Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-ül-Havrânî Ebü'l-Beyan</label>

Benâ bin Muhammed Mahfî (Ebül-Beyân) hazretleri, Şamda yaşamış olan İslam âlimlerindendir. Künyesi Ebül-Beyân olup, ismi Benâ, babasının ismi Muhammeddir. İbn-ül-Havrânî de denir. Ebül-Beyân hazretleri, aynı zamanda şâir ve lügat âlimi idi. Doğum târihi belli değildir. 1156 (H.551) senesi Rebiül-Evvel ayında Şamda vefât etti. Bâbüssagîr denilen yere defnedildi... NAHİV, LÜGAT VE FIKIH ÂLİMİEbül-Beyân hazretleri, ilmiyle âmil ve Allahü teâlâdan çok korkan bir zât idi. Ömrünü, ilim öğrenmek ve öğretmekle geçirdi. Çok ibâdet ederdi. Sünnet-i seniyye üzere yaşayan, hâller ve makamlar sâhibi idi. Ebül-Beyân; Ebül-Hasan bin Mevâzinî ve Ebül-Hasan Ali bin Ahmed bin Kubeys el-Mâlikînin yanında, birçok âlimden ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf dinledi. Kendisinden de; Kâdı Esâd bin el-Müneccî, Yûsuf bin Abdülvâhid bin Vefâ es-Sülemî, Ahmed el-Irâkî Abdurrahmân bin Hüseyin bin Abedan ve birçok âlim ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Ebül-Beyân; imâm, âlim, zâhid, âbid ve verâ sâhibi idi. Nahiv, lügat ve fıkıh âlimi olup, fazîlet sâhibi idi...

EVLİYANIN BÜYÜĞÜ SİZSİNİZ
Bir gün Şamda bir câmide, Ebül-Beyân hazretleri ile, Şeyh Reslân hazretleri oturuyorlardı. Oradan ayrılıp, birlikte yüksek bir tepeye çıktılar ve sohbete başladılar. Az sonra yanlarında havada durur gibi bir zât belirdi. Ebül-Beyân hazretleri ile Şeyh Reslân hazretleri, gelen zâtın huzûrunda edeple durup, çeşitli şeylerden suâl ettiler. Bir ara o gelen zât, Ebül-Beyânı işâret ederek, Şu anda yeryüzündeki evliyânın büyüğü sizsiniz dedi. Ebül-Beyân hazretleri de ona, Ebül-Abbâs diye hitâb ediyordu. Orada bulunanlar sonradan bu zâtın Hızır aleyhisselâm olduğunun farkına vardılar...

MÜMİNİN EN MESUD GÜNÜ
Benâ bin Muhammed hazretleri, ömrünün son gününde sabaha kadar ibadet etti ve kuşluk vakti, neşe ve sevinç içinde vefat etti. Son sözü şunlar oldu:
Müminin en mesud günü, şerefli, izzetli, neşeli ve en çok sevinçli olarak öldüğü gündür. Şu andaki neşemin ve bahtiyarlığımın sebebi budur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Buhara Kadısı Ebu Abdullah Halimi</label>

Ebu Abdullah Halimi, Maveraünnehirde yaşamış olan hadis ve Şafii fıkıh âlimlerindendir. 949 (H.338) senesinde Buharada dünyaya geldi. Orada birçok âlimden ders alarak hadis ve fıkıh tahsilini tamamladı. Buharada uzun seneler kadılık yaptı. Kendisinden ise birçok âlim istifade etti. Bilhassa rivayet ettiği hadis-i şerifler güvenilir kabul ediliyordu. PİŞMAN OLMAMAK İÇİN!..Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
İnsanın şerefi ve mertliği kimseyi hoşlanmadığı bir şeyle karşılamaması; ahlâkının güzelliği başkasına eziyet veren şeyi terk etmesi; cömertliği, üzerinde hakkı olan kimselere iyilik etmesi, insaflı olması; hak ortaya çıktığı zaman hakkı kabul etmesidir.

ÜÇ ŞEY VARDIR Kİ...
Üç şey vardır ki, kimde bulunursa Allahü teâlâ ondan râzı olur. Çok istigfâr etmek, yumuşaklık ve sadâkat çokluğu.
Üç şey kimde bulunursa, pişman olmaz. Bunlar acele etmemek, meşveret ve tevekküldür.
Eğer câhiller susup, konuşmasalardı, insanlar arasında ihtilâf olmazdı.
Kim Allahü teâlâya güvenir ve sığınırsa, insanlar kendisine muhtac olur. Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakınan kimseyi Allahü teâlâ insanlara sevdirir.
Dilde güzellik, tatlılık ve akılda olgunluk olmalıdır.
İffetli olmak fakirliğin, şükür belânın, tevâzû üstünlüğün, fesâhat sözün, hıfz rivâyetin, tevâzu ilmin, edep ve mâlâyânîyi terk etmek verânın, güler yüzlülük de kanâatin zîneti, süsüdür.

NE MUTLU ONLARA Kİ...
Ebu Abdullah Halimi hazretleri, 1012 (H.403) senesi Rebiülevvel ayında Buharada vefat etti. Son söz olarak şunları söyledi:
Rabbimin rahmeti Cehennemden daha büyük. Resulullaha tabi olana ne mutlu. Gönül bahçesinden Muhammed aleyhisselam aşkıyla kâm (lezzet) alanlara ne mutlu. Onlar için çok ümidliyiz. Muhakkak ki Allahtan başka ilah yoktur. Şehadet ederim ki, Allahtan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve Resulüdür.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanbelî fıkıh âlimi Ebû Bekr-i Hallâl</label>

Ahmed bin Muhammed bin Hârûn el-Bağdâdî, Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Ebû Bekr-i Hallâl ismiyle meşhûr olmuştur. Hanbelî âlimlerinin büyüklerindendir... ZAMANININ İMAMI OLDUBu mübarek zat, ilim tahsil etmek için çok yer dolaştı. İmâm-ı Ahmed bin Hanbelin mezhebindeki meseleleri birçok âlimden öğrenip, büyük bir eser yazdı. 311 (m. 923) senesi Rabî-ül-evvel ayında Bağdâdda vefât etti. Cenâze namazını Ebû Ömer Hamza bin Kâsım el-Hâşimî kıldırdı. Ebû Bekr-i Mervezînin kabrinin güney tarafına defnedildi...
Hanbelî mezhebinde yetişen âlimlerin en büyüklerinden olan Ahmed el-Hallâl, Ahmed bin Hanbelin eshâbından olan birçok âlimden ilim aldı. Bunlardan Hasen bin Arefe, Sadân bin Nasr, Muhammed bin Avf el-Hımsî ve onların zamanındakiler ile daha sonra gelen birçok âlimden, bu mezhebin meselelerini öğrendi. Onlardan hadîs-i şerîf dinledi ve rivâyetlerde bulundu. Yüksek din bilgilerinde mütehassıs büyük İslâm âlimi Ebû Bekr el-Mervezî ile ölünceye kadar sohbet edip ilminden istifâde etti. Fıkıh ilmini ondan öğrendi. Kendisinden de, İmâm-ı Ahmedin mezhebindeki meselelere ait ilimleri öğrenmek için, birçok kimseler gelip ilim tahsil etti.
Onun Hanbelî mezhebindeki meselelere vukûfiyeti o kadar çoktu ki, o asırda ve daha sonra ona yetişen olmadı. Bu mezhebde zamanının âlimlerine İmâm oldu. İlimdeki ve fazîletteki büyüklüğünü, bütün âlimler söz birliği ile bildirmekte olup, ayrıca eserleri de, ilminin genişliğine şahittir.

KUL HAYÂ EDERSE...
Hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki:
Kul, Allahü teâlâdan hayâ ederse, Allahü teâlâ onun ayıplarını örtüp, insanlardan gizler, hatâlarını affeder. Kıyâmet günü onun hesabını kolay eyler.
Ebû Bekr-i Hallâl hazretleri Bağdadda vefat etti. Vefat ederken sevincinden ağlıyordu. Soranlara buyurdu ki:
Bu iki gözden, yani Allahü teâlâya kavuşma sevinci ile ağlayan gözlerden dökülenler inci ve mercandır. Nitekim Allahü teâlâ İkisinden de inci ve mercan çıkar (Rahman 22) buyurmuyor mu?
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nesibe Hâtûn ve Habib bin Zeyd</label>

Habib bin Zeyd hazretleri, Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Babası Zeyd bin Asım el-Ensari, Resulullaha Akabede biat eden ilk yetişkinler arasında idi. Annesi Nesibe binti Kab (Ümmü Ümâre) müşriklere karşı silah kullanan ilk hanımdı. İşte, Habib bin Zeyd böyle bir evde, böyle bir annenin terbiyesi ile yetişti. Çok küçük olması sebebiyle katılamadığı Bedir ve Uhud savaşları dışındaki savaşlara iştirak etti. Onun dinindeki, davasındaki metanet ve sebatı dillere destandı... Annesi Ümmü Ümâre (radıyallahü anhâ) Uhud, Hudeybiye, Hayber Umret-ül-kaza, Huneyn ve Yemâme gazâlarına katıldı. Biatür-rıdvânda hazır bulunmakla şereflendiler. Oğulları Habîb ve Abdullah da Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün gazâlarına iştirak ettiler...
Uhud Savaşı sırasında İbni Kamia isminde bir müşrik Peygamberimize saldırdı ve mübârek başından yaraladı. Ümmü Ümâre de İbni Kâmiaya saldırdı ve o müşriki ağır yaraladı. Kendisi de on üç yerinden yaralanmıştı. Bunlardan en ağırı, İbn-i Kâmianın boynunda açtığı yaraydı. Resûlullah efendimiz, oğlu Abdullaha bu yarayı sarmasını emredip Ev halkınızı Allah mübârek kılsın; senin annenin makamı filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allah sizin ev halkınıza rahmet etsin! buyurdular. Bu mübarek kadının yaraları, bir sene tedavi gördükten sonra iyileşti...
Nesibe Hâtûn, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) Yâ Resûlallah Allahü teâlâya duâ edin de Cennette size komşu olayım! dedi. Peygamber efendimiz Allahım! Bunları, Cennette bana komşu ve arkadaş et diye duâ ettiler. Bunun üzerine Ümmü Ümâre: Bu bana kâfidir. Artık dünyâda ne musîbet gelirse gelsin! dedi...

MÜSEYLEMEYE ESİR DÜŞTÜ!..
Müseylemet-ül Kezzab, yalancı peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkınca, Ümm-i Ümarenin oğlu Habib, Ammandan Medineye gelirken esir düştü. Müseyleme;
Benim peygamberliğimi kabul et, seni serbest bırakayım dedi. Habib onunla alay etmek için; Ben sağırım, ne söylediğini işitmiyorum dedi halbuki biraz önce aralarında konuşma geçmişti. Müseyleme onun bu hareketine çok kızarak, tek tek uzuvlarını kestirerek şehit etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Resulullah efendimize hediye edilen elbise</label>

Eshab-ı Kiramın büyüklerinden olan Sehl bin Sad (radıyallahü anh), Peygamberimizin bir emir ve isteği olduğu zaman hemen yerine getirir, hiçbir zaman geciktirmezdi. Onun bu durumunu oğlu Abbâs şöyle anlatmaktadır: Peygamberimiz hutbe okuyacağı zaman hurma ağacından bir direğe yaslanır öyle okurlarmış. Bir gün Resûl-i ekrem efendimiz buyurur ki: (Artık cemâat çoğaldı, bir şey yapılsa da üzerine otursam...) Bunu duyan babam hemen, okun yaydan fırladığı gibi kalkıp gitmiş ve kısa bir zaman sonra minberin direklerini getirmiş. Yalnız babamın getirdiği bu direklerin kendisinin veya bir başkasının hazırladığı hakkında bilgim yoktur. NE OLUR KABUL EDİNİZ
Daha sonra Sehl bin Sad hazretlerine, Peygamberimizin minberi hakkında suâl sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
Ben minberin hangi ağaçtan, hangi tarihte, hangi gün yapıldığını bilirim...
Sehl bin Sad, Peygamber efendimizin cömertliğini, kendi ihtiyacı olan bir malı isteyen herkese verdiğini şöyle anlatmaktadır:
Kadıncağızın birisi Peygamber efendimize gelir ve kendi eli ile dokumuş olduğu güzel bir elbiseyi uzatarak der ki:
-Ey Allahü teâlânın Resûlü! Bunu sizin için bizzat kendim dokudum, ne olur kabûl ediniz!
Resulullah efendimizin de gerçekten böyle bir elbiseye ihtiyacı vardı. Bu hediyeyi kabûl ederek içeri girdi ve hemen giydi. Daha sonra dışarı çıktı. Bu sırada ziyârete gelenlerden birisi, bu elbiseyi görerek;
-Ey Allahü teâlânın Resûlü! Bu ne kadar güzel bir elbise, bunu bana verseniz! dedi.

DOĞRU BİR HAREKET DEĞİL!
Peygamber efendimiz hemen içeri girerek elbiseyi çıkardı ve isteyen sahâbeye verdi. Diğer ziyâretçiler, elbiseyi isteyen zata sitem ederek;
-Peygamberimizin bu elbiseye çok ihtiyâcı vardı. Sen onu istemekle doğru bir hareket yapmadın, dediler. Elbiseyi isteyen kişi ise şöyle cevap verdi:
-Ben bu elbiseyi giymek için istemedim. Aksine, o benim öldüğüm zaman kefenim olacaktır!..
Aradan zaman geçti, bu zat ölüm hastalığında yanındakilere, bu hadiseyi anlattı ve;
-Peygamber Efendimizin elbisesini bunun için saklıyordum. Beni onunla kefenleyiniz! dedi ve sonra da vefat etti. Kendisini bu elbiseyle kefenleyip defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ben muradıma nail oldum...</label>

Eshab-ı kiramın büyüklerinden Abdullah bin Zeyd radıyallahü anh anlatıyor: Basra şehrinde bir zengin aile vardı. Allahü teala bunlara öyle güzel bir erkek evlat verdi ki, sanki gökten ay inmiş hanelerine girmişti. Delikanlı olduğunda Basralılar, kızlarını bu gence vermek için yarış ediyorlardı. Fakat gencin annesi, bunların hiçbirini oğluna layık görmüyordu. Bir gün, bu genci benim vaaz ettiğim camiye getirdiler. O günkü sohbette şunları anlattım:
... Allahü teala Cennette köşkler yarattı. Her bir köşkte bir taht kurulmuş, her bir tahtın üzerinde bir huri oturur ki, bir tanesi dünyaya yüzlerini gösterselerdi, iki yanaklarının nuru ayı karartır, güneşi mat ederdi... Bu makamlar ve bu güzel hurileri Rabbimiz günah işlemeyen, Allah yolunda canını feda edenlere ihsan edecektir?..
HARP ÖYLE YAPILMAZ!
Genç, bu dinlediklerini annesine anlatınca; İşte sana bu hurilerden başkası eş olamaz demiş. Bir gün bana kırk bin altın göndermiş ve Bu altınlar oğluma alacağım hurilerin mehridir. Bunları fukaraya dağıtsın demiş.
O günlerde, cihad ilan olunmuştu. Mücahidler harbe hazırlanıyordu. O zengin kadın oğlunu bana getirdi ve;
-Oğlumu sana getirdim senin ile gazaya gitsin, diye ricada bulundu...
Nihayet kafirler ile Müslümanlar karşılıklı saf bağladı. Bizim genç, güzel gazimiz gözlerini semaya dikiyor, bakıyor. Tekrar saldırıyor, şehit olmak istiyordu. Koşarak yanına vardım ve dedim ki:
-Yiğidim, harp öyle yapılmaz! Cihad, düşmanı saf dışı bırakmaktır. Sen kendini feda etmeye uğraşıyorsun.
-Efendim, benim gördüğümü gören, bin canı olsa fedaya hazırdır.
-Ne görüyorsun?

HURİLER BENİ ÇAĞIRIYOR...
-O gün camide vaaz ettiğin zaman, bize müjdelediğin şeyleri işitmiş fakat görmemiştim. Şimdi o söylediğin makamları görüyorum. Resul aleyhisselam bana kucak açtı. Yetmiş kadar huri beni çağırıyor...
Bunları söyledikten sonra tekrar düşmana hamle etti ve arzu ettiği şehadete kavuştu...
Düşman bozulmuş, kaçıyordu. Cesetler ve yaralılar arasında o yiğidi buldum. Bir mübarek koku dimağımı doldurdu. İki gül yanağı henüz solmamıştı. Dudakları oynuyordu. Dinledim La ilahe illallah diyordu. Tebessüm ederek eliyle semayı gösterdi. Sanki bana Ben muradıma nail oldum diyordu ve öylece kaldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şemun bin Yuhennâ nasıl iman etti?..</label>

Habbe-i Urnî radıyallahü anh Emîr-ül müminîn hazret-i Alînin radıyallahü anh eshâbından idi. O şöyle anlatmıştır: Emîr-ül müminîn hazret-i Alî, ordusuyla bir kilisenin yanında konakladı. Bir kişi gelip;
-Esselâmü aleyke yâ Emîr-el müminîn, dedi. Hazret-i Alî;
-Ve aleykesselâm dedi. O kimse;
-Ben Şemun bin Yuhennâyım. Bu kilisenin sâhibiyim. Bizim yanımızda bir kitâb vardır. Îsâ aleyhisselâmdan beri, mîrâs olarak bize intikâl etmiştir. İsterseniz okuyayım, dedi.
Hazret-i Alî;
-Oku, buyurdu. O kişi okumağa başladı... O PEYGAMBERE ÎMÂN ETTİM
Kitâbda Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem ve ümmetinin vasıfları belirtiliyordu. Sonunda da şunlar yazılıydı:
Bu kilisenin yanında Peygambere en yakın olan maşrık ahâlisini dîne, îmâna getiren ve garb ahâlisiyle harb eden birisi konaklar. Ona göre dünyâ, şiddetli fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu kumdan dahâ hafîftir. Ona göre, Allah yolunda ve Onun muhabbetiyle ölmek, susamış kimsenin su içmesinden dahâ kolaydır. Ona yardım eden, Allahü teâlânın rızâsına kavuşur ve onun yanında savaşırken ölen şehîd olur...
Sonra o kimse dedi ki:
-O Peygamber gönderildi. Ben o Peygambere îmân ettim. Sen gelip buraya konaklayınca huzûruna geldim ki, artık diri veyâ ölü hep seninle berâber olacağım.

EHL-İ BEYTİ SEVEN BİR KİŞİDİR
Onun bu sözleri üzerine hazret-i Alî ve yanında bulunanlar ağlaştılar. Sonra hazret-i Alî:
-Allahü teâlâya hamd olsun ki, beni unutulanlardan eylemedi. Kitâbında zikr etti, dedi.
Habbe-i Urnî sözlerine devâmla şöyle anlatmıştır:
Hazret-i Alî bana, Bu kimse seninle birlikte kalsın dedi. Kuşluk ve akşam yemeklerinde onu yanına çağırırdı. Leyle-tül-Harîrde, harbin şiddetli bir zamânında o kimse şehîd oldu. Hazret-i Alî radıyallahü anh namâzını kıldırdı, kabre kendisi indirdi ve Bu kimse Ehl-i Beyti seven bir kişidir buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tabiinin büyüklerinden Herem bin Hayyân</label>

Herem bin Hayyân, Tabiinin büyüklerindendir. Veysel Karânî hazretlerini gördü. Ondan çok nasîhat aldı. Zühd ve takvada, zamanının önde gelenlerindendi. Hayret ederim, Cennete talip olanlarla, Cehennemden korku duyanlara! Bunlar hem Cennete talip, hem de Cehennemden korkarlar; ama yine de uyumaya devam eder, bu kati gerçeğin heyecanıyla bir miktar olsun uykularını terk etme fedakârlığında bulunmazlar derdi... TEK GAYEM RIZA-İ İLAHİDİR
Bir gün de şöyle buyurdu: Bütün mâneviyat büyükleri, benim Cehennemlik olduğumu söyleseler, ben yine ibadetimden, hayır ve hasenatımdan gerilemem. Dini vazifelerimi bütünüyle yerine getirme gayretimi devam ettiririm. Zira ben Cennet ve Cehennem için yapmıyorum bu vazifeleri. Belki Cennet ve Cehennem emri altında olan Zâtı Ulûhiyyetin emri olduğu için yapıyor, Onun rızasını kazanmak için ifa ediyorum. O dilerse Cennetine, dilerse Cehennemine koyar. Benim vazifem, Onun emirlerini yerine getirmek, rızasını kazanmaktır. Kaldı ki O, razı olduğu kulunu da Cehennemine atmaz.
Bir zaman mücâhidler savaşa gitmek istediklerinde Herem bin Hayyân hazretlerine uğrayıp duâ istediler. O da şöyle dua etti:
Ey Allah yolunda cihâda çıkanlar! Günahlarınızdan tövbe ediniz. Çünkü bu elinizdeki kılıçlardan daha çok size siper olur.

BORCUMU ÖDEYİN
Bu mübarek zat da bütün Allah adamları gibi dünyâdan ve dünyâ malından nefret ederdi. Bu sebeple; Dünyâ bütün her şeyiyle bana arz olunsa, hiç düşünmeden rahat ve kolay bir şekilde dünyânın murdarlığına hükmederim buyururdu.
Bir gün de Kim, din kardeşi için diliyle sevgi ve hulûs gösterir de içinden ona düşmanlık ve kin beslerse, Allah ona lânet eder, dilsiz yapar ve kalp gözünü köreltir buyurdu.
Herem bin Hayyân hazretleri vefatı anında çevresindekilere;
Zırhımı satın, borcumu ödeyin. O da yetmezse kölemi satın. Size Nahl suresinin son (128inci) ayet-i kerimesini (Şüphesiz Allah korkup-sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir) okumanızı vasiyet ederim buyurdu ve son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Abbas bin Ahmed</label>

Abbas bin Ahmed el-Ezdî, Hicazda yaşamış olan evliyanın büyüklerindendir. Kıymetli nasihatleri vardır. Kendisinden kötü âlimler sorulduğunda buyurdu ki: Ümmetlerin her biri, Rahmânın yolu üzerine oturmuş kötü âlimler yüzünden helâk olurlar. Onlar habis amelleri ile Allahü teâlânın yolunu kesmiş, insanlara engel olmuş olurlar. ŞEYTANIN ÜÇ TUZAĞI!
Bir gün kendisine Şeytan insanı ne ile tuzağa düşürür? diye soruldu. Buyurdu ki: İblis, üç şeyden biri ile âdemoğlunu tuzağına düşürür: Birincisi, kendini beğenmesi, ikincisi, amelini gözünde büyütmesi, üçüncüsü günahlarını unutmasıdır.
Abbas bin Ahmed hazretleri, ilim öğrenmeye teşvik eder, niyetin hâlis olmasının önemini belirtir ve İlim tahsîli doğru bir niyet ve temiz bir gâye ile olursa, bundan daha yüksek amel olmaz. Fakat çokları ilmi, gereğini yapmak için tahsîl etmiyor. Bilakis ilmi dünyâlık elde etmek için bir ağ gibi kullanıyor buyururdu.
Abbas bin Ahmed el-Ezdî hazretleri her zaman, ibâdetlerin, farzlarına, vâciplerine ve sünnetlerine uygun olarak yerine getirilmesini söylerdi. Bu hususta; Kulun amelini güzelce edâ etmesi kadar şeytanın belini kıran bir şey yoktur. Zîrâ Allahü teâlâ meâlen; (Hanginizin daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan Odur. O, mutlak güçlüdür; çok bağışlayıcıdır) (Mülk sûresi: 2) buyurdu. Kul, kırk yaşına bastığı zaman bütün isyân ve günahlardan tövbe etmezse, şeytan onun alnını sığar durur ve; Felah ve kurtuluştan uzak kalan bir yüze feda olayım der buyurdu.

O NASIL İSTERSE...
Şeyh Ebû Said Malini, Abbas bin Ahmed el-Ezdî hazretlerinin vefat hadisesini şöyle anlatır:
Son nefesini vermeden önce baş ucundaydım. Halini sordum. Cevap olarak dedi ki:
-Tereddüd içindeyim. Gitmeyi istesem küstahlık olur diye korkarım. Bu halde kalmak istesem, yanlış bir arzu beslemiş olmaktan çekinirim. Çünkü böylece onu görmekten kaçmış olurum. Bunun için her şeyi ona bıraktım. O ne ister, ne yapar, onu bekliyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimi Ali bin Sehl</label>

Ali bin Sehl İsfehânî, evliyânın büyüklerindendir. Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Tûrâb Nahşebi gibi büyük zatlarla görüştü. Muhammed bin Yûsuf el-Bennanın talebesidir. Remlede otururdu. 261 (m. 874)de vefât etti. Hadîs-i şerîf ilminde sika (güvenilir) bir râvi idi. Şaşılacak hâllere sahipti!Ali bin Sehl hazretleri, Velîd bin Müslim, Haccâc bin Muhammed, Zeyd bin Ebiz-Zerkâ, Damra bin Rebîa, Şebâbe bin Sevvâr Müemmil bin İsmâil gibi birçok zatlardan hadis-i şerif rivâyet etti. Kendisinden de, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Cerîr, Muhammed bin Hârûn er-Reyânî, Ebû Züra, Ebû Hâtem gibi zatlar rivâyette bulunmuşlardır.
Bu mübarek zat, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ile mektuplaşırlardı. Allahü teâlânın takdirine razı olmak ve nefsinin arzularına muhalefet etmekte, herkesin beğenip takdir ettiği, fevkalâde üstün ve şaşılacak bir hâle sahip idi. Bazan yirmi gün bir şey yemeden durduğu olurdu. Az sözle çok şeyi anlatan, hoş bir ifâde tarzı vardı. Amr bin Osman, kendisini ziyâret için İsfehâna geldi. Çok sıkıntıları vardı. Ali bin Sehl, Amr bin Osmanın otuz bin altın borcunu ödeyip, sıkıntıdan kurtardı.
Bir gün sohbet esnasında buyurdu ki:
-Siz zannediyor musunuz ki benim ölümüm başkalarının ölümü gibi olacak. Herkes gibi hasta olacağımı herkesin ziyâretime geleceğini mi zannediyorsunuz? Hiç öyle olmayacak. Beni davet edecekler ve ben de kabul edeceğim!..

Lebbeyk diyerek yere çöktü!
Ali bin Sehl hazretleri, bir gün yolda giderken Lebbeyk (Buyur! Emre amadeyim) deyip yere çöktü. Bunu gören Ebû Hasan Müzeyyin şöyle anlatıyor:
Ali bin Sehl yerde yatar vaziyette iken hemen yanına koştum, (Lâ ilâhe illallah) demesini söyledim. Tebessüm edip;
-Sen, Kelime-i tevhid söylememi istiyorsun. Allahü teâlânın izzetine yemin ederim ki, onunla benim aramda yalnız izzet perdesi var, buyurdu ve ruhunu teslim etti...
Bundan sonra kendi kendime Benim gibi birisi Allahü teâlânın velîsi olan bir zâta nasıl Kelime-i tevhid telkin edebilir. Vah vah vah diye mahcûb oldum...
Ali bin Sehlin kabri İsfehânda Topçu kabristanındadır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>İhbân bin Üveys (radıyallahü anh)</label>

İhbân bin Üveys hazretleri Eshab-ı kiramdandır. Hüzaa kabîlesinin koyunlarını otlatırdı. Onun Resulullaha iman etmesine çok enteresan bir hadise sebep olmuştur. Şöyle anlatılır:İhbân bin Üveys hazretleri yine bir gün koyunları otlatıyordu. Bir kurt âniden sürüden bir koyunu kaptığı gibi kaçmaya başladı. İhbân;
-Vallahi ben hiç böyle korkunç ve zâlim bir kurt görmedim, diyerek, koyunu kurttan almak için peşinden koştu. Kurt dile gelip;
-Ey İhbân! Allahü teâlânın verdiği nasîbimden beni mahrûm mu etmek istiyorsun? dedi. Kurt benimle konuşuyor!
İhbân hayretler içinde kaldı;
-Acâib bir iş! Kurt benimle konuşuyor! dedi. Kurt, onun şaşkın bakışları arasında konuşmasına devam ediyordu;
-Bundan daha şaşılacak şey, Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem Medînede sizi Allahü teâlânın dinine davet ediyor, siz ondan gâfilsiniz! dedi.
İhbân ilk şaşkınlığı üzerinden atmıştı. O da kurda şöyle sordu:
-Ben Muhammedin aleyhisselâm huzûruna gitsem, koyunlarıma kim bakar? Kurt şöyle dedi:
-Bana yetecek kadar koyun ayırır isen, koyunlara bakarım. Ayırdığından fazlasına da dokunmam!
İhbân, kurda inandı ve birkaç koyun ayırıp, sürüyü ona bırakarak, bir grup çobanla Medîneye gitti...
Medîneye vardıklarında, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Eshâb-ı kirâm ile oturuyordu. İhbânı görünce buyurdu ki:
-Ey İhbân! Kurt sözünde durdu!
Bu mucizeye şahit olan İhbân, yanındaki çobanlarla birlikte Resulullah efendimizin önünde Kelime-i şehâdeti getirerek Müslümân oldu...

Bu gömlek onun mu?
İhbân bin Üveys hazretleri vefât edeceği sırada;
Beni iki parça elbise ile kefenleyin diye vasiyet etti.
Vefât edince iki elbise ve bir de gömlek ile kefenleyip defnettiler. Sabâhleyin, o gömleği elbiselerin üzerine bırakıldığı bir ağaç üzerinde gördüler. Bu gömlek onun mu, yoksa başkasının mı diye tereddüt ettiler. O gömleği diken terziyi buldular ve sordular. Terzi yemîn ederek;
-Bu gömlek, İhbân radıyallahü anh defnedildiği zamân üzerinde olan gömlektir, dedi..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tefsir âlimlerinden Abdüsselâm bin Abdullah</label>

Abdüsselâm bin Abdullah, tefsir âlimlerinin büyüklerindendir. 1254 (H. 652) senesinde vefat etti. Talebelerine kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:İnsan, Allahü teâlâya ibâdet etmediği müddetçe halîm, yumuşak olamaz.
Her şey, önce küçük olarak ortaya çıkar, fakat sonra büyür. Musîbet ise, insana önce büyük ve ağır gelir, sonra küçülür, hafifler.
Çok gıybet edip, buğz edenlerin nasîhatine güvenilmez.
Kendini olduğundan fazla gösteren kimse, kendi durumunu inkâr etmiş olur. "Kendi ayıplarını gör!
Başkasınınkinden önce kendi ayıbına bakanlara, gerçekten tevâzu gösterenlere ne mutlu! Helâl olan malından fakirlere sadaka ver. İlim, hilm, yumuşaklık ve hikmet ehli ile otur ve sohbet et.
İnsanların en cömerdi; Allahü teâlânın hukûkuna riâyet edip, emirlerini ve yasaklarını yerine getirendir. En cimrisi de, bunlara riâyet etmeyendir. Etrafına çok para pul dağıtsa bile.
Hasedcinin yâni başkalarını çekememenin alâmeti üçtür. Hased ettiği kimse, yanında yoksa, gıybetini eder. Yanında bulunduğu zaman dalkavukluk yapar. Onun başına bir belâ geldiği zaman sevinir.

Nîmetin başı üçtür...
Nîmetin başı üçtür: Birincisi, İslâm nîmeti. Bütün nîmetler, bununla tamam olur. Müslüman olmadıktan sonra, hiçbir nîmet insana fayda vermez. İnsan, ebedî saâdetten mahrum kalır. İkincisi, sıhhattir. Bu nîmet olmadan hayâtın kıymeti kalmaz. Dünyâ, insana, zindan gibi olur. Üçüncüsü, zenginliktir. Hayır yolda kullanılırsa, insanın çok ecir ve sevâba kavuşmasına vesîle olur.
Müminin, insanların arasına karışması, onlardan öğrenebileceği faydalı şeyleri alabilmek için susması, boş ve faydasız sözden sakınmak için, konuşması da, başkalarına iyi ve güzel şeyleri anlatmak içindir.
Mümin, günahlarını düşünür, onlar için üzülür. Amellerini küçük görür, yaptıklarından dolayı gururlanmaz.
Bir gün geldi, her fâni gibi bu mübarek zat da vefat etti. Cenazesine katılanlar çok kalabalıktı. Son sözü şunlar oldu:
İşte dünya, vefasız, beni terk ediyor... İşte Rabbim; ve ben Ona kavuşuyorum.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri