Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kırâat âlimi ve hattat Müştâk Efendi</label>

Müştâk Efendi Anadoluda yetişen evliyânın büyüklerindendir. İsmi, Muhammed Mustafa Müştaktır. Anne tarafından soyu Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretlerine ulaşır... Müştâk Efendi, 1758 (H.1172) senesinde Bitliste doğdu. 1831 (H.1247) senesinde bozuk itikatlı kişiler tarafından şehîd edilen Müştâk Efendi, Muş Kabristanında medfundur.
Bu mübarek zat, Hakkârî beylerinden olduğu halde dünyâ malı ve rütbelerinden yüz çevirmişti. Babalarından kendilerinin idâresine giren yirmi yedi köydeki ne kadar mal varlığı ve geliri varsa, hepsini terk etmişti. Mânevî saltanat ona, dünyânın yanında üstün ve kıymetli olmuştu... Mânevî iltifâtlara kavuştu...
Müştâk Efendi, tahsîlini Bitlis ve civârında yaptı. Amcası Hacı Mahmûd Hocadan okudu. Kurân-ı kerîmi ezberledi. Kırâat ilminde üstün bir dereceye yükseldi. Hattat olup, çok güzel yazı yazardı.
Amcası Hasan Şirvânînin sohbetlerinde kalb gözü açıldı ve tasavvuf yolunun basamaklarından seyr ve sülûku tamamlayınca Bağdâta gitti. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Bu ziyârette mânevî iltifâtlara kavuştu.
Müştâk Efendi 1790-1814 senelerinde İstanbula geldi. Konyaya hazret-i Mevlânâyı ziyârete gitti. Orada bereketlenmek için Mesne-
vî-i Şerîf okuttu. Konya eşrâfından çok yakınlık ve sevgi gördü.
Her İslâm âlimi gibi bu mübarek zat da hocasını çok sever ve;
Pîrimiz, sultânımız Hâcı Hasan Şirvânîdir.
Ahseni takvîme hayrân olmuşuz, hayrânıyız beytini çok okurdu...

Şehîdlik rütbesini ihsân et!
Müştâk Efendi, İstanbula oradan da Muşa giderek insanlara ilim öğretmeye devâm etti. Muşta iken bozuk îtikâd sâhibi kimselerin hücûmuna uğradı. Dergâhında el açıp;
Yâ Rabbî! Bu âciz kuluna şehîdlik rütbesini ihsân et. Ancak o zaman sevgili kulun Hasanına (amcası ve aynı zamanda hocası olan Hasan Şirvânîyi kasdediyor) kavuşurum diye duâ ve niyâzda bulundu. Duâsı kabûl edildi. Evinde seccâdesi üzerinde iken boğularak şehîd edildi. Seccâdesinin altından bir kâğıda yazılı şu nat-ı şerîf çıktı:
Yâ Resûlallah! Ulüvv ü şân senin,
Server-i kevneynsin, fermân senin,
Dest-i hükmünde şehâ çevgân senin
Top senin, cevlân senin, meydân senin,
Söz senin, sohbet senin, devrân senin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Önümde ateşten bir dağ var!..</label>

Mâlik bin Dînâr hazretleri, gençliğinde mal mülk sâhibi bir zengin yiğitti. Büyük velî Hasan-ı Basrî hazretlerine talebe olunca, bütün mallarını ve parasını, fakir talebelere harcadı. Kalbinden Allahü teâlânın aşkından başka her şeyin sevgisini çıkardı. Ömrünün büyük bir kısmını Basrada geçirdi. İyi halleri ve çok kerâmetleri görüldü. Güzel ahlâkı dillere destan oldu...Bu mübarek zat buyurdu ki: Âlim, bildiği ile amel etmediği zaman, yağmur damlasının yalçın kayadan kayması gibi, vaaz ve nasîhati gönüllerden silinir gider. Yahudi bir komşusu vardı...
Kira ile bir ev tutmuştu. Komşusu ise bir Yahudi idi. Bu evin bir duvarı Yahudinin duvarıyla bitişikti. Yahudi yaptığı pisliği bu duvara atarak devamlı kirletmeyi âdet haline getirmişti. Uzun bir zaman geçmesine rağmen bir şikâyet gelmediğine hayret eden Yahudi, Mâlik bin Dinara gelerek, heladan, pis kokudan rahatsız olup olmadığını sordu. Mâlik bin Dînâr hazretleri ise rahatsız olduğunu, fakat yıkayıp temizlediğini bildirdi. Yahudi hayret içinde bu sıkıntıya niçin katlandığını sorduğunda, cevaben;
Allahü teâlânın rızâsı için. Çünkü o buyurdu ki: ...Ve öfkelerini yutup insanları affedenler... (Âl-i İmrân 134)
Yahudi bunun üzerine Ne iyi bir din ki, Allahın dostu, Allahın düşmanının verdiği eziyetlere katlanmakta, asla feryâd etmemekte, kimseye söyleyip şikâyet etmemektedir diyerek Müslüman oldu...

Bir hasta ziyaretine gitmişti!..
Bir gün hasta ziyâretine giden Mâlik bin Dînâr hazretleri durumu şöyle anlatıyor:
Hastanın hâlinden, ölüm durumunun yakın olduğu anlaşılıyordu. Kendisine Kelime-i şehâdeti telkin etmek (söyletmek) için uğraştım. Fakat ne kadar uğraştımsa da söylettiremedim. O durmadan on, on bir diyordu. Sonra kendisine gelip bana;
-Ey Üstadım! Önümde ateşten bir dağ var! Ne zaman şehâdet kelimesini söylemeye çalışsam, bu ateş bana hücum ediyor, dedi.
Bunun üzerine mesleğini sorduğumda; malını ribâya veren, faiz yiyen, ölçü ve tartıda hile yapan biri olduğunu anladım...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Medine yollarında... Cündeb bin Damre</label>

Cündeb bin Damre, çok zengin ve çok yaşlı ve dört erkek evlâd sahibi Mekkeli bir Müslümandı. Hicret edememeşti. Birçok Müslüman Mekkeden Medineye; Resulullahın yanına göçmüşken Onun hâlâ Mekkede durup kalması yüreğini yakıyordu. Nisâ sure-i şerifesi, bu yangını harlandırdı; ihtiyar çınar tutuştu. Sure-i şerifede mealen Müminlerden mazereti olmadan yerlerinde oturup kalanlar; elbette mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle bir olamazlar!.. diye buyuruluyordu... Cündeb radıyallahü anh, Rabbine yalvarmaya başladı: Bu şehirden rızkımı kaldır!Allahım! Hicret etmemek için benim hiçbir mazeretim yok! Buna rağmen hâlâ buradayım! Halbuki Habibin Medinede. Ey Allahım! Benim bu şehirden rızkımı kaldır. Beni müşriklerin yanından ayırarak hicret yurduna gönder. Oraya gitmek, Resulünle olmak; Onun hizmetinde bulunmak istiyorum...
İhtiyar Müslüman, çok geçmeden hastalandı. Evlâdları yatağının önüne diz çöktüler; onlara buyurdu ki:
  • Beni Mekkeden çıkarın!
  • Nereye çıkaralım babacığım, nereye gitmek istiyorsun?
  • Hasretinde olduğum yere; hicret yurduna... Resul aleyhisselamın yanına.
Evlatları Peki babacığım dediler ve hemen, hiç vakit kaybetmeden mübarek sahabiyi bir deveye bindirerek yola koyuldular...

Hicret sevabına kavuştu...
Hayvanın üzerinde hasta ve yaşlı bir insan; önde uzayıp giden sapsarı çöl, tepede yakıcı güneş var ama elde özlenilen Medineye kavuşacak kadar ömür var mı? Hayır... Ne yazık ki Cündeb hazretlerinin ömrü Medine yakınlarına varıldığında bitti...
Şimdi Eshab-ı kiramda bir merak:
- Acaba, diyorlar. Cündeb bin Damre muhacir mi; hicret sevabına kavuştu mu?
Nisa suresinin yüzüncü ayet-i kerimesi geldi... Evet; Cündeb radıyallahü anh Medineye varamamış olsa da; hicret etmiş ve hicret sevabına da kavuşmuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid Zeyd bin Zeynel'âbidîn</label>

Zeyd bin Zeynelâbidîn, Tâbiînden ve fıkıh âlimidir. Hazreti Hüseyinin torunu ve İmâm-ı Zeynelâbidînin oğludur. İlk önce babasından ders almaya başladı. Daha sonra ağabeyi Muhammed Bâkır, Ebân bin Osman, Urve bin Zübeyr, Abdullah bin Hasan, Abdullah bin Ebî Râfi gibi âlimlerden ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet etti. Medineden başka diğer İslâm memleketlerini de dolaşarak oralarda ilim tahsil etti. Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâbından bazılarını gördü. Zamanının bir tanesi idi...Zeyd bin Zeynelâbidîn, fıkıhta ve kırâat ilminde zamanının bir tanesi idi. Hitâbette eşi yoktu. Güzel konuşmaları ile etrafındakilerin dikkatini çeker, dinleyenlere sözleri tesîr ederdi.
Âlimler onun için şunları söylemiştir: Zeydi her gördüğümüzde, yüzü daima aydınlık ve nurluydu.
Zamanındaki bölücüler, Zeyd hazretlerinin değişik memleketlere ilim için yaptığı seyahatleri bahane ederek Halifeyi aleyhine kışkırttılar. Onun ilim için dolaşmayıp, hilâfete geçmek için çevresine adam topladığını söylediler. Halife de Onun Medine dışına çıkışını yasakladı. Fakat o mübarek bir fırsatını bularak Kûfeye gitti. Orada Ehl-i beyt taraftan gözüken bölücülerin kışkırtması ve Halifenin yakalattıracağı endişesiyle savaş için hazırlanmaya başladı. Kendisine binlerce kişi bîat etti. Başka şehirlerden de yardım vaat ettiler...

Sen de düşman olmalısın!..
Halifenin askerleri Kûfeye yaklaştıkları sırada taraftarları gözüken münafıklar Zeyd hazretlerine Biz Ebû Bekir ve Ömere düşmanız, sen de düşman olmalısın dediler. O da, Büyük dedem olan Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) sevdiği iyi kimselere düşmanlık edemem dedi. Bunun üzerine dört yüz kişi hariç, diğerleri onu savaş alanında terk ettiler. Zeyd hazretleri, bunlara ve kad rafadûnî dedi. (Beni terk ettiler) mânâsına gelen bu sözden dolayı, hıyânet edenlere Râfızî denildi. Bu sözler, Zeyd hazretlerinin son sözleri oldu. 122 (m. 740) senesinde yapılan savaşta şehîd edildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cüneyd-i Bağdâdî'ye bırakılan emanetler!..</label>

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olup, Seyyid-üt-Tâife denmekle meşhûrdur. Künyesi, Ebül-Kâsımdır. Bu mübarek zat 822 (H.207)de Nehâvendde doğdu. Bağdatta büyüdü ve orada yaşadı. 911 (H. 298) senesinde vefât etti.Bir kimse Cüneyd-i Bağdâdîden duâ istediğinde şöyle duâ ederdi: Seni kendisiyle meşgul etsin!
Allahü teâlâ senin kalbini dağınık etmesin. Seni, kendisinden alıkoyan her şeyden kurtarsın. Kendisine kavuşturan şeylere kavuştursun. Seni mâsivâdan (kendisinden başka şeylerden) kurtarıp, kendisiyle meşgul eylesin. Sana kendisiyle berâber olmaya lâyık bir edep ihsân eylesin. Kalbinden, râzı olmadığı, beğenmediği şeyleri çıkarıp, kendi rızâsını koysun. Seni kendisine ulaştıran yola kavuştursun...
Bu mübareğin de hikmetli sözleri pek çoktur. Birisi, kendisine Gözümü yabancı kadınlara bakmaktan nasıl koruyabilirim? diye sorunca Yabancı kadını gördüğün zaman, Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha iyi gördüğünü hatırla buyurdu...
Bir gün Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri câmide iken bir zât içeri girdi ve iki rekat namaz kıldı; sonra bir kenara çekildi. Biraz sonra, işâret ile Cüneyd-i Bağdâdîyi yanına çağırdı. Onun yanına gittiğinde;
Ey Ebül-Kâsım! Allahü teâlâya ve dostlara kavuşma vaktim yaklaştı. Vefâtımdan sonra yıkanmam, kefenlenmem ve defnim bittikten sonra senin yanına bir genç gelir, elbisemi, âsâmı ve su kabımı ona verirsin. O, Allahü teâlâ katında mânevî derecesi yüksek olan birisidir dedi...

Sen bunu nereden biliyorsun?
O zât vefât edip, defnedildikten sonra Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin yanına bir genç geldi ve; Emânet nerede ey Ebül-Kâsım? dedi. O da; Sen bunu nereden biliyorsun? Bize söyle deyince, şöyle cevap verdi:
Falanca yerde bulunuyordum. Gaibden bir ses bana; Kalk! Cüneyde git! Ondaki şu, şu emâneti al! Sen ebdal denilen evliyâdan birinin yerine tâyin edildin!
Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri emânetleri ona verdi. O genç gusül abdesti aldıktan sonra, o elbiseleri giyip, gitti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kıtlık zamanında alınan Köşk</label>

Meşhur velilerden Habib-i Acemî hazretleri zamanında yaşanan şöyle bir hadise anlatılır: Horasanlı bir adam, evini on bin dirheme satarak, ailesiyle Basraya geldi. Oradan hacca gidecekti. Habib-i Acemîyi buldu ve ondan şöyle bir istekte bulundu:Ben eşimle hacca gidiyorum. Şu on bin dirhem parayı al da, Basrada benim için uygun bir ev alıver. Rızası olmazsa, parasını öderim!
Horasanlı ve eşi Mekkeye doğru yola koyuldu...
O günlerde Basrada müthiş bir kıtlık ve açlık başgöstermişti. Habib-i Acemî hazretleri ise elindeki emanet parayla gıda maddeleri alıp, sahibinin hayrına muhtaçlara dağıtmak zorunda kaldı. Adamın rızası olmazsa, parasını ben öderim diye düşündü.
Horasanlı adam, hac dönüşünde kendisine ev alınıp alınmadığını sordu. Habib-i Acemî hazretleri dedi ki:
Sen benden bir ev almamı istedin ben ise sana Cennetten bahçeli bir köşk alıverdim!
Adam sevindi ve bu durumu eşine de haber verdi. Kadın da buna memnun oldu, fakat köşkün tapusunu da istedi. Horasanlı bu isteği iletince, Habib-i Acemî hazretleri ona şöyle bir senet yazıp verdi:
Bismillah... Bu senet, Habibin Horasanlı zat için Rabbinden aldığı köşkün tapusudur. Allahü teâlâ bu köşkü Horasanlıya verecek ve Habibi de borcundan kurtaracaktır...

Bu tapuyu kefenime koyun!
Bu senedi aldıktan sonra adamcağız ancak kırk gün daha yaşadı. Ölmek üzereyken;
Bu tapu senedini kefenime koyun dedi ve ruhunu teslim etti.
Öyle yaptılar... Bir zaman sonra da kabrinin üstünde, parlayan bir levha buldular. Üzerinde şunlar yazıyordu:
Habib Ebu Muhammedin falan Horasanlı için on bin dirheme aldığı köşkün beratıdır. Rabbi, Habibin istediği köşkü Horasanlıya verdi ve Habibi de borcundan kurtardı.
Habib-i Acemî hazretleri bu yazıyı alıp okuyunca, levhayı öptü ve ağlayarak dostlarının yanına koştu: Bu, Rabbimin bana olan beratıdır! diye sevincini ifade etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sultan Melikşah'ı kurtaran dua...</label>

Bir gün Selçuklu Sultanı Melikşahın yoluna çıkan ihtiyar bir kadın ağlayarak şöyle dedi: -Ey adil padişah! Ey güzel yüzlü, güzel huylu padişah... Benim gibi güçsüz ve fakir kadının, bakmakla yükümlü olduğum birkaç öksüz torunum var. Bütün geçimimiz bir öküze bağlıdır. Ancak gördüm ki onu da kesip yemişler, şu anda tam 24 saat oldu ki benim yetimlerim açtırlar, açlıktan feryat etmekteler. Sen ki günümüzün güçlü adil bir sultanısın; benim hakkımı onlardan almazsan, yarın kıyamet gününde o kıldan ince, kılıçtan keskin sırat köprüsünden nasıl geçersin! Askerlerin de ciğerleri sızladı!Yaşlı kadının hıçkıra hıçkıra ağlamasından dolayı padişahla birlikte, bütün askerlerin de ciğerleri sızladı. Sultan Melikşah;
-Ey hatun bundan benim haberim yoktu. Bununla birlikte senden af dilerim. Şimdi söyle bakalım o senin boğazlanan hayvanının yerine başkalarını kabul eder misin? dedi ve askerlerine yetmiş tane sütlü inek ve öküz getirmelerini emretti. Hepsini de o aciz ve fakir kadına teslim etti. Yaşlı kadının gönlünü ve dualarını aldıktan sonra yola çıktı...
Bir müddet sonra Sultan Melikşah bu fani âlemden bakilik sarayına göçtü. Haberi duyan yaşlı kadın yetimler ile birlikte gelerek, Melikşahın kızını kucakladı, yüzünü yerlere sürdü, başını kaldırdığı zaman ona söyle dua etti:

Azabından korkarak bize acıdı
-Ey Melik-ül müteal, ey padişah-i bizeval, ol günkü Melikşah kulun senin azap ve ikabından korkarak bize acımıştı ve zalimlerin zulmünü üstümüzden kaldırıp, gammımızı sevince dönüştürmüştü. Sen en büyük rahmet ediciden, ben yaşlı ve aciz kadının niyaz ve temennim budur ki; o kulunu hesapsız kerem hazinenden mahrum kılma, kendisini o sonu gelmez rahmetinle, gufranına ve rahmetine, sevincine gark eyle!
O zamanın büyük velîlerinden bir kısmı Sultan Melikşahı rüyalarında görürler. Kendisine; Rabbin katında ne muamele edildi diye sual ederler. O büyük Sultan da; Cenab-ı Allaha sonsuz hamd ederim. O yaşlı ve aciz kadının duası bereketiyle beni sonsuz rahmetlere vesile eyledi. Onun duası olmasaydı hâlim perişandı der...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şair Nef'î'yi idama götüren hicivleri</label>

Şair Nefî Efendi, Saraydakilerle alay eden şiirler söyler, yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekerdi... İşte bunlardan biri de Vezir Tahir Efendi idi. Ona da hakaret ettiğinden, Tahir Efendi Nefîye Kelb demişti. Nefî de hemen bir şiirle ona cevab verdi: Bize kelb demiş Tahir Efendi/İltifatı bu sözüyle zahirdir/Malikidir benim mezhebim zira/İtikadımca kelb, tahirdir... Şeyhülislam ikaz etti!
Zamanın Şeyhülislamı onu ikaz etmiş, bir Müslümanı kötülerken aşırı gidilirse küfre düşülebileceğini söylemişti. Nefi de buna karşılık olarak;
Müftü efendi bize kâfir demiş/Tutalım ben Ona diyem Müslüman/Lâkin varıldıkta ruz-ı mahşere/İkimiz de çıkarız orada yalan... diyerek cevap vermişti...
Daha sonra tahta çıkan Sultan 4. Murad Han onu Başkatipliğe tayin etti, fakat kimseye ilişmemesini söyledi. Her ne kadar Nefî, Padişaha bu konuda söz verse de, yaradılışı icabı, kalemini durduramayıp Sadrazam Bayram Paşa hakkında bir hicviye yazdı:
Gürcü hınzırı, a samsun-ı muazzam, a köpek/Nerde sen, nerde sadrazamlık, a köpek/Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun/Bir senin gibi deni cehl-i mücessem, a köpek...


Mübarek teriniz damladı!
Sadrazam bundan son derece incindi. Fakat saray terbiyesi icabı, kimse bunları Padişaha bildirmiyordu. Padişah hasbelkader bunun farkına varınca, onu son defa ikaz etti. Fakat tıyneti icabı, işi daha da ileri götürdü. Halife-i Müslimin olan Padişaha, her zaman yüzüne karşı methiyeler düzdüğü halde, günün birinde onu tenkid eden, alaycı bir şekilde hicveden Sihâm-ı Kazâ isimli şiiri yazdı. Padişah bunu öğrenince, onun cezalandırılmasını istedi. Fakat kurnaz Nefî, hemen saraydaki zenci ağalardan birine giderek Padişahın kendisini affetmesi için bir dilekçe yazması için yalvardı. Saray ağası dayanamayıp bir dilekçe yazdı. Tam imzalarken, kalemden bir damla siyah mürekkep kağıda damladı. O anda şairin hiciv damarı kabardı ve o zor anında bile zenci saray ağasını renginden dolayı kötülemek için Mübarek teriniz damladı efendim deyiverdi. Bu onun son sözleri oldu ve zenci saray ağası Nefîyi hemen cellada teslim etti. (26 Ocak 1635) yılında idam edildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çerkez Kızı Ayşe'nin dramı</label>

Fransız Büyükelçisi Kont de Ferriol Ayşe adında bir kızcağızı gizlice satın alarak 1697 senesinde İstanbuldan Fransaya göndermişti. Talihsiz Çerkez Kızı Ayşe ömrünün sonuna kadar bir Fransız malı olacak ve çile dolu bir ömür sonrasında vatanından uzaklarda acı içinde son nefesini verecekti. Onun adı artık Elisabeth-Charlotte idi...Ayşe, 18 yaşına geldiğinde, güzelliği ve mahzunluğu sebebiyle delikanlılar, onun çevresinde pervane oluyordu. Fransada krallık rejiminin en çalkantılı yıllarında büyüyen Ayşe, son derece ünlü isimlerle tanıştı... Üzüntüden verem oldu...
Kont de Ferriol, 61 yaşında Parise döndüğünde; Ayşe gençliğinin en alımlı günlerindeydi. Ancak Ayşeyi tarihe geçirecek; ona sahip olarak üzüntüden verem edecek, Şövalye Blaise Marie dAydienin ona olan aşkıydı. Kont de Ferriol hayata gözlerini yumunca Köle Ayşenin yeni sahibi bu şövalye oldu...
Blaise, Malta Şövalyeliği de yapmış oldukça soylu bir ailedendi. Perigod kökenli aile Cizvit Tarikati okullarında yetiştirdikleri oğullarının bir köle ile evlenmesine izin vermiyordu. Bu arada Cariye Ayşeden, bir çocuk sahibi olacak kadar ileri gidip, şansını zorlamayı ihmal etmedi. Kızına Celine (Selin) adını verdi.
Ailesinden kopuk büyümenin verdiği acılar, çektiği ıstıraplar, onu insan tüylerini ürpertecek mektuplar yazmağa sevk ediyordu. Ayşe çok ama çok acı çekiyordu. Ki, zamanla verem olmaktan kurtulamadı ve kan kusarak yalnızlık içinde hayata veda etti. Son mektubunda şunları yazdı:

Şu anda hiç mutlu değilim
Devamlı öksürüyor ve kan tükürmeye devam ediyorum... Gün geçtikçe zayıflıyorum. Ölüm düşüncesi beni sandığınızdan daha az kederlendiriyor. Şu anda hiç mutlu değilim. Çirkin davranışım beni zelil kıldı...
Aradan yıllar geçti... Ayşenin kızı Celine bir soylu ile evlendi. Evliliği kısa sürdü ve onun da bir kız çocuğu oldu. O kız, Andre de Bonneval ile evlendirildi. Onun oğlu da yıllar sonra Osmanlıya sığınacak, Müslüman olmakla şereflenecek ve ordunun çok önemli bir sınıfının kuruculuğunu yapacaktı. O isim, Osmanlı Tarihlerinde Humbaracı Ahmet Paşa adıyla bilinen Claude Alexandre de Bonneval idi... Tarih, ne garip sırlar gizliyor değil mi?
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Devamlı salevât okuyan adam!..</label>

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden olan Süfyân-ı Sevrî hazretleri Mekke-i mükerremeye gittiği zaman halk başına toplanır, bilmedikleri ve anlayamadıkları hususları sorarlardı. Hepsine teker teker cevap verir, müşkillerini hallederdi...Bu mübarek zat bizzat kendisi anlatır:
Bir gün Kâbe-i şerîfi tavaf ederken devamlı salevâtı şerife okuyan birini görünce ona şöyle sordum: Bu husûsta bir bildiğin mi var?
-Behey adam! Sen tesbih ve tehlili bırakmışsın, kendini tamamen Peygamber efendimize salât-ü selâm getirmeye vermişsin, bu husûsta bir bildiğin mi var? dedim. Bana;
-Allahü teala günahını bağışlasın, sen kimsin? diye sordu, ona;
-Süfyan-ı Sevrîyim, diye cevap verdim. Bunun üzerine bana şunları söyledi:
-Eğer sen zamanının en büyük zahidi olmasaydın sana durumumu anlatmaz, seni sırrıma ortak etmezdim. Şimdi dinle! Babamla birlikte hac için yola çıkmıştık, konak yerlerinden birinde babam hastalandı, yolculuktan geri kalarak onun durumu ile ilgilendim. Fakat sonunda vefat etti. Ruhu çıkar çıkmaz da yüzü kapkara kesildi. Ben dehşete kapılarak İnnâ lillâh ve innâ ileyhi raciun dedim ve yüzünü örttüm. Bu sırada göz kapaklarım ağırlaştı, üzgün bir ruh hali içinde uykuya daldım. Rüyada, bu kadar güzel yüzlüsünü, bu kadar temiz kılıklısını ve bu derecede hoş kokulusunu hayatta görmediğim birini gördüm, ağır adımlarla yürüyerek babamın yanına sokuldu, kefeni yüzünden kaldırarak avucunu çehresinin üzerinden geçirir geçirmez, babamın yüzü ağarıverdi. Sonra, tam yerinden kalkmış, gidiyordu ki, elbisesine yapışarak sordum:


Benden imdad istedi!..
-Ey Allahın kulu. Kimsin sen ki bu gurbet elde Allahü teala seni babama ihsan buyurduğu nimete vâsıta kılmıştır?
Bana şöyle cevap verdi:
(Beni tanımadın mı? Ben Kurânın sahibi Muhammedim. (sallallahü aleyhi ve sellem) Baban günahkâr bir kimse idi, fakat bana çok salât-ü selâm getirirdi. Ölürken başına bu hâl gelince benden imdad istedi, ben ise üzerime salât-ü selâm getirenlerin imdadına hemen koşarım.)
Bu sırada uyandım, bir de baktım ki, babamın yüzü gerçekten bembeyaz olmuş...
İşte ben de o günden beri devamlı Seyyidül-Beşere salevât-ı şerife getiriyorum ki, şefaatine nail olayım...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin</label>

Yavuz Sultan Selim Han, Mısırı fethettiğinde bir süre orada kalır. Bu sırada kaldığı otağda görevli Mısırlı bir cariye vardır ki, Selim Han sabah çıkınca, geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor... Bu cariye Yavuz Sultan Selim Hanı görür görmez âşık olur. Lâkin ümitsiz bir aşk!.. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye... Derdi olan neylesin?
Cariyenin aşkı dayanılmaz seviyeye ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Padişaha açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurumu düşününce koca sultanın karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamaz. Düşünür, taşınır ve bir yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Bir not yazarak Selim Hanın yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır: Derdi olan neylesin?
Akşam gelince notu gören Selim Han, bunun, çadırını süpüren cariyeye ait olduğunu anlar ve kâğıdın arkasına cevabını yazar: Derdi neyse söylesin.
Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Cariye temizlik için çadıra geldiğinde kaparcasına kâğıdı alıp heyecanla okur. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip önceki notunun altına şu cümleyi ekler: Korkuyorsa neylesin?


Hiç korkmasın söylesin!
Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar: Hiç korkmasın söylesin!
Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir! Aşkını o akşam halifeye söyleyecektir. O gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip beklemeye başlar...
Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariye hemen ayağa kalkar. Selim Han Buyurunuz, sizi dinliyorum deyince, cariye bütün cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle Efendim... der. Cariyeniz... ve cümlesini tamamlayamadan Allah! diye feryad ederek yığılıp kalır. Selim Han da çok hislenmiştir. Gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:
Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.

]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
O beytin Rabbi sana dargındır!</label>

Büyük velîlerden Süfyan-ı Sevrî hazretleri bizzat kendisinin yaşadığı şöyle bir hâdise anlatır: Bir gün yolda giderken, bir kimse bana yoldaş oldu. Namazda, yeme ve içmede hiçbir şekilde bize karışmadı. Dedim ki: -Ey kişi! Neden bizden uzak durup karışmıyorsun? O kimse;
-Ben Nasrânîyim, dedi.
-Adın nedir? diye sordum.
-Abdül-Mesîh, diye cevap verdi.
-Nereye gidiyorsun? dedim.
-Gördüm ki her yıl birçok kimse bu yola gidiyor. Bu yıl ben de onlara arkadaş olayım, bakalım nereye gittiklerini bir öğreneyim dedim, diye anlattı. Rabbin yemek göndersin!
Üç gün gittikten sonra Hristiyanın yemeği kalmayıp, takatsiz düştü ve bana;
  • Ya Süfyan! Rabbinin yanında hiç kadrin, kıymetin yok mu?
  • Niçin olmasın?
  • O halde Rabbinden dile bize yemek göndersin!
  • Benden dilediğini Rabbimden sen dile, dedim.
Bunun üzerine Nasrânî, yüzünü yere koyup dua edince, gâibden bir tabak ile yemek geldi. Bu vaziyet karşısında benzim sarardı, halim değişti ve düşündüm ki, acaba Nasrânî bu mertebeye nasıl erişti? Nasrânî secdeden başını kaldırınca, benim halimin değiştiğini anladı ve;
-Ey Süfyan! Bu senin sebebin iledir. Zira duamda şöyle dedim: Eğer bu kişinin dini hak ise, ibadet ettiği Rabbi, bize yemek göndersin!


Beytullaha nasıl girdin?
O Nasrânî, iki sene gözden kayboldu... Nihayet biz bir gün, Kâbe-i şerife vasıl olduk. Orada Nasrânîyi Müslümanlar ile tavaf ederken gördüm. Ve; Ey Abdül-Mesîh! Beytullaha nasıl girdin? dedim. Bunun üzerine Nasrânînin gözleri yaş ile dolarak şöyle dedi:
-Ya Süfyan! Bana artık Abdül-Mesîh deme. Ben, Mesihin de Rabbi olan Allahü tealaya iman ettim.
-Sana Hakkın inayeti nasıl ulaştı? diye sorunca da şöyle anlattı:
-Müslümanlar ile Arafatta tavaf ettim. Daha sonra onlar ile beraber Kâbe-i şerifin içine girmeye niyetlenip ayağımı mübarek eşiğine koyduğum zaman, şöyle bir nida geldi: Utanmaz mısın, Beytullaha nasıl girersin? O beytin Rabbi sana dargındır!
Fakat o anda her nasılsa rahmet ve inayet yetişip içim iman nuru ile doldu. Elhamdülillah, Allahü teala bana Müslüman olmamı nasip etti.
Kısa bir zaman sonra da o zatın vefat ettiğini duyduk...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri