Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Firavun'un imanı kabul edilmedi!</label>

Firavun da Bâbil hükümdarı Nemrud gibi ilahlık iddiasında bulunuyordu. Allahü teala Hazret-i Mûsâ ile kardeşi Hârûn aleyhisselâmı Firavuna gönderip dine dâvet etmelerini buyurdu. Hazret-i Mûsâ, kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile gidip emri tebliğ ettiler. Firavun kabûl etmedi. Ancak, Mûsâ aleyhisselâmın mûcizeleri karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Firavun; -Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit ve yer tâyin et! diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Dehşetli bir ejderhâ!..
Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, sihirle birtakım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bu mucize karşısında sihirbazlar hazret-i Mûsâya iman ettiler.
Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli belâlar verdi. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Mûsâya gidip belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen iman etmediler. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısırdan gitmelerine izin verdi...


Âsânı denize vur!
Mûsâ aleyhisselâm bir gece vakti bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısırdan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti. Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma Âsânı denize vur diye vahyetti. Hazret-i Mûsâ bu emir üzerine âsâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı. İsrâiloğulları yürüyüp karşıya geçtiler.
Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu. Firavun askerleriyle birlikte boğuldu. Firavunun son sözü Musanın Allahına inandım oldu. Ancak bu, gaibe iman olmadığından Allahü teâlâ kabul etmedi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kebîr-ül-evliyâ" Celâleddîn Hindî</label>

Celâleddîn Hindî, büyük velîlerdendir. İsmi, Muhammed olup babasının adı Mahmûddur. Aslen Kâzrûn şehrinden olduğu için, Kâzrûnî, Hindistanda Pâni-püt şehrinde yerleştiği için Pâni-pütî, hazret-i Osmânın soyundan olduğu için Osmânî nisbesiyle bilinir... Kendisine, Celâleddîn, Kebîr-ül-evliyâ, Kutb-i Rabbânî lakabları da verildi. Hindistanda Celâl Pâni-pütî diye tanındı. Dergahında yüzlerce talebe yetiştirdi ve 1363 (H. 765) senesinde 175 yaşında iken vefat etti. Pâni-pütte defnedildi. Mezarının üstüne büyük bir türbe yapıldı... Amcasının terbiyesinde yetiştiCelâleddîn Hindî hazretleri, küçük yaşta babasını kaybetti. Amcasının terbiyesinde yetişti. Temel din bilgileri ile âlet, yardımcı ilimleri öğrendi. Asrın büyüklerinden yüksek din bilgilerini tahsîl etti.
Şerefüddîn Ebû Ali Kalender hazretlerinin terbiyesine verildi. Yıllarca ilim öğrendi ve riyâzetler çekti. Çöllerde, sahrâlarda dolaşıp nefsini terbiye etti. Senelerce çöllerde, ıssız yerlerde dolaştı. Pek çok âlim ve velî ile sohbet etti.
Tayy-i zaman ve tayy-i mekân sâhibi olup zaman ve mekan elinde dürülür, Allahü teâlânın izniyle, kendisine uzaklar yakın olur, zaman uzar ve kısalırdı. Çok zaman, cumâ namazlarını Kâbe-i şerîfte kıldığı halk arasında meşhûrdu.


Hindistan onunla nurlandı...
Uzun zaman Hindistanı nurları ile aydınlatan ve insanları ebedî saâdete, âb-ı hayat suyuna kavuşturmak için uğraşan Muhammed bin Mahmûd Celâleddîn-i kebîr pânî-pütî hazretleri, birçok kıymetli eser de yazdı. Fevâid-ül-Füâd ve Zâd-ül-Ebrâr adlı eserleri çok ince bilgileri ihtivâ etmekte, severek okuyanların kalplerini serinletmekte ve gönüllere huzûr, sürûr ve neşe vermektedir.
Bu mübarek zâtın son sözleri şunlar oldu:
Günahtan sakınınız. Bir günah işlerseniz biliniz ki, Allahü teâlâ o işinize vâkıftır ve işlediğinizi görmektedir. Bunu unutmazsanız, Allahü teâlâ sizi günah işlemekten kurtarır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nasûhî Üsküdârî</label>

Nasûhî Üsküdârî hazretlerinin babası Sipâhî Seyyid Nasûh Beydir. İsmi Muhammed, babasının ismine nisbetle Nasûhî Üsküdarda doğup yaşadığı için Üsküdârî nisbeleriyle meşhûr olmuştur. Doğum târihi bilinmemektedir. Ancak 1647 (H.1057), 1648 (H.1058) senelerinde İstanbulda, Üsküdarda doğduğu tahmin ediliyor. 1718 (H.1130) senesinde İstanbulda vefât etti. Kabri Üsküdar-Doğancılarda Nasûhî Dergâhı bahçesindedir. Sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir...İnşallah oruçlu giderim!
Muhammed Nasûhî hazretlerinin talebelerinden Şâmî Ahmed Efendi, vefât edeceği gün hocasını ziyâret etti. Mahammed Nasûhî Efendinin hastalığı iyice artmıştı. Şâmî Ahmed Efendi ona;
-Efendim biraz oruca ara verip ilaç kullanırsanız rahatsızlığınız iyileşebilir, deyince, Nasûhî Efendi;
-Oğlum! Cenâb-ı Hakkın inâyetiyle otuz senedir farzları değil nâfileleri dahi noksan yapmadım. İnşallah bu gece dergâh-ı izzete, oruçlu giderim, buyurdu.
Mahammed Nasûhî hazretleri vefât ettikleri günün ikindi namazından sonra hizmetinde olan dervişlere;
-Bu gece Cüneyd-i Bağdâdî, Abdülkâdir-i Geylânî, Molla Hünkâr Celâleddin, Mârûf-i Kerhî, Seyyid Yahyâ Şirvânî, Sultan Şâbân-ı Velî ve hocam Ali Atvel hazretleri teşrif buyuracaklardır. Onlara hizmette kusur etmeyin!


Üçüncü lokmayı yerken...
İftar vaktinde Derviş İbrâhim, Nasûhî hazretlerinin yanından odanın kapısına varıp iki lokma ekmek yedi. Üçüncü lokmayı yerken Nasûhî hazretleri bir defâ; Allah dedi. Derviş İbrâhim ekmeği bırakıp içeri girerken tekrar; Allah dedi ve rûhunu teslim etti...
Nasûhî Efendinin, Ali Alâeddîn Efendi, Fadlullah Efendi ve Fahreddîn Muhammed Efendi isimli üç oğlu vardı. Fadlullah Efendinin kızının oğlu İbrâhim Efendinin neslinden Nasûhîzâdeler diye ulemâdan bir âile devâm etmiştir. Nasûhî Efendinin tasavvufta tâkib ettiği yola kendisinden sonra gelen talebeleri ve sevenleri tarafından Nasûhiyye adı verildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Allâmet-ül-İslâm" Hazret-i A'meş</label>

Hazret-i Ameş, hadîs ilminde hâfız (yüz bin hadîs-i şerîfi râvileri ile birlikte ezberlemişti), sikâ, güvenilir, sağlam bir zât olup, ilmi ve fazîleti çok yüksekti. İlminin çokluğu sebebiyle kendisine Allâmet-ül-İslâm; sıdkı, doğruluğu dolayısıyla da Mushaf denilmiştir. Zamânında, Kûfede Allahü teâlânın kitâbını onun kadar iyi okuyan, onun kadar güzel söz söyleyen, onun kadar anlayışlı, sorulan her suâle onun kadar süratle cevap veren biri yoktu.Bu cevabı nereden çıkardın?
Bir gün Hazret-i Ameş, İmâm-ı azam hazretlerinden bir mesele sormuş ve anında güzel bir cevap almıştı.
Hazret-i Ameş:
-Ey Ebû Hanîfe! Bu cevabı sen nereden çıkardın?
İmâm-ı azam Ebû Hanîfe hazretleri de;
-Senin bize nakil ve rivayet ettiğin filanca hadis-i şeriften çıkardım, deyince, Hazret-i Ameş, hayret ve takdirle;
-Ey fakîhler! Muhakkak ki sizler tabibsiniz, biz muhaddisler ise sadece ilâç yapmaya yarayan eczayı satıyoruz, buyurdu.
Veki bin Cerrah hazretleri de şöyle anlatır:
Ameş ile altmış sene beraber olduk, cemaat ile namazda ilk tekbiri kaçırdığına şahit olmadım ve selamdan sonra kalkıp kaçırdığı bir rekatı tamamladığını görmedim.


Benim için değmez!..
Onun hakkında şu bilgiler de veriliyor:
Ameş kendinden sonra ibadete daha düşkün birisini bırakmadı. Döneminin en büyük hadis imamı idi. Cemaatle namazı kaçırmaz ve hep ilk safı kollardı. Zaman zaman kabristana gider, orada açık bir kabrin başında uzun uzun ağlardı...
Ameş hazretlerinin vefatı yaklaşmıştı. Yanındakiler Bir doktor çağıralım dediler.
Benim için değmez. Eğer elimde olsaydı vefat edince kendimi şuradaki mezbeleliğe atıverirdim. Siz de öyle yapın! Ben ölünce kimseye haber vermeyin, kefenleyin ve uygun bir yere defnediverin dedi. Kısa bir zaman sonra ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî</label>

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, on sekizinci yüzyılın sonu ve on dokuzuncu yüzyılın başında Irak ve Şamda yetişmiş büyük velîlerdendir. İnsanlara hak yolu göstererek ebedî saâdete, kurtuluşa kavuşturan ve Silsile-i aliyye adı verilen âlimler ve velîler zincirinin yirmi dokuzuncusudur. Asrının müceddidi idi. İsmi Hâlid, lakabı Ziyâüddîndir. Bağdâdî nisbesiyle meşhûr olmuştur. Babası hazret-i Osmanın, annesi ise hazret-i Alinin soyundandır... Abdullah-ı Dehlevînin huzûrunda
Hindistanın en büyük velîsi ve büyük İslâm âlimi, Şâh Abdullah-ı Dehlevînin huzûruna kavuştu. O mübarek zatın huzûrunda büyük velîlerden olmak saâdetine erişti.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, bir gün, talebelerine ve sevenlerine buyurdu ki:
-Allah adamlarının iğnesini (dokunaklı sözlerini) ilâç gibi bilmelidir. Çünkü bu tâifenin celâli, cemâl ile karışıktır. Yâni kızmalarında da merhamet vardır...
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, bir gece yatsıdan sonra çoluk-çocuğunu yanlarına çağırdılar. Onlara hitâben;
-Hepinize hakkımı helâl ettim. Birbirinizden ayrılmayınız. Vefâtınıza kadar bu evde kalınız! buyurdular.
Abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra;
-Şu anda tâuna (veba) tutuldum, buyurdular. Mübârek yüzleri sarardı. Sabahleyin de çoluk-çocuğuna dönerek tekrar;
-Bundan sonra beni meşgul etmeyiniz. Hiçbir kimse ile sohbet etmek istemiyorum. Rabbim ile meşgulüm. Yanımda hiç kimse bulunmasın!..


Fecr sûresini okudu ve...
Göz uçları ile kıbleye yönelip sağ yanı üzere yatarak, murâkabe ve Allahü teâlânın kudretini tefekkürle meşgûl olmaya başladı. Şevvâl ayının yirmi altıncı günü idi... Mevlânâ Hâlid hazretleri Fecr sûresinin son âyetlerini okudu. Meâlen; (Sonra Allah mümin kimselere şöyle buyurur): Ey (îmânda sebât gösteren Allahı anmakta huzûra kavuşan) mutmainne olan nefs, dön Rabbine (Cennette sana hazırladığı nîmetlere) sen Ondan (sana verdiklerinden ötürü) râzı, O da senden (îmânın sebebiyle) râzı olarak. Haydi gir (sâlih) kullarımın içine. Gir Cennetime.
Bu âyet-i kerîmeleri okuyup bitirdikten sonra, mübârek rûhu Cennet-i âlâya uçtu... Namazını talebesi İbn-i Âbidîn hazretleri kıldırdı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hasan-ı Berkî</label>

Hasan-ı Berkî hazretleri, Hindistanda yaşamış olan evliyanın büyüklerindendir. Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimlerde âlim idi. Tasavvuf yolunda yetişip evliyâlık derecelerinde yükselmek için, Şeyh Ahmed-i Berkînin talebesi oldu. Onun hizmetinde, yüksek makamlara, ilâhî marifetlere kavuştu. Hocasının işâreti ile Serhende giderek, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hizmetine girdi. Onun talebesi olmakla şereflendi. Sohbetleriyle yüksek hâllere ve makamlara erişti. Sonra vatanına dönerek eski hocası Ahmed-i Berkînin sohbetlerine devâm etti. Onyedinci asrın sonlarında Osmanpurda vefât etti.Onlara hizmet kurtuluş sebebi!
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Ahmed-i Berkîye yazdığı bir mektupta; Şeyh Hasan, sizin devlet erkânınızdandır. İşlerinizde sizin yardımcınızdır. Eğer siz bir sefere çıkacak olursanız, vekîliniz odur. Ona iltifât ve teveccühü eksik etmeyiniz. Çok gayret ediniz ki, zarûrî din ilimlerini bitirsin. Hindistana gelişi, onun için de sizin için de büyük nîmet oldu. Allahü teâlâ bize ve size istikâmet versin buyurdular.
Hasan-ı Berkî hazretleri, çevresindekilere şöyle vasiyet ve nasihat etti: Bütün yeryüzünü araştırdım. Dünyâda hazret-i İmâmın (İmâm-ı Rabbânînin) iki büyük oğulları, yâni Hâce Muhammed Saîd ve Hâce Muhamed Masûm gibisini bulamadım. Sizden kim Hakkı taleb ederse, onların huzûruna koşsun, onlara hizmeti, saâdet ve kurtuluş bilsin!
Hasan-ı Berkî kendisi bizzat şöyle buyurdu: Bu fakîre iki açık hâdise gösterildi. Biri şudur: Hazret-i İmâm bizi talebeliğe kabûl edip buyurdu ki: Hem yardım ediyoruz, hem de hakîkî îmâna kavuşmanıza vesîle olmaya çalışıyoruz. İkinci hâdise de şudur: Hazret-i İmâm bana; Bizden ne istersin? diye sordular. Bu fakîr de; Her şeyi veriniz dedim. Bunun üzerine İmâm-ı Rabbânî hazretleri; Öyleyse gel deyip elimi tuttular. O anda bambaşka bir hâle girdim...


Böyle bir zat sevilmez mi?..
Vefat edeceği zaman buyurdu ki:
Bana bağlı olanların affedilecekleri müjdesini aldım. Daha fazla istedim, sana inananlar da affedilmiştir buyuruldu. Daha ziyadesini istedim. Seni işitip de sevenler, kıyamete kadar mağfurdurlar, yani kalbi yumuşayarak tövbe eder ve Cennete girmeğe sebep olan salih amelleri yapması nasip olur buyuruldu...
Hiç böyle bir zat sevilmez mi?
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Malik bin Dinar'ın zenci kölesi!..</label>

Basrada kuraklık had safhadaydı... Müminler son bir kere daha bir tepenin üstüne çıkarak Cenab-ı Hakka dua etmeye başladılar. Akşam olup ortalık kararmaya başlamasına rağmen havada tek bulut bile görülmedi...Şehre dönmeye başladılar. Tam bu sırada sırtında yamalı bir aba bulunan güler yüzlü bir zenci köle ortaya çıktı ve ellerini açarak şunları söylemeye başladı:
Yâ Rabbi! Ben kuluna olan sevgin hürmetine, bekledikleri yağmuru esirgeme!.. Sâlih biri olduğunu anladı!
Zenci kölenin duası henüz bitmemişti ki, havanın birdenbire karardığı görüldü. Az sonra da bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Yağmur duasına çıkanların içinde bulunan Malik bin Dinar hazretleri, zenci kölenin yanına sokuldu ve dedi ki:
-Ey garip Müslüman! Allahü teâlâya karşı Bu kuluna olan sevgin hürmetine sözünü nasıl kullanırsın? Allahü teâlânın seni sevdiğini nereden biliyorsun?
Kölenin cevabı enteresandı:
-Allahü teâlânın beni ne kadar sevdiğini, benim Ona olan sevgimle ölçerim. Cenâb-ı Hak, hiç kulundan aşağı kalır mı? O, beni; benim Onu sevdiğimden daha az sevebilir mi?
Malik bin Dinar hazretleri, bu zenci kölenin sâlih ve ârif biri olduğunu anladı. Peşine düştü, bir esir tüccarının evine girdiğini gördü. Kendisini satın almak için teşebbüse geçti. Esir tüccarı, köleyi çok ucuza satabileceğini söyledi. Malik bin Dinar hazretleri sebebini sorunca:
-Gece gündüz ibadetle meşgul olur. Hiçbir işe yaramaz! cevabını verdi.


Secdede iken vefat etti
Malik bin Dinar hazretleri yine de köleyi almaktan vazgeçmedi. Zenci köle, yeni efendisiyle giderken yolda bir mescide rastladı ve içeri girmek için izin istedi. Zenci köle orada iki rekât namaz kıldıktan sonra ellerini kaldırdı ve Cenab-ı Hakka şöyle yalvardı:
Yâ Rabbi! Seninle aramızdaki sır ortaya çıktı? Artık beni yanına al!..
Malik bin Dinar hazretleri ve yanındakiler mescide girdiklerinde gördüler ki zenci köle secdeye kapanmış ve orada ruhunu teslim etmişti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hâcegi Emkenegi</label>

Emkenegi hazretleri, 1512de Buharanın İmkene kasabasında doğdu ve 1599da orada vefat etti. Evliyanın büyüklerinden Derviş Muhammed hazretlerinin oğlu ve Muhammed Bâki-billah hazretlerinin hocasıdır. Zahiri ve batıni ilimleri babasından öğrendi. Babasından feyiz alarak tasavvufta kemale erdi. Tasavvuf ilminin ve hallerinin mütehassısıydı. Ömrü hizmetle geçti...
Hâcegi Muhammed Emkenegi hazretlerinin, ömrü İslamiyete hizmetle ve Peygamber efendimizin güzel ahlakını insanlara duyurmakla ve öğretmekle geçti. Çok veli yetiştirdi. Yetiştirdiği velilerin en başta geleni kendisinden sonra halifesi olan Muhammed Bâki-billahtır. Hacegi hazretleri ona feyiz verip, yüksek faydalara kavuşturdu. Sonra Bâki-billah hazretlerine;
-Sizin işiniz, Allahü teâlânın yardımı ve bu yüksek yolun büyüklerinin ruhlarının terbiyeleriyle tamam oldu. Tekrar Hindistana gitmeniz lâzım. Çünkü bu Silsile-i aliyyenin, orada sizin sayenizde parlayacağını görüyorum. Bereket ve terbiyenizden çok istifade edip, büyük işler yapacak kimseler gelecek, buyurdu.
Hace Bâki-billah kendilerini bu işe lâyık görmediğinden, özür dilediyse de, Emkenegi hazretleri, ona istihare yapmasını emretti. Rüyasını Emkenegi hazretlerine anlattığı zaman, şu karşılığı aldı:
-Derhal Hindistana gidiniz! Orada sizin bereketli nefeslerinizden bir aziz meydana gelecek, bütün dünya onun nuruyla dolacak. Hatta, siz de ondan nasibinizi alacaksınız!
Hace Bâki-billah hazretleri Hindistanda Serhend şehrine geldiği zaman, kendisine; Kutbun etrafına geldin diye ilham olundu. Bu kutub, İmâm-ı Rabbani hazretleriydi.


Gülemem asla...
Evet, bu kıymetli tohum, Semerkand ve Buharadan getirilmiş, Hindistan toprağına (Serhende) ekilmiş oluyordu...
Hacegi Muhammed Emkenegi hazretleri, ömrünün sonlarına doğru sık sık şöyle söylerdi:
Ölümü hatırlar, gülemem asla,
Bugün ne olacak bilemem asla,
Maksadım Rabbime yakın olmaktır,
Bundan başkasını dilemem asla...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed Siyâhî</label>

Ahmed Siyâhî Efendi, 1777 (H.1191) senesinde Kastamonuda doğdu. Babası Derviş Demirci Ahmed Efendidir. Nakşibendiyye yolunun büyüğü Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerindendir...Ahmed Siyâhî Efendi, hocası Mustafa Efendinin bir işareti üzerine, kendisini irşâd edecek, yetiştirecek Hâlid ismindeki zâtı aramaya başladı. Karadan hacca gitmek üzere yola çıktı. Şama vardığı zaman Nakşibendiyye yolunun büyüğü Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin ismini duyunca; Hocam Şeyh Mustafa Efendinin buyurduğu Hâlid bu olabilir diyerek hemen sohbetlerine devam etti ve talebeleri arasına katıldı...
Hocasıyla Kâbe yollarında...
Ahmed Siyâhî Efendi, bir gün, hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ile birlikte hacca gitti. Hac ibâdetini tamamladıktan sonra hocası ile tekrar Şama dönerek bir müddet daha kaldı. Mevlânâ Hâlid hazretleri ona, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmesi, doğru yolu göstermesi için icâzet, diploma verip vazîfelendirince, 1827 senesinde Kastamonuya döndü.
Kastamonuya dönüşünde Abdülbâkî Medresesi Müderrisliğine tâyin edildi. Bir taraftan talebelere ilim öğretir, diğer taraftan insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatırdı. Kendisini sevenleri ve talebeleri gün geçtikçe arttığı halde, çekemeyen, karşı çıkan ve düşmanlık besleyenler de vardı.
Bir gün Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin meşhur halîfelerinden Abdülfettâh-ı Akrî hazretleri, Bağdâttan İstanbula gelirken Ahmed Siyâhîyi ziyâret için Kastamonuya uğradı. Bu durum şeyhi ve talebelerini çok sevindirdi. Ayrıca şeyhin büyüklüğünü göremeyenlerin gözlerindeki perdelerin açılmasına yol açtı.


Aman yâ Resûlallah!
Ömrünün sonuna kadar talebe yetiştiren Ahmed Siyâhî hazretleri, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatarak, onların dünya ve âhirette kurtulmaları için çalıştı. 1874 (H.1291) senesinde doksan beş yaşında olduğu halde Aman yâ Resûlallah! dedikten sonra vefât etti. Cenâze namazında bütün Kastamonulular hazır bulundu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Pamuk Kâdı ''Abdüllatîf Efendi</label>

Abdüllatîf Efendi, zamânındaki âlimlerden okuyup ilk tahsîlini tamamladıktan sonra, Mevlânâ Müslihuddîn Yârhisârî ve Anadolu Kadıaskeri olan İmâm Şeyh Mahmûdun sohbet ve hizmetlerine girdi. İlim öğrenmekteki gayret ve istidâdının çokluğu sebebiyle, kısa zamanda yetişerek kemâle geldi ve medreselerde ders verecek, talebe yetiştirecek seviyeye ulaştı... Sahn-ı semânda ders verdiBu mübarek zat, evvelâ Dimetoka Medresesinde müderris oldu. Bundan sonra; Edirnede Ali Bey, İstanbulda Eski İbrâhim Paşa, Kalenderhâne, Ebû Eyyûb-i Ensârî ve Mahmûd Paşa, Edirnede Üçşerefeli, Manisada Manisa medreselerinde müderrislik yaptı. Bu medreselerde tam bir muvaffakiyet ile vazîfe yaptıktan sonra, Heşt Behişt (Sekiz Cennet) unvânıyla tanınan Sahn-ı semân medreselerinden birinde müderrislik yaptı. Bundan sonra, Edirnede Sultan Bâyezîd Hân Medresesine müderris oldu. Burada da bir müddet vazîfe yaptıktan sonra, kâdılık yapması uygun bulunup, yine Edirne kadısı oldu...
Rivâyet edilir ki, evliyâlık meclisinin parlak kandili, kerâmet âleminin bağı ve gülşeni olan İbrâhim Gülşenî hazretleri, Mısırın Kâhire şehrinden İstanbula geldiği zaman, Mevlânâ Abdüllatîf Efendi ile karşılaştı. İlm-i ledün sâhibi ve Hak âşığı olan bu iki zât, birbirlerine çok muhabbet ettiler. İbrâhim Gülşenî hazretleri, kerâmet olarak Abdüllatîf Efendiye vefât edeceği seneyi işâret edip, bu çok gizli sırdan haber vermişti...


Kadir Gecesi vefât etti
Aradan zaman geçip, Abdüllatîf Efendi Edirnedeki vazîfesinden ayrılarak ikinci defâ Sultan Bâyezîd Han Medresesine müderris oldu. Vefât ettiği senenin Ramazân-ı şerîf ayının ortasında, o aya ait olan ücreti kendisine verildiğinde; Biz, bu Kadir Gecesi vefât etsek gerektir. Vakfın hakkı üzerimizde kalmasın diyerek, üç günlük ücreti geri verdi. Bunu duyanlar, hayret ve üzüntüye kapıldılar. Ve gerçekten de Pamuk Kâdı, bildirdiği şekilde, 1532 (H. 939) senesinin Ramazân-ı şerîf ayında, Kadir Gecesi vefât etti. Edirnedeki Kasım Paşa Câmiinin avlusunda medfundur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Saîd el-Harraz</label>

Ebû Saîd el-Harraz hazretleri, büyük velilerdendir. Tasavvufta ona tâbi olanların mensûb olduğu yola Harrâziye denmiştir. Doğum târihi bilinmemektedir. Bağdatta doğmuştur. 890 (H. 277) senesinde orada vefât etti. Kabri Bağdâttadır... Yüksek dereceye kavuştuZamânında yaşayan evliyânın imâmı sayılan Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri; Zünnûn-i Mısrî, Sırrî-i Sekatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Nebâcî, Ebû Ubeyd Busrî gibi büyük velîlerin sohbetinde bulunup tasavvuf yolunda yetişti. Bişr-i Hafî, Ebû Hamza Horasânî ve Yûsuf bin Hüseyin gibi zâtlarla da arkadaşlık yaptı. Amr bin Osman Mekkî, Ebû Bekir Kettânî gibi kimseler de onun sohbetlerinde yetiştiler.
Tasavvuf yolunda yüksek dereceye kavuşmuş bir velî olan Ebû Saîd-i Harrâz, verâ yâni haram ve şüphelilerden sakınmak ve riyâzette yâni nefsin isteklerini yapmamakta gâyet ileriydi. Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çok çalışırdı. Allahü tealaya yönelen ve Ondan başka her şeyi unutan bir kula, sen neredensin, murâdın nedir diye sorulsa, şüphe yok ki, Allah der ve bundan daha güzel vereceği hiçbir cevap yoktur buyururdu.
Rüveym hazretleri diyor ki: Ebû Saîd el-Harrazın ölümü ânında yanında bulunuyordum. O ise Âriflerin gönüllerinin Allahı zikre olan iştiyâkı ve gizli münâcât hâlindeki hâtırlamaları, ölüm ve ümid dolu şerbet bardaklarını onların üzerlerine serpti de şükredip az ile kanâat eden veya doyan gibi dünyadan yüz çevirdiler. Onların maksad ve üzüntüleri bir askerî karargâha, orduya katılmaktır ki, orada parlak yıldızlar gibi Allahın dostları vardır. Cisimleri yeryüzünde Onun sevgisi ile ölüp giderken ruhları perdeler arasında yükseklere doğru seyreder. Onlar ancak habiblerinin civarında istirahata çekildiler. Zorluk ve zahmette aksaklık göstermezler dedi.


Şaşılacak bir şey değil
Cüneyd-i Bağdadi de, Ebû Saîd el-Harrazın ölüm ânında vecde çok geldiğini söylediklerinde; Onun ruhunun hevesle uçması şaşılacak bir şey değildir buyurmuştur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah el-Makdisî</label>

Abdullah el-Makdisî hazretleri, 1185 (H.581) senesinde doğdu. 1232 (H.629) senesi ramazan ayında cumâ günü Şamda vefât etti... Kurân-ı kerîmi amcası Şeyh el-İmâddan öğrendi. Fıkıh ilmini Şeyh Muvaffakuddînden, Arab dilinin inceliklerini ise Ebil-Bekâ el-Akberîden öğrendi. Şamda, Bağdâdda, Mısırda, Nişâbûrda birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi, yazdı ve rivâyette bulundu. Bunun yanında Mûsul, Erbil, Mekke ve Medîneye de gidip hadîs-i şerîf dinledi. İlim için yalın ayak giderdi!Abdullah el-Makdisî, İsfehan ve Nişâbûra ilim öğrenmek için yalın ayak giderdi. Yolda açlık ve susuzluk sıkıntılarına da göğüs gererdi. Melik el-Eşref, onun için Sefhde kendi ismiyle bir hadîs külliyesi yaptırdı ve Abdullah el-Makdisîyi buraya idareci ve müderris tâyin etti.
Muhammed bin Selâm hazretleri onun için buyurdu ki: Abdullah el-Makdisî, bir müzâkere, ders meclisi kurdu. Pek çok kimse akın akın ona koştu. O, ilim ve edeb olarak bütün üstünlükleri kendisinde toplamıştır...
Abdullah el-Makdisî hazretleri, vefatının yaklaştığını anlayınca, önce abdest aldı ve Abdest ve namaz ne güzel şey buyurdu. Sonra da; Kardeşlerim, hastalığı hastalıkla tedavi etmeyiniz. Nasıl kuru otla yangın söndürme imkanı yoksa, günahlarla da Cehennemi söndürmek mümkün değildir. Cehennem, ancak doğru bir iman ve salih amellerle söner buyurduktan sonra uzandı ve Kelime-i tevhidi söyleyerek vefat etti...


Size nasıl muâmele yapıldı?
Abdullah el-Makdisî hazretleri vefât ettikten sonra, talebelerinden pek çok kimse onu rüyâda gördüler. Bir talebesi anlatır: Hocamı rüyamda görüp Efendim, size nasıl muâmele yapıldı? diye sordum. Allahü teâlânın ihsânı ve ikrâmı ile nîmetler içindeyim buyurdu.
Bir başkası onu rüyâsında gördü ve; Haliniz nasıldır? diye sordu. Ona da; Hayra kavuştum diye cevap verdi.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri