün İmparatorluğa yayılan bir şöhrete ermiştir.
Fuzûlînin Bağdat civarında yaşaması ve Azeri Türkçesiyle yazması dolayısıyla XVI. asır Türkiyesinin ve Osmanlı Türkçesinin en büyük şairi vasfını ve şöhretini kazanmış olan Bâkî, divan şiirine yeni bir ses getirmiştir.
İlmiye sınıfının bütün derecelerini geçip Rumeli Kazaskerliği de yapan ve artık Şeyhülislâmlık makamına gelebilecek olan Bâkî Efendi, o devrin en büyük âlimlerinden İbni Kemalpaşa ve ondan sonra da Ebussuud Efendinin şeyhülislam olmalarıyla meşihat makamına gelemez ve onlar gibi hizmet veremediği için üzülür...

BÂKİ KALAN BU KUBBEDE...
Bâkî Efendi bu dünya hayatının gayesini şu beyitle çok güzel özetlemiştir:
Âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal/Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
Her şeyin gelip geçici olduğu bu fani dünyada, insanın, kendisini hatırlatacak, iyi bir şekilde anılmasını sağlayacak işler yapmış olmaktan başka geride bir miras bırakmasının önemine ve bunun dışında her şeyin zaman içinde yok olup gideceğine dikkat çekmiştir...
1600 yılında Kazaskerlik görevinde iken vefat eden Bakî Efendinin cenaze namazını Fatih Camiinde Şeyhülislâm Sunullah Efendi kıldırır ve Edirnekapı Kabristanına defnedilir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Doğduğumdan beri yolcuyum!</label>

Büyük veli Ahmed bin Ebül-Havârî hazretleri başından geçen ibret verici bir hâdiseyi şöyle nakletmiştir: Bir gün çöle gitmiştim. Araplar develerini koşturuyorlardı. Onlar bu işle meşgûl olurken köylü bir Arap köşeye çekilmiş Allahü teâlâyı zikrediyor ve kendi hâlinde oturuyordu. Dikkatimi çekti yanına gittim. Selâm verdim selâmımı aldı. Biraz konuştuktan sonra bana; Allahü teâlâyı zikretmek en lezzetli şey ve şifâ verici bir iştir. Şaşıyorum, insanlar nasıl boyun büküp, yalvarmazlar! Halbuki ölüm onların peşinde, onları tâkib ediyor. İnsanlar ise tehlike ve musîbetler içinde. Buna rağmen boş şeylerle meşguller dedi. İnsanlar hangi musîbetler ve hangi tehlikeler içinde? diye sordum:
İKİMİZ DE AĞLIYORDUK!
Günah musîbeti ve ölüm tehlikesi, ölümden öncesi ve sonrası! dedi. Sonra ağlamaya başladı. Ben de onunla birlikte ağladım. Sonra tekrar;
Neden yapayalnız duruyorsun? diye sordum;
Ben yalnız değilim, Rabbimle berâberim dedi. Fakir ve muhtâç olduğunu zannederek; Bir şey ister misin? deyince; Evet kalbimin derdini tedavî edecek bir tabib isterim dedi.
Tabîbin kimdir? dedim, Rabbimdir dedi. Kalbinin derdi nedir? dedim, Günahlar... dedi. Peki bunlardan kim kurtuldu? diye sordum. Allahü teâlânın râzı olduğu kimseler dedi. Yolculuğun nereye? diye sordum, Kabiredir dedi. Yolcu musun? diye sordum, Annemden doğduğumdan beri yolcuyum. Âhirete gidiyorum dedi.
Sonra devam ettim ve; Azığın nerede? dedim.
Azığım son derece az cevâbını verdi.

SENİN RIZANI İSTERİM!
Bu sefer; Yanında yiyeceğin nedir? dedim, Sübhânallah, Rabbimin vereceği rızık dedi. Peki yalnız hâlinle korkmuyor musunuz? dedim. Nasıl korkarım. Sâhibimin, Rabbimin mülkündeyim dedi. Yol neresidir? diye sormaya devam ettim.
Ellerini açıp; Yâ Rabbî! İnsanların çoğu seni unutmuş başka şeylerle meşgul! Sen her işin karşılığını vereceksin... Ey gariplerin yardımcısı, âcizlerin sığınağı! Ey azı çoğaltan, sapmışları hidâyete erdiren! Ey kendisine herkesin sığındığı Rabbim! Senin ihsânını ve rızânı isterim... Senin rızân olmadan dünyâ ve âhiret güzel olmaz diye dua etti.
Bana döndü ve;
Senin için benden daha hayırlı olan bir kimseye git! Beni meşgul etme dedi. Sonra namaza durdu. Secdede uzun kaldı. Yanına gittiğimde ruhunu teslim etmişti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Buraya gelenleri muradına kavuştur</label>

Dün bahsettiğimiz gibi, Ali Heyti hazretleri hemen Garip Alinin bulunduğu mağaraya gitti ve ona: -Evladım, Padişah maiyetiyle senin yanına geliyor. Sana ne teklif ederse etsin sakın kabul etme! Ancak kızının zevceliğini teklif ederse hemen kabul et, dedi. Garip Ali gelişmelerden memnundu. Demek ki sevdiğine kavuşmak üzereydi!..
PADİŞAH, GENCE İMRENDİ
Padişah maiyetiyle birlikte mağaraya geldi. Bir derviş, hararetle Allah, Allah diyor. İmrendi ona.
Ali Heyti hazretleri, Padişahın meramını aktardı Garip Aliye. Zavallı kızının rahatsızlığından, bütün halkın üzüntülü olduğundan ve şifanın belki onun duası vesilesi ile Allahtan gelebileceğinden bahsetti... Ali, yüreği yanmış bir halde, sevdiğinin ızdırabını ciğerlerinde hissetmesine rağmen, Ali Heyti hazretlerine verdiği sözü unutmadı ve sadece Allah, Allah dedi. Ali Heyti hazretleri Padişaha dönerek:
-Padişahım gördüğünüz gibi, sadece Allah diyor, ona hediye verseniz iltifatını celbetmek için, bize yüzünü dönmesi için, dedi. Padişah, mülk hediye etmek istedi, makam teklif etti, Garip Ali her teklifte Allah dedi... Ali Heyti hazretleri Padişaha yaklaşarak:
-Padişahım bir de kerimenizin izdivacını teklif etseniz, dedi. Padişah hiç tereddüt etmeden Aliye döndü ve:
-Kızımı, biricik kerîmemi nikâhınıza alır mısınız? dedi.
Garip Ali şokta! Yanlış mı duymuştu yoksa! Padişah ona, kızı Selmanın nikâhını teklif ediyordu ha! Nasıl bir hâl bu aman ya Rabbî! Bir Garip Ali, emeli için kırk gün Allah dedi ve emeline kavuştu...

HAKİKİ SEVGİLİ SENSİN!
Garip Ali düşündü, içlice düşündü, içine konuştu, içinde kavruldu, yandı:
Ben ki bir kız için, sevdam için kırk gün sadece Allah dedim; emelime kavuştum... Ya Rabbî! Ya senin için, şanın için Allah deseydim?!. Sen her bir emelden öte, en ötede en yakında hakiki hükümdar ve Sevgilisin... Ey şanı Yüce... Garip Alinin de, Padişahın da Rabbi...
Garip Ali açtı ellerini ve herkesin duyabileceği bir sesle; Ya Rabbî! Buraya gelenleri muratlarına kavuştur! Benim muradım ise hemen sana kavuşmaktır dedi ve ALLAH diyerek oracıkta ruhunu teslim etti... Bir Allah adamıyla istişarenin neticesinde ebedi saadete kavuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Garip Ali ve padişahın kızı</label>

Zamanın padişahının kızına sevdalanan Garip Ali adında saf bir genç, kafasını bir oraya vuruyor olmuyor, bir bu yana vuruyor olmuyordu... Onu seven ve acıyanlar Sen bir de Ali Heytî hazretlerine git be Alim dediler. O da, umutsuz, bîçare Ali Heyti hazretlerine vardı, meramını anlattı. O mübarek de dinledi ve;-Ali, ben ne dersem yapmaya razı mısın, Padişahın kızına ulaşabilmek için, dedi. Garip Ali gözlerini dört açarak dedi ki:
- Efendim, siz bu işi hâlledin, ne dilerseniz yaparım, uğruna her şeye hazırım.
-Ben ne dersem yapacaksan bu iş olur; hem de itirazsız...
Ali derhal kabul etti bu şartı.
ISSIZ MAĞARA GÜNLERİ...
Ali Heyti hazretleri, Garip Aliyi bir dağın tepesindeki mağaraya götürdü. Issız bir yerdi orası. Ona şu tembihte bulundu:
-Şu kayanın üstüne otur ve kim gelirse gelsin, ne olursa olsun kesinlikle umursamadan sadece Allah de!
Garip Ali söylenene uydu: Allah, Allah, Allah... demeye başladı...
Haftada bir Ali Heyti hazretleri ona yemek getiriyordu. Ali, Ali Heyti hazretlerini her gördüğünde;
-Hani, nerede? Padişahın kızı ne oldu, niye gelmedi? diye soruyor; her defasında Sabret, sen sadece Allah de! cevabını alıyordu...
Alinin namı şehre yayılmaya başladı, civardan geçen kervanların haber vermesiyle Garip Ali, Memleketin uzağından gelmiş, ıssız bir mağaraya sığınmış bir büyük Allah dostu, hiç durmadan Allah diyen bir velî olarak şehirde anılmaya başlanıldı. Öyle ki, onun hakkında, nice kerametleri söylendi, nice kişiler onun nefesinin tesirinden bahsetmeye başladılar...
Bu arada Ali Heyti hazretleri yine âdeti üzere Alinin yanına haftada bir uğruyor, yemek götürüyor ve ona Az kaldı, bekle, Allah de diyordu...

GÜNLERDEN BİR GÜN...
Günlerden bir gün, Padişahın kızı hastalandı. Memleketin bütün tabibleri çaresiz kaldılar hastalık karşısında... Dediler ki Padişaha:
-Efendim zamanımızın büyüklerinden Allah dostu bir Ali Heyti hazretleri var, bir de ona soralım; bu hastalık karşısında biz nâçar kaldık...
Padişah, o mübarek zatı davet etti huzuruna. Meramını anlattı...
Ali Heyti hazretleri, Padişaha nasıl bir yol gösterecekti acaba?!. Yarını bekleyelim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Devecibaşı Ahmed Sârbân</label>

Ahmed Sârbân hazretleri, Tekirdağ-Hayraboluda doğdu. 1545te yine aynı şehirde vefât etti. Ahmed Sârbân, küçük yaşta ilim öğenmeye başladı. Daha sonra Yeniçeri Ocağında 26. Ortayı meydana getiren Deveci Ortasına kaydoldu. Çalışkanlığı ve zekâsı sâyesinde Devecibaşılığa kadar yükseldi. Kânûnî Sultan Süleymân Hanın Irakeyn Seferine Sârbânbaşı, yani Devecibaşı olarak katıldığından bu lakapla tanındı.Yine bu seferde, orduda gönül ehli Pîr Ali Sultan adında mübarek bir zât vardı. O, Ahmed Sârbânı gördüğü anda ondaki ilme karşı kâbiliyet ve istidâdı sezdi. Kendisine pekçok nasîhatlerde bulundu. Ahmed Sârbân sefer dönüşü görevinden ayrılarak kendisini tamâmen Pîr Ali Sultanın sohbetlerine verdi ve onun muhabbet halkasında eridi. Gönlünden dünyâ ve makam sevgileri silindi gitti... HAYRABOLUYA YERLEŞTİ...
Ahmed Sârbân hazretleri, hocasının vefâtından sonra Hayraboluya geldi. Orada pek çok talebe yetiştirdi...
Bir gün talebeleri arasından birinin, hâllerini anlayamadığı evliyâullahtan bir zatın aleyhinde konuştuğunu duyunca;
Evliyâya eğri bakma, Kevn ü mekân elindedir./Mülke hükmün süren oldur, iki cihân elindedir./Sen ânı şöyle sanursun; sencileyin bir âdemdir,/Evliyânın sırrı vardır, gizli âyân elindedir... diyerek, velilerin cenâb-ı Hak katındaki değerine işâret etti. O talebe de tövbe etti...
Ahmed Sârbân hazretlerinin çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Efendisini görmeye gelenlere içeriden; Siz bu adamdan ne meded umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz? diyerek bağırırdı...

KIYMETİNİ BİLEMEDİM!..
Bir gün bu mübarek zatın talebeleri Nasıl oluyor da hocamız böyle bir hanımla yaşayabiliyor? diye düşündüler.
Onların bu düşüncelerini anlayan mübarek, şu cevâbı verdi:
Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsânî değildir. Bu, talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın bana öyle gelin. İşte bu kadar!..
Ahmed Sârbân hazretleri 1545 (H.952) yılında vefât etti. Doğum yeri olan Hayraboluda adına yaptırılan türbenin hazîresine defnedildi. O huysuz hanım, beyinin kıymetini vefâtından sonra anladı ve gece-gündüz; Ah ah! Yazık çok yazık ki, ben senin kadrini, kıymetini bilemedim diyerek ağlardı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kibirli hükümdarın hazin sonu!..</label>

Hazret-i Ömerin (radıyallahü anh) halifeliği zamanında birçok memleket zaptedilmiş ve buralarda yaşayanlar, İslam dinini seçmekle, kendi dinleri arasında serbest bırakılmışlardı. Birçok milletler, kendi istekleri ile Hazret-i Ömerin idaresine giriyorlardı... Fethedilen memleketler arasında, Bizans sınırındaki, bugünkü Ürdün civarında bulunan Hristiyan Gassanî devleti de vardı. Buranın halkı kendi istekleri ile Müslümanların idaresi altına girdiler. Hükümdarları olan Cabale bin Eyham, gayrimüslimlerden cizye alınacağı ilan edilince, bu vergiyi vermemek için Müslüman olduğunu ilan etti... BİR GARİBİN BURNUNU KIRDI!O sene hac zamanı gelince hacca giden Cabale bin Eyham, tavaf sırasında kazara ayağına basan Feraze oğullarından birine şiddetli bir yumruk vurarak burnunu kırdı. Adam şikâyetçi oldu. Cabaleyi halifenin huzuruna çıkardılar. Hazreti Ömer ona şöyle dedi:
- Davacını memnun edip davasından vazgeçirmezsen kısas uygulanır.
Cabale şaşırmıştı! Şöyle cevap verdi:
- Ben bir hükümdarım, o ise halktan biri, beni onunla nasıl bir tutar, kısas yaparsınız?
Hazreti Ömer Cabalenin bu cevabına karşılık şöyle dedi:
- İslam dini, hukuk bakımından aranızda fark görmüyor.
Cabale, biraz daha ileri gitti ve;
- Ben Müslüman olunca şerefimin daha da artacağını umuyordum.
Hazreti Ömer;
- Şerefin artmıştır. Fakat hukuk önünde ikiniz aynı hükme tabisiniz, buyurdu.
Cabale bin Eyham, konuştukça batıyordu. Küstahça şu soruyu sordu:
- Peki Hristiyan olursam ne olur?

O ZAMAN BOYNUN VURULUR!
Hazreti Ömer, bu durumdaki dinin hükmünü bildirdi:
- O zaman (mürted, yani dinden dönme hükmü olarak) boynun vurulur...
Cabale bin Eyhama bu hüküm ağır gelmişti. Ertesi güne kadar izin istedi ve gece adamlarıyla Bizans taraflarına gitti ve Hristiyan dinine girdi...
Evet, Cabaleyi itiraz ettiren, hükmün adaletsizliği değildi; kibri ve fakirlerle aynı hükümlere tabi olma korkusu idi. Fakat Bizans, ona İslamiyetin gösterdiği müsamaha ve adaleti göstermedi. Bu, Cabalenin pişmanlığını dile getiren şiirler söyleyerek ölmesine sebep oldu. Son pişmanlık fayda vermedi ve Cabale bin Eyham bu dünyadan rezil bir şekilde göçtü gitti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bedir şehitlerinden Umeyr bin Humam</label>

Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekkeli müşriklerle yaptığı ilk muhârebe olan Bedirde Müslümanlar üç yüz on üç, müşrikler bin kişiydi. Bedir Harbinde Eshâb-ı kirâm güç durumda kaldıkları sırada sevgili Peygamberimiz; Yâ Rabbî! Bana vâdettiğin yardımı lütfet! diye duâ ettiğinde, Enfâl sûresinin 9. âyet-i kerîmesi nâzil olup, meleklerin Müslümanlara yardım için gönderildikleri şöyle bildirilmiştir: ÜMMETİMİN EN HAYIRLILARI O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size; Gerçekten ben arka arkaya bin melâike ile (meleklerle) imdâd ediyorum diye duânızı kabûl buyurmuştu. Cebrâil (aleyhisselâm) bana gelip dedi ki: Bedir Gazvesinde bulunanları nasıl sayarsınız? Ben; Onlar ümmetimin en hayırlıları (üstünleri) dedim. Cebrâil (aleyhisselâm): Meleklerden (o muhârebede) hazır bulunanlar da bizim yanımızda aynen böyle olup, meleklerin en hayırlılarıdır dedi. Bedir Gazvesinde her birimiz bir müşrikin başına kılıcımızı salladığımız zaman, daha kılıç hedefine varmadan, kâfirin kellesinin bedeninden ayrılıp yere yuvarlandığını görüyorduk.
Resulullah (Sallallahü aleyhi ve sellem) müşrikler yaklaştığı zaman;
  • Haydi, genişliği göklerin ve yerin genişliği kadar olan bir Cennet kazanmaya kalkın, buyurdu. Umeyr bin Humam (Radıyallahü anh);
  • Ya Resulallah! Genişliği göklerin ve yerin genişliği kadar olan bir Cenneti mi? dedi.
  • Evet öyle bir Cenneti, dedi. Umeyr;

NE GÜZEL... NE GÜZEL...
  • Ne güzel... Ne güzel, dedi. Peygamber efendimiz:
  • Niçin ne güzel, ne güzel diyorsun? dedi. Umeyr;
  • Ya Resulallah, beni sevindiren, onu kazanacağımı umduğumdan başka bir şey değildir, dedi. Peygamber efendimiz:
  • Sen onu kazananlardansın, buyurdular.
Umeyr ok torbasından birkaç hurma çıkarıp yemeye başlamıştı. Fakat hurmaları daha bitirmeden; Ben bu hurmaları yiyinceye kadar beklersem uzun bir zaman geçmiş olur dedi ve hemen hurmaları atıp savaşa başladı. Şehid düşünceye kadar da savaştı. Son yiyeceği, birkaç hurma oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir zahidin hürmetine Çöle inen rahmet</label>

Vaktiyle, çöl ortasında yaşayan, ibadete dalıp kendinden geçmiş zahid ve abid bir zat vardı. Hacılar civar şehirlerden gelerek oraya ulaştılar. Yerin katılığı, zahidin mizacının yumuşaklığında kaybolmuş, çölün samyeli de âdeta ona ilaç kesilmişti... SANKİ GÜLİSTANDA İDİ!..Hacılar, bulunduğu çevrenin şartlarına bakınca, zahidin selamette olmasına şaştılar... Kum üstünde namaza durmuştu, ama ne kum! Sıcağından tenceredeki suyu kaynatacak halde! Zahide bakanlar sanki onun yeşillikte, gülistanda, ayağının altına halılar serilmiş, samyeli sabah rüzgârıymış gibi olduğu halde rahat ve huzur içinde namaz kıldığını görürlerdi...
Hacılar, kendinden geçmiş zahidin namazının bitmesini beklediler. Neden sonra istiğraktan, Allahü tealaya yakarışın ayıldı, kendine geldi...
Bu hacıların içinde kalp gözü açık birisi vardı. Zahide baktığında elinden, yüzünden sular damladığını, elbiselerinin abdest suyundan ıslanmış olduğunu gördü ve sordu:
-Bu su nereden?
Zahid elini kaldırıp;
-Gökten! dedi. Hacı;
-Ey gönül sultanı! Sırlarından birini göster de zünnarlarımızı keselim, bu müşkili hallet ki yakîne erelim... Etrafta ne kuyu ne de ip göremiyorum. İstediğinde su bulabiliyor musun, yağmur suyuna kavuşabiliyor musun? dedi.
Zahid ellerini açarak şöyle dedi:
-Ey mekansızlık âleminden mekan yaratan... Ey Rızkınız göktedir sırrını ayan eyleyen! Bana gökten kapı açtın, rızkımı gökten aramaya alıştım. Ya Rabbi! Hacıların duasına icabet eyle!

SIRRIM AÇIĞA ÇIKTI!..
Zahid bu münacatta iken gökte latif bulutlar oluştu. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Gölcükler oluştu. Bulutlar gözyaşı döküyordu âdeta. Hacılar mataralarını doldurdular. İçlerinden bir kısmının inançları güçlendi, bir kısmının hayretten yakîni arttı, bir kısmı da bu kerameti kabul etmedi nâkıs kaldı...
Zahid, bu kerameti ortaya çıkınca ellerini açtı ve;
Yâ Rabbi, herkesten gizlediğim bu sır ortaya çıktı. Artık bu dünyada işim bitti. Canımı al! diye dua etti ve o anda ruhunu teslim etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri