Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hasırlı Baba</label>

Aziz Mahmud Hüdâyi hazretleri, Edirne, Mısır, Şam ve Bursada Kadılık ve Müderrislik yapmıştır. İstanbulda halka ve sultanlara mürşid olmuştur. Üsküdarda vefat etti. Külliyesi içinde bulunan türbeye defnedildi. Eserleri, sohbetleri, şiirleri, vaaz ve nasihatleri ile padişahın ve halkın gözünde önemli bir yer kazanmıştı. O mübarek zat, kendisini sevenler için şu duayı etmiştir: Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin...
Himmet ve dua buyurun!
İşte hep hizmet düşünen ve insanlara acıyan bu Aziz Mahmud Hüdâyi hazretlerinin döneminde İstanbulda bir kolera salgını olur ve bir günde yüzlerce insan ölür. İstanbul çok zayiat verir. Ulemadan teşekkül eden bir heyet, Aziz Mahmud Hüdâyi hazretlerinin huzuruna varırlar ve;
-Efendim, bir himmet ve dua buyurun! Artık bu bela İstanbulu terk etsin, derler. Aziz Mahmud Hüdâyi hazretleri:
-O bizim işimiz değildir; bizim işimiz irşattır. Onun görevlileri vardır. Varın gidin Karaca Ahmed Mezarlığına. Hasır üzerinde yatan ebdallardan (seçilmişlerden) bir zat vardır. Hasırlı Baba derler adına. Ona söyleyin. Bu, onun işidir. Ama celâlli bir zattır. Size iltifat etmeyecek olursa bu fakirin selâmını söyleyin, der.
Bir grup halk, Karaca Ahmed Mezarlığına gidip, Hasırlı Babayı bulurlar ve kendisine;
-Efendim, çok zayiât verdik. Bu kolera İstanbulu bitirecek, himmet buyurun da bu hastalık buraları terk etsin, derler.
Hasırlı Baba:
- Allahın işine karışmayın! Buradan hemen gidin! der.


Başka emri var mı?
Gidenlerden birisi:
-Efendim, Aziz Mahmud Hüdâyi hazretlerinin size selâmı var, deyince
Hasırlı Baba hemen fırlayarak ayağa kalkar:
-Başka emri var mı? der.
-Hayır, yok.
-Bir kişi kaldı. O kalan bir kişi de gidince kolera İstanbulu terk edecek, der.
Heyet, beş on metre gider ki, bir Yâ Hak... sesi duyarlar. Dönüp arkalarına baktıklarında Hasırlı Babanın ruhunu teslim ettiğini görürler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Alemdar Mustafa Paşa</label>

Yeniçerilerinden Hacı Hasan Ağadır. Önce Yeniçeri Ocağına intisap etti. Bir süre sonra Kapıcıbaşılık rütbesi ile taltif edildi. Bir müddet sonra da Hezargad ayanlığına tayin edildi... Tirsinkli İsmail Ağanın ani ölümü, Alemdar Mustafa Paşanın hayatında bir dönüm noktası oldu. Rusçuka gelen Alemdar Mustafa Paşa Ayanlar ayanı seçildi. Aynı yıl başlayan Osmanlı-Rus Savaşında Alemdar Mustafa Paşa çok büyük yararlılıklar gösterdi...
Kabakçı Mustafa İsyanı!
Bu sırada patlak veren Kabakçı Mustafa İsyanı sonunda, birçok ıslahata imza atmış olan Sultan Üçüncü Selim Han tahttan indirilerek, yerine Sultan Dördüncü Mustafa çıkarıldı. Alemdar Mustafa Paşa, bu isyana karşı çıktı. Sultan Üçüncü Selimin öldürüleceğini haber alan Alemdar Mustafa Paşa, alelacele İstanbula gitti. Ancak bu arada eski padişah Sultan Üçüncü Selim katledildi. Şehzade Mahmud kurtarılabildi ve tahttan indirilen Sultan Dördüncü Mustafanın yerine tahta geçirildi. Bu arada Sadrazam seçilen Alemdar Mustafa Paşa, ilk iş olarak Sultan Üçüncü Selimin katillerinin cezalandırılmasını sağladı.
15 Kasım 1808 gecesi büyük bir isyan patlak verdi. Alemdar Mustafa Paşa, kuşatılan köşkünde mahsur kaldı. Yardımın da gecikmesi üzerine umudu kalmayan Alemdar Mustafa Paşa, 42. Bölük Odabaşını çağırttı:


Onları buradan kaçır!
Haremimi ocağın namusuna emanet ederek sana teslim ediyorum. Onları buradan kaçır. Ben bu asileri bertaraf ederken, kendim de ölürüm dedikten sonra, Alemdarın bulunduğu kuleye, kalabalık bir Yeniçeri grubunun hücum etmesi üzerine, daha önce koydurduğu barut fıçılarının üzerine tabancası ile ateş etti ve büyük bir patlama oldu. İsyancılardan beş yüz kişi, bir rivayete göre ise sekiz yüz kişi bir anda havaya uçup öldü...
1908den sonra kurulan Tarih-i Osmani Encümeni tarafından Paşanın kemikleri Gülhane Parkı karşısındaki Zeynep Sultan mezarlığına taşıtıldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Alâeddîn-i Sâbir</label>

Alâeddîn-i Sâbir hazretleri, 1285 (H.684) senesinde Şemsüddîne altı senelik mücâhedeye girmesini emretti. Buna Habs-ı Kebîr denir ve bir kabrin içinde yapılırdı. Alâeddîn-i Sâbir de bunu yapmıştı. Şemsüddîn de;Başüstüne efendim! dedi. Kabrin içine girerek nefsini terbiye etmeye başladı. Bu mücâhededen çıktığında hocası ona buyurdu ki:
Alâeddîn-i Hilcîye yardım et
Şimdi Amber şehrine git. Alâeddîn-i Hilcîye yardım et. Kaleyi zabtedin. Senin yardımın olmadan kaleyi alamaz. Kaleyi aldığınız gün, ben vefât etmiş olacağım. O da inşallah 16 Mart 1291 Cumâ günü (H.690) nasîb olacaktır...
Şemsüddîn bu sözleri duyunca ağlamaya başladı. Dedi ki:
Efendim, cenâze hizmetlerinizi kim yapacak? Nereye defnolunacaksınız? Sizi kabre kim koyacak? Türbeniz nasıl olacak? Hocası da;
Hizmetleri siz yapacaksınız. Allahü teâlânın ihsânı ve büyüklerimizin rûhâniyeti yardımcınız olacak. Gaslederken vücûduma değmeyeceksin. Gasil esnâsında gözlerini açmayacaksın. Cenâze hizmetleri kendiliğinden yapılacaktır buyurdu.
Şemsüddîn, hocasının emrini yerine getirmek için Amber Kalesine gitti. Kalenin fethinden sonra, askerlerin arasından gizlice ayrıldı. Yolda Alîmullah Ebdâl ile karşılaştı. Alîmullah ağlıyordu. Buyurdukları gibi, Alâeddîn-i Sâbirin aynı târihte vefât ettiğini öğrendi. Kalyâra vardıklarında, Şemsüddîn, Alâeddîn-i Sâbirin kendisine tenbih ettiği gibi gusül abdesti aldırttı. Her iş kendiliğinden oluyordu. Şemsüddîn, hocasının vücûduna dokunmuyordu. Cenâze namazı kılınacağı zaman, Şemsüddîn yalnız olduğunu görerek çok üzüldü. O sırada Sâbire benzeyen bir atlı, dört nala yanına geldi. Yüzünde bir tül, elinde bir mızrak vardı. Şemsüddînin yanına gelip;
Şemsüddîn dikkat et! Namaza hemen durma deyip, atından indi. Biraz sonra imâmete geçti ve namaza durdular. Şemsüddîn selâm verdiği zaman, velîlerin ve kutubların, cenâze namazına iştirak ettiğini gördü...


İsminizi öğrenebilir miyim?
Namazdan sonra cenâzeyi kabre koydular. Süvâri atına döndüğü zaman, Şemsüddîn;
Özür dilerim efendim! Kıymetli hocamın cenâze namazına katılan sizlerin isimlerini öğrenebilir miyim? diye sordu. Süvâri, yüzündeki tülü çıkardı ve buyurdu ki:
Şemsüddîn! Bu cenâzenin namazını, cenâzenin kendisi kıldırdı!
Şemsüddîn, süvârinin yüzüne baktığında Alâeddîn-i Sâbir olduğunu gördü ve bayılıp yere düştü
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Saîd Kaylavî</label>

Ebû Saîd Kaylavî, Allahü teâlânın sıfatlarında bilgi sâhibi, kerâmetleri görülen bir zât idi. Kaylaviye ve çevresindeki insanlar huzûruna gelip bilmediklerini sorarlar, kendisinden fetvâ alırlardı. O kadar çok gelen olurdu ki, yüksek bir kürsî yaptırmak mecbûriyetinde kaldı. Kürsî üzerinde, insanların dertlerine çâre olurdu. Nasîhatleri ile pekçok kimsenin doğru yola gelmesine sebeb olurdu...Onu üzen helâk olurdu!
Ebû Saîdin duâlarını cenâb-ı Hak kabûl eylerdi. Çok hasta olan bir kimseyi ziyâret etse, hasta sıhhate kavuşur, iyileşirdi. Bir kimseye şefkatle baksa, o şahıs kötü ahlâklı bile olsa, sâlih bir Müslüman olurdu. Her kim onu üzerse, o da helâk olurdu!
Ebû Saîd Kaylavî bir gün buyurdu ki: Velînin kalbinde dünyâ malına karşı hiçbir muhabbet olmamalı, kalbi, bütün kötü huylardan temizlenmelidir. Hiç kimse ile münâkaşa etmemeli, herkesle hoş geçinmelidir. Elinde olanları muhtaçlara verip, onlara hizmeti ganîmet bilmelidir.
Ebû Saîd Kaylavînin çok kerameti görülmüştür. Mübarek, bir gün abdest alacaktı. Talebelerinden Ebül-Hasan Ali el-Kureşî kendisine ibrik götürüyordu. İbrik birden elinden düşüp parçalandı. Talebe çok telaşlandı. Ebû Saîd talebesine şefkatle bakarak, yerdeki ibriğin bir parçasını eline alır almaz, diğer parçaları ona yapışmış gördüler. Hattâ içi su ile dolu idi.
Ebû Saîd Kaylavî hazretleri, Hızır aleyhisselâm ile görüşürdü. Abdülkâdir-i Geylânî ile sohbet ederlerdi. Gavs-ı âzam Abdülkâdir Geylânîye çok hürmet eder, edebli davranırdı.


O, evliyânın çiçeğidir
Vefâtı ânında oğlu Saîd; Babacığım, bana vasiyet eder misin? dedi. O da oğluna; Evlâdım! Abdülkâdir-i Geylânîye karşı çok hürmetli ol! buyurdu. Orada bulunan âlimlerden Muhammed el-Medînî; Ey efendim! Abdülkâdir-i Geylânînin hâlinden bize anlatır mısınız? dedi. O da; O, bu zamandaki evliyânın çiçeğidir. Yeryüzündeki insanların, Allahü teâlâya en yakın ve Ona en sevimli olanıdır buyurdu
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Nuh'un asi oğlu: Kenan</label>

Nuh aleyhisselamın ikinci olarak evlendiği Vâile adında bir hanımı vardı. Bu kadın önce iman etmiş ise de daha sonra, imandan ayrılmış, mürted olmuştu. Hazreti Nuhun bu kadından doğan oğlu Kenan da babasına iman etmemişti. Nuh aleyhisselâm, yüzyıllar boyunca, kavmini iman ve hidayete davet ettiği hâlde, onların, inanmamakta ısrar etmeleri sebebiyle helâk olmalarının yaklaştığı sırada, son olarak kavmine, Allahü teâlâya iman edip yaptığı gemiye binmelerini söyledi. Bizi tufanla korkutuyorsun!
Hazreti Nuhun son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar dediler ki:
-Ey Nuh! Bizi tufanla korkutuyorsun. Biz sana da, söylediklerine de inanmıyoruz!
Nuh aleyhisselâm gemiyi bitirdiğinde, vaat olunan azabın vakti gelmişti. Tufanın alametleri görüldü. Allahü teâlâ, Hazreti Nuha vahyedip, her hayvan ve kuştan birer çifti ve kavminden iman edenleri gemiye almasını emretti.
Nuh aleyhisselâm sular yükselmeye başladığında, oğlu Kenanı bir köşede gördü. Babalık ve peygamberlik şefkati ile son bir defa daha, bu asi evlada nasihat etti. İman etmesini söyleyerek buyurdu ki:
-Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gemiye bin ki, inananlarla beraber selamete eresin! Kâfirlerle beraber olma! Allahü teâlânın iman nasip etmekle rahmet buyurdukları hariç, bugün boğulmaktan kimse kurtulamaz!
Kenan buna karşılık şu cevabı verdi:
-Ne iman ederim, ne de gemiye binerim. Bir büyük dağa sığınırım. O dağ beni, suda boğulmaktan korur!..
Kenan, bunları söyledikten hemen sonra dağa tırmanmaya başladı. Fakat sular hızla yükselip onu yuttu...
Nuh aleyhisselâm, Allahü tealaya şöyle arz etti:
Ya Rabbî! Oğlum Kenan benim ehlimdendir ve senin vaadin elbette haktır. Senin vaadinde değişiklik olmaz. Sen beni ve ehlimi suda boğmayacağını vaat etmiştin!


O senin ehlinden değildir
Allahü teâlâ buyurdu ki:
Ey Nuh, o senin ehlinden, dininden değildir. Zira o salih olmayan bir amel sahibidir. O hâlde ilmine vâkıf olmadığın bir şeyi benden isteme! Şüphesiz ben, seni, cahillerden olmaktan men ederim!
Bunun üzerine Nuh aleyhisselâm şöyle dua etti:
Ya Rabbî! İlmim olmayan şeyi senden istemekten, sana sığınırım. Eğer beni magfiret ve bana affınla rahmet etmezsen, ben ziyana düşenlerden olurum!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Saîd Ebü'l-Hayr</label>

Ebû Saîd Ebül-Hayr hazretlerinin babası verâ sâhibi dindar bir zât idi. 967 (H.357) senesinde Horasan bölgesinde Serahs ile Ebyurd arasında yer alan Meyhene (Mihene) şehrinde doğdu. 1049 (H.440) senesinde aynı yerde vefât etti.Ebû Saîd Mîhenî tasavvufta çok yüksek mertebeye ulaştı. Zamanındaki bütün evliyânın sultânı, baş tâcı oldu. Bütün Müslümanların matlûbu, sevdiği idi. Tasavvuf yolunun bütün inceliklerine vâkıf olup, ayrıca; fıkıh, tefsîr, hadîs ve başka ilimlerde de çok yüksek âlim idi. Günlerini oruçlu geçirirdi...
Ebül-Hayr hazretleri, oruç tutulması câiz olmayan günler hâriç, senenin bütün günlerini oruçlu geçirirdi. Sâde bir ekmek ile iftar eder, gece gündüz ibâdetle meşgûl olurdu. Bütün ibâdetlerde, bilhassa namaz husûsunda çok hassas ve ihtiyatlı hareket ederdi. Kendi hâlinde her an Allahü teâlâyı hatırlar, hep; Allah, Allah derdi. Ne zaman uyku basacak olsa, elinde ateşten mızrak bulunan çok heybetli bir kimse karşısında zuhûr eder. Allah de! derdi. Böylece, vücûdundaki bütün zerreler de zikreder hâle gelirdi...
Mübarek, geceleri herkes uyuduktan sonra kalkar ibâdet ederdi. Kendini ayıplı ve kusurlu görmekte, nefse muhâlefet etmekte, nihâyette idi. Tevâzuu çok idi.
Ebû Saîd Ebül-Hayr hazretlerinin, ibâdet ederken giydiği bir hırkası vardı. Hattâ, bu hırkanın hazret-i Ebû Bekire âit olduğu, elden ele, ona kadar geldiği de söylenirdi. Ahmed Nâmıkî Câmî hazretlerine hırkayı ulaştırması için, Ebû Saîde mânevî bir işâret gelmişti.


Bu hırkayı ona teslim et!
Ebû Saîdin oğlu Ebû Tâhir hazretleri, babasında bulunan bu mübârek hırkayı taşımak salâhiyetinin kendisine verilmesini arzu ediyordu. Ebû Saîd keşif yoluyla oğlunun bu düşüncesini anlayıp;
-Sizin istediğiniz bu salâhiyeti başkasına verdiler, buyurdu. Orada bulunanlar bu sözlerle ne demek istediğini anlayamadılar. Sonra oğlu Ebû Tâhire vasiyet edip;
-Benim vefâtımdan yıllar sonra, uzun boylu, şöyle şöyle şekilde, adı Ahmed olan bir genç hânegâhın kapısından girip gelir. Sen de o zaman, talebelerin içerisinde benim yerimde oturmuş olursun. Bu hırkayı muhakkak ona teslim eyle! buyurdu. Bunları söyledikten kısa bir zaman sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İsmâil Fakîrullah</label>

İsmâil Fakîrullah hazretleri, Anadoluda yetişen büyük velîlerden. Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretlerinin hocasıdır. İsmi, İsmâil, babasınınki Kâsımdır. Fakîrullah diye tanınır. 1656 (H.1067) senesinde Siirtin Tillo kasabasında dünyâya geldi. Dedesi Molla Abdülcemâl, Peygamber efendimizin amcası Hazret-i Abbâsın torunlarındandır. Zâhirî ilimlerde âlim olup Tilloda müderristi. Oğlu Mevlânâ Kâsımı yetiştirerek âlim olmasına vesîle oldu. Mevlânâ Kâsım da oğlu İsmaili küçük yaşta yetiştirmeye, ilim öğretmeye başladı... Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yetişti
İsmâil Fakîrullah yirmi dört yaşına kadar zâhirî ilimlerde âlim ve bâtınî ilimlerde mütehassıs bir velî olarak yetişti. İbâdetlerinden büyük bir lezzet alır, zevk ile yapardı. Anne ve babasının hukûkunu gözetir duâ ve rızâlarına kavuşmak için çok gayret gösterirdi.
1660 senesinde babası Mevlânâ Kâsım hazretleri vefât edince, yerine geçerek müderrislik yapmağa başladı. O sene evlendi. İsmâil Fakîrullah hazretleri haramlardan çok sakınır, hattâ şüpheli korkusuyla mubahların dahî fazlasından kaçınırdı. Çok talebe yetiştirdi...
Yaşı sekseni geçince 1734 (H.1147) senesinde bir hafta kadar hiç kimse ile görüşmeyip mânevî âlemin sırlarına ulaşıp bu âlemi seyreyledi. İnsanlar onu hastalıktan dolayı böyle kendinden geçmiş sandılar. Ancak cuma gecesi yatsıdan sonra o hâlden bu his âlemine döndü. Evlât ve torunlarını yanına çağırıp ilim öğrenmelerini ve sâlih ameller ile uğraşmalarını vasiyet eyledi. Üzerindeki emânetlerin sâhiplerine verilmesini isteyerek oradakilerle vedâlaştı. Sonra Yâsîn-i şerîf okumalarını istedi. O anda odanın içine öyle güzel kokular doldu ki, sanki ûd ve anber yakılmıştı. Çocukları ve torunları üzüntü içindeydiler. Onun için ise o gece bayram ve sürûr gecesi oldu...


Allah diyerek cennete uçtu...
Yâsîn-i şerîfin Selâmûn kavlen... âyet-i kerîmesi okunurken Allah diyerek cânını Hakka teslim eyledi. Mübârek rûhu gidip, latîf cismi kaldı.
Hayâtını insanlara ilim öğretmek, onlara dîn-i İslâmı anlatmakla geçiren İsmâil Fakîrullah hazretleri yerine talebesi Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretlerini halîfe bıraktı..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Hâdimî</label>

Mevlânâ Ebû Saîd Muhammed Hâdimînin dedeleri Buhârâlıdır. Muhammed Hâdimî, ilk tahsîlini babasından gördü. Babası Fahr-er-Rûm (Rûm diyârının seçilmişi, herkesin onunla övündüğü) nâmıyla meşhûr Kara Hacı Mustafa Efendidir. Mustafa Efendi, tanınmış âlimlerdendi. Dört katır yükü kitap...
Muhammed Hâdimî, on yaşında Kurân-ı kerîmi ezberledi. Arabî ve Fârisîyi öğrendi. Babasının emriyle Konyada Karatay Medresesine yazıldı. Burada beş sene ilim öğrendikten sonra, hocası İbrâhim Efendinin tavsiyesi ile İstanbula gitti. İstanbulda zamânın meşhûr âlimlerinden Kazâbâdî Ahmed Efendiden ilim öğrenerek icâzet aldı. Yirmi yedi yaşında yüksek tahsîlini bitiren Muhammed Hâdimî, dört katır yükü kitapla Hâdime döndü. Babasının boş bıraktığı Hâdim Medresesinde ders vermeye başladı.
Hâdimî hazretleri talebelere ders vermenin yanı sıra, insanların hidâyete gelmesine, İslâm ahlâkını ve hukûkunu öğrenmesine vesîle olmak için çok çalıştı. Pekçok kitap yazdı. Bu eserlerden, İmâm-ı Birgivî hazretlerinin Tarîkat-ı Muhammediye isimli kitâbına yaptığı şerhi çok kıymetlidir. Bu şerhe Berîka ismini vermiştir. Muhtelif târihlerde sık sık basılmıştır...
Muhammed Hâdimî hazretleri, 1762 (H.1176) senesinde Hâdimde, son hastalığına yakalanmıştı. Çocuklarını, talebelerini ve dostlarını çağırıp her biriyle helalleşip, vedâlaştı. Çocuklarına ve talebelerine vasiyetini bildirdikten sonra; Vefât ettiğimde, daha önce vasiyet edip anlaştığım kimse gelene kadar beni soyup gaslimi yapmayın buyurdu...


Yâsîn-i şerîf okunurken...
O gece sabaha karşı, talebelerinin Yâsîn-i şerîf kırâatları arasında mübârek rûhunu teslim eyledi. Kuşluk vakti sıralarında daha önce anlaştığı Trabzonlu Hacı Mehmed Efendi gelip, gasil, techîz ve tekfîn işlerini yaptı. Kabrini babası Mustafa Efendinin yanında kazdırdı ve oraya defni yapıldı. Âşıkları, uzak yakın yerlerden gelerek kabrini ziyâret etmektedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid Nizâm Efendi</label>

Seyyid Nizâm Efendinin babası Şehâbeddin Efendi, hazret-i Hüseyinin Abdullah Arec kolundan olan torunlarındandır. Peygamber efendimizin yirmi yedinci torunudur. Halk arasında Seyyid Nizâm diye meşhûr olmuştur...Seyyid Nizâm Bağdatta doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1550 (H. 957) senesinde İstanbulda vefât etti. Kabri İstanbul-Zeytinburnunda bulunan Seyyid Nizâm Câmii içindedir. Pekçok talebe yetiştirdi
Aslen Bağdatlı olan Seyyid Nizâm Efendi, Kâsım Zülfikâr Mâzenderânînin ilim meclislerinde ve hizmetinde bulunarak tasavvuf yolunda ilerledi. Yavuz Sultân Selim Hânın pâdişâhlığı devrinde İstanbula geldi. Silivrikapı dışındaki (Zeytinburnu) dergâha şeyh oldu. Burada talebe yetiştirdi. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp onların dünyâda ve âhirette kurtuluşa ermeleri için gayret etti. Pekçok kimse onun sohbetlerinde bulunup feyz aldı. Çok kerâmetleri görüldü...
Seyyid Nizâm hazretlerinin zamanında yaşamış ve hacca gitmiş olan bir kimse şöyle anlatır: Medîne-i münevverede Resûlullah efendimizin mübârek Ravda-i mutahherasına karşı durup ağlayarak uyudum. Rüyâmda Resûlullahı gördüm. Bana buyurdular ki: İstanbulda benim evlâdımdan Seyyid Nizâm vardır. Onu bul. Dâima ziyâret et. Böylece beni görmüş ve cemâlime ermiş olursun... Ben hac dönüşü İstanbula gelip Seyyid Nizâm hazretlerini buldum, sık sık ziyâret ettim ve mübârek sohbetlerinden istifâde ettim.


Bu dünyâdan gidelim!
Seyyid Nizâm hazretleri altmış üç yaşına geldiğinde 1550 (H.957) senesi Muharrem ayının bir cumâ gecesinde rahatsızlandı. Ölüm hastalığı sırasında sağ tarafına bakıp; Ceddim Resûl aleyhisselâm geldi. Bu dünyâdan gidelim, Cennete uçalım buyuruyor dedi. Rûhunu teslim etmeden önce burnundan kan geldi. Ellerini kana bulaştırarak güzel yüzlerine sürdü ve; Allahü teâlâya hamd ve şükürler olsun ki bugün ceddim (dedem) hazret-i Hüseyinin âlûde hûn (kana bulaşmış) oldukları gibi ben de öylece gidiyorum buyurdu. Yâ Allah ism-i celîlini söyleyerek rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehit Padişah Murâd-ı Hüdâvendigâr</label>

Osmanlı devletinin ilerleyişini durdurmak isteyen Haçlı devletleri büyük bir ordu ile bizzat Sultân Murâd-ı Hüdâvendigârın başında bulunduğu Ordu-yu hümayunun üzerine yürüdüler. Kosovada müttefik Haçlı ordusuyla karşılaşıp muhârebe nizâmı alındı. 8 Ağustos 1389da muhârebe öncesi Kosovada şiddetli fırtına vardı ve o gün Berât Gecesiydi. Akşam çadırına çekilen Sultan Birinci Murâd Han, Berât Gecesini ihyâ edip namaz kıldı. Kurân-ı kerim kıraât ettikten sonra, seccâdesinin üzerinden kalkmadan târihe geçen şu duâyı okudu: Askerlerimi bağışla AllahımEy Rabbim! Bu fırtına, şu âciz Murâd kulunun günahları yüzünden çıktıysa, mâsum askerlerimi cezâlandırma. Onları bağışla. Allahım. Onlar ki, buraya kadar, sâdece senin adını yüceltmek, İslâm dinini kâfirlere duyurmak için geldiler. Bu fırtına âfetini, onların üzerinden def eyle. Senin şânına lâyık bir zafer kazandır ki, bütün Müslümanlar bayram ede. Müslümanları mansûr ve muzaffer eyle. Ve dilersen o bayram gününde şu Murâd kulun sana kurbân olsun. Önce beni gazi kıldın, sonra şehit et!
Fırtına dinip, 9 Ağustos 1389 günü yapılan Kosova Meydan Muhârebesinde Birinci Murâd Han büyük bir zafer kazandı...
Sırp Devletinin yıkılıp, Balkanların Türk hâkimiyetine geçişini sağlayan Kosova Zaferinden sonra, Sultan Murâd Han, devrin anânesince muhârebe meydanını dolaşmaya başladı. Bu sırada Miloş Obiliç adında yaralı bir Sırp âsilzadesi tarafından hançerlenerek şehit edildi. Kaçan düşmanı tâkip etmekte olan oğlu Şehzâde Yıldırım Bâyezid, devlet adamlarının da ittifakıyla hükümdâr seçildi.


Milletin kalbinde taht kurdu...
Sultan Murâd Hanın cenâzesi Bursa Çekirgede yaptırdığı türbesine gönderilip, defnedildi. Şehit edildiği yere de türbe yapılıp, Meşhedi Hüdâvendigâr denildi.
Murâd-ı Hüdâvendigâr Han zaferden zafere koşmuş, Anadoluda ve bilhassa Avrupada devletin hudutlarını çok genişletmiş ve babasından bir beylik olarak aldığı ülkeyi büyük bir devlet hâlinde oğluna bırakmıştır. Kazandığı zaferlerle olduğu gibi, yaptığı eserlerle de milletin kalbinde taht kurmuştur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mahmûd Hulvî Efendi</label>

Mahmûd Hulvî Efendi, Sünbülî ve Gülşenî tarîkatlarında yetişmiş ve rehberlik yapmış, talebe yetiştirmiş bir zattır... Babası Saray Helvacıbaşısı idi. On dört yaşında babası ile birlikte hacca gitti. Hac dönüşü esnasında Kocamustafapaşa Dergâhı Şeyhi Hasan Zarîfî Efendi ile birlikte yolculuk yaptı. Yolda onun sohbetlerinden istifâde etti. Böylece tasavvufta ilk sohbetleri dinleyip bu yolun kıymetini anlayıp, lezzetini tattı. İnsanlara rehberlik yaptı...
Cemâleddin Mahmûd Hulvî Efendi, Şeyh Zarîfînin sohbetlerine devâm edip tasavvufta yetişti. 1619 senesinde ikinci defâ hacca gitti. Bu hac seferinde hocası Hasan Zarîfînin emriyle Kahireye uğrayıp orada bulunan Gülşenî tarîkatı şeyhi Necmeddîn Hasan Efendinin sohbetlerinde bulunup, ondan istifâde etti. Gülşenî yolunda îcazet alıp İstanbula döndü. Hocası Hasan Zarîfî Efendi de ona tasavvufta talebeleri yetiştirmek için icâzet verdi.
Mahmûd Hulvî Efendi, bir müddet Dâvûdpaşa Câmiinde cumâ günleri, haftanın diğer günleri de Sultanahmet, Şehzâde ve Sultan Mehmed Han (Fâtih) Câmiinde vâizlik vazîfesi yaparak halkı irşâd edip doğru yolu gösterdi. Sonra da hocasının emri üzerine rehberlik yaptı. Kendi adı ile anılan Şehreminindeki Şirvânî Tekkesinde diğer meşhûr ismiyle Hulviyye Tekkesinde insanlara rehberlik yaptı, tasavvufta talebe yetiştirdi.


Tevazu ilmin süsüdür
Evliyânın meşhurlarından olan âlimlerden naklederek buyurdu ki:
Dünyâda oruç tut. Ölüm geldiğinde bayram sevinci içinde ol. Dilini tut, koru. Lüzumsuz şeylerden sakın. Dünyâya meyletme. Ahirete götüreceğin şeyler ölçüsünde dünyâ ile ilgilen.
Vefatından önce talebelerine şöyle buyurdu:
En faydalı şey, ilim öğrenmektir. Tevazu ilmin süsüdür. Allah rızası için ilim öğrenmek, ilmin ruhudur, canıdır. Aksi halde o bir ceset gibi olur. İlimde tevazuun şiarı şudur ki; ilmi az görmektir. Allah rızasının şiarı ise, müminlerin onu sevmeleridir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ayn-ül-Kudât Hemedânî</label>

Ayn-ül-Kudât hazretleri, küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. İmâm-ı Gazâlînin eserlerini mütâlaa etmeye başlayınca, maksadına kavuştuğunu anladı. Tam dört sene İmâm-ı Gazâlînin eserlerini okuyup, inceledi. Kendi kendine; Ey gönül! Artık Allahü teâlâya kavuşturan yolu buldun. Bundan sonra senin dünyâya meyletmenin sebebi nedir? diye sordu. Bu sırada Hemedana İmâm-ı Gazâlînin kardeşi Ahmed Gazâlî geldi. Onun sohbetine yirmi gün kadar devâm etmekle şereflendi. Bu zaman içinde daha önce onda bulunmayan tasavvuf derecelerine kavuştu. Öyle bir aşk hâli ki!..
Öyle bir aşk hâli hâsıl oldu ki, bir an önce bu fâni âlemden çıkıp, Allahü teâlâya kavuşmak istiyordu. Kendi kendine şöyle düşünüyordu: Nûh aleyhisselâmın ömrü kadar yaşasam, yine ölmeyecek miyim? Bu dünyâda kim ebedî kalıp, âhirete göç etmedi?
Bundan sonra aldığı her nefeste âhirete olan arzu ve isteği arttı.
Ayn-ül-Kudât Hemedânî, halk arasında çok sevilen, îtibâr edilen bir zât idi. Ancak her zaman olduğu gibi onun da kendisini çekemeyenleri, hased edenleri vardı. Vezir Ebül-Kâsım, bunlardan biriydi. Fakat sultanın sevdiği, devletin ileri gelenlerinden olan Azîz ise, Ayn-ül-Kudâta çok hürmet eder, muhabbetini izhâr ederdi...


Bir iftirâya uğradı!...
Bir ara Azîz, bir musîbete uğrayıp, bulunduğu mevkîden ayrılınca, vezîr Ebül-Kâsım, Abdullah Ayn-ül-Kudât imzâsıyla, dînin emir ve yasaklarına aykırı bir yazı hazırladı. Devrin âlimlerini toplayıp, bu yazıyı okuttu ve; Böyle söyleyen bir kimsenin dînimizdeki yeri nedir? diye sordu. Âlimler de; Öldürülmesi lâzımdır diye cevap verdiler. Böyle bir iftirâya uğrayan Abdullah Ayn-ül-Kudât, Hemedanda 1131 (H.525) senesinde idâm edilerek şehîd oldu.
Abdullah Ayn-ül-Kudâtın öldürülme zamânı yaklaşıp, asılmak için darağacına getirildiğinde, Şuarâ sûresinin son âyetini, meâlen; Zâlimler yakında nereye rücû edeceklerini (döneceklerini) bilecekler okudu..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri