Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çerkez Hasan Bey</label>

Çerkez Hasan Beyin ablası Neşerek Kadınefendi, Sultan Abdülaziz Hanın hanımı idi. Padişah tahttan indirildiği gün Dolmabahçe Sarayından Topkapı Sarayına nakledilirken mücevher sakladığı şüphesiyle omuzundaki şal, Hüseyin Avni Paşa tarafından çekilip alınarak hakârete uğramıştı. Kadınefendi, omuzları açık bir şekilde Boğazdan getirilmiş ve hastalanmıştı. Sultan Abdülaziz Hanın vefatı üzerine ise şok geçirerek 11 Haziran 1876 günü vefat etmiş idi... Ona haddini bildirecekti!
Çerkez Hasan Bey, Hüseyin Avni Paşaya haddini bildirmeye karar verdi! Abdülaziz Hanı şehid ettiren paşalar, başarılarının zevki içinde bazı meseleleri görüşmek için 15 Haziran gecesi Midhat Paşanın Bayezıttaki konağında toplanmışlardı. Hasan Bey, Midhat Paşanın konağına rahatlıkla girdi. Elinde tabancalarından biri olduğu halde kabinenin toplantı yaptığı salona daldı. Aynı zamanda tabancasını ateşleyerek Hüseyin Avni Paşayı vurdu. Orada bulunan diğer paşalar korku içinde bitişik odaya sığınırlarken, Avni Paşayı öldürdükten sonra salona dönen Hasan Bey, Hariciye Nazırı Raşid Paşayı da öldürdü. Midhat ve Ahmed Paşaları da öldürmek için sığındıkları odanın kapısını omuzladı. Bu sırada Hasan Bey, karakoldan gelen askerler tarafından yaralı olarak yakalandı. Bahriye Kolağası Şükrü Bey tarafından ağır şekilde tahkir olunması üzerine, çizmesinde sakladığı küçük tabancasını çıkarıp onu da öldürdü...
Çerkez Hasan bu vakada beş kişiyi öldürdü. Yakalandıktan sonra Süleymaniye Kışlasına götürüldü. Kısa süren duruşmadan sonra, idama mahkum edildi. Sorgusu sırasında;
Nefsim için bu işi yapmadım, millet için yaptım. Gayem; bundan sonra kimse Padişah hal etmek falan gibi şeylere cesaret edemesin demiştir.


Edirnekapıya defnedildi...
Çerkez Hasan Bey, ertesi gün Bayezıt Meydanında idam edildi. Kinim dînimdir! diyecek kadar kindâr olan Hüseyin Avni Paşanın ölümü halk arasında sevinçle karşılanırken, Çerkez Hasan Beye o nisbetle acı duyuldu.
Edirnekapıya defnedilen Çerkez Hasan Beyin mezâr taşında şunlar yazıyor:
Ümerâ ve guzât-ı çerâkiseden İsmâil Beyin oğlu olup, Harb Okulunu bitirip, kıdemli yüzbaşı rütbesindeyken genç yaşında velînîmeti uğrunda fedâ-yı cân eden Çerkez Hasan Beyin kabridir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Selçuklu Sultanı Alparslan</label>

Sultan Alparslan, Selçuklu Devletinin kurulmasında önemli rolü olan Horasan Valisi Çağrı Beyin oğludur. 20 Ocak 1029da doğdu. İyi bir tahsil gördü, sayısız zafer kazanarak mertliği ve iyi kumandanlığı ile ün saldı. Babasının ölümünden sonra Horasan Valisi oldu. Amcası Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063te öldüğü zaman, vasiyeti üzerine, Selçuklu tahtına Alparslanın ağabeyi Süleyman getirildi, fakat Türk beyleri buna itirazda bulundular ve Alparslanı hükümdar tanıdılar. Alparslan 27 Nisan 1064te büyük bir törenle tahta çıktı... Anadolu kapılarını açtı...
Sultan Alparslan, yaptığı fetihlerle devletin sınırlarını batıya doğru genişletti. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes ile 26 Ağustos 1071de Malazgirtte yaptığı savaşı kazanarak Anadolu kapılarını Türklere açtı. Türk tarihinin dönüm noktası kabul edilen bu zafer, Alparslanı Türk tarihin en büyük hükümdarlarından biri yaptı.
Sultan Alparslan, Malazgirt Zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehre doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buharaya yaklaştı. Amuderya Nehri üzerinde bulunan Hana Kalesini muhasara etti. Kale komutanı, Batınî bozuk fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Hain Yusuf, Alparslanın huzuruna çıkarıldığı sırada hücum edip, hançer ile yaraladı. Yusufun cezasını anında verdiler. Fakat Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı...


Rey şehrinde defnedildi...
Yaralanmasının dördüncü günü, 25 Ekim 1072 tarihinde; Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, Ondan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir? diye düşündüm. İşte bunun neticesi olarak, cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah diyerek şehid oldu.
Sultan Alparslan, Tahran yakınlarındaki Rey şehrinde defnedildi..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed Behlül</label>

Ahmed Behlül hazretleri, Mısır evliyâsındandır. Doğum târihi ve yeri belli değildir. 1521 (H.928) senesinde Kahirede vefât etti. Hayâtı hakkında fazla bir bilgi yoktur... Küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayan Ahmed Behlül hazretleri, zamânında Mısırda bulunan büyük âlimlerin derslerine devâm ederek yetişti. Devrinin ileri gelen âlimlerinden oldu. Kendisinden meşhur âlim Abdülvehhâb-ı Şarâni ilim öğrenmiştir.Olgun ve yüksek bir zâttı...
Ahmed Behlül hazretleri, kerâmetler sâhibi, olgun ve yüksek bir zâttı. Abdülvehhâb-ı Şarânî, Ahmed Behlülün huzûrunda bir kitabı okuyup ezberliyordu. Bir gün Ahmed Behlül talebesine Minhâc kitabını okuyup ezberlemesini söyledi ve; Minhâc kitabı sana kâfi gelir. Diğeri ile uğraşmana gerek yok, izin de yok buyurdu. Bundan sonra Abdülvehhâb-ı Şarânî Minhacı okudu. Daha önce okuduğu kitabı okumak istedi ise de bir kelime bile ezberleyemedi.
Kalbinde dünyâ düşünceleri bulunmayan, devamlı ibâdet ve tâat ile meşgul olan Ahmed Behlül, tanınmaktan, meşhur olup parmak ile gösterilmekten hoşlanmaz, böyle şeyleri istemezdi. Vefâtından biraz önce şunları söyledi:


Kabrimin üstüne türbe yapmayın
Beni, Karafe Kabristanının yakınındaki yola defnedin. Kabrimin üstüne sanduka ve türbe yapmayın. Bırakın kabrim sâde olsun.
O sırada orada bulunan talebelerinden biri; Efendim! Sizin için Bâtiha Câmii avlusunda bir kabir hazırladık. Oraya defnedeceğiz deyince Ahmed Behlül hazretleri;
Cenâzemi oraya taşımaya gücünüz yeterse, öyle yapın buyurdu.


Tabutu hareket ettiremiyorlardı!
Cenazesini defnetmeye götürmek istediklerinde, tabutu Bâtiha Câmiine doğru götüremediler. O tarafa doğru gitmek istediklerinde, tabut çok ağırlaşıyor, hareket ettiremiyorlardı. Kendisinin daha önce bildirdiği şekilde Karafe Kabristanının yakınındaki yola doğru götürmek istediklerinde tabut hafifledi ve rahatça götürdüler. Bu hâlin onun bir kerâmeti olduğu anlaşıldı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid Bilâl</label>

Emevi Halifesi Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin komutanlarından Seyyid Bilâl Türk gönüllü savaşçılar birliği ile Karadeniz kıyısından Bizansa doğru hareket etmişti. Niyetleri en kestirme yol olan denizden İstanbul önlerine varmaktı. Ancak yola çıktıktan birkaç gün sonra şiddetli bir yağmur ve fırtınaya yakalandılar. Seyyid Bilâl hazretleri ve gâziler güçlükle Sinop limanına sığındılar... Kesik başını eline aldı!..
Seyyid Bilâl, şehrin vâlisi olan tekfurla görüştü. Kendilerine, belli bir vergi karşılığında müsâade edilmesini istedi. Bir kese altın karşılığı tekfurla anlaşan ve her türlü emniyet ve güvenleri için söz verilmesinden sonra saraydan ayrılan Seyyid Bilâl ve berâberindekiler, kendilerine tahsis edilen alana döndüler. Ancak, tekfur, müsâade vermiş olmasına rağmen gece yarısından sonra Müslümanlara baskın yaptı.
Seyyid Bilâl hazretleri ve askerleri, neye uğradıklarını bile anlayamadılar. Çıkan çatışmada bütün mücâhidler şehîd oldu. Saatlerce çarpışan Seyyid Bilâl hazretleri ise tekfur tarafından şehîd edildi...
Tekfur kılıcıyla Seyyid Bilâlin başını gövdesinden ayırdı. Ancak o anda mübârek, başını alıp koltuğunun altına kıstırdı ve bu hâliyle tekfura yöneldi. Tekfur, gördüklerine bir süre inanamadı. Sonra da müthiş bir korku içerisinde kaçmaya başladı. Seyyid Bilâl hazretleri birkaç adım daha yürüyüp yere düştü...
Aradan aylar geçmesine rağmen tekfur, günlerce bu olayın tesirinde kalıp, azâp içinde kıvrandı durdu... Bu duruma daha fazla dayanamadı ve bir gün sarayında din adamlarıyla bir toplantı yaparak hâdisenin yorumunu istedi. Cevâbında kendisine; Allahın sevdiği bir kulun öldürüldüğü, onun kerâmet ehli bir kişi olduğu söylenince de, Seyyid Bilâl hazretlerinin mezarının üstüne bir çatı örtülmesini emretti ve bir müddet sonra da öldü.


Vasiyeti yerine getirildi...
Tekfur, ölmeden önce emrindekilere, onun kapı eşiğine gömülmesini, bu sûretle onu ziyârete gelenlerin çiğneyerek üzerinden geçmelerini istedi.
Vasiyeti yerine getirildi. Tekfur, şehîd Seyyid Bilâl hazretlerinin kabr-i şerîfinin yanına gömüldü...
Bu olaydan 539 yıl sonra, M.S. 1214 yılında Sinop kesin olarak Türklerin yönetimine geçtiğinde, türbe Selçuklu mimarisine göre yeniden yapılmıştır. Seyyid Bilalin askerleriyle konakladığı yere ise Selçuklu Türkleri Alâeddin Camiini yapmışlardır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mâlik bin Dînâr</label>

Mâlik bin Dînâr hazretleri, mal mülk sâhibi zengin bir genç idi. Hasan-ı Basrî hazretlerine talebe olunca, bütün mallarını ve parasını, fakir talebelere harcadı. Kalbinden Allahü teâlânın aşkından başka her şeyin sevgisini çıkardı; zahidlerden oldu. Uzun zaman Basrada Hasan-ı Basrî hazretlerinin sohbetlerini dinledi. Bir ara hocasıyla birlikte Şama gittiler. Şamda bütün vakit namazlarını Câmi-i Kebîrde cemâatle birlikte kıldı. Bu vesîle ile o beldenin hikmet sâhibi kişileri ile tanışıp sohbet etti. Şam halkı onun izzet ve kemâlini, olgunluğunu her geçen gün görmekteydi. Gündüzlerini oruçla, gecelerini namaz ve niyazla geçirirdi... Allahü teâlâdan kork!..
Bütün bunlara rağmen Mâlik bin Dînârın yaşaması için gerekli olan rızka gönlünde az bir meyil kalmıştı. Bir gece rüyâsında kendisine şöyle buyuruldu: Ey Mâlik! Sen bir mahlûksun. Allahü teâlâdan kork! Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başkasının sevgisini terk edip bize dön. Yoksa helâk olursun!..
O, sabahleyin erkenden hocası Hasan-ı Basrî hazretlerine giderek rüyâsını anlattı. Hocası da bunun doğru olduğunu bildirdi. Mâlik hazretleri bundan sonra ömrünün sonuna kadar kalbi, Allahü teâlânın sevgisi ile dolu yaşadı. Kimseden bir şey kabûl etmedi. Hattatlık yaptı ve kazandığı ile ihtiyaçlarını karşıladı.
Mâlik bin Dînâr hazretleri kalan ömrünü Basrada geçirdi. Güzel halleri ve çok kerâmetleri görüldü. Nefsini hesâba çeker, bir an onu boş bırakmazdı...
Mâlik bin Dînâr hazretleri sâlih kimseleri sevmeyi anlatır ve onlara düşman olmaktan sakındırırdı. Bu hususta; İnsan, kendisi sâlih olmadığı halde sâlihlerin şeref ve haysiyetine dil uzatacak olursa, başka günahı olmasa bile bu ona yeter buyurdu.


Hüsn-i zannım için affetti
Mâlik bin Dînâr hazretleri, ömrünü Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyarak, insanlara nasîhat ederek geçirdi. Vefât ettiği gece rüyâda görüldü. Semâ kapıları açılıp birinin; Dikkat edin Mâlik bin Dînâr Cennette iskân edileceklerden oldu dediği işitildi.
Sevdikleri, Mâlik bin Dînâr hazretlerini rüyâda gördü ve ona; Allahü teâlâ sana nasıl muâmele etti? diye sordular. O; Rabbimin huzûruna pek çok günâh ile çıktım. Hakkında beslediğim hüsn-i zan sebebiyle hepsini affetti buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nezahat Onbaşı</label>

Nezahat Onbaşının hikâyesi Çanakkale Savaşı günlerine kadar uzanıyor... Savaş yıllarında annesi Hadiye Hanım daha 24 yaşındayken veremden ölür. O günlerde İstanbul işgal altındadır, küçük kızın babası Albay Hafız Halit Bey ise cepheden cepheye koşmaktadır. Hafız Halit Bey bir müddet sonra komutasındaki 70. Alay ile Anadoludaki Milli Mücadele saflarına katılma kararı alır. Tabii kızını da yanında götürmek zorunda kalır... Ümitlerin tükendiği anda!..
Türk askeri, Yunan saldırıları karşısında zor anlar yaşamaktadır. Yaklaşık 600 kişilik alayı ile en zor imtihanı veren Hafız Halit, umutların tükendiği noktada atıyla askerlerin önünü kesen küçük kızı Nezahati bulur. Minik, ama vatan sevgisiyle dolu yürek zor durumdaki askerlerin karşısına duvar gibi dikilir ve ağzından şu sözler dökülür: Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye isterseniz gidin!
Küçük kızın bu sözleri askerleri öyle etkiler ki, düşmana aslanlar gibi saldırırlar ve çoğu cephede şehit düşer. Ancak Gediz Muharebesi kaybedilse de Yunan askerinin Anadolunun içlerine kolay sızması geciktirilir. Küçük Nezahat de, artık 70. Alayın Nezahat Onbaşısıdır.
Çerkez Ethem, Nezahat Onbaşısı ile cephede karşılaşır ve çatışmalarda ele geçen bir Yunan filintasını ona verir. 70. Alayın adı o günden sonra Kızlı Alay diye anılmaya başlar...
İstiklal Harbi sona ermiştir... Nezahat Onbaşı babasıyla birlikte İstanbula yerleşir. Okuma sevgisi ve asker olma isteği yüreğinden hiç çıkmaz. İstiklal Harbinin kahramanlarından Yüzbaşı Rıfat ile 1931de evlenir. Evliliğinin yedinci yılında ilk kızı İnci, daha sonra Oya dünyaya gelir. Evinin kadını ve iyi bir anne olur. Çocuklarını Kurtuluş Savaşının hikâyelerini anlatarak büyütür...


Kızının ağzından ölüm ânı!..
Annesinin son günlerinde yeniden Milli Mücadele günlerini yaşamaya başladığını söyleyen büyük kızı İnci Üçok (Baysel), Nezahat Onbaşının ölüm ânını şöyle anlatıyor:
Çok rahatsızlanmıştı. Gülhane Askerî Tıp Akademisine kaldırdık. Hastanede, Bak gördün mü Alay geldi. Karşıda askerler. Bak kızım babam beni almaya geldi. Alayın hepsi burada diyordu... Bunlar annemin son sözleri oldu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali bin Sehl İsfehanî</label>

Ali bin Sehl İsfehanî hazretleri, Remlede otururdu. 261 (m. 874)de vefât etti. Hadîs-i şerîf ilminde sika (güvenilir) bir râvi idi. Velîd bin Müslim, Haccâc bin Muhammed, Zeyd bin Ebiz-Zerkâ, Damra bin Rebîa, Şebâbe bin Sevvâr Müemmil bin İsmâil ve başka zâtlardan rivâyetlerde bulundu. Kendisinden de, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Cerîr, Muhammed bin Hârûn er-Reyânî, Ebû Züra, Ebû Hâtem ve başka zatlar rivâyette bulunmuşlardır.Şaşılacak hâllere sahipti!
Bu mübarek zat, Cüneyd-i Bağdâdî ile mektûblaşırlardı. Allahü teâlânın takdirine razı olmak ve nefsinin arzularına muhalefet etmekte, herkesin beğenip takdir ettiği, fevkalâde üstün ve şaşılacak bir hâle sahip idi. Bazen yirmi gün bir şey yemeden durduğu olurdu. Az sözle çok şeyi anlatan, hoş bir ifâdesi vardı.
Bir gün, Amr bin Osman, kendisini ziyâret için İsfehâna geldi. Ali bin Sehl, Amr bin Osmanın otuzbin altın olan borcunu ödeyip, onu sıkıntıdan kurtardı. Buyurdu ki:
-Siz zannediyor musunuz ki benim ölümüm başkalarının ölümü gibi olacak! Herkes gibi hasta olacağımı herkesin ziyâretime geleceğini mi zannediyorsunuz? Hiç öyle olmayacak. Beni davet edecekler ve ben de kabul edeceğim...
Bir gün yolda giderken Lebbeyk (Buyur! Emre amadeyim) deyip yere çöktü. Bunu gören Ebû Hasan Müzeyyin şöyle anlatıyor:


Hemen yanına koştum!..
Ali bin Sehl yerde yatar vaziyette iken hemen yanına koştum, (Lâ ilâhe illallah) demesini söyledim. Tebessüm edip; Sen, Kelime-i tevhid söylememi istiyorsun. Allahü teâlânın izzetine yemin ederim ki, onunla benim aramda yalnız izzet perdesi var buyurdu ve ruhunu teslim etti. Bundan sonra kendi kendime Benim gibi birisi Allahü teâlânın velîsi olan bir zâta nasıl Kelime-i tevhid telkin edebilir! Vah vah vah diye mahcûb oldum...
Ali bin Sehlin kabri İsfehânda Topçu Kabristanındadır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Amr bin Utbe</label>

Amr bin Utbe hazretleri, Abdullah bin Mesûd ve Sübeyât-ül-Eslem gibi büyük zatlardan hadîs öğrendi. Şabî ve başka muhaddisler ondan hadîs rivâyetinde bulundular. Amr bin Utbe, dostluk için hizmeti şart koşar, arkadaşlarının her türlü hizmetini görür, hayvanlarını otlatıp, tımar ederdi. Şüpheli olmak korkusu ile mubah şeylerin çoğundan sakınır dünyâdan ve dünyâlık olan şeylerden uzak durur, zühd hayâtı yaşardı. Devamlı gazâlara katılır, cenâb-ı Haktan şehîdlik rütbesi isterdi.
İnşâallah ona da kavuşurum
O; Rabbimden üç şey istedim. Birincisi dünyâya rağbet etmeyeyim. Dünyâlıktan elde ettiğime de elde edemediğime de önem vermeyeyim. İkincisi, Allahü teâlâ çok namaz kılmayı nasîb etsin. Üçüncüsü, şehîdlik rütbesine kavuşayım. Allahü teâlâ bana ilk iki isteğimi nasip etti. Üçüncüsünü bekliyorum. İnşâallah ona da kavuşurum demiş ve her üçüne de kavuşmuştur.
Bu mübarek zat, bir gün dört bin dirhem vererek çok soylu bir at satın aldı. Tanıdıkları; Bu ata bu kadar para verilir mi? dediler. Bunun üzerine onlara; Bu atın, Allahü teâlânın yolunda attığı her bir adım, benim gözümde dört bin dirhemden daha kıymetlidir cevâbını verdi.
Kölesi anlatır: Amr bin Utbe bir gazâya çıkmıştı. Bir nöbet esnâsında namaza durdu. Bu sırada bir arslan kükremesi işitildi. Herkes telâşa kapılıp, sağa sola kaçmaya başladı. Amr bin Utbe, kendinden geçmiş bir vaziyette namazına devâm etti. Arslan, etrâfında dolaşıp bir şey yapmadı. Sonra arkadaşları; Arslandan korkmadın mı? dediler. O; Allahü teâlânın dışında başka bir şeyden korkmaktan Allahü teâlâya karşı hayâ eder, utanırım diye cevap verdi.


Şehîdlik makâmına kavuştu...
Amr bin Utbe hazretleri, babasının kumandasında katıldığı bir gazâda beyaz bir elbise çıkarıp onu giydi ve; Kanımın bunun üzerine akmasını istiyorum dedi. Daha sonra harp başladı. Mâseyzân denilen mevkide yapılan bu şiddetli muhârebede atılan iri bir taş ile yaralandı ve sonra vefât etti. Böylece uzun zamandır arzu ettiği şehîdlik makâmına kavuştu. Şehîd olduğu yere giydiği elbise ile defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebu Said Ebu'l Hayr</label>

Ebu Said Ebul Hayr hazretleri, 967 (H.357) senesinde Horasan bölgesinde Serahs ile Ebyurd arasında yer alan Meyhene (Mihene) şehrinde doğdu. 1049 (H.440) senesinde aynı yerde vefât etti... Şeyh Ebu Said hazretleri, henüz küçükken babası onu cuma namazına götürmekte idi. Yolda zamanın manevi sultanı Şeyh Ebul Kasım Bişr hazretlerine rastladılar. Ebul Kasım hazretleri;
  • Bu çocuk kimindir? diye sordu. Ebul Hayr da:
  • Bizimdir ya Şeyh! dedi. Dünyadan gitme zamanı...
Şeyh Ebul Kasım hazretleri onların yüzüne, bakarak gözleri yaşardı. Sonra da Ebul Hayra;
- Ya Ebul Hayr, bizim dünyadan gitme zamanımız gelmiştir, fakat makamı boş görerek üzülmüştüm. Şimdi senin çocuktan öyle anlıyorum ki, Müslümanların istifade edeceği derecede manevi kabiliyeti var. Cuma namazından sonra bu çocuğu bizim eve getir, dedi.
Namazdan sonra Ebul Hayr, Ebu Saidi alarak Ebul Kasımın evine getirdi. Şeyhin dergahına girdiler... Dergahta kışlık yiyeceklerin konduğu yüksekçe bir yer vardı. Ebul Kasım oraya bir ekmek koymuştu. Çocuğun babasına:
- Oğlunu omuzuna al da o yukarıdaki ekmeği indirsin, buyurdu. Babası, oğlu Saidi omuzuna alıp kaldırdı. Daha küçük yaşta olan Ebu Said hazretleri elini uzatıp 30 yıllık ekmeği aldı ve yere inip Şeyhe verdi. Ekmek sıcacıktı. Ebul Kasım hazretleri ekmeği aldığı zaman gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Ağlayarak ekmeği ikiye böldü, bir parçasını o anda henüz çocuk olan Ebu Saide verdi, bir parçasını da kendisi yedi. Ona da yemesini emretti. Babasına hiç vermedi. Ebul Hayr;


Bize nasip olmayacak mı?
  • Ya Şeyh, bu teberrükten bir parça da (arpa ekmeği) bize nasip olmayacak mı? dediğinde, Şeyh Ebul Kasım hazretleri şöyle buyurdu:
  • Ya Ebul Hayr! Otuz senedir, bu ekmek bu makamda durmakta idi. Bana bu ekmek kimin elinden sıcak olarak gelirse ondan âlemin istifade edeceği vadedildi. Bu vaadin tamamı senin oğlunda olsa gerektir. O zatın senin oğlun olması şeref olarak sana yetmez mi?
Böylece Ebul Kasım hazretleri kendi yerine nasbedeceği büyük velîyi bulmuş oldu. Şeyh hazretleri bunları söyledikten sonra fazla yaşamadı ve kısa bir zaman sonra vefat etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir Çanakkale şehîdi Ali Çavuş</label>

Çanakkale Savaşlarının, bir Türk Destanı olduğu doğrudur. Çünkü, bu savaş, Türk tarihinin gurur veren bir mücadelesidir. Dünya tarihindeki en ünlü savunma savaşlarından biri kabul edilir ve Avrupa ile dünya tarihinde önemli bir yer teşkil eder... Düşman donanmasının Gelibolu ve Anadolu sahillerinde yeri göğü inlettiği günlerdir... Çanakkale muharebelerinde kumandanlık etmiş, yaralanmış emekli bir subay o günleri, hatıratında şöyle anlatıyor:
Top seslerini bastıran naralar!..
Çanakkale Harbinin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar süren savaş, üstünlüklerine rağmen yine zaferimiz ile neticelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muharebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Mehmetçiklerin Allah Allah nidaları ufku titretiyor, bu müthiş haykırışlar, top seslerini bile bastırıyor gibiydi...
Bir aralık yanımda bir ayak sesi duyar oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıstırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isabetle hemen hemen tamamen kopacak hale gelmişti ve elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi...


Kolumu kes kumandanım!
Ali Çavuş dişlerini sıkarak ıstırabını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:
-Şunu kesiver kumandanım! dedi.
Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki, gayri ihtiyari çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürperten vazifeyi yaparken de;
-Üzülme Ali Çavuş, Allah sağlık versin! diye moral vermeye çalışıyordum...
Çok geçmeden Ali Çavuş, yalnız elini değil, vatan uğruna fani vücudunu da feda etti. Gözlerini hayata yumarken de;
Vatan sağ olsun! Allah imandan ayırmasın!.. Canım vatana feda olsun!.. cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü haline gelmişti...***8203;
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhyiddîn-i Arabî</label>

Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin ailesi meşhûr Tayy kabîlesine mensuptur. Cömertliği dillere destan olan Adiy bin Hâtemin kardeşi Abdullah bin Hâtemin neslindendir. 1165 (H.560) senesinde Endülüsteki Mürsiyye kasabasında doğdu. 1240 (H.638) senesinde Şamda vefât etti. Kabri Şamda olup sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir...Küçük yaşında ilim tahsîl etmeye başlayan Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, sekiz yaşındayken babasıyla birlikte İşbiliyyeye gitti. Pekçok âlimin ilim meclislerinde bulunup, ilim öğrendi. Keskin zekâsı, kuvvetli hâfızası ile dikkatleri çekti.
Fen ve din ilimlerinde yetişti
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, gittiği yerlerde büyük âlimler ile görüşüp, onlardan ilim öğrenmek sûretiyle, fen ve din ilimlerinde en iyi şekilde yetişti... Tefsîr, hadîs, fıkıh, kırâat gibi pekçok ilimlerde büyük âlim oldu. Tasavvufta, Ebû Midyen Magribî, Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim, Ebül-Hasan ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı, yüksek derecelere kavuşup, meşhûr oldu. Mekkede bulunduğu sırada Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserini yazdı...
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Şamda, kalbi para sevgisiyle dolu bir grup kimseye; Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır dedi. Orada bulunanlar bu sözü anlayamadılar. 1240 (H.638) Rabîul-âhir ayının 28. Cumâ günü, yetmiş sekiz yaşında iken Şamda fânî dünyâdan âhirete irtihâl etti. Vefat etmeden hemen önce Sin, Şına gelince, Muhyiddînin kabri meydana çıkar buyurdu.


Büyüklüğünü anlayamadılar...
Bu mübarek zat Sâlihiyyede defnolundu. Şam halkı, onun büyüklüğünü anlayamadıkları için kabrinin üzerine çöp döktüler. Osmanlı Sultânı Yavuz Sultan Selîm Hân Şama geldiğinde; Sin, Şına gelince, Muhyiddînin kabri meydana çıkar sözünün ne demek olduğunu anladı. Kabrini araştırıp buldurdu. Çöpleri temizleterek, kabrin üzerine güzel bir türbe, yanına bir câmi ve imâret yaptırdı. Ayrıca Muhyiddîn-i Arâbînin vefâtından önce ayağını yere vurarak, Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır buyurduğu yeri tesbit ettirip, orayı kazdırdı. Orada küp içinde altın çıktı. Bundan, Siz, Allahü teâlâya değil de, paraya, mala mülke tapıyorsunuz demek istediği anlaşıldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Emir Sultan</label>

Emir Sultan hazretleri, 17-18 yaşlarına geldiğinde babası vefât etti. Babasının vefâtından sonra bir müddet Buhârada kaldı. Sonra Mekkeye gitti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra Medineye geçti. Emir Sultan hazretleri, Medine-i Münevvereye yerleşmek ve ömürlerinin sonuna kadar orada kalmak niyetinde iken, aldığı manevî bir işaret ile Anadoluya gelerek Bursaya yerleşti. Burada Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezidin kızı ile evlendi. Bir dergah kurarak talipleri yetiştirdi... Mübârek duâsını alırlardı...
Ledünnî ilme sâhip olan Emîr Sultan hazretlerinin çok kerâmeti görülmüştür. Bu sebeple Kerâmetler Sultânı diye anılmıştır. Zamânındaki Osmanlı Sultanları kendisine hürmet eder, sefere çıkacaklarında huzûruna gelip, mübârek duâsını alırlardı. Onun eliyle kılıç kuşanırlardı. Emir Sultan hayâtı boyunca din ve vatan için yapılan gazâları teşvik etti. Talebelerine bu işlerin kudsiyetini devamlı anlatırdı. Vefâtından sonra bile mânevî yardımlarının serhat boylarındaki gâziler tarafından görüldüğü devamlı anlatıla gelmiştir.
Emir Sultan 1430 (H.833) senesinde Bursada veba hastalığından vefât etti. Vefât ettiğinde 63 yaşındaydı. Bu mübarek zat, vefat edeceği zaman yanındaki muhipleri irşâd için makamlarına birini tavsiye veya tayin etmesini söylediler. Bunun üzerine Emir Sultan hazretleri buyurdular ki:
Öldüğüm zaman sırra vakıf olan filan kimseyi bulursunuz...


Cenazemi Hacı Bayrâm yıkasın!
Bunun üzerine mübareğin tarif ettiği şahsı bulup, arzularını söylerler, kabul etmesi için ricada bulunurlar. Önce bunu reddeden Hasan Baba ismindeki bu zat, Emir Sultanın vasiyetini söylediklerinde kabul eder...
Emir Sultan hazretleri vefât ederken;
-Cenazemizi Hacı Bayrâm yıkayıp, namazımızı kıldırsın, buyurdu.
Vefât ettiği gece Hacı Bayrâm-ı Velî, mânevî bir işâret ile Bursaya geldi. Gasil ve tekfin işlerini yaptı ve cenâze namazını kıldırdı...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri