Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Züfer bin Hüzeyl "İmâm-ı Züfer"</label>

Züfer bin Hüzeyl hazretleri, aslen İsfahanlı olmasına rağmen Basrada yaşadı ve orada ilim tahsîl etti. Önce zamânının âlimlerinden hadîs ilmini öğrendi. Sonra Kûfeye gidip İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devâm etti. Ondan fıkıh ilmini tahsîl ederek zamânının meşhûr fakîhlerinden oldu. İmâm-ı Azam; Talebelerimin en mükemmelidir buyurarak, onu medhetti. İctihâd derecesine yükselip İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe hazretlerinin koyduğu usûl ve kâidelere göre ictihâdda bulundu. Basra kadılığı da yaptı...İmâm-ı Züfer, Hanefî mezhebinde fukahânın ikinci tabakasından yâni mezhepte müctehidlerden oldu. İlimdeki yüksek derecesi yanında, güzel ahlâk ve fazîlette de örnek insan oldu. Ömrünü ilme ve ibâdete verip dünyâya ve dünyâ malına hiç meyletmedi.
Bir müddet Basra kadılığı yaptı. Ömrü boyunca ilim öğretmek ve ders vermekle meşgûl oldu. Muhammed bin Abdullah Ensâr, Halef bin Eyyûb, Asım bin Yûsuf, Hilâl-er-Rey gibi büyük âlimler onun ders halkasında yetiştiler. Hocası İmâm-ı Azamın vefâtından sonra sekiz sene yaşadı.
İmâm-ı Züfer çok az meselede İmâm-ı Azamdan ayrı ictihatta bulunmuştur. Hocası İmâm-ı Azama, hayâtında ve vefâtından sonra muhâlefet etmemiştir. Hanefî mezhebinde, zarûret hâlinde İmâm-ı Züferin ictihadı ile amel etmek câizdir. İbn-i Abd-ül-Berr, şöyle demiştir:
Züfer bin Hüzeyl, yüksek bir akıl ve idrâke sâhipti. Haramlardan çok sakınan, verâ sâhibi ve hadîs ilminde sika, yani güvenilir, sağlam bir âlimdir.
Bu mübarek zat, evliyânın büyüklerinden Dâvûd-i Tâî ile arkadaş olup birbirlerini çok severlerdi. Dâvûd-i Tâî, ibâdetle, zühd ve takvâ ile yaşadı. İmâm-ı Züfer ayrıca ilme devâm etti. Hem ilimde, hem de ibâdette çok gayretli bir âlim olup, bunları kendinde toplamıştır.


Şu mallar hanımımındır
İmâm-ı Züfer vefât edeceği zaman İmâm-ı Ebû Yûsuf ve yanında bulunanlar vasiyetin nedir? diye sordular. Onlara:
-Şu mallar hanımımındır. Şunlar da, kardeşimin oğlunundur, dedi.
Bu sözlerine şaşırdılar. Çünkü kardeşi varken, kardeşinin oğluna bir şey düşmezdi. Vefâtından sonra kardeşi onun zevcesiyle evlendi. Bir oğlu oldu. Mallar oğluna kalınca, İmâm-ı Züferin kerâmeti o zaman anlaşıldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid Ahmed-i Buhârî</label>

Seyyid Ahmed-i Buhârî, küçük yaşta Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine talebe oldu. Onun hasta kalplere şifâ veren sözleriyle yetişti. Hizmetiyle şereflenip, teveccühlerine kavuştu. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri onu çok severdi. Nerede görse ayağa kalkar, tâzim ve ikramda bulunurdu. Seyyid Ahmed, hocasının bu iltifâtlarına çok mahcub olurdu. Bir gün hocasına; -Muhterem efendim! Bu fakir için gösterdiğiniz hürmet bizi çok üzmektedir, deyince, Ubeydullah-ı Ahrâr ona;
-Size nasıl hürmet etmeyelim ki? Sizi gördüğümüz zaman iki büyüğün azametini müşâhede etmekteyiz. Biri; sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın neslindensiniz. Diğeri de; Hâce Mahmûd İncirfagnevî ceddinizdir, buyurdu...
Pek çok talebe yetiştirdi
Seyyid Ahmed-i Buhârî, daha sonra hocasının işâretleri üzerine yine Simavlı Abdullah-ı İlâhî ile berâber Anadoluya geldi. Yolda Molla Câmî ile görüşüp sohbet ettiler.
Emîr Ahmed-i Buhârî, İstanbulluları irşâda, yetiştirmeğe başladı. Her taraftan talebeler huzûruna koşuyordu. Bereketli sohbetleriyle, talebelerin dünyâya meyilleri azalıyor, hidâyete kavuşarak, âhirete yöneliyorlardı. Talebeleri çoğalınca, Fâtih Câmiinin batısında bir yere mescid ve talebelerin kalacağı bir ev yaptırdı. Orada ders vermeye başladı. Talebeleri daha da çoğalınca, Balata yakın bir yerde, Galataya karşı birçok odalar yaptırdı. Talebeler, orada ikâmet ederek derslerine devâm ettiler.
Talebeleri, huzûrunda çok edepli otururlardı. Dâimâ gösterişten uzak durur, kalben Allahü teâlâyı zikrederlerdi. Seyyid hazretleri, sohbetlerinde hiç dünyâ kelâmı konuşmazdı. Allahü teâlânın emir ve yasaklarından, Resûlullah efendimizin mübârek sözlerinden, âlimlerin hallerinden başka şey anlatmazdı. İnsanların kalbinden geçenleri, evliyâlık nûru ile keşfederdi. Çok kimse arzusunu söylemeden cevaplarını alır, tatmin olur giderlerdi...


Mescidinin yanına defnedildi
Seyyid Emîr Ahmed-i Buhârî, 1516 senesi Cemâzil-âhir ayının bir pazartesi günü, kuşluk vaktinde talebelerine vasiyetini yaptı. Vasiyetlerinden biri de; Mezarımı, mescidimin güneyindeki duvarın dibine kazınız. Yanındaki defne ağacını kesmeyiniz şeklindeydi. Talebeleriyle vedâlaştı ve onlara son nasîhatlerini yaptıktan sonra, Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdurrahmân bin Muhammed</label>

Mâlik bin Dînâr hazretleri, hacda iken garip bir rüya görmüştü... Uyanınca rüyada kendisine bahsedilen Muhammed oğlu Abdurrahmân adındaki kimseyi aramaya başladı. Sordukları kimse Aradığın kimse her yıl hacca gelir dediler. Araya araya onu bir köşede Kurân okurken buldu. Abdurrahmân onu görünce bir âh çekip bayıldı. Daha sonra şöyle dedi: -Allahü teâlânın beni affetmediğini söylemeğe geldin değil mi?
Mâlik bin Dînâr hazretleri çok şaşırdı. Ona hayret edip sordu:
-Sâlihlerden birine benziyorsun. Çok merak ettim. Acaba, Allahü teâlâ seni niçin affetmiyor.
Ona hakkımı helâl ettim.!
-Bir ramazan ayının ilk gecesi idi. İçip sarhoş olmuştum. Bu sırada babama vurup bir gözünü çıkarmışım. O da bana bedduâ etmiş. Ertesi günü ayılınca neler yaptığımı büyük bir üzüntü ile öğrendim. Her yıl böyle hacca gelir duâ ederim. Fakat, her seferinde sizin gibi birisi rüyâmda Allah seni affetmedi diye söyler...
Onun bu hâline Mâlik bin Dînâr acıdı, babasını sorup yerini öğrenerek onun yanına gitti ve şöyle dedi:
-Farzet ki kıyâmet kopmuş, oğlun Abdurrahmânı tutup Cehenneme götürüyorlar. Onu bu hâlde görsen üzülmez misin?
Bunu duyunca babası ağlamaya başladı. Daha sonra kendine gelip dedi ki:
-Sen şâhit ol ki, oğlumu affettim ve ona hakkımı helâl ettim.
Mâlik bin Dînâr, hemen ondan izin alarak oğlunun yanına gelip müjdeyi verdi:
-Baban senin suçunu bağışladı. Biraz sonra seni görmeye gelecek.
Bunu duyunca Abdurrahmân ağlayarak tekrar bayıldı. Bu sırada babası geldi. Ayıldığında babasını baş ucunda gördü ve dedi ki:
-Babacığım ne olur, sen de benim gözümü çıkar ki, kıyâmete kalmasın! Babası;
-Ey gözümün nûru! Ben seni affettim. Senden râzı oldum, dedi.


Baban senden râzı değil!
Bu sırada Abdurrahmân iki defâ şehâdet getirdi. Mâlik bin Dînâr ona Hâlin nasıldır? diye sordu:
-Baygın halde iken elinde topuz olan bir melek bana: Baban senden râzı değil! Bu topuzla senin başına vuracağım dedi. Az sonra, başka bir melek gelip yeşil bir mendille gözlerimin yaşını sildi ve dedi ki: Şehâdet getir! Baban ve Allahü teâlâ senden râzı oldu dedi. Bunları söyler söylemez rûhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Amr bin Kays el-Mülâî</label>

Amr bin Kays el-Mülâî, Kûfenin beş büyüğünden biri olarak tanındı. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve selem) hadîs-i şerîflerini dinlemek ve nakletmek husûsunda yüksek gayret gösterdi. Tâbiînden olan âlimlerden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Bağdâda giderek Ahmed bin Hanbel hazretleriyle görüşüp sohbette bulundu. İlimde yüksek dereceye ulaşan Amr bin Kaysdan da pekçok kimse hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu... Tasavvufta da ilerledi... Ahmed bin Hanbel, Yahyâ bin Maîn, Ebû Hâtim er-Râzî ve Nesâî gibi büyük âlimler Amr bin Kaysın sika yani güvenilir bir râvî olduğunu bildirdiler.
Hadîs ilminde yüksek derece sâhibi olan Amr bin Kays, kırâat yâni Kurân-ı kerîmi okuma ilmini kırâat imâmlarından olan Asım bin Behdeleden öğrendi. Zamânında kâriler yâni Kurân-ı kerîmin kırâat ilmini bilerek okuyanlar arasında yer aldı. Zâhirî ilimlerde yüksek derece sâhibi olduğu gibi, tasavvuf ilminde de ilerledi...
Bu mübarek zat, Allah korkusundan devamlı ağlardı... Bazen rengi değişir, bembeyaz olurdu. İnsanlara nasîhatta bulunur, onlara Kurân-ı kerîm okumasını öğretirdi. İlim ehlinden bir kimse gelince, önünde diz çöker; Allahü teâlânın sana bildirdiklerinden bana öğret derdi.
Ömrünü Resûlullah efendimizin sünnetini öğrenmek, öğretmek ve yaşamakla geçiren Amr bin Kays hazretleri zâhid yâni dünyâdan uzak bir hayat yaşadı. 763 (H.146) senesinde Kûfede vefât etti. Vefat ederken yanında bulunan Ebû Hayyân et-Temîmîye: Ben ölüyorum. Cenaze namazımı sen kıldır buyurdu ve ruhunu teslim etti...


Etrafı kuşlar kapladı!..
Bütün Kûfeliler onun cenâze namazında bulundular. Vasiyyeti üzerine cenâze namazını Ebû Hayyân et-Temîmî kıldırdı. Ebû Hayyân, cemâatin önüne geçip dört defâ tekbir aldığı zaman; İhsân edici olan Amr bin Kays geldi diye yüksek bir ses işitildi. Namazdan sonra baktıkları zaman beyaz renkli ve o zamana kadar görülmemiş olan kuşların etrafı kapladığını gördüler... İnsanlar o kuşların güzelliğine ve çokluğuna şaştılar. Ebû Hayyân et-Temîmî; Niçin şaşıyorsunuz? Bunlar meleklerdir. Amr bin Kaysa iyi şehâdette bulunmak üzere geldiler buyurdu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Belek Bey</label>

Belek Bey, Haçlılara karşı büyük zaferler kazanan Artuklu Emiridir. Amcası İlgazi, Artukluların Mardin; diğer amcası Sökmen ise Hasankeyf kolunun Beyi idi. Sökmen Bey, Haçlılara karşı gösterdiği kahramanlıklardan dolayı Selçuklu Sultanı Tutuş tarafından kendilerine verilen Surve şehrini yeğeni Beleke verdi. Ancak 1098 senesinde, Kudüs ve havalisinin Fatımilerin eline geçmesinden az sonra, Suruç, Hristiyanların eline düştü. Belek Bey, bundan sonra bir süre daha amcası Sökmen ve İlgazinin hizmetinde bulundu... Harput kolununun Beyi 1113 senesinde amcası İlgazinin yardımı ile Harput ve Palu bölgesini ele geçiren Belek Bey, bu bölgede, Artukluların Harput kolunu kurdu. Amcası İlgazinin ölümü üzerine Haçlılara karşı yapılan savaşların idaresini Belek Bey üstlendi. 1122 senesinde Urfa Kontu Jocelin ile Birecik Senyörü Galeranın ordusunu imha ederek, Kontu ve Senyörü esir alarak Harput Kalesine hapsettirdi...
Kudüs Kralı İkinci Baudouin intikam almak ve Haçlı Kontlarını kurtarmak için büyük bir orduyla harekete geçti. Fakat, Belek Bey, daha hızlı davranarak, Haçlıları Rabanda pusuya düşürüp kılıçtan geçirdi. Kudüs Kralını ve yeğenini esir alarak hapsetti. Selçuklu Sultanı Mahmud, kazandığı zaferlerden dolayı Belek Beyi Haçlılara karşı savaşan Türk kuvvetlerine başkumandan tayin etti.
Belek Bey, Frankların üzerine sefer düzenledi. Müşhile mevkiinde Haçlıları hezimete uğrattı ve Mucaddat Kalesini fethetti. Daha sona Menbic Kalesini kuşattı. Kaleye yardım için Maraş Kontu Geofroy komutasında on bin kişilik Haçlı ordusu, Menbic önüne geldi. Kuşatmayı kaldırmayarak arkasını sağlama alan Belek Bey, 1124 senesi Mayıs ayının beşinde Haçlı ordusuyla karşılaştı. Çok şiddetli geçen muharebe, Türk ordusunun büyük zaferi ile sona erdi. Maraş Kontu dahil olmak üzere, zulümleri ile meşhur Haçlı şövalyeleri öldürüldü ve pek çoğu da esir edildi.


Menbicde şehit oldu
Bu zaferden sonra Belek Bey, Menbicin muhasarasını şiddetlendirdi. Ancak, kuşatma sırasında mancınıkların yerleştirilmesi gereken yerleri gösterirken kaleden atılan bir ok, sol köprücük kemiğini parçaladı. Bu ok bütün Müslümanlara vurulmuş bir darbedir diyerek ruhunu orada teslim etti (1124).
Yeğeni Timurtaş, ordunun komutasını ele alarak, cenazeyi Halepe yolladı; İbrahim aleyhisselamın makamı önüne defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Malik el-Şahbaz (Malcolm X)</label>

Malcolm Little, 1952de Malcolm X adıyla Black Muslims hareketine girdi. Elijah Muhammadin yolunu izledi ve ona ABD içinde tümüyle bağımsız olacak bir zenci cumhuriyetinin kurulması fikrini benimsetti. Ancak Mart 1964te iki liderin arası açıldı; Malcolm X, Afrika-Amerika Birliği örgütünü kurdu ve aynı yıl Afrika ile Orta Doğuya iki gezi yaptı. Dönüşünden kısa bir süre sonra da öldürüldü.Elijahnın baş kurmayı!
Malcolm X, çok istemesine rağmen, üniversiteye gidemeyince, küçük yaşta çalışmak zorunda kalır. Michigan ve Boston derken, kendini birden Harlemde bulur. Bir gün hapishaneye düşer... Yedi yıllık hapis hayatından sonra, başka bir Malcolm X olur. Hapisten önce bir sokak serserisiyken, şimdi Amerikada büyük bir hızla gelişen İslamın etkili ve ateşli bir temsilcisidir. Malcolm Little olan soyadını Harlemde X olarak değiştirir. Yeni soyadı, onun Afrikalı atalarının artık kendisi başta olmak üzere, kimse tarafından bilinmediğinin simgesidir. Elijah Muhammedin öncülüğünü yaptığı Siyah Müslümanlar Hareketi Malcolm Xle birlikte daha da kuvvet kazanarak yayılmaktadır. Artık Malcolm, Elijah Muhammedin baş kurmayıdır. Fakat Elijah Muhammedin zina yapmasına karşı çıkması, daha sonra da Elijah Muhammedin, Malcolma, Başkan Kennedynin öldürülmesi hakkındaki yetkisiz ve iğneleyici sözlerinden ötürü sessiz kalmasını emretmesi, Malcolmun kendi hareketi içinde izole edilmesine sebep olur.
Gerçek İslamın Elijahtan çok uzak olduğunu biliyordu. Ancak İslamı bütün incelikleriyle kavrayabilmek ırk, renk ve dil ayrımı yapmadığını görebilmek için Orta Doğuya gitmesi gerekiyordu. Ve gitti de... O Amerikada bildiği İslamla, Orta Doğuda gördüğü İslam arasında dağlar kadar fark olduğunu anlayınca, adını Malik, X olan soyadını da El Şahbaza çevirdi.


Cihanşümul mesaj...
İslam dünyasına yaptığı gezi ve araştırmalardan sonra kendisini İslamın sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı cihanşümul mesajını tüm dünyaya iletmeye adadı. Ancak, bu amacını kitleler çapında gerçekleştirmeye çalıştığı toplantılarından birinde suikasta uğrayıp, 25 Şubat 1965te öldürüldü. Katil, kendisine ateş ettiğinde, paniğe kapılan Müslümanları teskin için Kardeşlerim, sakin olun der ve sonra da ruhunu teslim eder..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çakırcalı Mehmet Efe</label>

Çakırcalı Mehmet Efe, dağlara çıktıktan bir süre sonra ilk olarak halka zulüm yapıyor diye Mustafa Ağanın evini basar. Ağayı uyararak 200 altınına el koyar. Ardından da Kızoğlu Mehmet Ağayı dağa kaldırarak, yüklü miktarda fidye alır. Eylemlerinden elde ettiği parayı da halka dağıtır. Halkın sempatisini kazanması sayesinde köyler ve Yörük obaları ona yataklık ederler.Halkın önünde itiraf!
Adını kullanarak eşkıyalık yapanlara acımasızca davranır. Bu çerçevede, Çakırcalının adını kullanarak bir köyü basan ve köylünün kızını kaçıran Arnavut çetesine verdiği ceza, halka zulmedenlere duyduğu öfkenin örneğidir. Dokuz kişilik bu çeteyi saldırdıkları köye getirerek yaptıklarını halkın önünde söyletir.
(Bu arada şunu da belirtelim ki; efeler, Sultan Abdülazize duydukları sempati ile devlete bir dönem boyunca ısınmışlar ve 93 Harbinde müstakil taburlar oluşturarak savaşmışlardır.)
Kayaköyde eşraf kızı Fatma Hanımla ikinci evliliğini yapan Çakırcalı, bu beldede Rum inşaat ustalarına bir konak inşa ettirmiştir.
Çakırcalı, hukukun yapacağı işi kendisi yapmaya kalkışmıştı. Ancak, 10 Aralık 1910 günü Nazillide Karınca Dağlarında Rüştü Kobaş komutasındaki Düzce ve Adapazarı yöresinden toplanmış Kafkas göçmenlerinden oluşan gönüllü zaptiye birliğiyle girdiği bir çatışmada öldürüldü. Çakırcalı, Aydın bölgesinin meşhur ağa ailesi Arpazlılardan Arpazlı Osman Ağanın yıkılmış bulunan ve halkın kullandığı Menderes Köprüsünü tamir ettirmemesi üzerine Nazilli yakınlarındaki Arpaz köyünü basar, ağayı kaçırır. Kılavuz olarak kullandığı bir çobanın takip edilmesi (kimi kaynaklara göre ihbarı) üzerine dağ kuşatılır. Çıkan çatışmada Çakırcalı ölür. Çakırcalının cesediyle birlikte Osman Ağanın cesedi de bulunur...


Cesedi günlerce asılı kaldı!..
Çakırcalı ölüme giderken yanındakilere şunları söylemiştir: Halka zulmedenleri cezasız bırakmadık...
Cesedi ilk hanımı Iraz (Raziye) Hanım tarafından tanınmıştır. Cesedi günlerce Ödemiş belediye meydanında asılı kalmış, daha sonra orada gömülmüştür. Aradan 15 yıl geçtikten sonra karısı Raziye Hanım tarafından mezarı köyüne nakledilmiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sultan Alâeddin Muhammed Harezmi</label>

Sultan Alâeddin Tekiş, Harezmşahlar sülalesinin en kudretli şahsiyetlerindendir. Harezmşahlar Devleti, onun sayesinde imparatorluk hâlini aldı. Tekiş, ilk olarak Karahitaylar ile mücadeleye girişti. İsmailîler elinde bulunan bazı kaleleri geri aldı. Bu geniş fütuhatları gerçekleştiren Tekiş, Harezme döndüğü 1200 yılında vefat etti. Yerine bu sırada Turziz muhasarasında bulunan oğlu Muhammed Alâeddin unvanı ile tahta çıktı. Medeniyetten eser kalmadı!..Harezmşahların bu haşmetli devresinde, doğuda büyük bir tehlike baş gösterdi. Bu tehlike, doğuda yalnız Harezmşahları ortadan kaldırmakla kalmayacak, bütün dünyanın tarihînde derin izler bırakacaktır. Çünkü, tam bir çapulcu sürüsü olan Moğollar, önüne gelen her yeri yakıp yıkmakta, girdikleri ülkelerde kültür ve medeniyetten eser bırakmamaktaydı. 1216 yılından itibaren, uzun askerî hazırlıklar içinde olan Cengizin hedefi, İslâm âlemi idi.
Cengiz, 1219 yılı sonlarına doğru, 200 bin kişilik ordusuyla ilk olarak Harezmşahlara karşı harekete geçti. Harezmşahların, kuvvetlerini, büyük şehir ve kalelere dağıtmasından da istifade ederek, önemli merkezleri tek tek ele geçirmeye başladı. Mukavemet gösteren mevkiler, korkunç bir katliama uğratılıyordu. Kısa bir süre içinde Buhara, Semerkand, Otrar, Sığnak, Berakend ve Hocend gibi şehirler, Moğolların eline geçti. Harezm müdafaa kuvvetlerinin, büyük kahramanlıklar göstermesine rağmen, sonuç değişmiyordu. Sultan Alâeddin, son olarak Devletâbâd yakınlarında Moğolların karşısına çıktı ve tekrar yenildi.
Sultan Alaeddin Muhammed, bir miktar maiyetiyle Harandar kalesine giderek aile ve hazinesini burada bıraktı. Kendisi de Irak istikametine kaçmaya başladı. Fakat yolda Moğollar karşısına çıkıverdiler. Atı, oklanarak öldürüldü ise de kendisi kaçmaya muvaffak oldu. Nihayet Kuzgun Denizine vardı. Burada Aboskon adasına sığındı.


Mahmud Çavuşun gömleği!
Diğer taraftan Moğollar, Sultan Alaeddin Muhammedin vezirini, küçük oğlunu ve Türkan Hatunu Cengize gönderdiler. Cengiz bunların hepsini öldürttü. Haberi alan Sultan Alaeddine bir fenalık gelerek yere yığıldı. O kadar sefalete düşmüştü ki, yanındakiler ölüsünü saracak bir kefen bile bulamamışlardı. Maiyetinde bulunan Mahmud Çavuşun gömleğini kendisine kefen yaptılar. Ölmeden önce şu sözleri söylemişti:
Ben, bütün bu yerlerin sahibiydim. Şimdi ise iki arşın bez ve mezar yeri bulamıyorum!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hacı Bektâş-ı Velî</label>

Hacı Bektâş-ı Velî, Horasanın Nişâbûr şehrinde 1281 (H. 680) senesinde doğdu. Hacı Bektâş-ı Velînin soyu hazret-i Aliye dayanır. 1338 (H.738) senesinde Nevşehire yakın bir yerde vefât etti. Türbesinin bulunduğu kasabaya sonradan Hacıbektaş ismi verildi.Hacı Bektâş-ı Velî hazretleri, daha çocukken ilim öğrenmesi için âilesi tarafından Şeyh Lokmân-ı Perendeye teslim edildi. Lokmân-ı Perende, Ahmed-i Yesevî hazretlerinin halîfelerinden olup, zâhir ve bâtın ilimlerinde çok derinleşmişti. Horasandan Anadoluya...
Tahsilini tamamladıktan sonra Anadoluya geldi. Bu sırada Anadoluda dînî, iktisâdî, askerî ve sosyal teşekkül olan ve kendisinin de bağlı olduğu Ahîlik teşkilâtı ile büyük hizmetler yapan Hacı Bektâş-ı Velî ve talebeleri, Osmanlı sultanları tarafından da sevildi ve hürmet gördü. Bu sıralarda kuruluş devrinde olan Osmanlı devletinin sağlam temeller üzerine oturmasında büyük hizmetleri ve himmetleri oldu. Sultan Orhan Gazi zamânında teşkil edilen Yeniçeri ocağına duâ etti. Böylece Hacı Bektâş-ı Velîyi kendilerine mânevî pîr olarak kabul eden Yeniçeri ocağı, mânevî hayâtını ve disiplinini ona bağladı.
Hacı Bektâş-ı Velînin Makâlât adlı Arapça bir eseri vardır. Sonradan nefes adıyla yazılan ve ona nisbet edilen şiirler onun değildir...
Bu büyük zat, bir gün namazını kıldı, evradını okudu, sonra halvethaneye girdi. Baş halifesi Sarı İsmaili yanına çağırdı şöyle buyurdu:


Cenazemi o yıkayacak!
-Sen benim en değerli baş halifemsin. Bugün günlerden perşembe. Allahın emri budur. Bugün ben ahirete göçeceğim. Vefat ettiğimde odanın kapısını ört, dışarı çık. Çile dağı yönüne yüzünü çevir bak, oradan yüzü yeşillerle örtülü boz atlı bir er gelecek. Bu er atından inip, yattığım odaya girecek ve bana dua okuyacak. Onun selamını al, onu ağırla. Sakın kendisine hizmette kusur etme. Yine bu er cennet hurilerinin hulle olarak biçtiği kumaştan yapılmış kefenimi de yanında getirecek. Cenazemi o yıkayacak, sen de suyumu dök. Ceviz ağacından yaptığı tabutun içine beni koyacak. O bütün bunları yaparken sen de ona yardımda bulun. Beni yerime götürüp yatırınız, sıralayınız. Sakın ha onunla konuşmaya kalkışmayınız.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdülazîz bin Yahyâ</label>

Abdülazîz bin Yahyâ el-Kınânî hazretleri, Halîfe Memun zamanında Bağdâda geldi. İbn-i Uyeyne, Abdullah bin Muâz es-Sananî, Mervân bin Muâviye el-Fezârî, Hişam bin Süleymân el-Mahzûmî gibi âlimlerden rivâyetlerde bulunup, ilim öğrendi... Ondan da, Ebû Bekir Yakûb bin İbrâhîm et-Teymî, Hüseyn bin Fadl el-Beclî rivâyetlerde bulunmuştur... Dâre Kutnî buyurdu ki:
Dâre Kutnî onun hakkında dedi ki: İmâm-ı Şâfiînin fazîletlerine dâir, Ebû Ali İsfehânînin yazdığı kitapta okudum. Bu eserde, İmâm-ı Şâfiîden ilim alan talebeleri anlatılmakta ve şöyle denilmektedir: Ona tâbi olan, ondan ilim alıp, fazîletini itirâf edenlerden birisi de Abdülazîz bin Yahyâdır. O, İmâm-ı Şâfiî hazretleri ile uzun müddet beraber kaldı. Beraber Yemene gittiler. Abdülazîz bin Yahyâ da, kendi kitaplarında, husus ve beyân mevzularını anlatırken İmâm-ı Şâfiîden bahsetmiştir. Bütün bu bilgiler, İmâm-ı Şâfiînin Risâle adlı eserinde mevcuttur...
Abdülazîz bin Yahyâ, Ehl-i sünnet itikâdını müdâfaa için, Ehl-i bidatten olanlarla münazaralar yapmıştır. İçerisinde, münâsip olmayan birçok mevzunun bulunduğu Hayda kitabı ona nisbet edilmişse de, büyük âlim Zehebî bunu kabul etmemektedir.
Hatîb-i Bağdâdî: Abdülazîz bin Yahyâ, ilim ve fazîlet sâhiblerindendir. Çok eserleri vardır. İmâm-ı Şâfiînin yanında yetişen âlimlerden olup, devamlı onunla beraber olmakla tanınmıştır demektedir.


Dünyada rahat yoktur!
Büyük âlim Ebû Ayna anlattı: Abdülazîz el-Kınânî, fizikî yönden pek gösterişli değil idi. Bir gün halîfe Memûnun huzuruna girdi. Halîfenin yanında Ebû İshâk el-Mutasım vardı. Bu mübarek zat girince güldü. Bunun üzerine Abdülazîz el-Kınânî:
Ey müminlerin emîri! Bu bana niçin gülüyor? Allahü teâlâ, Yûsuf aleyhisselamı güzelliğinden, yakışıklılığından dolayı peygamber olarak seçmedi ki dedi. Memûn güldü ve cevâbını çok beğendi.
Abdülazîz bin Yahyâ hazretlerinin son sözleri şunlar oldu:
Ölüm, Fenadan Bekaya, mümin için rahatsızlık evinden rahat evine gidiştir. Dünyada rahat yoktur. O daima kendisine yâr olana ihanet etmiştir. Vefasızlığını kahkaha ile örter. Vefa yurdu olan ahireti ise hiç hatıra getirmez bir sihirbazdır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Topal Recep Paşa'nın sonu</label>

Sultan IV. Murad Han, Hafız Ahmed Paşayı kendisine sadrazam yapmıştı. Ancak, askeri ayaklandıran Recep Paşa, Sadrazamlığı ele geçirdiği gibi, Hafız Ahmed Paşa, Hasan Halife ve Padişahın çok sevdiği muhasibi Musa Çelebiyi çeşitli hilelerle öldürttü. Recep Paşa döneminde İstanbulda karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda, Recep Paşanın tahrikiyle harekete geçen zorbalar, yeni kelleler istiyorlardı...Bilhassa Musa Çelebinin katledilişi Sultan Murad Hanı çok üzmüştü. Hadiseyi duyunca acı bir ah çekip;
Yâ Rab! Bu mazluma kıyan zalimlerin haklarından gelmem için sen bana kuvvet ver! diyerek ağladı. Demir pençeli bir bahadır!
Nihayet 20 yaşını dolduran Padişah, vücutça çok kuvvetli, demir pençeli, gözü pek, nüfuz-u nazar sahibi bir yiğit oldu. O zamana kadar geçen hadiseleri dikkatle takip ederek ders almıştı. Recep Paşanın yaptığı tahrikler ve hileler hakkında iyi bilgi edinmiş ve bunun melanetlerini Rum Mehmed Paşa ile Yeniçeri Ağası Köse Mehmed doğrulamıştı.
Nihayet bir gün (18 Mayıs 1632) Topal Recep Paşa saraya davet edildi. Her zaman olduğu gibi yanında 15 sipahi zorbası olduğu halde gelerek, onları dış kapı önünde bırakıp Padişahın huzuruna çıktı. Tam eteğini öpeceği sırada Sultan Murad;
-Gel beru topal zorbabaşı! diye seslendi. Bu sözden canı başına sıçrayan Recep Paşa;
-Hâşâ Padişahım! Razı olduğun şeylerin dışında zerre kadar hareketim yoktur! diyerek yemin billah etmeye başladı ise de artık sabrı taşan Padişah:


Şu hainin cezası tiz verile!
-Bre namert, abdest al! diye kükredi. Çünkü Recep Paşa, Ayak divanı günü Padişah dışarı çıkacağı zaman, Padişahım abdest alıp öyle dışarı çıkın sözleriyle Sultan Muradın öldürülme ihtimalinin bulunduğunu ima etmişti! Sultan Murad;
-Şu hainin cezası tiz verile! diye haykırınca zülüflü baltacılar hemen cezayı infaz ettiler. Cansız bedenini de dışarı çıkarıp Bâb-ı hümayun önünde bekleyen adamlarının önüne atınca heriflerin kalbine öyle bir korku geldi ki, nereye kaçtıkları bilinemedi. Böylece Yeniçeri ve sipahi ocakları sindirilerek, zorbalıkların önüne geçildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Vezir-i âzam Sinan Paşa</label>

Yavuz Sultan Selim Han, Merc-i Dâbık Zaferi ile, Memlûkları bozguna uğratmış, hükümdar Kansu Gavri de öldürülmüştü. Memlûklar, Tomanbayı hükümdar seçtiler. Tomanbay, Yavuz Sultan Selimin amansız Mısır çöllerini geçemeyip Anadoluya döneceğini düşünüyor, kaybedilen yerleri tekrar alacağına inanıyordu. Yavuz Sultan Selim ise Kâhirenin alınmadan Mısırın tam olarak fethedilemeyeceğini bildiği için meşhur Sînâ Çölünü, Allahın inâyeti ile on üç günde geçerek 1517 yılında Ridâniyede Memlûk ordusu ile karşı karşıya geldi... Son bir çâre olarak!..
Savaş esnasında yenilginin yaklaşmakta olduğunu anlayan Tomanbay, son bir çâre olmak üzere, zırhlı ve yeminli süvari fırkasından oluşan Memlûk fedailerine, Yavuzu hedef gösterdi. Bunun farkına varan Sinan Paşa, durumu Padişaha arz ederek;
-Sultanım, Tomanbayın adamları hazretinize kasdetmek niyetiyle üzerinize gelirler. Kaftan ve sarığınızı ben giyeyim de Padişahın ben olduğumu zannederek üzerime gelsinler, onları bertaraf edeyim. Bu can uğrunuza feda olsun, dedi.
Bunları söyledikten sonra fedâileri kendi üzerine çekti. Yavuz Sultan Selim, arkadan yetişip fedâileri bertaraf edinceye kadar da şehit oldu...
Yirmi beş bin kayıp veren Memlûk ordusunun geride kalanları, Kahireye ve oradan da Sait istikametine çekildi. Sultan Tomanbay da bir avuç adamıyla, selâmeti kaçmakta buldu...


Mısırı aldık, lâkin!..
Bu savaşın sonucunda Memlûklar tarihe karışmış ve Osmanlı Devleti Mısıra hakim olmuş, Halifelik de Osmanlılara geçmiştir...
Yavuz Sultan Selim, Mısıra girerken çok mahzun idi. Hazreti Yusuf kıssasına telmihte bulunarak;
- Mısırı aldık, lâkin Yusufu kaybettik!.. diyordu. Zira Sinan Paşanın asıl ismi Sinanüddin Yusuf Paşa idi. Bu sözleri ile Yavuz, âlim ve mücahit devlet ricâline verdiği kıymet ve ehemmiyeti ifâde ediyordu. Padişahın gark olduğu elemi, Mısırın fethi bile teskîn edemiyordu...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri