Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Resûlullah'la alay edenlerin sonu!..</label>

İnsanları ebedî saâdete kavuşturmak için gönderilen Muhammed aleyhisselâm, Mekkede câhiliyye devri yaşamakta olan insanları açıkça İslâma davet etti. Hakîkî kurtuluşun Allahü teâlâya îmân etmekte, nefse uymaktan, zulümden, haksızlıktan ve bütün çirkin işlerden uzaklaşmakta olduğunu bildirince, nefslerinin isteklerine, şehvetlerine uyanlar, zayıfları ezenler ve iyice azgınlaşmış olanlar bütün bu bozuk işlerine son verileceğini görerek Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerini inkâr ettiler ve Ona düşman kesildiler. Bir kısmı da kendileri gibi âciz ve fânî insanların ayıplamalarından sakınarak îmân etmediler. Nefislerine, şeytana ve şehvetlerine uyarak saâdetten mahrum kaldılar... ÇOK İLERİ GİDİYORLARDI!..Muhammed aleyhisselâmın insanlara ebedî saâdeti, sonsuz kurtuluşu bildirmek, onları dalâletten hidâyete kavuşturmak üzere peygamber olarak gönderildiği sırada câhiliyye devri yaşayan Mekkeliler, îmân etmeye dâvet edilince, önceleri ilgisiz davrandı. Sonra açıkça düşmanlık göstermeye başladılar. Müşriklerin bu düşmanlıkları önce alay tarzında olup, sonra hakâret şekline, daha sonra işkence safhasına girdi. Bunlardan sonra ticârî ve diğer bütün münâsebetleri kesme ve şiddet gösterme devresi başladı...
Müşriklerden Esved bin Abdülmuttâlib, Âs bin Vâil, Velid bin Mugîre ve İbni Talâtıla adındaki kimseler, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ile alay etmekte çok ileri gitmişlerdi...


HAZRETİ CEBRAİL GELDİ VE...
Bir gün Cebrâîl aleyhisselâm Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanında durdu. O kimseler Kâbeyi tavâf ediyorlardı. Velid bin Mugîrenin eline ok değmiş ve şişmişti. Cebrâîl aleyhisselâm yanından geçerken onun elindeki şişliğe nazar kıldı. O ânda elindeki şişlikten kan boşanmaya başladı ve öldü. Sonra Âs bin Vâil geldi. Ayağına diken batıp yaralanmıştı. Cebrâîl aleyhisselâm o yaraya işâret eyledi, yarası tâzelenip, o ânda öldü. Sonra Esved bin Abdülmuttâlib geldi. Bir yeşil yaprakla gözüne vurarak, gözünü kör etti. Onun peşinden İbni Talâtıla geldi. Cebrâîl aleyhisselâm onun da başına bir işâret koydu. Başından irinler akmağa başladı ve o ânda öldü. Allahü teâlâ onlar hakkında [Hicr sûresi 95inci âyetinde meâlen] (Biz seninle alay edenlere kifâyet ederiz) buyurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Namaz kılarken atılan tokat!..</label>

Seyyid Taha hazretleri Hakkarinin Nehri adındaki bir köyünde yaşardı. Bir gün bu Allah dostuna 6-7 saatlik yoldan bir zengin adam gelir ve intisap eder. Seyyid Taha hazretleri de bu adama bir tesbih hediye eder ve adam köyüne döner... Günler birbirini kovalarken bu adamın koyun sürüleri eksilmeye başlar. Dağa otlamaya giden koyunları ya kurt kapar ya da hastalanarak ölür. Adamın hanımı der ki: Seyyid Taha hazretlerinin hediye ettiği tesbih bize uğursuz geldi galiba! En kısa zamanda tesbihi iade et! Adam da hanımının bu sözü üzerine tesbihi Nehriye giden bir kafile ile gönderir...SİZİN NAMAZINIZ BOZULMUŞTUR!..
Aradan yıllar geçer... Bir gün Seyyid Taha hazretlerini imtihan etmek için uzak bir yerden bir grup insan gelir. İkindi namazı vakti girer kamet getirilir ve bu grubun da içinde olduğu cemaate namaz kıldırmaya başlar mübarek... Seyyid Taha hazretleri namaz esnasında boşluğa doğru bir tokat atar. Onu imtihana gelenler şaşırır ve namaza devam ederler. Mübarak, namaz sonunda öfkeli bir ifade ile yine boşluğa doğru bir tekme savurur ve yüz ifadesini bir tebessüm kaplar. Bu duruma şaşıran gruptakilerden birisi;
-Sizin namazınız bozulmuştur, namazda anlaşılmaz hareketlerde bulundunuz, der.
Seyyid Taha hazretleri de der ki:
-Bizim bir talebemiz vardı, yıllar önce bize intisap etmişti. Bugün ikindi namazı vakti hastalanıp sekerâta girdi, fakat şeytan-ı lain bir türlü Kelime-i şehadet getirtmiyor boğazını sıkıyordu. Biz de bu duruma müdahale ettik ve şeytana sertçe bir tekme atarak talebemizin yanından uzaklaştırdık. Elhamdülillah Kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti.


ALLAH DOSTLARI KEFİLDİR!
Bu grup, nasıl olsa denemeye, ilmini tartmaya geldik, bahse konu yere gidip bu olayı araştıralım, derler ve adresi öğrenip adamın köyüne giderler. Rahmetlinin hanımından olayı detaylı bir şekilde öğrenirler.
Gruptaki şahıslar hayret içinde kalarak hiç vakit kaybetmeden Nehriye dönerek Seyyid Taha hazretlerinin elini öperek talebesi olurlar.
Seyyid Taha hazretleri bu şahıslara der ki:
-Allahın dostlarına gelerek günahları için tevbe edenin imanına, malına ve namusuna Allahın dostları kefil olmuşlardır; yeter ki tevbe edenin niyeti Allah rızası olsun..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Haccac-ı zalim Yusuf es-Sekafi</label>

Haccac bin Yusuf es-Sekafi, meşhur adıyla Haccac-ı zalim Emevilerin meşhur valilerindendir. (661-714) Taifte doğdu. Hem anne hem baba tarafından Sakif kabilesinin Ahlaf koluna mensuptur. Hazreti Muaviyenin halifeliği sırasında doğdu. Sakif Kabilesi ile Emeviler arasında mevcut olan sıkı bağlılık ve ilişkiler bu dönemde de devam etti... YİRMİ SENE VALİLİK YAPTIHalifeliğini ilân ettikten sonra Hicaz bölgesinde bunu devam ettiren Abdullah ibni Zübeyrin üzerine gönderilen iki bin kişilik ordunun başına kumandan olarak Haccac tayin edildi. Karargâhını Taifte kurdu ve ilk etapta Mekkeye giden yolları keserek şehri dolaylı yoldan abluka altına aldı. Şehre gıda sevkiyatının yapılmasını önledi. Bir süre sonra beklediği beş bin kişilik destek ordusunun gelmesinden sonra Mekkeyi kuşattı. Kuşatma devam ederken Abdullah İbni Zübeyr bir huruç hareketi neticesinde şehit oldu. Bu olay neticesinde dokuz yıldır sürdürmüş olduğu halifeliği de son bulmuş, diğer taraftan Emeviler, Hicaz bölgesinde de hakimiyetlerini sağlamış oldular. Akabinde Haccac, Hicaz, Yemen ve Yemameye vali olarak atandı...
Haccac, burada üç yıl valilik yaptıktan sonra Iraka tayin edildi. Daha önce bu bölgede Hazret-i Ali taraftarları ve Hariciler sık sık Emevîlere karşı isyan ediyorlardı. Emevîler bu isyanlardan ötürü büyük sıkıntılar çekmekte olup, orduları da mağlup olmaktaydı. Haccac, çok sert tedbirlere başvurarak kontrolü sağlamaya çalıştı. Muhaliflere destek çıkan Hicaz Valisi Ömer bin Abdülazizin görevden alınmasını sağladı. Daha sonra yetkileri ve valilik yaptığı alan genişletildi. Yirmi yıl boyunca Irak ve doğu illerinin valiliğini yaptı.


HİZMETLERİ DE DOKUNMUŞTUR...
Bu sert idaresinin yanında Haccâcın çok büyük hizmetleri de vardır. Kurân-ı kerim, harekesiz ve noktasızdı. Harekesini ve noktasını koydurtan odur...
Her fani gibi Haccac da artık bu dünyadan göçüyordu. Ölümü esnasında: Allahım, insanlar diyorlar ki; Allah Haccacı mağfiret etmez. Sen beni mağfiret eyle dedi.
Bu söz, Ömer bin Abdülazizin hoşuna gitti ve ona gıbta etti. Bu sözü Hasan-ı Basrîye naklettikleri vakit; Gerçekten Haccac böyle söyledi mi? dedi. Evet, söyledi dediklerinde, Öyle ise umulur ki Allahü teâlânın af ve merhametini kazanmıştır dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Avf bin Mâlik ve Sa'd bin Cüsâme</label>

Muteber kitaplarda buyuruluyor ki: Dirilerin ruhları birbiriyle görüştüğü gibi, ölüler ile dirilerin ruhları da birbiriyle görüşür. Kuran-ı kerimde buyuruluyor ki: Allah ölümde canları alır. Ölmeyip rüyasında olan canları da alır. Ölümle ona hükmettiğini tutar, diğerini belli bir zamana kadar bırakır. [Zümer 42]Baki bin Muhalled ve ibn-i Mende, Ruh kitabında ve Taberâni Evsatta, Said bin Cübeyr tarikiyle ibn-i Abbâs (radıyallahü anh)dan bu âyet-i kerime hakkında şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Bana ulaştı ki, diriler ile ölülerin ruhları rüyada görüşür. Birbirinden durumlarını öğrenirler, Allahü teala ölülerin ruhlarını tutar, diğerlerinin ruhlarını belli bir zamana kadar cesedlerine geri gönderir... HANGİMİZ ÖNCE ÖLÜRSE!..
İbn-i Ebiddünya, Uyun el-Hikâyât kitabında senediyle Sehr bin Havsepten şöyle bir hadise rivayet eder:
Sad bin Cüsâme ve Avf bin Mâlik, birbirlerini Allah için dost edinmişlerdi. Sad;
-Hangimiz daha önce ölürse öbürüne görünsün, dedi ve Avf da kabul etti.
Bu konuşmadan kısa bir zaman sonra Sad vefat etti. Avf bin Mâlik, onu rüyasında gördü.
Sana ne yapıldı? diye sordu:
Sıkıntıdan sonra magfiret edildim dedi.
Nedir o sıkıntı? dedi. Sad;
Bu, filan Yahudiden borç aldığım on dinardır, onları ok eyerine bırakmıştım. Git onları ona ver ve bil ki, ailemin başına ne gelmişse haberim vardır. Her şeyi bana bildirirler. Kedimiz öldü. Falan kızım da altı gün sonra ölecektir, ona iyi davranın dedi.


ONA İYİ DAVRANIN!..
Sabahleyin, evine gittim. Eyeri aradım, aşağıya indirdim, baktım, kese içinde on dinar var. Bahsettiği Yahudiyi çağırdım. Senin Sadda kalan bir şeyin var mı? dedim, O da;
O, iyi bir sahabeydi. Benden on dinar borç istedi. Ona verdim dedi. Sonra on dinarını verdiğimde;
Vallahi ona borç verdiğim on dinarın aynısıdır dedi. Ben ailesine;
Sadın vefatından sonra sizde bir olay oldu mu? dedim. Onlar da;
Evet şöyle şöyle olaylar oldu dediler. Kedinin ölümünü dahi zikrettiler. Ben;
Peki onun filanca kızı nerede diye sordum. Dışarıda oynuyor dediler. Beni yanına götürdüler, okşadım. Baktım harareti var, ona iyi davranın dedim. Altı gün sonra kız öldü.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hocası için ölen talebe Nûreddîn Taşkendî</label>

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin zamânında, Taşkendde şeyhlik iddiâsında bulunup, irşâd makâmına kurulup oturan pek çok kimse vardı. Bunlar, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine karşı kıskançlık ve ayrılık gösterirlerdi. Neticede, hepsi tek tek silinip gittiler. Ancak Taşkentli bir genç vardı ki o silinmedi. Çünkü diğerlerinin gözü şeyhlikte iken o genç, Ubeydullah-ı Ahrâra talebe olmak için can atıyordu. Bir gün o arzusuna da kavuştu. İşte biz bugün, hocaya bağlılığın nasıl olacağını bize yaşayışıyla gösteren o mübarek talebeden yani Nûreddîn Taşkendîden bahsedeceğiz...Nûreddîn Taşkendî, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebelerindendir. Doğum ve vefât târihleri belli değildir. Nisbesinden Taşkentli olduğu anlaşılmaktadır. Hayâtı hakkında fazla bilgi olmayan Mevlânâ Nûreddîn, on beşinci asırda yaşamıştır... HÂCE UBEYDULLAH HASTALANMIŞTI...
Mevlânâ Nûreddîn, hocası Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr için kendini fedâ edenlerdendir. Bir salgında Hâce Ubeydullah tâûn hastalığına yakalandı. Mevlânâ Nûreddîn, hocasının huzûruna varıp, tam bir yalvarma ve yakarışla;
Efendim ne olur bana izin verin. Sizin hastalığınız bana geçsin. Sizin hastalığınızı ben taşıyayım. Çünkü benim varlığım olsa da olur, olmasa da olur. Sizin vücûdunuz lâzım. Hak teâlânın sizin yüzünüzden nice nice faydalar yaratması umulur deyince, Hâce Ubeydullah;
Sen çok gençsin. Henüz âlemi görmemişsin ve kendin için nice ümitlerin ve gönlünde nice arzuların vardır buyurdu. Mevlânâ Nûreddîn ağlayarak;
Efendim! Benim bundan başka bir arzum yoktur. Kendimi size fedâ ettim dedi.


SAĞINA YAT VE RAHAT OL!
Hâce Ubeydullah onun bu isteğini kabûl edip, izin verdi. Mevlânâ Nûreddîn hocasının hastalık yükünü üzerine aldı. Hâce Ubeydullah iyi olup ayağa kalktı ve talebeleri ile meşgûl olmaya devâm etti. Mevlânâ Nûreddîn hastalıktan yatağa düştü ve birkaç gün sonra da vefât etti.
Bir gün Hâce Ubeydullah kabristandan geçerken, Mevlânâ Nûreddîn, mezar içerisinde hocasından tarafa döndü. Hâce Ubeydullah; Hey Nûreddîn! Dönme, sağına yat ve rahat ol buyurdu. Bunun üzerine Mevlânâ Nûreddîn kıbleye dönüp yattı. Bu hâdiseyi orada bulunan ve kalp gözü açık talebelerin hepsi de gördü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gönlünü hoş tut yâ Resûlallah!..</label>

Kitaplarda bildirildiği gibi, Peygamber Efendimiz, ümmetine çok düşkündür. Nitekim, Hiç şüphesiz ben size bir babanın evlatlarına olan durumu gibiyim buyurmuştur. Şu hadise, Onun, ümmetine düşkünlüğünü anlatmaya en güzel bir misaldir... O BİR MÜMİNDİR...Ensardan bir zat vefat etmek üzereydi. Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu zatın yanında bulunuyor, onunla ilgileniyordu. Resulullah Efendimiz ölüm meleği hazreti Azrailin geldiğini gördü ve aralarında geçen konuşmayı şöyle haber verdi.
Resûlullah efendimiz ölüm meleğine;
-Ey ölüm meleği! Bu sahabeme yumuşak davran; şüphesiz o bir mümindir, buyurdu.
Azrail aleyhisselam da şöyle dedi:
-Gönlün hoş, gözün aydın olsun yâ Resulallah! Bil ki ben her mümine yumuşak davranırım. Ben bir insanın ruhunu alınca, onun ailesinden birisi feryat ederse, ben ruh elimde olduğu halde adamın evinin kapısında durur ve; Bu feryat da ne oluyor? Vallahi biz bu kimseye zulmetmedik, ecelinin önüne geçmedik, kendisi için takdir edilen vakitten önce gelmedik. Onun ruhunu aldığımız için bir günaha da girmedik. Eğer Allahü tealanın yaptığına razı olursanız, sevap alırsınız. Eğer üzülür ve kızarsanız, günaha girersiniz. Sizin bizi ayıplayacak bir durumunuz yok. Hem biz size daha çok geleceğiz. Siz kötü halden sakının, kötü ölümden sakının derim. Yâ Resulallah! Yer yüzünde köylü-şehirli, iyi-kötü kim varsa, ben her gün onları gözden geçiririm. Ben onların büyüğünü ve küçüğünü kendilerinden daha iyi tanırım. Vallahi Ya Resulallah, Allahü tealanın izni olmadan ben bir sineğin canını almaya güç yetiremem!..


ŞEYTANI ONDAN UZAKLAŞTIRIR
Bu hadis-i şerifi nakleden Cafer bin Muhammed hazretleri demiştir ki:
Bana şu haber ulaştı: Azrail aleyhisselam insanları namaz vakitlerinde gözden geçirir. Ölüm anında ruhunu almak için baktığında, eğer o kimse namazlarını muhafaza eden bir kimse ise, melek ona yakın durur, şeytanı ondan uzaklaştırır. Bu arada melek ona; Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözlerini telkin eder. Bu, gerçekten büyük bir hâldir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hayrın anahtarı Sâbit el-Benânî</label>

Sâbit bin Eslem el-Benânî, Tâbiînin, zâhid, âbid ve müttekilerinden ve velîlerindendir. Hadîs ilminde sika, emîn, güvenilir ve îtimâd edilir bir âlimdir. Basranın en büyük âlim ve râvilerindendir. Sâbit el-Benânî, birçok Sahâbîden hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Enes bin Mâlik, İbn-i Ömer, İbn-i Zübeyr, Şeddâd (radıyallahü anhüm) bunlardandır. Hadîsleri Kütüb-i Sitte diye meşhûr olan altı hadîs kitabının hepsinde vardır... ÇOK ORUÇ TUTARDI...Enes bin Mâlik onun için der ki: Her şeyin bir anahtarı vardır. Hayrın anahtarı da Sâbittir. Bekr bin Abdullah: Zamânının en âbid olanına bakmak isteyen Sâbit el-Benânîye baksın. Şube: Sâbit el-Benânî, Kurân-ı kerîmi bir gün ve gecede okuyup bitirir, çok oruç tutardı. Humeyd: Biz, yanımızda Sâbit el-Benânî de olduğu halde, Enes bin Mâlike giderdik. Fakat Sâbit, rastladığı bir mescitte namaz kılarken geride kalırdı. Biz hazret-i Enesin yanına vardığımızda onu göremeyince, Sâbit nerede, Sâbit nerede? Çünkü ben onu çok seviyorum buyururdu. Ahmed bin Hanbel; Enes bin Mâlik, Sâbit el-Benânîye, senin gözlerin, Resûlullahın gözlerine ne kadar da çok benziyor der ve Resûlullahı hatırlayarak ağlamaya başlar, gözlerinden yaşlar akardı...
Sâbit bin Eslem hazretleri gözlerinden rahatsızdı. Bunun için tabibe gitti. Tabib; Bir husûsa dikkat edersen, gözlerin iyi olur dedi. Sâbit; O nedir? diye sorunca tabib; Ağlama! dedi. Bunun üzerine Sâbit; Ağlamayan gözde hayır yoktur buyurdu...


ÜÇ ŞEYİ YAPAMAZSAM!..
Ölüm hastalığında, Sâbit bin Eslem hazretlerinin ziyâretine gittiler. Yanındakilere bir şeyler anlatıyordu. Ziyâretçiler, huzûruna girip oturunca;
Sevgili kardeşlerim! Önceki gibi, namazlarımı kılamıyor, oruçlarımı tutamıyor, Allahü teâlâyı zikredemiyor, sizlerin yanına inemiyorum dedi ve şöyle duâ etti:
Allahım! Bu üç şeyi istediğim gibi yapamadığım zaman, beni bu dünyâda bir saat bile bırakma!
Bunları söyledikten hemen sonra vefat etti. Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ kitabının sâhibi, Sâbit el-Benânî hazretleri için şöyle der: Vefât ettiği zaman kabrini kerpiçle ördüler. Kerpiçlerden birisi kaydı. Kabrin içinde onu namaz kılarken gördüler. Kabrinin civarından geçenler, içeriden Kurân-ı kerîm sesi duyardı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Delâil-ül-Hayrât ve Muhammed Cezûlî</label>

Büyük âlim ve velî Muhammed Cezûlî hazretlerinin, salevât-ı şerîfeleri topladığı meşhur kitabı Delâil-ül-Hayrât ve Meşârık-ul-Envârı niçin yazdığı şöyle anlatılır: SALİHA BİR HANIMI VARDIMuhammed Cezûlî hazretlerinin saliha bir hanımı vardı. Bir gece yatağından kalktı. En güzel elbisesini giyip evden dışarı çıktı. Bunu görünce, hanımının bu saatte nereye gittiğini merak ederek arkasından o da çıktı. Onun deniz kıyısına doğru gittiğini gördü. Önünde ve ardında bir arslan mübarek hanıma bekçilik ediyordu. Kıyıya varınca denize girdi ve yürümeye devâm etti, sonunda küçük bir adaya ulaştı. Aslanlar denizin kıyısında yattılar. Orada abdest alıp, namaz kılmaya başladı. İbâdetten sonra, yine su üzerinde yürüyerek kıyıya geldi. Arslanlar da kalkarak, biri önde, diğeri arkada yürümeye başladılar. Muhammed Cezûlî daha önce eve gelip, uyuyor göründü. Üç gece gözetledi ve hanımının her gece böyle yaptığını gördü. Üçüncü gecenin sabahında, bu durumu sordu. Hanımı;
Siz, bu durumuma şimdi mi vâkıf oldunuz? Uzun zamandır ben böyle yapıyorum dedi.
Bunun üzerine Muhammed Cezûlî;
Acabâ, bu kerâmete nasıl kavuştunuz? diye sorunca, hanımı;
Resûl-i ekreme salevât-ı şerîfe okumayı hiç bırakmadım. Nîmete bu yüzden kavuştum dedi.
Muhammed Cezûlî;
Devâm ettiğiniz bu salevât-ı şerîfe hangisidir? diye sorunca, hanımı cevap vermedi. Isrâr edince;
Bu gece istihâre edeyim, izin olursa, cevap veririm dedi.
Sabahleyin hanımı; Açıkça söyleyeyim, haber vermeye izin yoktur. Ancak salevât-ı şerîfeleri topla, onların içinde varsa, vardır diye işaret ederim dedi.


ZEHİRLENEREK ŞEHÎD EDİLDİ
Bunun üzerine Muhammed Cezûlî, kitaplarda bulunan salevât-ı şerîfeleri topladı ve bir kitap yazdı. Yazdığı bu kitabı okuduğu zaman, hanımı;
İçinde birkaç yerde vardır. Bu kitabı okumaya devâm edenin, Allahü teâlânın rahmetine kavuşacağında şüphe yoktur dedi.
Muhammed Cezûlî bu eserine; hayırlara deliller ve nûrların doğuşu mânâsına gelen Delâil-ül-Hayrât ve Meşârık-ul-Envâr ismini verdi.
Muhammed Cezûlî hazretleri, 1465 (H.870) senesinde zehirlenerek şehîd edildi. Vefat ederken, hayatında devamlı yaptığı gibi Peygamber Efendimize Salevat-ı şerife söyleyerek ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ben Allah'ın affını umarım</label>

Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Medineye geldikten sonra bütün ensâr kendisine hizmet etmek hususunda yarışıyorlardı. Enes bin Mâlikin annesinin, hizmet yarışında yapabilecek veya verebilecek hiçbir şeyi yoktu. Bundan dolayı hemen Enes bin Mâliki çağırıp elinden tutarak Resul-i Ekremin huzuruna çıktı ve;Ya Resulallah, ben fakir bir kimseyim. Sizlere yardım edecek bir şeyimiz yok. Bu oğlumdur, yardım etmek ve hizmetinizde bulunmak üzere sizlere bırakıyorum. Onu kabul ediniz dedi.
Resûl-i Ekrem efendimiz, bu içten gelen arzuyu kırmadı. Enes bin Mâliki yanına aldı. Bütün zamanlarında onu yanında bulundurdu. ANNESİNDEN BİLE SAKLARDI!..
Enes bin Mâlik, Resulullahın hizmetine girdikten sonra Onun bütün emirlerini büyük bir dikkat ve itina ile yerine getirmeye çalıştı. Resul-i Ekrem ile aralarında sır olarak kalmasını arzu ettikleri şeyleri büyük bir dikkatle muhâfaza eder ve onları annesine bile söylemezdi.
Enes bin Mâlik hazretleri, Resul-i Ekreme o kadar sokulurdu ki, âdeta ikisinin dizleri birbirine değerdi. Nitekim Hayber gazvesinde, Resul-i Ekrem, Enes bin Mâlik ile birlikte giderken dizleri birbirlerine dokunuyordu. Uhud ve Hendek gazvelerinde yine Resulullah Efendimiz ile beraberdi. Hudeybiye Barışı sırasında henüz delikanlılık çağına gelmek üzere idi. Umretül-Kazada ise Resul-i Ekrem efendimize refâkat ederek Mekkeye gitti. Daha sonra Hayber Gazvesinde, Mekkenin Fethinde ve Huneyn Gazvesinde de bulundu. Ayrıca Resul-i Ekrem ile birlikte Tâif muhâsarasına katıldı. Veda Haccında da bulunan Enes bin Mâlik, Resul-i Ekremin irtihalinde Medinede idi.
Enes bin Mâlik hazretleri, Peygamber Efendimize bu yakınlığından dolayı en fazla hadis-i şerif rivayet eden sahabilerdendi.
KENDİNİ NASIL HİSSEDİYORSUN?
Kendisinden rivayet olunur ki:
Peygamber efendimiz, ölüm döşeğinde olan bir gencin yanına girdi ve ona;
-Kendini nasıl hissediyorsun? diye sordu. Genç cevaben;
-Ben Allahın affını umarım ve günahlarımdan korkarım, dedi.
Bunun üzerine Resulullah efendimiz buyurdular ki:
-Bu vakitte mümin bir kulun kalbinde bağışlanma ümidi ve günah korkusu birleşince, mutlaka Allahü teala o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğundan emin kılar.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yakub aleyhisselamın Hazreti Azrail'den ricası!</label>

Yakub aleyhisselamın, Kenan diyârında, yâni Fenike denilen Sayda, Sûr ve Beyrut ile Filistin ve Sûriyenin bir kısmından ibâret olan bölgede yaşayan insanlara gönderilen peygamberdir. İsmi Yakub olup İbrânicede Saffetullah, yâni Allahü teâlânın sâf ve temiz kıldığı kul mânâsına gelmektedir. Diğer adı İsrail olup Allahın kulu mânâsına gelmektedir. İbrahim aleyhisselamın küçük oğlu olan İshak aleyhisselamın oğludur. ON İKİ OĞLU VARDI...Yakub aleyhisselamın on iki oğlu vardı. Bu yüzden, onun on iki oğlunun torunlarına Benî İsrail, yâni İsrailoğulları denilmiştir. Oğullarından her birinin sülâlesine Sıbt, hepsine birden torunlar mânâsına gelen Esbât denir. Sonradan Yahudi adı verilmiştir. En çok sevdiği oğlu Yusuf aleyhisselam da İsrailoğullarına peygamber olarak gönderilmiştir...


HAZRETİ AZRAİL İLE DOSTTU...
Zehril-Riyazda rivayet edildiğine göre, Yakub aleyhisselam ölüm meleği Azrail aleyhisselam ile dosttu. Bir gün hazreti Azrail, Yakub aleyhisselamı ziyarete gider. Hazreti Yakub ona;
Ya Azrail, görüşmeye mi geldin, yoksa canımı almaya mı? diye sorar. Hazreti Azrail;
Gelişim ziyaret içindir cevabını verir.
Yakub aleyhisselam;
Senden bir ricam var der. Azrail aleyhisselam nedir der. Yakub aleyhisselam;
Ölümümün yaklaştığını, canımı almaya hazırlandığını bana önceden bildirmeni istiyorum der. Hazreti Azrail;
Hay hay, sana iki veya üç haberci gönderirim karşılığını verir.


ÜÇ HABERCİ GÖNDERDİM!
Yakub aleyhisselamın dünyadaki ömrü dolunca bir gün yine ölüm meleği, karşısına dikilir. Yakub aleyhisselam yine sorar;
Ziyaretçi misin, yoksa canımı almaya mı geldin Azrail aleyhisselam;
Canını almaya geldim cevabını verir.
Yakub aleyhisselam;
Sen bana daha önce iki veya üç haberci göndereceğini söylemedin mi? diye sorunca, Azrail aleyhisselam şu cevabı verir:
Söylediğimi yaparak sana üç haberci gönderdim: Önce, siyah iken sonra ağaran saçın, güçlü iken halsizleşen vücudun ve dimdik iken kamburlaşan belin... Ey Yakub, işte bunlar benim âdemoğullarına gönderdiğim ön habercilerdir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Evtâs Gazâsı ve Ebû Âmir</label>

Eshab-ı kirâmın büyüklerinden Ebû Mûsel-Eşarî radıyallahü anh, bizzat kendisi anlatıyor: Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn Gazâsından döndükten sonra amcam Ebû Âmiri bir fırka asker üzerine komutan yaparak Evtâsa gönderdi. Ebû Âmir, birkaç bin düşmanla buraya kaçıp gelen düşman komutanlarından Düreyd İbn-i Sımme ile karşılaştı. Vuku bulan muhârebede Düreyd katlolundu. Askerlerini de hezîmete uğrattı... DİZE SAPLANAN OK!..Resûlullah efendimiz beni de amcam Ebû Âmir ile berâber göndermişti. Bu sırada Ebû Âmirin dizine Cüşem kabîlesinden birisi tarafından bir ok atılmıştı. Ok, Ebû Âmirin diz kapağına saplanmıştı. Hemen ben Ebû Âmire koştum:
Ey amca, sana kim ok attı? diye sordum:
İşte ok atan şudur! diye gösterdi. Ben hemen ona doğru koştum. Adam beni görünce dönüp kaçmağa başladı. Ben adamı takip ettim. Adam durdu ve ikimiz de kılıcımızla vuruşmağa başladık. Sonunda hasmımı öldürdüm. Sonra Ebû Âmirin yanına geldim:
Ey Ebâ Âmir, Allah düşmanını öldürdüm! dedim. Amcam bana:
Şu oku dizimden çek, çıkar! dedi. Ben de hemen çıkardım. Fakat okun yerinden pek çok su boşandı. Amcam hayâtından ümîdini kesti. Bana;
Ey kardeşimin oğlu! Resulullah Efendimize selâm söyle ve bana dua etmesini ricâ et! dedi ve beni kendi yerine mücâhidler üzerine komutan yaptı. Az bir zaman yaşayıp sonra vefât etti...


RESûLULLAH EFENDİMİZİN DUASI
Evtâs seferinden dönüp geldiğimde hâne-i saâdette Peygamber efendimizin huzûruna girdim. Resûlullah Efendimiz hasırdan örülmüş ve üzerine ince şilte serilmiş bir sedir üstünde yatıyordu. Hasırın örgüleri vücûdunun arkasına ve iki tarafına iz yapmıştı... Ben, Resûlullah efendimize zaferimizi, Ebû Âmirin şehâdetini ve dua isteğini arz ettim. Bunun üzerin Resûlullah efendimiz abdest aldı ve sonra ellerini kaldırıp;
Allahım, kulcağızın Ebû Âmiri affeyle! diye duâ etti. Duâ ederken ellerini o kadar kaldırmıştı ki ben, iki koltuğunun beyazlığını gördüm. Sonra; Yâ Resûlallah, benim için de mağfiret dile! diye ricâ ettim. Resûlullah efendimiz benim için de:
Yâ Rabbi, Abdullah İbn-i Kaysın günâhını affeyle ve kıyâmet gününde onu en âlî ve güzel makama koy! diye duâ buyurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Senin sonun da böyle olacak!..</label>

Bir zamanlar çok zengin ve yaşlı bir adam varmış. Artık son günlerini yaşıyormuş. Ölümünün yaklaştığını anlayınca dünyadaki tek vârisi olan oğlunu yanına çağırmış ve şu vasiyette bulunmuş:-Oğlum! Şu altın dolu iki çuvalı görüyorsun. Ben öldükten sonra bu iki çuvaldan biri senin olsun, diğerini ise dünyanın en ahmak adamını bulup ona ver!.. HEMEN YOLA KOYULUR...
Adam bu vasiyeti yaptıktan kısa bir süre sonra ölmüş. Oğlu babasının ölümünden sonra ilk olarak hemen vasiyeti yerine getirmek istemiş. Sarı lira dolu çuvalı yanına alarak çıkmış yollara... Başlamış dünyanın en ahmak adamını aramaya. Rastladığı kişilere soruyormuş:
-Sen ahmak mısın, değil misin? diye. Böyle bir soruyla karşılaşan kimselerin hemen hepsi diklenerek;
-Ne demek istiyorsun sen? Ben aklı başında bir adamım, diyorlarmış... Tabii adam da altınları vereceği kimseyi bir türlü bulamıyormuş...
Adam, vasiyeti yerine getirebilmek için bu hâlde dolaşırken yolu bir düzlüğe çıkmış. Bakmış ortada kocaman bir darağacı. Üstünde ise resmi elbisesiyle beraber bir devlet adamı asılı duruyor. Orada bulunan birine sorduğunda idam edilen kimsenin hükümdarın veziri olduğunu öğrenmiş.
O arada adam, meydanın öbür tarafından büyük bir merasimle ve pürneşe gelmekte olan bir adamı görmüş. Bir de bakmış ki onun sırtındaki resmi elbise ile idam edilenin elbisesi aynı. Yanındakilere sormuş:
-Peki bu gelen adam kim? Karşısındaki adam cevap vermiş:
-Bu da yeni vezir.


LÜTFEN ŞU ALTINLARI ALIN
Adam bu cevabı alır almaz hemen yeni vezirin yanına yaklaşmış ve;
-Babamın bir vasiyeti var. Bana dedi ki; altın ile dolu olan bu çuvalı dünyanın en ahmak adamını bulup ona ver! Ben de şu anda bu çuvalı size vermeyi çok uygun buldum. Lütfen şunları alın, demiş...
Bunları dinleyen yeni vezirin neşeli yüzü birden gerilmiş ve hayretler içinde sormuş:
-Peki ama, dünyanın en ahmak adamı niçin ben oluyorum?
Adam, hemen cevabı yapıştırmış:
-Efendi! Senden önce, oturacağın makamdaki kişiyi kaldırıp darağacına çekmişler, sen ise kurbanlık koyun gibi aynı makama gidip oturacaksın. Büyük bir ihtimalle senin sonun da böyle olacak. Ben senin kadar bu akıbeti göremeyecek ahmak adamı nerede bulabilirim?
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri