Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Ali'yi görünce iman eden papaz!..</label>

Hazreti Ali, Muhammed aleyhisselâmın amcası olan Ebû Tâlibin oğlu idi. İslâm halîfelerinin ve Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür. Resûlullah efendimizin dâmâdıdır. Ehl-i beytin birincisidir. Hicretten yirmi üç yıl önce Mekkede doğdu. On yaşında iken îmân etti. Bütün gazâlarda kahramânlıklar gösterdi. Hazreti Ali, yine ordusu ile bir harbe gitmektedirler... Orduda su sıkıntısı baş göstermiştir... Uğradıkları son birkaç konak yerinde su bulamazlar. Sonunda bir kilise görür ve o yana yönelirler. Kiliseye varır su isterler, ancak onlardan şöyle bir cevap alırlar:
-Su, buradan 10 mil uzaktadır. Parmağıyla bir yeri gösterir!
Kilise görevlilerinden böyle bir cevap alınca, Hazreti Ali, şehadet parmağıyla bir yeri işaret ederek şöyle buyurur:
-Su için o kadar uzaklara gitmeye lüzum yok, kazın şurayı!
İşaret edilen yer kazılır. Büyük bir taş ortaya çıkar. Uğraşırlar, uğraşırlar değil taşı kaldırmak oynatamazlar bile. Durumu, çadırında dinlenmekte olan hazreti Ali radıyallahü anha haber verirler. O, mübârek parmaklarını taşın altına sokar. Sanki bir tüy misali kalkan taşın altından saf, tatlı ve soğuk bir su fışkırır. Sevinç ve şükürle sular içilir, kaplar dolar...

Siz bir peygamber misiniz?
Bütün bunlar olurken, kilisenin papazı uzaktan onları seyretmektedir. Durumu görünce, sevinç içinde hazreti Alinin huzûruna gelir ve sorar:
-Siz bir peygamber misiniz?
-Hayır ben peygamber değilim, ama son peygamberin dâmâdı ve halifesiyim.

Beklediğimiz arzuya kavuştuk
Papaz hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olur ve şöyle der:
-Ey müminlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran zâtı bekleyip görmek için yapmışlardır. Kitaplarımızda yazar, büyüklerimiz anlatırdı; burada bir kuyu vardır. Üzerindeki taşı peygamber veya onun halifesi kaldırabilir. Bu taşı sizin kaldırdığınızı görünce, yıllardır beklediğimiz arzuya kavuştuk.
Ve papaz, bunları söyledikten sonra orduya katılıp, şehit olmak saâdetine kavuşur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Balkan şehidi Kâmil Bey</label>

Kâmil Efendi, Balkan Harbi fedâi ve şehitlerindendir. Yaptığı hizmetle târihe geçen, şehit düştüğü tepeye adını vererek unutulmazlar arasına giren Kâmil Efendi, aslen Bulgaristanın Lofça kasabasındandır. Doğumu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Dînine bağlı bir âileye mensup olan Kâmil Efendi, 93 Harbi diye târihlere geçen 1876-1877 Rus Harbi sonrasında Anadoluya gelmiş ve Bursaya yerleşmiştir... Düşman Çatalcaya dayanmıştı!Çocukluğunda iyi bir terbiye alan Kâmil Efendi, askerî okulları bitirerek subay oldu. Osmanlı Devletini idâre edenlerin akıl almaz gafletleri sonucunda girilen Balkan Harbine iştirak etti. Edirnenin düşmesi, Çatalcaya kadar Bulgarların gelmesi sonucunda birliklerin geri çekilmesi esnâsında genç bir subay olarak büyük hizmetleri görüldü.
İstanbul işgal tehlikesiyle karşı karşıyaydı... Çatalca yakınlarındaki köprü düşünce, düşman birliklerinin harekâtı kolaylaşacaktı. Bu sebepten o bölgeyi müdâfaa eden komutan, bu köprünün tahrip edilmesi için gönüllü subay aradı...
Vatan sevgisi ve şehit olma arzusuyla yanan Kâmil Efendi, bir arkadaşıyla berâber bu kutsal vazifeye tâlip oldu. Kumandanına çıkarak;
Efendim, bu vazifeyi bendenize verirseniz hakkıyla ifa edeceğime inanıyorum. Eğer şehid düşersem, bu mektubumu da aileme vermenizi istirham ediyorum dedi. Bu onun son sözleri oldu...

Köprü havaya uçtu, ancak!..
Tahrip kalıpları ve fedakâr bir arkadaşıyla hemen vazifeye koşan Kâmil Efendi, köprüyü havaya uçurdu. Bu esnâda, arkadaşıyla birlikte çok arzu ettikleri şehitliğe de ulaştılar.
Kâmil Efendi şehit olduktan sonra, Hadımköy-Yassıören yolunun Akpınar mevkiinde, yolun sol tarafındaki bir tepe üzerine defnedildi. Bu tepe haritalarda da Şehit Kâmil Tepesi olarak geçmektedir...
Balkan Savaşları Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası oldu. Asırlardır Rumelide yaşayan binlerce Müslüman nüfus katliama mâruz kaldı. Pek çoğu hunharca şehid edildi. Büyük bir kısmı malını mülkünü terk ederek Anadoluya sığındı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâbiînin büyüklerinden Muhammed bin Vasi</label>

Muhammed bin Vasi, muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i kâmil, Tâbiînin büyük âlimlerindendir. Basralıdır. Doğum târihi ve âilesi hakkında bilgi yoktur. 740 (H.123) senesinde vefât etti. Eshâb-ı kirâm ve Tâbiînin sohbetinde yetişti. Devrin eşsiz âlim ve mârifetler kaynağı Hasan-ı Basrî, Süfyân-ı Sevrî, Mâlik bin Dinârın arkadaşıydı. Berâber bulunup, sohbet ederlerdi. Zamanının bir tanesiydi... Çok az konuşurdu...
Bu mübarek zat her zaman, Allahım, bizi senden uzaklaştıracak rızıktan sana sığınırım diye dua ederdi.
Riyâzet sâhibiydi. Kuru ekmeği suya batırır yerdi ve; Buna kanâat eden, insanlara muhtâc olmaz derdi. Çok şükür ederdi. Bacağında yara çıkmıştı. Biri görüp, Sana acıyorum deyince, Ben de bu yaranın gözümde veya dilimde çıkmadığına şükrediyorum buyurdu.
Ölümden çok korkup, âhiret hayatına hazırlanırdı. İbret almak niyetiyle her cuma kabirleri ziyâret ederdi. Pazartesi günleri ziyâret etsen daha iyi olmaz mı? dediklerinde, Meyyitler cuma, perşembe ve cumartesi günleri kendilerini ziyâret edenleri tanır buyurdu.
Çok az konuşur, konuşunca da hikmetli söz söylerdi. Bir gün Mâlik bin Dinâra buyurdu ki: İnsanlara karşı dili korumak, gümüş ve altını korumaktan zordur.
Bir kimse Muhammed bin Vâsiden nasîhat istedi. Dünyâ ve âhiret sultanı olmanı tavsiye ederim buyurdu. Adam Bu nasıl olur? diye sorunca Dünyâda zâhid ol, yani kimseye tamah etme, herkesi muhtâc gör. İşte o zaman sen dünyâyı istemediğin için, zengin, ihtiyaçsız ve padişahsın. Böyle olan dünyâ ve âhiret sultanı olur buyurdu.

Ecelim yakın, amelim kötü!
Basra kadısı ve vâlisi olan Bilâl bin Ebû Bürdenin Kader hakkında görüşün nedir? suâline Etrafındaki mezarlıklara bak, onlar kader ile meşgûl değiller cevâbını verdi.
Nasılsınız? dediler, Ecelim yakın, emelim sonsuz, amelim kötü cevâbını verdi.
Bu mübarek zat, ölümü ânında; Ey kardeşler, size selâm olsun! Allahü teâlânın affına mazhar olmazsam, varacağım yer Cehennemdir dedi ve Kelime-i şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Onları Allahü teâlâ övdü...</label>

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Huzeyfe radıyallahü anh anlatıyor: Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de, güçlükle kendimi toparlayarak, amcamın oğlu Hârisi aramaya başladım. Yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum. Bir kan seli içinde yatan amcamın oğluna su kırbasını göstererek dedim ki:-Su istiyor musun? Ne olur, bir damla su!..
Dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Göz işareti ile Çabuk, hâlimi görmüyor musun? der gibi bana bakıyordu. Ben kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötede yaralıların arasında hazreti İkrimenin sesi duyuldu:
-Su! Su! Ne olur, bir damla olsun, su!..
Amcamın oğlu, bu feryâdı duyar duymaz, göz ve kaş işaretleriyle suyu ona götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan hazreti İkrimeye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. Tam elini kırbaya uzatırken, hazreti Iyaşın iniltisi duyuldu:
-Ne olur bir damla su verin! Allah rızâsı için bir damla su!..
Bu feryâdı duyan hazreti İkrime, elini hemen geri çekerek suyu ona götürmemi işaret etti. Suyu o da içmedi. Ben kırbayı alarak şehitlerin arasından dolaşa dolaşa, hazreti Iyaşa yetiştiğim zaman, son nefesini Kelime-i şehâdet getirerek tamamladı...

(Onlar birbirlerinin dostlarıdır)
Derhal geri döndüm, koşa koşa hazreti İkrimenin yanına geldim. Kırbayı uzatırken onun da şehit olduğunu müşâhede ettim. Bâri dedim, amcamın oğluna yetişeyim, diyerek koşa koşa ona geldim. Ne çâre ki, o da ateş gibi kumların üzerinde ciğerleri kavrula kavrula rûhunu teslim eylemişti...
Hayatımda birçok hâdise ile karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hâlde, bunların birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli hâlleri gıpta ile baktığım en büyük îman kuvveti tezâhürü olarak hâfızama âdeta nakşoldu!
Evet, Allahü teâlâ Eshab-ı kiramı çeşitli vesilelerle övmektedir. Bir âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Zünnun-ı Mısri ve konuşmayan genç</label>

Sevbân bin İbrâhim, künyesi Ebül-Feyz, lakabı Zünnûn, nisbesi el-Mısrîdir. Güney Mısırın Sudana yakın sınır bölgesinde yaşayan Nûbe kabîlesindendir. Bu sebeple babası en-Nûbî nisbesiyle anılır. Mâlikî mezhebinin imâmı, Mâlik bin Enes hazretlerinin talebesidir.Zünnun-ı Mısri hazretleri 772 (H.155) târihinde doğdu. 859 (H.245) târihinde Mısırda vefât etti. Dil, konuşmaktan men olundu!
Bu mübarek zat, cenâb-ı Hakkın âşığıydı. Onun sevgisi ile deli divâne olurdu. Darda kalanların dostu, dehşet içinde olanların tesellisi ve hasrette kalanların arzuladığı bir kimse idi...
Zünnun-ı Mısri hazretleri, bizzat kendisinin yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır:
İçi yemyeşil bir bağa uğradım, bir de baktım ki bir genç, elma ağacının altında namaz kılıyor. Kendisinin namaz kıldığının farkına varmadan selam verdim. Selamımı almadı. Tekrar selam verdim. Yine selamımı almadı. Sonra namazını uzatmadı. Namazını bitirdikten sonra parmağı ile toprak üzerine şu şiiri yazdı:
Dil, konuşmaktan men olundu.
Çünkü o düşmanlığa sebeptir, belki afetleri celbedendir.
Konuştuğun vakit, Rabbini zikret.
Onu unutma ve her halinde Ona hamdet.
Bunu okuduğum vakit uzun uzun ağladım. Sonra ben de parmağımla yere şu şiiri yazdım:
Hiçbir yazan yoktur ki, yerde çürümesin,
Fakat zaman, ellerin yazdığını, devamlı saklar.
Elinde kıyamet günü gördüğün vakit,
Seni sevindirecek olandan başka bir şey yazma.
O genç, bunu okuduğu vakit, şiddetle haykırdı, sonra vefat etti. Onu kefenleyip defnetmek istedim, fakat; Onun cenazesini melekler kaldıracaktır diye bir ses işittim. Bunun üzerine çekilip ağaca doğru yürüdüm ve ağacın altında iki rekat namaz kıldım. Sonra cenazenin bulunduğu yere baktım. Cenazeden ne bir eser gördüm ve ne de bir haber alabildim. Kullarına istediği gibi ihsan eden Allahü tealayı tesbih ederim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Resûlullahın Bayraktarı Mus'ab bin Umeyr</label>

Musab bin Umeyr, Eshab-ı kirâmın ileri gelenlerindendir. Mekkede o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içinde yaşarken, Muhammed aleyhisselâmın insanları İslâma davet ettiğini öğrendi. Vakit kaybetmeden hemen Peygamber efendimize giderek iman etti. Müslüman olduğunu ailesi duyunca kendisine çok eziyet ettiler... Habeşistana hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar ailesi tarafından hapiste tutulan Hazreti Musab, hicret imkânı çıkınca, dinini daha rahat bir şekilde yaşayabilmek için hicret etti. Bir süre orada kaldıktan sonra Resûlullah efendimizin yanına döndü... Medinenin ilk muhaciri...
Bu sırada Birinci Akabe Biatı olmuş ve Medinelilerden bir grup, İslâmı kabullenmişti. Kendilerine İslâmı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ yapmak için Resulullah efendimizden bir öğretmen istediler. Peygamber efendimiz de bu önemli görev için Musab bin Umeyri görevlendirdi. Musab hazretleri onlara hem namaz kıldıracak, hem Kuran-ı kerîmi öğretecek, hem de diğer insanlara İslâmı anlatarak, onları İslâma davet edecekti. Böylece Medineye ilk hicret eden sahabi Musab bin Umeyr oluyordu...
Bedir Savaşında muhacirlerin sancağı onun elindeydi. Resûlullahın Bayraktarı olarak ün yapmıştı. Uhud Savaşında da sancak yine onun elindeydi. Savaş esnasında Müslümanların gerilediğini gören Musab bin Umeyr, atını sağa sola doğru sürüyor ve yüksek sesle şu âyet-i kerîmeyi okuyordu:

İki kolunu da kaybetti!..
(Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir.) (Âl-i İmrân, 3/144). Bu âyeti okuduktan sonra şiddetle müşriklere saldıran Musab bin Umeyrin önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti. Fakat ardından sol kolu da kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı ve yukarıdaki âyeti okumaya devam etti. Sonunda müşriklerin bir mızrak darbesiyle şehid oldu...
Bu mübarek sahabinin üzerindeki elbiseden başka hiçbir şeyinin olmadığı görüldü. Elbisesi, kefen olarak vücudunu örtmeye yetmemişti. Ayak örtülse baş açık kalıyor, baş örtülse ayaklar örtülmüyordu. Durum Resulullah efendimize arz edilince Başını örtün, ayaklarını da otlarla kapatın buyurdular...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Yalancı şahitliğin sonu böyle rezil olmaktır!..</label>

Vaktiyle Durmuş adında bir şaklaban vardı. Bu adam hem kervanbaşıydı hem de kervanda bulunanları eğlendiriyordu. Bir gün kervan bir şehrin kenarında konakladı. Durmuş, ihtiyaç için çarşıya gitti, dükkanlara bakarken yanına birisi sokuldu ve Durmuşa şöyle bir teklifte bulundu:-Merhaba ahbap! Sen burada ne yapıyorsun? Benim tam senin gibi bir adama ihtiyacım vardı. Mahkemede bana yalancı şahitlik yaparsan sana bir kese altın vereceğim!.. Teklifi hemen kabul etti!..
Durmuş teklife balıklama atladı ve hemen kabul etti. Beraber mahkemeye gittiler...
Davacının öğrettiği şekilde hakimin huzurunda, Durmuş yalancı şahitliğini yaptı...
Hakim adil ve zeki bir insandı. Onun arkasından iki adam gönderdi. Gözcüler Durmuşu davacıdan altınları alırken gördüler ve hakime haber verdiler. Meğer ki, bu şehirde yalancı şahitlik yapanların yüzü gözü siyahla boyanır ve başına da sivri bir külah geçirilirdi. Sonra da arkasına ve önüne Yalancı şahitliğin sonu böyle rezil olmaktır diye yafta yapıştırılır, eşeğe ters bindirilir, çarşı pazar dolaştırılırdı. Daha sonra da tabii ki hapse atılırdı. İşte Durmuş da bu cezayı çoktan hak etmişti...

Bir de ne görsünler!
Bu arada kervanın gitme vakti gelmişti. Fakat Durmuş ortalıkta yoktu. Durmuşu aramaya başladılar. Bir de ne görsünler! Kervancıbaşının yüzü boyalı, başı külahlı, üzerinde ilan yapışmış, eşeğe ters bindirilmiş dolaşırken buldular. Yolcular, bunu yine Durmuşun bir oyunu diye düşündüler. Halkı güldürmek için yaptığını zannettiler. Onun yanına geldiler ve;
- Yahu Durmuş Ağa! Sen ne yapıyorsun? Yeter artık bırak şu soytarılığı, kervan gidecek seni bekliyoruz, şimdi oyun yapmanın zamanı mıdır? dediler.
Durmuş onları görünce kendi halinden çok utandı. Düştüğü çirkinliğin fark edildiğini zannetti ve üzüldü. Bu arada kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Arkadaşlarına baktı ve;
- Bu sefer oyunu ben çıkarmadım. Hakim Bey oynadı, dedi. Kalbi heyecandan durdu ve o anda son nefesini verdi. Oradakiler olanlara bir anlam veremediler ve şaşırıp kaldılar. Durmuşun boynundaki yaftayı okuyunca işin aslını anladılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
O'na gidiyorum gelen var mı?..</label>

Ebû Abdullah Muhammed bin Yahya, Yemende yaşamış olan fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. Ebû Abdullah hazretleri Aden şehrindeki âlimlerden fıkıh ilmini öğrendi ve Hanbeli mezhebinde söz sahibi oldu. Uzun seneler Aden şehrindeki Mescid-i Tevbe adı ile meşhur olan camide ders verdi. İnsanlardan başka cinlere de fetva verirdi.
Fıkıh ilminden başka tasavvufta da yüksek derecelere kavuşmuşan bu mübarek zatın kerametleri Yemen halkı arasında yayılmıştı. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki: Dostluğun anahtarı...
Minnet sâhibinin ihtiyâcını görmek, dostluğun anahtarıdır.
Kişinin aklı, hilmi ve yumuşaklığı, cömertliği, ayıplarını örter. Her hâlinde doğru olması, onu kuvvetli kılar.
Allahü teâlânın emrettiği şeylere uy! Kim Allahü teâlânın emirlerine uyarsa, sağlam bir kale içinde hıfz olunmuş korunmuş olur.
Allahü teâlâ bir kimseye iyilik ile muâmele ederse, ondan kerâmetler zuhûr eder.
Kalpten riyâ hastalığı, ihlâs ile, yalan hastalığı ise, doğruluk nûru ile giderilip tedâvî olunur. Kim nefsinin arzu ve isteklerine muhâlefet eder karşı çıkarsa, Allahü teâlâ onu, ünsiyet, dostluk ve muhabbet makâmına kavuşturur.
Dâima şerefli olmalısın. İnsanlara ihtiyaç arz etmedikçe şerefini ve iyiliğini muhafaza etmiş olursun.

Ölüm tatlı bir bahardır
Ebû Abdullah Muhammed bin Yahya hazretleri 1277 (H.676) senesinde Yemenin Aden şehrinde vefat etti. Son nefesinde buyurdu ki:
Ölümü hatırlayan, uzun emeli unutur. Allah ve Resulünü seven, onlara kavuşmak ister. Dünyasını mamur, ahiretini viran eden, ölümü istemez. Bize ölüm tatlı bir bahardır. Allah birdir. Muhammed aleyhisselam onun kulu ve Resulüdür. O Resul ki aşkın, sevginin, şefkatin, merhametin kaynağıdır. Bütün hayırların neşredildiği ışıktır, nurdur. Gelen var mı, ben Ona gidiyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Abdülehad Nuri</label>

İstanbulda yetişen evliyanın büyüklerinden olan Abdülehad Nuri hazretleri, Miladi 1594 yılında Sivasta doğmuştur. Sultanahmed, Ayasofya ve Bâyezıd camilerinde yıllarca Cuma Vaizliği yaparak insanlara her konuda rehber olmuştur... Resulullah efendimizin işaretleri ile tüm tarikatların manevi terbiye ve taçları Abdülehad Nuri hazretlerine verilmiştir. Tarihe büyük bir olay olarak geçen, Kadızadenin cehli zikir ehline karşı almış olduğu tavır ve birtakım isnadları çürüten risaleleri meşhurdur. Yirmi iki de Türkçe kitabı mevcuttur... Size âlemin kutbu diyorlar!Çok kerameti görülen Abdülehad Nuri hazretleri bir gün Süleymaniye Camiinde vaaz ederken kürsüye küçük bir kâğıt konulur. Âdeti olduğu üzere vaazdan sonra okurlar. Kâğıtta Size âlemin kutbu Gavs-ı Azam diyorlar. Eğer kutub iseniz beni burada hemen helak edin diye yazmaktadır.
Bunun üzerine Abdülehad Nuri hazretleri Taassup kişiyi ne makama götürürmüş. Sübhanallah! Biz bir aciz hakiriz. Halk bizi kutub olarak biliyor. Hak teala onları tasdik etsin. Lakin kutub olanlar ya, tabii deyip kadir olduğu şeyi yapar mı sanırsınız? Kutublara cefa edildikçe onlar af ile muamele ederler. O mertebelere de bu vesile ile erişirler. Lakin evliyaullah kabzası yerde kılıç gibidir. Bir adam o kılıca vurursa kabahat kılıcın mıdır, vuranın mıdır? der.
Abdülehad Nuri hazretleri dışarı çıkarken biri ağlayarak yanına gelir ve Aman sultanım, hatamı anladım affımı rica ederim derse de, Abdülehad Nuri hazretleri Cenab-ı Hak, kurtulmuşların imanı ile ruhu teslim ettirsin der ve adam o anda vefat eder...

Bizim halimizi sen bilirsin!
Bu mübarek zat, 1651 yılı Muharreminin sonlarına doğru hastalanır... Valide Sultan, IV. Mehmed, Vezir-i azam ve Şeyhülislamın gönderdikleri hekimleri kabul etmeyen bu gönül sultanı, Lokman-ı Zaman olarak bilinen Kazganizade Süleyman Ağanın ısrarını kıramayarak kabul eder ve der ki:
Süleyman Ağa, bizim halimizi sen bilirsin, biz davet olunduk bizi bekliyorlar, Rabbil âlemini tercih ettik...
Hastalığının yedinci günü abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra, cuma günü ikindi vakti sonrası ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kûfe Kadısı İyas el-Müzenî</label>

İyas bin Muaviye el-Müzenî, Hicri 46. yılda Arabistanda doğdu. Müzeyne kabilesine mensup çocukta, çocukluğundan itibaren asalet ve zekâ işaretleri belirdi. Ailesiyle birlikte Basraya gitti, orada yetişti ve tahsilini orada yaptı. Halife Ömer bin Abdülaziz onu Kûfeye kadı olarak tayin etti. Vefatına kadar da bu vazifede kaldı... Çetrefil bir dava gelir!..Kadı İyas, içinden çıkılmaz zannedilen pek çok davayı çözüme kavuşturmuştur. Bunlardan birisi şöyledir:
İki arkadaş ona birbirlerini şikâyet ettiler. Birisi, diğerine parasını emanet olarak verdiğini, isteyince de öbürünün inkâr ettiğini iddia etti. Kadı İyas, dava edilen adama verilen emanetin durumunu sordu. Adam onu inkâr etti ve şöyle dedi:
-Arkadaşım, delili varsa, getirsin. Değilse, benim yemin etmem gerekir.
Kadı İyas, parasını emanet olarak veren adama dönüp;
-Malı ona nerede verdin? dedi. Adam;
-Şöyle bir yerde, dedi. Kadı İyas;
-Orada ne vardı? dedi. Adam;
-Büyük bir ağaç vardı. Birlikte ağacın altında oturup gölgesinde yemek yedik. Ayrılmaya niyet edince, ona paramı emanet olarak verdim, dedi. Kadı İyas ona şöyle dedi:
-Ağacın bulunduğu yere git, belki oraya vardığında, paranı nereye koyduğunu ve ne yaptığını sana hatırlatır. Sonra da gördüklerini bana bildirmek için yanıma gel.
Adam gitti. Kadı İyas, davalıya;
-Arkadaşın gelinceye kadar otur, dedi ve o da oturdu. İyas hazretleri, oradaki diğer davacı ve davalılara dönüp onların davalarını incelemeye başladı. Bir taraftan da öbür dâvâlıyı gizli gizli gözetliyordu.
-Arkadaşın parayı sana verdiği yere ulaştı mı acaba? dedi. Adam boş bulunarak;
-Hayır, orası buraya uzaktır, dedi. Kadı İyas ona;
-Ey yalancı! Parayı aldığın yeri bildiğin halde onu inkâr ediyorsun ha! dedi. Adam şaşkınlıktan donakaldı ve emanete hıyanetini ikrar etti...

Rüyasında babasını görür...
İyas bin Muaviye 76 yaşına ulaşınca, rüyasında kendini ve babasını iki ata binmiş olarak gördü. İkisi birlikte koştular, ne o babasını ne de babası onu geçebildi. Onun babası 76 yaşında ölmüştü.
Kadı İyas bir gece yatağına çekildi ve ailesine şöyle dedi:
-Bu gecenin hangi gece olduğunu biliyor musunuz? Onlar;
-Hayır, diye cevap verdiler. O;
-Bu gece babam ömrünü tamamlamıştı, dedi. Sabah olunca onu ölü buldular...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir şefkat timsali Pertevniyal Sultan</label>

Pertevniyal Sultan (1812-1883) Osmanlı Padişahı Abdülaziz Hanın annesi ve II. Mahmud Hanın hanımıdır. 1829 yılında II. Mahmud Hanın hanımı oldu. 10 yıllık bir evlilikten sonra Padişah vefat etti. 25 Haziran 1861 tarihinde Sultan Abdülmecidin vefatı üzerine oğlu Abdülaziz Han tahta geçince Pertevniyal Sultan da Valide Sultan unvanını aldı. Oğlunun bütün saltanatı boyunca Valide Sultan kaldı. İstanbulu çeşmelerle donattıBu mübarek kadın, hayır hasenat işlerine çok önem verirdi. Pertevniyal Lisesini ve Pertevniyal Valide Sultan Camiini yaptırdı. İstanbulun çeşitli yerlerini çeşmelerle donattı. Bunlardan bazıları, Karagümrükte Pazar Meydanı arkasında, Defterdarda ve Şehreminidedir. Aksaraydaki kendi ismini taşıyan caminin avlu kapısındaki çeşme ise en güzel mimari eserlerdendir.
Oğlu vefat edince Valide Sultanlık dönemi bitti ama 7 yıl daha yaşadı. 5 Şubat 1883 tarihinde Dolmabahçe Sarayında vefat etti. İstanbulun Aksaray semtinde bulunan kendisinin yaptırmış olduğu Valide Sultan Camiindeki Pertevniyal Sultan Türbesine defnedildi.
Pertevniyâl Vâlide Sultan vefat ettiğinde, kendisini sâlih bir kimse rüyâsında güzel bir makâmda gördü ve sordu:
- Yaptırdığın cami dolayısıyla mı bu makama yükseldin?
Pertevniyâl Vâlide Sultan;
- Hayır, dedi.
O sâlih zât şaşırarak;
- O hâlde hangi amelinle bu mertebeye ulaştın? diye sordu.

Merhametimden dolayı kavuştum
Vâlide Sultân şu ibretli cevabı verdi:
- Çok yağmurlu bir havaydı. Eyüp Sultan hazretlerini ziyârete gidiyorduk. Yol üzerinde kaldırım kenarında oluşan su birikintisi içinde cılız bir kedi yavrusunun çırpındığını gördüm. Faytonu durdurdum; yanımdaki hizmetçiye Git, şu kediciği al, yoksa zavallı boğulacak!.. dedim. Hizmetçi ise; Aman Sultânım! Üstümüz kirlenir deyip getirmek istemedi.
Ben de onu kırmamak için arabadan kendim inip çamurun içine girdim ve o kedi yavrusunu kurtardım. Kedicik titriyordu. Acıdım ve onu kucağıma alıp, iyice ısıttım, doyurdum. Çok geçmeden zavallıcık canlanıverdi. Allahü teâlâ bu yüce makamı, işte o kediye olan bu küçük hizmet ve merhametimden dolayı bana ihsân eyledi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kahraman Maraşlı Evliya Efendi</label>

Birinci Dünya Savaşından mağlup çıkan Osmanlı devleti, Mondros Andlaşmasından sonra işgal edilmeye başlandı. Bu işgal güçlerinden Fransızlar Maraşa girmişlerdi. Bunu fırsat bilen Ermeniler silahlandılar. 31 Ekim 1919 Cuma günü sabah olur olmaz, şehirdeki Ermenilerden taşkınlık hareketleri görüldü...Fransızlardan güç alan Ermeniler, şehre dağılarak önlerine gelen Türklere hakaret ediyorlar, Türk Milletinin örf, âdet, gelenek ve görenekleri ile dinine dil uzatıyorlardı... İş iyice çığırından çıkmıştı!
Çeşitli mahallelerde yer yer olaylar patlak vermeye başladı. Fransız askerleri de bu duruma seyirci kalıyorlardı. Sataşma, dövme, yaralama gibi taşkınlıklar yetmiyormuş gibi, Ermeniler ve Fransızlar artık sarkıntılık etmeye de başlamışlardı. İş iyice çığırından çıkınca Maraşlılar âdeta kükrediler!
Fransızlar ve Ermenilerin bu taşkın hareketleri, Türklerin azim ve iradelerini artırmış, Türkler için artık tahammülü mümkün olmayan bir yere gelinmişti. Eli silah tutan herkes teşkilatlanarak düşmana karşı mücadele hareketine başladılar. Bu kahramanlardan biri de Evliya Efendi idi.
Evliya Efendinin emrindeki güçler ile diğer milisler bundan sonraki günlerde İslahiye ve Antepten Maraşa gönderilen Fransız takviye kuvvetleri durdurularak şehre girmelerini engellediler.
30 Ocak Cuma günü hakim bir noktada bulunan ve etrafını ateş altında tutan Tekke Kilisesindeki Ermeniler, Evliya Efendinin adamları tarafından etkisiz hale getirildiler. Bu tarihden itibaren savaş şiddetini daha da artırmaya başladı. O gün Fransızlar çarşıyı ateşe verdiler. Mevlevîhaneyi, Üdürgücü Camiini ve Belediye Dairesini yaktılar. Şehir yangın alanına döndü.

Ermeniler kurşun yağdırdılar...
4 Şubat 1920 Çarşamba günü Evliya Efendi, bütün kuvvetleriyle Taşhana yüklenmişti. Burada sıkıştırılan düşman kuvvetleri beyaz bayrak açıp teslim olacaklarını belirterek Evliya Efendiyi kapıya istediler. Evliya Efendi kapıya yaklaşır yaklaşmaz bu askerler arasında bulunan Ermeniler, derhal ateşe başlayarak o mübareği şehit ettiler.
Evliya Efendi şehid düşerken son sözleri şunlar oldu:
Yâ Rabbi! Bu memleketi kâfir zulmü altında bırakma!..
Nitekim, şehâdetinden bir hafta sonra, 12 Şubat 1920de şehir düşmandan temizlenmiştir...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri