Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Rumeli Fatihi Süleyman Paşa</label>

Şehzade Süleyman Paşa 1316 yılında doğdu. Osmanlılar zamanında Rumeliye ilk geçen kumandandır. İkinci Osmanlı hükümdarı Orhan Beyin oğludur. Annesi Nilüfer Hatundur. Babası hükümdar iken Karesi Beyi idi. Amcası Alaeddin Paşanın ölümü üzerine onun yerine serdarlığa ve vezirliğe tayin edilmiştir. 1337de Hacı İlbey, Evrenos ve Ece Beyler gibi umera ile ve sallarla askerini Anadolu yakasında Aydıncık civarından Rumeli tarafına geçirmiştir. Rumelide birçok toprak, kale ve kasaba almıştır... Bizansa yardıma gitti!
Sırplara karşı, Bizansa yardıma giden Osmanlı kuvvetlerine kumanda eden Süleyman Paşa, Selaniki Sırplardan alıp, Bizanslılara verdi (1349). Rumeliye ikinci geçişinde ise (1352), Bulgarları Dimetokada yenince, Çimpe kalesi, kendisine üs verildi. Gelibolu başta olmak üzere Marmaranın batı kıyısındaki şehirleri ele geçirdiyse de, Bizanslılarla yapılan antlaşma îcâbı, buraları boşalttı. Süleyman Paşa, Anadoludan getirttiği Türkmen âilelerini, Rumelide kurduğu köylere yerleştirdi.


Manzara çok üzücüydü!
1358 yılıydı... Orhan Gazinin oğlu Rumeli Fatihi Süleyman Paşa, bir gün Bolayır yakınlarında ava çıkmıştı. Yanında subaylardan, erlerden ve yardımcılarından oluşan bir grup insan vardı.
Süleyman Paşa bir ara havada bir av gördü ve omzunda duran doğanını havalandırdı. Sonra da atını hızla sürerek doğanı takip etti. Yanındakiler yetişmeye çalıştılar ama Süleyman Paşa çok hızlıydı.
Arkadaşları ona yetiştiklerinde gördükleri manzara üzücüydü. Süleyman Paşa atından düşmüş ve hareketsiz yatıyordu. Bir ara kendine gelir gibi oldu ve şunları söyledi:


Mezarımı çiğnetmeyin!
Rabbim bana bir müddet daha ömür vermiş olsaydı, bütün Rumeliyi fethederdim. Nasip buraya kadarmış. Hakkınızı helal edin ve beni bu topraklara defnedin. Fakat mezarımı düşmanlara çiğnetmeyin!
Bu sözleri söyleyerek ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Son İran Şahı Rıza Pehlevî</label>

Şah Rıza Pehlevî, son İran Şahıdır. 1911 yılında Tahranda dünyaya geldi. Tahsilini Avrupa ülkelerinde yaptı. 1941 yılında, İngiltere ve Rusyanın baskılarına boyun eğerek tahtı bırakan babasının yerine Şah oldu... Büyük ölçüde İngiliz egemenliği altında olan İran petrol endüstrisi devletleştirilmek istenince, İngilterenin boykot uygulama kararı sonrası İran büyük mali sorunlar yaşamış, içte meydana gelen huzursuzlukların büyük bir tepki hareketine dönüşme tehlikesi karşısında Şah, 1953 yılında ilk kez, kısa süreli de olsa sürgüne gitmek zorunda kalmıştı...
Şaha ABD desteği!..
Fakat kısa bir müddet sonra ABDnin desteğiyle yeniden başa geçti. Arkasında müthiş bir halk desteği olduğuna inanan Pehlevi, kendisiyle halkı arasındaki bu özel ilişkinin dünyadaki hiçbir güç tarafından bozulamayacağını sık sık dile getiriyordu...
Şah, bu dönemden sonra dengeli bir politika izledi ve İran petrol gelirindeki artış Şaha yardımcı oldu. 1963te Şah, Beyaz Devrim diye bilinen reformları gerçekleştirdi. Amaç, sermaye birikiminin önündeki engelleri ortadan kaldırmaktı. Toprak reformunu, kadınlara oy hakkının tanınmasını, okuma yazma oranının arttırılması doğrultusunda eğitim sisteminin değiştirilmesini vs. içeren bu reformlara, din adamları ve bilhassa Humeyni çok sert tepki gösterdi; çünkü reform, geniş topraklara sahip olan üst düzey din adamlarının ve dini vakıfların topraklarına ve ayrıcalıklarına da dokunuyordu.
1978de ilk isyan hareketleri başladı ve nihayet 1979da Humeyni taraftarları Şahı tahttan indirdiler...
Rıza Pehlevi yurt dışına kaçtı. Kanser hastası olan Şah, önce Panamaya gitti, ardından da Mısıra. 1.5 yıl sonra ise burada kansere yenilerek vefat etti.


Ahmed Rıfâî türbesinde...
Vefatından hemen önce Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat kendisini ziyarete geldiğinde ona;
-Hayatım boyunca Ehl-i Sünnet büyüklerine sevgi ve saygı besledim. Şimdi vefat ediyorum. Beni o büyüklerden birinin, bilhassa Ahmed Rıfâî hazretlerinin yakınına defnediniz ki, ölümümden sonra onlarla beraber olayım dedi.
Enver Sedat, onun bu vasiyetini yerine getirdi ve vefat edince evliyânın büyüklerinden Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin türbesi içine defnettirdi...

]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İmâm-ı Birgivi'nin Vasiyetnâmesi</label>

İmâm-ı Birgivî hazretleri buyuruyor ki: Kardeşlerime, evlâdıma ve âhiret yolcularına vasiyetimdir ki; Allahü teâlânın emrettiği şeyleri yapınız. Kâzâya kalmış namazlarınızı kılınız, kalmış zekâtlarınızı veriniz. Oruçlarınızı tutunuz. Üzerinize farz oluyorsa hac yapınız. Her Müslümanın öğrenmesi farz-ı ayn olan ilmihâl bilgilerini öğreniniz. Âlimlerin sohbetine devam ediniz. Güvenilir ve sağlam âlimlerin fetvasıyla amel ediniz. Tegannî dinlemeyiniz... Sıla-i rahmi terk etme!Hocanıza hürmet gösteriniz. Yol göstermek hâriç, hocanın önünden yürümeyiniz. Ondan önce söze başlamayınız ve yanında çok konuşmayınız. Hizmetini severek yapınız. Her yerde hocanın rızâsını gözetiniz, îtirâz etmeyiniz. Hocanızın yakınlarına da hürmet gösteriniz...
Akrabayı ziyâret etmeli, sıla-i rahmi, akraba ziyaretini terk etmemeli. Anne ve babanın haklarını gözetmeli, onlara karşı yüksek sesle konuşmamalı ve kızgın bakmamalı, günah olmayan emirlerini yapmalıdır. Dövmesine ve bağırmasına sabretmelidir. Karşılık vermemelidir.
Komşuların haklarını da gözetmelidir. Mümkün olduğu kadar komşuların ihtiyacını görmeli ve zarara uğrarlarsa yardım etmeli ve iyilik gelirse sevinmelidir. Diğer din kardeşlerini de sevmelidir. Kusurlarını mümkün mertebe affetmelidir...
Çok gülmekten, faydasız konuşmaktan sakınmalıdır. Alışverişte dînin emirlerine uymalı ve cemâate devam etmelidir. Bidatlerden sakınmalı...


Müminlere dua etmeli
Duâya, Allahü teâlâya hamd ve senâ ile ve Resulüne salât ve selâm ile başlamalıdır. Dua ederken bütün müminlere dua etmeli, anneyi, babayı ve iyilik gördüğü kimseleri de dualarında anmalıdır. Yalvararak ve gizli dua etmelidir. Yalnız iken Allahü teâlâya yalvararak duâ etmeli, âcizliğini ve günâhlarını düşünerek ağlamalıdır. Allahü teâlâdan istikâmet, af, afiyet, rızâsına uygun muvaffakiyet istemelidir, îmânın gitmesinden korkup, dâima hüsn-i hatime (son nefeste îmân ile gitmeyi) istemeli, İslâm nîmetine her zaman şükretmelidir.
Çoluk-çocuğuna ilmihâlini (lâzım olan din bilgilerini) öğretip, İslâmiyete uymayan şeylerden korumalı ve sakındırmalıdır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Zünnûn-i Mısrî</label>

Zünnûn-i Mısrî, Güney Mısırın Sudana yakın sınır bölgesinde yaşayan Nûbe kabîlesindendir. 772 (H.155) târihinde doğdu. 859 (H.245) târihinde Mısırda vefât etti. Eshâb-ı kirâmdan Amr bin Âs hazretlerinin yanına defnedildi...Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin hocası, Mâlikî mezhebinin imâmı, Mâlik bin Enes hazretleridir. Muvattâyı bizzat kendisinden okudu ve fıkıh ilmini ondan öğrendi. Mânevî ilimleri Şeyh İsrâfil hazretlerinden öğrenip kemâle ulaştı. Fakat hâlini bilmeyen pekçok kimse, ona düşman oldu ve vefâtına kadar değerini anlayamadı... Fesadın altı sebebi
Mısırda tasavvuf ilmini ilk defâ o açıkladı. Yüksek din ilimlerinin sekizincisi olan tasavvuf, ahlâk ilmi, onun açıklamasından ve izahlarından sonra Mısırda yayıldı ve nice kimselerin dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmasına sebeb oldu.
Zünnûn-i Mısrî hazretleri vefat edeceği zaman sevdiklerine buyurdu ki:
Fesadın altı sebebi vardır: 1) Âhiret işindeki niyetin zayıflığı, 2) Bedenin şeytana esir olması, 3) Ecelin yakın olmasına rağmen uzun emelin gâlip gelmesi, 4) Kulun rızâsını Allahü teâlânın rızâsından önde tutmak, 5) Hevâ ve hevese uyup sünneti terk etmek, 6) Önce geçenlerin iyiliklerini söylemeyip kusurlarını araştırmak...
Vefât ettiğinde, hava çok sıcaktı. Cenâzesini götürürlerken bir bölük kuş da cenâzenin üstünde kanatlarını açarak birlikte uçuyor ve gölge yapıyorlardı. Oradaki insanlar o kuşların kanatlarının gölgesi altında kalıyorlardı. Fakat hiç kimse o güne kadar o bölgede öyle kuşlar görmemişlerdi. Cenâzesi defnedilinceye kadar o kuşlar gitmediler. Ertesi gün kabri üzerinde Âdemoğlunun yazmasına benzemeyen bir yazı görüldü. Şöyle yazıyordu:


Onu karşılamaya gidelim
Zünnûn, Allahın sevgili kuludur ve şevki dolayısıyla da, canını Onun yoluna fedâ etmiştir.
O yazıyı oradan kazımalarına rağmen, tekrar yazıldı.
Vefâtından sonra birçok âlim rüyâsında Resulullah efendimizi gördü. Peygamberimiz yanındakilere;
Hak dostu Zünnûn geliyor, karşılamaya gidelim buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mimar Sinan "Yüce Divan"da</label>

Sinan Ağa (Mimar Sinan), bir gün aniden Topkapı Sarayına çağırılmıştır... Bu ihtiyar halinde, dostlarının tümünün göçüp gittiği, kendisini eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, Acaba niye çağrılıyorum? diye bastonuna dayana dayana düşünceler içinde Saraya gider... Bakar ki Divanda bir soruşturma heyeti kurulmuştur... Kadılar, ulema, müftüler, o günün vükelası... Sinana şöyle derler: -Sinan Ağa, hakkında şikayet var. Eve su almak yasaktır. Hiç kimse evine özel olarak su almasın diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su hattı varmış öyle mi? Şu fermanı görelim!
-Evet, der Koca Mimar: Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti. İstanbula yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma mahsus su müsaadesi vermişti.
-O zaman şu müsaadenizi, fermanı görelim de, kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin.
Sinanın cevabı şu olur:
-Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor.
Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur:
-Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın!..
Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur:
-Sinan gibi diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre, suyu kesilmeli, fakat şimdiye kadarki için de bir cezaya mucip olmamalıdır...
Bu karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün, bezgin, fakat fazla müteessir değildir. Çünkü o, hizmetini Allah için yapmıştır. Kendisine bir ayrıcalık tanınsın, özel bir mükafat verilsin diye değil...


Hiç müteessir değiliz
Ve Koca Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer. Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor. İstanbula su getiren Sinan, susuz evde vefat eder. Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır:
-Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehit Sultan Abdülazîz Han</label>

Abdülazîz Han, Osmânlı pâdişâhlarının otuzikincisi ve islâm halîfelerinin doksanyedincisidir. Sultân İkinci Mahmûdun ikinci oğludur. 1830da doğdu. 25 Hazîran 1860ta halîfe oldu. 1876da Dolmabahçe Sarayından alınıp, Topkapı Sarayına hapsedildi. Beş gün sonra Midhat Paşa ve Serasker [savunma bakanı] Hüseyn Avnî Paşa, Süleymân Paşa ve arkadaşları tarafından, Feriyye Sarayında Kurân-ı kerîm okurken bilek damarları kestirilerek şehîd edildiği, Sultân Vahîdeddînin Başkâtibi, Alî Fuad Beyin hâtıralarında yazılıdır...Bunu bana kim yaptı?
1876 senesi, 30 Mayıs Salı günü, sabâha karşı saat sekizde, Vâlide Sultânı yataktan kaldırıyorlar. Sultân, oğlu Abdülazîz Hanı uyandırıyor. Halîfe, (Anne bunu bana kim yaptı? Beni Sultân Selîme mi döndürecekler? Ben kime ne ettim?) diyor. Vâlide Sultân (Avnî Paşa etti) diyor. (Yalnız Avnî etmedi. Rüşdü Paşa ile Ahmed ve Midhat Paşalar da, bu işe dâhil. Ben bu felâketi otuz kırk defa rüyâmda gördüm... Cenâb-ı Hakkın takdîri böyle imiş) diyor...
Kayıkla Topkapı Sarayına götürülüp, Üçüncü Selîm Hanın şehîd edildiği odada, hapsolunuyor. Çorba gönderiyorlar. Kalfa (Kaşıksız, efendimizin önüne nasıl koyayım?) diyor. Bir kırık tahta kaşık veriyorlar. Halîfe, biraz içiyor. Abdest almak için, nalın aratıyor. (İzin yok) diyerek vermiyorlar. Abdesthâneye yalın ayak giriyor. Üç gün kuru tahta üstünde aç, susuz bırakılıyor. Kayıkta yağmurdan ıslanmış olan elbisesini çıkarmak için gecelik istiyor. (İrâde yoktur) diyerek vermiyorlar. Sultân Murâda tebrîknâme ve acıklı mektûblar gönderiyor. Dördüncü gün, (2 Hazîran sabâhı) Sultân Murâdın irâdesi ile diyerek, Feriyye Sarâyına götürüyorlar. İçeri hızlı girdiği için, bir süngülü asker, göğsünden itiyor. (Annem nerede?) diyor. Annesi koşup gelerek, yukarı çıkarıyor.


Allah, Allah... diyerek...
Askerlerin saygısızca konuşturulduğunu görünce, (Aman anneciğim. Bunlar beni öldürecekler) diyor! İki gün sonra, eski, yırtık eşyâ gönderiyorlar. Askerler, ikide bir, kılıcını isteriz diye hücûm ediyor. Vermiyor ise de, Vâlide Sultân, gizlice vermek zorunda kalıyor...
4 Hazîran sabâhı Vâlide Sultân içeri gelip, kapının açık olduğunu ve halîfenin kanlar içinde yattığını görünce, feryâd ediyor. Halîfe, ellerini, annesinin göğsü üzerine koyup (Allah, Allah...) diyerek son nefesini veriyor...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Râbi'a-i Adviyye (Rahmetullahi aleyhâ)</label>

Râbia-i Adviyye hazretleri, Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerindendir. Babasının adı İsmâildir. 752 yılında Kudüs civârında vefât etti. Basrada Zühd ve salahı ile meşhur idi...Süfyan-ı Sevri ve Hasan-ı Basri bu mübarek kadının ilminden istifade etmiş, feyz almışlardır. Gönlü aşk-ı ilâhî ile dopdoluydu. Gözü devamlı yaşlıydı. Bizim istiğfârımız yeni bir istiğfâra muhtaçtır derdi. Geceleri kâim (huzûr-i ilâhîde ibâdet hâlinde), gündüzleri sâim (oruçlu) idi. Kimseden bir şey almazdı
Bu mübarek kadın, kimseden bir şey almazdı. Bir keresinde Hasan-ı Basrî hazretleri kendisini ziyârete gelmişti. Kulübesinin kapısında, zenginlerden birinin ağladığını gördü. Niçin ağlıyorsunuz? diye sordu. O zengin; Zühd ve kerem sâhibi şu hâtun olmasa, halk mahv olur. O, zamânın bereketidir. Allahü teâlâ bizi, birçok belâ ve sıkıntılardan onun hürmetine muhâfaza etmektedir. Ona bir miktar yardımım olsun diye şu keseyi getirdim. Fakat kabûl etmez diye ağlıyorum. Bunu ona verseniz, belki sizin hatırınız için kabûl eder dedi.
Hasan-ı Basrî hazretleri kendisine bildirince, Râbia-i Adviyye buyurdu ki:
Ben bu dünyâlıkları bunların hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâdan istemeğe utanır iken başkasından nasıl alırım? Allahü teâlâ bu dünyâda, kendisini inkâr edenlerin bile rızkını verirken, kalbi Onun muhabbetiyle yanan birinin rızkını vermez mi zannediyorsunuz? O kimseye selâmımızı söyle. Kalbi mahzûn olmasın. Biz Allahü teâlâdan başkasından bir şey almamaya ahdettik. Hiçbir kimseden bir şey beklemiyoruz. Geleni kabûl etmiyoruz. Bir defâsında devlete âit olan bir kandilin ışığından istifâde ederek gömleğimi yamadım da kalbim dağıldıkça dağıldı ve dikişleri sökünceye kadar kalbimi toparlayamadım...


Has kullarım arasına katıl!
Vefât etmeden önce hasta yatağının başucunda bekleyen sevdiklerine;
Kalkınız, burayı boşaltıp, yalnız bırakınız. Allahü teâlânın melekleriyle baş başa kalayım deyince, oradakiler odayı boşalttılar. Kapıyı örttüler. İçeriden meâlen şu âyet-i kerîmenin okunduğu işitiliyordu:
Ey mutmainne nefs, râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön! Has kullarım arasına katıl ve Cennetime gir. (Fecr sûresi: 89)
Aradan biraz zaman geçti ses kesilmişti. İçeri girdiklerinde vefât ettiğini gördüler. Vefâtından sonra Abede binti Şevvâl vasiyyetini yerine getirdi. Tur Dağı üzerine defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bişr-i Hâfî (Rahmetullahi aleyh)</label>

Bişr-i Hâfî hazretleri Horasanın Merv şehrinde doğdu. Bağdâtta vefât etti. Kabri orada olup ziyâret yeridir. Çocukluğu ve gençliğinin bir kısmı bolluk, refâh içinde geçti. Gençliğinde kendisini oyun ve eğlenceye verdi... Bir gün eğlence âlemlerinden sonra sarhoş ve bitkin olarak evine dönerken yolda üstünde Besmele yazılı bir kağıt buldu. İçi sızlayıp yerden aldı. Öpüp, çamurlarını silerek, temizledikten sonra, güzel kokular sürüp, evinin duvarına astı... O gece âlim ve velî bir zâta, rüyâda; Hemen tövbe etti!..
Git Bişre söyle! İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim. İsmimi büyük tuttuğun gibi, seni büyültürüm. İsmimi güzel kokulu yaptığın gibi, seni güzel ederim. İzzetime yemin ederim ki, senin ismini dünyâda ve âhirette temiz ve güzel eylerim dendi. Bu rüyâ üç defâ tekrar etti. O zât sabah Bişr-i Hâfîyi arayıp meyhânede buldu. Mühim haberim var diye içerden çağırdı. Bişr geldiğinde; Kimden haber vereceksin? dedi. Sana Allahü teâlâdan haber vereceğim deyince, ağlamaya başladı. Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak? dedi. Rüyâyı dinleyince arkadaşlarına; Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda göremeyeceksiniz dedi. O zâtın yanında hemen tövbe etti. Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi. Sebebini soranlara, Allahü teâlâya tövbe ettiğim, günâh işlememeye söz verdiğim zaman yalın ayaktım. O zaman giymediğim ayakkabıyı şimdi giymeye hayâ ederim dedi. Bu zamandan sonra ayakkabı giymediği için kendisine yalın ayak mânâsında Hâfî lakabı verildi.
Vefatı yaklaşınca, kendisini büyük bir ıstırab kapladı. Galiba hayatı seviyorsun diyenlere, Hayır dedi: Lâkin Padişahlar Padişahının huzuruna çıkmak cidden zor bir iş.


Eyvah! Bişr öldü!
Naklederler ki, hayatta olduğu müddetçe yalın ayak gezdiği için hayvanlar ona hürmeten sokaklarda hiç terslemezlerdi. Bir gün bir şahıs sokakta hayvan tersi görünce: Eyvah! Bişr gitti! diye feryadı bastı. Araştırdılar, adamın dediği doğru çıktı. Bunu nasıl anladın? diyenlere: Çünkü dedi; O hayatta olduğu sürece, Bağdatın hiçbir sokağı hayvan tersiyle kirlenmemişti. Bu sefer ise alışılmışın aksine bir durum gördüm. Anladım ki, Bişr artık hayatta değil!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fahreddîn-i Râzî (Rahmetullahi aleyh)</label>

Fahreddîn-i Râzî hazretleri, vefâtına yakın, talebelerinden İbrâhim bin Ebû Bekir İsfehânîye şu nasîhatta bulundu: Peygamberlerin, meleklerin en büyüklerinin yaptıkları, bildiğim ve bilmediğim, lâyık olduğu hamdler ile Allahü teâlâya hamd ederim. Allahü teâlânın rahmeti, Resûlullah efendimize, diğer Resûller, Nebîler (aleyhimüsselâm), mukarreb melekler ve sâlih kimseler üzerine olsun.Ben, ilim âşığıydım
İnsanlar derler ki: İnsan vefât ettiği zaman, ameli kesilir. Dünyâ ile alâkası kalmaz. Bu söz, iki yönden sınırlandırılabilir. Birincisi, eğer vefât eden kimse dünyâda insanlara faydalı şeyler bırakmış ise, bu ona duâ yapılmasına vesîle olur. Şartlarına uygun duâ, Allahü teâlânın katında makbuldur. İkincisi, evlâda ait olan husustur. Sâlih evlâd da ölen anası babası için faydalı olur.
Biliniz ki ben, ilim âşığıydım, doğru olsun yanlış olsun, bir şeyin ne olup olmadığını öğrenmek için pekçok şey öğrendim. Vallahi kelâm, akâid ilmi ile ilgili, doğru yanlış bütün itikâtları, filozofların görüşlerini çok tedkîk ettim. Ancak Kurân-ı kerîmde bulduğum faydaya eşit olanını hiçbirisinde görmedim...
Ey âlemlerin Rabbi! Mahlûkâtın, senin Ekrem-ül-ekremin, merhametlilerin en merhametlisi olduğunda ittifak etmektedir. Yâ Rabbî! Bu zayıf kuluna müsâmaha eyle. Dilimi sürçmekten muhâfaza buyur, bana yardım et. Hatâ ve kusûrlarımı setreyle, ört. Kitâbım Kurân-ı kerîm, yolum Resûlullah efendimize, sünnet-i seniyyeye uymaktır. Yâ Rabbî! Senin hakkında hüsn-i zan sâhibiyim. Rahmetin hakkında çok ümitliyim. Çünkü sen: (Kulum beni zannettiği gibi bulur) buyurdun. Yâ Rabbî! Ben hiçbir şey getirmesem de, sen ganîsin, kerîmsin, ümîdimi boşa çıkarma. Duâmı geri çevirme. Beni ölümden önce ve sonra azâbından kurtar. Ölüm sırasında can çekişirken bana kolaylık ver. Çünkü sen erhamürrâhimînsin...


Ben vefât edince!..
İmâm-ı Râzî hazretleri, daha sonra şunları söyledi:
Talebelerime ve üzerinde hakkım olanlara şunu vasiyet ediyorum: Ben vefât edince, benim ölümümü her tarafa yaymasınlar. Dînin emirlerine uygun olarak defnetsinler. Beni defnettikleri zaman, okuyabildikleri kadar bana Kurân-ı kerîm okusunlar. Sonra; yâ Rabbî! Sana fakîr ve muhtaç birisi geldi, ona lütuf ve ihsânda bulun, desinler sözleriyle vasiyetini bitirdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali Nakî (Hâdî) (Rahmetullahi aleyh)</label>

Ali Nakî hazretleri, On İki İmâmın onuncusudur. 829 (H.214) senesinde Medînede doğdu. 868 (H.254)de Bağdât-Samarrada vefât etti. Hazret-i Ali ile hazret-i Fâtımânın evlâdından, Ehl-i beytten hazret-i Hüseyinin torunu olup seyyiddir... Ali Nakî hazretleri, yüksek hâller sâhibi olup, devamlı ibâdetle meşgûl idi. Dünyâya hiç rağbet etmezdi. İmâmlığı, tasavvufta rehberliği yâni insanları Kurân-ı kerîmin mânevî hükümlerine kavuşturmak, kalplere yerleştirmek, tasavvuf hâllerine ve derecelerine ulaştırma vazîfesi otuz üç sene, altı ay, yirmi yedi gündür.
Seni sevindirmemi ister misin?
Ali Nakî hazretlerinin, Hasan-ı Askerî, Hüseyin ve Câfer adında üç oğlu ve Âişe adında bir kızı vardı. Halîfe Vâsık ve Mutasım zamanlarında Medîne-i münevverede ikâmet etti. Kurân-ı kerîm, hadîs, akâid ve fıkıh dersleri verdi. Halîfe Mütevekkil zamânında ise Bağdâta gidip vefâtına kadar orada yaşadı.
Son hastalıklarında, vefâtlarından biraz önce, Hz. İmâm Aliyyün Nakînin yakınlarından biri olan Ebû Duâme kendilerini ziyarete gelmişti. Gideceği sırada Hz. İmâm ona;
-Sizin, bizim boynumuzda hakkınız var; bir hadîs rivâyet edip o hakkı ödememi, seni sevindirmemi ister misin? buyurdular.
Ebu Duame de:


Ne kadar da isterdim
-Böyle bir hadîs duymayı ne kadar da isterdim, deyince, Hz. İmâm Aliyyün Nakî buyurdular ki:
-Babam Muhammed bin Ali, babası Ali Rızâdan, O babası Mûsâ bin Caferden, O babası Cafer-i Sâdıktan, O babası Muhammed Bâkırdan, O babası Ali bin Hüseyinden, O da babası Ali bin Ebû Tâlibden rivâyet etmiştir; Resûlullah bana; (Yaz) buyurdular diyor. Hz. Ali; Ne yazayım yâ Resûlullah? dedim. Resûlullah; (Yaz) buyurdular ve dediler ki; (Rahmân ve Rahîm olan Allahın adıyla. İman kalbleri pekiştiren, yapılan işleri, ibâdetleri, gerçekleştiren şeydir; İslâm, dille söylenen ve nikâhı, evlenmeyi helâl eden şey.)


Onu zehirlediler!..
Hz. İmâm Aliyyün Nakî:
-Bu hadîs-i şerif, Resûlullahtan atam Aliye yazdırdıkları hadîstir ve biz o yazılı hadîsi birbirimize armağan olarak bıraka gelmişizdir, buyurdular.
Hz. İmâm Aliyyün Nakîil-Hâdi, Hicretin 254. yılı (Milâdi 868) Receb ayının 3. gününde zehirlettirilerek şehit edilmiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bera bin Marur (radıyallahü anh)</label>

Bera bin Marur, Hazrec kabilesinin reislerinden ve Muhacirinin önderlerindendir. O da Resulullaha Akabede biat etti ve orada ayağa kalkarak veciz bir konuşma yaptı. Yüce Allaha hamd ettikten sonra Ona, (sallallahü aleyhi ve sellem) uymanın, Onun ümmeti olmanın kıymetine dikkatleri çekiyor ve kazanılan bu nimetin üzerine titremek lâzım geldiğini hatırlatıyordu...Bera (radıyallahü anh), daha o günden son Peygamberin sevgisini kazanmıştı... Kâbe-Kudüs meselesi!..
Bütün Medineli Müslümanlar, namazlarını Kudüse dönerek kılarken Bera bin Marur, Kâbeye yöneliyordu. Bir gün bir Medine kafilesi ile Mekkeye giderken diğer müminlerle aralarında bu Kâbe-Kudüs bahsi açıldı. Bera:
-Ben sırtımı Kâbeye dönerek; Kâbe-i şerifi arkamda bırakarak Beytülmakdise yönelemem. Bu sebeple namazlarımı Mekkeye doğru eda ediyorum, dediğinde oradakiler dediler ki:
-İyi ama; sen, Resulullahın bildirmediği bir şeyi nasıl yaparsın! Ümmeti olduğun Peygamber üstelik Mekkede hemen Kâbe-i şerifin yanında yaşadığı halde kıble olarak Kâbeye değil de Mescidi Aksaya duruyor; sen aklına uyuyorsun... böyle olur mu?
-Ben Kâbeye sırtımı dönemem, dedi. Ama bunu söylerken de huzursuz olmuştu... Ya bu yaptığından Peygamber aleyhisselâm memnun olmazsa!.. Bu sebeple Mekkeye gelince doğruca ahir zaman Nebisine gitti ve yolda arkadaşları ile aralarında geçen konuşmaları arz etti...
-Yâ Resulallah, ben namazlarımı Kâbeye dönerek kılmaya devam ettim ama; arkadaşlarımın ikaz ve muhalefetlerinden dolayı içime bir huzursuzluk girdi, nedir bu işin doğrusu?
Sevgili Peygamberimiz cevap buyurdular. Kısa, lâkin mânâsı derin, işareti geleceği kucaklayan bir cevap:
-Biraz sabretseydin ne iyi olurdu!
Bera, radıyallahü anhın ondan sonra bu sözün dışına çıkması mümkün mü? Anlaşılan daha evvel kıble hususunda Peygamber efendimizden nakledilen bilgiler kendisine tam ulaşamamıştı... (Nitekim daha sonra ayet-i kerime geldi ve müminlerin kıblesi Mescidi Aksadan Kâbeye çevrildi.)


Medinede vefat etti...
Hazreti Berâ, Hicretten bir ay evvel Medinede vefat etti. Hazrecin reisi hasta yatağında iki şey vasiyet ediyordu:
-Malımın üçte birini dilediği yere sarf etmek üzere Resulullaha veriniz... Bir de beni, ölünce kabirde Kâbe istikametine çeviriniz. Çünkü Peygamberimize hac mevsiminde yine ziyaretine gideceğimi vaad etmiştim; ama, görüyorsunuz ki ölüyorum. Sözümde durmam mümkün değil.
Vasiyet edildiği gibi mezarında Kâbe tarafına çevrildi..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tufeyl bin Amr (radıyallahü anh)</label>

Tufeyl bin Amr hazretleri, meşhur bir şâirdi. Misâfirperver ve cömert bir insan olduğu için, herkes tarafından sevilirdi. Yemen taraflarında mamur ve verimli bir beldede oturan Devs kabilesine mensuptu... Peygamberimiz, Mekkede İslâmiyeti açıkça yaymaya başladığı yıllarda, gece gündüz insanlara nasîhat ediyor, onlara İslâm dinini anlatıyordu. Mekkeli müşrikler ise, Resûlullahın bu gayretini boşa çıkarmak için hiç durmadan uğraşıyorlardı. Hattâ dışarıdan Mekkeye gelenleri Peygamberimizle görüştürmemek için, ellerinden geleni yapmaktan geri durmuyorlardı...
Garip bir rüyâ!..
İşte böyle bir zamanda Tufeyl bin Amr, bir iş için Mekke-i mükerremeye gelmişti. Gizlice Peygamber Efendimizi görmeye gitti ve onun kalblere ferahlık veren sözlerine hayran kalarak hemen Kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oldu. Hemen dönüp memleketine geldi. Devs halkını İslâma davetten hiç boş kalmadı. Hz. Ebû Hureyre de dâhil birçok kimse Müslüman oldu.
Tufeyl bin Amr, Peygamber efendimiz Hayberde bulunduğu sırada, Devs kabilesinden kendisine tâbi olup, Müslümanlığı kabul edenlerle birlikte Medineye geldiler. Sayıları 70 veya 80 civarındaydı...
Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefâtından sonra Arablardan dinden dönenler oldu. Tufeyl bin Amr radıyallahü anh bir grup Müslümânla Yemâme tarafına cihâda gitti. Yolda bir rüyâ gördü. Rüyâsını arkadaşlarına şöyle anlattı:
-Başımı tıraş ettiler, ağzımdan bir kuş çıkıp uçtu. Bir kadın beni gördü, alıp karnının içine koydu. Oğlum beni çok aradı, bulamadı...


Oğlu sıhhate kavuştu
Arkadaşları bu rüyâsına hayırdır inşâallah dediler. Kendisi;
-Ben bu rüyâmı şöyle tabîr ettim, dedi: Başımı tıraş etmeleri, bu gazâda başımı vereceğimi, şehîd olacağımı gösterir. Ağzımdan çıkan kuş rûhumdur. Beni karnına koyan kadın yeryüzüdür. Oğlumun beni çok arayıp bulamaması ise, onun bu gazâda şehîd olmayı çok isteyip, şehîd olamamasını gösterir...
Tufeyl bin Amr radıyallahü anh bunları söyledikten sonra muharebe meydanına atıldı ve şehîd oldu. Oğlu ise çok yara aldı. Fekat sonra sıhhâte kavuştu. Hazret-i Ömerin radıyallahü anh halîfeliği zemânında Yermük senesinde o da şehîd oldu...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri