Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Büyük mutasavvıf Abdülkerîm Cîlî</label>

Abdülkerîm Cîlî hazretleri 1365 (H.767) senesinde Bağdadda doğdu. 1428 (H.832) senesinde vefât etti. Küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Çok zekî ve kavrayışı yüksekti. Onu Zebid bölgesindeki büyük evliyâ Şerefüddîn İsmâil bin İbrâhim el-Cebertîye gönderdiler. Kısa zamanda o büyük zatın teveccühlerini kazandı. Bilhassa hadîs, fıkıh ve tasavvufta yüksek derecelere ulaştı...Abdülkerîm Cîlî hazretleri, talebelerini, bilhassa nefsin ve şeytanın aldatmalarına karşı çok uyarır, dikkatli olmalarını öğütler ve hocalarının sözünden hiç çıkmamalarını sıkı sıkıya tembih ederdi. İblisin şöyle dediğini bildirirdi: Vallahi, bana göre bin âlimi aldatmak, îmânı kavi bir ümmiyi aldatmaktan daha kolaydır.

ŞEYTAN NASIL ALDATIR?
O insanlar üzerinde şeytanın hîle ve aldatmalarını şu şekilde özetler ve Müslümanların uyanık bulunmalarını isterdi:
Şeytan avam tabakasına yâni ilmi olmayan Müslümanlara önce şehvete dâir işlerin sevgisini aşılamaya çalışır. Böylece kalp duygularını öldürür. Sonra dünyâ sevgisini vererek dünyâlık kazanmaya sevkeder. Böylece bu insanların bütün gâyeleri dünyâ talebi olur. Çünkü cehâletle dünyâ sevgisi bir araya gelmiştir.
Sâlih kimseler iyi ameller işlediklerinde şeytan harekete geçer. Onlara işledikleri ameli güzel gösterir. Böylece onları ucba ve kendini beğenmişliğe sürükler. Sonunda hiçbir âlimin öğüt ve nasîhatini dinlemezler. İblis onları bu hâle getirdikten sonra şöyle der: Başkaları sizin ibâdetinizin binde birini yapsa kurtulur!.. Bu telkinlere kananlar amellerini azaltırlar. İstirâhat yolunu tutarlar. Kendilerini yüceltirler, başkalarını hafife alırlar. Artık bu hâlleri onları peş peşe günâha sürükler.

SENİN GİBİSİ YOK!..
Şeytân âlimi aldatmak için ise onun ilmi ile devreye girer. Söylediği her sözün hak olduğunu anlatır. Senin gibisi yok diye telkin eder. Şeytan bu yoldan gitmekle çok muvaffak olur. Büyük İslâm âlimlerine tâbi olmayıp ilimlerine güvenenlerden pek azı bu hîleden kurtulabilir.
Bu mübarek zat, vefat etmeden evvel talebelerine şöyle buyurdu:
İnsanın kemâl derecesine ulaşıp, tasavvuf makamlarında ilerlemesi, Allahü teâlâyı bilmesine bağlıdır. Bu ise ancak seçilmişlere veya bir mürşidin, yol gösterici rehberin huzurunda yetişenlere nasîb olur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Üsküdarlı şair Mustafa Sâfî</label>

Üsküdarlı Sâfî, 1862-1901 yılları arasında yaşamış bir şairdir. Üç şiir kitabı bulunmaktadır. Bunlardan biri de Şir-i Sâfîdir. Bu eser 1899 yılında İstanbulda basılmıştır ve içerisinde 29 gazel bulunmaktadır. ANYADAN İSTANBULA...Üsküdarlı Sâfî olarak tanınan şairin asıl adı Mustafa Sâfîdir. Nükteci bir zat olan divân-ı muhâsebât başkatibi şair Tosyalı Reşidefendizâde Mehmet Emin Nüzhet Beyin oğludur. 1862 yılında babasının defterdar olarak çalıştığı Yanyada doğdu. Bir süre sonra babasıyla birlikte İstanbula döndü ve Üsküdar İhsaniye Mahallesinde yaşamaya başladı.

HALEPE SÜRGÜN EDİLDİ...
İlk tahsilini Üsküdar Fındıklı Mektebinde tamamladıktan sonra Paşakapısı Rüştiyesine giren Mustafa Sâfî, Rüştiye tahsilinden sonra bir süre Selimiye Camiinde Abdurrahman Efendinin derslerine devam etti. Farsça, Arapça ve edebiyat dersleri aldı. 1880de Üsküdar Bidayet Mahkemesi Katipliğine tayin edildi. Daha sonra Fırka-i Askeriyye Mühimme Katibliği göreviyle Trablusgarpa gönderildi.
Bir müddet sonra görevinden istifa ile tekrar İstanbula dönen Mustafa Sâfî, Damat Mahmut Celalettin Paşanın meclislerine devam etti. Paşanın oğlu Prens Sabahattinin özel hocalığını yaptı. Bir ara Üsküdarda attar dükkanı çalıştırdı. Paşanın Avrupaya kaçmasından sonra, onunla olan münasebetinden dolayı yapılan bir ihbar üzerine Halepe sürüldü. Halep mektupçu muavinliği görevinde iken 1901 senesinde vefat etti. Mezarı Halepte hükümet konağı civarındaki Cebîle Kabristanındır.

ÖLÜRÜM TERK EDEMEM...
Mustafa Sâfî, mütedeyyin bir insandı. Yakınlarına her zaman şöyle derdi: Dünya bir imtihan yeridir. İnsan dünyada yaşadığı müddetçe birçok zorlukla karşılaşacak, başına türlü belalar gelecektir. İnsan, vefasız dünyada imtihan içinde olduğunu bilerek, bu durumdan şikayette bulunmamalıdır...
Mustafa Sâfî Efendi, vefatına yakın, çok sevdiği Peygamber Efendimiz için yazdığı şu beyiti okudu:
Ölürüm terk edemem hâl-i hayâtımda seni/Yine rûhum sever esnâ-yı vefâtımda seni...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Genç kadının gerçek tövbesi</label>

Yaşlı bir zat kendisine bir ibadethane yaptırmış, halktan uzak olan bu yerde ibâdetle meşgul oluyordu. Bir gün, ağaçlar arasında gezinirken bir delikanlı ile genç bir kadın gördü. Delikanlı kadına şöyle diyordu:Benimle gelirsen sana şu kadar para veririm... BEN DAHA ÇOK VERİRİM!..
Kadın, gencin teklifini kabul edip peşinden gitmeye başladı. Yaşlı zat kadına yaklaşıp;
Onunla değil de benimle gelirsen sana şu kadar para veririm! diyerek, o gencin söylediğinden daha fazla para teklif etti. Bunun üzerine kadın o genci bırakıp adamın peşinden geldi, içeri girdiler. Yaşlı zat kadına;
Bir insan bir suç işlerse, bunu da iki şahit görse, o adamın hâli ne olur? dedi.
Kadın, düşündü ve;
Mutlaka cezalandırılır cevabını verdi. Adam, bu sefer;
Ya iki değil de dört şahit olursa ne olur diye sordu. Kadın;
O zaman ceza alması daha kesinleşir dedi.
Bunun üzerine adam asıl söyleyeceklerini söyledi:
Ey kadın! Biz şimdi buradayız. Bizim yapacağımız işe şahit olan dört kişi var!
Kadın, odada dört kişi olduğunu zannederek, birden fırladı ve bir yandan da adama soruyordu:
Hani, neredeler?
Yaşlı zat onun sorusuna şöyle cevap verdi:

SUÇLU, CEZASINI ÇEKER!..
O dört kişi; ikisi senin omuzlarında, ikisi de benim omuzlarımdaki meleklerdir. Bu mahkemeyi yapacak olan da Allahü tealadır. Bu durumda suçlular ceza almazlar mı? Bu durumda biz bu menhiyatı, haram olan bir fiili niçin işleyelim? Resulullah efendimiz (Ey gençler, namusunuzu koruyun, zina etmeyin!), (Kötülükten korunmak için, nikâhlı yaşayın ve iffetli olun!), (İyi bilin ki, namusunu koruyana Cennet vardır.) (Bir kadın, beş vakit namazını kılar, namusunu korur, kocası ile iyi geçinirse, dilediği kapıdan Cennete girer) buyuruyor dedi.
Bu sözler kadına çok tesir etmişti. Son derece üzülen ve tövbe eden kadın, bir kere Allah! dedi ve yere yığılıp kaldı. Bir daha da kalkamadı. Çünkü, çoktan ruhunu teslim etmişti. Samimi olarak pişman olan kadına Allahü teala tövbe-i nasuhu, yani gerçek tövbeyi nasip etmişti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük devlet adamı Köprülü Mehmed Paşa</label>

Köprülü Mehmed Paşa (1575-1661) on yedinci yüzyıl Osmanlı Sadrâzamlarındandır. Osmanlı tarihinin en sarsıntılı döneminde iş başına geçip, 35 yıl devleti başarıyla yöneten Köprülüler soyundan gelmiş, büyük sadrazamlardan ilkidir. Köprülü Mehmed Paşa, Vezirköprüde doğmuştur. İktidarının ilk yıllarında çok fazla kan dökmüş olmakla beraber, memleketin içinde bulunduğu karışık durum, yaptıklarına hak verilmesini sağlamıştı. Padişahla anlaşarak yaptığı akit sonrası 75 yaşında sadrazam oldu...
İstanbuldaki karışıklıklarda; yeniçeri kıyafetine soktuğu Hristiyanlar vasıtası ile Müslüman ahaliyi zarara uğratan Rum Patriğini idam ettirdi...
İstanbuldaki ulemâ sınıfı arasındaki kargaşayı önledi ve bu sınıfın huzurla hizmet görür hale gelmelerini sağladı...
VENEDİKLİLERİ DENİZE DÖKTÜ!..
Devlet bünyesinde asayişi muhafaza edip, huzur ve intizamı ikame ettikten sonra orduyu toplayarak sefere çıktı. Çanakkale Boğazını kapatmış olan Venediklilerin üzerine yürüdü. Venediklilerin deniz kuvvetlerini yenilgiye uğratarak Boğazı açan bu dâhi devlet adamı, Bozcaada ve Limniyi de kurtardı. İsyan eden Erdel Beyini yola getirdi. Anadoludaki ayaklanmaları bastırıp, vilayetleri gözü dönmüş zorbalardan temizleyip iç düzen ve güvenliği sağladı. Bütçe meselelerini ele alıp, bu konuda yolsuzluğu görülen kişileri ortadan kaldırdı. Avrupa devletleriyle yeni bir savaşa hazırlandığı sırada, 1661de Edirnede öldü. Vasiyeti gereği yerine oğlu Fazıl Ahmet Paşa getirildi.

KADINLARIN TESİRİNDEN SAKININ!...
Köprülü Mehmed Paşa ölüm döşeğinde iken etrafında bulunan saray erkânına şöyle nasihat etti:
Kadınların tesirinden sakının! sarayın dört duvarları içinde kalmayıp, orduyu daimî surette seferber halinde tutun ve nihayet, seçilecek vezirin çok zengin bir kimse olmamasına dikkat edin. Halefim olarak yerimi alabilecek olan bir tek kimse, yalnız oğlum Ahmeddir..
Bu sözleri söyledikten biraz sonra da vefat etti. Kabri, İstanbul Çemberlitaş yakınında yaptırdığı kütüphânesinin bahçesindedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bu âsilerin şefaatçisi ol!</label>

Bir cuma günü, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmînin babası Bahaeddin Veled hazretleri Bağdadda vaaz ediyordu. Mübarek zat, o kadar güzel şeyler söyledi ki, mecliste bulunanlar sohbetin tesiriyle kendilerinden geçtiler. Halife anlatılamayacak derecede ağladı. Vaaz sonunda Bahaeddin Veled hazretleri mübarek sarığını kaldırdı ve yüzünü halifeye çevirerek:MOĞOL ASKERLERİ GELİYOR!
Ey Abbas oğullarınının halefi! Şimdi sana bir haber veriyorum! Küçük gözlü olan ve etrafa ateş saçanlar (Moğol askerleri) geliyor. Allahü teâlânın takdirine göre, onlar seni şehit edecekler. Vaktine hazır ol, gaflet perdesini gönül gözünden kaldır, akıl kulağını aç, günahlarını bırakarak, Allahü teâlâya dönmeye çalış ve ondan mağfiret dilemekle meşgul ol!
Bahaeddin Veled hazretleri daha Bağdaddan hareket etmemişti ki, Cengizin beş yüz bine yakın askeriyle Belhi muhasara ettiği ve Horasanın bu kadar şehrini yağmaladığı, sayısız esir aldığı haberi geldi.
Cengiz Han, Belh üzerine yürüdüğü vakit, Belhliler büyük bir direnişle karşı koydular. Cengizin Tulihandan olan Çağatay adındaki oğlu bu savaşta öldürüldü. Bu, Cengiz Hanın çok ağırına gitti. Büyük ve küçüklerden ele geçirdiklerini öldürmelerini, hâmile kadınların karınlarını yarmalarını, şehrin bütün hayvanlarını kesmelerini ve Belhi yerle bir etmelerini emretti...
Bunun üzerine Moğollar on iki bin mescidi ateşe verdiler. Mescidlerde bulunan on dört bin Mushâf-ı şerifi yaktılar. Elli bine yakın âlim, talebe ve hafızı katlettiler. İki yüz bin insanı diri diri toprağa gömdüler. Yağma ettiklerinin ve götürdüklerinin haddi hesabı yoktu.

BU FÂCİRLERİ ÖLDÜRÜNÜZ!
Moğol askerinin yağma ve öldürmekle meşgul olduğu sırada, Bahaeddin Veled hazretlerinin talebelerinden bir derviş de orada idi. Belhin bütün büyükleri feryad ederek onun yanına geldiler ve Bizlerin affını Allahü teâlâdan dile! Zevk ve sefahata dalan bu âsilerin şefaatçisi ol da bu kaza belâ zulmetleri kaybolsun dediler...
Derviş o gece seher vaktine kadar uyumayarak Allahü teâlâya yalvarıp yakardı. Sabahleyin gaibden Ey kâfirler! Hak yoldan sapan, günahlara dalmış olan bu fâcirleri öldürünüz diye bir ses duyuldu. Derviş o zaman bunun umumi bir bela olduğunu anladı. Üç gün sonra o cemaati, içindeki iyilerle birlikte katlettiler...
Hak teâlâ intikamın, kul eli ile alır/İlm-i hâli bilmeyenler, onu kul yaptı sanır!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kelime-i şehâdeti söyleyemeyen adam</label>

Abdülazîz Revvâd hazretleri meşhûr hadîs âlimlerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 775 (H.159) târihinde vefât etti. Aslen Horasanlıdır. Sonra Mekke-i mükerremeye yerleşmiş, burada vefât etmiştir. Mugîre bin Mühelleb bin Ebî Sufrenin âzâdlısıdır... GÖZLERİ HİÇ GÖRMÜYORDU...Şakîk-i Belhî hazretleri şöyle anlatır:
Abdülazîz Revvâdın, yirmi sene gözleri görmemişti. Onun için, bu kadar sene çoluk çocuğunu göremedi. Bir gün oğlu kendi kendine düşünüp, bu duruma içerleyerek; Babacığım! Senin gözlerinin görmemesine çok üzülüyorum deyince, Abdülazîz hazretleri; Oğlum! Ben Allahü teâlâdan gelene râzıyım cevabını vermiştir.
Yine birisine şöyle buyurdu: İslâmdan, Kurân-ı kerîmden ve saçının beyazlığından öğüt almayan, nasîhat kabûl etmez.
Abdülazîz bin Ebû Revvâd hazretlerine Nasıl sabahladın? diye sorulunca, ağladı. Niçin ağladın? dendi. Bunun üzerine; Ölümü unutmuş, üstelik günahları da çok olan kimsenin hâli nasıl olur. Ecel, süratle geliyor, ömür her gün eksiliyor. Akıbetin Cennet mi, Cehennem mi, ne olacağı bilinmiyor. Ya Cehennem olursa, hâlimiz ne olur? buyurdu.
Abdülazîz Revvâd hazretleri başından geçen ibret verici bir hâdiseyi şöyle anlatmıştır:
Medîne-i münevverede idim. Bir gece Mescid-i Nebîye gidiyordum. Bir kadın telaşla yaklaşıp; Ey efendi! Eğer sevab kazanmak istiyorsan yardıma gel! Şurada bir hasta var can çekişiyor, ölmek üzere. Yanındakiler hep kadın. Bir erkek yok ki, ona Kelime-i şehâdeti telkin etsin, söyletsin! dedi.

BU ADAM FASIKTIR!..
Hemen oraya gittim. Ölmek üzere olan adam, Kelime-i şehâdeti söyletmek için ne kadar uğraştıysam bir türlü söyleyemedi! Bir ara gözlerini açıp; Kaç defâdır bunu söyle diyorsun. Fakat ben söyleyemiyorum. Ben bu Kelime-i şehâdetten ve İslâm dîninden yüzümü çevirmişim dedi ve sonra öldü.
Adamın kim olduğunu ve hâlini sorduğumda Bu adam fasıktır, açıktan günah işler, devamlı şarap içerdi! dediler. Kendi kendime, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın; Şarap içmeyi âdet edinen, puta tapan gibidir buyurması elbette doğrudur, dedim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Düşünen, sahip olduğu nimetin farkına varır!</label>

İsa aleyhisselam bir ağacın altında ibadet eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları felçli olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen, mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu: Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!..
İsa aleyhisselam kötürüm adama yaklaştı:
- Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Peki hangi nimettir, nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
- Allahü teâlâ bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de Ona şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur. Ama Rabbim bana bu sevgiyi ihsan eylemiş. GÖZLERİ ANINDA AÇILIR!
İsa aleyhisselam; Ver şu elini öyle ise! diyerek elinden tutar, gözlerinden öper. Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:
  • Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygambersin, der. Sonra da ayakları üzerine kalkabildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:
  • Yâ Nebiyyallah! Sendeki bu mucizeler de Ondan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, Ona şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:

ŞİMDİ NASIL ŞÜKREDECEĞİM?!.
Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?
Adam bunları söyledikten kısa bir zaman sonra ruhunu teslim eder.
Hadiseye şahit olanlar İsa aleyhisselama derler ki:
- Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiçbirimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.
İsa aleyhisselam da onlara şöyle buyurur:
- Öyle ise, tefekkür edin, siz de düşünün! Düşünen, sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Büyük mutasavvıf Abdullah Ayderûs</label>

Abdullah Ayderûs hazretleri evliyânın büyüklerindendir. Tam ismi, Abdullah bin Ebû Bekr bin Abdürrahmân es-Sekâfî el-Ayderûstur. Künyesi Ebû Muhammeddir. 1408 (H.811) senesinde doğdu.Abdullah Ayderûs hep nefsine karşı çıktı. Yedi sene orucunu yedi hurma ile açtı ve başka bir şey yemedi. Çok açlık çekti. Annesi yemek yemesini ister, o da muhâlefet edemezdi. Fakat nefsi pay çıkardığı için bundan vazgeçti. Yirmi sene bir yatakta yatıp uyumadı. Dört bir taraftan gelen talebeler kendisinden fıkıh, tefsîr, hadîs ve tasavvuf yolunu öğrendiler... ÇOK CÖMERT BİR ZAT İDİ
Abdullah Ayderûs, cömert, ikrâm sâhibi bir zat idi. Bütün malını, mülkünü Müslümanlara tahsis ederdi. Herkese durumuna göre muâmele eder ve herkesin seviyesine inerdi. Konuştuğu kimse onun en çok kendisini sevdiğine inanırdı. Sohbetlerinde devlet ileri gelenleri bulunurdu.
Bu mübarek zat, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâu Ulûmiddîn kitabını çok okurdu. Neredeyse ezberlemişti. Bunu talebelerine de tavsiye ederek; Bizim için kitap ve sünnetin dışında bir yol, bir usûl yoktur. Bu yolu da musanniflerin efendisi, müctehidlerin sonuncusu, Hüccet-ül-İslâm İmâm-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmiddîn adlı eserinde açıklamşıtır. Bu eser, Kitab (Kurân-ı kerîm), Sünnet (hadîs-i şerîfler), tarîkat ve hakîkatin açıklamasından ibârettir buyururdu...

ARTIK BU DİYÂRA DÖNMEYİZ!
Abdullah Ayderûs hazretleri, vefâtı yaklaştığında talebelerine, sevdiklerine tavsiye ve nasîhatte bulundu. Oğlu Ebû Bekri yerine vekil tâyin etti. Diğer çocuklarına; Artık bu diyâra dönemeyiz dedi. Hazırlık yaparak yolculuğa çıktı. Uğradığı her köyde halka nasîhat etmek için bir müddet kalırdı. Şuhr denen şehre vardığında bütün halk onu karşılamak üzere yola çıktı. Burada bir ay kadar kaldı. Pazartesi ve perşembe günleri vaaz ve nasîhatlerde bulunurdu. Sonra ayrıldı. Yolda rahatsızlandı. Yanındakilere, dostlardan, vatandan ayrı kalmak ile ilgili kasîde okumalarını emretti. Yemenin Terim şehrine vardığında 54 yaşında iken 1460 (H.865) yılında vefât etti. Zembîl Kabristanına defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anadolu velîlerinden Şemseddîn Sivâsî</label>

Şemseddîn Ahmed Sivâsî, Anadoluda yetişen büyük velîlerdendir. Halvetiyye yolunun kolu olan Şemsiyye (Sivâsîyye) nin kurucusudur. Babasının ismi Ebül-Berekât Muhammeddir. Asıl ismi Ahmed, künyesi Ebüs-Senâ, lakabı Şemseddîndir. Kara Şems diye şöhret bulmuştur. 1519 (H.926) senesinde Tokatın Zile ilçesinde doğdu. 1597 (H.1006) senesinde Sivasta vefât etti. Sivasta Meydan Câmii avlusunda medfûn olup, kabri ziyâret edilmektedir. ÜÇÜNCÜ MEHMED HAN DÖNEMİ...Türk-İslâm târihindeki meşhûr üç Şemsten birisidir. Bunlardan birincisi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmînin hocası olan Şems-i Tebrîzî, ikincisi İstanbulun fethinde Fâtih Sultan Mehmed Hanın yanında bulunan Akşemseddîn, üçüncüsü de Üçüncü Mehmed Han ile birlikte Eğri Seferine katılan Kara Şemstir. Üçü de yüksek dereceler sâhibidirler...
Şemseddîn Ahmed Sivâsî, Abdülmecîd Şirvânînin hizmetinde bulunup sohbetinden istifâde etti. Feyz alıp tasavvuf derecelerinde yükseldi. Abdülmecîd Şirvânîden kısa zamanda feyz alıp, tasavvufun yüksek derecelerine kavuştu.
Kara Şems 1590 (H.999) senesinde hac farîzasını yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitti. Hac dönüşü İstanbula uğradı ve orada kalarak taliblerine feyz vermeye başladı. Sahn-ı semân medreselerinden birinde müderris olarak vazifelendirildi...

PADİŞAH ÇOK ISRAR ETTİ, ANCAK...
Bu mübarek zat, hayâtının sonuna doğru, Sultan Üçüncü Mehmed Han ile birlikte Eğri Seferine katıldı. Padişah ordusuyla birlikte İstanbula döndüğünde, onun İstanbulda devamlı kalması için çok ısrar etmişse de kabul ettiremedi. Ömrünün sonları olduğundan çocuklarının içinde vefat etmesi temennisiyle müsaade aldı. Binlerce ikbâlciler arasında Sivasa teşrif etti. Sefer zahmeti vücudunu fazla yıprattığı için, günden güne zayıf düştü. Kardeşinin oğlu, aynı zamanda damadı olan Şeyh Recep Efendiyi vasi tayin etti. Vefatlarına yakın en son kelâmı İnnî veccehtü vechiye lillezî fetaras-semâvâti vel-erdı âyet-i kerîmesi olup, ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Senin yüzünden beni azarladılar!</label>

Abdullah ibn-i Mübarek hazretleri bir vakit İslam ordusuyla birlikte savaşa katılmıştı. Harp bütün şiddetiyle sürüyordu. Savaşta karşısına çok zorlu bir düşman askeri çıkmıştı. Bu düşman askeri ile uzun bir mücadeleye girişir. Bire bir bu savaş o kadar sürer ki, namaz vakti geçmek üzeredir. İbn-i Mübarek hazretleri düşmanına der ki:-Şu kadar zamandır çarpışıyoruz, birbirimize üstünlük sağlayamadık, benim namaz vaktim girdi ve de geçmek üzeredir. İzin ver, ben namazımı kılayım, sonra çarpışmaya devam edelim!
Düşman askeri bu teklifi kabul eder ve İbn-i Mübarek hazretleri namaza durur. Namazı bitip çarpışmaya başlayacakları sırada bu sefer de düşman askerinden bir teklif gelir:
-Sen ibadetini yaptın, bana da müsaade et, ben de putlarıma gerekli tazimde bulunayım! İŞTE ŞİMDİ TAM ZAMANI!
Putperest olan adam göğsünde sakladığı küçük bir putu çıkarıp yere koyar ve karşısına geçip kıyam eder. Sonra da oturur. İbn-i Mübarek hazretleri düşmanının puta tapındığını görünce içinden der ki: İşte tam zamanı! Kılıcımla şu kâfirin başını uçurayım!
Yerinden kalkar ve düşmanın başına dikilir. Tam kılıcı indireceği zaman:
Ahdinde dur, şüphe yok ki verilen sözün sorumluluğu vardır (İsra, 17/34) diye bir ses duyar.

GÖZYAŞLARI SEL OLUR!..
Bu sesi duyması ile birlikte ağlamaya başlar. Gözyaşları sel olmuştur. Düşmanı, başını kaldırıp baktığında, İbn-i Mübarekin elinde kılıçla ağladığını görüp sorar:
-Ne yapıyorsun? Sana ne oldu?
İbn-i Mübarek düşündüklerini anlattıktan sonra şöyle der:
-Senin yüzünden beni azarladılar!
Düşman bu durumdan çok duygulanmıştır. Der ki:
-Düşmanı için dostunu azarlayan böyle bir Allaha baş kaldırmak ve karşı gelmek doğru bir hareket değildir!
Abdullah ibn-i Mübarek hazretleri ile çarpışmayı bırakarak hemen Müslüman olur ve müminlerin safına geçer. Büyük bir gayretle, biraz önce beraber çarpıştığı kâfir saflarına saldırır ve orada şehid düşer...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Batman'dan yükselen nur Hasan-el Nurânî</label>

Hasan-el Nurânî hazretleri (H. 1201) Batmanda dünyaya gelmişti. Daha doğmadan babasını kaybetti. Annesi oğlu Hasanı abdestsiz emzirmezdi. Çok fakir olduklarından dolayı köyün ağası Hüseyin Efendi bu saliha hanımı yanında çalıştırmaya başladı. O zaman çocuk olan Hasan-el Nurânî de Hüseyin Efendinin yanında hizmetlerine devam etti...ABDÜLMECİD HANIN EMRİYLE...
Altı yaşlarında iken küçük Hasan ağılda karanlık bir yerde oturuyordu. Hüseyin Efendi abdest almak üzere ağıla gittiğinde köşede bir nur olduğunu görüp, ona doğru ilerledi. Nura elini vurduğunda, Hasanın başında olduğunu fark etti. Bu olayın zuhur etmesinden sonra tüm ahali küçük Hasana Nurânî unvanını verdiler...
Hüseyin Efendi bu olaydan sonra Hasan-el Nurânîyi ilim tahsil etmesi için devrin büyük âlimlerine gönderdi. İlim tahsilini yörece meşhur olan Molla Halil-i Siirtînin yanında yaptı. Bu zat meşhur Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin halifesidir. Fıkıh, tahsil ettikten sonra Molla Halil-i Sîirtîden geometri ve matematik öğrendi. Evliyanın büyüklerinden Şeyh Sâlih-i Sıbkînin sohbetlerine katılarak zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrenip hilâfetle şereflenerek icâzet aldı.
Üstün kabiliyetini iyi bilen hocası, o dönemin kendisi ile arası çok iyi olan Sultan Abdülmecid Hana yazdığı bir mektupla talebesinden bahseder. Padişah da, Diyarbakıra bağlı çok eski tarihî bir köy olan Aktepe arazisinden 52 parselin tapusu ve o köyde bir tekke ve medrese kurma emrini gönderir. Bundan sonra Şeyh Hasan Efendi, Şeyh Sâlih Sıbkînin vasiyeti üzerine Diyarbakırın Bismil ilçesi Aktepe köyüne yerleşerek, insanları irşâd ile meşgul oldu ve çok talebe yetiştirdi.
Şeyh Hasan Efendi 1865 (H.1283) senesinde Aktepe köyünde vefât etti.

BU, BENİM İŞİM DEĞİL Kİ!..
Bu mübarek zata vefatına yakın sordular:
Sizden sonra burada bunca halifeniz ve oğlunuz var, kim postunuza oturacak?
Kimin oturacağı bellidir. Molla Kasım cevabını verir. Bazıları, kendi evladından birini yerine bırakmamasına bir mânâ veremez. Bunu fark eden Şeyh Hasan-i Nurânî Ben evlatlarıma her şeyimi bıraktım, ancak bu iş, benim işim değil, onun bırakılması manevi bir emirdir der, bir müddet sonra da vefat eder...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Zeyd bin Harise'ye kurulan tuzak!.</label>

Bir gün bir münafık Zeyd bin Harise radıyallahü anha gelerek, Gel seninle ortak ticaret yapalım. Senin paran yok, tabii ki sermaye benden dedi. O mübarek de bir art niyeti olmadığı için bu teklifi hemen kabul etti. Taife gidip mal getirmek üzere yola çıktılar. Yolda münafık, hazreti Zeyde; - Yorulduk. Şu mağaraya girelim de bir müddet istirahat edelim, dedi ve mağaraya girdiler.
MAĞARADA SUİKAST YAPACAKTI!
Münafık, hazreti Zeyde suikast hazırlamıştı. Orada uyutup, elini ayağını bağladıktan sonra öldürecekti!..
Biraz sonra Zeyd uyuyunca münafık da onun ellerini ve ayaklarını sıkıca bağladı. Zeyd uyandı ki, elleri ve ayakları bağlanmış. Kendisini niçin bağladığını sordu. O;
- Siz Muhammedle Taife gitmiştiniz. Orada Onu öldürmek istediler. Fakat sen kendini siper yaparak Onun hayatını kurtardın. Sen Muhammedi kurtarmasaydın, bugün aramıza bu fitne girmeyecekti! dedi ve hançerini çekip Zeydin üzerine yürüdü.
Hazreti Zeyd canından çok sevdiği Resûlullahı bir daha dünya gözüyle göremeyeceğini düşünerek çok üzülüyor ve gözyaşları ile Ya Rahman!.. diye nida ediyordu. O anda gaipten bir ses duyuldu:
-Dokunma ona!
Bu sesi duyan münafık, mağaradan dışarı çıkıp baktı ki, kimse yok! Tekrar içeri girip Zeydin üzerine yürüdüğünde, Zeyd yine; Ya Rahman!.. diye nida ediyor, o ses bu sefer daha gür bir şekilde; Dokunma! diyordu!..

TEPEDEN TIRNAĞA SİLAHLI!
Daha fazla heyecana kapılan münafık, tekrar dışarı çıkıp bakıyor ki, kimse yok!
Üçüncü defa öldürmek için hamle yaptığında bu sefer Dokunma! nidası mağaranın ağzında duyuluyor. Heyecanla mağaranın dışına çıkan münafık, tam teçhizatlı bir kimseyle karşılaşıyor. Neye uğradığını şaşıran münafıkın dili boğazına kaçıyor ve silahlı zat, kellesini uçuruyor!..
Silâhlı zat, hazreti Zeydin iplerini çözüp bir isteği olup olmadığını soruyor. Zeyd bin Harise, Ona;
  • Sen kimsin, nereden geliyorsun? dediğinde, O;
  • Ben seni kurtarmak için vazifelendirilmiş bir meleğim. Birinci defa nida ettiğinde, yedinci kat semada idim. İkinci nida ettiğinde ikinci kat semada idim. Üçüncüde ise, mağaranın ağzına gelmiştim. Münafıkın kellesini kesip canını cehenneme yollamakla, benim vazifem bitmiş oldu. Allaha ısmarladık, Muhammed aleyhisselama selâm söyle, deyip ayrılıyor...

 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri