Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Unutulmaz denizci Burak Reis</label>

İkinci Bâyezîd Han Venediklilerin elinde olan ve Akdenizdeki Osmanlı hâkimiyetinin kurulmasına engel teşkil eden Lepante (İnebahtı) ve Navarin limanlarıyla, Modon ve Koron kalelerini bir an önce fethetmek istiyordu... Sultan İkinci Bâyezîd Han karadan, Kaptan-ı derya Küçük Dâvûd Paşa da denizden 270-300 parçadan kurulu donanma ile 1499 yılı baharında Geliboludan hareket etti. Devrin meşhur denizcilerinden; Kemâl, Burak, Kara Hasan ve Herek Reisler de aralarına katılmışlardı... Emrin başım üstüne ağamOsmanlı Donanması şafak sökmeden Porto-Longa limanından çıktı. Çok geçmeden Sapienza adası civarında görünen düşman donanmasıyla öncüler savaşa tutuştu. Kararlaştırıldığı gibi Burak Reisin gemisi ayrılarak düşman gemilerinin arkasına sarkma manevrasına girişti. Fakat etrafı bir anda düşman gemileriyle sarıldı. Burak Reis, kendisinden çok güçlü ve daha süratli olan düşman gemilerinin arasından sıyrılamayacağını anlayınca, yakın muharebeyi seçip, en yakın arkadaşı Kara Hasana seslendi:
Yiğit kardeşim Kara Hasan! Çabuk leventlerimizi hazırla! Göze göz, dişe diş çarpışacağız! Kara Hasan;
Emrin başım üstüne ağam dedi.
Burak Reis, saldıran düşman gemilerine ateşe başlayınca onlar da karşılık verdiler. Dört gemi bir gemiye karşı bir süre muharebe etti. Nihayet üç düşman gemisi Burak Reisin gemisine rampa etti. Kancalı halatla birbirine sıkı sıkıya bağlandılar.


Kanlı bir muharebe başladı...
Osmanlı donanması diğer düşman gemileriyle muharebeye girişmiş olduğu için Burak Reise yardım edemedi. Kancalı halatlarla birbirine sıkı sıkıya bağlanan bu dört gemi efradı arasında saatlerce süren kılıç, balta ve balyozla kanlı bir muharebe başladı. Kalyonlar yok olduğu takdirde, Venedik sevk-i idâresinin de bozulacağını anlayan Burak Reis, kendi gemisinin barutluğunu ateşlemeye karar verdi. Leventlerine son defa şöyle seslendi:
Haydi yiğitlerim! Son nefesimize kadar vuruşacağız...
Kara Hasan Reis, aldığı emir üzerine gemiyi neft ile tutuşturdu. Şiddetli rüzgâr sebebiyle yangın, düşman gemilerini de sardı. Neticede gemilerin hepsi alev alarak infilak ettiler. Burak Reis ve leventleri, kendilerini feda ederek büyük bir deniz zaferinin kazanılmasını sağlamışlardı. Ruhları şâd olsun...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ser veririz ama sır vermeyiz!..</label>

Yıl 1528... Muhteşem Süleyman, Alman İmparatorluğunun taht merkezi Viyana kapılarındadır. Avrupanın titreme, Osmanlının ihtişam devrindeyiz. Viyana çevresinde yapılan muharebelerden birinde, 5 Türk askeri Almanlarca pusuya düşürülüp esir alınır. Az geçince de Viyana kumandanının önüne çıkarılır ve sorgulama başlar: Hangi paşanın askerlerisiniz?
Kaç bin askeriniz var?
Kaç topa sahipsiniz?.. Soyun şu rezilleri!
5 esir genç, tek kelime etmezler. Korkusuz, hatta umursamaz görünürler. Kumandana alay eder gibi bakmaktadırlar. Ve beklenen emir verilir.
Soyun şu rezilleri!
5ini de soyarlar; elleri bağlıdır, işkence başlar. Demir zincirli kamçılarla bütün gün eziyet ederler 5 yiğit artık kızıl kanlar içindedir. İşin garibi, 5inden de en ufak bir ahlama, ohlama duyulmaz. Kumandan haykırır:
Getirin çuvalları!
Çuvallar getirilir. Esirlerden ilkini iri çuvallardan birine koyarlar; ağzını bağlayıp, Viyana Kalesinden dibi görünmez Tuna kayalıklarına atarlar.


Bre gafil düşman!..
4 delikanlı, bitkin fakat sessiz; harap fakat dimdik; perîşan fakat metin haldedir. Kumandan yırtınır gibi yeniden bağırır. Aynı vakur sükûnet devam eder. Gözlerinde ne korku, ne de merhamet dilenişi görülür. 2, 3 ve 4. askerler de çuvallar içinde aynı uçuruma atılırlar. Sıra kendisine gelince 5. yiğit seslenir:
Bağlarımı çözün, konuşacağım. Birazcık da su verin!
Suyu getirirler. Mehmetçik birkaç yudum içer ve Türk askeri ser (baş) verir, sır vermez sözünü ispatlarcasına etrafındakilere haykırır:
Bre gafil düşman!.. Boşuna uğraşıyorsunuz. Şayet ölümden korksaydık buralarda işimiz neydi? der demez, düşman askerleri onu da az önce 4 arkadaşının parçalandığı kayalıklara doğru fırlatırlar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerâmetler menbaı Talhâ bin Îsâ</label>

Ebû Muhammed Talhâ bin Îsâ, gençliğini ilim öğrenmekle geçirdi. Çok kerâmetleri görüldü. Bereketli ve hikmetli sözleri çoktur. Her fırsatta Kurân-ı kerîm okur, geceleri devamlı ibâdet ederdi. Allahü teâlâya olan aşk ve muhabbetinin çokluğu sebebiyle, mânevî hallere ve kerâmetlere kavuştu... İsm-i azam duasını bilirdi!..Ebû Muhammed Talhâ, rüyâsında Resûlullah efendimizin işâretiyle, hazret-i Ebû Bekrin elinden tasavvuf hırkasını giydi. Tasavvuf yolunda üstün derecelere kavuştu. Allahü teâlâ ona
İsm-i azamı öğretti.
Kendisi şöyle anlatır: İsm-i azamı kimseden öğrenmedim. Onu, havada nurdan yazılmış harflerle görüp öğrendim.
Ebû Muhammed Talhâ hazretleri kabirleri ziyâret eder, kabirdeki evliyâ ile görüşür, konuşurdu. Bir defâsında hacca giderken, büyük fıkıh âlimi Ahmed bin Ömer ez-Zeylâînin türbesine uğrayıp ziyâret etti. Onu, başında çiçeklerden bir taç demeti olduğu halde gördü ve onunla konuştu. Bu sebeple Hangi velînin kabri başında dursam, Allahü teâlâ, o zâtın rûhâniyetinden beni haberdâr eder buyururdu.
Bulunduğu şehirde bir karışıklık oldu. Sultan şehirden çıktı. Herkes malını ve kıymetli şeylerini bir yere sakladı. Ebû Muhammed Talhâ o vakitte hasta idi. Bir talebesi gelip durumu anlatınca; Bu insanlara bir şey olmayacak. Ancak bir âlim vefât edecek. Âlimin ölümü, âlemin ölümü demektir buyurdu. Çok geçmeden kendisi vefât etti... Vefâtından sonra da kerâmetleri görüldü.


Senin beş küp altının var!..
Yeğeni Hibetullah Sücâf anlatır:
Hanımımın bir elbiseye ihtiyâcı vardı. Param olmadığı için alamadım. Üzüntülü hâlimle dayımın kabrine gidip dua ettim. Beni hafif bir uyku hâli kapladı. O anda karşımda onu gördüm. Bana; Filan kişiye gidip selâmımı söyle ve; Senin her biri çeşitli yerlerde olan beş küp altının var. Birisi de falan ağaç altındadır. Senden kırk dirhem istiyorum, dersen, verir buyurdu. Derhal kendime geldim. Buyurduğu kişiyi buldum ve dayımın söylediklerini aynen naklettim. O kişi; Evet, dayın Ebû Muhammed Talhâ bin Îsânın dediği doğrudur. Bundan sonra ne ihtiyâcın olursa bana gel dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid Mevlânâ Sadeddin Kaşgarî</label>

Mevlânâ Sadeddin Kaşgarî hazretleri, Maveraünnehirde yetişmiş olan evliyanın büyüklerindendir. Kendilerini bir müddet ilme verdikten sonra büyük marifet cazibesine kapılır ve Mevlânâ Nizameddin Hâmuş hazretlerinin hizmet ve sohbetlerinde yıllarca pişer, gelişir; kâmil ve mükemmil, yani hem yetişen hem de yetiştiren bir büyük veli olur. Kendisini hep gizleyen bu mübarek zatın çok kerameti görülmüştür... Şimdiye kadar kimse sormadı!Mevlânâ Sadeddin Kaşgarî hazretleri ölüm döşeğinde iken bir Halveti Şeyhi bir müridiyle beraber kendilerini ziyarete geldi. Biraz sohbetten sonra Halveti şeyhi Mevlânâ hazretlerine sordu:
-Siz seyyid mişsiniz, öyle mi?
Mevlânâ hazretleri tasdik ettiler. Şeyh tekrar dedi ki:
-Siz, Allah Resûlünün neslinden olmak gibi bir şerefe malik bulunur ve bu nesebin gizlenmesi caiz olmazken, nasıl oluyor da hayatınız boyunca seyyidliğinizi belli etmiyorsunuz?
Mübarek, şöyle cevap verdi:
-Pederimin vefatından sonra ondan bir şecere ve neseb levhası kaldı. Onu, herkese gösterip benlik satmaya vesile ve seyyidlik izharına âlet etmemek için bir duvar kovuğuna yerleştirdim ve üzerini balçıkla sıvadım. Benden soran olmadıkça söylememeğe karar verdim. Şimdiye kadar kimse sormadı, ben de söylemedim. Bugün siz sordunuz, gizlemedim. Gerçeği bildirdim... Ancak merak ettim, seyyid olup olmadığım sualini size sorduran sebep nedir?
Şeyh dedi ki:
-Demin murakabede iken Allahın sevgilisi tecelli ettiler ve buyurdular ki: (Bizim oğlumuz Sadeddin, müridlerinden iki kişiyi bize eriştirip velilik makamına yükseltmişlerdir.) Sebep, bu!


Otuz ikiyi iki anlamıştır!..
Mevlânâ Sadeddin hazretleri buna karşılık verdiler:
-Müritlerin sayısını fazla söylemeleri lâzımdı!
O zaman şeyhin müridi cevap verdi:
-Şeyhimin kulaklarında hafif bir ağırlık vardır, otuz ikiyi iki anlamıştır.
Mevlânâ Hazretleri;
-Doğrusu senin dediğindir! buyurarak müridin zekâ ve huzurunu takdir ettiler ve buyurdular ki:
-Allahın inayetiyle yakınlarımızdan otuz iki kişi velilik mertebesine ulaşmıştır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Tâhâ-i Hakkârî</label>

Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretleri, Anadoluda yaşayan büyük velîlerdendir. Silsile-i aliyye adı verilen, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâda ve âhirette saâdete, mutluluğa kavuşmalarına vesile olan büyük âlim ve velîlerin otuz birincisidir. Peygamber efendimizin neslinden olup Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin on birinci torunudur. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfelerindendir. 1853 (H.1269) senesinde Şemdinli yakınındaki Nehride vefât etti... Fen ve din ilimlerini öğrendiTâhâ-i Hakkârî, küçük yaşta Kurân-ı kerîmi ezberledikten sonra ilim öğrenmeye başladı. Süleymâniye, Kerkük, Revandız, Erbil ve Bağdattaki medreselerde ve daha başka birçok medresede zamânının büyük âlimlerinden ders gördü. Fen ve din ilimlerini öğrenip, icâzet (diploma) aldı. Tasavvuf ilmini Süleymâniyede ziyâretine gittiği ve sohbetinde bulunduğu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdîden öğrenip kemâle geldi. Mübarek hocası tarafından Nehri kasabasında ders vermeğe memûr edildi. Kendisi de bütün hocaları gibi, ömrü boyunca, İslâmın güzel ahlâkını yaymış, siyâsete karışmamış, Müslümânları hükûmete hizmet, kanûnlara itâat etmeğe ve herkese iyilik yapmağa teşvîk eylemiştir...


Abdülehad! Şöhret âfettir!
Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretleri 1853 (H.1269) senesinde bir ikindi vakti, Haram Çeşmesi denilen ağaçlık bir mevkide talebeleri ile sohbet ediyordu. Sohbet ânında kendisine iki mektup arz edildi. Bunları kıymetli dâmâdı Abdülehad Efendiye okuttuktan sonra; Abdülehad! Şöhret âfettir. Artık bizim dünyâdan gitmemizin zamânı geldi buyurdu...
O gün sohbetten sonra hâne-i saâdetlerine gitti ve orada hastalandı. On bir gün hasta yattı. Hastalığının ağır olmasına rağmen namazlarını mümkün olduğu kadar ayakta kılmaya çalıştı. Hastalığının on ikinci, cumartesi günü talebeleri ve yakınları ile helâllaştı, vedâlaştı, vasiyetini bildirdi. Kardeşi Seyyid Sâlih hazretlerini çağırttı. Onun için; Biraderim Sâlih, kâmil, olgun bir velîdir. Herkesin başı onun eteği altındadır buyurdu. Yerine kardeşi Sâlih hazretlerini halîfe bıraktı. İkindi vaktinde, talebelerinin Yâsîn-i şerîf tilâvetleri arasında, mübârek rûhunu Kelime-i tevhîd getirerek teslim eyledi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbretli bir hayat... Abdullah bin Sa'd</label>

Abdullah bin Sad, Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve Afrikiye diye anılan, Kuzeybatı Afrikanın fatihi, büyük komutan ve validir. Tam ismi, Abdullah bin Sad bin Ebi Serh bin Haris bin Hubeyb el-Kureşi el-Amiri olup, künyesi Ebu Yahyadır...Abdullah bin Sad, Osman bin Affanın (radıyallahü anh) sütkardeşidir. Resulullah efendimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) Medineye hicret etti. Ayrıca, vahiy katibiydi. Fakat ne hazindir ki Mekkeye geri döndü ve müşriklerin arasına karıştı... Hazreti Osmana sığındı...
Mekkenin fethinde, Resul-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, Abdullah bin Sadın ve Abdullah bin Hatalın Kabe-i muazzamanın altında bulunsalar bile öldürülmelerini emretti. Fakat Abdullah bin Sad, Osman bin Affanın yanına kaçtı.
Hazreti Osman da onu fetih tamamlandıktan ve herkes yatıştıktan sonra Resulullahın huzuruna götürdü. Resulullah efendimizden onun hakkında eman istedi.
Peygamber efendimiz uzun müddet sükut etti. Sonra; Evet buyurdular. Abdullah bin Sad tövbe ederek, o gün Müslüman oldu. O günden sonra, onda hiçbir uygunsuz hareketi görülmedi...


Mısır valiliğine getirildi...
Abdullah bin Sad, Kureyşin ileri gelenlerindendi. Mısırın fethinde Amr bin Asın ordusunun sağ kanadında komutan olarak bulundu. Buranın fethindeki bütün muharebelere katıldı.
Hazret-i Osman, Amr bin Astan sonra onu Mısır Valisi yaptı.
Hazret-i Muaviye zamanında Bizanslılarla yapılan harplere katıldı.
Abdullah bin Sad, 656 (H.36) senesinde, bir rivayete göre Askalanda, bir rivayete göre de Remlede vefat etti.
Vefatından önce Allahü tealaya;
Ya Rabbi! Son amelimi namaz kıl! diye yalvarmıştı.
Bir gün sabah namazında, oturup sağına selam verdikten sonra, sol tarafına selam verirken ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir bâtınî lideri Şeyh Bedreddîn</label>

Şeyh Bedreddîn, ilim öğrenmek istiyordu. Bu gayeyle önce Bursa, sonra Konya ve Kâhireye gitti. Orada büyük âlim Seyyid Şerîf Cürcânî ve Aydınlı Hacı Paşa ile berâber Mübârekşâh Mantıkîden din ilimleri, felsefe ve mantık okudu. Tahsilini tamamladıktan sonra Tebrize giderek, Tîmûr Hanın huzûrunda yapılan ilmî sohbetlere iştirak etti. Daha sonra Kazvine giden Şeyh Bedreddîn, burada doğru yoldan ayrılarak sapık Bâtınîlik fırkasına girdi. Dönüşünde Memlûk Sultânı Melik Zâhir Berkukun oğlu Ferece hoca tâyin edildi. Bir müddet sonra da Anadoluya döndü... Eflak Voyvodasına gitti...Şeyh Bedreddînin, Anadolunun çeşitli yerlerinde halîfeleri vardı. Bunlar arasında bilhassa İzmir-Karaburunda bulunan Börklüce Mustafa, etrâfında binlerce taraftar topladı. Şeyh Bedreddîn hacca gitmek bahânesiyle Kastamonuya ve oradan da Sinopa geçerek, bir gemiyle Kefe limanına çıktı. Daha sonra Eflak Voyvodasının yanına gitti. Voyvoda, Türk hâkimiyetinden kurtulmak ümîdiyle ona elinden gelen yardımı yaptı. Böylece Rumelide Şeyh Bedreddîn, Karaburunda Börklüce Mustafa, Manisada Börklücenin sağ kolu Yahûdî dönmesi Torlak Kemâl, devlete isyân bayrağını açtılar...
Tunanın güneyine geçen Bedreddîn, ne kadar âsî varsa etrâfına toplayarak Deliormanda kuvvetlerini artırdı. Tehlikeyi sezen Çelebi Sultan Mehmed Han, Velîahd Şehzâde Murâdın yanına Vezîriâzam Bâyezîd Paşayı da katıp Börklücenin üzerine gönderdi. Bâyezîd Paşa yapılan muhârebede âsîleri imhâ etti. Börklüce Mustafa mahkeme kararıyla îdâm edildi. Torlak Kemâl ile 3000 âsî de yakalanıp öldürüldü.


Suçlu olduğunu kabul etti...
Anadoluda isyânın bastırıldığını öğrenen Şeyh Bedreddîn, Deliormanda müşkül vaziyette kaldı. Bâyezîd Paşa, Rumeliye geçerek, Bedreddîn ve taraftarlarını Deliormanda küçük bir çarpışmadan sonra kolaylıkla yakaladı. Mevlânâ Haydar başkanlığındaki mahkemenin huzûruna çıkarılan Şeyh Bedreddîn, suçlu bulundu ve kendisi de cezâsının îdâm olduğunu kabul etti.
1420 senesinde Serez pazarında idam sehpasına çıkan Şeyh Bedreddîn, Mevlana Haydara dönerek şu beyti söyledi:
Mademki bu kerre mağlubuz, netsek, neylesek zahid/Gayrı uzatmayın sözü, Mademki fetva bize aid...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mağarada yağmur duası yapan köle!</label>

Büyük velilerden Abdullah ibni Mübarek hazretleri, bizzat kendi yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır: Bir zamanlar Mekkede birkaç yıl kıtlık oldu... Halk yağmur duasına çıktı, fakat gökyüzünde bir bulut bile görülemedi. Issız bir yerlere çekilerek orada Allahü teâlâya dua etmeye niyetlendim ve yakındaki dağlardan birinde bulunan mağaraya gittim. Tam duaya başladığım anda içeriye koyu esmer renkli bir genç girdi. İki rekat namaz kıldı ve ardından da secdeye kapanarak şöyle dua etmeye başladı: Başını secdeden kaldırmadı!Yâ Rabbi!.. Ululuk ve yüceliğin hakkı için bizi kana kana yağmura kandırmadıkça, secdeden başımı kaldırmayacağım...
Ben mağaranın bir köşesinde bu genci imrenerek seyrediyordum. Adam gerçekten gökte yağmur bulutları belirerek yeryüzüne şakır şakır yağmur dökmeye başlayıncaya kadar başını secdeden kaldırmadı.
Yağmur yağmaya başlayınca kalktı ve yola koyuldu. Bu adam kimdi? Merak ederek peşinden gittim...
Adam şehre girince bir eve daldı. Bahçe kapısının önüne çömelerek birisinin çıkmasını bekledim. Çok geçmeden biri çıkageldi. Adama misafir kabul eder misiniz? deyince beni içeriye buyur etti. Meğer oranın sahibiymiş. Kendisine bir hizmetçi (köle) satın almak için geldiğimi söyledim. Bir esmer genci gösterdi ve Bu size yaramaz, tembelin tekidir dedi. Ona dikkatli bakınca mağaradaki genç olduğunu anladım ve hemen fiyatını sordum. Adam Ben 20 altına aldım, fakat size on altına veririm dedi. Parasını ödeyerek oradan o esmer köle ile birlikte ayrıldım...


Allah dostlarından biriyim
Yolda yürürken köle, Beni niye aldınız? Ben sizin hizmetinizi göremem. İsmimi sorarsanız Allah dostlarını tanıyan, Allah dostlarından biriyim dedi.
Böylece tanıştıktan sonra onu getirdim. Abdest tazelemek isteyince hemen önüne ibriği koydum. Güzel bir abdest aldı, namaz kıldı ve sonra secdeye bir kapandı ki, kalkmak bilmiyor! Merak ederek yanına sokulduğumda şu mısralarla dua ettiğini duydum:
Ey sırların en gizlisini bilen Yüce Allahım!.. Sırrım ortaya çıktıktan sonra yaşamak istemiyorum...
Bir ara ses kesildi. Yanına gidip baktım ki artık bu dünyaya gözlerini yummuştu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Macar subayının kızı nasıl iman etti?</label>

Bir savaşta Macarlara esir düşen Rüstem Bey, dindar, yakışıklı ve zeki bir gençti. Macar kumandanı ondan hoşlandı ve hizmetine aldı. Rüstem Bey, beş vakit namazını bırakmazdı. Her işin üstesinden kolayca geldiği için kimse ibadetine karışmıyordu... Macar subayının genç ve güzel kızı, Rüstem Beye âşık olmuştu. Fakat bu hislerini kimseye söyleyemiyordu. Rüstem Beyi uzaktan takip ediyor, bilhassa namaz kılarken gizlice onu seyreder ve gözyaşları içinde; Allahım, bana da bu Osmanlı gibi ibadet etmeyi nasip eyle! diye yalvarıyordu... Esirimizi görmek istiyorum!Kara sevdaya tutulan bu genç kız, yataklara düştü. Hiçbir hekim derdine çare bulamadı. Artık son anlarını yaşıyordu. Zavallı, bir ara gözlerini açarak;
-Esirimiz olan o Osmanlıyı da görmek istiyorum, dedi. Hemen Rüstem Beyi çağırdılar. Kız, onun kulağına şunları söyledi:
-Ben ölüyorum... Bizde bir kadın ölünce mücevherleriyle birlikte gömerler. Yarın mezarımı aç ve yanıma koyacakları mücevherleri al. Onları satarak parasını babama ver ve böylece hürriyetine kavuş dedi. Biraz sonra da bir şeyler mırıldanarak ruhunu teslim etti.
Ertesi gün mezarlığa giden Rüstem Bey, kızın mezarını açtı ancak gördüğü manzara karşısında âdeta şok oldu! Mezarda yatan babasıydı!..
Rüstem Bey biraz sonra kendini toparladı ve mücevherleri alarak mezarı kapattı. Ertesi gün çarşıya giderek mücevherleri sattı ve Macar subayına diyetini vererek hürriyetine kavuştu.
Rüstem Bey memleketine döndü ve annesine hemen babasını sordu. Annesi;
-Oğlum baban geçen ay vefat etti, dedi.


Babamın kusuru neydi anne?
Annesinden bu cevabı alır almaz hemen mezarlığa giderek kabri bulup açtı. Bir de ne görsün! Mezarda Macar subayının kızı yatmıyor mu? Bembeyaz kefen içinde, sanki gülümsüyordu.
Rüstem Bey hemen mezarı kapatarak eve döndü ve annesine;
-Anne, babamın bildiğin çok bariz bir kusuru var mıydı? diye sordu. Annesi biraz düşündü ve;
-Oğlum, babanın benim bildiğim kusuru guslü icabettiren bir durum olunca, Gecenin bu vaktinde nasıl gusledilir, nereden çıktı bu diye söylenirdi, dedi...
Evet, Rüstem Beyin babası bir farzı lüzumsuz gördüğünden imanını kurtaramamıştı. Macar kızı ise Rüstem Beyin şahsında İslamiyeti sevmiş ve Allahü tealanın bir farzına hayran kaldığından imanlı ölmüştü.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mâlik bin Dînâr'ın kefil olduğu genç</label>

Evliyânın büyüklerinden Mâlik bin Dînâr hazretleri, gençliğinde mal mülk sâhibi, zengin ve yiğit bir zat idi. Hasan-ı Basrî hazretlerine talebe olunca, bütün mallarını ve parasını, fakir talebelere harcadı. Kalbinden Allahü teâlânın aşkından başka her şeyin sevgisini çıkardı. Uzun zaman Basrada Hasan-ı Basrî hazretlerinin sohbetlerini dinledi. Bir ara hocasıyla birlikte Şama gittiler. Şamda bütün vakit namazlarını Câmi-i Kebîrde cemâatle birlikte kıldı. Bu vesîle ile o beldenin hikmet sâhibi kişileri ile tanışıp sohbet etti. Sonra câmi odalarından birine çekilip, ibâdetle meşgûl oldu... Halk kendisini çok severdi...Şam halkı, Mâlik bin Dînâr hazretlerinin izzet ve kemâlini, olgunluğunu her geçen gün görmekteydi. Gündüzlerini oruçla, gecelerini namaz ve niyazla geçirdi. Aralıksız bu hâli bir yıl kadar devâm etti. Halkın kendisine hürmet ve saygısı daha da arttı...
Câfer bin Süleymân hazretleri anlatır:
Bir zaman Mâlik bin Dînâr hazretleri ile Basrada dolaşırken, yeni yapılan bir köşk gördük. Köşkün sahibi güler yüzlü bir gençti. Yanına varıp selâm verdik. O da selâmımıza cevap verdi. Mâlik bin Dînâr hazretleri ona;
-Ey genç! Bu köşkü Allah için versen de Allahü teâlâ da sana Cennette bundan daha iyisini ihsân etse, dedi. Genç kabûl edip;
-Kefil olur musun? deyince, Mâlik bin Dînâr hazretleri;


Yetmiş kat fazlasıyla...
-Evet, buyurdu ve bir kâğıda; Yâ Rabbî! Bu gence senin için verdiği bu köşke karşılık Cennette bir köşk ihsân eyle. Mâlik bin Dînâr, bu kuluna kefildir şeklinde yazdı ve mektubu gence verdi. Ondan aldığı köşkü ve içindeki malları da fakirlere verdi...
Bir zaman sonra genç vefât etti. Mâlik bin Dînâr hazretleri gencin vefât ettiği gece mihraba konulmuş güzel bir mektup buldu. Ona baktığında; (Bu Mâlik bin Dînâra ait bir berâttır. Senin söylediğinden yetmiş kat fazlasıyla gencin köşkünü kendisine teslim ettik) diye yazılı olduğunu gördü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yahûdî âlimi Mahyerîk</label>

Uhud Savaşı Hicretin üçüncü yılında (M. 625) Medîneye bir saat uzaklıkta Uhud Dağının eteklerinde yapıldı. Müşrikler, civar kabilelerden gelen askerlerin de katılmasıyla Mekkede 3000 kişilik büyük bir ordu hazırladı. Bunların 700ü zırhlı, 200ü atlı idi. 3000 de develeri vardı. Ordunun başına Ebû Süfyan geçti. İslâm ordusu, 1000 kişi civarındaydı. 100ü zırhlı olup, iki at vardı. Bunlardan birine Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, diğerine de Ebû Bürde biniyordu... Müslümanlar 700 kişi kaldı...
Peygamber efendimiz Medîneden cumâ günü ayrıldı. Uhud Dağına doğru yürüdü. Yolda giderlerken Yahûdîlerden meydana gelen 600 kişilik askerî bir birlikle karşılaştılar. Bunlar münâfıkların başkanı Abdullah bin Ubey bin Selûlün müttefikleri olup, İslâm ordusuna katılmak istiyorlardı. Peygamber efendimiz bunların Müslüman olmadıklarını öğrenince orduya kabul etmedi. Münâfıkların başkanı bunu görünce, daha önce hep birlikte hareket edeceklerine, düşmana birlikte saldırıp savaşacaklarına dâir Resûl-i ekrem efendimize söz verdiği hâlde sözünde durmayarak 300 adamıyla birlikte İslâm ordusundan ayrıldı ve geri döndü. İslâm ordusu 700 kişi kaldı...
Yahûdî âlimlerinden Mahyerîk (Muhrîk) adında meşhûr bir kimse vardı. Mâlı, mülkü, hurmalıkları son derece çok olup, hesâba gelmezdi. Fakat kendi dinlerine sevgisi, âyinlerine alışkanlığı, kavmine bağlılığı ve ayıplamalarından çekinmesi sebebiyle Müslümân olmaktan mahrûm kalmıştı. Uhud Savaşının yapıldığı gün Mahyerîk, Yahûdîlere şöyle seslendi:


Yardım etmek vâcibdir!..
-Bilesiniz ki bugün Muhammede sallallahü aleyhi ve sellem yardım etmek sizin üzerinize vâcibdir!..
Onlar;
-Bugün cumartesi, deyince, Mahyerîk;
-Artık cumartesi gününün hükmü kaldırıldı, diyerek hemen silâhını kuşanıp, Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem yanına gidip, savaşa katıldı ve kavmine de şöyle vasiyet etti:
Eğer bugün beni öldürürlerse, bilmiş olunuz ki bütün malım Muhammedindir!
Sonunda Mahyerîk öldürüldü. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem (Yahûdîlerin en hayırlısı Mahyerîktir) buyurdular ve Mahyerîkin, kendisine verilmesini vasiyet ettiği bütün malını, Medînede sadaka olarak dağıttılar.

]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bizans Kayserinin Ammân Vâlisi Ferve</label>

Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi selem) Dıhyetül-Kelbîyi (radıyallahü anh) bir mektupla Bizans Kayserine gönderdi. Bu mübarek sahabe, orada yaşadıklarını ve duyduklarını şöyle anlatır:
Mektup okunduğu zaman, oradakiler Kayserin yanından çıktılar. Huzura ben alındım. Kayser, onların dinî işlerini düzenleyen piskoposu çağırdı. Diğerleri onu mektuptan haberdar etmişlerdi. Bunu Kayserin kendisi de söyledi ve mektubu ona okuttu. Piskopos ona şunları söyledi: O, beklediğimiz peygamberdir
  • İşte O beklediğimiz peygamberdir ki, hazreti İsa onun geleceğini bizlere müjdelemişti. Kayser sordu:
  • Peki, bana ne tavsiye edersin? Piskopos dedi ki:
  • Ben onu tasdik ediyor ve ona tabi oluyorum. Kayser;
  • Şayet ben bunu yapacak olursam krallığımdan olurum, dedi.
Sonra biz Kayserin yanından çıktık. Kayser, o sırada yanında misafir olan Ebu Süfyanı çağırttı ve ona sorduğu suallerden, Hazret-i Muhammedin son peygamber olduğunu anladı. Mektubu Safatır isimli papaz okuduğunda Hazret-i Muhammedin son peygamber olduğuna iman etti, fakat onu derhal öldürdüler. Sonra Kayser, beni huzuruna çağırdı ve şöyle dedi:
- Seni gönderen zata de ki, ben onun peygamber olduğunu biliyorum. Fakat krallığımı terk edemem...
Ferve bin Amr el-Huddâmî, Ammânda Bizans Kayserinin nâibi (vâlîsi) idi. Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini işitince îmân etti. Müslümân olduğunu bildirmek için Resûlullah efendimize bir mektûb yazdı ve hediyyeler gönderdi. Mektûbunda şöyle diyordu:
(Muhammed aleyhisselâma arz ederim ki, ben Müslümân oldum. İnanıyorum ki sen Îsâ aleyhisselâmın, geleceğini müjdelediği Peygambersin. Vesselâmü aleyküm...)


Sen dünyâya düşkünsün!
Onun Müslümân olduğunu Kayser haber alınca, vâlîlik vazîfesinden aldı ve hapsettirdi. Ferve, Kaysere şöyle dedi:
-Vallahi ben Muhammed aleyhisselâmın dîninden aslâ dönecek değilim. Sen de biliyorsun ki O, Allahü teâlânın Resûlü ve Îsâ aleyhisselâmın geleceğini müjdelediği Peygamberdir. Senin Ona îmân etmemen dünyâya çok düşkün olduğundandır.
Kayser;
-Doğru söylüyorsun, dedi.
Ferve bin Amr, bir mümin olarak son nefesini hapiste verdi.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri