Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Orhan Gazi</label>

Orhan Gazi, son derece dindar, adaletli ve tebaasına kendisini sevdirmesini çok iyi bilen bir Padişahtı. Bizzat halk içine girer, onlarla yemek yer ve dertleşirdi. Hareketlerinde çok hesaplı davranır ve hiç telâş etmezdi. İzniki fethettiği zaman Hristiyanlara göstermiş olduğu insanca muamele, dillere destan olmuştu.Orhan Gazinin her yönden büyük bir insan olduğunu sadece Türkler değil, birçok yabancı tarihçiler dahi tasdik etmişlerdir.
Toprakları altı kat artırdı
Orhan Gazi daha 15 yaşında iken harplere iştirak etmiş ve hayatının büyük bir kısmı harp meydanlarında geçmiştir. Babasından 16.000 kilometrekare olarak teslim aldığı toprakları altı misline çıkararak 95.000 kilometrekare yapmıştır.
Orhan Gazi bir devlet reisi sıfatı ile harplerde bizzat ordularının başında daima bulunmuştur. Orhan Gazi devletin muntazam bir idare sistemine bağlanması lüzumunu görmüş ve teşkilât işini ise, Alâeddin Paşa ile Şeyh Edebalinin bacanağı Çandarlı Kara Halil Paşaya havale etmişti.
Orhan Beyin büyük oğlu Süleyman Paşa, kendisinden önce vefat etmiştir. Kendi sağlığında iken başkumandanlık vazifesini ikinci oğlu Murad Hüdavendigâra devretmiştir.
Orhan Gazi, ecelinin yaklaştığını anlamıştı... 1359da oğlu Murad Hâna şöyle vasiyet etti:


Âhiret yolculuğuna çıkıyorum
Ey oğul! Benim için ah, vah edip ağlama! Seni dünyada her türlü kötülüklerden koruyup âhirette sonsuz saâdete kavuşturacak olan yüce dinimizin emirlerine sımsıkı sarıl! Bütün söz ve işlerinde, adâletten ayrılma! Dâima, halkın yanında ve hizmetinde ol! Onların hak ve hukukunu koru! Bunu yaparken Cenâb-ı Hakkın emirleri, rehberin olsun! İnsanlığı huzur ve saâdete kavuşturacak olan İslâm sancağını dalgalandırmaya devam et! Devletin başı oldum diye, sakın gururlanma! Bunlar gelip geçici şeylerdir. Senden önce daha nice beylerin, hâkanların gelip geçmiş olduğunu bir an aklından çıkarma! Ne kadar ömrün olsa, sonunda ölüm var. Artık benim ömrüm bitmek üzere. Âhiret yolculuğuna çıkıyorum. Bana duâ et! Senden yegâne isteğim budur. Devletimin ve milletimin huzur ve güvenliği için çalış.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çanakkale'de "Bedeni" Gazze'de!..</label>

Teğmen Muzafferin alayında kamyon ve otomobil lastiği ile diğer birtakım malzemelere ihtiyaç vardı. Bunlar ise ancak İstanbuldan sağlanabilirdi. Muzaffer Teğmen, becerikli bir İstanbul çocuğu olduğundan, karagâh, gerekli malzemenin temin ve mübâyaasına onu memur etti... Muzaffer Teğmen, hemen yola çıktı ve aradı, uğraştı, nihayet Karaköyde bir Yahûdide istediklerini buldu. Malzemeyi bulmuştu, fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lâzımdı. Tüccar Yahûdiye dedi ki: Yahudi, malları hazırlatmıştı!
-Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkaleye kalkıyor, yetişmem lâzım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır edin...
Ertesi sabah Teğmen Muzaffer, ezan vakti Yahûdinin kapısındaydı. Tüccar, malları hazırlatmıştı. Muzaffer, yüz liralık kâğıt para verdi ve hızla oradan ayrıldı...
Üç gün sonra Yahûdi, elindeki parayı bozdurmak üzere Osmanlı Bankasına gitti. Bozmadılar, zira elindeki para sahte idi!..
Teğmen Muzaffer evrâk-ı nakdiyenin basımında kullanılan kâğıdın aynısını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş, çini mürekkebi ve boya ile, gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefâsette taklit para yapmıştı. O devrin hakiki paralarının üzerinde yazılar arasında bir de şöyle ibâre bulunurdu: Bedeli Dersaâdette altın olarak tesviye olunacaktır. Teğmen Muzaffer yaptığı taklit parada bu ibâreyi şöyle yazmıştır: Bedeli Çanakkalede altın olarak tesviye olunacaktır!
Onun burada altın dediği Çanakkalede Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.
Sahte paraya gelince... Bu hadise Şehzade Halim Efendinin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı...


Sina cephesine gitti...
Muzaffer Teğmen, Çanakkaleden sonra birliğiyle beraber Sina cephesine gitti. Burada (Gazzede) şehid düştü. Şehadetinden biraz önce arkadaşı Faik Beye yazdığı mektubunda şunları söylüyordu:
Son muharebede kolumdan yaralandım. Bundan dolayı madalya ile mükafatlandıracaklar. Fakat kol ve bacaklarını harp meydanlarında bırakanları madalya ile mükafatlandırmaları ne kadar yerindeyse, benim gibi hafif bir yara alanı madalyaya layık görmeleri o kadar yersizdir. Birazdan tekrar muharebeye gireceğiz. Tek arzum, bütün madalyalardan daha kıymetli rütbe olan şehadet ile mükafatlandırılmamdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Pîr Muhammed ve yedi şehîd talebe</label>

Muhammed Erzincânî hazretleri bir yaz günü sabah namazından çıkınca, talebelerine; -Erzincana inmek dileriz. Sevdiklerimizden arzu eden bizimle gelsin, buyurdular. Kırk talebesiyle hareket edip, Erzincana geldi. Doğruca Câmi-i Kebîre gidip halvete girdiler ve câmide kırk gün ibâdetle meşgûl olmak istediler. Talebeleri onun bu hâline şaşıp; -Efendim, şimdi hasat mevsimidir. Erbaîne ve halvete girmek için münâsip midir? diye arz ettiler. Yakında zelzele olacak!
Bunun üzerine Muhammed Erzincânî hazretleri;
-Doğru söylersiniz. Lâkin Allahü teâlâ bu beldeye yakında bir zelzele takdir etmiştir. Bu belânın geri çevrilmesi için bizlerin münâcat etmesi, yalvarması lâzımdır. Umulur ki, içimizden birinin duâsı kabûl olur da halk kurtulur, buyurdular.
Sonra Câmi-i Kebîrde ibâdetlerine devâm ettiler. Bir ara yanındakilere dönüp;
-Bize ilhâm edildi ki: Ey Pîr Muhammed! Eğer bu belânın geri çevrilmesini istersen bizim yanımıza gelmelisin! Şimdi kim bizimle berâber şehâdet şerbetini içmek isterse burada kalsın. Bir miktar daha dünyâ hayâtını yaşamak arzu edenler ise dışarı çıkabilir buyurdu.
Bunun üzerine talebelerinden yedi kişi hâriç diğerleri câmiden dışarı çıktılar. O gece kuvvetli bir zelzele oldu. Câmi-i Kebîr yıkıldı. Yedi talebesi ile birlikte Muhammed Erzincânî hazretleri şehâdet şerbetini içtiler. Câmiden başka hiçbir yerde bir zarar olmadı. Şehir ahâlisi durumu öğrenince büyük bir üzüntü duydular. Allahü teâlânın hikmeti deyip, Muhammed Erzincânî ve yedi talebesini defnettiler...


Onun büyüklüğünü anladılar...
Pîr Muhammed hazretlerinin mübârek cesedlerinin gasli esnâsında orada bulunan bâzıları ileri geri konuştu ve; Velî olsaydı böyle ölmezdi dediler.
O zaman Muhammed Erzincânî hazretleri, Allahü teâlânın kudretiyle dile gelip;
Ey benim hâlimi bilen Rabbim! Sana güveniyor, sana sığınıyorum diye yüksek sesle konuştu. Bunu işiten gâfiller hayretler içinde kaldı ve tövbe istigfâr edip onun büyüklüğünü anladılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dimitrofçalı Muslihuddîn Efendi</label>

Dimitrofçalı Muslihuddîn Efendi, ilim tahsîlinden sonra, memleketinde sanat ile meşgûl oldu. İnsanlara bildiklerini öğretir, yanlışlıkları düzeltir, garip ve kimsesizlere yardımda bulunur, herkese iyilik ederdi...Muslihuddîn Efendinin birçok talebesi vardı. İcâzet verdikleri bu mübârek kimseler, Timeşvar ve Belgrat gibi serhat boylarında gâzilere yardım ederler, ahâlinin Müslüman olması için gayret gösterirlerdi. Onlardan birinin asker arasında mevcudiyetinin hissedilmesi, gâzilerin mâneviyatlarını yükseltir, zaferin kazanılmasına sebep olurdu.
Küle Kalesi kuşatılmıştı...
Kânûnî Sultan Süleymân Han, Zigetvar Seferi esnâsında kaleyi kuşatınca, Pertev Paşa da Küle Kalesini kuşatıp, topa tuttu. Zafer müyesser olmadı. Muslihuddîn Efendi, Dimitrofçadan talebelerini toplayıp, Küleye doğru yola çıktı. Muslihuddîn Efendinin oraya ulaştığı gün, asker arasında zafer haberi yayıldı. Askerler, daha kale alınmadan birbirlerini tebrik ediyorlardı. Kısa süre sonra İslâm ordusu kaleyi fethetti...
Bir gün Muslihuddîn Efendinin huzûruna gâzi-levend kılığında bir kimse geldi. Bir mikdâr sohbetten sonra gitti. Muslihuddîn Efendi talebelerine; Levendi gördünüz mü? O ebdallardandı (seçilmişlerden) dedi. Muslihuddîn Efendinin de ebdalların reisi olduğu söylenirdi. Pâdişâhlar, paşalar, uç beyleri ondan istimdâd eyler, yardım beklerdi. O da, gönlü cihâd aşkıyla yanan gâzilerin yardımına koşardı...


Ve bir arefe günü...
Muslihuddîn Efendi, her sene Kurban bayramından önce yetimleri, öksüzleri toplar, kimisine ayakkabı, kimisine elbise alıverir, onları gözetirdi. Vefât ettiği senenin Zilhicce ayının sekizinci günü, öksüzlere alacaklarını alıp, topluca hamama götürdü. Hamamda, Üstâd Oruç nâmında bir tellak vardı. Aynı zamanda berberlik yapardı. Muslihuddîn Efendi;
-Üstâd Oruç, şu oğlancıkların da gönüllerini hoş et ki, son bir işimizi daha görmüş olasın, dedi.
Üstâd Oruç, söylenenlerden bir mana çıkaramadı. Muslihuddîn Efendi, çocukların tıraş işi bitince, hepsini yanına alıp gitti. Ertesi gün arefe idi. Sabah namazını kıldıktan sonra, gün doğarken Hakkın rahmetine kavuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İlyâs ve Elyesa (aleyhimesselâm)</label>

İlyâs aleyhisselâm, İsrâiloğullarını Allahü teâlâya imâna ve ibâdete çağırdı. Onu dinlemediler, hattâ memleketlerinden kovdular. Bal adındaki puta tapmaya ısrarla devâm ettiler. Bu isyânları ve azgınlıkları sebebiyle, Allahü teâlâ onlar üzerine belâ ve musibet gönderdi. Çeşitli sıkıntılarla cezâlandırıldılar. Memleketlerinden bereket kaldırıldı. Yağmur yağmaz oldu, kıtlık başgösterdi. Sonunda İlyâs aleyhisselâmı bulup, nasihatini dinlediler. İmân ettikleri için, üzerlerinde belâlar ve musibetler kaldırıldı. Hz. Elyesanın evinde...
İsrâiloğulları bir müddet sonra, tekrar dinden dönüp puta tapmaya ve çeşitli günahları işlemeye başladılar. Küfürde ısrâr edip, imân etmeye bir türlü yanaşmadılar.
İlyâs aleyhisselâm, Allahü teâlânın izniyle Balbekte yaşayan bu kabile arasından ayrılıp gitti. Başka beldelerde yaşayanları, Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Bu sırada ihtiyar bir kadının evinde misâfir olmuştu. Bu kadın Elyesa aleyhisselâmın annesiydi. Elyesa aleyhisselâm, o sırada genç olup hastaydı. Annesi, İlyâs aleyhisselâmdan, oğlunun sıhhate kavuşması için duâ istedi. İlyâs aleyhisselâm da duâ etti. Elyesa aleyhisselâm hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu. Bundan sonra İlyâs aleyhisselâmın yanından hiç ayrılmadı. Ondan Tevrâtı öğrendi...
İlyâs aleyhisselâmdan sonra Elyesa aleyhisselâm, Allahü teâlâ tarafından peygamber olarak görevlendirildi...


Zelil ve perişan oldular!..
Elyesa aleyhisselâm, İsrâiloğullarının ıslâhı için uğraştı, tebliğ vazifesi yaptı. Azgınlık ve taşkınlıklarını günden güne arttıran bu kavim, Allahü teâlânın kendilerine gönderdiği kitâbın gösterdiği yoldan ayrıldı. Kabileler, devletin başına geçmek yarışına girdi. Aralarındaki ayrılık ve başka memleket meseleleri yüzünden birbirilerine düştüler. İsrâiloğulları arasındaki fitnenin kavga ve çekişmelerin sonu gelmez oldu. Nihâyet Allahü teâla üzerlerine Asûr devletini musallat etti. Esir olup zelil ve perişan bir hayat sürmeye başladılar...
Elyesa aleyhisselâm vefâtına yakın yeğeni Zülkifl aleyhisselâmı yanına çağırıp: Benden sonra seni yerime halife tâyin ettim buyurdu, sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Buhârâdan Erzuruma... Seyyid Ahmed Merâmî</label>

Buhârâdan gelip Erzuruma yerleşen Seyyid Ahmed Merâmî hazretleri, hoşsohbet bir zat idi. Herkes tarafından çok sevilip, sayıldı. İlmi ve şöhreti kısa zamanda bütün çevreye yayıldı... İşte tam o günlerde, yana yana kendisine rehberlik edecek birini arayan İmâm Efendi (Hafız Osman Bedreddin), o zâtın ismini ve medhini duyunca, huzûruna kavuşmak için derhâl yola çıktı... Aradığı zâtı bulmuştu!..Hafız Osman, Bevelkâsım köyüne varınca, aradığı zâtı bir namaz vaktinde câmide buldu. O, câmiye girer girmez, Ahmed Merâmî bu gencin, kendisine yetiştirmesi için işâret edilen buralara gelmesine sebep olan genç olduğunu anladı. Namazdan sonra; Merhaba, hoşgeldin Hâfız Osman Bedreddîn! dedi. Osman Bedreddîn hayretler içinde yaklaşıp elini öptü ve talebeliğe kabul edildi...
Seyyid Ahmed Merami, Osman Bedreddîni güzel yetiştirdi. Ona en son şu nasihati yaptı:
Canım yavrum Hafız! En başta güzel ahlâk ve dürüstlük gelir. Bundan zerre kadar ayrılma, ilminle amel et. İlmi yaymakta cömert ol. Erzurum ulemâsına selâm söyle, ilim meclisini terk etme. Bilirsiniz ki, ilim, uçsuz bucaksız bir saray gibidir. Siz gittikçe o da gider, neticede Allahü teâlâya kavuşturur.
Molla Hafız! İlim, koyu gölgeli bir ağaca benzer, gölgesinde oturanlar, gölgelenir. Meyvesi bol ve lezzetlidir. Tadanlar bilir. Bu ağacın kökü bir, dalları çatallı budaklıdır. Binbir tomurcuğu vardır. Her budağın ve her tomurcuğun istidâd ve kabiliyetlerine göre yaprağı vardır. Bakarsınız yaprağın biri hastadır. Sararır düşer. Meyvesinin biri yaralıdır, olgunlaşmadan yere düşer. Ona bakan bulunmaz. İnsanlar da böyledir. Kimisi görünüşü ile dili ile herkesi memnun eder. Fakat onun içi, kalbi hastadır. Bu, elinde lâmba tutan bir şahıs gibidir. Başkalarını aydınlatır, fakat kendisi karanlıktadır. Bu misâl ilmiyle amel etmeyenlerin hâlini gösterir. Bir başkası görünüşü ile hoş görünmez amma, sakın ona suizan etme, haramdır...


İlmini sarf et, artırırsın!
Hafız! Bizi Unutma! İlmini sarf et, artırırsın. Hakkı zikret, bulursun. Ahlâk beline kemerdir. Bir insan halkı sevmekle Hakka erer. Huzurla kemâl bulunur. Mürşidsiz kemâlin zevali vardır. Her işinde Allahü teâlâ sana yardım ihsan etsin. Sana emeğim helâl ve faydalı olsun oğlum!
Bundan sonra oradan ayrıldı ve kısa bir zaman sonra vefat etti..

]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Harput velîlerinden Beyzâde Efendi</label>

Beyzâde Efendi tahsîl çağına geldiğinde, ilk olarak Şeyhül-ulemâ diye tanınan Hacı Ali Efendiden ders almaya başladı. Daha sonra Dağıstanlı Hâfız Mehmed Efendinin derslerine devâm etti. Genç yaşına rağmen tahsil döneminde zekâ ve dirâyetiyle kendini herkese sevdirip, durup dinlenmeden çalışarak yüksek derecelere kavuştu... Edep ve hayâ timsali...Beyzâde Efendi, edep ve hayâ timsali bir zattı. Kendisini tamamen ilme ve tasavvufa verdiği için dünya malıyla hiç ilgilenmemiştir. Harputtaki tek katlı evini kendisi hac ziyaretine gittiği sırada oğlu yıktırarak iki kata çıkarınca, oldukça üzülmüş, çocuklarına iki sebepten sitem etmiştir. Birincisi: Beni şimdiden sonra dünyaya mı bağlayacaksınız? İkincisi de: Komşuların evinden yüksek oldu, onların yüzüne nasıl bakarım? demiştir.


Çok talebe yetiştirdi...
Seksen seneye yakın bir süre İbrâhim Paşa Medresesinde müderrislik yaparak, çok talebe yetiştiren Beyzâde Efendi, ömrünün sonlarına doğru müderrislik vazîfesini oğlu Müftü Hacı Mehmed Nûri Efendiye bırakarak, kendisi bir köşeye çekildi, ibâdetle meşgûl oldu.
Bu mübarek zat, ömrünün sonlarına doğru rahatsızlandı. Artık son günlerini yaşıyordu. Hasta olmasına ve ateşler içinde yanmasına rağmen yine diz çöküp oturduğunu ve ayaklarını uzatmadığını gören oğlu dayanamayıp, sebebini sordu. Oğlunun bu suâline hafif gülümsedikten sonra kaşlarını çatıp;


Ayaklarımı uzatayım öyle mi?
-Heey oğul, güzel oğul!.. Demek ayaklarımı uzatayım öyle mi? Uzatayım lâkin kime karşı uzatayım dersin? Söyle kime karşı? cevâbını verdi ve bir müddet sonra da vefat eyledi. (1904)
Beyzâde Efendinin cenazesini, muazzam bir kalabalık Harputun Meteris Mezarlığına götürerek defnettler. Beyzade Hacı Ali Rıza Efendinin vasiyeti üzerine kendisine türbe yapılmamıştır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Garip göçmen Abdullah Dağıstanî</label>

Abdullah Dağıstaninin doğduğu günlerde Dağıstan, Rus işgal ordularının korkunç zulümleri altındaydı. Köyün manevi lideri olan dayısı ve ünlü bir hekim olan babası, Türkiyeye hicret etmeği düşünmeğe başlamışlardı. Bu hicretin manevi açıdan o zaman uygun olup olmadığı konusunda Abdullahın fikrini sormuşlar, o da Türkiyeye göçelim diye fikrini beyan etmişti. Hemen yola koyuldular ve Ruslar, Türkiye tarafına geçinceye kadar, hiçbirini fark edemediler, sağ salim Türkiyeye ulaştılar. Daha sonra Şama yerleşen Abdullah Dağıstanî orada vefat etmiştir. Ameliyata kadar gelme Abdullah Dağıstanî, bir gün şöyle söyledi:
-Peygamber efendimiz beni çağırıyor. Gidip Ona kavuşmalıyım. Ancak Gözlerinden ameliyat oluncaya kadar bana gelme dedi...
Bu sözleriyle sol gözündeki ileri derecedeki miyopi kusurunu kastediyordu. Göz ameliyatı gerçekleştikten sonra, yemek yemeyi tamamen kesti. Bir şeyler yemesi için ısrar edenlere:
-Ben nihai halvetimdeyim, zira Peygamber efendimiz beni çağırıyor, diye ricaları reddetti. Sadece suya batırarak kuru ekmek yiyordu. Bir talebesi son günlerini şöyle anlatmıştır:
-Bir gün Abdullah Dağıstani Artık gidip Peygamberime kavuşmak istiyorum. Allahü teala ve Resûlü beni çağırıyor dedi. Sonra vasiyetnamesini yazdı ve şöyle dedi: Her şeyin doğrusunu Allahü teala bilir. Bana öyle geliyor ki, önümüzdeki pazar günü dünyadan göçüp gideceğim... (Bu tarih 30 Eylül 1973, Ramazanın 4. günüydü. Hicri 1393 yılıydı.)


Hayatımın son saniyeleri
Vefatına şahit olan bir talebesi o günü şöyle anlatıyor:
-Dünyadan göçeceğini söylediği pazar günü saat 10.00da bizimle beraber odasında oturuyordu. Bana, Nabzımı say dedi. Nabzını saydım. Kalbi çok çarpıyor, nabzı dakikada yüz ellinin üzerinde atıyordu. Sonra, Ey oğlum, hayatımın son saniyelerini yaşıyorum ve yanımda ailemden başka kimsenin bulunmasını istemiyorum. Herkes buradan çıkıp, toplantı salonuna gitsin dedi.
Zaten odanın içinde on kişi idik. O anda iki doktor geldi, biri benim kardeşim, diğeri de onun bir arkadaşıydı. Hep birlikte dışarı çıktık. Beklemeğe başladık. Az sonra kızının içeride Babam öldü, babam öldü! diye ağladığını işittik...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kutlu talebe İmâm-ı Züfer</label>

İmâm-ı Züfer hazretleri, 728 (H.110) senesinde doğdu. 775 (H.158) senesinde henüz 48 yaşında iken Basrada vefât etti. Aslen İsfehanlı olmasına rağmen Basrada yaşayan Züfer bin Hüzeyl, orada ilim tahsîl etti. Önce zamânının âlimlerinden hadîs ilmini öğrendi. Sonra Kûfeye gidip İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devâm etti. Ondan fıkıh ilmini tahsîl ederek zamânının meşhûr fakîhlerinden oldu. İmâm-ı Azam; Talebelerimin en mükemmelidir buyurarak, onu medhetti. İctihâd derecesine yükselip İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe hazretlerinin koyduğu usûl ve kâidelere göre ictihâdda bulundu. Hanefî mezhebinde fukahânın ikinci tabakasından yâni mezhepte müctehidlerden oldu... Dünyâya hiç meyletmedi...İmâm-ı Züfer hazretleri, ilimdeki yüksek derecesi yanında, güzel ahlâk ve fazîlette de örnek insan oldu. Ömrünü ilme ve ibâdete verip dünyâya ve dünyâ malına hiç meyletmedi.
İmâm-ı Züfer, İmâm-ı Azamın usûlü üzerine ictihâd ederdi. Çok ibâdet eden, doğru sözlü ve ilimde sağlam bir âlimdi.
Hocası İmâm-ı Azamı düğününe dâvet etmişti. İmâm-ı Azam, düğün töreninde yaptığı konuşmasında; Züfer, Müslümanların imâmlarındandır. Şeref, haseb, neseb bakımından en tanınmışlardandır diye talebesini övmüştür.
İmâm Züfer hazretleri; hocasının vefâtından sonra, 8 yıl gibi kısa bir müddet yaşadı. Bütün hayatı boyunca, onun mezhebini yaymaya çalıştı. Hocasına gerek hayatında, gerek vefâtından sonra; hiç muhâlefet etmemiştir.


Vefâtı yaklaştığı zaman...
Bu mübarek zatın vefâtı yaklaştığı zaman, dostları kendisinden vasiyette bulunmasını istediler. O da buyurdu ki:
Şu malım, hanımımındır. Şunlar da, kardeşimin oğlunundur!
Orada bulunanlar mübareğin bu sözlerine şaşırdılar! Çünkü kardeşi varken, kardeş oğluna mal düşmezdi! Vefâtından sonra kardeşi, onun zevcesini aldı. Bir oğlu oldu. Malları o oğluna kalınca; İmâm Züfer hazretlerinin kerâmeti anlaşıldı!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyhül-islâm Molla Gürânî</label>

Molla Gürânî; heybetli, vakûr, sarsılmaz bir ilim haysiyetine ve ahlâkına sâhip bir zat idi. Fâtih Sultan Mehmed Hanın yetişmesinde, büyük emeği geçmiştir. Fâtih, şehzâdeliğinden beri hocasını çok sever, saygı ve hürmette kusur etmezdi...Bu mübarek zat, 1488 (H.893) senesinin bahar mevsiminde bir bahçe satın aldı. Kışa kadar o bahçede kaldı. Vezîrler haftada bir bu bahçede ziyâretine gelirlerdi. Kış geldiğinde iyice hâlsizleşti... Hâfızların toplanmasını istedi
O günlerde bir sabah namazını kıldıktan sonra, kendisine bir yatak hazırlanmasını istedi. Yatak hazırlandı. Kuşluk namazını kıldıktan sonra kıbleye dönerek, sağ yanı üzerine yattı. O gün, kendisinden Kurân-ı kerîmi, kırâat ilmini öğrenen hâfızların yanında toplanmasını istedi. Bu arzusu üzerine, talebelerine haber gönderildi. Onlar da yanına toplandılar. Talebelerine; Üstünüzde olan hakkımı ödeme zamânı bugündür. İkindi vaktine kadar benim üzerime Kurân-ı kerîm okumaya devâm ediniz, ikindiden fazla uzamaz dedi.
Hâfız talebeleri, Kurân-ı kerîm okumaya başladılar. Vezîrler durumu öğrenince, yanına geldiler. Vezîrler arasındaki Dâvûd Paşa, Molla Gürânî hazretlerini çok sevdiği için, hâlini görünce dayanamayıp, ağlamaya başladı. Molla Gürânî onun ağladığını görüp;
-Niye ağlar durursun ey Dâvûd? dedi. Dâvûd Paşa;
-Sizi böyle zayıf görünce kendimi tutamadım, dedi. Bunun üzerine;
-Ey Dâvûd, sen, kendi hâline ağla! Ben dünyâda rahat ve huzûr içinde yaşadım. Allahü teâlâdan ümîdim odur ki, ömrümün sonunda da, son nefeste de selâmet üzere olurum, dedi. Sonra vezîrlere dönüp;


Namazımı Bâyezîd kıldırsın
-Benden Bâyezîde (İkinci Bâyezîd Han) selâm söyleyin ve deyin ki; adâlet üzere olsun, kulları himâye, beldeleri muhâfaza etsin. Namazımı bizzat kendisi kıldırsın ve borçlarımı, defnimden önce ödesin, dedi.
Son anlarını yaşayan mübarek zat, öğle namazını îmâ ile kıldı. Sonra; İkindi ezânı ne zaman okunacak? diye sordu. İkindi vakti gelince, müezzinin ezân okumasını bekledi. Müezzin, Allahüekber diye ezân okumaya başlayınca, Molla Gürânî hazretleri;
Lâ ilâhe illallah diyerek vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ferîdüddîn-i Attâr</label>

Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri, 1119 (H.513) senesinde Nişâbûrda doğdu. Babası attâr idi, yâni ilâç, esans, parfüm satardı. Ferîdüddîn-i Attâr, zühd ve takvâ sâhibi olup haramlardan sakınıp ibâdetle uğraşırdı. Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri, küçüklüğünde Şadbah kasabasında bir yandan babasının yanında attârlık mesleğini öğreniyor, bir yandan da Kutbüddîn Haydar isimli büyük bir zâtın sohbetlerine devâm ediyordu. Babasının vefâtı üzerine onun yerine geçip, attârlık mesleğini bir süre devâm ettirdi. Attârlıkla uğraşırken, bir taraftan da kıymetli dînî kitapları, velîlerin hayatlarını ve menkıbelerini okuyordu.
Kendini hesâba çek!
Ferîdüddîn-i Attâr bir nasihatinde şöyle buyurur:
Ey gâfil insan! Sen nefs sâhibisin. Bu dünyâda kendini hesâba çek. Kalbindeki pislikleri temizlemek için mücâhede et. Büyükleri de kendine kıyas etme. Zîrâ bir velî, zehir de yese o zehir bal olur...
Ferîdüddîn-i Attâr, 1229 (H.627) senesinde Moğol istilâsında, bir askerin eline esir düştü. O asker onu öldürmek istediğinde, askere halk; Bu ihtiyarı öldürmekten vazgeçersen, kanına bedel olarak bin altın akçe veririz dediler. Moğol askeri onu bu fiyata satmak istedi. Fakat Ferîdüddîn-i Attâr ona;
-Sakın beni bu fiyata satma. Çünkü sana kanım için daha fazla fiat verirler, deyince, asker satmaktan vazgeçti.


Şehâdet şerbetini içti...
Bir süre sonra başka bir şahıs gelerek askere;
-Bu yaşlı zâtı öldürmekten vazgeç. Onun kanına karşılık sana bir torba saman vereyim, deyince, Ferîdüddîn-i Attâr;
-İşte beni şimdi sat. Çünkü esas fiyatımı ve kanımın değerini buldum. Bundan fazla para etmem, dedi.


Bunun üzerine sinirlenen Moğol askeri onu şehîd etti...
Şehâdet şerbetini içen Ferîdüddîn-i Attâr, kesik başını elleri arasına alarak yarım fersahlık (3 kmlik) bir mesâfeyi koşarak katetti. Şimdi türbesinin bulunduğu yere varınca, rûhunu teslim etti ve oraya düştü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyhül-meşayıh" İbn-i Hafîf</label>

Muhammed İbn-i Hafîf hazretleri, hadis ilminde büyük âlimdi. Kendisinden birçok muhaddis, hadis-i şerif rivayet etmiştir. Çok ibadet ederdi. Çok zaman sabahtan akşama kadar bin rekat namaz kılardı... Bu mübarek zatın gıdâsı her gece sâdece yedi adet kuru üzümdü. Hizmetçisi yedi tane üzüm hazırlar ve onu yerdi. Bedenen hafîf, rûhen yüksek bir hâle sâhipti. Hizmetçisi bir gece sekiz üzüm verdi. Farkına varmadan bu sekiz kuru üzümü yedi. Kendinde önceki ibâdet zevkini bulamayınca, hizmetçisine sorup yedi yerine sekiz üzüm verdiğini öğrenince; Sen benim dostum değilsin! -Bundan sonra sen benim dostum değilsin! Dost olsaydın bunu yapmazdın! diyerek, yanından uzaklaştırdı. Bu vazîfeyi başka bir talebesine verdi...Bir gün iki kişi, İbn-i Hafifi ziyaret için, dergâhına gelmişlerdi. Orada bulamayınca, nerede olduğunu sordular. Sultanın sarayına gittiğini öğrendiler. Böyle bir evliyanın, sultanın sarayında ne işi var? diye düşündüler ve dergâhtan ayrıldılar. Çarşıya çıkıp, yırtık elbiselerini diktirmek için bir terziye uğradılar. O arada terzinin makası kayboldu. Terzi, Siz çaldınız diye onları suçladı. Daha sonra da onları zabıtaya teslim etti. Zanlıları, hükümdarın sarayına götürdüler. Sultan duruma muttali olunca, onların cezalandırılmaları için emir verdi. Fakat o sırada sarayda bulunan İbn-i Hafif hazretleri;
- Bunlar, bu işi yapmamışlardır, diyerek onlara kefil oldu ve cezadan kurtardı.
Daha sonra, o iki kimseye dönerek;
- İşte benim saraya gelmem, bu gibi işler içindir. Ya bir zulme engel olmak veya bir Müslümana faydamız dokunmak için, zaman zaman, burada oluruz, dedi.
O kimseler, su-i zanlarından tövbe ettiler ve o mübareğin talebeleri arasına katıldılar...


Boynuma zincir vur!
İbn-i Hafif hazretleri, vefatı anında hizmetçisine;
-Ben âsi bir kul idim. Boynuma zincir vur, ayağımı da bağla. Böylece yüzümü kıbleye çevir. Belki Allahü teâlâ affeder, dedi.
Biraz sonra da ruhunu teslim etti. Hizmetçisi bu vasiyeti yerine getirmek isteyince Ey gafil adam! Bizim aziz kıldığımız bir zatı sen zelil mi kılmak istiyorsun? Sakın böyle bir şey yapma! diye bir nidâ işitildi...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri