Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bu senedi kabrime koyun!</label>

Cafer-i Sâdık hazretleri, Hazret-i Alinin torunlarından olup, Oniki İmâmın altıncısıdır. Oğlu Mûsâ Kâzım için olan nasîhati pek meşhûrdur. Oğluna buyurdu ki:Ey oğlum, Allahü teâlânın kitâbını okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüğü nehyedici, sana gelmeyene sen gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol! İsteyene ver. Gıybetten, koğuculuktan sakın. Çünkü söz taşımak, insanların kalbinde düşmanlığı artırır. İnsanların ayıplarını görme, insanların ayıplarını gören, onların hedefi olur. Kendi rızkına râzı ol!
Ey oğlum, kendi rızkına râzı ol! Kendi rızkına râzı olan, kimseye muhtâc olmaz. Gözü başkasının malında olan, fakir olarak ölür. Allahü teâlânın taksim ettiği rızka râzı olmayan, Onu kazâ ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında tutmuştur! Kendi kusurlarını küçük gören, başkasınınkilerini büyütmüş olur. Her zaman kendi kusurlarını büyük gör. Başkasının gizli bir şeyini açığa vuranın, evindeki gizli şeyler herkesçe bilinir. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya kendisi düşer. Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür.
Ey oğlum, arkadaşlık yaptığın, ziyâretine gittiğin kimse, iyi ahlâk sâhibi olsun, kötü ahlâkı olanlarla arkadaşlık etme, onlarla görüşme! Çünkü onlar, suyu olmayan çöl, dalları yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar...
Cafer-i Sâdık hazretlerine bir kimse gelerek on bin akçe verdi ve Ben hacca gidiyorum. Bu parayla bana bir ev alınız. Hacdan dönüşte çoluk çocuğumla o evde oturayım dedi. O kimse hacdan dönünce Cafer-i Sâdık hazretlerinin huzûruna gitti.


Birinci komşun Resûlullah
Mübarek, ona buyurdu ki: Sana Cennette bir sarây satın aldım. Komşularının birincisi Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, ikincisi hazret-i Alî, üçüncüsü ve dördüncüsü hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyindir. Bunun için sana senet yazdım.
O şahıs bunları duyunca Ben buna râzı oldum dedi. Evine gidince hastalandı. Cafer-i Sâdık hazretlerinin yazdığı kâğıdı göstererek, Ölünce bu senedi kabrime koyun! diye vasiyet etti. Vefât edince, dediği gibi yaptılar. Ertesi gün senedi kabrinin üzerinde buldular. Senedin arkasında Cafer bin Muhammed vadetdiği şeyde vefâ eyledi, vadini yerine getirdi diye yazılı idi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Azerbaycan velîlerinden Seyyid Yahyâ Şirvânî</label>

Seyyid Yahyâ Şirvânî, küçüklüğünde fevkalâde edep ve ahlâk sâhibi bir çocuktu. Bir gün arkadaşları ile oyun oynarken, evliyânın büyüklerinden İzzeddîn Halvetînin oğlu ile Sadreddîn Halvetînin dâmâdı olan Pîrzâde hazretleri onu gördüler. Allahü teâlâ bu çocuğa, dedelerinin güzel huyunu ihsân etmiş. İnşaallah Halvetî yolunun feyz ve mârifetlerine de kavuşur diye dua ettiler... Sizin reisiniz kim?..O gece rüyâsında Resûlullah efendimiz Seyyid Yahyâya Evlâdım Yahyâ! Sadreddîne git... buyurdular. Sabah olunca, yaşının küçüklüğüne bakmadan, Sadreddîn Halvetînin huzûruna koştu. Onun terbiyesi altına girdi ve kısa zamanda hocasının feyz ve bereketleri ile ilimde ve tasavvuf yolunda pek yüksek derecelere kavuştu...
İbrâhim Gülşenî anlatır: Seyyid Yahyâ hazretleri talebeleriyle birlikte Baküden Şirvana giderken bir ulak, haberci gelip Seyyid Yahyâ hazretlerinin atlarını almak istedi. Oradakiler mâni olmaya çalıştılarsa da haberci atları arabadan çözmeye başladı. Talebelerden Baba Kutb, Seyyid Yahyâ hazretlerine; Efendim, niye seslenmiyorsunuz? diye söyleyip adamı dövmeye başladı. Seyyid Yahyâ hazretleri bırak, vurma dediyse de Baba Kutb aldırış etmedi. Netîcede haberci onlara; Sizin reisiniz kim? diye bağırınca, oradakiler; Seyyid Yahyâ dediler. Adam hemen onun yanına koşup pişman olduğunu arz etti. Seyyid hazretleri de affedip, duâ etti. Sonra adam oradan ayrıldı. Seyyid Yahyâ hazretleri, Baba Kutba dönüp; Otuz yıldır yanımızdasın, kıl ucu kadar istifâde edememişsin buyurdular...


Beyimize duâ edin!
Mübareğin oğlu Emîr Gülle bir gün yemek pişirip getirdi. Seyyid Yahyâ hazretleri talebelerini çağırttı. Bismillâh, deyip başlayın buyurdu. Kendisi bir kaşık aldı, kokladı ve yemeği geri koydu. Kaşık elinde bekledi. Talebeleri yemeği bitirince; Elhamdülillah deyip, kaşığı bıraktı. Lokman Hakîm nice seneler bir yemeğin kokusu ile yetinmişti. Ben de bu bir lokma yemeğin kokusu ile yetinsem yeridir buyurdu...
Kendisine, Allahü teâlânın uzun ömür vermesi için duâ edenlere; Beyimiz Halîle duâ edin ki, benim ömrüm onun yaşaması iledir derdi. Hakîkaten o beldenin Beyi Halîl Efendi vefât ettikten sonra da Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretleri vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kelam âlimlerinden Abdullah ibn-i Hafîf</label>

Abdullah ibn-i Hafîf, Şafii mezhebi kelam âlimlerindendir. İmâm-ı Eşarînin en meşhûr talebelerinden olup, Şeyh-i Şiraziyyîn Şirazlıların şeyhi, üstâdı ismiyle meşhûr olmuştur...Bu mübarek zatın bütün gıdâsı her gece sâdece yedi adet kuru üzümdü. Bedenen hafîf, rûhen yüksek bir hâle sâhipti.
İbn-i Hafîf hazretleri kendisi anlatır:
Gençliğimde, İmâm-ı Eşarî hazretlerini görmek için Basraya gitmiştim. Basraya vardığımda, heybetli ve güzel yüzlü, yaşlıca bir zât gördüm. Ona, Ebül-Hasan Eşarî hazretlerinin evi nerededir? dedim. Onu niçin arıyorsun? dedi. Onu seviyorum ve görüşmek istiyorum dedim. Bana, Yarın erkenden buraya gel dedi...
Münâzara için toplandılar!
Ertesi gün erkenden söylediği yere gittim. O zat beni yanına alıp, Basranın ileri gelenlerinden birinin evine götürdü. İçeri girince, kendisine yer gösterdiler. Mûtezilenin meşhûr âlimleri, münâzara için orada toplanmıştı. Aralarında oturan bir Mûtezile âlimine çeşitli meseleler sormaya başladılar. O şahıs cevap vermeye başlayınca, beni oraya götüren zât, doğrusunu söylüyor, yanlışları reddediyordu. Öyle konuşuyordu ki, dinleyenleri tam iknâ edip, doyurucu bilgi veriyordu.
Ben, bu zatın hâline ve ilmine hayran oldum. Yanımda bulunan birine Bu zat kimdir? dedim. Ebül-Hasan Eşarîdir dedi.
İmâm-ı Eşarî evden çıktıktan sonra, peşinden gittim. O gün beni talebeliğe kabul etti.


Nefis nasıl kırılır!
Sonra kendisine şöyle sordum: Efendim, o mecliste neden siz baştan bir mesele sormadınız? Başkaları sorduktan sonra mevzuya girdiniz? Buyurdu ki: Biz, bunlarla konuşmak için söze girmiyoruz. Ancak Allahü teâlânın dîninde yanlış ve sapık şeyler söylediklerinde reddediyoruz. Yanlış olduğunu isbât edip, kendilerine doğrusunu bildiriyoruz...
Abdullah ibn-i Hafîf buyurdu ki: Nefsin kırılması, Allahü teâlânın dînine hizmet etmek ile olur.
Abdullah ibni Hafîf hazretleri çok hasta idi. On yedi gün hiçbir şey yemedi. Ağzından misk gibi güzel bir koku yayılıyordu.
Bu halde iken bir doktor geldi; Ey Şeyh, hastalığın nedir? dedi. Vücûd gidince, hastalık da gider buyurdu. Biraz sonra da
Kelime-i şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Niyet hayır âkıbet hayır</label>

İbn-i Hacer-i Mekkî hazretlerinin Fetâvâ-i Hadîsiyye isimli eserinde anlatıldığına göre, Ebû Saîd Abdullah, İbn-üs-Sakkâ ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî, ilim öğrenmek için Bağdata geldiler. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri o zaman çok gençti. Hâce Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin, Nizâmiyye Medresesinde vaaz ettiğini duymuşlardı. Bunlar, onu ziyâret etmeye karar verdiler... Öyle bir soru soracağım ki!..İbn-üs-Sakkâ; Ona bir soru soracağım ki cevâbını veremeyecek dedi.
Ebû Saîd Abdullah; Ben de bir soru soracağım. Bakalım cevap verebilecek mi? dedi.
Edeb timsâli olan Abdülkâdir-i Geylânî de Allah korusun. Ben nasıl soru sorarım. Sâdece huzûrunda beklerim, onu görmekle şereflenir, bereketlenirim dedi.
Nihâyet Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin huzuruna vardılar. O mübarek zat İbn-üs-Sakkâya dönerek; Yazıklar olsun sana, ey İbn-üs-Sakkâ! Demek bana, cevâbını bilemeyeceğim suâl soracaksın ha! Senin sormak istediğin suâl şudur. Cevâbı da şöyledir. Ben görüyorum ki, senden küfür kokusu geliyor buyurdu.
Sonra Ebû Saîd Abdullaha dönerek; Sen de bana bir suâl soracaksın ve bakacaksın ki, ben o suâlin cevâbını nasıl vereceğim. Senin sormaya niyet ettiğin suâl şudur ve cevâbı da şöyledir. Fakat sen de edebe riâyet etmediğin için, ömrün hüzün ile geçecek buyurdu.
Sonra Abdülkâdir-i Geylânîye döndü ve; Ey Abdülkâdir! Bu edebinin güzelliği ile, Allahü teâlâyı ve Resûlünü râzı ettin. Ben senin Bağdatta bir kürsîde oturduğunu, çok yüksek bilgiler anlattığını ve; Benim ayağım, bütün evliyânın boyunları üzerindedir dediğini sanki görüyor gibiyim buyurdu ve sonra gözden kayboldu...


Uzun seneler sonra...
Aradan uzun seneler geçti. Hakîkaten Abdülkâdir-i Geylânî zamânında bulunan evliyânın en üstünü, baş tâcı oldu... Ebu Said Abdullah ise sıkıntılar içinde bir ömür sürdü...
İbn-üs-Sakkâya gelince, o da şöhretli bir âlim oldu. Çok güzel konuşurdu. Fakat hep aklı ön plana çıkarırdı. Şöhreti zamanın sultanına ulaştı. Sultân onu elçi olarak Bizansa gönderdi. Orada İmparatorun kızına âşık oldu. Kız, Hristiyan olursan seninle evlenirim deyince, Hristiyan oldu.
Bu hâdiseyi anlatan zât diyor ki:
Bir gün onu gördüm. Ölmek üzereydi. Yüzünü kıbleye döndürdüm, fakat o, başka tarafa dönerek son nefesini verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh ve hadis âlimi İbrâhim Nehâî</label>

İbrâhim Nehâî, Tâbiînden, yâni Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâbını gören büyüklerdendir. Kûfede yetişen en büyük fıkıh ve hadis âlimlerindendir. İsmi, İbrâhim bin Yezîddir. 668 (H.47)de Kûfede doğdu, 715 (H. 96) senesinde orada vefât etti. Eshâb-ı kirâmdan hazret-i Âişe, Ebû Saîd-i Hudrî ve daha birçok sahabeyle görüşüp, hadîs-i şerîf rivâyet etti. Bu mübarek zat, İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe hazretlerinin fıkıh ilmini almış olduğu hocalar silsilesindendir. Hadis ilminde, bilhasa fıkıh ilminde müctehid derecesine yükseldi. Şöhretten dâimâ kaçardıİbrâhim Nehâî, ilim ve fazîlet sâhibiydi. Yaptığı iyi işleri gizler, şöhretten dâimâ kaçardı. Öyle ki, halkın görebileceği bir yerde veya câmide sütun dibinde ibâdet etmezdi. Sorulmadıkça konuşmaz, fetvâ istenmedikçe herhangi bir şeyin hükmünü beyân etmezdi. Çok az konuşur; Din ve dünyâ işlerinde, parmak ile gösterilmek, meşhur olmak, zarar olarak insana yetişir. Bu zarardan ancak Allahü teâlânın koruduğu kimseler kurtulur buyururdu. Meşhur olmak endişesiyle kâdı olmamak için Haccâc zamânında bir müddet gizlenmişti...
Bu mübarek zat, namaz kılarken kendinden geçer, namazdan sonra ağır bir hasta gibi bir saat kadar dururdu. Çok Kurân-ı kerîm okur, herkesin ayıplarını örterdi. Her işinde ihlâslı olup, doğru yoldan ayrılmaz, dünyâ için, makâm, mevki için aslâ bir şey söylemezdi. Dünyâya kıymet vermez ve şüpheli şeylerden sakınırdı.
Hanefî mezhebinin fıkhî hükümleri Eshâb-ı kirâmdan Abdullah bin Mesûddan başlayan bir yolla gelmiştir. Yâni mezhebin kurucusu İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe fıkıh ilmini Hammâddan, Hammâd da İbrâhim Nehâîden, bu da Alkameden, Alkame de, Abdullah bin Mesûddan, o da Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden almıştı.


Seni ağlatan nedir?
Bu mübarek zat buyurdu ki:
Bizim hayatlarına yetiştiğimiz insanlar, herhangi bir toplantıda yaptıkları iyilikleri anlatmayı hoş görmezlerdi.
Hastaya durumu sorulduğu zaman, önce hâlini hayırla anıp, sonra derdini anlatırsa, hâlinden şikâyet etmiş sayılmaz; mânevî bir zarârı olmaz.
İbrahim Nehâî hazretleri vefat edeceği zaman ağladı. Seni ağlatan nedir? denilince, Allahtan bana ya cennet veya cehennem müjdesini getirecek bir elçi bekliyorum dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyh Selâhaddîn Zerkub Konevi</label>

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, bir gün Konyanın Kuyumcular Çarşısından geçerken, bir dükkândan gelen çekiç seslerinden çok etkilendi. Her çekicin vuruluşunda çıkan sesin, Allah!.. dediğini müşâhede etti. Bu sesler, eşi bulunmaz bir haz ve dükkânın sâhibine karşı kalbinde büyük bir muhabbet hâsıl etti. Kapının önünden Mevlânâ hazretlerinin geçmekte olduğunu gören kuyumcu Selâhaddîn ve çırakları, onu hürmetle selâmladılar... Bütün eşyâlar altın oldu!
Hazreti Mevlânâ, dükkâna merhametle teveccüh ettiğinde, dükkândaki bütün eşyâlar altın oldu. Bu durumu hayretle gören Selâhaddîn, dükkânındaki bütün malzemeyi, âletleri, çıraklarına ve fakirlere dağıtıp Mevlânânın peşinden gitti. Ona talebe olmayı, dünyâ servetlerinden üstün gördü. Huzûra vardığında Mevlânâ onu talebeliğe kabûl etti. Selâhaddîndeki istidâd ve kâbiliyeti görünce, yetişmesi için çalıştı. Selâhaddîn de hocasına kusûr etmeyerek, on sene hizmet etti.
Hazreti Mevlânâ, hocası Şems-i Tebrizî hazretlerine gösterdiği hürmet ve saygı kadar, bu talebesine de şefkat ve merhametle muâmelede bulundu. Onu, kendisinden sonra yerine vekîl olabilecek şekilde yetiştirdi...
İşte bu Şeyh Selâhaddîn hazretleri buyurdu ki: Şunu iyi bilmek lâzımdır ki, Allahü teâlânın evliyâ kulları, insanlara ve diğer mahlûkâta karşı büyük bir rahmet-i ilâhîdir. Çünkü onların mübârek vücûdlarının varlığı sebebiyle, bütün mahlûkât, huzur ve büyük bir rahatlık içindedir. Gelen feyz ve bereketler, yiyecek ve içecekler, rızıklar, hep o velîler sebebiyledir...


Kalbinde bir iz oluştu!
Selâhaddîn Zerkub hazretlerinin, iradesi dışında bir gün kalbine bir nakış yazıldı. Kendine geldiğinde bundan dolayı büyük bir ıstırap duydu ve Rabbimiz, unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma diye Üstadına sığındı. (Bu dua, hadisi şerifte buyurulan Senden sana sığınırım manasındadır.) Cenab-ı Hakkın yardımı Şeyhe bağlı olduğundan onu bu durumdan kurtardılar, selamet ve emniyete kavuştu. Ama vücuduna zayıflık ve hastalık geldi. Rahatsızlığı uzadı. Mübarek zat, bundan dolayı vefat edeceğini anladı ve hakikaten birkaç gün sonra tam hoşnutlukla; bu gurur âleminden sürur âlemine göçtü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir hikmet ehli İmran el-Kasr</label>

İmran el-Kasr hazretleri Allahü teala ve Resulünün muhabbeti ile yanıp kavrulan evliyaullahtandır. Hikmetlerle dolu kıymetli nasihatleri vardır. İşte onlardan bir demet:Allah korkusu, kalbde yerleşmiş olan bir ağaç gibidir.
Allah korkusu, ibâdetin süsüdür.
Düşünmeden konuşan pişmân olur. Konuşmadan önce düşünen selâmet bulur. Fakirlik ve zenginlik hakkında...
Kıyâmet günü fakirlik ve zenginlik tartılmayacak, fakirliğe ne ölçüde sabredilmiş ve zenginliğe ne ölçüde şükür edilmiş ise, o hesâb edilecek. Mesele çok fakir veya çok zengin olmak değil, çok sabretmek veya çok şükretmektir.
Her kimde bulunursa bulunsun, tevâzu güzeldir, ama zenginlerde bulunursa çok daha güzel olur. Her kimde bulunursa bulunsun, kibir çirkindir. Ama, fakirlerde bulunursa çok daha çirkin olur.
Bir Müslümanı medhedemiyorsan, bâri kötüleme. Faydalı olamıyorsan bâri zararlı olma, sevindiremiyorsan hiç olmazsa üzme!
İşittiğime göre cehennemde öyle bir vadi var ki; cehennem bile günde dörtyüz kere oranın korkusundan Allaha sığınır. Bu vadi riyakâr kurrâlar için hazırlanmıştır.
Hastalanmış, hasta yatağında dünyadaki son anlarını yaşıyordu. Kızına dedi ki:
Hayatım boyunca Allaha itaat edeceğim. Eğer rükû, sücud ve Kuran tilaveti olmasa dünyada yaşamayı hiç istemezdim.


Samimi bir niyet ve...
İmran el-Kasr, hayatını ibadetle geçirmişti. Vefat ettikten bir müddet sonra kızı onu rüyasında gördü. Babasına sordu:
Babacığım, bizden ayrılalı senden bir haber alamadık, nasılsın, ne yapıyorsun, sana nasıl muamelede bulundular?
Dünya hayatı sona eren birinden nasıl haber alabilirsiniz?
Babacığım nasılsın?
İyiyim, çok iyiyim bize döşekler hazırlamışlar, evler kurulmuş. Kabirde cennetten gelen hizmetçilerle birlikteyiz. Her an cennet kokusunu duyuyoruz.
Babacığım, çok iyi durumda olduğunu anladım. Seni bu duruma getiren nedir?
Samimi bir niyet ve Kuran-ı kerimi çok okumam.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Korkusuz cengâver Mecze'e ibn-i Sevr</label>

Hazret-i Ömer, Kadsiye Savaşında İran ordusu mağlup edildikten sonra, Ebu Musa el-Eşari kumandasında bir orduyu, İran içlerine göndermişti. İran ordusunun kumandanı Hürmüzan, İslam askeri karşısında tutunamayarak doğudaki Tüster şehrine kaçtı. Burası iyi korunan bir kaleydi. Aylarca süren kuşatmaya rağmen kale alınamıyordu... Ucunda mektup olan ok!.. Bir gün, kaleden, ucunda mektup olan bir ok atıldı. İçeriden birisi, Hürmüzan tarafından bütün ailesinin perişan edildiğini, ona olan düşmanlığından dolayı Müslümanları kaleye alabileceğini yazıyordu...
Hemen cevap yazılarak aynı okla kaleye atıldı. O gece, bunu yazan adam ile buluşuldu. Adam onlara, kaleye giren gizli bir yolu tarif etti. Bir tünel, kalenin içinden, yakındaki bir nehre açılıyordu.
Ebu Musa, yürekli, sağlam, dayanıklı, yüzmeyi çok iyi bilen 300 mücahidi hazırlayıp, başlarına da korkusuz bir cengâver olan Meczee ibn-i Sevri verdi... Hazreti Meczee, adamlarına, sudan kolay geçebilmeleri için, yanlarına kılıçlarından başka bir şey almamalarını ve onu da elbiselerinin altına bağlamalarını tavsiye etti. Yatsıdan sonra yola çıktılar...
Meczee ibn-i Sevr ve askerleri iki saatten fazla bir zamanda bu tehlikeli tüneli geçtiler, ancak şehre ulaştıklarında 80 mücâhid kalmıştı!
Meczee ve arkadaşları şehre ayak basar basmaz kılıçlarını çıkarıp kalenin muhafızlarına saldırdılar. Daha sonra da hemen kapıları açtılar. Müslümanlar şehre saldırdılar, ancak beklenmedik bir direnişle karşılaştılar!


Kılıcıyla üzerine atıldı!..
Çarpışma pek şiddetli devam ediyordu. Meczee ibn-i Sevr, tam o anda Hürmüzanı görüp, kılıcıyla üzerine atıldı. Az sonra savaşanlar dalgası onu içine aldı ve aralarında kaybolup gitti... Son bir defa daha göründü, tekrar üzerine atıldı... Meczee ve Hürmüzan kılıçlarıyla birbirlerine son darbelerini indirdiler. Ancak Meczeenin kılıcı isabet etmedi. Ama Hürmüzanınki ona isabet etti. Cesur Meczee; İslam askerine zaferi, bana da şehidliği nasib eden Rabbime hamdolsun dedi, sonra da Kelime-i şehadeti söyleyerek harp meydana yığılıp kaldı...
İslam ordusu harbe devam etti; tâ ki Allahü teâlâ onları muzaffer kılıncaya ve Hürmüzan ellerine esir düşünceye kadar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Arabistan'ın meşhur şairi Züheyr bin Ebû Sülma</label>

Resulullah Efendimizin dünyayı şereflendirdiği yıllarda Arabistanda edebiyat zirvedeydi. O yıl yazılan en güzel yedi şiir Ukaz Panayırında okunur ve Kâbe-i muazzamanın duvarına asılırdı. Bu şiirlere Muallakat-ı seba denirdi ki sahiplerine büyük paye kazandırırdı. O devrin en büyük Muallakat-ı seba şairlerinden biri de Züheyr bin Ebû Sülmadır. Yazdığı bir şiirle iki düşman kabilenin reislerini övmüş ve kanlı bir kavgayı önlemiştir... Bütün akrabaları şâirdi...Züheyr sadece şair değil, aynı zamanda âlimdir. Fahr-i âlem dini tebliğe başlamadan yıllar önce ahir zaman peygamberinin geleceğini bilir ve yer yer vahdaniyetten bahseden şiirler söylerdi...
Züheyrin sadece kendisi değil, bütün akrabaları edebiyatla uğraşırlar ki; aileden 11 ünlü şair çıkar. Karşı çıkmasına rağmen oğulları Kab ve Büceyri şiirden koparamaz. Bu arada Züheyr içten içe oğlunun sanatını merak etmeye başlar. Bir gün onu atının terkisine atar ve engebeli bir arazide var gücüyle sürmeye başlar. O anda aklına geliveren birkaç düzensiz cümle söyler, bunları kalıba sokmasını ister. Kâb dikkatini dengesine verdiği halde veciz beyitler dizmekte zorlanmaz. Züheyr bile pes der. Görünen o ki bu çocuk müstesna bir kabiliyettir ve şiiri asla bırakmaz. Ona mani olamayacağına göre işi akışına bırakmalıdır. Artık ne çocuğunu üzer, ne de kendini yorar.
O günlerde Muallakat-ı seba şairlerinden Nabiğa, Züheyri ziyaret eder ve bir süredir takılıp kaldığı bir mısra hakkında akıl sorar. İki ünlü şair kara kara düşünürlerken, Kâb şiiri şekle sokar ve okumaya başlar. Züheyr Kâbenin Rabbine yemin olsun ki seninle övünüyorum der ve bir bakıma önünü açar.


Artık ölüm döşeğindedir...
Züheyr, artık ölüm döşeğindedir... Oğlu Kâb (Müslüman olduktan sonra meşhur Kaside-i Bürdeyi söyleyerek Resulullah Efendimizin iltifatlarına mazhar olan oğlu) diğer oğlu Büceyr ve kız kardeşi Hansayı başına toplar ve onlara son konuşmasını yapar:
Rüyamda gökten bir ip uzatıldı. Ona yapışmak için çok uğraştım ama tutamadım. Bu ip geleceği müjdelenen ahir zaman Peygamberini işaret ediyor, benim ona yetişemeyeceğim açık. Şayet siz o güne ulaşırsanız Şanlı Resule sahabe olun, yanından ayrılmayın!
Bu onun son sözleri olur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdülmelik Harnûtî ve Seyyid Ahmed-i Kebîr</label>

Seyyid Ahmed-i Kebîr, evliyânın meşhurlarından ve Seyyid Ahmed Rufâî hazretlerinin torunlarından veya talebelerindendir. Onunla karıştırılmaması için kendisine Kûçek (Küçük) denilmiştir. Ancak Seyyid Ahmed-i Kebîr Rufâî şeklinde tanınmıştır...Seyyid Ahmed-i Kebîr Rufâînin türbesi Ladiktedir. Yedi yaşındayken babası vefât etti. Dayısı Mensûr Betâihî onu himâyesine aldı. Yakın alâka gösterip meşhûr âlimlerden ders aldırıp, iyi bir ilim tahsîli yaptırdı... Tasavvufta çok yükseldi...
Seyyid Ahmed, yedi yaşında Kurân-ı kerîmi ezberledi. Zamânında âlimlerin ve velî zâtların çok bulunduğu Vâsıt şehrine gidip dayısı Ebû Bekr el-Ensârîden ve Aliyy-ül-Karî Vâsıtî hazretlerinden ilim öğrendi. Ebû Bekr el-Ensârî ki; güzel sûretli, konuşması tatlı, edep timsâli, hâfızası kuvvetli, anlayışı yüksek, birçok ilimde söz sâhibi ve ferâiz ilminde yüksek Hanbelî mezhebi fıkıh âlimidir. Çok kitap yazmıştır. Eserlerden Şerh-i Euklides fî Usûl-il-Hendesi vel-Hisâb çok kımetlidir.
Seyyid Ahmed-i Kebîr Rufâî işte böyle âlim ve velîlerin yanında yetişip, tasavvufta çok yüksek derecelere kavuştu. İlimde yetişip kâmil bir velî olduktan sonra insanlara İslâmiyeti anlatıp, öğretmek ve dînin emirlerine uymalarını sağlamak için irşâd faâliyetine başladı. Bu maksatla Amasyaya gidip yerleşti. Çok kıymetli hizmetler yapmıştır...


Hakîkî âlimleri tanıyamamak!
Seyyid Ahmed-i Kebîrin hocalarından Abdülmelik Harnûtî, vefat ederken ona şöyle vasiyet etmiştir:
Ey Ahmed! Başkalarına iltifât edip gezen, hedefine varamaz ve hakîkate kavuşamaz. Şüphelerden kurtulamayanın, dünyâ düşüncelerinin ve nefsinin arzuları peşinde olanın, felâha, kurtuluşa kavuşması düşünülemez. Bir kimse kendi kusûrunu ve noksanını bilmiyorsa, onun bütün zamânı da noksan geçer... Hakîkî âlimleri, evliyâyı tanıyamamak çok kötü bir haldir. Tabîbin hasta olması ne kadar fenâ! Akıllı kimsenin câhil kalması ne kötüdür!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fasîh Dede ve Nasuhi Efendi</label>

Nasuhi Efendi, büyük velîlerdendir. On yedinci yüzyılın ikinci yarısında ve on sekizinci yüzyılın başında yaşamış olup, Halvetiyye yoluna mensuptur. Kastamonulu Şeyh Şâbân-ı Velî hazretlerinin torunlarındandır. Üsküdarda doğup yaşadığı için Üsküdârî nisbesiyle meşhûr olmuştur. 1718 (H.1130) senesinde İstanbulda vefât etti. Kabri Üsküdar, Doğancılarda Nasûhî Dergâhı bahçesindedir... Aslına vâkıf olursunuz!..Muhammed Nasûhî Efendi senelerce dergâhında talebe yetiştirdi ve Eyyûb Sultan Câmiinde vaaz ve nasihat ederek insanların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermeleri için gayret etti. Pek çok kerameti görülmüştür.
Lodosun şiddetle estiği bir günde talebeleri Nasûhî Efendiyi ziyârete gittiler. Bir müddet sohbet ettikten sonra, Harem İskelesine doğru geldiler. Sonra Nasûhî Efendi; Haremden Galataya cenâze namazına kim gider? dedi. Orada bulunanlar; Efendim, bu fırtınalı havada karşıya geçmek mümkün müdür? dediklerinde; Aslına sonra vâkıf olursunuz. Sevâba ihtiyâcı olan gider buyurdu. İki ihtiyar kimse ile gitmeye karar verdiler. Talebeleri de Aşağı Çınara kadar berâber gidiyorlardı. Hacı Paşa Hamamı önünde bir mevlevî dervişi zuhûr etti. Gelerek Nasûhî hazretlerinin elini öptü. Derviş konuşmaya başlamadan önce Nasûhî Efendi; Fasîh Dede ne zaman vefât etti? diye sordu. Derviş şu cevabı verdi:


Bu gece yolcu olsak gerektir!
Bu gece yarısından önce Derviş Osmanı odasına çağırıp Bu gece yolcu olsak gerektir. Lâkin beni Şeyh Nasûhî yıkasın, namazımı dahi o kıldırsın diye vasiyet eyledi ve iki saat geçtikten sonra vefât etti. Biz sabah namazını kıldıktan sonra Derviş Osman beni çağırıp Denizde fırtına var. Lâkin elbette Fasîh Dedenin söylediklerinde bir hikmet vardır. Buradan bir kayığa bin, Eminönüne var. Büyük bir kayık bulup git, Nasûhî Efendi hazretlerine durumu haber ver. Elbette onlara dahi malûm olmuştur. İcâbet buyururlar diye, beni size gönderdi. Büyük bir kayık getirdim. Şimdi Şemsipaşadadır...
Nasûhî Efendi talebeleriyle birlikte Şemsipaşaya kadar yürüdüler. Orada bekleyen kayığa bindiler. Talebeleri hocalarının sözündeki hikmeti anladılar ve bir kerâmetine daha şâhid oldular...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hem âbid hem fakih Abdülmelik Taberî</label>

Abdülmelik Taberî, evliyânın büyüklerindendir. Hayâtı hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. On ikinci asırda Mekkede yaşadı. Nizâmiye Medresesinde fıkıh ilmi tahsil etti. Zühd ve verâ bakımından zamânında yaşayan evliyânın önde gelenlerindendi. Haramlardan şiddetle kaçınır, şüpheli korkusuyla mubahların çoğunu terk eder ve dünyâya zerre kadar meyletmezdi. Sübhânallahi ve bihamdihi...Bu mübarek zat, çok ibâdet yapar, nefsini terbiye etmek için sıkı riyâzet ve mücâhede ederdi. Nefsinin isteklerini hiç yapmaz, istemediklerini yapmak için çok uğraşırdı. Elbise olarak sert kumaşları tercih eder, katıksız yemek yer, vaktini sıkıntılara göğüs gererek sabırla geçirirdi. Kendisine zikir olarak şu iki kelimeyi seçmişti. Sübhânallahi ve bihamdihi, sübhânallahilazîm
Abdülmelik Taberî hazretlerinin bulunduğu bölgede, suyuna el ulaşamayacak kadar derin olan ve Anber denilen bir havuz vardı. Mübarek, havuza elini uzattığında su yükselir ve abdest alırdı. Abdestini bitirdiğinde ise su alçalırdı.


Murâkabe hâlinde iken!..
Bir gün yanına giden Hüseyin Zegandânî onu, başını göğsüne tamamen eğmiş murâkabe hâlinde buldu. O sırada bir kısım insanlar gelerek ona sorular sordular. Abdülmelik Taberî sorulan ilk iki suale cevap vermedi. Üçüncü sual sorulunca cevap verdi. Hüseyin Zegandânî ona bunun sebebini sorunca;
Resûlullah efendimiz sadece üçüncü suâlin cevabını telkin etti. Öncekilerine ise sükût buyurdular. Onun için ilk ikisine cevap vermedim buyurdu.


Mekkede vefat etti...
Abdülmelik Taberî hazretleri Mekkede vefat etti. Mekkeye gelen Hibetullah Kuşeyri, vefatına yakın Abdülmelik Taberîyi ziyarete gitti ve ateşler içinde buldu. Binbir zorlukla oturan Abdülmelik Taberî; Hummaya yakalandığımda bununla sevinirim. Çünkü nefs, hummâ ile meşgûl olup, beni meşgûl etmez. Bu haldeyken kalbimle istediğim gibi yalnız kalırım buyurdu. Sonra da vefat etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri