Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Said bin Zeyd ve müfteri bir kadın!</label>

Said bin Zeyd (radıyallahü anh) aşere-i mübeşşereden, yani dünyâda iken Cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. 51 (m. 671) senesinde Medineye yakın bir yer olan Akîkte yetmiş yaşlarında vefât etti. Babası, İslâmiyetten önce Peygamber efendimizle görüşürdü, Allahü teâlânın kendine verdiği ilham ile putlara tapan insanların haline şaşar, putperestliğin şirk olduğunu, onlara kesilen kurbanların etinin yenemeyeceğini düşünürdü. Bu sebepledir ki, Said bin Zeyde Peygamber efendimiz Müslüman olmasını söyleyince, hanımı Fâtıma ile birlikte hemen iman ettiler... Duâsı kabul olanlardan idi
Said bin Zeyd de Peygamber efendimizin müsaadesi ile Habeşistana hicret etti. Sonra Medineye geldi. Peygamber efendimizin bütün gazvelerine katıldı...
Saîd bin Zeyd hazretleri zamanını devamlı ibadetle geçirirdi. Dünya ve dünyâ nimetlerinden daha çok âhireti düşünürdü. Makam ve mevkiyi hiç düşünmez, ancak kendisine bir vazife verilirse, bunu en iyi şekilde yerine getirirdi. Duâsı kabul olanlardan idi. Bunun için kendisini kırmaktan herkes çekinirdi...
Erva adındaki bir kadın, Medine Valisi Mervan bin Hakeme giderek Said bin Zeydin kendi arazisine tecavüzde bulunduğunu şikayet etti. Mervan, şikâyet konusu olayı soruşturmak için memurlarını Akîk Vadisindeki çiftliğinde bulunan Said bin Zeyde gönderdi...


Kuyusunu ona mezar yap!
Said radıyallahü anh çok üzüldü. Gelenlere;
-Ona haksızlık ettiğimi zannediyorsunuz değil mi? Resûlullah efendimizin şöyle dediğini duydum: Haksız yere her kim bir karış toprağı gasbetse, kıyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanır. Sonra şöyle ekledi:
Allahım bu kadın yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canını alma ve kuyusunu ona mezar yap!
Rivayet edildiğine göre bu iftiracı kadın, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düşerek öldü. Bu olaydan dolayı Medineliler birisine kızdıkları zaman ona, Allah seni Erva gibi kör etsin diyerek beddua ederlerdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ümm-i Habîbe (radıyallahü anhâ)</label>

Hazret-i Ümm-i Habîbe, önce Resûlullahın halasının oğlu Ubeydullah bin Cahş ile evlendi. Kocasıyla İslâmiyeti kabul ederek ilk Müslümanlardan oldu. Mekkedeki müşriklerin, Müslümanlara eziyet ve zararları dayanılamayacak bir dereceye geldiğinde Habeşistana hicret etti. Kızı Habîbe, Habeşistanda doğduğu için, kendisi de Ümmü Habîbe Habîbenin Annesi künyesiyle meşhur oldu. İmânının mükâfâtına kavuştuHabeş Hükümdarı Necâşî, Hristiyan idi. Müslümânlara çeşitli şeyler sorup, aldığı olgun cevaplara hayrân kalarak îmân etti. Müslümânlara çok iyilikte bulundu. Îmânı zayıf olan Ubeydullah bin Cahş, mal ve mevki için nefsine aldanıp, dînini dünyâya değişti. Ümm-i Habîbeyi de radıyallahü anhâ dinden çıkıp zengin olmağa cebr ve teşvîk etti ise de, mübarek kadın, Muhammed aleyhisselâmın dîninden çıkmayacağını söyleyince, onu boşadı. Sürünerek, sefâletten ölmesini bekliyordu. Fakat, kısa bir süre sonra kendi öldü...
Resûlullah efendimiz, Ümm-i Habîbenin dîninin kuvvetini ve başına gelen çok acı hâli işitti. Necâşîye mektûb yazıp, (Oradaki Ümm-i Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap! Sonra, kendisini buraya gönder!) şeklinde talepte bulundu. Hükümdar Necâşî mektûba çok hürmet edip, oradaki Müslümânları sarâyına dâvet ederek, ziyâfet verdi. Hicretin yedinci senesinde nikâh yapılıp, hediyye ve ihsânlarda bulundu. Bu sûretle, Ümm-i Habîbe, îmânının mükâfâtına kavuştu. Bu nikâh, Ebû Süfyânın ileride Müslümân olmakla şereflenmesini hâzırlayan sebeplerden birisi oldu. Nitekim Mekkenin fethinde o da iman etti...


Senden af etmeni isterim
Hazret-i Ümm-i Habîbe kardeşi Muâviyenin radıyallahü anhâ hilâfeti zamânında hastalandı ve Hazreti Âişeyi çağırtıp; Benimle senin ve diğerlerinin aramızda münâsebetler vardı. Eğer her ne sûretle olursa olsun aramızda hatâen bir şey geçmiş ise senden af etmeni isterim. Af edip hayır duâ ile an ve benim için mağfiret taleb et deyince, Hazreti Âişe bu söz üzerine duâ edip; Sen beni memnûn etmişsin. Hak teâlâ da seni memnûn kılsın buyurdu.
Ümm-i Habîbe radıyallahü anhâ, Medîne-i münevverede 664 (H.44) senesinde, yetmiş üç yaşında vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir hikmet ehli Ebubekr Zerencerî</label>

Ebubekr Zerencerî, Maveraünnehirde yaşamış olan evliyanın büyüklerindendir. 1118 (H. 512) senesinde Buharada vefat etti. Kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki: Kim kendi nefsini, Firavunun nefsinden daha hayırlı zannederse, kibirli olduğunu göstermiş olur. İyi huylu olmaya sebep
Geçmiş büyüklerin ahlâk ve yaşayışlarını inceleyen, kendi kusurlarını anlar ve büyüklerden geri kalma sebeplerini öğrenir. Eshâb-ı kirâmın, Selef-i sâlihînin, velîlerin hayat hikâyelerini okumak, iyi huylu olmaya sebep olur.
Kendinde bulunduğu zaman gizli kalmasını istediğin bir şeyi, başka birinde görürsen ifşâ etme.
Bir sarhoşla karşılaşırsan, ona buğzetme, kötü söyleme, çünkü, o duruma sen de düşebilirsin.
Size iki şey tavsiye ediyorum: Âlimlerle sohbet edin ve câhillerden uzaklaşın.
Cömertlik kadar güzel, cimrilik kadar çirkin bir huy bilmiyorum.
Söz öyle olmalı ki, tekrar etmeye lüzum kalmamalı, tesirini hemen göstermelidir.
Dostlar arasındaki ülfetin, yakınlığın kalkması, dünyâ sevgisindendir.
Kendisinden nasîhat isteyen bir kimseye, Dünyâ için hiçbir şeye kızma buyurdu.


Sözlerin tesirli olması için!
Kendisine Eski büyüklerin sözleri, bizim sözlerimizden daha tesirliydi. Bunun hikmeti nedir? diye sordular. Cevâbında buyurdu ki: Onlar, Allahü teâlânın rızâsı, İslâmiyetin izzeti, yükselmesi ve nefslerinden kurtulmaları için konuşurlardı. Biz ise nefsimiz için, dünyâlık ele geçirmek ve insanlar tarafından kabûl görmek için konuşuyoruz. Böyle olunca, elbette sözlerimiz kimseye tesir etmez.


Her sözünüz zabta geçer
Bu mübarek zatın son sözleri şunlar oldu:
Söz ve hareketlerinizin bir zerresini bile küçümsemeyin. Onların şer ve aldatma olmasından emin olmayın. Onların cevaplarını, sorgu günü olan kıyamet gününe bırakmayın. Allahü teâlâ her yaptığınızı bilir. Ağzınızdan çıkan her söz, hemen zabta geçer.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrahim bin Ömer Bikâî</label>

İbrahim bin Ömer Bikâî, Şamda yaşamış olan evliyanın büyüklerindendir. Sohbetleri çok kıymetliydi. Talipleri, ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinler ve onunla amel ederlerdi. Buyurdular ki:Akıllı kimselerin arzusu, düşüncesi, Cehennemden kurtulmak ve haramlardan kaçmaktır. Ahmak olanın arzusu, oyun ve eğlencedir ve Ölüm meleği yastığının dibinde durduğu halde uyuyup gaflete dalan kimseye çok şaşılır sözleriyle âhireti unutup gaflette olan insanlara duyduğu hayreti bildirmiştir. Nafilelerle uğraşma!
Bikâî hazretleri, her şeyden evvel farzları yapıp haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınmayı söyler, nâfilelerle uğraşılacak zaman olmadığını bildirir; Zarûrî din bilgilerini alıp, faydasız şeyleri terk etmek, akıl sâhiplerinin işidir buyururdu.
Allahü teâlâ dünyâyı lezzetlerle ve âfetlerle doldurdu. Helâlleri güçlüklerle, haramları da mesûliyetlerle berâber kıldı buyurdu. Yine buyurdu ki: İnsanlar üç kısımdır: Birincileri, günahkârlar sınıfı olup, günahlarına tövbe edip bir daha günahlara dönmek istemeyenlerdir. Bunlar iyidir. Makbûldür. İkincileri, günah işlerler, sonra tekrar tekrar günah işlerler, sonra üzülürler, sonra yine günah işlerler, sonra da ağlarlar. Bunların kurtulması umulur. Fakat helâk da olabilirler. Üçüncüleri, günah işlerlerken pişman olmazlar, pişman olurlar üzülmezler ve yine günah işlerler ağlamazlar. Bunlar Cennet yolundan Cehennem yoluna sapmış olanlardır.
Bir gün de çevresindekilere şöyle buyurdu: İçinden çıkamadığınız mevzûlarda, âlimlere gidip sorunuz. Onlardan istifâde edebilmeniz için; kendinizi bir hiç kabûl edip, câhil olduğunuzu söyleyerek, samîmiyet, tertemiz bir kalb ve edeb ile gitmeniz lâzımdır.


Ciğerlerinden rahatsızdı!
Bu mübarek zat, uzun zamandır ciğerlerinden rahatsızdı. 1480 (H. 885) senesinde vefat etti. Vefatından önce buyurdu ki: Allahü teâlânın zatından başka ne varsa, ister zarar, ister yarar hepsini attıktan sonra Yüce Zata can ü gönülden bağlanmak, hakiki imandır. Böyle bir kimse âhiretin sultanı olur. Cennete dilediği kapıdan girer. Dostlarını da götürür. Allahü teâlâ buyuruyor ki: Ey benim kullarım! Bugün size korku yoktur ve mahzun da olmayacaksınız.
İbrahim bin Ömer Bikâî, Emeviyye Camiinde namazı kılındıktan sonra Şamın dışında bulunan Hemûriyye kabristanına defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Mevlânâ'nın torunu Ulu Ârif Çelebi</label>

Ulu Ârif Çelebi, Konyanın büyük velîlerindendir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin torunu, Sultan Veledin oğludur. 1271 (H.670) senesinde doğdu. 1319 (H.719) senesinde Konyada vefât etti. Kabri oradadır. Küçük yaşta dedesi Mevlânâ hazretlerinin teveccühlerine kavuştu. Babası Sultan Veledden zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrendi. Babasının vefâtından sonra onun halîfesi, vekîli oldu. Artık orada kalman yeter!..Ârif Çelebi, 1319 (H.719) senesinde, Aksaraya dostlarını ve talebelerini ziyârete gitti. Bir gece rüyâsında, peş peşe aralıksız birkaç defâ âh ederek, bir müddet ağladı. Orada bulunan dostları, bunu öğrendiler ve kendisine, ağlamasının hikmetini sordular. O da;
-Rüyâmda bir köşkte oturmuş, penceresinden güzel bir bahçeyi seyrediyordum. O bahçenin güzelliğini anlatmak mümkün değildir. Zîrâ onu anlatacak diller ve yazacak kalemler âciz kalır. Bahçeyi seyrederken, orada dedem Mevlânâ hazretlerini gördüm. Bana mübârek eliyle işâret ederek; Ey Ârif! Gel, bundan sonra bize gel. Artık orada kalman yeter! dedi ve gözden kayboldu. İşte, dedeme olan hasretim sebebiyle ağladım. Her geçen gün âhirete gitme arzum çoğalmaktadır dedi.


Gitme zamânım yaklaştı
Sonra Konyaya dönmek için yola çıktı. Konyaya geldiğinden iki gün sonra, cumâ idi. Güneş doğduktan sonra dışarı çıkıp, güneşe doğru döndü ve bâzı sözler söyleyip kasîdeler okudu. Sonra talebelerine dönerek;
Kardeşlerim! Artık gitme zamânım yaklaştı. Zîrâ her nefeste sesler geliyor... Sizleri Allahü teâlâya emânet ediyorum buyurdu.
Evine girip yatağına yattı. Bir hafta hasta yattıktan sonra, ertesi cumâ günü kalktılar. Şu ânda medfun bulunduğu yere gelip, orayı işâret ederek; Beni buraya defnediniz buyurarak vasiyet etti. Tekrar istirahate çekilerek, günlerce hasta yattı. Hastalığının yirmi beşinci gecesinde zelzele oldu. Bâzı binâlar yıkıldı. İki gün sonra da, salı günü ikindi vaktine yakın, Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah diyerek son nefesini verdi ve sevdiklerine kavuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Salih bin Mismar</label>

Salih bin Mismar, evliyanın büyüklerindendir. Doğum ve vefat tarihleri hakkında bir bilgi yoktur. Kıymetli vaaz ve nasihatleri vardır. Bu mübarek zat buyurdu ki:
İnsanlardan dünyâyı en çok seven, kazancına haramın karışmasına aldırmayan kimsedir. Böyle birisi, dünyâdan yüz çevirmiş gibi görünse de, harama helâle dikkat etmeyişi, onun dünyâ sevgisi hastalığına tutulduğunun alâmeti, işâretidir. İnsanların en cömerdi
İnsanların en cömerdi; Allahü teâlânın hukûkuna riâyet edip, emirlerini ve yasaklarını yerine getirendir. En cimrisi de, bunlara riâyet etmeyendir. Etrafına çok para pul dağıtsa bile.
Allahü teâlânın katında, şirkin dışında en büyük günahlardan birisi, insanlarla alay etmektir.
Eğer insan, belâ, sıkıntı ve darlığa düşerse, bilsin ki bu, Peygamberlerin ve sâlihlerin hâllerindendir. Çünkü onların hepsi, bu dünyâda çok sıkıntı çektiler. Eğer insan rahatlığa kavuşursa, bilsin ki, o büyüklerin yolu rahatlık ve lezzetler içerisinde yaşama yolu değildi.
Size üç şeyden sakınmanızı tavsiye ederim; nefsinizin arzu ve isteklerine uymaktan, kötü arkadaştan bir de ucubdan (kendini beğenmekten).
Şeytan, yüzbinlerce câhile karşı göğüs gerebilir. Onlara karşı üstünlük kazanabilir. Onlarla alay eder. Hattâ onları istediği tarafa çekebilir. Fakat âlime karşı bunu yapamaz. Onun karşısında çok güç durumlarda kalır.


Sana sorulursa cevap ver!
Senden, bildiğin bir şey sorulursa, söyle. Eğer bilmiyorsan, bilmiyorum, de. Sana sorulursa cevap ver ve konuş, yoksa sükût et.
İnsan, Allahü teâlâya ibâdet etmediği müddetçe halîm, yumuşak olamaz.
Çok gıybet edip, buğz edenlerin nasîhatine güvenilmez.
Şeytanın en sevdiği kimseler: Çok uyuyan, çok yiyendir. Şeytan, şehvetine (nefsine, arzu ve isteklerine) hâkim olup, nefsin kötülüklerine aldanmayan kimsenin gölgesinden bile kaçar.
Salih bin Mismara Ölüyorsun, çoluk çocuğunu birine emanet etmeyecek misin? dediler. O da Onları acizlere emanet edemem, Allahtan utanırım buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Abdülazîz Dîrînî</label>

Abdülazîz Dîrînî hazretleri, Mısır evliyâsındandır. Lakabı İzzeddîndir. 1216 (H.613) yılında doğdu. 1295 (H.694) senesinde Kahirede vefât etti... Küçük yaşta ilim tahsiline başladı ve zamânındaki âlimlerden ilim öğrendi. Ebül-Feth bin Ebil-Ganîm Rasânînin sohbetinde bulundu ve Şeyh İzzeddînden tasavvuf ilmini öğrendi. Tasavvuf yolunda yüksek mertebelere kavuştu. Abdülazîz Dîrînî dünyâya düşkün olmayan ve birçok kerâmeti görülen, edebiyât, kelâm ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimiydi.Efendim, bu ne hâl?!. Bu mübarek zat, Mısırda er-Rîf denilen yerde otururdu. Bâzı günler buradan ayrılıp, civar bölgeleri dolaşırdı. Oralardaki insanlar, ondan, müşkillerinin çözülmesi için duâ etmesini isterlerdi. Kendisini görme imkânı bulamayanlar, meselelerini mektupla sorup cevap alırlardı. Kuvvetli îmân ve güzel ahlâk sâhibi idi. Herkese güler yüz, tatlı dil gösterirdi. Kimseyi kırmazdı.
Bir gün bir yere giderken, onu tanımayan kimseler yanına gelip, Kelime-i şehâdeti söyle bakalım dediler. O da peki deyip, okudu. Sonra onlar; Şimdi kadıya gidelim. Onun huzûrunda yeni Müslüman olanların yaptığı gibi, sen de oku dediler. Orada bulunan büyük küçük herkes berâberce kadıya gittiler. Kadı hemen Abdülazîz ed-Dîrînîyi tanıdı ve; Efendim, bu ne hâl? Bunlar kim? dedi. O da; Bilmiyorum. Bunlar beni ne zannetti iseler, Kelime-i şehâdeti okumamı istediler ve buraya getirdiler. Ben de onları kırmayıp geldim dedi.
Bir gün talebeleri, hocalarının kerâmet göstermesini akıllarından geçirdiklerinde; Yavrularım, bizler, yerin dibine batmaya müstehak kimseler olduğumuz hâlde batmamamız, bir de Allahü teâlânın bizi, yeryüzünde bu hâlde bulundurması en büyük kerâmet değil midir? buyurdu.
Şerefli bir hayat için...
Bir gün de şöyle buyurdu: Eğer kadere, Allahü teâlânın hükmüne rızâ gösterirseniz şerefli bir hayat yaşarsınız.
Abdülazîz Dîrînî hazretlerinin son sözleri şunlar oldu:
Ey nefs! Dilediğin gibi yaşadın, şimdi ayrılıyorsun. Dilediğini sevdin, şimdi onları terk ediyorsun. Artık, günahların, sevapların ve bir de âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlânın şefkati ile baş başasın. İnsanlar bunu örnek alsınlar.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anadolu velîlerinden Abdullah Efendi</label>

Geredeli Abdullah Efendi, Anadolu velîlerindendir. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On dokuzuncu asrın sonlarında yaşamıştır. Tasavvufta Mustafa Sâfî Efendinin derslerinde ve sohbetlerinde kemâle erdi. Bu zâtın medrese tahsîli de yok idi. Fakat tasavvufta kazandığı kemâl derecesiyle hangi ilimden bahis açılsa, o hususta bilgi verir, sorulan suâlleri cevaplandırırdı. Boluya teşrif etmişti!..Abdullah Efendi bir gün Boluya teşrif etti. Günlerce yapılan sohbetlerden sonra, bir akşam Muhammed Bey adında bir zâtın evinde misâfir iken; Yarın Geredeye gitmem gerekiyor dedi. Dâvet edildiğiniz yerler var, kerem edin birkaç gün daha kalın dedikleri zaman; Yarın gideceğim dedi...
Ertesi gün kendisine mecbûren bir binek tedârik ettiler. Sabah vakti yola çıktı. Talebelerinden çoğunun haberi olmadı. Birkaç talebesi Kuruçeşme denilen yere kadar uğurladılar ve orada vedâlaştılar. Uğurlayan bu talebelerine;
Her ne zaman benim hasta olduğumu işitirseniz, ihmâl etmeyip geliniz dedi. Böylece vefâtına işâret etmiş olmasıyla uğurlamak için orada bulunan talebeleri ağlaşmaya başladılar. Bunun üzerine; Ben sizi herkesten çok severim, bu burada anlaşılmaz, yarın anlarsınız diyerek bâzı işâretler verdi. Sonra da oradan ayrılıp gitti.


İbrâhim Bey geldi mi?
Abdullah Efendi ayrıldıktan sonra gözden kayboluncaya kadar talebeleri arkasından bakıştılar. Geredeye vardıktan sonra ertesi gün hastalandı. Talebesi İbrâhim Hilmi Beyi Boludan çağırmalarını emretti. Bâzıları haber gönderdik diyerek, haber gönderilmesine mâni oldularsa da, arada bir İbrâhim Bey geldi mi? diye sorunca, telaş olmaması için haber göndermediklerini söylediler. Mutlaka gelmesini arzu ediyorsanız haber gönderelim dediklerinde; Eyvah! Şu andan sonra haber göndermekle yetişemez. Ne söylediysem, onu yerine getirmeniz gerekirdi dedi ve biraz sonra son nefesini verdi. Gerededeki dergâhında defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Acı Çorba Muhammed Efendi</label>

Evliyânın meşhûrlarından Akşemseddîn hazretlerinin oğlu Fadlullah Efendinin hizmet ve sohbetlerinde yetişip kemâle gelen Şeyh Muhammed Efendi, zâhirî ve bâtınî ilimlerde derin âlim ve velî bir zât oldu. İlim tahsîlini tamamlayıp kemâle geldi. Tasavvufta yüksek derece ve olgunluklara kavuşup, kendisini ibâdet ve tâata verdi. Üstünlük İslamiyete uymaktadırDiğer büyük velîler gibi, bu mübarek zat da, insanlara bulundukları dünyâlık mevkiler ve sâhib oldukları servetlere göre kıymet verilmesini hoş karşılamaz ve böyle yapılmasından nefret ederdi. Yanına gelenler arasında, zengin-fakir şeklinde bir ayırım yapmaz, kıymet ve üstünlüğün İslâmiyete uymak nisbetinde olduğunu bildirirdi.
İstidâd sâhibi birisi kendisine gelse, ona mutlaka alâka gösterir, ilim ve edeb öğrenmesinde ona faydalı olurdu. Talebeler sohbetleri bereketi ile öyle yüksek derecelere kavuşurlardı ki, başkaları uzun seneler mücâhede edip uğraşmakla o dereceleri elde edemezlerdi.
Ekseri gecelerde meclisinde bulunanlar ile birlikte, başka bir şey düşünmeyip, yalnız Allahü teâlâyı zikretmekle meşgûl olurlardı. Onların bu hâlini görenler, bulundukları yerden nûr yayıldığını ve bu nûrun gökyüzüne doğru yükseldiğini görürlerdi. Nice insanlar, Muhammed Efendiye bir müddet hizmet etmekle, yüksek derece ve makamlara kavuşmuşlardı.


Vefat ettiğimi anlarsınız!
Bir gün, Muhammed Efendi talebelerine şöyle tembihte bulundu:
Yakın zamanda bana bir hâl olur ve hareketsiz kalırım. O hâlim ile karşılaştığınızda, üç gün beklersiniz, üç günden sonra vücûdumda bir kabarma ve şişme görürseniz, o zaman vefât etmiş olduğumu anlar, beni defnedersiniz.
Şeyh Muhammed Efendinin bu sözü söylediği sırada, orada bulunan ve talebelerinden olan bir zât şöyle anlattı:
Ârif-i billâh olan mübarek hocamda, yukarıdaki sözü söyledikten bir zaman sonra, bildirdiği gibi bir hâl oldu. Hakîkaten hiçbir hayat belirtisi görülmeden, üç gün o hâlde durdu. Üç gün geçtikten sonra, vücûdunda şişme eserleri görülmeye başlayınca, vefât ettiğini anladık. Yıkayıp kefenledikten sonra defnettik.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Uteybe bin Ebi Leheb</label>

Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kızı Ümmü Gülsüm (radıyallahü anha) Resulullah Efendimizin İslâmiyeti tebliğinden önce doğdu. Annesi hazret-i Hadîcedir. Ümmü Gülsüm, Ebû Lehebin ikinci oğlu Uteybe ile nişanlanmıştı. Diğer kızı Rukayye de Ebu Lehebin bir başka oğlu Utbe ile nişanlıydı.Resulullah Efendimize Peygamberliği bildirilip dini tebliğe başlamıştı. O günlerde Tebbet Suresi inince Ebu Leheb çılgına dönmüştü. İki oğluna da;
Eğer siz Muhammedin kızlarıyla evlenirseniz yanınızda durmak bana haram olsun dedi. Harb bin Ümeyyenin kızı olan anneleri de buna benzer sözlerle oğullarını Resulullahın kızlarıyla evlenmekten vazgeçirdiler. Senin kızını istemiyorum!
Uteybe, Resulullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve selem); Ben senin dinini inkâr ettim ve senin kızını da istemiyorum. Artık ne sen bana gel, ne de ben sana geleyim dedikten sonra Resulullah Efendimize saldırdı ve gömleğini yırttı. Peygamber Efendimiz;
Yâ Rabbî, buna canavarlarından birini musallat et! diye bedduâ eyledi...
O günlerde Uteybe ticaret için Şam tarafına gitmek üzereydi. Bundan sonra Uteybe Kureyşli tüccarlar ile yola çıkarak Zerka denilen bir yere geldiler. Orada bir arslan onların etrafında dolanmaya başladı.
Uteybe feryat ederek;
Vallahi Muhammedin bedduâsı yüzünden bu arslan beni parçalayacak. Muhammed Mekkededir ama, benim katilim odur dedi. Arslan onların etrafında birkaç kere dolaştıktan sonra kayboldu. Onlar da Uteybeyi aralarına alarak yattılar. Arslan tekrar dönüp aralarından geçerek Uteybenin yanına vardı ve onu parçaladı.


Üçüncü bir kızım olsaydı...
Resulullah Efendimizin bu iki mübarek kızı Hazret-i Osman ile evlendiler. Şöyle ki; önce Rukayye ile evlenen hazreti Osman, onun vefatından sonra Resulullah Efendimiz, Ümmü Gülsümü Hazreti Osmana nikâhladı. Ancak ne var ki Hicretin 9uncu senesinde o mübarek kızı da vefat etti ve namazını Resulullah Efendimiz kıldırdı. Defnolunurken kabri yanında durup, mübarek gözlerinden yaşlar aktı.
Resulullah Efendimiz, Hazreti Osmana hitaben;
Ya Osman, üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki onu da seninle evlendirirdim buyurdular.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Uteybe bin Ebi Leheb</label>

Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kızı Ümmü Gülsüm (radıyallahü anha) Resulullah Efendimizin İslâmiyeti tebliğinden önce doğdu. Annesi hazret-i Hadîcedir. Ümmü Gülsüm, Ebû Lehebin ikinci oğlu Uteybe ile nişanlanmıştı. Diğer kızı Rukayye de Ebu Lehebin bir başka oğlu Utbe ile nişanlıydı.Resulullah Efendimize Peygamberliği bildirilip dini tebliğe başlamıştı. O günlerde Tebbet Suresi inince Ebu Leheb çılgına dönmüştü. İki oğluna da;
Eğer siz Muhammedin kızlarıyla evlenirseniz yanınızda durmak bana haram olsun dedi. Harb bin Ümeyyenin kızı olan anneleri de buna benzer sözlerle oğullarını Resulullahın kızlarıyla evlenmekten vazgeçirdiler. Senin kızını istemiyorum!
Uteybe, Resulullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve selem); Ben senin dinini inkâr ettim ve senin kızını da istemiyorum. Artık ne sen bana gel, ne de ben sana geleyim dedikten sonra Resulullah Efendimize saldırdı ve gömleğini yırttı. Peygamber Efendimiz;
Yâ Rabbî, buna canavarlarından birini musallat et! diye bedduâ eyledi...
O günlerde Uteybe ticaret için Şam tarafına gitmek üzereydi. Bundan sonra Uteybe Kureyşli tüccarlar ile yola çıkarak Zerka denilen bir yere geldiler. Orada bir arslan onların etrafında dolanmaya başladı.
Uteybe feryat ederek;
Vallahi Muhammedin bedduâsı yüzünden bu arslan beni parçalayacak. Muhammed Mekkededir ama, benim katilim odur dedi. Arslan onların etrafında birkaç kere dolaştıktan sonra kayboldu. Onlar da Uteybeyi aralarına alarak yattılar. Arslan tekrar dönüp aralarından geçerek Uteybenin yanına vardı ve onu parçaladı.


Üçüncü bir kızım olsaydı...
Resulullah Efendimizin bu iki mübarek kızı Hazret-i Osman ile evlendiler. Şöyle ki; önce Rukayye ile evlenen hazreti Osman, onun vefatından sonra Resulullah Efendimiz, Ümmü Gülsümü Hazreti Osmana nikâhladı. Ancak ne var ki Hicretin 9uncu senesinde o mübarek kızı da vefat etti ve namazını Resulullah Efendimiz kıldırdı. Defnolunurken kabri yanında durup, mübarek gözlerinden yaşlar aktı.
Resulullah Efendimiz, Hazreti Osmana hitaben;
Ya Osman, üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki onu da seninle evlendirirdim buyurdular.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir alperen... Cemel Ali Dede</label>

Horasandan yollara düşüp gelen ve Anadoluyu yurt edinen alperenlerden olan Cemel Ali Dedenin doğum târihi bilinmemektedir. 1274 (H.673) senesinde Konyada vefât etti. Kabri, Konyada Meram tarafındadır...Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin babası Sultânül-Ulemâ ile birlikte Konyaya gelen Cemel Ali Dede, Sultânül-Ulemânın sohbetinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi. Selçuklu devri Konyasının tanınmış kişilerinden oldu. Çevresindeki fakirleri ve düşkünleri gözeten çok cömert bir zat idi... Ebedî saadetin yollarını anlattı...
Bu mübarek zat, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp onların dünyâ ve âhirette kurtuluşa ermeleri için gayret etti... Pek çok kimse onun sohbet ve zikir meclislerinde bulunup yüksek derecelere ulaştı. Adına yaptırılan dergâhta ve mescidde ilim ve mârifet incilerini dağıtmakla meşgûl iken Konyada vefât etti. Meram taraflarında Dede Bağı veya Cemel Ali Bağı diye anılan yerde defnedildi. Mütevâzı bir üslupla yaptırılmış olan türbesi, kıymetini bilenler tarafından ziyâret edilmektedir...
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, Cemel Ali Dedenin mescid ve zâviyesinin bulunduğu Dede Bağı adı verilen yere giderdi. Buradaki sohbetlerde sevenlerine ledünnî âlemin sırlarından bahseder, onlara dünyâ ve âhirette Allahü teâlânın ve Resûlünün râzı olacağı işleri yapmalarını tavsiye ederdi...


Cömertlerin canını kolay alırız
Rivayet olunur ki, Cemel Ali Dede vefat ederken, çok sevdiği biri ziyaretine gitmiş ve tam sekerat halindeyken; Ya Rabbi, bu mübarek zat çok cömert idi. Bunun canını kolay al, zahmet çekmesin! diye dua etmiş.
Mübarek zat gözünü açmış ve;
Kim bana bu duayı yaptı? demiş. O kimse;
Ben ettim deyince buyurmuş ki:
Melek-ül mevt dedi ki: Korkma! Biz cömertlerin canını âsân (kolay) alırız...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri