Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kececizâde Fuat Paşa</label>

Kececizâde Mehmet Fuat Paşa, bir toplantıda Osmanlı bitti diyen yabancı sefirlere; Ekselanslar! Osmanlı o kadar kuvvetlidir ki, zira siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz, yine de yıkılmıyor diyen Türk devlet adamıdır...Fuat Paşa, güzel konuşan, hazır cevap biriydi. 55 yaşında olmasına rağmen 80 yaşında görünüyordu. Birden hastalandı, Fransaya tedavi için gitti. Vefatından iki gün önce, hasta yatağında Sultan Abdülaziz Hana hitaben yazdığı ibretli mektubunda şöyle diyordu:
Belki birkaç saatim kaldı
Hünkarım! Şurada yaşayabileceğim birkaç gün ya da birkaç saatim kaldı. Size önemli bir konuyu arz etmek istiyorum. Bu kağıt parçası huzuru âlinize sunulduğunda, ben bu dünyayı terk etmiş olacağım. Sözüm sana sadakatimdendir... Çevrenizde olan tehlikeleri görmeniz ve düşünmeniz gerekir. Vatansever geçinen bazı cahiller, modası geçmiş fikirlerle çevrenizde tehlike arz etmektedir, bunu bilesiniz. Büyük dinimizi terakkiye mani diyenler, şuursuz ve cahil kimselerdir. Müfterilere inanmayın. İlahi huzura çıkmak üzereyim. Bu dünyayı terk etmek için hazırlanıyorum. Padişahıma, memleketime, dinime karşı nankörlük etmeyeceğimi bilesiniz. Yanınızda gerçek dost, vatansever, Osmanlı hayranı, vatanını devletini canından daha aziz bilen, hakanına bağlı, Ali Paşaya güveniniz...
Gayri Müslim milletlerden olan paşalarımızın kimler olduğunu siz biliyorsunuz. Ermeni, Musevi, Hristiyan, kökenlilerdir, özellikle Kostantiniyye, Yahudi ya da Ermeni devleti için gizli çalışmalar yapılmaktadır. Onlar arasında eşitlik prensibi ile idare edilirse isyan önlenebilir. Maarif çöküntü içindedir. Büyük dinimizin yüksek hükümlerinin aksine, bizde maarif ağır aksak gitmektedir. Çok değerli müderrislerimiz vardır. Onlardan yararlanmak gerekir.


Birçok engelle karşılaştım
Bendeniz bu hizmeti yerine getirmeyi başaramadım. Bu uğurda birçok engelle karşılaştım. Bana dinsiz damgası basanların hilafına, kurallara uyarak, İslamiyetin haşmetini korumağa gayret ettim.
Artık titreyen kalemimle, fazla yazamaz oldum. Dünyayı terk etmeğe hazırlandığım şu anda, iyi niyetimi, düşüncelerimi, dikkat-i nazarınıza almanızı, zat-ı hümayununuzdan talep ve istida ederek sözlerime son veririm...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Bekr-i Şiblî</label>

Zamanının bir tânesi olan Ebû Bekr-i Şiblî, İmâm-ı Mâlik hazretlerinin Muvattâsını ezbere bilirdi. Takvâ sâhiblerinin tâcı, birçok riyâzetleri ve kerâmetleri ile evliyânın reîsi, akıl âleminin meşalesi idi. Pekçok âlimden hadîs-i şerîf dinlemiş ve nakletmiştir. Öğrenmek hususundaki şiddetli arzusu dinmek ve tükenmek bilmezdi.Dünyâdan göçeceği zaman...
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, güneş batarken güneşin sararmasına, şöyle bir benzetme yapar, şöyle derdi: Tıpkı mümin de böyledir. Dünyâdan göçeceği zaman, varacağı makam sâhibinden çekindiği için, nasıl karşılanacağını bilmeyip, böyle sararır... Gün doğarken de, çok aydın olarak doğar. Bu da, bir müminin öldükten sonra kabrinden kalkışına benzer. Bir mümin kabrinden kalktığında, yüzü güneşin doğduğu gibi parlar...


Bir dirhem kul hakkı!..
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, vefât etmeden biraz önce buyurdu ki:
-Üzerimde bir dirhem kul hakkı vardır. Onun sâhibi için, bin dirhem sadaka vermiştim. Bununla berâber, hâlâ gönlüme ondan ağır bir şey gelmez...
Henüz vefât etmeden, birçok insan cenâze namazını kılmak için geldiler. Firâsetle buyurdu ki:
-Ne şaşılacak şeydir ki, ölülerden bir grup, yaşayan bir kimsenin cenâze namazını kılmaya geldiler!..


Bana abdest aldırın!..
Şiblî hazretleri ölümü ânında adamlarından bâzıları yanına girerek ona Şehâdet kelimesini telkîn ettiklerinde, şu meâlde konuştu:
-Bir beyt ki içinde sen varsın, artık oranın ışığa ihtiyacı yoktur!.. İnsanlar hüccet ve delilleri ile geldikleri vakit, bizim hüccetimiz sensin... Senden yardım istediğim vakit, Allah bana yardım etsin...
Hizmetini gören Dîneverî hazretleri şöyle anlatır:
-Şiblî hazretleri, son anlarında; Bana abdest aldırın diye işâret etti. Ona abdest aldırdım. Sakalını hilâllemeyi unutmuştum. Elimi tutarak, sakalının içine koydu. O anda da, rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çolak Hasan</label>

Haçova Meydan Savaşı bütün şiddetiyle devam ediyordu... İlk günkü çarpışmalardan bir netice alınamadı. Ertesi gün savaş yeniden şiddetlendi. Sultan lll. Mehmed Hanın Otağ-ı Hümayunu, bataklığı gören bir tepeciğin üzerinde kurulmuştu. Sultan, beyleri ve paşaları yanında olduğu halde savaşı takip ediyordu. Öğleden sonra bataklığın geçilmesi esnasında öncü birlikleri olan Kırım atlıları bozulup geri çekilmeye başladılar. Ön saflardaki bu bozgun arkalara da çözülme olarak yansıdı. Fırsattan istifade eden düşman, Sultanın otağına saldırdı...Ordu bozuluyor muydu?!.
Bu sırada ordunun geri hizmetini görmekle vazifeli olanlar mutfak çadırının önünde toplandılar. Hasan, bir kolu çolak olduğundan, Yeniçeri Ocağına alınmamıştı. Bunun için hep üzülürdü. İşte bu Çolak Hasan o anda mutfak çadırından ayrılmış, içi giderek savaş alanının yakınlarından çarpışmaları seyrediyordu. Ordunun bozulmaya yüz tuttuğunu görünce, hemen koşarak mutfak çadırının önünde toplanmış olan kalabalığın karşısında nefes nefese durdu. Onlara;
-Bre ne durursunuz? Düşman, Sultanımızın otağına saldırıyor. Ellerimiz bağlı bekleyemeyiz! diye bağırdıktan sonra mutfak çadırına girerek, direklerden birinde asılı olan baltayı sağlam eliyle kaptığı gibi ileri atıldı. Bu hareket oradakileri coşturdu. Herkes ne bulduysa eline alarak Çolak Hasanın peşine takıldı. Kiminin elinde bıçak, kiminin elinde satır, kiminde de kepçe vardı...
Çolak Hasan, Sultanın çadırına iki metre yaklaşmış olan düşmana baltasını öyle savurdu ki, keferenin zırhı göğsünden parçalandı. Bir anda düşman neye uğradığını anlayamadı. Kafalarına yedikleri kepçeler ve satırlarla paniğe kapıldılar!..


Düşman askeri dağılmıştı!..
Tepenin üzerinde hadiseyi seyretmekte olan Hoca Sadeddin Efendi, yanında bulunan Cağaloğlu Sinan Paşaya;
-Düşmanın bu şaşkınlığından istifade ediniz. Ne duruyorsunuz! diye bağırdı. Savaş bir anda tam tersine dönmüş, düşman askeri dağılmış ve kaçmaya başlamıştı...
Az önce zafer naraları atan ağzı salyalı kefereler her şeylerini bırakarak kaçıyorlardı. Fakat zaferin kazanılmasında büyük rol oynayan Çolak Hasan ağır yaralıydı. Sultanın çadırına getirildi. Bir ara gözlerini açtı. Çadır kapısından Padişahın girmekte olduğunu görünce;
-Çok şükür Padişah otağına düşman giremedi, diyerek son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Karakaş Mehmet Paşa</label>

Sultan Genç Osman, ordunun başında Hotin Seferine çıkıyordu... Bizzat padişahın katılması, orduya büyük bir moral kaynağı olmuştu. Fakat genç padişahın hiç savaş tecrübesi yoktu. Budin Beylerbeyi Karakaş Mehmet Paşanın çok cesur ve tecrübeli bir kumandan olduğu, bu savaşta onun tecrübelerinden istifade edilmesi gerektiği padişaha arz edildi. Bunun üzerine Mehmet Paşa hemen Hotine çağrıldı. Zaten o da böyle bir davet bekliyordu. Hemen emrindeki kuvvetlerle birlikte yola koyuldu. Sultanın huzuruna çıkınca: Uğrunuza canımız feda!-Padişahım, uğrunuza canımızı fedadan çekinmeyiz. Eğer gayrette en ufak bir kusurumuz olursa, cezamız verile!.. dedi. Sonra sesini biraz daha yükselterek:
-Yarın düşman ordugahına bir hançer gibi saplanacak, kaleye de bir bayrak gibi çıkacağım!
-Bayrak gibi mi dedin?
-Evet padişahım, bir bayrak gibi, bir sancak gibi!
Sultan Osman ayağa kalktı, belindeki murassa kılıcını çıkardı
-Yaklaş Mehmet, yaklaş kahraman vezirim, diyerek kılıcını onun beline taktı. Mehmet Paşa, sevincinden ağlıyordu...
Ertesi gün büyük bir hücuma başlandı. Karakaş Mehmet Paşa, merkezde ve askerin en önündeydi. Padişahın hediye ettiği kılıcı ileriye doğru savurarak atılıyor, attığı naralar Hotin Kalesi surlarına çarparak yankılanıyordu. Böyle kahraman bir veziri başlarında gören asker de coşmuştu.
Savaş çok kanlı oluyordu. Mehmet Paşanın göğsü bağrı açılmış, saldırıyor, vuruyor, vuruyordu...


Tek kurşunla şehid düştü!
Nihayet düşmanın müstahkem mevkiine kadar girmeyi başardı. Hemen kethüdasının elindeki bayrağı kaptı ve hızla kale burçlarından birine dikmeyi başardı. Fakat o kadar ileri mevzilere gitmişti ki, bir anda yanında birkaç kişiden başka kimsenin kalmadığını fark etti. Bu bir avuç kahraman erimeye mahkumdu. Kethüdası;
  • Paşa hazretleri, fırsat varken geriye dönelim, dedi. Fakat Mehmet Paşa;
  • Hayır, cevabını verdi. Hayır, biz şehid olmadan bu bayrak indirilemez. O bayrak bizim canımızdan ileridir.
Karakaş Mehmet Paşa sözünde durdu. Geri dönmedi, sonuna kadar, her türlü takdirin üstünde bir celadetle dövüştü ve alnına isabet eden bir kurşunla şehid düştü.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İzzeddîn Türkmânî</label>

İzzeddîn Türkmânî hazretleri, Mısırda doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1424 (H.828) senesinde Meragada vefât etti. Dergâhındaki bahçeye defnedildi.Bu mübarek zat hâfız olup, Kurân-ı kerîmi çok güzel okurdu. Bir gün birisi içinden; İzzeddîn Türkmânî hazretleri acabâ beni de okutur mu? diye geçirdi ve talebelerin arasına karıştı. Sonra birisi gelip kendisini İzzeddîn Türkmânî hazretlerinin çağırdığını haber verdi. O da varıp onun huzûruna çıktı. Ona; Kurân-ı kerîmi öğrenmek ve okumak lâzımdır. Hatırına getirir lâkin öğrenmezsin? buyurdu. Sonra okutmaya başladı...
Timûr Hanın çadırında...
Zamânında Timûr Han oraları ele geçirmişti. Bir gün İzzeddîn Türkmânî hazretlerini çadırına dâvet etti ve otururken hizmetçisine şöyle tembih etti:
-Şimdi siz gasp edilmiş bir kuzu veya tavuk yakalayıp pişirin ve bu zâtın önüne getirin. İkrâm edelim. Tabii ki parasını sonra ödeyeceğiz. Bakalım bu zat onu yiyecek mi?
Hizmetçi hemen ilk gördüğü kuzuyu tutup getirdi ve İzzeddîn Türkmânî hazretlerinin önüne koydu. O mübarek de kızarmış kuzudan besmele okuyup yemeye başladı. Timûr Han;
-Efendi hazretleri. Helâl ise yiyorum demeyi unuttunuz, dedi. O zaman Türkmânî hazretleri;
-Bu bize helâldir, buyurdu.
Timûr Han yanındakilere tam Gördünüz mü, gasbedilmiş kuzu etini yedi diyecekken o mübarek hemen Birazdan her şey anlaşılır buyurdu.
Tam o anda bir kadın feryâd ederek yanlarına geldi ve şöyle dedi:
-Sultânım bahçemde birkaç kuzu beslerdim. Onlardan birini İzzeddîn hazretlerine vermeyi adamıştım. Adamlarınız onu elimden zorla aldılar!


Adağın sâhibini buldu
Timûr Han bu sözleri duyunca, hayretler içinde kaldı. O zaman Türkmânî hazretleri başını kaldırıp;
-Ey hâtun! Allahü teâlâ sana çok mükâfât versin. Adağın sâhibini buldu. İşte yediğimiz kuzu odur, buyurdu.
Kadıncağız sevinçle geri döndü. O zaman Timûr Han, İzzeddîn Türkmânî hazretlerinin büyüklüğünü anlayıp hürmet ve ikrâmlarda bulundu...
İzzeddîn Türkmânî hazretleri vefâtı yaklaşınca vasiyet edip;
-Ben filan gün vefât ederim. Musallaya koyun. Bir zât gelip namazımı kıldırır, buyurdu.
Dediği gibi oldu. Tanımadık biri gelip cenâze namazını kıldırdı ve defnettiler..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâh-ı Nakşibend" Behâeddîn Buhârî</label>

Seyyid Behâeddîn Buhârî hazretleri, Muhammed Bâbâ Semmâsî ile Emîr Külâlin talebesidir. 1318 (H.718) senesinde Buhârâ yakınındaki Kasr-ı Ârifânda doğdu. 1389 (H.791)da aynı yerde Rebîul-evvel ayının üçünde Pazartesi günü vefât etti... Behâeddîn Buhârî hazretlerinin konuşmaları Peygamber efendimizin konuşması gibi tane tane idi. Konuştuğu kimseye yönünü dönmüş olarak konuşurdu. Kahkaha ile gülmez, tebessüm ederdi. Kimseyi küçük ve hakîr görmez, dâimâ güler yüzle karşılardı. Ancak celâllendiği zaman kaşları çatılırdı. Bu zamanda heybetinden karşısında durulmaz olurdu... Ölmek nasıl olurmuş görün!
Şemâili, görünüşü birçok bakımdan Resûlullah efendimize benzediği gibi, sözleri, işleri ve bütün hareketleri sünneti seniyyeye uygun idi...
Buhârâda Şeyh Nûreddîn Halvetî adında, sâlih ve meşhûr bir zât vefât etmişti. Behâeddîn Buhârî hazretleri talebeleriyle birlikte vefât eden o zâtın yakınlarına tâziyeye gitmişlerdi. Tâziyeye gelenlerden bir kısmı ve o evin halkı, yüksek sesle ağlayıp feryâd ediyorlardı. Behâeddîn Buhârî hazretleri bu hâli görüp, onları yüksek sesle ağlamaktan men etti. Orada bulunanlardan her biri bu hususta bir şeyler söyledi. Bu arada orada buyurdu ki: Benim ömrüm sona erince, ölmek nasıl olurmuş dervişlere öğreteyim!
O anda yanında bulunan Alâeddîn-i Attâr hazretleri buyurdu ki:
-Bu sözü dâimâ benim hatırımda kaldı. Mübarek bir gün hastalandılar. Bu hastalığı ölüm hastalığı olup, ömrünün son günleri idi. Husûsî odasına çekildi. Vefâtına kadar orada kaldılar. Her gün talebeleri oraya giderler huzûrunda bulunurlardı. Talebelerinin her birine şefkat gösterip, iltifatta bulunurdu. Vefât etmek üzere iken, ellerini kaldırıp duâ etmeye başladı. Ellerini uzatıp uzun müddet duâ etti. Sonra ellerini yüzüne sürüp vefât etti.


O da bizimle okuyordu
Yine Alâeddîn-i Attâr hazretleri şöyle anlatmıştır:
-Hâce Behâeddîn Buhârî hazretlerinin vefâtı sırasında Yâsîn-i şerîfi okuyorduk. O da bizimle okuyordu. Yarısına gelince, nûrlar gözükmeye başladı. Kelime-i tevhîdi söyleyerek son nefeslerini verdiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Yahyâ eş-Şâmî</label>

Ebû Yahyâ eş-Şâmî hazretleri, gazalara katılır, cihad ederdi. Şamlıların âlimlerinden olup, Mekhûlün akranıdır, yani ilim bakımından onun gibidir. Hadîs ilminde sika bir âlimdir. Ümm-üd-Derdâ, Recâ bin Hayve, Ubâde bin Şâmidden hâdîs-i şerîf rivâyet etti. Ondan da Rebîa bin Yezîd, Saîd bin Abdülazîz, Evzâî, Yemân bin Adiy gibi âlimler, hadîs-i şerîf rivâyet edip, ilim öğrenmişlerdir.

Şamın en fazîletlisidir
Âlimler onun hakkında buyurdular ki:
İbn-i Sad: O Şamlı Tâbiînin üçüncü tabakasındandır. Hadîs ilminde sika bir âlim olup, rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler azdır.
Evzâî: Zamanında, Şamın en fazîletli ve seçilmişlerinden idi.
Yemân bin Adiy: O, Şamda çok ibâdet eden zâtlardan birisidir.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
İbn-i Muhayrizden rivâyet ettiği hadis-i şerif: Allah yolunda iken hâsıl olan tozla, Cehennemin dumanı, bir Müslümanın üzerinde bir araya gelmez.
Ebûdderdâdan rivâyet ettiği hadis-i şerif Siz, kıyâmet gününde, kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. Öyleyse, isimlerinizi güzel koyunuz.
Ebû Cemile anlatır:
-İbn-i Ebî Zekeriyyadan duydum. Buyurdu ki; Abdullah bin Ebî Zekeriyyanın meclisinde hiç kimse konuşamazdı. O derdi ki: Allahü teâlâyı anıp, onun emir ve yasaklarından konuşursanız, sizinle ilgilenir, size kıymet veririm. Eğer, insanlardan ve onların dedi-kodu ve gıybetlerinden bahsederseniz, sizi terk eder, yanınızda durmam.


Verası az olanın kalbi ölür
Utbe bin Temim bildirir: O şöyle dedi: Çok konuşan kimsenin düşmesi, hata etmesi ve yanlışlara dalması çok olur. Bu durumda olan kimsenin verâsı (şüphelilerden sakınması) az olur. Verası az olanın kalbi, ölü bir kalb gibidir.
Abdullah bin Ebû Zekeriyyanın, vefat anındaki son sözleri şunlar oldu:
Yâ Rabbi! Senin Resulün Allah yolunda hasıl olan tozla Cehennemin dumanı bir Müslüman üzerinde bir araya gelmez buyurdu. Beni de onlardan kabul et! Senden başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselama ve diğer peygamberlere ve hepsinin getirdiği kitaplara ve içindekilerinin hepsine iman ettim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Akçakoca</label>

Akçakoca, Sakarya mıntıkasına ve İzmit taraflarına yaptığı akınlarla buralarda bazı kaleleri fethetmiş, Ayan Gölü (Sapanca) çevresini de alarak, orasını kendisine karargah yapmıştı. Daha sonra Ermeni Pazarı ve Kandırayı zaptetmiş ve aşiret beylerinden Konuralp ile Aydos ve Samandırayı almışlardır. Samandıra Kalesi Akçakocaya mülk olarak verilmiştir. İzmit ile Üsküdar arasındaki bütün Türk muvaffakiyetleri bu Akçakoca ile Gazi Abdurrahmanın faaliyetleri sayesinde temin edilmiştir. Akçakocanın vefatı 1326dan sonra olup kabri Kandırada bir tepe üstündedir. Bunun adına nisbetle İzmit vilayetine Kocaeli denilmiştir.
Sen ne dersin bre ulak?
Akçakoca hazretleri vefat edince bir haberci bunu Orhan Gaziye şu şekilde ulaştırdı:
-Akçakocamız sizlere ömür Sultanım!
-Sen ne dersin bre ulak?
Orhan Gazi beyninden vurulmuşa döndü. Haberci ağlıyordu:
-Ayaklarım kırılsaydı da size bu haberi getirmeseydim Sultanım... Velâkin üzerimde bir emanet vardır...
-Ne emaneti?
-Akça Kocamın bir vasiyeti efendim...
-Tiz söyle...
-İzmiti biz fethedemedik... Cenab-ı Hak Orhan Gazi Beyimize nasib etsin. Şayet bu kaleyi alırsa, cümle haklarımız kendisine helal olur... deyip ruhunu teslim etti sultanım....
Orhan Gazi derhal sefer hazırlıklarına başladı. Ordusu ile bütün beyleri, paşaları, süvarileri, piyadeleri, İzmitin fethine gidiyordu...


Ruhun şâd olsun...
Bir ticaret merkezi durumunda bulunan İzmit, İznikin fethinden hemen sonra Osmanlılar tarafından alınmak istenmiş ve hatta bir ara elde edilmiş ise de sonradan yine Rumlara verilmişti. Osmanlı kuvvetleri İznikin fethinden bir sene yani 1331 Haziranından sonra şehri kuşatmışlarsa da Bizans İmparatoru Andronikosun yardıma gelmesi üzerine Orhan Bey, İmparatorla anlaşarak kuşatmayı kaldırmıştı. Orhan Bey, bu kuşatmadan altı sene sonra Akçakocanın bu vasiyeti üzerine şehri tekrar kuşattı. Bu sefer dışarıdan yardım alamayan şehir, teslim olmak zorunda kaldı... Orhan Gazi, o gün Vasiyetini yerine getirdim Akçakocam! Ruhun şâd olsun diyerek çok dualar etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mahmûd Kefevî</label>

Büyük âlim Mahmûd Kefevî hazretleri, bir gece rüyâ ile mânâ âleminde Resûlullah efendimizin huzûr-ı şerîflerine girdi. Mecliste hazret-i Ebû Bekir, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali ile Eshâb-ı kirâmdan bâzıları da hazır bulunuyorlardı. Edebe riâyet ederek onlara selâm verdi. Her zaman kıldığı namazın tâdil-i erkânını efendimize arz etmek için önlerinde kıbleye karşı namaza başladı. Hazret-i Ali, Mahmûd Kefevînin bu davranışına karşı çıkıp böyle yüksek bir meclise katılmayıp, nâfile namaz kılmak edebi terk etmek değil midir? diye dokunaklı söz söyledi. Sen ona îtirâz etme!
Peygamber efendimiz hazret-i Aliye hitâben;
-Yâ Ali! Sen ona îtirâz etme. Onun maksadı namazın tâdil-i erkânını hakkıyla edâ edip edemediğini ve kusurunun olup olmadığını bize göstermektir, buyurdular.
Mahmûd Kefevî, Peygamber efendimizin huzûrunda iki rekat namaz kıldı. Tâdil-i erkanla kıldığı diğer namazları da Peygamber efendimizin hüsn-i kabûlüne mazhâr oldu...
Mahmûd Kefevî hazretleri ömrünün sonuna doğru bir gece rüyâsında Resûlullah efendimizin mübârek cemâliyle müşerref oldu. Tam bir edep ve tevâzû ile önlerine eğilip;
-Yâ Resûlallah! Size olan iştiyâkım, sevgi ve muhabbetim, haddinden fazla oldu. Acabâ yakın zamanda bu berbat dünyâdan ve bu zahmet çekilen yerlerden kurtulup, Allahü teâlânın izniyle yüce hizmetinize kavuşmam nasîb olacak mı? Yoksa daha bu dünyâ evinde nice zaman kalıp ömrüm hasretle mi geçecek? diye sordu.


Beş bilinmeyenden biri!
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de;
-Bu dediğin, beş bilinmeyen husustan biridir. Allahü teâlâ onları kimseye bildirmedi. Senin ömrün benim ömrüm gibi, diyerek kinâye ile cevap verdiler...
Mahmûd Kefevî hazretleri, Peygamber efendimizin buyurduğu gibi, altmış üç yaşına geldiği zaman 1581 (H.989) senesi Ramazân-ı şerîf ayının üçünde pazar gecesi vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tozkoparan İskender</label>

Tozkoparan İskender, okçuluk tarihimizin en büyük kemankeşi sayılır. İmparatorluğun çeşitli illerinde 10 ayrı rekor kırmış ve bunların hiçbiri daha sonra aşılamamıştır. En uzun rekorunu, gündoğusu havasıyla atılan Arkurı Menzilinde 1281.5 gezle kırmıştır. Bu 846 metrelik uzaklık, bir dünya rekorudur...Bir gün, İrandan Bahtiyar adında bir pehlivan gelip, Padişahın yanında sert yaylar çekmiş ve büyük hünerler göstermiş. Padişah da;
-Bizde buna gâlip gelecek kimse yok mudur? deyince,
-Pâdişahım bir nice gün izin verin tedârik olunur, demişler.
Kim bu taşı kaldırırsa!..
Atıcıların ileri gelenleri birkaç kantar ağırlığındaki bir top taşına demirden bir halka yapıp Bab-ı Hümayundan içerideki meydana koymuşlar ve;
-Her kim bu taşı kaldırırsa, çok büyük ihsan vardır! diye etrafa haber yaymışlar. Tozkoparan İskender ise o devirde Acemi Oğlanlar Ocağında Bakraç Oğlanı imiş. Günün birinde oradan geçerken, birçok adamın toplanarak taşın yanında durduklarını ve kaldırmaya çalıştıklarını görmüş. Hemen bakraçlarını yere koyup, taşın halkasına yapışmış ve 3 defa göğsü üzerine kadar çıkarıp yere vurmuş. Bunun üzerine Pâdişah, Tozkoparana 1000 altın ihsan ederek;
-Göreyim seni, şu İranlıyı yen! der.
Bahtiyarı çağırırlar. Tozkoparan, İranlı pehlivanın çektiği yayların üstüne kuvvetli bir yay daha koyduktan sonra bunları kolayca çeker ve Bahtiyarın deldiği demir levhaların üzerine bir levha daha koydurarak onu da kolayca deler. Böylece Sultanı ziyadesiyle memnun eder...


Ah! Lodos Menzili!..
Bir gün, Makbul İbrahim Paşa, Atmeydanındaki sarayını yaptırması nedeniyle Kanuni Sultan Süleymana bir ziyafet vermiştir. Bu ziyafet eğlenceleri sırasında, Türk okçuluk tarihinin önemli kişilerinden biri olan Tozkoparan İskender, at üstünden attığı okla birbirinin içine yerleşmiş 5 kalkanı delmiştir.
Derler ki, Tozkoparan İskender başarılı okçuluk hayatında nasıl olmuşsa olmuş sadece Lodos Menzilinde Bursalı Şücayı geçememiştir. Bu içine dert olduğundan, son nefesinde Ah! Lodos Menzili!.. diyerek vefat etmiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Harun Reşid'in oğlu Ahmed Sebtî</label>

Ahmed Sebtî hazretleri münzevi bir hayat sürüyordu. Bir gün Halife Harun Reşid oğlu Ahmed Sebtînin yanına gidip dedi ki: -Ey oğul, sen beni rezil rüsvay ettin. İnsanlar, senin benden uzakta bir hayat sürmenden dolayı beni suçluyorlar!O da, babasına şöyle cevap verdi:
-Ey babacığım, ben seni rüsvay etmedim. Fakat senin yüzünden ben rezil oluyorum! Harun Reşid;
-Bu nasıl oluyor, diye sorunca, havada uçan kuşları gösterip, onları çağırmasını istedi. Harun Reşid kuşları çağırınca, kaçıştılar. Kendisi işaret edince, uçup önüne geldiler. Babasına;
-Görüyorsun ki, senin sesinden kaçıyorlar. Benim ise bir işaretime geliyorlar, dedi... Vali, ziyaretine gitti...
Bundan sonra Ahmed Sebtî, başka bir şehre gitti. Giderken annesi koluna kıymetli bir yakut taşı bağladı. Ayrıca kendisi de okumak için bir mushaf-ı şerif aldı. Gittiği yerde cumartesi günleri bir inşaatta işçilik yapıyordu. Altı gün de bir sahrada bulunan bir mescitte halvete çekiliyordu...
İş yaparken hiç gevşeklik göstermeden çalışıyordu. Bu gayretli çalışmasını, bulunduğu yerin valisi görüp, onu çok beğendi.
Fakat bir cumartesi günü işe gelmedi. Vali işçilere;
-Neden gelmedi, nerede kalıyor? diye sordu. Biri;
-O kişi filan mescitte kalıyor, hastadır, dedi.
Vali, onun yanına gidip ziyaret etti ve çok hürmet gösterdi. Hastalığı gerçekten ağırdı. Valiyi görünce;
-Eğer yerine getirirsen, sana üç vasiyetim olacak, dedi.
Vali, her ne vasiyet ederse yerine getireceğini söyledi. Bunun üzerine buyurdu ki:
-Ben Harun Reşidin oğluyum. Ondan hiçbir şey almadım. Ancak şu yakutu zorla koluma bağladılar. Bir de Mushaf-ı şerif getirmiştim. Bunları Harun Reşide ulaştırınız.
İkinci vasiyetim, ben öldükten sonra yüzümü siyaha boyayıp, boynuma ip takarak sokak sokak bütün şehri dolaştırsınlar ve; Sahibine itaatsizlik yapan kulun hali böyle olur! desinler.
Üçüncü vasiyetim de, kabrimi belli etmesinler!


İki vasiyeti yerine getirdiler
Bunları söyledikten sonra bu âlemden göçüp gitti. Vali çok üzüldü. Fakat vasiyetini yerine getirmek için boynuna bir ip bağlayıp dolaştırmak istedi. O sırada gaipten bir nidâ geldi:
Ey edepten mahrum kimse! Böyle bir edepsizliği mukarreb bir kula mı yapıyorsun, azaptan korkmuyor musun?
Bu sesi duyanlar tövbe ettiler ve diğer iki vasiyeti yerine getirdiler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Temeşvarlı Ahmet Ağa</label>

Eylül başlarında Avusturya kuvvetleri Temeşvar üzerine yürüyüşe geçtiler. Temeşvar Kalesine yapılacak baskın için düşman kuvvetleri Nagy Varat Kalesinde toplanmaya başlamışlardı. Ayrıca 10.000 zırhlı Alman süvarisi de onlara destek verecekti. Serdengeçtilerin kumandanı, Ahmet Ağayı çağırıp:-Sen şimdi yanındaki gazilerle yola çık. Bir düşman birliği Nagy Varata doğru gidermiş. Siz evvel davranın ve Nagy Varat Köprüsünü tutun. Szegedin ve Szolnoktan imdat gelinceye kadar mutlaka dayanın. Düşman köprüyü geçerse halimiz harap olur, dedi. Kurtulmaları imkânsız gibiydi...
Ahmet Ağa, bin kadar güzide serdengeçti ile yola çıktı. Nagy Varat Köprüsüne vardıklarında, düşman birliklerinin kendilerinden önce geldiklerini, hatta yarıya yakın kısmının köprüden geçmiş olduklarını gördü.
Ahmet Ağa, gazilere;
-Yiğitlerim! Bunlar durdurulmazsa, İslama nice mazarrat isabet eder. Hepsi on bin zırhlı süvaridir. Biz ise bin kişiyiz. Ama onları yine durdururuz. Gaza sanatımız, gazilik unvanımız, şehitlik şanımızdır. Haydi helalleşin de varıp şu kefereye haddini bildirelim!..
Sonra gazilerini ikiye ayırdı. 500 kişi köprünün ağzını tutarak geçişi durdurmaya çalışırken, 500 kahraman da geçmiş bulunan düşmana saldıracaklardı. Tam bire on dövüşeceklerdi. Bu yüzden kendilerinin kurtulmaları imkânsız gibiydi...
500 gazi kendilerini kaldırıp düşmana vurdu. Sanki barut mahzenine şerare isabet eyledi! gaziler zırhlı süvarilere karşı çıplak göğüsleriyle savaşmaktaydılar. Kılıçlar şimşek gibi çakıyor, topuzlar yıldırım gibi iniyordu...
Ne yazık ki, bir saat sonra bu 500 gaziden 400ü şehit düşmüş bulunuyordu. Kalan 100 kişi de köprüyü tutanlara katıldı. Müthiş bir mücadele başladı.


Son gazi de şehit oldu!
Savaşın en şiddetli anında Ahmet Ağa, bir ara köprünün ayaklarından birine doğru süzüldü. Atının terkisinde bulunan bir tulum neft yağı ile bir torba barutu buraya yerleştirip, fitili de koyduktan sonra ateşledi ve tekrar yukarı çıktı. Biraz sonra alevler yükseldi ve ardından müthiş bir patlamayla köprü yanmaya başladı. Böylece düşmanın kalan kısmının geçmesi imkansız hale geldi. Ve bu son gazi de şehadet rütbesine ererken, imdat kuvvetleri yetişip düşmanı imha ettiler ve külliyetli miktardaki top ve cephane de Osmanlı kuvvetlerinin eline geçti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri