Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Saîd bin el-Müseyyeb</label>

Saîd bin el-Müseyyeb, 636 (H.15) yılında hazret-i Ömerin hilâfetinden iki sene sonra doğdu. Hazret-i Osmanın hilâfeti gençlik yıllarıydı. 710 (H.91) yılında Medînede vefât etti... Tâbiînin reisi idi. Hadis rivâyeti, zühd, ibâdet ve takvayı nefsinde toplamıştı. Aynı zamanda rüya tâbirini de çok iyi biliyordu. Sad bin Ebi Vakkas ve Ebû Hureyre gibi sahâbîlerden ve Peygamber efendimizin hanımlarından hadis dinlemiştir. Ebû Hureyrenin kızı ile evli idi ve hadis-i şerîflerin çoğunu da Ebû Hureyreden rivâyet etmiştir. İlk tekbiri kaçırmadım
Bu mübarek zat kendisi anlatıyor:
-Elli seneden beri cemâatle namazda imamın ilk tekbirini kaçırmadım ve elli seneden beri namazda bir adamın başına bakmadım (ilk safta durduğu için). (Ayrıca elli yıl sabah namazını yatsı abdestiyle kıldığı da söyleniyor.)
Yine kendisi şöyle buyuruyor:
-Allaha ibâdet gibi insanı şerefli kılan ve Allaha karşı günâh işlemek gibi insanı küçük düşüren bir şey yoktur...


Amelleriniz yok olmasın!
Emevi yöneticilerinden Abdülmelik bin Mervanın oğulları Velid ve Süleymanın veliaht olmalarına biat etmediği için Abdülmelikin emriyle Medine Valisi Hişâm bin İsmail tarafından kendisine elli değnek vurulup Medine sokaklarında teşhir edildi. Zâlimlerle ilgili şunu söylüyor:
-Zâlimlerin çevresindeki yardımcılarına ancak kalben nefret ederek bakın, ta ki amelleriniz yok olmasın.
Said bin el Müseyyeb hazretleri, Medinede vefat etmiştir.


Sırtımı yerden kaldırın!
Vefatına yakın hasta yatağındayken, huzuruna gelerek kendisinden bir hadis-i şerif rivayet etmesini istediler. Ağır hasta olduğu halde hemen kendisini doğrultmalarını istedi ve:
-Beni doğrultun, sırtımı yerden kaldırın. Çünkü yatarken Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin hadis-i şerifini ağzıma almayı edebe uygun görmüyorum, buyurdu ve biraz sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed bin Hanbel</label>

Ahmed bin Hanbel, aslen Basralıdır. Babasının ismi Muhammed bin Hanbeldir. Dedesi Hanbel bin Helâl, Basradan Horasana gelip yerleşmiş ve Emevî Devletinde Serahs vâliliği yapmıştır. Babası asker (subay) idi. Ahmed bin Hanbelin âilesi, annesi ona hâmile iken, Mervden Bağdata göçmüş ve o Bağdâtta doğmuştur. İlk önce İmam-ı azam hazretlerinin talebesi olan İmam-ı Ebu Yusuftan fıkıh ve hadis ilminde ders alan bu mübarek zat, bundan sonra da üç sene Huşeymin derslerine devam etmiş, ondan hadis-i şerif dinlemiştir. Bundan başka Bağdadda bulunan meşhur âlimlerden de ders aldı.
Her fâni gibi o da...
İslamiyette, Ehl-i sünnet itikadı üzere olan, amelde dört hak mezhepten biri de, Hanbelî mezhebidir. Ahmed bin Hanbel hazretleri bu mezhebin imamıdır. O, ictihadlarıyla Müslümanların Allahü teâlânın rızasına kavuşmaları için, amellerinde uyacakları bir yol göstermiştir. Onun gösterdiği bu yola Hanbeli Mezhebi ve Ehl-i sünnet itikadında olan Müslümanlardan, amellerini bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Hanbelî denir...
Her fâni gibi onun da vefât ânı gelmişti... O anda eliyle işâret edip; Hayır olmaz! dedi. Oğlu;
-Babacığım bu ne hâldir? diye sorunca;
-Şu an tehlike zamânıdır, duâ ediniz. Şeytan felâket toprağını başıma saçmak istiyor. Ey Ahmed! Benim elimde can ver diyor. Ben de; Hayır olmaz! Hayır olmaz! diyorum. Bir nefes kalıncaya kadar tehlike vardır. Şeytanın aldatmasından emîn olmak yoktur, buyurdu.


Nereye gidiyorsun?
855 (H.241) senesi cumâ günü vefât etti. Vefât haberi, bütün Bağdat halkını ağlattı. Cenâze namazını kılmak üzere çevreden gelenlerle birlikte, binlerce insan toplanmıştı. Bağdatlılar evlerinin kapısını açıp; Cenâze namazı için abdest almak isteyen gelsin diye bağırdılar. Cenâze namazı kılınınca, kuşlar üzerinde uçuşup, kendilerini tabuta vurdular. O gün yüz bine yakın kişi toplanmıştı. Yahûdî ve Hristiyanlardan pekçok kimse, bu hâdiseyi görerek Müslüman oldu...
Vefâtından sonra Muhammed ibni Huşeyme hazret-i İmâmı rüyâsında gördü.
-Nereye gidiyorsun? dedi. Cennete dedi.
-Allahü teâlâ sana ne muâmele etti? diye sorunca, cevâbında; Allahü teâlâ beni mağfiret etti. Başıma taç giydirdi ve; Ey Ahmed! Kurân-ı kerîme mahlûk demediğin için, bu nîmetleri sana verdim buyurdu dedi
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âmir bin Abdullah Anberî</label>

Âmir bin Abdullah Anberî hazretleri, Benî Temîm kabîlesinin Benî Anber koluna mensub olduğundan Anberî nisbesiyle anılmaktadır. Doğum târihi belli değildir. 674 (H.55) senesinde Kudüste vefât etti. Eshâb-ı kirâmdan hazret-i Ömeri, hazret-i Osmanı ve Abdullah bin Mesûd gibi büyükleri gördü. Hazret-i Ömerden ve Selmân-ı Fârisîden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden, Hasan-ı Basrî ve Muhammed bin Sîrîn rivâyette bulunmuşlardır...Fetihlere katıldı...
Âmir bin Abdullah, hazret-i Ömerin halîfeliği sırasında Medâin ve Tüsterin fethine katıldı. Sonra da Basraya yerleşti. Basrada vâli Ebû Mûsâ el-Eşarîden kırâat ilmini öğrendi. Kendisi de ders verir, vaktinin çoğunu Kurân-ı kerîm ve kırâat ilmini öğretmekle geçirirdi. Ayrıca yapılan savaşlara katılır, cihâd ederdi. Savaşa çıktıkları zaman arkadaşlarının hizmetini ve müezzinliği o yapardı. Ayrıca arkadaşlarına mümkün olan her ikrâmı yapmaya çalışırdı. Bu üç hususu kendisinin yapmasını şart koşar, kabûl edenlerle yol arkadaşı olurdu.
Yaşayışı gâyet sâdeydi. Az yer ve çok ibâdet ederdi. Hiç evlenmemişti. Hâli, bir yerden bir yere gitmek üzere olan yolcu gibi olup, dünyâya rağbet etmezdi. Geceleri namaz kılar, gündüz oruç tutardı.
O namaz kılarken şeytan yılan şeklinde gelip gömleğinin içine girer, kolundan çıkardı. Bu hali görenler hayret edip, namazdan sonra, yanına yaklaşıp, yılanı niçin kovmadığını sorarlardı. O ise; Vallahi ben namaza durduktan sonra koynuma girip gömleğimin kolundan çıktığını söylediğiniz bu yılandan hiç haberim yok, farkında değilim. Allahü teâlâdan başkasından korkmaktan Allahtan utanırım derdi.


Dünyâ üzüntü yeridir!
Vefâtına sebeb olan hastalığa tutulduğu zaman çok ağladı.
-Niçin ağlıyorsun, ölümden mi korkuyorsun? diye soranlara buyurdu ki:
-Benden daha çok ağlamaya lâyık kim var? Dünyâ hırsıyla veya ölüm korkusuyla ağlamıyorum. Fakat yolun uzunluğundan ve azığın azlığından ağlıyorum. Gecelerimi hep Cennete kavuşma ümidiyle ve Cehenneme düşme korkusuyla geçirdim. Şimdi hangisine gideceğimi bilmiyorum! Sıcak günlerde oruç tutmaktan, uzun gecelerde namaz kılmaktan mahrum kalacağım için ağlıyorum. Çünkü dünyâ, kederler, üzüntüler yeridir. Âhiret ise, cezâ ve mükâfat yeridir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah bin Adîy</label>

Abdullah bin Adîy Maveraünnehirde yaşamış olan Hadis ve Fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. Kendi şehrinde birçok âlimden ders aldıktan sonra ilim öğrenmek ve hadis-i şerif toplamak için Semerkanda, sonra Maveraünnehir ve İrandaki çeşitli şehirlere gitti. Daha sonra Şama gelerek uzun zaman orada kaldı. Sonra da Mısıra gitti ve önce Kahire, sonra İskenderiyede ilim tahsil etti. Bu esnada çok sıkıntılar çekti. Uzun yıllar yatak yüzü görmedi. Nihayet zamanının en büyük hadis âlimlerinden biri oldu. Yüzbinden fazla Hadis-i şerifi ezberleyerek, hadis ilminde Hafız unvanını aldı. Kadılar ve hakimler, onun bildirdiği hükümleri aynen kabul ederlerdi. Sevilen bir zât idi...İbn-i Adîy; hadîs ilminde sika (güvenilir, sağlam) bir râvi, fıkıh ilminde yüksek bir âlim, harâmlardan son derece kaçan, dünyâya ehemmiyet vermeyip, mubahların çoğunu terk etmiş bir âbid (çok ibâdet eden), herkes tarafından sevilen ve sayılan bir zât idi.
297 (m. 909) yıllarında ilim öğrenmek için Şama, daha sonra Mısır ve başka yerlere gitti. İlim öğrenmekteki gayreti pek ziyâde olup, her türlü zorluklara göğüs gererdi. Hiçbir şey onun bu azmini kıramadı.
Uzun yıllar hiç yatak yüzü görmedi. Verdiği hükümler ve beyanları, kendinden evvel ve sonra gelen âlimlerin hepsinin ilmine ve hükümlerine uygun idi. Kadılar ve âlimler onun hükümlerini aynen kabul edip onun bildirdiğiyle hükmettiler, iyilik ve hayır arayanlar onun sözlerine ve kitaplarına uyup, onlarla amel ettiler.


Sağlam bir râvidir
Hâkim bin Asâkir de, İbn-i Adîyin kendisine müracaat edilen güvenilir bir râvi olduğunu bildirmiş, Hamza es-Sehmî ise şöyle anlatır:
O hadîs ilminde hâfız (yüzbin hadîs-i şerîfi râvileriyle ezbere bilen) itimat edilir bir âlim, sağlam bir râvidir. Zamanında onun gibisini görmedim. Dâre Kutnîye zâif hadîsleri bildiren kitap sordum. O, Sende İbn-i Adîyin kitabı var mı? dedi. Ben de Evet dedim. Bana O, sana yetecek kadar bilgi verecek mükemmellikte bir kitaptır dedi.
Abdullah bin Adîy hazretleri vefat ederken son sözü şu oldu:
Yâ Rabbi! Namusumu senin dininle zinetlendirdim. Sen de bu günahkâr kulunu aziz eyle! Senden başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam senin kulun ve Resulündür.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bâyezîd-i Bistâmî</label>

Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; Aşk-ı ilâhîde o kadar ileri ve ibâdette o derece yüksekte idi ki, namaz kılarken Allah korkusundan göğüs kemikleri gıcırdar, yanında bulunanlar bunu işitirlerdi. Son derece âlim, fâdıl ve edîb idi. Şiirleri meşhûrdur.Bâyezîd-i Bistâmî devamlı; Allah!.. Allah!.. derdi. Vefâtı ânında da yine; Allah!.. Allah!.. diyordu. Bir ara şöyle duâ etti:
Yâ Rabbî! Senin için yaptığım bütün ibâdet, tâat ve zikirleri hep gaflet ile yaptım. Şimdi can veriyorum. Gaflet hâli devâm ediyor. Allahım! Bana huzûr ve zikir hâlini ihsân eyle!..
Bizim için ne getirdin?
Bundan sonra, zikir ve huzûr hâli içinde rûhunu teslim etti. Vefâtı 875 (H.261) senesinde Mayıs ayına rastlar. Kabri, İranın Bistâm şehrindedir.
Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî vefât ettikten sonra, büyüklerden biri kendisini rüyâda görüp; Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi? diye sordu. Buyurdu ki:
-Beni toprağa koydukları zaman bir nidâ geldi. Ey Bâyezîd! Bizim için ne getirdin? diyordu.
-Yâ Rabbî! Sana lâyık hiçbir iyi amel yapamadım. Huzûruna lâyık hiçbir şey getiremedim, ama şirk de getirmedim, dedim.
Bâyezîd-i Bistâmî vefât ederken, kendisini sevenlerden Ebû Mûsa ismindeki zât yanında bulunamamıştı. Fakat o gece bir rüyâ gördü. Arşı, başı üzerine alıp taşıyordu. Çok hayret edip, hikmetini anlıyamadı ve bunu Bâyezîd-i Bistâmîye sormak için yola düştü. Yolda, Bâyezîd-i Bistâmînin vefât ettiğini haber aldı. Bistâma geldiğinde fevkalâde bir kalabalık gördü. Tabutunu taşımakla şereflenmek için yaklaşmaya çalıştı. Fakat yanaşıp da tabutu taşımak mümkün olmuyordu.


Gördüğün rüyânın tâbiridir
Ebû Mûsa, bundan sonra olanları şöyle anlatıyor:
Gördüğüm rüyâyı unutmuş vaziyette, hazret-i Bâyezîdin tabutunu taşımakla şereflenmek istiyordum. Bu mümkün olmayınca tabutu taşıyanlar arasından meşakkatle, sıkıntı ile geçip tabutun altına girdim ve başımı tabuta dayayıp öylece gidiyordum. Birden tabutun içinden bana şöyle hitâb ettiğini duydum:
Ey Ebû Mûsâ! İşte şu bulunduğun hal akşamki gördüğün rüyânın tâbiridir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Rum Kayserinin kızı</label>

İbrâhim-i Havvâs hazretleri başından geçen bir hadiseyi şöyle anlattı: Bir sene, hacca gitmeye niyet ederek yola çıktım. Ne zaman Kâbe-i şerîf tarafına gitmek istedimse, gayri ihtiyârî ters istikâmete doğru gidiyordum. Allahü teâlânın irâdesi beni bu tarafa çekiyordu. En sonunda İstanbul tarafına gitmeye karar verdim. Şehre girdim. Yüksek bir köşk gördüm. Kapısı önünde, bir kısım insanlar toplanmıştı. Yaklaşarak: -Niçin toplandınız? diye sordum. Onlar da;
-Rum Kayserinin kızı delirmiş, çâre bulmak için bütün tabipleri topladı, dediler.
Beni nereden tanıyorsunuz?
Bunda bir hikmet olsa gerektir deyip içeri girdim. Odada Kayserin kızını gördüm. Bana bakarak:
-Ey İbrâhim-i Havvâs! Hoş geldiniz, dedi. Ben, hayret ederek;
-Beni nereden tanıyorsunuz? diye sorunca;
-Cânımı cânâna teslim etmek istedim ve Hak teâlâdan sevdiği bir kulunu yanımda bulundurmasını niyâz ettim. Üzülme, yarın İbrâhim-i Havvâs dostumuz sana gönderilir, diye gaipten bir nida geldi, dedi. Bunun üzerine ona;
-Peki hastalığınız nedir? diye sorduğumda şu cevabı verdi:
-Bir gece dışarı çıkıp, ibret nazarı ile gökyüzüne baktım. Allahü teâlâ hazretleri, beni benden aldı. Kendimden geçtim. Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah sözleri dilime, mânâsı kalbime geldi. Bu sözleri dilimden düşürmez oldum. Bu sebepten hâlime delilik, bana da deli, dediler. O zaman ben;


Sizin diyârda ne vardır?
-Bizim diyâra gelmek ister misin? diye sorunca, bana;
-Sizin diyârda ne vardır? dedi. Ben de;
-Mekke, Medîne, Beytülmukaddes vardır, diye cevap verdim. Bunun üzerine bana;
-Sağ tarafına bak, dedi. Baktım, bir düzlükte Mekke, Medîne ve Beytülmukaddesi karşımda duruyor gördüm. Az sonra bana:
-Ey İbrâhim-i Havvâs! Vakit yaklaştı, istek ve arzu haddi aştı, dedi ve Kelime-i şehâdet getirerek rûhunu teslim etti...
Orada bulunanlara sorduğumda, Kayserin kızının çok cömert olduğunu ve etrafındakilere elinden geldiğince ikramlarda bulunduğunu öğrendim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mimşâd ed-Dîneverî</label>

Küçük yaştan îtibâren doğum yeri olan Dîneverde ilim tahsîl eden Mimşâd ed-Dîneverî; Cüneyd-i Bağdâdî, Rüveym bin Ahmed ve Süfyân-ı Sevrî gibi büyük velîlerle aynı yıllarda yaşadı... Pekçok âlim ve velînin sohbet ve ilim meclislerinde bulunarak zâhirî ve mânevî ilimlerde ilerledi. Yahyâ el-Celâ, Sırrî-yi Sekatî ve Mâr-f-i Kerhî hazretleriyle görüşüp, sohbetlerinde bulundu. Hübeyretül-Basrî hazretlerine talebe oldu.

Abdest alıp gel!
Hübeyret-ül-Basrî hazretlerinin derslerine devâm ederken bir gün kendisine;
-Git abdest alıp gel, buyuruldu. Söyleneni yaptıktan sonra hocasının yanına geldi. Hocası elinden tutup;
-Yâ Rabbî! Mimşâd ed-Dîneverîyi dervişlik makâmına eriştir, diye duâ etti. Bu duânın tesiri ile Mimşâd ed-Dîneverî hazretleri kırk defâ bayılıp ayıldı. Sonunda kendisine gelip ayağa kalktı. Hocasının ellerini öptü. Hübeyre hazretleri;
-Arzu ettiklerine kavuştun mu? diye sordu. Cevâbında;
-Otuz senedir bunun için uğraşırım. Elhamdülillah himmetinizle arzuma bugün kavuştum, dedi. Kendisine icâzet verilip, talebe yetiştirmekle vazîfelendirildi...
Uzun müddet Hübeyret-ül-Basrî hazretlerinin hizmet ve sohbetlerinde bulunan Mimşâd ed-Dîneverî büyük velîlerden oldu. Gittiği yerlerde İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya başladı. İnsanlara nasîhat ettiği gibi bâzan da kendinden üstün velîlerin sohbetlerinde bulunup nasîhat aldı...


Kim kimden çekiyor!..
Mimşâd ed-Dîneverî vefâtı yaklaştığında ona;
-Hastalıktan ne çekiyorsun? dediklerinde;
-Benden ne çektiğini, gidin de hastalığa sorun, dedi.
-Gönlünü nasıl buluyorsun? diye sorduklarında;
-Gönlümü kaybedeli otuz sene oldu, onu tekrar ele geçirmek istedim ama bulamadım. Bu süre içinde gönlümü bulamayınca, bütün sıddîkların gönüllerini kaybettikleri şu hâl içinde, ben onu nasıl bulacağım? dedi ve ruhunu teslim etti...
Ölümü esnâsında Şeyhin biri yanına gitti ve;
-Allah sana iyi muâmelede bulunsun, diye duâ etti. Bunun üzerine Mimşad gülümseyerek;
-Otuz yıl önce Cennet bütün varlığı ile bana arz edildi, dedi ve Kelime-i şehâdet getirerek ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed Rıfâî</label>

Ahmed Rıfâî hazretleri, Mısırda yaşamış olan büyük velîlerdendir. Peygamber efendimizin soyundan olup seyyiddir. Anne tarafından da nesebi hazreti Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârîye dayanır. Bu yüzden kendisine Ebül-Alemeyn (iki sancak sâhibi) künyesi verilmiştir. Ebül-Abbâs da denir. Benî Rıfâe kabîlesine mensûb olduğu için Rıfâî nisbesi ile meşhur oldu... Ahmed Rıfâî hazretleri, hayâtını hep dîne hizmet ile geçirirdi. Bidat sahiplerine öğüt verir gittikleri yolun bozukluğunu bildirir, kurtuluşlarına vesîle olurdu.
Kıyamet gününe hazırlanın
Bu mübarek zat, sohbetlerinde sık sık şöyle nasihat ederdi:
Hayırdan bir şey öğrenirseniz onu insanlara öğretiniz. Böylece bu hayrın meyvelerinden istifâde edersiniz... Kıyamet gününe hazırlanın, çünkü gidişiniz Allahü teâlâyadır.
Vefâtına yakın ishale yakalanmıştı mübarek... Hastalık bir ay kadar devâm etti. Hizmetçisi;
-Efendim! Hiçbir şey yemediğiniz halde, bu gelenler neredendir? diye sordu. O da;
-Bu gelen ettir. Dışarı çıkıyor. Artık eridi kalmadı. Yalnız kemiklerimin içindeki ilik kaldı. O da bugün çıkar biter. Yarın da Allahü teâlâya gitme günüdür, buyurdu.
İyice ağırlaştığı zaman hizmetçisi;
-Efendim, kavuşmak vakti yaklaştı herhalde, deyince;
-Evet öyle görünüyor. Hastalığımın şu son zamânında bâzı hâdiseler cereyân etti. İnsanlar üzerine büyük bir belâ gelmekteydi. Bu belâlara karşı kendi vücûdumu fedâ edip, bu belânın giderilmesi için, Allahü teâlâya yalvardım. Cenâb-ı Hak da kabul buyurdu, dedi...


Pişman olmamak için!..
Daha sonra mübarek yüzünü toprağa sürmeye başladı. Yüzü gözü toza toprağa bulanmış bir halde ağlayarak;
Yâ Rabbî! Affet! Yâ Rabbî! İnsanların üzerine gelecek olan dert ve belâlar için beni siper yap da, belâlar benim üzerime yağsın! diye yalvardıktan sonra Kelime-i şehâdet getirip;
Dünyâda âhiret için çalışıp yorulan pişman olmaz, râhata kavuşur. Her hayır işleyenin ameli kendisine sunulacaktır. Her şer, kötü iş yapanın da ameli kıyâmet gününde önüne çıkacaktır buyurdu.
1182 senesi Ağustos ayının 23ünde Perşembe günü (H.578 Cemâziyelevvel ayının 22. günü) ikindi vaktinde, altmış altı yaşında Mısırda vefât etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrâhîm Harbî</label>

İbrâhîm Harbî hazretleri, aslen Mervden olup, Bağdâdda yerleşmiştir. Ahmed bin Hanbelden fıkıh ilmini öğrendi. Ebû Nuaym, Fazl bin Dekkîn, Affân bin Müslim, Abdullah bin Sâlih, İclî Mûsâ bin İsmâil, Ebû Havdî, Ubeydullah bin Muhammed, Amr bin Merzûk, Ahmed bin Hanbel ve diğer âlimlerden hadîs-i şerîf işitip, rivâyet etmiştir.Hadîs ilminde hâfız derecesinde olup, yüz bin hadîs-i şerîfi senetleriyle birlikte ezberlemiştir. Ayrıca lügat ve nahiv ilminde de âlim olup, edipliği ile meşhûrdur. Edebî ilimleri, Ebû Abbâs Salebeden öğrenmiştir. Vera, takva ve edebde, asrının seçkin âlimlerinden idi.
Kalbimize yerleştirdi
Zamanının âlimlerinden bir zât şöyle demiştir:
Üç kimsenin benzerini görmedim. Biri, Ahmed bin Hanbeldir ki, analar onun gibisini doğurmamıştır. Diğeri Beşîr bin Hâris olup, tepeden tırnağa akıl ile dolu idi. Üçüncüsü, Ebû Ubeyd-İbrâhîm Harbîdir ki, ilim deryası idi...
Dâre Kutnî de onun hakkında, O sâdık ve her ilimde emsalini geçmiş bir âlimdir demiştir.
İbrâhîm Harbî, ilimde, zühd ve takvada (dünyâya düşkün olmamada, harâm ve şüphelilerden sakınmada) Ahmed bin Hanbel hazretlerine çok benzerdi. Kendisi bu hocasına kıyas edilir, onun gibidir, denilirdi. Şu sözü meşhûrdur;
Size hadîs âlimlerinden söylediğim her söz, Ahmed bin Hanbelden nakildir. O bize, çocukluğumuzdan beri Resûlullahın sünnetine tâbi olmamızı, Eshâb-ı kirâmın naklettiklerine ve Tâbiînin, Eshâbdan bildirdiklerine uymamızı söyledi ve bunu kalbimize yerleştirdi.


Ölüm yaklaşmakta...
İbrâhîm Harbî, ömrünün son günlerinde hastalanmıştı. Bir tabip, onun tedavisi için yanına gelip gidiyordu. Bir gün hizmetçisi ona; bu tabibin öldüğünü haber verdi. Bunun üzerine şu beyiti söyledi:
Hastalığı tedavi eden tabip öldü/Ölüm, hastaya da yaklaşmakta...
Sonra kendisini ziyarete gelenlere de şu şiiri söyledi:
Her taraftan üzerime musibetler geliyor/Yavaş yavaş eridiğimi görüyorum/Nefs, insanı nasıl da aldatıyor/Kulluk yapmaya fırsat vermiyor/Ömür yaydan fırlayan ok gibi geçiyor...
Bunları söyledikten kısa bir zaman sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Molla Fenârî</label>

Molla Fenârî (Muhammed bin Hamza) zamanının en güçlü ve büyük âlimlerindendi. Faziletli, sağlam karakterli, yüksek ahlâklı üstün bir insandı. 1350 (H.751) senesinde Fener köyünde doğdu. Bu köyde doğması veya babasının fenercilik sanatıyla meşgûliyetinden dolayı Fenârî nisbetiyle meşhur oldu. Osmanlı Devletinin ilk şeyh-ul-islâmı ve büyük velîledendir... Bu mübarek zat, uzun zaman Bursada kalan ve Somuncu Baba diye tanınan Hâmid-i Aksarâyîden de ilim ve feyz aldı. Büyük bir velî ve yüksek âlimlerden olan Somuncu Baba, önceleri Bursada yaptırdığı fırında pişirdiği ekmekleri satarak geçinirdi. O sırada Molla Fenârî de Bursada kadılık yapıyordu. Somuncu Babanın ilimdeki ve velîlikteki üstünlüğünü bilenlerdendi... Keşîş Dağı eteklerinde
Molla Fenârî hazretleri, 1431 (H.834) senesi Receb ayında Bursada vefât etti. Kabri, Bursada Keşîş Dağı eteklerinde, Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır ve ziyâret edilmektedir...
Şemseddîn Fenârînin ömrünün sonlarına doğru gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Bir süre sonra, bir gece rüyâsında Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; Tâhâ sûresini tefsîr eyle! diye buyurunca; Yüksek huzûrunuzda, Kurân-ı kerîmi tefsîr etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor diye cevap vermişti. Peygamberlerin tabîbi olan Resûlullah efendimiz mübârek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mübârek ağzında ıslattıktan sonra gözleri üzerine koydu. Molla Fenârî uyanınca, pamuğu gözlerinin üstünde buldu, kaldırınca, görmeye başladı. Allahü teâlâya hamd ve şükretti.


Gözlerimin üzerine koyun!
Vefat edeceği vakit, o rüyayı gördüğü gün sakladığı pamukları getirmelerini söyledi ve:
-Bunlar, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin, mübarek ağızlarıyla ıslatıp gözümün üstüne koydukları pamuklardır. Cenazemi kefenlemeden önce gözlerimin üzerine yine bu pamukları koyun, buyurdu ve Kelime-i şehâdet getirerek ruhunu teslim etti.

]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah bin Menâzil</label>

Abdullah bin Menâzil hazretleri Hamdun Kassârın derslerinde ve sohbetlerinde yetişip zâhir, bâtın, açık ve gizli ilimlerde âlim oldu. Tasavvufta yüksek haller, fazîletler sâhibi ve hadîs ilminde derin âlim idi. Pek çok hadîs-i şerîf dinlemiş ve yazmıştır.Abdullah bin Menâzil hazretleri buyurdu ki:
İnsanlar edebe, ilimden çok daha fazla muhtaçtır.


Çalışıp da tevekkül et!
Devamlı utanmaktan ve sıkılmaktan bahseden, fakat Allahü teâlâdan sıkılmayan kimseye ne kadar şaşılır.
İhtiyâcı olmayan bir şeye muhtaç gözüken, muhtaç olduğu bir şeyi kaybeder.
Allahü teâlâ çeşitli ibâdetleri bildirdi. Sabrı, sıdkı, namazı, orucu ve seher vakitleri istiğfâr, tövbe etmeği buyurdu. İstiğfârı en sonra söyledi. Böylece kula, bütün ibâdetlerini, iyiliklerini kusûrlu görüp, hepsine af ve mağfiret dilemesi lâzım oldu.
Çalışıp da tevekkül etmek, bir yere çekilip ibâdet yapmaktan hayırlıdır.


İşte ben öldüm
Ebû Ali Dekkâk, Abdullah bin Menâzilin vefâtını şöyle anlatmıştır:
-Bir gün Ebû Ali Sekafî ile konuşuyorlardı. Söz arasında Abdullah bin Menâzil, Ebû Ali Sekafîye; Ölüme hazır ol, çünkü ölümden kurtulmanın çâresi yoktur dedi. Bunun üzerine o zat; Ey Abdullah sen de hazır ol, şüphesiz öleceksin deyince Abdullah bin Menâzil hazretleri kolunu yastık gibi uzattı, başını kolunun üzerine koydu ve; İşte ben öldüm diyerek, Kelime-i şehâdeti söyledi ve o anda vefât etti...


Dünyâ ile ilgisi yoktu!
Bu durum karşısında Ebû Sekafî hazretleri donakaldı. Söyleyecek bir söz bulamadı. Çünkü Abdullah bin Menâzile fiilen mukâbele etmek imkânına sâhip değildi. Ebû Ali Sekafîyi dünyâya bağlayan birtakım sebepler vardı. Abdullah bin Menâzilin ise Allahü teâlâdan başka meşgûliyeti yoktu. Dünyâ ile alâkasını kesmişti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ömer bin Abdülazîz</label>

Ömer bin Abdülazîz hazretleri, halîfeliği sırasında, dîne sokulan bidatleri ortadan kaldırıp, unutulmuş sünnetleri meydana çıkardı. Hadîs-i şerîfleri tasnif ettirdi. Ehl-i beyte dil uzatanların çirkin hareketine mânî olarak, son verdi. Bu uygulamaları, Ömer bin Abdülazîzi müceddid, İkinci Ömer ve Beşinci Halife unvanına kavuşturmuştur. İki sene beş aydan fazla sürmemiş olan Hilafeti esnasında, içte ve dışta fevkalade hayırlı işler yapmıştır. Onu çekemediler!..Ömer bin Abdülazîzin sulh ve sükûn içindeki idâresini çekemeyen fitneciler, ehl-i bidatten Hâricîler ve menfâati zedelenenler Halîfeyi ortadan kaldırmak için hizmetçisini kandırarak, onu zehirlettiler. Zehirlendiğinde doktor çağırdılar. Doktor:
-Buna zehir verilmiş. Bunun için ben bunun hayatı hakkında teminat veremem, dedi. Ömer bin Abdülazîz gözünü açarak;
-Bana değil, zehir verilmeyenlere de yaşayacaklarına dair teminat verme! dedi. Doktor;
-Zehir verildiğinin farkında mısın? diye sordu.
-Evet, mideme inince anladım, dedi. Doktor;
-O hâlde hemen tedâviye başlayalım, dedi ise de, mübarek insan bunu reddederek;
-Tedâvisi kulağımın ardında olsa da elimi kaldırıp onu almam. Rabbime ulaşmak benim için daha iyidir, dedi...
Ölüm döşeğine yatınca ağlamaya başladı. Etrafındakiler;
-Senin için ağlanacak ne var, Allahü teâlâ seninle nice sünnetleri ihyâ etmiştir. Adâletin ise son haddine yükselmiştir, dediler. O tekrar ağlayarak;


Ben o kimseyim ki!..
-Değil mi ki Allahın huzurunda bütün bu milletin hesabını vermek için durdurulacağım. Hepsi hakkında âdil davranabildiğimden emîn değilim, yaptığım kusurlar da ayrı. Elbette bunlar için korkar ve ağlarım, diyerek yine ağladı...
Ölüm anı yaklaştığı vakit;
-Beni oturtun, dedi. Oturttular. Üç kere şöyle söyledi:
Ben o kimseyim ki bana emirlik verdin, ben kusur ettim. Beni nehyettin, ben ise isyân ettim!..
Sonra da; Lâ ilâhe illâllah, ibâdete lâyık ancak Allahtır dedi ve ruhunu teslim etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri