Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Süleymân Dârânî</label>

Ebû Süleymân Dârânî hazretleri Şamda yetişen büyük velîlerdendir. Sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda yaşamıştır. Doğum târihi bilinmemektedir. Şamda vefât etti. Kabri, Dârân köyündedir... Şamda bulunan âlimlerin ve velî zâtların meclislerine devâm eden Ebû Süleymân Dârânî hazretleri ilimde ilerlediği gibi, tasavvuf yolunda da büyük mesâfe katetti, yüksek derecelere kavuştu. İbrâhim bin Edhem hazretleriyle görüşüp sohbetinde bulundu. Şakîk-i Belhî, Mârûf-ı Kerhî, Ahmed bin Âsım el-Antâkî, Sırrî-yi Sekâtî ve Hâris el-Muhâsibî gibi büyük velîlerle sohbette bulundu.Dünya ile güreşilmez!
Bu mübarek zat, Zühd nedir? diye soranlara; Zühd, Allahü teâlâ ile meşgûl olmana mâni olan her şeyi terk etmektir. Dünyânın hiç olduğunu bilmeyen, zühd sâhibi olamaz buyururdu.
Dünyâya rağbet etmemek gerektiği husûsunda da; Dünyâ, kendisini isteyenden kaçar, kendinden kaçanı kovalar. Kendinden kaçanı yakalayabilirse, yaralar. Kendini isteyip bağlananı ise öldürür. Çünkü dünyâ ile güreş etmeye gelmez. İnsanı yener, sırtını yere getirir. Dünyâya bağlanmak, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya mâni olan bir perdedir. Ahireti düşünmek ise, gönlün canlanmasına sebeb olur. İbret almakla ilim, tefekkür ile de Allah korkusu artar. Dünyâ sevgisinin yerleştiği bir kalpte, âhiret düşüncesi göç edip gider buyurdu.
Ebû Süleymân Dârânî hazretleri aç kalmanın fazîletiyle ilgili olarak şöyle buyurdu:
Dünyânın anahtarı tokluk, âhiretin anahtarı açlıktır. Helâlden bir lokma az yemeği, akşamdan sabaha kadar namaz kılmaktan daha çok severim. Çünkü, mîde dolu olunca, kalbe gaflet basar. İnsan Rabbini unutur. Helâlin fazlası böyle yaparsa, mîdeyi haram ile dolduranların hâli acaba nasıl olur?..


Ne mutlu sana ki!
Ebû Süleymân Dârânî hazretleri, Mekke-i mükerremeye giderek hac ibâdetini yerine getirdikten sonra Medîne-i münevvereye gidip Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Mübârek beldelerde pekçok âlim ve veli ile görüşüp sohbetlerde bulundu. Memleketine döndükten sonra 820 (H.205) senesinde vefât etti. Vefat ederken yanında bulunanlar Ne mutlu sana ki, affı ve rahmeti bol Allaha gidiyorsun dediler. O da, Evet iğneden ipliğe her şeyin hesabını vermek üzere gidiyorum dedi.
Dâran köyüne defnedildi. Kabri sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Mevlânâ</label>

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, büyük bir velî idi. Onun; Müslümanların haricindekileri de kendisine hayran bırakan merhameti, insan sevgisi, tevâzuu, gönül okşayıcılığı gibi üstün vasıfları, İslâm dîninin emrettiği güzel ahlâkından bâzı nümûnelerdir. Hazreti Mevlânâyı yalnız bir mütefekkir, şâir gibi düşünmek çok yanlıştır. O, tasavvuf deryâsına dalmış bir Hak âşığıdır. İlmi, teşbihleri, sözleri ve nasîhatleri bu deryâdan saçılan hikmet damlalarıdır. Şeb-i Arûs=düğün gecesi
Mevlânâ ölüme, Şeb-i Arûs=düğün gecesi adını vermektedir. Onun için, tasavvuf ehline göre ölüm; bir felâket değildir. Tekrar Allaha dönmek olduğundan, ancak bir sevinç vesîlesidir...
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin son hastalığında, yanına hocası Sadreddîn-i Konevî ve şehrin ileri gelen âlimleri geldiler. Ziyâret esnâsında Mevlânâya;
-Allahü teâlâ âcil şifâlar versin. İnşâallah en kısa zamanda sıhhat bulursunuz? Zîrâ siz, âlemin rûhusunuz, âlem sizinle hayat bulur, dediler.
Mevlânâ hazretleri ise onlara;
-Bundan sonra cenâb-ı Hak, size şifâlar, sıhhat ve âfiyetler ihsân eylesin. Artık bizim işimiz bitmiştir. Rabbimle aramızda, kıldan yapılmış bir gömlek kaldı. Kısa zamanda o gömleği de çıkarıp nûru nûra ulaştırırlar. Artık bana duâ ediniz, buyurdu.
Dostları, talebeleri;
-Cenâze namazınızı kim kıldırsın? diye sordular. Ona da;
-Hocam Sadreddîn Konevî hazretleri kıldırsın, buyurdular.


Artık gitmek zamânıdır
Hüsâmeddîn Çelebi anlatır:
-Mevlânâ hazretlerinin son günüydü. Bir delikanlının, hocam Mevlânânın bulunduğu yerde belirdiğini gördüm. Mevlânâ, kalkıp bu delikanlıyı karşılayarak, bana; Döşeği kaldırın buyurdu. Ben hayret ettim. Çünkü hocam hasta idi. O yiğidin yanına varıp; Siz kimsiniz ki, hocam hasta yatağından kalkarak sizi karşıladı? diye sordum. O da; Ben Azrâilim. Rabbimizin emrini yerine getirmek, Mevlânâyı öbür âleme dâvet etmek için geldim dedi. Mevlânâ da; Rabbimiz, beni kendi hazretine dâvet ediyor. Artık gitmek zamânıdır. Yâ Azrâil! Çabuk ol! Beni Rabbime çabuk kavuştur! deyip Kelime-i şehâdet getirdi ve bu fânî hayâta gözlerini yumdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah ibni Mübârek</label>

Abdullah ibni Mübârek, Emevî halîfelerinden Hişâm bin Abdülmelik devrinde 736 (H.118) yılında Mervde doğdu. 797 (H.181) senesi bir gazâ dönüşü, Bağdâd yakınlarındaki Hît adlı yerde vefât etti. Türk asıllıdır... İlk tahsîlini, Mervde yapan Abdullah ibni Mübârek tahsîl için Bağdâd, Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam gibi ilim merkezlerine gitti. Bağdâdda büyük âlimler ve evliyâ ile görüştü. Onların ders ve sohbetlerinden faydalandı... İmâm-ı Azamın talebesi
Abdullah ibni Mübârek, Hammâd bin Zeyd, Evzâî, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, Mâlik bin Enes gibi âlimlerden hadîs-i şerîf okudu. Dört bin kişiden hadîs-i şerîf dinledi. Bunlardan yalnız birinden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden de büyük âlimler rivâyette bulundular. Hocalarının önde gelenleri arasında İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh de vardı. Fıkıh ilmini ondan öğrendi. İmâm-ı Azam vefât edince, İmâm-ı Mâlikin derslerine devam etti ve ilimde yüksek bir dereceye ulaştı.
İlim tahsîlinden sonra tekrar Merve döndü. İlmi, edebi çok olup, az konuşmak âdeti idi. Geceleri ibâdet ile geçirirdi. Sözü senetti. Emânete pek riâyet ederdi. Şamda birinden aldığı kalemi unutup veremeden Merve gelmişti. Kalemi sâhibine vermek için Mervden tekrar Şama gitti...
Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem görüp sohbetlerinde bulunma şerefine kavuştukları için Eshâb-ı kirâmın üstünlüğünü anlatır ve;
Hz. Muâviyenin, Resûlullahın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülazîzden bin defâ üstündür buyururdu...


Başımı toprağa koy!
Abdullah bin Mübârek vefâtı esnâsında, âzâdlı kölesi olan Nasra; Başımı toprağa koy! dedi. Nasr ağladı. Niçin ağlıyorsun? deyince; Senin iki varlığını, servetini ve şimdi de yoksul olarak ölümünü görüp ağlıyorum dedi.
İbn-i Mübârek; Ağlama. Zîrâ ben, Allahü teâlâdan zenginler gibi yaşamamı ve yoksullar gibi ölmemi istedim. Sonra sen, bana şehâdeti telkîn et ve ben başka bir söz konuşmadıkça da onu terk etme buyurdu.
Vefât ânında gözlerini açtı, güldü ve meâlen; Amel edenler, bu ebedî nîmete kavuşmak için çalışsınlar (Sâffât sûresi: 61) âyet-i kerîmesini okudu ve ruhunu teslim etti
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sehl-i Tüsteri</label>

Sehl bin Abdullah Tüsterî, evliyanın büyüklerindendir. 815 (H. 200) senesinde dünyaya geldi ve 896 (H. 283)da Basrada vefat etti. Sehl bin Abdullah, daha küçükken önce annesi sonra da babası vefât etti. Babası vefât edeceğinde Sehli dayısına emânet edip bakıp gözetmesini söyledi. Evliyâ bir zât olan Muhammed bin Süvâr, onu güzel bir şekilde terbiye edip yetiştirdi. Sehl bin Abdullah, sonra Horasanı terk edip Bağdâda geldi. Bir rivâyette Marûf-i Kerhî hazretlerinin hizmetine girdi. Hacca gidince orada evliyânın büyüklerinden Zünnûn-i Mısrî hazretlerini gördü ve ona talebe olmakla şereflendi. Küçük yaştan îtibâren hârikulâde hallere kavuştu. Tasavvuf ehlinin büyüklerinden olup zamanın gönül sultanı, hakikatin deliliydi... Minbere kim çıksın?Ömrünün sonunda, Sehl bin Abdullahın el ve ayakları hareket etmez olmuştu. Namaz vakti gelince, el ve ayakları açılır, namaz bitince, eskisi gibi hareketsiz olurdu... Bir gün zikirden bahsederken; Allahü teâlâyı hakkıyla zikreden, ölüyü diriltmeyi kast ederse, dirilir dedi ve elini, önünde duran bir sakata sürdü, kötürüm kimse hemen iyileşip, ayağa kalktı...
Vefatı anında ziyaretine gelen bir talebesi:
-Efendim, sizden sonra minbere kim çıksın? diye sordu.
Sehl-i Tüsteri, gözlerini açıp, Şâdıdil adındaki bir mecusinin adını söyledi. Etrafındakiler;
-Şeyhin aklı gitmiş, bu kadar âlim varken, yerine bir mecusiyi geçiriyor, diye söylenirlerken, mübarek zat:
-Başımda gürültü etmeyin. Vaktim azdır. Gidin Şâdıdili çağırın gelsin, dedi. Şâdıdili getirdiler. Ona hitaben buyurdu ki:
-Ey Şâdıdil, beni iyi dinle! Üç gün sonra minbere çık ve Müslümanlara vaaz et. Bu sana vasiyetimdir!
Mübarek, bunları dedikten kısa bir zaman sonra da vefat etti...


Zamanı gelmedi mi?
Vefâtından üç gün geçince, ikindi namazından sonra, Şâdıdil minbere çıktı ve şöyle dedi:
-Ey Müslümanlar! Ey Sehl-i Tüsterînin talebeleri! Bana bir zamanlar şeyh efendi; Ey Şâdıdil! Daha iman etme zamânın gelmedi mi? demişti. İşte o dediği zaman geldi ve ben bugün o emri yerine getiriyorum...
Şâdıdil hemen orada Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Cemâat bunu görünce ve o sözleri duyunca Sehl-i Tüsterinin büyüklüğünü düşünerek gözyaşı döktüler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-i Sirin</label>

Büyük âlim İbn-i Sirin hazretlerinin annesi (Safiye Hatun), Hazret-i Ebûbekirin azatlı kölesi, ablası (Hafsa Radıyallahü anha) ise sayılı muhaddislerden biridir. O da genç yaşlarda ilme sevdalanır ve Hazret-i Âişe, Zeyd bin Sabit, Hasen bin Ali, Ebu Hureyre, Abdullah bin Abbas, Cündeb bin Abdullah, Samira bin Cündeb, İmran bin Husayn, Huzeyfe bin el Yemani, Ebû Said-i Hudri ve Ebûd-Derdânın (aleyhimürrıdvan) sohbetlerinde yetişir. Özellikle Enes bin Malikten (Radıyallahü anh) çok istifade eder...

O Hadis İmamıdır...
İbn-i Sirin hazretleri, hadis ilminde isnada çok ehemmiyet verir. O yıllarda talebeleri bu titizliğin lüzumunu kavrayamazlar, ancak ortalık karışınca hocalarının hassasiyetini anlarlar. İbn-i Sirin âyet-i kerimelerin hangi hadise üzerine inzal olduğunu araştırır ve talebelerine sadece Sahabe-i kiramın yaptığı tefsirleri aktarırdı. Kendisi müctehid olmasına rağmen bütün fıkhi meseleleri sahabelere danışırdı. İşte bu yüzden talebelerinin arasından Şâbi ve Malik bin Dinar gibi zirveler yetişir...
300.000 hadis-i şerif ezbeleyerek Hadis İmamlığı derecesine yükselen İbn-i Sirin hazretlerinin, rüya tabirinde de eşi benzeri yoktu. Bu konuda bir de kitap yazmıştı. Rüyayı Hadis-i nefs, Tahvif-i şeytan ve Tebşir-i Rahman olmak üzere üçe ayırmıştı...


Alan da O, veren de O
İbn-i Sirin hazretleri, evinde her cuma paluze (bir nevi tatlı) pişirtir hem çoluk çocuğuna hem gelene gidene yedirirdi. 41 çocuğu olmuştur, ancak Abdullahtan gayrisi bebek iken ölür. 40 defa evladını da kendi elleriyle defneder ama bir kere bile üf demez. Dil ile Alan da O (Allah Celle Celalüh) veren de O demek kolaydır ama o bunu hal ile söyler...
Bu mübarek zat, ölüm hastalığında tamamen Allahü teâlâya müteveccih bulunuyordu. Vefatından biraz önce gelen ziyaretçilere şunu söylemişti:
Şiddetli bir bela içindeyim. Acıkıyorum, yiyemiyorum. Susuyorum, kana kana içemiyorum. Uzun müddet uyuyorum, fakat biraz uyuklamaktaki zevki duyamıyorum...
Kelime-i şehadeti söyleyerek çok güzel can verir. Hasan-ı Basri gibi bir zirveyle aynı kubbe altında yatmakla şereflenir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-i Semmâk</label>

İbn-i Semmâk hazretleri, zamânının önde gelen âlimlerinden ilim ve edeb öğrendi. Hişam bin Urve, Ameş ve başkalarından hadîs dinledi ve bu ilimde mütehassıs oldu. Marûf-u Kerhî hazretleri talebelerinin önde gelenlerindendir...İbn-i Semmâk hazretleri bir ara Bağdâda gelip Halîfe Hârûn Reşîd ile görüştü ve ona nasîhatlerde bulundu. Bir gün; Ey müminlerin emîri! Senin Allahü teâlânın huzûrunda bir yerin vardır. Ancak ilâhî huzurda duruşun bittikten sonra Cennete veya Cehenneme gideceksin. Acaba senin yerin hangisi olacak? buyurdu. Hârûn Reşîd bu sözleri duyunca kendini tutamayıp ağlamaya başladı.
Öyleleri vardır ki!..
İbn-i Semmâk hazretleri, bildiklerini, öğrendiklerini yerine getiren Allahın sevgili bir kuluydu. Bir vaazında; İçinizde Allahü teâlâyı hatırlatan fakat kendileri unutan pekçok kimseler vardır. Yine öyleleri vardır ki, Allahü teâlânın yasak, haram kıldığı şeylere karşı cüretkâr olup, haram işledikleri halde, başkalarını Allahü teâlâya yaklaştırmaya çalışırlar. Yine sizden öyleleri vardır ki, kendileri Allahü teâlâdan kaçtıkları halde, insanları Hakka çağırırlar diyerek, ilmiyle âmil olmayan, bildikleriyle amel etmeyen ve gaflet içinde kalanların hâlini dile getirdi...
İbn-i Semmâk hazretleri zamânın ileri gelen devlet adamlarına nasîhat eder, mektuplar gönderirdi. Muhammed bin Hasan, Rukbeye vâli tâyin edilmişti. Ona yazdığı mektupta buyurdu ki:
Her hâlinde takvâ üzere ol, haramlardan sakın, Allahü teâlânın nîmetlerine şükret ve Ondan kork. Nîmete şükretmek; günâh işlememekle olur. Muhakkak her nîmette bir delil, hüccet ve mesûliyet vardır. Hüccet, delil, o nîmetin Allahü teâlâ tarafından verilmiş olmasıdır. Mesûliyetine gelince; o, nîmet olduğu halde günah işlememektir. Allahü teâlâ sana âfiyet versin. İşlediğin günahları ve yaptığın kusurları affetsin...


Kûfede vefat etti...
Hristiyan bir genç iken, kendisinde işittiği bir söz ile kalbinde iman nuru parlayan Maruf-i Kerhîyi İmam-ı Ali Rızaya götüren ve orada iman etmesine sebep olan İbn-i Semmâk hazretleridir.
Bu mübarek zat, 799 (H.183) senesinde Kûfede vefat etti. Vefatından hemen önce buyurdu ki:
Allahü teâlâya itaat etmediğin zaman azabından kork. Ona isyan etmediğin müddetçe de rahmetini bekle!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Bekr bin İyâş</label>

Ebû Bekr bin İyâş, sâlih, fazîletli ve çok ibâdet eden bir zâttı. Fıkıh ilminde de geniş bilgiye sâhipti. Elli sene yumuşak yatakta yatmamıştı. Kurân-ı kerîmi çok okurdu.Bişr bin Hâris hazretleri anlatır:
-Ebû Bekr bin İyâşın şöyle dediğini duydum: Ey sağımda ve solumda bulunan Kirâmen kâtibîn melekleri, benim için, Allahü teâlâya duâ ediniz. Çünkü siz, Allahü teâlâya benden daha çok ve daha iyi itâat ediyorsunuz, emirlerine uyuyorsunuz...


İnsana bu yeter!..
Bir gün de sohbetinde buyurdu ki:
Sükûtun en küçük faydası, sıkıntı ve belâlardan kurtarmasıdır. İyilik olarak, insana bu yeter. Fazla ve lüzumsuz konuşmanın en küçük zararı, şöhrettir. Belâ olarak da şöhret insana yeterlidir...
Yine buyurdu ki:
Gençliğimde biri bana, dünyâya köle olmaktan kendini kurtar, âhirete yönel, dedi. Ben de ömrüm boyunca öyle yaptım.
Dünyaya düşkün olan kimseyi de şöyle izah etti:
Dünyâ sevgisini kalbine dolduran kişinin bir dirhem dünyâlığı kaybolunca gündüzü kararır.


Eski elbise gibi oldum...
Ebû Bekr bin İyâş hazretleri bir gün ağlayarak, şu beyiti okudu:
Yaşım sekseni aştı, artık neyi arzu edeyim, neyi bekleyeyim/Seneler, peşi peşine gelip geçti, beni yıprattı ve eskitti/Kemiklerimi inceltip, gözlerimi küçülttü/Zayıflıktan eski bir elbise gibi oldum...
Çevresindekilere hep şunu söylerdi: 80 senedir Kurân-ı kerim okumaktayım. Hasta olduğum zaman dahi hiçbir gece yoktur ki, o gece Kurânı kerim okumamış olayım...


Üzülme yavrucuğum
Bu mübarek zat, vefatı sırasında yanında ağlayan oğlu İbrahime buyurdu ki:
Yavrucuğum, bütün ömrümü Kurân-ı kerim okumakla geçirdim. Üzülme, Allahü teâlâ benim için, böyle bir ömrü boşa çıkarmayacak, onun karşılığını verecek. Baban, bildiğin gibi hayatı boyunca kötülüklerden ve günahtan uzak kalmağa çalışmıştır...
Bu sözlerden sonra ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ümeyye bin Ebî Salt</label>

Ümeyye bin Ebî Salt, bir gün Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna geldi. Göklerin ve yerlerin nasıl yaratıldığını, Peygamberlerin aleyhimüsselâm hâllerini bildiren ve Muhammed aleyhisselâmın methiyle biten bir kasîde söyledi. Resûlullah ona Tâhâ sûresini okudu. Ümeyye dinleyince, bu insan sözü değildir dedi. Fekat, benim kardeşlerim vardır, onlar ile meşveret yapmadan bir iş yapmam dedi. Resûlullah efendimiz sana yazık olur, îmân et Müslümân ol, doğru yola gir buyurdu. Çok çabuk gelirim diyerek devesine bindi ve süratle Şâma gitti... Yazıklar olsun!..
Ümeyye bin Ebî Salt, yolda bir kiliseye uğradı. Orada râhibler vardı. Hâlini onlara anlattı. Râhiblerden biri, Ümeyyeye dedi ki:
-Sana yazıklar olsun. Hemen geri dön ve Ona îmân et! O âlemlerin Rabbinin Resûlüdür. Son Peygamberdir, dedi.
Ümeyye bin Ebî Salt geri dönüp, Hicâza ulaştı. O sırada Bedr Gazâsı yapılmış ve Kureyş kabîlesinin ileri gelenleri ölmüştü. Ümeyye bunu öğrenince; eğer O Peygamber olsaydı, kendi kavminin ileri gelenlerini öldürtmezdi diyerek fikir yürüttü. Oradan ayrılıp Tâife gitti. Uzun zemân orada kaldı...
Bir gün uyumuştu. Kız kardeşi de yanında idi. Rüyâsında evin damının yarılıp iki beyâz kuşun içeri girdiğini gördü. Kuşlardan biri karnının üzerine konup kaftânını açtı. Diğeri öleceğini işitmiştir dedi. Öteki ise hâyır, henüz ömrü var diyerek kaftânını üzerine örttü. Sonra evin damından çıkıp, gittiler... Kız kardeşi Ümeyyeyi uyandırdı. Rüyâsını anlatıp, bana bir haber getirmişler. Fakat bana söylenmesine müsâade edilmemiş dedi...


Sana ne oldu?!.
Ümeyye bin Ebî Salt, kuşların dilini bilirdi. Bir gün şarâb içiyorlardı. Oradan geçen bir karga ses çıkardı. Ümeyyenin rengi değişti. Sana ne oldu dediler. Eğer şu karganın garîb sözü doğru ise, şarâb sırası bana gelmeden ben ölürüm dedi. Onun söylediklerinin doğru çıkmaması için şarâb sırasında acele davrandılar. Sıra Ümeyyenin yanındaki kimseye geldiği sırada, Ümeyye yere düştü. Kaftânını üzerine örttüler. Bir müddet sonra bakdılar ki ölmüş!
Ne diyelim, İslam büyükleri; İyiliğe elverişli olmayan kimse/Fâidelenemez Peygamberi de görse buyurmuyorlar mı?..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû İshak Kâzerûnî</label>

Kâzerûnî hazretleri, Çin, Hindistan, İran ve Anadoluda İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velîdir. 963 (H.352) senesi Ramazân-ı şerîf ayında İranda, Şîrâz civârındaki Kâzerûn kasabasında doğdu. 1034 (H. 426) senesinde Kâzerûnda vefât etti. Kabri oradadır.O devirde Kâzerûn ve civârı, putperest, ateşperest ve müşriklerle doluydu. Müslümanlar azınlıktaydılar. Onun irşâd faâliyetleri netîcesinde Kâzerûn ve etrâf memleketlerde îmân nûru parlayıp Müslümanlar çoğaldı.
İlmihâlini iyi öğren!
Kâzerûnî hazretleri, vefâtından önce oğluna şu vasiyette bulundu:
... Kıymetli yavrum! Sana yaptığım bu vasiyete sıkı sarılıp onunla amel edesin. Böylece Allah yolunda muvaffak olup saîdlerden ve reşîdlerden olasın.
Sana birinci vasiyetim, din ilimlerini, ilmihâlini iyi öğrenip, bunu dâimâ artırmandır. Çünkü tarîkat ve hakîkat ehli olsun kim olursa olsun herkes bu ilme muhtaçtır. Tabii din bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinden ve eserlerinden öğrenmek insanın derece ve kıymetini artırır.
Sevgili yavrum! Bidat sâhiplerinin sohbetinden, onlarla bulunmaktan sakın. Onlarla oturup münâkaşa ve mücâdeleye girişme. Allahü teâlâ Kurân-ı kerîminde bunu yasaklamıştır. Resûlullah efendimiz de; (Bir kimse haklı bile olsa, dinde münâkaşa ve husûmeti terk etmedikçe îmânın hakîkatine eremez) buyurdu.
Sevgili yavrum! Bir de şu fazîletli ibâdete devâm etmeni vasiyet ederim. Bunu, sevgili Peygamberimize Allahü teâlâ Kurân-ı kerîmde emir buyurdu. O ibâdet, gece namazı kılmaktır. Bunu sakın ihmâl etme. Cenâb-ı Hak gece namazı kılanlara târif edilmez ihsân ve nîmetlerini vaat ediyor.


Sana son vasiyetimdir!
Son vasiyetim ise şudur: Dostlara hizmeti canına minnet bil. Çünkü hizmet, peygamberlerin sünnetidir. Hizmet et, fakat kendine hizmet ettirme. Çünkü Peygamber efendimiz; (Bir kavmin, topluluğun efendisi, o topluluğa hizmet edendir) buyurmuştur. Yine; Müminlere hizmet edenlere hesap yoktur, azap da yoktur buyurdular.
Bu vasiyetlerimi yerine getir. Muvaffakiyet, Allahü teâlâdandır. Yâ Rabbî! Bize hizmetinin edeplerini, evliyâna, dostlarına ve takvâ sâhiplerine hizmet etmenin edeplerini öğret. Bizi bunlar ile rızıklandır. Yâ Erhamerrâhimîn!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sırrî-yi Sekatî</label>

Sırrî-yi Sekatî hazretleri, büyük ve meşhûr velîlerdendir. İsmi, Sırrî bin Muglis es-Sekatî, künyesi, Ebül-Hasendir. Bağdâtta doğdu. 865 (H.251)de Ramazan-ı şerîf ayında orada vefât etti. Şûnizî Kabristanına defnedildi. Marûf-i Kerhî hazretlerinden feyz aldı. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin dayısı ve hocasıdır. Bu mübarek zat, tasavvufta, verâ ve takvâda asrının bir tânesi idi... Ticaretle uğraşırdı...
Bağdâtta bir dükkânı vardı. Ticârette yüzde beşten fazla bir kâr almazdı. Bir defasında altmış altına bâdem aldı. Bâdem birden pahalılaştı. Tellâl, bâdemleri doksan altına satmak istedi. Sırrî-yi Sekatî hazretleri, Ben âdetimi bozmam, ancak 63 altına satarım dedi. Tellâl ise bunu kabûl etmeyip malları satmadı.
Bir gün Lübnandan biri gelip; Falan zâtın size selâmı var dedi. Sırrî-yi Sekatî hazretleri buyurdu ki: O kişiye bizden selâm söyle. İnsanlardan uzaklaşıp dağ başında oturması, yalnız ibâdetle meşgûl olması uygun değildir. Hak âşığı dediğin, çarşıda, pazarda alışverişle de meşgûl olur ve bu esnâda bir an olsun Allahü teâlâdan gâfil olmaz. İnsanlara hizmet etmesi de ibâdettir. Kişinin zarûrî ihtiyaçlarını karşılaması tevekkülüne mâni değildir...
Ebül-Abbâs bin Mesrûk şöyle anlatır: Sırrî-yi Sekatîyi son hastalığında ziyârete gittik. Yanında uzun süre oturduk. Halbuki karnında bir sancı vardı. Yanından ayrılırken, Bize duâ edin dedik. Ellerini kaldırdı ve şöyle duâ etti:
Yâ Rabbî! Bunlara hasta ziyâretinin nasıl olacağını öğret!


Yelpaze neylesin!..
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri anlatır: Dayım Sırrî-yi Sekatî hazretlerinden ziyâde ibâdet ehli kimse görmedim. Allahü teâlâdan hiçbir zaman gâfil olmadı. Yetmiş yıl, hiç kimse onun ayaklarını uzatıp yattığını, edebe uymayan bir hareketini görmedi. Gece gündüz Allahü teâlânın huzûrunda olduğunu düşünür ve her zaman edepli bir şekilde otururdu. Ancak ölüm hastalığında yatağa uzanabildi. Son anlarında onu ziyârete gittiğimde Dayıcığım nasılsın? diye sordum. O da, Bendeki hastalıktan tabibe nasıl şikâyet edeyim? Zîra bana gelen, ondan geldi dedi. Bunun üzerine yelpaze ile kendisini biraz serinletmek istedim. Bana, Ciğerleri yanan birine yelpaze tesir eder mi? buyurdu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İmâm-ı Rabbânî</label>

İmâm-ı Rabbânî hazretleri; insanların îtikâd, ibâdet ve ahlâk husûsunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri bu bilgiler ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen İslâm âlimlerinin yirmi üçüncüsüdür. 1563 (H.971) senesinde Hindistanın Serhend (Sihrind) şehrinde doğdu. İmâm-ı Rabbânî ismiyle tanınmıştır.

2nci bin yılın yenileyicisi
İmâm-ı Rabbânî, Rabbânî âlim demek olup, kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden, ilim ve amel bakımından eksiksiz ve kâmil, olgun âlim demektir.
Hicrî ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı Müceddîd-i elf-i sânî, ahkâm-ı İslâmiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle, Sıla ismi verilmiştir. Hazret-i Ömerin soyundan olduğu için ,Fârûkî nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, Serhendî denilmiştir...
Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî Şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendîdir.
Vefât ettiği safer ayının yirmi dokuzuncu salı günü, gece kendine hizmet eden hizmetçilerine;
-Çok zahmet çektiniz, bu sizin son zahmetinizdir, buyurdu. Gecenin sonunda:
-Bu gece de bitti, sabah oldu, buyurdu. O günün işrâk zamânında;
-İdrar sıkıştırdı, bir leğen getirin, buyurdu. Getirdiler, fakat içinde kum yoktu.
-İçinde kum olmazsa sıçrayabilir, buyurdu. O ömrünün son anında bile en ince hususlara dikkat ediyordu.
-Beni de yatağıma yatırın, buyurdu. Dediği gibi yaptılar. Kendilerine biraz sonra, vefât edeceksin, abdest almağa vakit bulamayacaksın ilhâmı gelince, abdestini bozmak istemedi ve abdestli olarak rûhunu teslim etmek istedi.


Hâl-i şerîfiniz nasıldır?
Sedirin üzerine yatınca, sünnet üzere sağ elini sağ yanağının altına koyup, zikirle meşgûl oldu. Büyük oğlu Muhammed Saîd, babasının sık sık nefes aldığını görünce;
-Hâl-i şerîfiniz nasıldır babacığım? diye sorunca;
-İyiyim ve kıldığım o iki rekat namaz kâfidir, buyurdu...
Bundan sonra bir daha konuşmadı. Yalnız Allahü teâlânın ismini söyledi ve biraz sonra da vefât etti. Peygamberlerin son sözleri namaz olmuştur. Bu hususta da peygamberlerin Serverine tâbi oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrâhim-i Havvâs</label>

İbrâhim-i Havvâs, evliyânın büyüklerindendir. İsmi, İbrâhim bin İsmâil el-Havvâs, künyesi Ebû İshaktır. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerinden olup, Ebû Câfer Huldî ve Sürvân-ı Kebîrin hocasıdır. Yüksek makam ve kerâmetler sâhibiydi. Bağdâtlıdır. 903 (H.291) yılında Rey Câmiinde vefât etti. Gasl ve tekfînini Yûsuf bin el-Hüseyin yaptı. Havvâs; hurma dallarından ve yaprağından zenbil yapan demektir...Tevekkül edenlerin reisi
İbrâhim-i Havvâs, herkes tarafından medhedilmiş bir zattır. Kendisine, tevekkül edenlerin reisi denilmiştir. Konuşmaları hep hikmet doluydu. Seferleri meşhurdur. Defâlarca Mekkeye gitti. Sefere çıkacağı zaman ve başka zamanlarında, iğne, iplik, makas ve su kabını yanından eksik etmezdi.
Çağırılan bütün dâvetlere sünnet olduğu için gider, fakat bir şey yemezdi. İnsanlara nasîhat ederdi. Dâvetten sonra hemen evine dönerdi. Evinde yenecek bir şey bulunmaz, bu sebeple ne yiyip, ne içtiği bilinmezdi.
İbrâhim-i Havvâs bir gün buyurdu ki:
Esas âlim, ilmi ile amel edendir.
Kalbin ilâcı beştir: Kurân-ı kerîm okumak ve Kurân-ı kerîme bakmak, mîdeyi boş tutmak, gece kalkıp ibâdet etmek, seher vaktinde ağlayıp sızlamak ve iyilerle berâber bulunmaktır.
Bir müslüman, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ne kadar dikkat edip tatbik ediyorsa, Allahü teâlâ da onu o derece azîz eder. Diğer Müslümanların kalbine de onun sevgisini verir.
Sâdık kimseyi ya üzerine farz olan bir ibâdeti yaparken veya nâfile bir ibâdetle meşgûl olurken görürsün. Bunun dışında başka bir halde görmezsin.


Temiz ölmek istiyordu!
Vefâtından önce hastalandı. İshale yakalanmıştı. Üstü çok fazla kirleniyordu. Temiz olarak ölmek istiyordu. Bunun için her abdesti bozulduğunda gusül abdesti alıyor, iki rekat namaz kılıyor tekrar abdesti bozuluyordu. O gün altmış defâ gusül abdesti aldı. En sonunda gusül yaparken vefât etti...
Vefâtından sonra onu rüyâda görenler; Allahü teâlâ sana nasıl muâmele eyledi, dediler. O da; Yaptığım ibâdetler ve gösterdiğim tevekkül, bana verilen nîmetlere karşı yetmedi. Ancak dünyâdan göçeceğim sıralarda gusül abdesti alarak temizlenmem, Allahü teâlânın katında makbûle geçmiş. Bu temizlik sebebiyle Cennette en yüksek makamlara çıkardılar ve bana şöyle bir nida geldi:
Ey İbrâhim! Sana yapılan bu ikrâm, huzûrumuza temiz olarak geldiğindendir. Burada temizler için, fevkalâde büyük mertebeler, makamlar vardır...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri