Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Bekr Vâsıtî</label>

Ebû Bekr Vâsıtî, Maveraünnehir âlimlerindendir. Aslen Fergânelidir. Doğum târihi bilinmemektedir. Gençliğini Irakta geçirdi. Sonra Horasan beldelerinden Merve yerleşti. 932de vefât etti. Merv şehrindeki türbesi ziyâret edilmektedir. Evliyânın büyüğü Cüneyd-i Bağdâdî ve Ebül-Hüseyin Nûrî hazretlerinin sohbetlerinde yetişti. Birçok velî ile görüştü. Sözleri çok derin mânâlar taşırdı.İnsanlara rehber oldu...
Ebû Bekr Vâsıtî, Horasan beldelerinden Mervde çok talebe yetiştirdi. Zamânındaki insanların rehberi oldu. Hakîkat ve mârifete dâir ondan güzel konuşanı görülmedi.
Bu mübarek zat, vakitlerini ibâdetle geçirirdi. Zaman zaman kendinden bahseder: Ebû Bekr Vâsıtî bülûğ çağına erdiğinden beri kimse gündüzleri yediğine ve hiçbir gece de uyku uyuduğuna şâhid olmamıştır. İbâdeti korumak, onu yapmaktan daha zordur. O, tıpkı çabuk kırılan cam eşyâ gibidir. Ona, riyâ, gurur, ucub, kibir dokunsa ve değse, kırar buyururdu.
Ebû Bekr Vâsıtî, insanları Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirmeye teşvik ederdi. Bu hususta; Yüzünü nefsine döndüren, sırtını dîne döndürmüş olur. Yüzünü dîne döndüren sırtını nefsine döndürmüş olur. Nefsinin istediği işlere değil, nefse aykırı olan işlere gönül ver buyurur ve; En büyük ibâdet, vaktini boş yere harcamamaktır derdi.


Bize vasiyette bulun!
Ebû Bekr Vâsıtî hazretlerine velînin mânevî hâlinden sordular. O; Allahü teâlâ; evliyâsını başlangıç hâlinde ibâdeti, olgunluğunda lütufları ile örterek terbiye eder. Sonra onu kendisi için takdir edilen mânevî sıfatlara garkeder. Daha sonra vakitlerini Allahü teâlâ için geçirmenin zevkini tattırır buyurdu.
Bir gün de buyurdu ki: Yaptığı ibâdetine güvenmek, Allahü teâlânın ihsânını unutmaktandır.
Ebû Bekir el-Vâsıtî hazretlerinin son hastalığında, Bize vasiyette bulun diyenlere, Allahü teâlânın sizden istediği hakkına, riâyet edin dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Münkedir</label>

Muhammed bin Münkedir hazretleri kıraat ilminde otorite kabul edilen bir âlimdir. Kendisine Reis-ül-Kurra denilirdi. Birçok hadis-i şerif rivayet etmişti. Ravileriyle birlikte yüzbin hadis-i şerifi ezberleyerek Hafız makamına ulaştı. Kendisinden bir hadis-i şerif sorulduğunda ağlayarak cevap verirdi. Fıkıh ilminde de büyük bir dereceye çıkmıştı. Muhammed bin Münkedir hazretleri, çeşit çeşit kumaş satardı. Kimisinin metresi beş altın, kimisinin, on altın idi...
Beş altınlık kumaş on altına!..
Bir gün, kendisi yok iken, çırağı, bir köylüye, beş altınlık kumaşı, on altına satmış. Kendi gelip, haber alınca, akşama kadar köylüyü aradı. Köylüyü bulunca;
-Bu kumaş beş altından fazla etmez, dedi. Adam,
-Ben bunu, seve seve aldım, deyince;
-Ben kendime uygun görmediğimi din kardeşime de uygun görmem. Ya satıştan vazgeç, ya beş altını geri al, yahut gel, on altınlık kumaştan vereyim, buyurdu. Köylü beş altını geri aldı ve;
-Bu mert zat kimdir? diye sorunca;
-O, Muhammed bin Münkedirdir dediler.
Adam bu ismi duyunca;
-Sübhânallah! Bu, öyle kimsedir ki, çölde susuz kalınca yağmur duasına çıkıp, onun adını söylediğimiz zaman rahmet yağar, dedi...


Ölüm döşeğinde gözyaşı!..
Muhammed bin Münkedir gâzîlerden bir grup ile yolculuk yapıyordu. Onlardan biri, canım tâze peynir istiyor dedi. Muhammed bin Münkedir Allahü teâlâya dua ediniz. O bu yolda size tâze peynir vermeğe kâdirdir dedi. Hepsi dua etdiler. Biraz gittikten sonra, ağzı kapalı bir zembil gördüler. İçi tâze peynir doluydu. İçlerinden birisi Bu peynirin yanında bal olmalı ki, peynirle yiyelim dedi. Muhammed bin Münkedir Peyniri veren balı da vermeğe kâdirdir buyurdu. Sonra hep birlikde duâ ettiler. Biraz yürüdüler. Yolun kavşağında bir kap gördüler. İçi bal ile dolu idi. Bineklerinden indiler, peynirle balı birlikte yediler.
İşte böyle mübarek bir zat olan İbni Münkedir hazretleri ölüm döşeğinde ağlıyordu. Çok taaccüp edip sebebini sorduklarında şu cevabı aldılar:
Kasten büyük bir günah işlemedim. Önem vermediğim küçük bir günah, Allahın gazabına sebep olduysa diye korktuğum için ağlıyorum!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrahim bin Edhem</label>

İbrahim bin Edhemin babası Belh Padişahı idi. Kendisi Şehzade olup tahtta oturur, avlanmayı severdi. Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı. Gece bir gürültü ile uyandı. Tavanda birisi vardı. -Kim o? diye seslendi. Tavandaki;
-Devemi kaybettim, onu arıyorum, dedi.
-Hey şaşkın, damda deve mi aranır?
Damdaki kimse şöyle seslendi:
Damda deve aranır mı?
-Ey gafil, sen Allahü teâlâyı altın tahtta arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı acaip?
Bu sözler üzerine kalbi Allah aşkıyla yanmaya başladı ve sarayı terk edip kendini zühd ve takvaya verdi...
İbrahim Edhem hazretleri, yaya olarak hacca gitmek üzere yola çıkmıştı. Bir müddet gittikten sonra, arkadan bir atlı yetişti. Adam, ıssız çöllerde yalnız başına yola giden ihtiyarın kim olduğunu bilmiyordu. Nereye böyle ey ihtiyar? diye seslendi. İbrahim Edhem:
-Hacca gidiyorum.
-Yanına ne bir binek ne bir yiyecek almışsın, kaç senede varacaksın böyle?
-Sen yoluna devam et evlât. Benim bir değil hem de birkaç tane bineğim var, deyince, adam şaşkın şaşkınlıkla sordu:
-Ne bineceğinden bahsediyorsun. Baksana yaya olarak yoluna devam ediyorsun, dedi.
İbrahim Edhem hazretleri şöyle cevap verdi:
-Benim bineklerimi merak ediyorsun. Bana belâ isabet etse, sabır benim bineğimdir, bir nimet gelse bineğim şükür atı olur. Bir kaza isabet etse, rıza atına binerim. Eğer nefsim beni aldatmak isterse, bilirim ki, geçen ömrüm kalanından daha çoktur. Nefsimin isteğinden vazgeçerim. Bunlardan daha iyi bir emniyet olur mu ey yolcu?
Adam, karşısındakinin bir Allah adamı olduğunu anladı ve;
-Meğer, asıl yaya olan sen değil benmişim, deyip dua isteyip yoluna devam etti...


Salihler zümresine kat!
Bir gün yatsı namazını kılıp uzun uzun dua etti ve;
Yâ Rabbi! Bana Müslüman olarak ölmeyi nasib et! Salihler zümresine kat! diye dua etti. Bu sırada karşısında bembeyaz elbiseli bir genç belirdi.
-Sen kimsin? diye sordu.
-Ben Melek-ül-mevtim. Ölüm vakti gelenlerin ruhlarını kabzederim, dedi. İbrahim bin Edhem hazretleri:
Allahü teâlâ iyi kullarının ruhunu alması için Azrail aleyhisselamı güzel suretli bir genç şeklinde gönderir. Yâ Rabbi sana şükürler olsun dedi ve ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-ül-Lebbân</label>

Âriflerin ve evliyânın büyüklerinden ve meşhûrlarından olan Yâkût-i Arşî hazretleri Ebül-Abbâs-ı Mürsî hazretlerinin talebelerinin büyüğü olup, Habeşistanlıdır. 1307 (H. 707) senesinde Mısırda İskenderiyye şehrinde vefât etti. Yâkût-i Arşî, insanlara olduğu gibi, hayvanlara karşı da çok merhamet sâhibi bir zât idi... Nîmetlendirilmiş bir köle!Bir defâsında zamânın sultânı bu zâtı ziyârete gelmişti. Geldiğinde, Yâkût-i Arşî hazretlerini, Habeşli siyâhî bir kimse olarak görüp, kalbinden; Bu siyah bir köledir. Bu kimse büyük bir zât olabilir mi? diye geçirdi. Yâkût hazretleri, kerâmet olarak sultânın bu düşüncelerini anlayarak, onun yanına yaklaştı. Başına yedi defâ dokundu; Ama bu, nîmetlendirilmiş bir köledir buyurdu. Sultan hatâsını anlayıp, Allahü teâlânın velî kulları hakkında görünüşe göre hüküm vermenin veyâ görünüşe aldanarak onları aşağı görmenin ne kadar çirkin ve tehlikeli olduğunu anlayıp, önceki düşüncelerine pişmân oldu. Bu hâdiseden sonra sultan, yedi ay daha yaşayıp vefât etti. Böylece, Yâkût-i Arşî hazretlerinin sultânın başına yedi defâ vurmasının hikmeti anlaşılmış oldu...


Büyükleri üzmenin cezası!
O günlerde, İbn-ül-Lebbân isminde bir âlim, Seyyid Ahmed-i Bedevî hazretlerini üzmüştü. Bunun cezâsı olarak, ne kadar ilmi varsa, hepsi hâfızasından silinmişti. Seyyid hazretlerini üzdüğü için bu hâlin başına geldiğini düşündü ve yaptığına çok pişmân oldu. Yâkût-i Arşî hazretlerine sığındı. O da İskenderiyyeden çıkarak, hazret-i Seyyidin bulunduğu Tanta şehrine geldi. Bu kimse adına ondan özür dileyerek, bu kimsenin pişmân olup, tövbe ettiğini, yaptığı hatâdan büyük üzüntü duyduğunu ve sıkıntıda olduğunu bildirdi. Seyyid Ahmed-i Bedevî, Yâkût-i Arşî hazretlerinin hürmetine o kimsenin özrünü kabûl etti ve kabahatini affetti. Bundan sonra İbn-ül-Lebbân, eski ilminin tekrar hâfızasında bulunduğunu hissetti. Yâkût-i Arşî hazretlerinin yanından ayrılmadı. Onun talebesi oldu. Hatta Yâkût hazretleri bunu, kızı ile evlendirerek kendine damat eyledi...


Hanımının ayak ucuna defnedin!
İbn-ül-Lebbân, ilimde ve velîlik yolunda ilerleyip, üstün derece sâhibi oldu. Hocası Yâkût-i Arşîyi çok severdi. Bu sevgisinin çokluğu sebebiyle, vefâtına yakın buyurdu ki: Cenazemi, hanımımın ayak ucuna defnedin!
Bundan sonra ruhunu teslim etti
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abbâdî</label>

Abbâdî, Meşhûr tasavvuf âlimlerindendir. İsmi Muzaffer bin Erdeşir bin Ebî Mensur el-Mervezîdir. Merv şehrinin bir köyüne nisbetle Abbâdî diye meşhur olmuştur. Künyesi Ebû Mansur, lakabı Kutbüddîndir... 1098 (H.491)de Merv şehrinde doğdu. 1152 (H. 547) senesinde Huzistanda, Asker Mükrem denilen yerde vefât etti. Sonradan Bağdâda nakledildi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin kabrinin bulunduğu Şunîziyye kabristanına defn edildi...Güvenilir bir hadîs râvisidir
Abbâdî, ilim öğrenmeye Mervde başladı. Nasrullah ibni Ahmed bin Erdeşir, Nasrullah ibni Ahmed el-Huşamî, İsmâil bin Abdulgafûr el-Fârisî, Abdulgaffâr eş-Şirevî, Zâhir bin Tâhir, Abdülmünîm bin el-Kuşeyrî gibi zamânının meşhûr âlimlerinden ilim öğrendi, hadîs-i şerîf dinleyip rivâyet etti. Kendisinden ise Ebû Muhammed el-Akdân hadîs-i şerîf işitti.
Abâdî, güvenilir bir hadîs râvisidir. Vaaz ve nasîhatlarıyla şöhret bulmuştur. Hitâbeti çok düzgün, tesirli ve anlatım gücü kuvvetli idi. Halk onun vaazlarından çok istifâde edip, şevkle dinlerdi. Ona, Sultan-ı Suhan, Hâce-i Mânâ ve zamânının allâmesi, en büyük âlimi mânâsında Allâme-i Rüzgâr gibi methedici unvânlar verilmiştir.
Bu derece tanınıp sevildikten sonra Selçuklu hükümdârı Sultan Sencer, Abbâdî hazretlerini Abbâsî Halîfesi Muktefî Liemrillâha elçi olarak gönderdi...


Haramlar, yılan olarak gelir!
Abbâdînin tasavvuf ilminde, tasavvufun pekçok konularını açıklayan Sûfînâme adlı eseri vardır. Bundan başka Menâkıb-us-Sûfiyye, Hazret-i Ali ve Ehl-i Beytin fazîleti hakkında Merâsîmüd-dîn fî Mevâsim-ül-yakîn adlı eseri bulunmaktadır. Mîrâcnâme ve Vesîle ilâ Fazîlet-il-Fazîle diğer eserleridir...
Bu mübarek zat, vefat etmeden önce buyurdu ki:
Kabre yılanlar dışarıdan gelir sanmayınız. Sizin kötü amelleriniz kabirde sizin için engerek yılanıdır. Dünyâda iken yediğiniz haramlar da kabre yılan olarak gelir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Hafs-ı Haddâd</label>

Ebû Hafs-ı Haddâd hazretleri, her gün kazandığı bir altını kimsesiz ve yoksullara dağıtır, geceleri dul kadınların kapısına yiyecek bırakırdı. Kendisi akşam namazında borç alır, bununla orucunu açardı. Öyle zaman olurdu ki, pınarda kalan sebzeleri toplar, bunları temizler, pişirir ve yerdi. Ebû Hafs-ı Haddâd, Ubeydullah bin Mehdî Ebyurdî ve Ali en-Nasrabâdînin sohbetinde bulunup, feyz aldı. Ahmed bin Hadreveyh el-Belhî ile arkadaşlık etti. Bağdâtta Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ile görüştü. Şah ibni Şücâ el-Kirmânî ve Ebû Osmân Saîd bin İsmâil talebelerinin önde gelenlerindendir...
O, bir gönül sultanıydı...
Ebû Hafs-ı Haddâd hazretleri, kerâmet ve mürüvvet îtibâriyle zamânında eşsizdi. Âbid, çok ibâdet eden, âşık, zâhid, dünyâyı terk etmiş, gönül sultanı büyük bir zâttı. Allahü teâlâyı hatırlayınca, rengi değişir ve kendinden geçerdi. Yanında bulunup, onun bu hâlini görenler Allahü teâlâyı hatırlardı...
Bir gün bu mübarek zata tasavvufu sordular. Buyurdu ki:
-Tasavvuf, baştan başa edeptir. Zîrâ her vaktin bir edebi, her makâmın bir edebi ve her hâlin bir edebi vardır. Vakitlerle ilgili edebe riâyet edenler (vaktini iyi şeylerle geçirenler), velî kimselerin makâmına ulaşırlar. Edebi terk edenler, Allahü teâlâya yakın olduklarını zannettikleri hâlde, Ondan uzaktırlar. Bâzı kullar da vardır ki, kendilerinin zannettiklerinden daha yüksek bir mertebeye sâhiptir, daha sevgilidirler...


Bize nasîhatin nedir?
Vefât edeceği zaman Ebû Hafs-ı Haddâd hazretlerine talebeleri ve sevdikleri;
-Bize nasîhatin nedir? dediler. O;
-Konuşmaya tâkatim yok, dedi.
Sonra kendinde biraz güç hissedince, önde gelen talebelerinden ve damadı olan Ebû Osman Hîrî ona;
-Efendim! Bir şeyler söyleseniz de sizden yâdigâr olarak nakletsek, dedi.
O zaman Ebû Hafs-ı Haddâd hazretleri;
-İşlenen kusur ve hatâlara bütün kalbinizle pişman ve üzgün olunuz sözü size nasîhatim olsun, buyurdu ve Kelime-i şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nigâr Hanım</label>

Nigâr Hanımın annesi Emina Rifati Hanım, Keçecizade Fuat Paşanın mühürdarı İzmirli Nuri Beyin kızıdır. Şaire Nigar Hanımın tanımıyla bir ehl-i seyfü kalem olan Adolf Farkaş, Müslüman olduktan sonra Osman Nihali ismini alır. Osman Paşa, kimilerine göre sekiz dil bilen, müzisyen ve ressamdır. Nigâr Hanımla babası arasında çok güçlü bir sevgi bağı vardı ve Nigâr Hanımın kültürünü, dünyasını da belirleyen babası olmuştur. Osman Paşanın en yakın arkadaşlarından, Nigâr Hanım üzerinde de etkisi olmuş kişilerden birisi Recaizade Mahmut Ekremdir.
Farklı bir hayat tarzı!..
Nigâr Hanım, küçük yaşlardan itibaren yoğun bir eğitim görmüş, öncelikle Kadıköy Fransız Mektebine devam etmiş, daha sonra özel hocalardan ders almıştır. Çok genç yaşta evlenmiş, fakat mutsuz olmuş ve eşinden ayrılmıştır. İlk dönemler geleneksel bir çizgide şiirler yazdıktan sonra, ortamından ve Recaizade Mahmut Ekrem gibi isimlerden etkilenerek geleneksel çizgiden çıkıp daha yeni bir çizgide yazmaya devam etmiştir. Şiirin yanı sıra düz yazılar da yazmış, çeşitli çeviriler yapmıştır.
Nigar Hanım dönemin toplumsal yapısı açısında çok önemli bir yere sahiptir, edebi yönünün yanında giyimi, konuşması, davranışları ve dönemin kadınlarından farklı bir hayat tarzı vardır. Evindeki edebiyat sohbetlerinde önemli birçok ismi ağırlamıştır...


Gülmedi pek de şu biçare!
İkinci Abdülhamid Han tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirilen Nigâr Hanım, hayatının son devresinde yoğun bir yalnızlık çekmiş, bu nedenle de büyük kederlere boğulmuştur.
Nigar Hanım, 1918 yılında İstanbulda vefat etmeden önce yanındakilere şu mısraları söylemiştir:
Ben ölürsem çektiğim derdi bilen yaran desin/Gülmedi pek de şu biçare Nigarın ahteri/Varlığından olmadan âlemde bir dem müstefid/Ol felaket-didenin hak-i siyah oldu yeri...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid Emîr Hamza</label>

Seyyid Emîr Hamza, babası Emîr Külâl (Gilâl) hazretlerinin sohbetlerinde yetişti. İlimde ve tasavvuf hâllerinde zamânının bir tânesi oldu. Babasının vefâtından sonra, onun yerine geçip, yıllarca insanlara doğru yolu gösterdi. Seyyid Emir Hamza, vefat ederken talebelerine şöyle vasiyet etmiştir:
İslâmiyete tam uyulmazsa!..
Ey talebelerim! Bizim bulunduğumuz bu yol, sıdk ve doğruluk üzerine kurulmuştur. Muhterem babam, İnsanların Hakka kavuşmaktan mahrum kalmalarının sebebi, İslâmiyete tam uymadıklarındandır buyururdu.
Önce îtikâdı düzeltmek lâzımdır. Şekten, şüpheden, bidat ve dalâletten ve gayr-i meşrû olan her şeyden kalbi temizlemelidir. Bir kimsenin, anlamadan, mezheblerin ihtilâflarından ve ittifaklarından konuşması çirkin bir iştir. Bir kimse bu hususta bilmeden konuşursa, câhilliğinin alâmetidir. Çünkü tasavvuf ehlinin yolu, yolların en aydınlığıdır. Zamânımızdaki dalâlet fırkaları, tasavvufu yanlış anlayıp, yanlış yorumlayarak başka yollara sapmışlardır.
Tasavvuf ehli olanlar, Resûlullah efendimizin sünnetine uyarlar. Yâni İslâmiyete uyarlar. Haram işlerden ve haram yemekten sakınırlar. İnsanların yükünü çekip, kimseye yük olmazlar. Şöhretten sakınırlar. Müslümanlara acıyarak, onlara yumuşak davranırlar. Dâimâ Allahü teâlâdan korkarlar ve günahlarının affedilmesi için yalvarırlar. Gıybet etmezler. Dünyâya, dünyânın rahatlığına ve zînetine güvenmezler. Sâlihlerin ve Eshâb-ı kirâmın yolunda ve onların ahlâkı üzere olurlar. Büyükleri inkâr etmezler ve bidat ehline uymazlar. Bunlar Ehl-i sünnettir. Hak üzere olan cemâattir. Sakın onların sevgisini kalbinizden çıkarmayınız. Çünkü onların sevgisi, Allahü teâlânın ve Resûlünün râzı olmasına sebeb olur.


Ölüm gelmeden tövbe et!
Ey talebelerim! Dâimâ namaz vakti ne zaman girecek de namaz kılacağım diye bekleyin. Abdesti, namaz vakti girmeden alınız. Namazı huşû ve hudû ile kılınız ve Allahü teâlâdan korkunuz. Namaz vaktinde hiçbir şeyle meşgûl olmayınız! Nitekim Resûl-i ekrem; Vakit geçmeden namaza, ölüm gelmeden tövbeye acele edin buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Rahmiye Tayyar Hanım</label>

1920li yıllar... Fransız askerleri güneydoğuyu işgal etmiş ve halka zulmediyordu. Bunun üzerine halk silahlanarak düşmana karşı kurtuluş mücadelesine başladılar... Cenup Cephesinde 9. Tümen kuruluşunda bir gönüllü müfreze vardı. Bunun komutanı genç bir kadındı. Osmaniyenin Kaypak nahiyesi Râziyeler köyünden Rahmiye Hanım, Fransızların işkence ve tazyiklerine tahammül edemeyerek Hüseyin Ağanın Milli Kuvvetlerine gönüllü olarak iltihak etmiş ve Hasanbeyli civarında 89. Tümenle icra edilen taarruza müfrezesiyle bilfiil iştirak etmiştir... İlerleme imkânı kalmadı!
Bu müsademede Fransızlardan 80 tüfek ve 2 makineli tüfek alınmıştır. Çarpışmada bazı arkadaşları arkada kalmıştı. Milli kuvvetler derhal gidip onları kurtarmış ve bu kahramanca hareketinden dolayı Rahmiye Hanıma Tayyar (uçan) nâmı verilmiştir.
Tümenden aldığı bir emirle Osmaniyedeki müstahkem Fransız karargâhına taarruz edecek olan bu müfreze, 1920 senesinin 1 Temmuz sabahında harekete geçti. Tayyar Rahmiyenin müfrezesi ustaca bir tertiple yavaş yavaş hedefe doğru ilerledi. Fakat, bir an geldi ki, artık ilerlemeye imkân kalmadı. Çünkü, Fransız karargâhı çok iyi tahkim edilmiş ve bol silâhla müdafaa edilmekteydi. Duraklayan çetesini harekete geçirmek, yeni bir taarruz hızı verebilmek için sarf ettiği bütün gayretlerin boşa çıktığını gören bu kahraman Türk kadını şiddetli düşman ateşine rağmen ayağa fırladı ve;
-Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olmanıza rağmen yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz! diye bağırdı.


On adım kala şehit düştü!
Erkeklerin çok dokunan bu söz ve jest, ruhları sararak kahramanlık hislerini kamçıladı ve hücum yeniden başladı.
Yağmur gibi yağan düşman ateşi, bu hücumu bir an olsun durduramamıştı. Karargâh binasını saran çember gitgide daralıyordu. Çetenin efrâdı bir hayâlet gibi hedefine yaklaşıyordu. Ancak ne yazık ki, bu vatansever kadın, karargâh kapısına on adım kala şehit oldu. Bu kayıp, burada, büsbütün başka bir tesir meydana getirmiş ve çetenin onuruna dokunmuştur. Bu milli şahlanışın ateşlediği ruhlar, bir hamlede karargâhı zaptetmişlerdir..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çelebi Hüsrev</label>

Çelebi Hüsrev hazretleri, küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Bilhassa büyük âlim Çelebi Cemâleddîn Efendinin ders ve sohbetlerine katıldı. Tasavvufta yüksek derecelere ulaşınca, hocası tarafından, Konya Mevlevihânesi Şeyhliğine getirildi. Bundan sonra pekçok kimse onun huzûruna ve sohbetlerine koştu. Memleketin ileri gelenleri ve devrin pâdişâhı Sultan İkinci Bâyezîd Han tarafından sevilip sayıldı.İftirâcılar her zaman vardır!..
Ancak Çelebi Hüsrev hazretlerine gösterilen bu sevgi ve yakınlık, kendisini çekemeyenlerin, hasetçilerin iftirâlarına sebep oldu. Bunlar bu mübârek zâtı her fırsatta kötülemeye ve ona olmadık sıfatlar yakıştırmaya başladılar. Nitekim bu sözler Sultan Bâyezîd-i Velî hazretlerine kadar geldi. Pâdişâh kendisine söz getirenlere şöyle dedi:
-Allahü teâlânın aziz kıldığı bir zâtı, zelîl etmeyi istemek, o kimsenin alçalmasına rezil ve rüsvây olmasına sebeb olur...
Bu sözler iftirâcıların suratına bir şamar gibi patladı. Artık Çelebi Hüsrev hazretleri hakkında söz söylemeye cesâret edemediler...
Kânûnî Sultan Süleymân Hanın oğlu Şehzâde Bâyezîd saltanat iddiâsı ile ayaklanmıştı. Kânûnî, diğer oğlu Selîmi, onun üzerine gönderdi. Şehzâde Selîm, kuvvetleri ile Konyaya geldi. Orada mânâ âleminin sultanlarından Çelebi Hüsrev hazretleri ile karşılaştı. Ondaki vakar ve heybetin karşısında Şehzâde Selîme dünyâ sultanlığının verdiği heybet bir anda yok oldu. Şeyh hazretlerine pekçok edeb ve hürmet gösterdi. Bu tavrı ile şeyhin mânevî yardımına kavuştu. Şeyh Hüsrev kendisine;
-Mânâ sultânı ile dünyâ sultânı karşısında bir tek kişi başkaldırmış ne yapabilir? diyerek onun endişesini giderdi. Böylece zafer kazanacağını müjdelemiş oldu. Ertesi gün Konya yakınında Şehzâde Selîm, Şehzâde Bâyezîdi bozguna uğratıp mağlup etti (1559).


Ona tabi olmanızı istiyorum
Çelebi Hüsrev 1562 yılında vefât etti. Vefât etmeden önce talebelerini yanına çağırdı ve;
Evlatlarım, artık bu fani dünyadan göçüyorum. Yerime, çok sevdiğim sırlar sâhibi, mânevî derecesi yüksek oğlum Çelebi Ferruhu, talebelerin yetişmesi ve onların işini sevk ve idâre etmesi için halîfe tâyin ediyorum. Hepinizin ona tabi olmasını istiyorum dedikten sonra vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bosnalı Abdullah Efendi</label>

Bosnâvî Abdullah Efendi, Osmanlı evliyâsının büyüklerindendir. 1583te doğdu. Doğum yeri olan Bosnada ilim tahsîline başlayan Abdullah Efendi, sonra İstanbula geldi. Tahsîlini tamamladıktan sonra Bursaya gitti. Bursalı Hasan Kabaduz Efendi ile görüştü. Bu zâtın sohbetlerinde kemâle gelip olgunlaştı. Hâcı Bayram-ı Velînin halîfelerinden Bıçakçı Ömer Dedenin halîfesi olan Hasan Kabaduz Efendinin feyiz ve himmetleri ile yüksek derecelere kavuştu... Pek çok talebe yetiştirdi!..Bosnâvî Abdullah Efendi, Bursadan ayrılıp Mısıra, sonra 1636 senesinde hac vazîfesini yapmak için, Hicaza gitti. Mekke-i mükerremeyi ve Medîne-i münevvereyi ziyâret etmekle şereflendi. Hac dönüşünde, Şamda Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin türbesi yanında inzivâya çekildi. Günlerce ibâdetle meşgûl oldu. Sonra Konyaya geldi. Sadreddîn-i Konevî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi büyüklerin kabirlerini ziyâret edip, rûhâniyetlerinden istifâde etti. Konyada yerleşip, vefâtına kadar bu şehirde kaldı. Talebelerine ilim öğretmek ve emr-i mârûf yapmakla Allahü teâlânın emirlerini bildirmekle meşgûl oldu. Mısır ve Hicaza yaptığı seyâhatlerinde ve Şamdaki ikâmetinde kendisi ile görüşen ilim erbâbı, Abdullah Bosnavînin ilmini ve eserlerini çok beğenirlerdi. Yüksekliğini anlayanlar, ilim ve feyzlerinden istifâde etmek için birbirleriyle âdetâ yarış ederlerdi. Arab âleminin meşhûr ulemâsından Garsüddîn Halîlî Muhammed Mirzâ Sürûcî, Dımeşkî Sûfî, Muhammed Mekkiyy-ül-Medenî, Seyyid Muhammed bin Ebî Bekr Ukûd gibi âlimler, Abdullah Bosnavînin talebesi olmakla şereflendiler...
Kaynaklarda Abdullah Bosnavînin altmış eserinin ismi verilmektedir. Bunlardan en meşhûru, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin meşhûr eseri Füsûs-ül-Hikem şerhidir.


Konyada vefât etti...
Abdullah Bosnavî, 1644 (H.1054) senesinde hac dönüşü Konyada vefât edip, çok sevdiği Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin türbesi civârında defnedildi. Vefat ederken şöyle vasiyet etti:
Kabir taşıma, Hâzâ kabrû garîbillahi fî ardıhî ve semâihî Abdullah el-Bosnâvî er-Rûmî el-Bayrâmî yazın...
Bunları söyledikten az sonra da terk-i dünyâ eyledi...

]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hacı Bayram-ı Velî</label>

Hacı Bayram-ı Velî (Nûmân bin Ahmed) hazretleri, Sofiyye-i aliyyeden, yani tasavvuf büyüklerindendir. Küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başlayan bu mübarek zat, Ankarada ve Bursada bulunan âlimlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o zamânın fen ilimlerinde yetişti. Somuncu Baba adıyla meşhur olan Hâmid-i Aksarâyî hazretlerine talebe oldu. Onunla hacca gitti. Hac vazîfelerini yaptıktan sonra Aksaraya geldiler. Orada hocasının 1412 (H. 815) senesinde; Halîfem, vekîlim sensin emri üzerine, bu ağır vazîfeyi üzerine aldı. Aynı sene hocası vefât edince, defin işleriyle meşgûl olup, cenâze namazını kıldırdı. Aksarayda vazîfesini bitirdikten sonra Ankaraya döndü... Hasta kalpler şifâ bulurdu
Hacı Bayram-ı Velî, Ankarada dînin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye, yetiştirmeye başladı. Her gün pekçok kimse huzûruna gelir, hasta kalplerine şifâ bularak giderlerdi. Kısa zamanda ismi her tarafta duyuldu. Pek çok talebesi oldu. Akşemseddin hazretleri en meşhurlarındandır...
Bu mübarek zat, 1429 (H. 833) senesinde Ankarada vefât etti. Türbesi, kendi adıyla anılan câminin yanında ziyârete açıktır...
Hacı Bayram-ı Velî, son hastalığında talebelerini yanına çağırdı. Onlara nasihatlerde bulundu. Talebeleri, acaba yerine kimi halife bırakacak, diye düşünürlerken, birden gözlerini açıp; Emîr! Su getir! buyurdu. Talebelerinden biri hemen su getirdi, fakat onu çiçek saksısına döktü. Tekrar su istedi, yine bir talebesi su getirdi. Onu da saksıya döktü...


Emanet-i kübraya nail olasın
Yine su istediğinde, talebelerinin önde gelenlerinden Akşemseddin hazretleri, diğer seçkin talebelerinden Bıçakçı Ömer Efendiye işaret etti, suyu o getirdi. Hacı Bayram-ı Veli hazretleri suyun bir kısmını içip geri kalanını Ömer Efendiye verdi ve; Kalanını sen iç ki, emanet-i kübraya nail olasın buyurdu. Tekrar dalgınlaştı. Bir ara gözlerini açtı ve Kelime-i şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri