Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ben sana nimetim, sen bana mihnetsin"</label>

Dün başladığımız ibretli Hifâ Hâtun ve Hz. Süheyb kıssasına bugün, kaldığımız yerden devam ediyoruz... Resûlullah efendimiz, Hifâ Hâtuna ve Hz. Süheybe çok duâ etti. Eshâb-ı Kirâm da, Hifâ Hatunun bu asil davranışını çok övüp, Allahü teâlâya hamd ettiler. Süheyb hazretleri ve Hifâ Hâtun kalkıp, konağa gittiler. Yemekten sonra, gece vakti Hifâ Hatun; Hz. Cebrâilin müjdesi!..
-Ey Süheyb! İyi bil ki, ben sana nimetim, sen bana mihnetsin (sıkıntı veren). Sen bu nimete şükür, ben bu mihnete sabır için, gel, bu geceyi ibadet ve taatle geçirelim. Sen şükür ediciler, ben de sabır ediciler sevabına kavuşalım. Çünkü Resûlullah efendimiz; Cennette yüksek çardak vardır. Burada yalnız şükür edenler ve sabır edenler bulunur buyurdu, dedi.
Zifaf gecesi ikisi de Allahû teâlâya karşı ibâdet ve taatta bulundular...
Süheyb (radıyallahü anh), Mescide geldi. Cebrâil (aleyhisselam) geceki durumdan Resûlullahı haberdar etti. Cennet ve Cemâl-i ilahi ile müjde verdi. Resûlullah da;
-Ey Süheyb, geceki halini, sen mi anlatırsın, ben mi söyleyeyim? buyurunca Hz. Süheyb;
-Yâ Resûlallah siz söyleyiniz, dedi. Peygamber efendimiz;
-Siz Cennetliksiniz ve Allahü teâlâyı göreceksiniz, müjdesini verdi.
Süheyb sevincinden ve Allahü teâlâyı görmek ve Ona kavuşmak aşkından secdeye kapanarak şöyle dua etti:
-Ya Rabbi! Eğer beni mağfiret ettiysen, günahlara bulaşmadan ruhumu al!


Öyle bir aşk ki!..
Allahü teâlâ, onun bu duâsını kabul ederek, secdede ruhunu aldı. Eshâb-ı Kirâm bu duruma ağladı. Resûlullah,
-Size şimdi daha da şaşacağınız şeyi söyleyeyim mi? Hifâ Hatun da şu anda ruhunu Hakka teslim ettti, buyurdu.
Her ikisinin de namazını kılarak yan yana defnettiler. Başları ucuna iki tahta diktiler. Tahtanın birine;
Bu Allahü teâlânın nimetine şükredenin kabridir diğerine de;
Bu Allahü teâlânın mihnetine sabredenin kabridir diye yazdılar.
İşte, Eshâb-ı kirâmın Allahü teâlâya karşı aşkları ve Resûlullaha karşı bağlılıkları bu kadar kuvvetliydi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Süheyb ve Hîfâ Hatun...</label>

Hifa Hatun, Medine-i Münevverede güzelliği ve ahlâkı ile meşhûrdu. Tevekkül sahibi kazaya rızâ gösteren ve Resûlullah efendimize çok bağlı olup, her sözünü dinlerdi. Hep ahirete hazırlanıp, ona yarar ameller işlemeye çalışırdı... İşte bu Hifâ Hatun, bir gün Peygamber efendimizin huzuruna gelerek şöyle dedi:
-Ey Allahın Resûlü! Bana beni Cennete götürecek bir iş (amel) öğret!
Senin evlenmen lâzım
Onun bu arzu ve isteği üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
-Önce bir erkekle evlenmen lâzımdır. Bununla dîninin yarısını emniyete alırsın!
Aldığı bu emir üzerine dedi ki:
-Ey Allahın Resûlü! Küfvüm, (dengim) kim olabilir? Bana Habeşistan Hükümdârı Melik Necâşî evlenme teklifinde bulundu. Fakat, ben onun bu teklifini kabul etmeyip, geri çevirdim. Hatta yüz deve ile birçok ziynetler veren de oldu. Onu da kabul etmedim. Bugün ise ahirette kurtuluşun evlenmekte olduğunu buyuruyorsunuz. Yâ Resûlallah! Siz kimi beğenip, uygun görürseniz, ben ona râzıyım...
Resûlullah efendimiz, Hîfâ Hatuna Eshâbından kimin ismini verirse, diğerlerinin ümidinin kırılacağını düşünerek buyurdu ki:
-Ey Hifa! Mescide en evvel kim gelirse, onunla evlen!
Sahâbîlerin hepsi bu duruma râzı oldu. Allahü teâlâ, onlara (Eshâb-ı kirama) öyle bir uyku verdi ki, hiçbiri erken uyanamadı. Resûlullah efendimiz, önce kimin geleceğini merakla bekliyordu...
Birdenbire Süheyb (radıyallahü anh) göründü. Hz. Süheyb, kimsesi olmayan, fakir, rengi siyaha yakın, uzun boylu, zaif ve çelimsiz, ince yapılı bir sahabîydi. Hifâ Hâtun ise, son derece güzel ve zengindi. Namazdan sonra Hifâ Hatunun, Allahü teâlânın kazâsına râzı olduğu, Hz. Resûlullaha arz edildi. Resûlullah da bu durum üzerine hutbe okudu, nikah akdi yapıldı ve;


Onu evine götür!
-Ey Süheyb! Kalk bu hanımın için bir şey al. Onun elinden tut, evine götür, buyurdu. Hz. Süheyb;
-Ya Resûlallah! Dünyalık olarak yanımda ne bir dirhem gümüşüm, ne de içinde yatacak ve barınacak bir evim var. Benim evim mesciddir, dedi.
Bunları işiten Hifâ Hâtun, Hz. Süheybe onbir dirhem gümüşlük bir kese göndererek, filanca yerdeki hazır konağı da ona hediye ettiğini bildirdi. Süheybin kendisini götürmesini istedi... Konağa mı yoksa başka bir yere mi gittiklerini yarın öğrenelim..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Huzeyfe bin Yemân (radıyallahü anh)</label>

Huzeyfe bin Yemân hazretleri, Eshâb-ı kirâm arasında Peygamberimizin sırdaşı olmasıyla meşhurdur. Peygamberimiz ona, Eshâb-ı kirâm arasına karışarak kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen münâfıkların kimler olduğunu tek tek söylemiştir. Bundan başka vukû bulacak hâdiseleri de bildirmişti. Bu mübarek zat, Eshâb-ı kirâm arasında çok sevilir ve ayrı bir itibar görürdü. Çünkü o, Resûlullahın verdiği sırlarla dolu idi. Resûlullah efendimiz gizli kalması lâzım olan birçok bilgiyi, hazreti Huzeyfeye söyledi.

Ordu kumandanı oldu
Huzeyfe bin Yemân hazretleri, Peygamber efendimizin sağlığında Hendekten sonraki savaşların hepsine katıldı. Resûlullahın vefâtından sonra Hazreti Ebû Bekir, onu ordu kumandanı tayîn etti. Mürtetlerle (Dinden dönenlerle) savaşmak üzere Ummana gönderdi. Kendisine katılan Hz. İkrime ile birlikte Umman halkını tekrar İslâma döndürdü. Bundan sonra Ummanda, önce zekâtları toplamakla, sonra da vâli olarak vazîfelendirildi. Sonra da Mezopotamya taraflarında yapılan savaşlara katıldı. Irakın ve İranın fethinde bulundu.


Hakkımda hayırlısını ver
Hazreti Huzeyfe ölüm döşeğinde yattığı vakit Dost ânî bir baskınla geldi. Pişmanlık fayda vermez. Allahım fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver. Ölüm hakkımda yaşamaktan hayırlı ise, sana ulaşıncaya kadar ölüm yolunu bana kolaylaştır diyerek duâ etmiştir.
İbni Mesud hazretleri, Huzeyfe bin Yemânın ölüm anı geldiğinde gecenin başında bir ara bayılıp kendine gelerek şöyle dediğini nakleder:


Bu hangi gecedir?
-Bu hangi gecedir, ey ibni Mesud?
-En yüce, büyük seher vakti, dedim. Bana dedi ki:
-Cehennemden Allaha sığın! (Bunu iki ya da üç kez tekrarladı) Bana iki elbise alın aşırıya kaçmayın. Eğer arkadaşınızdan razı olunursa bu onun için bu iki elbiseden önemlidir. Yoksa zaten bunlar ondan hızla sökülüp alınacaktır..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah bin Revâhâ (radıyallahü anh)</label>

Hicretin sekizinci senesi Cemaziyelevvelinde, Mûte Gazâsı vuku buldu. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) 3000 kişiden müteşekkil bir kuvvet hazırlamış onu Zeyd bin Hârisenin kumandasına vermişti.Resûlullah efendimiz, mescidinde öğle namazını kıldırdıktan sonra oturdu. Eshâb-ı kirâm da oturdular. Peygamber efendimiz:
O da şehid olursa!..
-Cihâda çıkacak olan şu insanlara, Zeyd bin Hâriseyi kumandan tayin ettim! Zeyd bin Hârise şehîd olursa, yerine Cafer bin Ebî Talib geçsin. Cafer bin Ebî Talib şehîd olursa, Abdullah bin Revâhâ geçsin. Hz. Abdullah bin Revâhâ da şehîd olursa, Müslümanlar aralarında münasip birini seçsin ve onu kendilerine kumandan yapsın! buyurdu. Bunun üzerine Eshâb-ı kirâm ağlamaya başladılar.
-Yâ Resûlallah! Keşke sağ kalsalar da kendilerinden istifâde etseydik, dediler. Peygamber efendimiz cevap vermeyip sustular.
İslâm Ordusunun Başkumandanı Zeyd bin Hârise (radıyallahü anh) Peygamber efendimizin sancağını eline aldı. Vücudu, Rumların mızrakları ile delik deşik edilip, kanları saçılıncaya kadar çarpışmaktan geri durmadı ve en sonunda şehîd oldu. Sancağı Cafer bin Ebî Talib aldı. Zırhlı gömleğini giydi, atına bindi. Sancağı elinde olduğu halde ilerledi. Hz. Cafer, düşmanların ortalarına kadar dalmış bulunuyordu. Bir müddet sonra o da şehîd oldu.
Hz. Cafer şehîd olunca, Ebül-Yüsr Kab bin Umeyr sancağı alıp, Hz. Abdullah bin Revâhâya verdi...
Hz. Abdullah bin Revâhâ çarpışırken parmağından yaralandı. Atından yere atladı. Yaralı parmağını ayağının altına koyup,
çekip kopardı.
Hz. Abdullah çarpıştıktan sonra dönüp atından indiği sırada, amcasının oğlu kendisine pişirilmiş et getirdi ve:
-Al, bunu ve de biraz güçlen, dedi. Hz. Abdullah bin Revâhâ üç günden beri bir şey yememişti. Etten bir defa ısırmıştı ki, o sırada, Müslümanların bulundukları köşede bir kargaşalık oldu. Bu durumu görünce:


Sen hâlâ dünyâdasın!
-Sen hâlâ bu dünyâdasın. Dünyada yiyip-içmekle uğraşıyorsun, diyerek nefsini kınadı ve hemen elindeki eti bıraktı. Kılıcını sıyırıp tekrar savaşa girdi. Kahramanca çarpıştı. Bir ara düşman askerlerinden biri mızrağını Hz. Abdullah bin Revâhâya nişan alarak fırlattı. Hz. Abdullah bin Revâhâ Müslümanlarla düşman safları arasında yere düştü. Çok arzu ettiği şehâdete kavuştu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh)</label>

Abdurrahman bin Avf hazretleri, 571 yılında Mekkede doğdu. Genç yaşta ticaretle uğraşmaya başladı. Cahiliye devrindeki kötü alışkanlıkların mevcudiyetine rağmen güzel ahlakıyla etrafındakilerin sevgisini kazandı. Hazreti Ebubekir (radıyallahü anh) ile samîmî bir dostluk kurdu. İşte bu büyük dostun vasıtasıyla İslâmiyetle müşerref oldu. Habeşistana giden Müslümanlarla birlikte hicret etti. Oradan da Medineye gitti... Çok zengin oldu...
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar ile Muhaciri kardeş ilan ederken, Ona da kardeş olarak Medinenin zenginlerinden olan Sad ibn Rebi (radıyallahü anh) düştü. Hz. Abdurrahman, Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) bereket duâsına mazhar oldu. Bu mübarek duadan sonra çok büyük bir servet sahibi oldu. O oranda da cömert davrandı. Bir seferinde yedi yüz deveyi yükleriyle birlikte fisebilillah tasadduk etti. Kendi ifadeleriyle, Elime taş alsam, altın ve gümüş olduğunu gördüm diyecek derecede büyük nimetlere mazhar oldu...


Mütevazı bir zat idi...
Abdurrahman hazretleri, malını ve mülkünü Allah yolunda sarf etmekte, cömert, ibadet ve taatine bağlı, takva ve hassasiyet sahibi, savaşta kahraman ve yiğit olanlar arasında da ileri gelenlerdendi. Buna rağmen, tevazu sahibi bir kişiliğe sahipti. Kendisinden daha fedakâr olanları yad ederken; Benden daha hayırlı olan Musab bin Umeyr şehit olduğunda kefen olarak bir hırkaya sarıldı. Başı örtülünce ayakları, ayakları örtülünce başı açıkta kalıyordu. Benden hayırlı olan Hamza da şehit olduğunda böyle olmuştu. Daha sonra servetimiz alabildiğine çoğaldı. İyiliklerimizin karşılığını bu dünyada almaktan ve ahirete bir şey kalmamasından korkarım dedikten sonra gözyaşlarını tutamadı ve yemeğini de yiyemedi...


Bedir eshabı için...
Vefatından önce:
Zamanımızda sayıları yüz civarında olan Bedir eshabı için, servetimden, kişi başına dört yüz dinar verilsin diye vasiyet etti. Bundan sonra ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah ibni Abbas (radıyallahü anh)</label>

Eshab-ı kiramın büyüklerinden olan Abdullah ibni Abbas (radıyallahü anh) hazretleri, müfessirlerin şahı olarak tanınır. Resûlullah efendimiz Mekkede iken, Abdullah ibni Abbâsın annesine buyurmuştu ki: -Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!
Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve ikâmet okuyup, ismini Abdullah koydular ve;
Allahım! Onu dinde fakîh kıl ve kitabını ona öğret diyerek duâ ettiler. Sonra annesinin kucağına verip buyurdular ki:
-Halîfelerin babasını al, götür!
Bu, halîfelerin babasıdır!
Hazreti Abbâs bunu işitip, bu durumu Peygamber efendimize gelip sorunca;
-Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halîfelerin babasıdır, buyurdu.
Abbâsî Devletinin başına çok halîfeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah ibni Abbâsın soyundan oldu...
Abdullah ibni Abbâs, Resûlullahın duâsı bereketiyle, ilimde çok yüksek derecelere ulaştı. Daha küçük yaşta iken, Resûl-i ekrem efendimizin yanına giderdi. Teyzesi Meymûne binti Hâris, Resûlullahın zevcesi idi. Bu sebeple pek çok defa Peygamberimizin evine gidip gelmiş, bazı geceler orada kalmıştır...


Birlikte namaz kılarlardı...
Abdullah ibni Abbâs, Resûlullahın abdest suyunu hazırlar, birlikte namaz kılarlardı. Abdest almayı, namaz kılmayı, Resûlullahtan görerek öğrendi. Devamlı hizmeti sebebiyle, Resûlullahın çok duâ ve iltifâtına kavuştu...
Bir defasında Peygamber efendimiz, mübârek elini Abdullah bin Abbâsın başına koyarak şöyle duâ etti:
-Yâ Rabbî! Bütün ilim ve hikmeti, bu başa ver! Onları tevîl ve tefsîr edebilsin!
Bir başka gün de mübârek elini göğsü üzerine koyup:
-Allahım! İnsanoğluna ihsân ettiğin her ilim ve hikmet, bu güzel göğüste toplansın, buyurmuştur...


Vefat anında gülüyordu!
Hicri 68 senesinde bir hafta hasta yattıktan sonra vefat etti. Vefat anında gayet neşeliydi. Halinden, ümitli olduğu anlaşılıyordu. Buna rağmen çok tövbe ve istiğfar etti. Sonra hamd ve senada bulundu. Başını kaldırıp yanındakilere baktı ve buyurdu ki:
-Kıyamet günü Cennete ilk davet edilecek olanlar, her zaman Allahü teâlâya hamd edenlerdir.
Bir müddet sonra Kelime-i şehadet söyleyerek ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abbas bin Ubâde (Radıyallahü anh)</label>

Abbas bin Ubâde hazretleri, Peygamber efendimizin davetini duyunca, Müslüman olmak için koşarak gelen Medineli ilk 12 kişiden biridir. Birinci Akabe Biatında Müslüman olan altı Medineli, ikinci sene yanlarına altı arkadaş daha alıp, on iki kişi olarak Mekkeye geldiler. Peygamberimizle gece Akabede görüşmek üzere söz aldılar. Gece olunca buluştular ve aralarında anlaştılar...Arkadaşlarından söz aldı!
Hazreti Abbas bin Ubâde, Peygamber efendimizle yapılan anlaşmayı pekiştirmek için arkadaşlarına dedi ki:
-Ey Hazrecliler! Peygamber efendimizi niçin kabul ettiğinizi biliyor musunuz?
Onlar da, Evet cevabını verdiler. Bunun üzerine sözlerine söyle devam etti:
-Siz Onu, hem sulh, hem de savaş zamanları için kabul edip, Ona tâbi oluyorsunuz. Mallarınıza bir zarar gelince, akraba ve yakınlarınız helak olunca, Peygamberimizi yalnız ve yardımcısız bırakacaksanız, bunu şimdiden yapınız!
-Vallahi, eğer böyle bir şey yaparsanız dünyada ve ahirette helak olursunuz. Eğer davet ettiği şeyde, mallarınızın gitmesine ve yakın akrabalarınızın öldürülmesine rağmen, Peygamberimize bağlı kalacaksanız, Onu tutunuz. Vallahi bu, dünyanız ve ahiretiniz için hayırdır.


Ölmek var, dönmek yok!
Bu sözler üzerine arkadaşları da dediler ki:
-Biz Peygamberimizi, mallarımız ziyan olsa da, yakınlarımız öldürülse de yine tutarız. Ondan hiçbir zaman ayrılmayız. Ölmek var, dönmek yok!..
Sonra Peygamber efendimize dönerek sual ettiler:
-Ya Resulallah, biz bu ahdimizi, sözümüzü yerine getirirsek, bize ne vardır? Resûlullah efendimiz ise; Cennet buyurdular. Bundan sonra sıra ile Peygamberimize biat ettiler ve söz verdiler...
Abbas bin Ubade hazretleri, Uhud Harbinde Eshab-ı Kiramın dağılmakta olduğunu fark ettiği zaman, yüksek bir yere çıkarak onlara şöyle seslendi:


Onu da şehid ettiler!
-Ey kardeşlerim! Bu uğradığımız musibet, Resulullaha itaatsizliğin neticesidir. Dağılmayınız! Peygamberimizin yanına geliniz! Eğer bizler onu koruyamaz da Resulullaha bir zarar gelmesine sebep olursak, artık Rabbimizin katında bizim için ileri sürülecek bir mazeret bulunmaz!
Bunlar, hayattaki son sözleri oldu. Müşrikler üzerine atıldı ve şehid ettiler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abbâs bin Abdulmuttalib (radıyallahü anh)</label>

Resûlullah efendimiz İslâmiyeti anlatmaya başlayınca, Hz. Abbâs muhâlefet etmeyip, akrabâlık şefkatinden dolayı, Peygamber efendimize yardımda bulundu ve destek oldu. Bedir Savaşında daha Müslüman olmamıştı. Müşriklerin zoruyla savaşa sokuldu. Savaş sonunda, esîr edilip Medîneye götürüldü. Peygamber efendimiz kendisine buyurdu ki:-Ey Abbâs, kendin, kardeşinin oğlu Ukayl bin Ebû Tâlib ve Nevfel bin Hâris için kurtuluş akçesi öde! Çünkü sen zenginsin.
-Yâ Resûlallah, ben Müslümanım. Kureyşliler beni zorla Bedire getirdiler.
-Senin Müslümanlığını Allahü teâlâ bilir. Doğru söylüyorsan Allah sana elbette onun ecrini verir. Fakat senin hâlin, görünüş itibâriyle, aleyhimizedir. Bunun için sen kurtuluş akçesi ödemelisin!
Şimdi gerçekten inandım!
-Yâ Resûlallah, yanımda 800 dirhemden başka param yoktur.
-Yâ Abbâs, o altınları niçin söylemiyorsun?
-Hangi altınları?
-Hani sen Mekkeden çıkacağın gün, hanımın Hârisin kızı Ümmül Fadla verdiğin altınlar!
Abbâs çok şaşırdı ve:
-Allaha yemîn ederim ki, ben bu altınları hanımıma verirken yanımızda kimse yoktu. Senin, Allahü teâlânın Resûlü olduğuna şimdi gerçekten inandım, diyerek hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu...
Peygamber efendimizin amcası olan Hz. Abbâs çok zengin olup, çok cömert idi. İkrâm ve ihsânları çok meşhûr idi. Fakîr, fukarâyı sevindirmeyi çok severdi. Özellikle köle satın alıp, azâd etmekten çok memnun olurdu. Yetmiş kadar köle azâd etmiştir.
Yakın akrabâyı ziyâret etmeye, onların haklarına riâyete çok dikkat ederdi. Peygamber efendimiz, kendisini çok severdi. Bir defasında buyurdu ki:


Allahım, Abbâsı bağışla!
Allahım, Abbâsı ve oğullarını magfiret eyle ve bağışla! Öyle ki, hiç günâhları kalmasın! Yâ Rabbî, onu ve oğullarını meydana gelecek âfet ve belâlardan koru!
Ömrünün sonuna doğru görmez oldu. Hazreti Osmanın şehid edilmesinden iki sene önce 88 yaşında Medine-i Münevverede vefat etti.
Kelime-i şehadeti söylemeden önce son sözü, şu hadis-i şerif oldu:
Müminin kalbi Allah korkusundan ürperdiği zaman, ağacın yaprakları düşer gibi günahları dökülür.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah bin Üneys (radıyallahü anh)</label>

Bir gün Resûlullah Efendimiz, huzurlarına Abdullah bin Üneys radıyallahü anhı çağırdılar: -Yâ Abdullah! Hüzeli kabilesinin Lıhyanoğulları kolundan Halid bin Süfyan, bizimle çarpışmak üzere etrafına adamlar topluyormuş. Halid, şu sıralar ya Nahlede veya Urenededir. Onu bertaraf ederek bir fitneyi daha baştan yok etmeliyiz...Hazreti Abdullah, Sevgili Peygamberimiz kendisine bir vazife verdikleri için çok sevindi:
Onu nasıl tanıyabilirim?
-Başüstüne yâ Resûlallah! Derhal. Ancak onu nasıl tanıyabilirim?
-Halid bin Süfyanı gördüğün zaman şeytanı hatırlarsın. Ayrıca onu gördüğünde içinde bir ürperti ve korku hali doğacaktır.
-Pekalâ yâ Resûlallah. Ancak sizden bir hususta, müsaade istirham ediyorum. İcab ederse onu kandırmak için aleyhinize konuşabilir miyim?
Efendimizden, bu mevzuda istediğini söylemek için izin alan mübarek sahabi, kılıcını kuşanarak yola çıktı...
Abdullah bin Üneys, Urene Ovasında, elinde asası ile azametle yürüyen birine rastladı. İşte o Allah düşmanı Halid idi. Ona şöyle dedi:
-İşittim ki Muhammedin üzerine gitmek için adam topluyormuşsun; ben de size katılmak için geldim. Huzaalı Arablardanım.
Abdullah bin Üneysin Kâinatın Efendisi aleyhine söylediği sözler, Halid bin Süfyanı son derece memnun etmişti. Nihayet konuşa konuşa iblis suratlı adamın çadırına kadar geldiler. Buraya gelince ahmak İslâm düşmanının adamları dağıldılar. Halid, Hazreti Abdullahı bırakmadı. Nihayet gece olmuş; çadırdakiler uykuya varmış; onlar, hayli laflamışlardı. Kahraman sahabi, işte bu sırada bir punduna getirerek bedbahtın canını cehenneme yolladı ve kaçıp izini kaybettirdi.
Abdullah bin Üneys hazretleri, onsekiz gün sonra Medineye döndü. Resûlullahı mescidde buldu.


Aramızda işaret olur!
Yiğit sahabi, olup bitenler hakkında tekmil verdi. Peygamberimiz, gayet memnun kaldılar ve Onu alarak evlerine götürdüler ve kendi elleri ile bir âsâ hediye ettiler ve buyurdular ki:
-Bu asâyı sakla yâ Abdullah bin Üneys; cennette bunu kullanırsın. Bu sebeple aramızda işaret olur...
Abdullah bin Üneys radıyallahü anh vefat, edeceği zaman, bu hadiseyi nakletti ve:
-Bu mübarek asâyı kefenimin içine koyun, buyurduktan sonra da ruhunu teslim etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah bin Zübeyr (radıyallahü anh)</label>

Abdullah bin Zübeyrin annesi, Hz. Ebû Bekirin kızı Esmâdır. Teyzesi, müminlerin annesi Hz. Âişedir. Babası tarafından babaannesi Safiyye, Rasûlullahın halasıdır...Yedi yaşında iken babası tarafından Peygamber Efendimize getirilerek Ona biat etme şerefine kavuştu. Hz. Ebû Bekir devrinde çocukluğunu atlattıktan sonra Hz. Ömer devrinde henüz oniki yaşlarında iken babası ile Yermük Savaşına gitti. Dört yıl sonra da babası ile birlikte Amr ibni Âs kumandanlığında Mısırın fethine katıldı...
Bizanslılarla da savaştı
Afrikada Abdullah bin Sad ile Tunusun fethine gitti. Bu savaşta üstün Bizans kuvvetleri karşısında kahramanca savaşıp Roma Bölge Valisi Gregoru öldürerek zaferin kazanılmasında büyük rol oynadı...
Otuz yaşında, Saîd ibni Âs kumandasındaki orduyla Horasan Seferinde bulundu. Aynı yıl içinde Hz. Osman tarafından Kurân-ı kerimin çoğaltılması için toplanan ilmî heyete katıldı. Hz. Osman şehid edildiği gün, âsilere karşı gayretle müdâfaa edenlerden idi...
Abdullah bin Zübeyr, Hz. Muâviyenin vefatından sonra, Mekkeye geldi. Daha sonra Hz. Hüseyinin Kerbelâda şehid olduğunu işitince hilâfetini ilân etti. Mekke ve Medine, Hicaz halkı kendisine biat etti. Mısır ve Şam dışında İslâm devletinin diğer bölgeleri olan Hicaz, Yemen, İran, Irak ve Horasan halkı Abdullah bin Zübeyre biat etti. Hz. Abdullah dokuz yıl Mekkede halifelik makamında bulundu...
Mîlâdî 684te Abdülmelik bin Mervan, Emevîlerin başına geçince Abdullahın kardeşini Irakta öldürttü. Haccac kumandasında bir orduyu Mekkeye gönderdi ve Mekkeyi kuşatıp tahrib etti. Muhasara altı aydan fazla sürdü. Abdullahın yiğitçe müdâfaasına rağmen iki oğlu ve yakınları Haccaca teslim oldular. Abdullahın taraftarları dağıldı.


Onu şehid ettiler...
Bir gün sonra İbni Zübeyr Makam denilen yerde iki rekat namaz kıldıktan sonra yeniden harbe girdi. Mancınıktan atılan bir taşla yaralandı. Kanlar içinde kıvranırken Abdülmelik bin Mervanın adamları üzerine atılarak onu şehid ettiler. Şehid olduğunda yetmişüç yaşındaydı.
Son nefesini vermeden önce şunları söyledi:
-Biz, gerisin geriye kaçarak kanlarımız elbiselerimize bulaşmış değil, fakat ayakta dimdik savaşırken kanımız damla damla akıp gitmektedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hâlid bin Velid (radıyallahü anh)</label>

Hâlid bin Velid hazretleri, 21 (m. 642) yılında Humusta hastalandı. Yanında silah arkadaşları vardı. Vefat edeceği sırada kılıcını istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra: Nice kılıçlar elimde parçalandı, işte bu benim ölümümü görecek olan son kılıcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında geçip, yatak yüzü görmemiş olan bu Hâlidin yatakta ölmesidir. Resûlullahın hiçbir Eshâbı, rahat yatağında ölmedi. Ya savaş meydanlarında veya uzak beldelerde Din-i İslâmı yayarken garib olarak şehîd oldu.
Şehid olamayan Hâlid!
Ah... Hâlid!... Şehid olamayan Hâlid! Harb, benim etimi çiğneyemedi. Şehidlik mertebesi hariç elde etmediğim makam kalmadı. Vücûdumda bir karış yer yoktur ki, ya kılıç yarası, ya bir ok yarası veya bir mızrak yarası olmasın, ömrü, Din-i İslâmı yaymak için savaşlarda at koşturan kimsenin sonu, böyle yatak üzerinde mi olacak? Ölümü, harb meydanında, atımın üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken şehîd olarak beklerdim, fakat nasip değilmiş... dedi. Sonra Yermük Savaşını hatırlayarak:
Ah Yermük günü!.. İnsan kanlarının vadide sel gibi aktığı Yermük!.. Şiddetli bir kırağının olduğu gece, gökten boşanan yağmura karşı kalkanımın altında gecelediğimi unutamıyorum. O gece Muhacirlerden kurulu akıncı birliğimle baskın yapmak için sabahı zor etmiştik. Ah Yermük harbi!.. Üç bin yiğitle, yüzbin küffara karşı zafer kazandığımız Mûteyi bile unutturdun!..
Ey yakınlarım! Cihada sarılın. Bu topraklar ancak cihad etmekle korunabilir. Yermük, Rumlarla yaptığımız ilk büyük muharebedir. Bundan sonra, daha nice savaşlar birbirini takip edecektir. Sakın gaflete düşmeyin!.. Şimdi, kendimi; at kişnemeleri arasında, Allah Allah nidalarıyla insanlara dar gelen Yermük Vâdisinde hissediyorum. Vallahi Rabbimden beni her gazada diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim... dedi. Sonra:


Ölümü ayakta karşılayacağım!
Vasiyetimi bildiriyorum, beni ayağa kaldırın... deyince ayağa kaldırdılar.
Beni bırakınız, şimdiye kadar hep taşıdığım kılıcım artık beni taşısın diyerek kılıcına dayandı.
Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım, öldüğüm zaman atımı muharebede tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz. Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan öleceğim. Mezarımı, bu kılıcımla kazınız. Kahramanlar kılıç şakırtısından zevk alır... dedi ve yatağına düşüp Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Zer-i Gıfârî (radıyallahü anh)</label>

Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri, ilk Müslümanlardandır. Bir gün dedi ki: Resûlullah bana, (Binalar Seldağına ulaştığı zaman, sen Medineden ayrıl) diye emretmişlerdi, izin verirseniz, ben Medineden gideyim dedi. Hz. Osman müsaade buyurdular ve bir deve sürüsü ile, iki köle verdiler. Yetecek miktarda yiyecek ve hediyeler ile Medine-i Münevvere yakınlarındaki (Rebeze) adındaki köye gitmesini söylediler. Ailesi de Şamdan buraya gönderildi... Ebû Zer-i Gıfârî Rebezeye bir mescit yaptırdı. Vefat edinceye kadar, gelenlere İslâm dinini öğretti. Hadîs-i şerîfler rivâyet eyledi. Kalan ömrünü burada geçirdi ve orada da vefât etti...
İyi bir haber var!
Mübareğin vefâtı pek garip oldu. Hanımı ona bir elbise aradığında bana elbise değil kefen lâzımdır deyip, Resûlullahın efendimizin kendisine nasıl vefât edeceğini söylediğini bildirdi:
İyi bir haber var, yakında Resûlullaha kavuşacağım ve Ey ölüm çabuk gel ruhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor dedi...
Hasta olduğu bir gün kızı veya hanımına dönüp, dışarıdan gelen olup olmadığını sordu. Dışarı çıkıp baktıklarında bir şey görünmediğini bildirdiler. Bunun üzerine:
Vefat zamanım henüz gelmedi. Şimdi siz bir koyun kesip hazırlayın. Cenazemde sâlih bir topluluk bulunacak. Onlara ikram edersiniz. Yemeden gitmemelerini benim tenbih ettiğimi söylersiniz buyurdu. Arzusu yerine getirildi. Tekrar kızına veya hanımına dışarı çıkıp gelenlerin olup, olmadığına bakmasını isteyince, dışarı çıktılar. Uzaktan bir topluluğun gelmekte olduğunu görünce içeri girip haberi verdiler. Bunun üzerine kendisinin kıbleye karşı çevrilmesini istedi. Kıbleye döndükten sonra ; Bismillahi ve billahi ve alâ milleti Resûlullah diyerek ruhunu Hak teâlâya teslim etti...


O, yalnız haşrolunur
Gelen misafirler karşılanıp Ebû Zer-i Gıfârînin (radıyallahü anh) vefât ettiği bildirildi. Bunlar, Böyle mübârek bir zâtın cenazesinde bulunmak, Allahü teâlânın bize hususi bir kerem ve lütfudur diyerek, gasl, techiz ve tekfin edip namazını kıldılar ve defn ettiler...
Abdullah İbn-i Mesûd, Ebû Zerin vefâtını işitince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Zer yalnız vefât eder ve yalnız haşrolunur buyurmuştu, diyerek ağladı. Hz. Osman, Ebû Zere çok acıdı. Onun kızını kendi evlâtları arasına aldı. Ona fevkalâde yakınlık gösterdi...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri