Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Patrik Gregoryus</label>

Mora İsyanı, 1821 Haziranında Sultan II. Mahmudun padişahlık döneminde gerçekleşti, Sadrazam ise Benderli Ali Paşaydı. Devletin yaptığı araştırmalar sonucunda Ortodoks Patriği Gregoryusun da isyanda parmağı olduğu ortaya çıktı...Patrik Gregoryus, bütün suçları kabul etti ve yargılamanın ardından patrikhanenin orta kapısı önünde idam edildi. Göğsüne ihanetini anlatan bir yafta yapıştırılan Patriğin cesedi, 3 gün İstanbullulara teşhir edildi.
Fener Rum Patriği Gregoryusun suç belgesi olarak ele geçirilen, Rus Çarı Aleksandraya yazdığı mektup, gerçekten ibret vericidir:
Dış yardıma alıştırmalı!
Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkânsızdır. Türkler, Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i îmân sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıkları ve kadere rızâ göstermeleri yanında kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir.
Türkler zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda yönetecek reislere sâhib oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gâyet kanâatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık ve şecaat duyguları da, geleneklerine olan bağlılıklarından, ahlâklarının güzelliğinden ileri gelmektedir.
Türklerde evvelâ itaat duygusunu kırmak ve manevî bağlarını parçalamak dînî metanetlerini zayıflatmak icâb eder. Bunun da en kısa yolu, millî geleneklerine, maneviyâtlarına uymayan haricî fikirler ve hareketlere alıştırmaktır. Türkler, dış yardımı reddederler; haysiyet duyguları, buna mânîdir. Velevki, geçici bir süre için zâhirî kuvvet ve kudret verse de, Türkleri, dış yardıma alıştırmalıdır. Maneviyâtları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddî vâsıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir...


Bir şey hissettirmeden!..
Bu sebeple Osmanlı Devletini tasviye için mücerred olarak harb meydanındaki zaferler kâfi değildir. Hattâ, sâdece bu yolda yürümek Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, kendilerini anlamalarına sebeb olabilir.
Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır.
İdam edilmeden kısa bir süre önce yazmış olduğu bu mektup, birçok Patrikhane mensubu tarafından Gregoryusun vasiyeti olarak kabul edilir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ömer Muhtar</label>

Ömer Muhtar, 1862 yılında, Libyada Defne bölgesinin Batnan kasabasında dünyaya geldi. Mensubu olduğu Münifiye kabilesi izzet ve şerefiyle meşhur bir topluluktu. Babası Muhtar, mertliği ve cesareti ile tanınmış kahraman bir şahsiyetti. Mısırın İngiliz işgalinde olması, Osmanlı devletinin deniz gücünün neredeyse olmaması vs. gibi sebeplerden dolayı Libyayı kolay bir lokma gibi gören İtalyanlar 27 Eylül 1911de Osmanlı hükümetine verdikleri ültimatomla Trablusgarba çıkarma yaptılar...
Savaş çıkmaza girmişti!..
İtalya askerî yetkililerinin hesabı işgalin 15 günde tamamlanacağı yönündeydi. Fakat bir avuç Osmanlı kuvveti ile dayanışma içindeki Libya halkı büyük bir direniş sergiledi. İtalyan askerleri kıyıdaki sahil kentlerinin çevresinde sıkışıp kaldı. Savaş çıkmaza girdi...
Balkan Harbinin başlaması ile İtalya ile uzlaşma yoluna giden Osmanlı Devletinin zaten az sayıda olan kuvvetlerinin çekilmesi ile Libya halkı zalim İtalyan güçleri ile baş başa kaldı. Bu sırada umum Senusi mücahidinin başı Seyyid Ahmed eş Şerif es Senusi idi. Daha önceki muharebelerde askerî dehası ile Osmanlı subaylarının dahi dikkatini çeken ve bir Senusi liderinin Onun gibi on insan olsaydı, bize yeterdi dediği bir kahraman vardı... İşte o arslan, Ömer Muhtardan başkası değildi. Ülkesini kahramanca savundu, ancak, tanka, topa karşı piyade ve at ile ne kadar dayanabilirdi!.. Nihayet yaralandı ve esir edildi... 15 eylül 1931 günü İtalyan sıkıyönetim mahkemesi tarafından göstermelik bir duruşmaya çıkarıldı. Ve Grazianinin daha önceden emrettiği gibi idam kararı veren mahkemenin yüzüne şu tokadı savurdu:


Son bir kere daha baktı ve!..
Hüküm ve karar yalnız Allahındır. Sizin bu sahte ve uydurma hükmünüzün hiçbir geçerliliği yoktur. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (Biz Allahın kullarıyız ve sonunda ona dönücüleriz.
Aynı gün toplama kamplarından getirilen binlerce Libyalının gözleri önünde gayet sakin ve korkusuzca idam sehpasına çıktı. Fecr suresinin son ayetlerinden:
Ey huzura ermiş nefs! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön ayetleri dilinde virdi zebandı... Özgürlüğü için her şeyi göze aldığı yeşil dağlara son bir kere daha baktı ve bir milleti yetim bırakarak ebedî âleme doğru kanatlandı..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed bin Hadraveyh</label>

Ahmed bin Hadraveyh hazretleri; tasavvuf yolunun en yüksek derecesine ulaşmış, fetvâ sâhibi, tarîkatta kâmil, fütüvvette ve asâlette meşhûr, vilâyette sultan, riyâzette şöhret sâhibi, tasavvuf ehli arasında makbûl bir zât idi. Önceleri Hâtem-i Esamın talebesiydi. Ebû Turâb en-Nahşebî ve Ebû Hafs el-Haddâd ile sohbet etmiş, İbrâhim bin Edhemi görmüştür. Özellikle fütüvvet; cömertlik, ikram, herkese iyilik etmek husûsundaki sözleriyle meşhûr olan Ahmed bin Hadraveyh, Belh Emîrinin kızı Fâtıma ile evlenmişti. Ahmed bin Hadraveyh hazretleri önce zâhir, sonra bâtın, tasavvuf ilminde ve hâllerinde yetişip yükseldi. Sadâkati ve doğruluğu en büyük lütfun elde edilmesinde tek çâre olarak gören Ahmed bin Hadraveyh; Kim, bütün hâllerinde Allahü teâlânın kendisiyle olmasını istiyorsa, doğruluğa sarılsın derdi. Ona göre kulun başarıya ulaşmaması, basîretsizliğinin eseridir. Yol açık, hak zâhir, belli, dâvette bulunan bilinip işitilmiştir. Bütün bunlardan sonra şaşırmak, yalnız körlükten ileri gelmektedir derdi.Belh Emîrinin kızı olan hanımı Fâtıma, Ahmed bin Hadraveyhe haber gönderip, babasından kendisini istemesini söylemişti. Ahmed bin Hadraveyh kabûl etmeyince, ikinci defâ adam gönderdi ve;
-Ben, seni Allah yolunu görmek isteyenlerin yolunu kesici değil, yol gösterici olmakta herkesten ileri sanıyordum, dedi.
Bunun üzerine Ahmed bin Hadraveyh, Fâtımayı babasından istedi. Babası da ona kızını verdi. Fâtıma dünyâ işlerini terk etti ve Ahmed bin Hadraveyhle huzûr ve sükûn içinde yaşadı.


Cömerdin borcu böyle ödenir!
Mübarek, fakirlere ve talebelerine sarf etmek üzere zenginlerden borç alırdı. Ölüm döşeğindeyken 700 altın borcu vardı ve alacaklılar kapısına dayanmışlardı. Ahmed bin Hadraveyh hazretleri;
Yâ Rabbi! Benim canımı alıyorsun, fakat onların rehini benim canımdır. Ben onların nezdinde rehin bulunuyorum. Şimdi onlar güvendikleri bir kefil aradıklarına göre, bu borcu öyle bir kişiye havale et ki, onların alacağını ödesin. Canımı o zaman al! diye dua etti. Sözlerini bitirir bitirmez biri gelip kapıyı çalarak;
-Ahmed bin Hadraveyhten alacağı olanlar dışarı çıksınlar, dedi. Sonra hepsinin alacağını ödedi.
Mübarek zat bunu duyunca;
-Rıza sebebiyle Rabbime hamd olsun. Muhabbet sebebiyle Resulüne salât ve selam olsun, diyerek ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dâre Kutnî</label>

Dâre Kutnî hazretleri, ilimde zamanının üstâdı oldu ve pekçok âlim yetiştirdi. 385te Zilkade ayının sekizinci çarşamba günü seksen yaşında Bağdâdda vefât etti. Bâb-ud-Deyr mezarlığında Maruf-i Kerhînin yanına defnedildi.Uzun zaman edebiyat ilmiyle de meşgul olup, edebiyatta da üstad olmuş idi. Ebül-Hasen Dâre Kutnî, hadîs ilminde hâfız olup, yüzbin hadîs-i şerîfi sened ve râvileriyle ezbere bilirdi. Çok meşhûr bir âlim, fazîletler sahibi, muhaddis-i kâmil ve ilmiyle de amel eden bir zât idi... Eserlerinin en meşhûru
Dâre Kutnî, Allahü teâlânın dînine uymakta çok gayretliydi. Ondan sonra hadîs ilminde illetler mevzuunda onun gibi bir âlim gelmedi ve bu ilim onunla tamam oldu ve mühürlendi denilmiştir. Zamanında hadîs, fıkıh, kırâat ve nahiv ilminde parmakla gösterilecek şekilde tanınır, ilminden istifade edilirdi.
Eserlerinin en meşhûru, Sünen hadîs kitabıdır. Bu eserinde, diğer sünen kitaplarının belli şekline uymayarak, yahut mühim fıkıh meselelerine dâir hadîsleri ve bunların muhtelif rivâyetlerini (senetlerini) verir. Bu eseri, onu fıkıh ilmindeki yüksek derecesini göstermeye kâfidir.


Müminlere dua ettim
İlel-ül-hadîs kitabı, hâfızasından talebelerine yazdırdıklarından meydana gelmiş olup neşredilmiştir. İlzâmât ales-Sahihayn adlı eserinde, Buhârî ve Müslimin hadîs alma şartlarına uyduğu hâlde, eserlerine almadıkları sahih hadîsleri toplamıştır.
Vefatından önce kıbleye karşı oturup çok uzun dua etti, sonra şöyle buyurdu:
-Resulullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Bir müminin, din kardeşi hakkında gıyaben yaptığı dua reddolunmaz buyurdular. Bu sebeple müminlerin hepsi için Rabbime duada bulundum...
Sonra da odasına çekildi ve bir müddet sonra vefat etti
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali Bekkâ</label>

Melik Mensûr Kalevûn, Ali Bekkâ hazretlerini çok severdi. Çünkü bütün müşkül meselelerine çare bulurdu. Hattâ Melik olacağını da önceden işâret etmişti...Ali Bekkâ hazretleri çok ağlardı. Bu yüzden kendisine Bekkâ yani Çok ağlayan lakabı verilmişti. Bunun sebebi şöyle anlatılır:
Sâlih ve kendisi gibi velî bir arkadaşı vardı. Hâller ve kerâmetler sâhibi idi. Bir defâsında ikisi birlikte Bağdattan bir yolculuğa çıkmışlardı. Gidecekleri yer ile Bağdat arası, yürümekle bir senelik yol idi. Onlar, kerâmetleriyle bir senelik yolu bir saatte almışlardı. Bu arkadaşı ona;


Son anlarını yaşıyordu!..
-Ben, falan vakitte, falan memlekette öleceğim. O zaman yanımda bulun, diyerek, Ali Bekkâ hazretlerine vasiyet etmişti. Fakat bu arkadaşı, son nefeste îmânsız öldü. Bu hâdise karşısında Ali Bekkâ hazretleri, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamamaktan ve son nefes endişesi ile korkarak çok ağlardı. İmânsız giden arkadaşının hâlini, kendisi şöyle anlattı:
-Söylediği vakit gelince yanına gittim. Hayâtının son anlarını yaşıyor ve can çekişiyordu. Yönünü doğu tarafına dönmüştü. Tutup kıbleye çevirdim. Tekrar doğuya döndü. Yine kıbleye çevirdim. Bu arada gözlerini açıp bana dedi ki:
-Hiç uğraşma, ben bu tarafa dönmüş olarak öleceğim!
Hristiyan ruhbanlarının söylediği küfür olan, îmânı gideren sözler söylemeye başladı. Dîn-i İslâmdan çıktı. Nihâyet îmânsız öldü. Ölüsünü kaldırıp, oradaki bir kiliseye götürdük. Bir de gördük ki, kilisede bir kalabalık toplanmış ve çok üzgün bir hâlde idiler. Önlerinde yatan bir cenâzenin etrâfında duruyorlardı. Nedir bu hâl? dediğimizde;


O cenâzeyi bize verin
-Bizim meşhûr bir ruhbanımız vardı, yüz sene yaşadı. Bugün öldü. Fakat, ölmeden önce dînimiz olan Hristiyanlıktan çıktı. Müslüman olduğunu söyleyerek öldü, dediler. Biz de onlara;
-Bizim elimizdeki cenâze de Müslüman idi. Son nefesinde Hristiyanlık dîni üzere öldü. Siz bunu alın, o, Müslüman olarak ölen ruhbanınızın cenâzesini de bize verin, dedik.
Bu teklifimizi kabûl ettiler. Biz o Müslüman olanın cenâzesini alıp, yıkadık, kefenledik, Müslüman mezarlığına defnettik. Onlar da öbürünü alıp, Hristiyan mezarlığına defnettiler... Allahü teâlâdan, son nefesimizde îmân ile gitmeyi nasîb etmesini dileriz! Âmin...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Balkan Harbinde bir askerin son mektubu</label>

Acı ve hüzün dolu harp yılları... Evlad-ı Fatihan torunları, dedelerinin mirasını korumaya çalışırken birer birer şehit oluyorlardı... Balkan Harbine katılan bir asker, ağır yaralanmıştı. Son nefesini vermeden önce annesine yazdığı mektupta şöyle diyordu: Sevgili anacığım!
Ebediyen kaybolmuş bir evlat gibi, gönüllü olarak ikinci defa cepheye geldim. Fakat başım henüz omuzlarımın üzerindedir. Meydan savaşında şehit olan silah arkadaşlarımı düşündükçe pek mahzun oluyorum.
Mademki hepimiz öleceğiz!..
Fırka ve alay ile beraber hareket ettiğimiz zaman tahminen ikiyüz kişiden meydana gelen bölüğümüzün, harbe girdikten sonra mevcudu ancak yirmi kişi kalabildi. Saadet ve bedbahtlığım bu bir avuç askere bağlıdır.
Niçin üzüleyim? İnsan ancak elli-altmış sene kadar yaşayabiliyor. Bu kadar kısa bir hayatı şimdi feda etmezsem belki bir daha bu güzel fırsatı bulamam. Mademki hepimiz öleceğiz; biraz erken veya biraz geç ölmekten ne çıkar? Sağlam bir taş gibi hareketsiz kalmaktansa, mesrurâne parçalanarak ezilmeyi tercih ederim. İster şarapnel parçası, ister bir süngü darbesi olsun. Her ne suretle olursa olsun yalnız bir defa öleceğim.
Sağımda arkadaşım şehit düştü, solumda subayımın kolları ve gövdesi parçalanıp dağıldı. İkisinin arasında bana hiçbir şey olmadı. Kendimi pek mahzun buluyorum. Şehitliğe imrendiğimden sağ kaldığıma üzülüyorum. Ecel henüz gelmedi, şu anda bütün gayretimi şehit arkadaşlarımın öcünü almak için sarf ediyorum.


Ben bir garip köylüyüm
Bulgar, hain ve gaddar bir düşmandır. Onu boğmak, mahvetmek için kalbim sabırsızlıktan parçalanıyor. Çünkü parlak kabiliyet ve şehitlik şerefinden henüz mahrum bulunuyorum.
Ben bir garip köylü çocuğuyum. Şehid olduktan sonra arkamdan bana dua edilecek ve rahmet okunacaktır. Bir saman yığını üstünde ve bir kulübenin saçağı altında öleceğime, savaş meydanında kahramanca dövüşerek şehid olmak daha iyi değil mi?..
Şehitliği çok arzulayan bu kahraman, mektubunu yazdıktan hemen sonra başına isabet eden bir düşman kurşunu ile şehid düşmüştür...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Marûf-ı Kerhî</label>

Marûf-ı Kerhî, büyük velîlerdendir. İranlı Hristiyan bir anne ve babanın çocuğu iken, Hristiyanlığı öğrenmesi için bir râhibe gönderildi. Fakat oradaki rahibin kendisine eziyet etmesi üzerine oradan kaçarak bir camiye geldi. Burada İbn-i Semmak hazretlerine rastladı ve sonra da İmam-ı Ali Rıza hazretlerinin sohbet halkasına katıldı... Hangi din üzeresin?
Müslüman olan ve ilim tahsil eden Marûf-ı Kerhî, uzun seneler sonra memleketine döndü. Büyük bir sabırla onu bekleyen annesi bağrına bastıktan sonra Hangi din üzeresin? diye sordu. Marûf, İslâm dîni üzereyim deyince annesi; Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh diyerek îmân ile şereflendi. Bunun üzerine bütün âile Müslüman oldu.
Marûf-ı Kerhî hazretleri dînin emirlerini gözetmekte, ibâdette, haram ve şüphelilerden kaçmada çok meşhûr idi. İmâm-ı Ali Rızânın hizmetinde bulunmuş, onun çocuklarıyla beraber yaşamış ve Ehl-i beytten bilinmiştir. İmâm-ı Ali Rızâ; Marûf, huy ve muhabbet bakımından Ehl-i beyttendir. Fakat ırk ve neseb bakımından değil. Muhakkak o kerem ve izzet bakımından, Selmân-ı Fârisînin ceddimize ilhak edilip Ehl-i beytten sayıldığı gibi, o da bize dâhil edilmiştir buyurmuştur.
Marûf-ı Kerhî, Dâvûd-i Tâî hazretlerinden feyz almış olup; büyük velîlerden Sırrîyi Sekâtî de, Marûf-ı Kerhîden ders ve feyz alarak yetişti. Hârun Reşîd devrinde yaşadı. Muhaddis olup, zamânının meşhûr hadîs âlimlerinden hadîs dinlerdi...


Gömleğimi bir fakire ver!
Maruf-i Kerhi hazretleri ölümü yaklaştığında vefakâr talebesi Sırrıyî Sekatiye döner ve;
-Ben ölünce üzerimdeki gömleği bir fakire ver, der. Zaten mübareğin bütün serveti o gömlektir! Hasılı bu âlemden geldiği gibi gider.
Marûf-ı Kerhî hazretleri kimseyi kırmaz ve herkese insanca muamele eder. Bu yüzden onu herkes sever. Komşuları cenazesini paylaşamazlar. Hristiyanlar ve Yahudiler de gelir onu kendi mezarlıklarına defnetmeye kalkışırlar. Ancak tabutu yerinden bile oynatamazlar, halbuki Müslümanlar el attığında naaş tüy gibi hafifler ve kuş gibi uçar. Orada bulunanlar topyekun Müslüman olurlar..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebü'l-Abbâs İbni Kâss</label>

Ebül-Abbâs İbni Kâss, fıkıh ilmini, Şâfiî fıkıh âlimi İbni Süreycten aldı. Sahip olduğu ilimlerle zamanında fıkıh, kelâm ve târih ilimlerinde Taberistanın en önde gelen âlimi oldu. Eshâb-ı kirâm ve onlardan sonra gelen Müslümanların, Allahü teâlânın dînini yaymaktaki gayretlerini, yazılarında canlı bir şekilde anlatır, anlatırken kendinden geçerdi. Allah adını andığı zaman çok heyecanlanır, kalbi duracak gibi olurdu. Taberistanda birçok talebe yetiştirdi. Kıymetli eserler yazdı... Tarsusa hicret etti...Bağdâda göçtükten sonra da vaazlarını bırakmadı. İnsanları Allahü teâlânın dînini yaymağa çağırdı. Onların karşısında zaman zaman Allah korkusundan bayılması, insanları coşturup gayrete getirirdi. Müslümanların gönüllerini coşturmak, dîn-i İslâmı yaymak için zamanın hudut şehri olan Tarsusa hicret etti. Orada da pek faydalı hizmetlerde bulundu. Kıymetli talebeler yetiştirdi. Zâlim diktatörlerin idareleri altında inleyen masum insanları, onların idarelerinden kurtarıp, İslâma davet etmek ve dînimizin emrine göre hareket eden âdil idarecilerin emrinde rahatça yaşatmak için hazırlanan ordulara vaazlar verdi. Onların insanlara karşı yumuşak davranıp, haksızlık yapmamaları için, kendilerinden önce gelen İslâm büyüklerinin örnek hayatlarından menkıbeler anlatıp, misâller verirdi.


Kul hakkıyla gitmeyin!
Ebül-Abbâs İbni Kâssın anlattığı kıssalar ve vaazlarını dinleyenlerin ağzından dilden dile dolaşırken, derslerine devam eden kıymetli talebeleri de öğrendiklerini kitaplara yazıp, derslerinde okuturlardı. Kâdı Ebû Ali Zeccâcî ve Hasen bin Kâsım Taberî isimli âlimler, İbn-i Kâssın ilmine vâris olan talebelerinin meşhûrlarındandır...
İbn-i Semanî, onun bir vaaz esnasında Allah aşkı ile heyecanlanıp, kalbinin dayanamayarak vefât ettiğini nakletmektedir. Vefatı esnasında şunları söyledi:
Aman ahirete kul hakkıyla gitmeyin. Orada helallaşmak çok zordur!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Bekr Kettânî</label>

Ebû Bekr Kettânî, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin talebesidir. Ebû Saîd-i Harrâz, Abbâs bin Mühtedî, Amr el-Mekkî, Ebül-Hüseyin Nûrî gibi âlimlerin sohbetinde de bulundu. 933 (H.322) senesinde Mekkede vefât etti.Bu mübarek zata, Haremin Kandili derlerdi. Sabaha kadar namaz kılar ve Kurân-ı kerîm okurdu. Kâbede otuz sene, Altınolukun altında ibâdet etti. Bu zaman içinde, yirmi dört saatte bir defâ abdestini tâzelerdi. Tavaf yaparken, Kurân-ı kerîmi pekçok defâ hatmetmiştir...
Resûlullahın talebesi!
Ebû Bekr Kettânîye, Resûlullah efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem rüyâsında çok gördüğü için Muhammed aleyhisselâmın talebesi derlerdi. Peygamberimizi rüyâda hangi gece göreceğini bilirdi. Kendisine sorulan sorulardan bâzılarını, rüyâda Resûlullaha arz eder, cevaplarını alırdı.
Ebû Bekr Kettânî hazretleri, bir rüyâsını şöyle anlatır:
Bir gece rüyâmda sevgili Peygamberimizi gördüm. Ona; Kalbimdeki hevânın, nefsin istek ve arzularının yok olması ve bundan kurtulmak için nasıl duâ edeyim? diye sordum. Buyurdular ki: Her gün kırk kere hulûs-i niyetle, Yâ Hayyû, yâ Kayyûm, yâ lâ ilâhe illâ ente eselüke en tuhyiye kalbî bi-nûri marifetike edeben dersen, kalbindeki hevâ kaybolur...
Ebû Bekr Kettânî; verâ, takvâ, haram ve şüphelilerden kaçmada zühd, dünyâya düşkün olmamak ve mârifette son derece ileri olup, Hicaz âlimlerinin büyüklerinden idi. Mücâhede ve riyâzette nefsin isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmada gerçekten ileride ve çeşitli ilimlerde kâmil olup, özellikle hakîkat ve mârifet ilimlerinde pek derin idi.


Ve ölüm döşeğinde...
Kalp kırmaktan son derece sakınır ve Bir müminin kalbini hoş tutmak, bana nâfile hac yapmaktan iyi gelir buyururdu...
Ölüm döşeğinde yatan Kettânîye;
-Ne gibi amelin var? diye sorduklarında,
-Ölümüm yakın olmasa size amelimden bahsetmezdim. Ama mâdemki ölmek üzereyim, söyleyeyim! Tam kırk yıl kalbimin kapısını bekledim. Ne zaman Allahtan başka bir şey kalbime girmek istedi ise onu hemen kovdum, buyurmuştur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cüneyd-i Bağdâdî</label>

Cüneyd-i Bağdâdî, hocasına âit olan evin bir odasında kalırdı. Her an Allahü teâlâyı hatırlardı. Seccâdesi üzerinde, sabaha kadar Allah, Allah der, aynı abdestle sabah namazını kılardı. Bu hâl senelerce böyle devâm etti. Otuz sene cemâatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı. Namazda kalbine dünyâ düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Dâimâ Allahü teâlâyı hatırlardı. Her gün 400 rekat namaz kılardı. Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibâdetle meşgûl oldu... Bu, ret rüzgârı mı?..
Cüneyd-i Bağdâdîden bir kimse bir şey istese onu boş çevirmez, ona faydalı olmaya çalışırdı ve; Ben, Peygamber efendimizin güzel ahlâkına uymaya çalışıyorum buyururdu.
Cüneyd-i Bağdâdî, vefât edeceği zaman çok üzgündü. Talebeleri korkup;
-Efendim! Bizim ümidimiz, sizin şefâatiniz bereketi ile kurtulmaktır. Sizin ise ıstıraplı ve üzüntülü bir hâliniz var. Bu hâliniz bizim yüreğimizi parçalıyor, dediler. Bunlara cevâben;
-Ey dostlarım! Ben, yetmiş senelik ibâdet ve tâatımdan ve sizlere üstâd olmak ile kazandıklarımın hepsini, bir kıl ile asılmış olduğunu ve rüzgâr esmesi ile bir tüy misâli sallandığını hissediyorum. Bu esen rüzgârın, ret rüzgârı mı, yoksa kabûl yeli mi olduğunu bilmiyorum, buyurdu.
Biraz sonra; Allah! diyerek rûhunu teslim etti. 911 (H.298)de vefât ettiğinde 91 yaşındaydı.


Beni mâzur görün!
Cerirî hazretleri diyor ki:
Son nefesinde Cüneyd-i Bağdâdînin yanında bulunuyordum. Cuma günü idi. Kurân-ı azîmi okuyordu ve hatmetmişti. Ben de kendisine; Bu durumda da mı okuyorsunuz? dedim. O da; Bu işe şu anda benden daha muhtaç kimse var mıdır? İşte defterim dürülmektedir, hiç olmazsa hatim ile dürülsün dedi.
Ebûl-Abbâs bin Atâ, Cüneyd-i Bağdâdînin yanına girdi. Hazret can çekişiyordu. Ona selâm verdi. Selâmını geç aldı ve;
-Beni mâzur gör, virdim ile meşgul idim, dedi. Sonra kıbleye dönerek tekbir aldı ve son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed İbni Kemal Paşa</label>

Ahmed İbni Kemal Paşa (Kemâlpaşazâde), dedesinin ve babası Süleymân Çelebinin umerâ sınıfından olması sebebiyle, zamânın geleneği îcâbı önce askerî sınıfa girdi. Sultan İkinci Bâyezîd Hanın seferlerine sipâhî olarak katıldı. Sonra ilmiye sınıfını seçti ve dâhilî ve hâricî din ve mezhep düşmanlarına karşı ilmi ve yazdığı kitaplarıyla mücâdele etti. Eshâb-ı kirâm düşmanlığı propagandasıyla doğu Anadoluda yer yer büyümeye başlayan fitneye karşı Ehl-i sünnet itikâdını bütün gayretiyle müdâfaa etti. Daha sonra da Kânûnî Sultan Süleymân Han zamanında (1526da) Zembilli Ali Efendinin vefâtı üzerine Şeyhülislam yapıldı... Hazâ makam-ı AhmedAhlâkı güzel, edebi mükemmel, zekâsı ve aklı kuvvetli, ifâdesi açık ve vecîz olan Kemâlpaşazâde, iki dünyâ faydalarını bilen ve bildiren, pek nâdir simâlardan biriydi. Cinnîlere de fetvâ verirdi. Bunun için Müfti-yüs-sekaleyn (İnsan ve cinlerin müftüsü) adı ile meşhûr oldu.
16 Nisan 1534 (H.2 Şevval 940)te kendi deyimi ile son sefer olan âhiret yolculuğuna çıktı.
Cümle halk ehl-i sefer âlem müsâfirhânedir.
Bir mukîm âdem bulunmaz hayme-i eflâkde.
Cenâzesi Fâtih Câmiinde büyük bir kalabalık tarafından kılınıp Edirnekapı dışındaki Mehmed Çelebi zâviyesine defnedildi. Mezarına Hazâ makam-ı Ahmed=İşte bu Ahmedin makâmıdır! yazıldığı gibi, kefenine de Hilye âhirül-libâs=İşte bu son elbisedir ibaresi yazıldı.


Bizi korktuğumuzdan kurtar!
Vefât edeceği sırada söylediği; Yâ Ehad, neccinâ mimma nehâf=Ey bir olan Allahım! Bizi korktuğumuzdan kurtar! sözlerinin ebced hesabına göre ölüm târihini gösterdiği sonradan anlaşılmıştır.
Ahmed İbni Kemal hazretlerinin herkese öğüt ve nasîhat niteliğinde Kısmetindir gezdiren yer yer seni/Arşa çıksan, âkıbet yer yer seni..., Sakla kurt enciğin derin oysun/Besle kargayı gözlerin oysun... gibi darb-ı mesel hâlini almış beyitleri vardır..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kanuni Sultan Süleyman</label>

Kanuni Sultan Süleyman, Avrupanın güçlü ordularını mağlub ederek Osmanlı devletini dünyanın ne büyük imparatorluğu haline getirmiştir... Karalarda cihan hakimiyetini eline geçiren Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin Paşa vasıtasıyla denizlerde de Osmanlı Devletinin gücünü gösteriyordu. Nitekim bu büyük deniz komutanı Haçlı donanmasını 27 Eylül 1538de Prevezede imha ederek, müstesna bir zaferle Akdenizde tam bir Türk hakimiyeti kurdu. Kanuni, Süveyşte kurduğu donanma ile de Kızıldenizi ve Arabistan sahillerini emniyet altına aldı ve Avrupalıları Hindistan sahillerinden uzaklaştırmaya başladı.Kanunname-i Al-i Osman
Türklerin kendisine Kanuni ve Gazi, Avrupalıların ise Muhteşem dedikleri Süleyman Han, babası Yavuz Sultan Selim Handan devraldığı 6.557.000 kilometre karelik Osmanlı toprağını, yaptığı fetihlerle 14.893.000 kilometre kareye ulaştırdı. Bulunduğu yüzyıl, dünya tarihine Türk asrı olarak geçti. Bu asırda her sahada dâhi devlet ve ilim adamları yetişti. Nitekim; sadrazamı İbrahim Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmet Paşa; Şeyhülislamı Kemal Paşazade, Ebüssuud Efendi, şairi Baki, Fuzuli; sanatkarı Mimar Sinan; Kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa olan bir devletin padişahı da elbette Kanuni olurdu...
Sultan Süleyman Hanın asıl adından daha fazla bilinip, şöhreti olan Kanuni unvanı, önceki Osmanlı kanunnamelerini ve devri icabı lüzumlu hükümleri Kanunname-i Al-i Osman adı altında, İslam hukuku esasları dahilinde toplattırıp tanzim ettirmesinden ileri gelmektedir.
Kanuni hareket ve sözleri güzel, aklı kâmil, nezaketli, irfan sahibi, sözleri tatlı, âlim, hakim ve şairlere dost, bütün maddi manevi iyilikleri şahsında toplamış emsalsiz bir padişahtı...


Bu kale yüreğimi yaktı
İhtiyar ve hasta bir halde iken 1566da yine cihada çıkan bu büyük Türk sultanı, Zigetvar Kalesinin zaptı sırasında top sesleri arasında 72 yaşında iken vefat etti. Naaşı Süleymaniyedeki türbesine defnedildi.
Zigetvar Kalesi uzun zamandır muhasara edildiği halde bir türlü alınamıyordu. Bu hal, yüce padişahı kahrediyordu. Son isteği kalenin alındığını görmek, oraya da Osmanlı adaletini göstermekti. Son sözleri de bunlar oldu:
Bu ocağı yanacak kale daha alınmadı mı? Bu kale benim yüreğimi yakmıştır. Dilerim kendisi de ateşlerde yanar!..
Ve Kanuninin vefat ettiği gün Zigetvar fethedildi.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri