Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir testiye bir adam!</label>

Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerini çocukken İsmâil Fakîrullah hazretlerine teslim ederler. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakîrullah hazretlerinin yanında geçiren İbrahim Hakkı hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider, doldururken oraya gelen bir atlı;-Çekil bakayım önümden be çocuk! diyerek İbrahim Hakkıyı azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır küçük İbrahim Hakkı... Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak dergâha gelir
Küçük İbrahim ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve durumu anlatır. Hocası sorar:
-Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?
-Hayır, der, hiçbir şey söylemedim.
-Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle!
Zavallı İbrahim, gider ve çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da; Benim testimi niye kırdın zâlim adam diyemez.
Dönüp geldiğinde hocası Fakîrullah hazretleri sorar:
-Ona bir şeyler söyleyebildin mi evladım?
-Söyleyemedim efendim; niyetlendim, lâkin bir türlü ağır bir söz sarf edemedim! Hocası birden celallenir:
-Sana diyorum İbrahim! Çabuk git ve o adama bir şeyler söyle! Yoksa sonu felâket olacak!..


Allahü teâlâ cezâlandırdı!
İbrahim Hakkı bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki, testisini kıran adam, atının tekmeleriyle çeşmenin su dolu oluğuna yuvarlamış ve ölmüştür! Koşarak gelip, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerine bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hâle üzülür:
-Vah vah! Bir testiye bir adam! Üzüldüm buna doğrusu! der. Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük velî şöyle îzah eder:
O adam, İbrahim Hakkıya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı, zâlimi Allaha havâle etti. Allahü teâlâ da onu cezâlandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleseydi, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdülmü'min bin Abdülhak el-Bağdadî</label>

Abdülmümin bin Abdülhak el-Bağdadî, Irak evliyasındandır. Doğum ve vefat tarihleri hakkında bir bilgi yoktur. Bağdadda Müslümanlara sohbet ederdi. Buyurdu ki:Havf, Allahü teâlânın azâbından korkmak ve recâ, Allahü teâlânın rahmetinden ümitli olmak, bir kuşun iki kanadı gibidir. İkisi birden bulunursa, hem kuş, hem de uçuş düzgün ve mükemmel olur. Kanatların birisi bulunmazsa, kuş da, uçuş da noksan olur. Kanatlarının ikisi de bulunmazsa kuş ölüme terk edilmiştir. Allah korkusunun alâmeti!
Bir kimsenin Allahü teâlâdan korkmasının hakîkî olduğunun alâmeti, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyden korkmamasıdır.
Tövbe husûsunda da şöyle buyurdu:
Tövbe; pişmanlık ve günahı bırakmaktır.
Affa, mağfirete, müsâmahaya kavuşurum diyerek, günahlardan tövbe etmeyi terk etmek, o günahı işlemekten daha beterdir. Tövbe ve pişmanlıkta Allahü teâlânın hoşnutluğu vardır.
Tefekkür nedir? diye soran birisine ise;
Tefekkür dört türlü olur: Allahü teâlânın mahlûklarındaki güzel sanatları, faydaları düşünmek, Ona inanmaya ve sevmeye sebeb olur. Onun vadettiği sevapları düşünmek, ibâdet yapmaya sebeb olur. Onun haber verdiği azapları düşünmek, Ondan korkmaya, kimseye kötülük yapmamaya sebeb olur. Onun nîmetlerine, ihsânlarına karşılık, nefsine uyarak günah işlediğini, gaflet içinde yaşadığını düşünmek, Allahtan hayâ etmeye, utanmaya sebeb olur diye cevap verdi.
Sabır husûsunda buyurdu ki: Sıkıntılara sabretmeyen kimsede rızâ yoktur. Nîmetlere şükretmeyen kimsede kemâl yoktur. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ârifler, Allahü teâlâya muhabbet, Onun takdirine rızâ ve Onun nîmetlerine şükür ederek vâsıl olmuşlardır.


Yâ Rabbi! Maksadım sensin
Abdülmümin bin Abdülhak el-Bağdadî hazretlerinin, vefatı anındaki son sözleri şunlar oldu:
Yâ Rabbi! Maksadım sensin. Hakkındaki zannını iyi yaptım. Çünki (Kulum beni nasıl umarsa onu öyle karşılarım) buyurdun. Senin hakkındaki zannım iyidir. Yâ Rabbi! Günahlarımı affet. Kusurlarımı bağışla. İbadetlerimdeki kusurlarımı afv ve mağfiret eyle.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdülmüheymin Hadramî</label>

Abdülmüheymin Hadramî, Kuzey Afrika evliyasındandır. 1348 (H. 479) senesinde Tunusun Zellac kasabasında vefat etti. Kıymetli nasihatleri vardır. İşte onlardan birkaç damla... Abdülmüheymin Hadramî hazretleri buyurdu ki:
Bir kulun, Allahü teâlânın beğendiği işleri kolayca yapabilmesi, sünnete göre hareket etmesi, sâlih kimseleri sevmesi, eş-dost ile güzel geçinmesi, Allah rızâsı için insanlara iyilik yapması, Müslümanların işini görmesi ve vakitlerini Allahü teâlânın dînine hizmetle geçirmesi, saâdet alâmetlerindendir. İşin aslından habersizdirler
İnsanların çoğunun gafil dolaştıklarını gördüm. Bu yolda dayandıkları şey, bir zan ve tahminden ibârettir. Durumları bu iken, hakîkat üzere olduklarını anlatır ve kendilerine göre mükâşefeden (keşiften) bahsederler. Ne var ki, işin aslından habersizdirler.
Bir kulun ereceği saâdet, emredilen ibâdetleri ve tâatleri kolayca yapmasıdır. Bütün işlerinde sünnet üzere yürümeyi başarmasıdır. Sâlih kullara karşı içten sevgi beslemesi, hangi işte olursa olsun, ahlâkını değiştirmemesidir.
Bedbaht kişi, unutulmuş günahlarını açığa vuran kimsedir.
Ârif; tamamiyle gönlünü Allahü teâlâya, vücûdunu halka hizmete veren kişidir.
Allahü teâlâya ulaşan en emin yol; bütün iş, hareket ve ibâdetlerde Peygamber efendimizin sünnetine tâbi olmaktır.
Peygamber efendimizin sünnetine tâbi olmak, bidatlerden kaçmak, İslâm âlimlerinin gittiği yoldan gitmekle olur.
Kişinin saâdetinin ve ibâdetlerin ona kolay gelmesinin alâmeti, bütün işlerinde sünnete uymak, sâlihlerle sohbet etmek, dostlarına karşı güzel ahlâklı olmak, ilâhî mârifet ve insanlara muhabbet ile bezenmek ve vakitlerini değerlendirmektir.


Senden rızanı istiyorum...
Abdülmüheymin Hadramî, hasta idi. Son anlarını yaşıyordu. Ellerini açtı ve şöyle dua etti:
Yâ Rabbi! (Gökyüzünde ve yeryüzünde kim varsa Ondan ister. O her gün yaratmaktadır) buyurmaktasın. Bu sözünün hürmetine Senden rızanı istiyorum...
Bunlar o mübareğin son sözleri oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyh-ül Umran Umran Sülüst</label>

Şeyh-ül Umran hazretleri, İbrahim aleyhisselam gibi bir peygamberin anıldığı örnek davranış ve aynı güzel huyun ebedîleştirdiği nice cömert insanlardan biridir... Öyle ki karşısında bir misafir olmadan yemek yemezdi. Eğer misafirsiz kalırsa daima günlerini oruçlu geçirirdi... Misafire ikramı geciktirmişti... Şeyh-ül Umran, bir gün böylece oruca niyet etti. Lakin akşama doğru bir misafir çıkageldi. O da iftar vaktine az kaldığı ve orucunu bozmamak için misafiri aç biilaç lafa tuttu. Gelen adam da pek acıkmıştı...
Şeyh-ül Umran, o gece bir rüya gördü. Kendisine çok gizli şeyler gösterildi ve bir nida duydu:
Ey Umran! Senin bize güzel bir ibadetin vardı. Bizim de sana karşı bir âdetimiz... Sen âdetini değiştirdin, biz de kendimizinkini değiştirdik....
Şeyh-ül Umran, üzüntüler içinde uyandı. O günden sonra perişan bir halde yaşadı. Rüyada gösterilen sırlardan sonra sanki bir mecnun olmuştu... Bir zaman sonra köyündeki malı ve mülkü için, hükümet memurları onu sigaya çektiler. Sıkıldı ve köyünden çıkıp gitti...
Bir süre sonra bir başka büyük kişiye misafir oldu. Kendisinin cömertliğini ve misafiri ne kadar çok sevdiğini bildikleri için ikramın her türlüsünü gösterdiler. Fakat Şeyh-ül Umran durmadı, bir gün sonra oradan ayrılmaya karar verdi. Sordular;
Niçin birkaç gün daha kalmıyorsunuz? Sizi rahat ettirirdik dediler. O da şöyle cevap verdi:


Rabbimin rızası tecelli etsin
Ben misafirime hizmeti geciktirdiğim için suçlanan bir kimseyim. Beni nimet ve rahat içinde görüp, rızasını kabul etmezse ne yaparım? Bırakın, başımı alıp mihnetime doğru yöneleyim... Ta ki, Rabbimin rızası ne ise tecelli etsin.
Ve Şeyh-ül Umran gitti... Onu şehrin tepelik bir viranesinde vefat etmiş olarak buldular...
İtibar yükselten güzel huylardan olan cömertlik ve misafirperverlik, bütün insanlık için ümit veren bir meşale gibidir buyuruluyor. Bu güzel huylar herkesi kendine doğru çeker. İşte Şeyh-ül Umran da böyle bir zât-ı muhteremdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anne duası ve Hazreti Alkame</label>

Asr-ı saadette Alkame isminde gayretli çalışkan ve cömert bir genç vardı. Hastalandı ve rahatsızlığı şiddetlendi. Hanımı vaziyeti Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimize bildirdi:Ya Resûlallah, kocam çok hasta, ölüm halinde dedi.
Resulullah efendimiz, vaziyeti öğrenmek için; Hazreti Ali, Selman-ı Farisi, Bilal-i Habeşî ve Ammar bin Yasiri (radıyallahü anhüm) Alkamenin evine gönderdi... Gittiler, Alkame ağır hasta idi. Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah demesini söylediler. Bir türlü söyleyemedi. Üzüldüler. Oğlum beni hep tersliyor!
Vaziyeti bildirmesi için Bilal radıyallahü anhı Resulullah efendimize gönderdiler. Resul-i Ekrem efendimiz ana ve babasının hayatta olup olmadıklarını sordu. Babasının öldüğünü, ihtiyar anasının hayatta olduğunu öğrendiler.
Resulullah efendimiz, oğlu ile aralarının nasıl olduğunu sordurduğunda, ihtiyar kadın:
O hep hanımını dinliyor, beni tersliyor, hiçbir isteğimi yerine getirmiyor cevabını verdi.
Resul-i Ekrem, Bilal-i Habeşî radıyallahü anha:
Git bir yığın odun topla, onu ateşte yakalım buyurdu.
Bu sözleri duyan Alkamenin annesi:
Ya Resûlallah! O benim oğlum ve gönlümün meyvesidir. Onu benim gözlerimin önünde yakacak mısın? Buna yüreğim nasıl dayanır dedi. Resulullah efendimiz şöyle buyurdu:
Ey Alkamenin annesi, Allahın azabı daha şiddetli ve daha devamlıdır. Sen içinden Allahın onu mağfiret etmesini diliyorsun. O halde ona kırgın olmadığını açıkla. Hakkını helal et. Varlığım Kudret elinde olan Allaha yeminle söylerim ki, sen ona kırgın oldukça, onun ne namazı, ne orucu ne de diğer iyilikleri kendisine fayda vermez.


Ona hakkımı helal ettim
Alkamenin annesi ellerini açtı ve:
Ya Resulallah! Ben oğlum Alkameden razıyım, haklarımı ona helal ettim dedi.
Resul-i Ekrem efendimiz:
Ya Bilal! Git bak, Alkame Lâ ilahe illallah diyebiliyor mu? buyurdu.
Bilal-i Habeşî hazretleri hemen gitti. Alkamenin evine vardı. Daha kapıdan girerken onun, Lâ ilahe illallah Muhammedün Resulullah demekte olduğunu işitti.
Alkame radıyallahü anh o gün vefat etti... Yıkandı, kefenlendi. Resul-i Ekrem efendimiz namazını kıldırdı ve defnetti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ben bu cezayı çoktan hak ettim</label>

Bir vakitler Kütahyada Ulu Cami civarında nalbantlık yapan Küçük Ahmet Ağa vardı. Bir gün dükkanına genç bir atlı geldi: Nalbant Ağa! dedi, Atımın nallarını değiştiriver. Nalbant, baktı atın nalları daha yeniydi. Delikanlıya dönerek:
Evlat! Bunlar yeni, değişmelerine lüzum yok! dedi.
Olsun, usta sen yine de değiştiriver! dedi genç.
Peki oğlum! deyip atın nallarını değiştirdi. Daha sonra nalbantın parasını verip vedalaşacağı sırada, Ulu Cami önündeki bir kalabalık dikkatini çekti. Örencikten birini astılar!
Hayrola usta! Bu saatte bu telaşlı kalabalık neyin nesi? Ne varmış acaba? diye sorunca, cevap verdi nalbant:
Örencikten birini astılar!
Tüh be! diye hayıflandı genç, Hata etmişler. Adam suçsuz. İşin aslını ben biliyorum...
Ahmet Ağa kendi kendine Hayret! diye mırıldanırken, genç de oradan ayrılır gider...
Aylar yıllar birbirini kovalamış ve uzun bir zaman geçmiştir aradan. Yine bir sabah vakti... Ulu Cami önünde yine bir kalabalık... Herkes merak içinde olay yerine bakmaktadır. Yine birisi asılmak üzeredir. Sehpaya çıkarılmış, boğazına ilmik geçirilmeden önce son arzusu sorulur mahkuma.
Şu karşıdaki dükkanda bir nalbant olacak. Onu bir çağırıverin der mahkum. Çevredekiler merakla olacakları beklerken nalbant darağacının yanına getirilir. Mahkum ona doğru seslenir:
Beni tanıdın mı Ahmet Ağa!?
Hayır! diye cevap verir nalbant, boş ve endişeli bakışlarla.
Aradan çok zaman geçtiği için hatırlayamaman normal diye karşılık verir idamlık adam.
Hani bir sabah sana gelmiştim de atımı nallayıver, demiştim. Sen de bunlar daha sağlam, diye değiştirmek istememiştin. Ancak benim ısrarım üzerine, peki, deyip yeniden nallamıştın. Hatırladın mı? O zaman da burada böyle kalabalık vardı. Örencikten birini asmışlardı.


O suçu ben işlemiştim!..
Hatırlamaz olur muyum? Elbette hatırladım der ve devam eder Küçük Ahmet Ağa, O adamın haksız yere cezalandırıldığını söyleyip hayıflanmıştın.
Bunun üzerine adam, şu ibretli gerçeği söyledikten sonra cellatlara teslim olur:
İşte, o Örenciklinin asılmasına sebep olan suçu ben işlemiştim. Lakin şimdi beni asmak istedikleri suçla hiçbir alakam yok. Olsun, ben zaten hak etmiştim. İnsanlar böyle zaman zaman yanlış karar verip zulmediyorlar, fakat adalet sonunda işte böyle tecelli ediyor!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir garip derviş ve Abdullah-ı Ensârî</label>

Abdullah-ı Ensârî, 1005 (H.396)te Heratta doğdu, 1088 (H.481) senesinde aynı yerde vefat etti. Evliyânın meşhûrlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerindendir. Nesebi, Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârîye dayanır. Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır. Hadîs ilminde yüksek derecede âlim idi. Üç yüz binden ziyâde hadîs-i şerîf ezberlemiştir. Ayrıca tefsîr, fıkıh, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde âlim idi. Bu mübarek zat, bir gün kendi yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatmıştır: Yarın vefât edeceğim!..Bir zaman bir arkadaş ile Basraya gittim. Altı gün geçtiği hâlde, hiçbir şey yemedik. Yedinci gün bir kimse gelip bize birer altın hediyye etti. Ben de o altını arkadaşıma verdim. Gidip yiyecek bir şeyler getirdi. Berâberce yedik. Sonra yolumuza devâm ettik. Deniz kıyısına geldik. Kalan bir altını gemiciye verip gemiye bindik. Gemide, köşede kendi hâlinde oturan biri vardı. Namaz vakitlerinde kalkar, namazdan sonra tekrar kendi hâlinde oturmaya devâm ederdi. Kendisine yaklaşıp, bir ihtiyâcı olursa yardımcı olabileceğimizi söyledik. Olduğu zaman söylerim dedi. Bir gün bize; Ben, yarın öğle namazından sonra vefât edeceğim. Gemiciye, sizi sâhile çıkarmasını söyleyiniz. Elbiselerimden bir şey isterse veriniz. Dışarı çıktığınız zaman bir orman görürsünüz. Orada, büyük bir ağacın altında, benim kefenlenme ve defin işlerim için her şeyi hazırlanmış bulursunuz. İşlerimi tamamlayıp, beni oraya defnediniz. Benim bu yamalı elbisemi de kaybetmeyiniz. Hilleye gittiğiniz zaman, zarîf bir genç, sizden bu yamalı elbiseyi ister. Ona veriniz dedi.


Bu olanlar nedir?
Hakîkaten de ertesi günü öğle namazından sonra vefât etti. Bundan sonra biz dediklerini aynen yaptık. Her şey tam anlattığı gibi oluyordu. Hilleye vardığımızda, târif ettiği genç karşımıza çıkıp; Emâneti veriniz dedi. Biz, yanımızdaki emâneti kendisine teslim ettik ve; Allah rızâsı için bize izâh eder misin? O zât kimdi? Sen kimsin? Bu olanlar nedir? dedik. O bir derviş idi. Mirâs bırakacak bir malı vardı. Kendisine bir vâris taleb etti. Beni gösterdiler. Siz, biraz bekleyin. Ben hemen geliyorum dedi. Gidip biraz sonra geldi. Kendi elbiselerini çıkarmış bizim getirdiğimiz elbiseleri giymiş idi. Kendi elbiselerini bize verip; Bunlar sizindir dedi ve gitti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mâlikî fıkıh âlimi Ziyâeddîn Halîl Cündî</label>

Ziyâeddîn Halîl Cündî, Mısırın Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi ve velîlerindendir. Doğum târihi ve yeri belli değildir. Küçük yaştan îtibâren, İmâm-ı Şâfiî, Ahmed-i Bedevî, Seyyidet Nefîse ve Şerâfeddîn Kürdîden sonra Mısırda yetişen evliyânın en büyüğü olan Abdullah Menûfînin terbiyesine verildi. Kâhire, Mekke ve Medîne gibi zamânın belli başlı ilim merkezlerindeki âlimlerden ilim öğrendi. Hadîs-i şerîf ilminde, fıkıh bilgilerinde âlim oldu. Tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. Mâlikî mezhebine göre fetvâ verdi. Pekçok talebe yetiştirip, faydalı eserler yazdı. İbn-i Mezrûk, Tâcüddîn İshâkî gibi âlimler talebelerinden idi... Ona en münâsip işçi benimHalîl Cündî hazretleri, lüzumsuz işlerle uğraşmaz, ibâdet ve ilimden başka şeyle meşgûl olmazdı. Yirmi sene Kâhirede kaldı. Çok meşhûr olan Nil Nehri ve kıyılarını görmek için gittiği görülmedi. Müderrislik yaptığı sıralarda, bir gün hocası Abdullah Menûfînin ziyâretine gitti. Evinde bulamadı. Evin helâsında bir ârıza olduğunu, tâmir için işçi aramaya gittiğini söylediler. O da tereddüd etmeden; Ona en münâsip işçi benim deyip, helâyı temizlemeye başladı. Çevredeki insanlar başına toplanıp, böyle namlı ve şanlı bir kimsenin helâ temizliği yapmasını hayretle seyrediyorlardı. Bu sırada Abdullah Menûfî hazretleri geldi. Onu gördü. Çevredekilere; Bu kim? diye sordu. Onlar da; Halîl! diye cevap verdiler. O zaman, Mısırın en büyük beş evliyâsından beşincisi olduğu bildirilen Abdullah Menûfî hazretleri, öyle bir duâ etti ki, Halîl Cündî, bu duânın bereketiyle bir anda pek yüksek derecelere kavuştu. Allahü teâlâ ömrüne bereket ihsân etti ve İslâm dînine çok hizmetleri oldu...


Artık son anlarını yaşıyordu...
Halîl Cündî hazretleri vefat edeceği zaman buyurdu ki: Velî olgunlaşınca kendisine Allahü teâlâ tarafından çeşitli şekillerde görünme kuvveti verilir. Bu da olmayacak bir şey değildir. Çünkü, başka başka görünen şekiller rûhâniyettir. Bedeni, cismi görünmemektedir. Rûhlar, madde değildirler, boşlukta yer kaplamazlar.
Allahü teâlâ, evliyânın rûhlarına öyle bir kuvvet verir ki, çeşitli şekillerde görünebilirler. Bedenleri mezardan çıkmaz. Rûhları şekil alıp görünürler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Zekeriyyâ Ensârî</label>

Küçük yaştayken babası vefât eden Zekeriyyâ Ensârî, ilim öğrenmeye başladı. Doğum yeri olan Senîkeye Rebî bin Abdullah isminde bir âlim gelmişti. Rebî bin Abdullah, kendisine yardım edilmesini isteyen bir kadın gördü. Kadının kocası ölmüş, çocuğu yetim kalmıştı. Şehrin vâlisi çocuğu saka kuşu avlamaya gönderiyordu... Oğlu için çırpınan bir anne!..Rebî bin Abdullah çocuğu ve kadını yanına çağırıp, kadına; Eğer oğlunun böyle durumlara düşmekten kurtulmasını istiyorsan, oğlunu bırak Câmi-ül-Ezherde okusun, ilimle meşgûl olsun dedi. Oğlunun bu durumdan kurtulması için can atan kadın, onu Rebî bin Abdullaha teslim etti. Rebî bin Abdullah küçük yaşta olan Zekeriyyâ Ensârîyi alıp Câmi-ül-Ezhere götürdü. Kısa zamanda Kurân-ı kerîmin tamâmını ezberleyen Zekeriyyâ Ensârî, zamanının büyük âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Onların sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi. İlmi ve güzel ahlâkıyla insanlara ışık oldu. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp onların dünyâda ve âhirette saâdete, kurtuluşa kavuşmaları için çalışan Zekeriyyâ Ensârî hazretleri, herkesle iyi geçinip hizmet etti. Pek çok talebe yetiştirdi.
Zekeriyyâ Ensârînin vefatına yakın okuduğu şiirinin tercümesi şöyledir:
İlâhî! Günahım çok. Senin kapından başka gidecek kapım yok.
İlâhî! Ben günahkâr kulunum, ne ilmim var, ne amelim. Senden başka yardımcım yok.
İlâhî! Hatâlarımı azaltmam için bana yardım eyle.
İlâhî! Ben hatâ ve kusurlarımdan dolayı senden çok hayâ ediyorum.
İlâhî! Günahlarım yedi deryâ gibi pekçoktur. Fakat senin affın yanında onlar azıcık bir damla gibi kalır.
İlâhî! Eğer senin affının genişliğine ve kerîm olduğuna dâir ümîdim olmasaydı, benden meydana gelen hiçbir hatâya sabır ve tahammül edemezdim.
İlâhî, Hâşimî kabîlesinden olan habîbin Muhammed aleyhisselâmın hürmeti için, beni azâbından kurtar! Çünkü ben senin azâbından çok korkuyorum.
Lütfunla ve güzel affınla bana muâmele eyle. Son nefeste bana lütuf ve ihsân eyle...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kendine has bir şair Yahya Kemal</label>

Yahya Kemal Beyatlı, 1884 yılında Üsküpte doğdu. Asıl adı Ahmed Agâhtır. İlköğrenimini Üsküpte gördü. İstanbul Vefa Lisesi mezunudur. Başlangıçta Sultan II. Abdülhamid yönetimine karşı muhaliflerin safında yer alarak Parise kaçtı. Fransada Siyasal Bilgiler okurken hocası Albert Sorrelin etkisinde kalarak düşüncelerinde değişmeler oldu... Fransızlardan etkilendiFransada dokuz yıl kalan Beyatlı, Fransız edebiyatını ve edebiyatçılarını yakından tanıma imkânı buldu. Onlardan etkilendi. Arapça ve Farsçasını geliştirdi. Divan şiiri üzerinde yoğunlaştı. 1913 yılında İstanbula döndü. Darüşşafaka, Medresetül-Vâizin ve Darülfünûnda Tarih ve Edebiyat dersleri okuttu. Gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Lozan Konferansına katıldı. 1923te Urfa Milletvekili seçildi. Çeşitli ülkelerde diplomatik görevler alarak Türkiyeyi temsil etti. Yozgat, Tekirdağ ve İstanbul Milletvekilliği de yapan Yahya Kemal, Pakistan Büyükelçiliği görevinde iken emekli oldu (1949) ve yurda döndü.
Yahya Kemal Beyatlı, tedavi için Parise gitti. Bir yıl sonra da öldü. (1 Kasım 1958)
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biridir. Aruzla yazdı. Klasik şiirimizin temel özelliklerine bağlı kalarak, kendine özgü bir şair oldu. Sanatta ve edebiyatta millî ve manevî değerlere bağlı kaldı.
Bazı edebiyatçılar onu Necip Fazıl Kısakürekten sonra şiiri en rahat söyleyen, hecelerde zorlanmayan bir şair olarak tanımlamaktadırlar. Edebiyat dünyasında Tevfik Fikretle yaptığı kalem kavgası önemli yer tutar...


Ölmek kaderde var...
Yahya Kemal Beyatlı, şiirde mükemmelliği aradığı için olsa gerek, yaşadığı sürece şiirlerini kitap hâline getirmemiş; ancak ölümünden sonra kurulan Yahya Kemal Enstitüsünün yardımı ile şiirleri kitap halinde basılmış; bir çoğu da ünlü bestekârlar tarafından bestelenmiştir.
Yahya Kemal Beyatlı, ölümünden kısa bir süre önce Ölmek kaderde var; yaşayıp köhnemek hazin/Buna bir çare yok mudur ya Rabbelâlemin? beyitini söylemiş ve son nefesini vermeden önce de şu mısrayı okumuştur:
Allahadır tefekkürümüz, itikadımız.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sekran Bâlî Efendi</label>

Bâlî Efendi, Anadoludaki evliyânın büyüklerindendir. Zâhir ve bâtın ilimlerinde âlim bir zât idi. Babası Amasyalı olup, Sultan İkinci Bâyezîd Hanın oğlu Şehzâde Ahmedin hocası idi. Yavuz Sultan Selîm Han tahta geçince, bâzı yerlerde kâdılık vazîfesi verildi. Tirede kâdı iken, oğlu Şeyh Bâlî doğdu. Bâlî Efendinin doğum târihi bilinmemektedir. Allah aşkı ile mest olup cezbeye tutulduğu için kendinden geçmiş mânâsında Sekran lakabı verildi... Aklî ve naklî ilimleri öğrendiBâlî Efendi, zamânın âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri öğrendi. Kânûnî Sultan Süleymânın hocası Hayreddîn Efendinin yanında tahsilini tamamlayıp stajını bitirdi. Önce İstanbulda Kepenekçi Medresesine müderris tâyin edildi. Burada bir müddet vazîfe yaptıktan sonra, Bursada talebe iken gördüğü bir rüyâ üzerine, Ali Paşa Zâviyesi Şeyhi Ramazan Efendinin yanında; ahlâkını güzelleştirmek, kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye etmekle tasavvufta yetişip olgunlaşmakla meşgûl oldu. Zâhirî ilimlerdeki yüksekliğine, bâtınî ilminin üstünlüğünü de ilâve etti. Ramazan Efendi 1555 (H.963) senesinde vefât edince, halîfesi olan Bâlî Efendiye talebeleri yetiştirmek vazîfesi verildi.


Öyle gözyaşı döküyordu ki!..
Zamânın evliyâsından Nûreddînzâde Muslihuddîn Efendi, Bâlî Efendiye haber gönderip; önce gelen evliyânın kerâmetlerini açıklamadıklarını, kendisinin de onlara uymasını, her yerde kerâmet göstermemesini bildirdi. Bâlî Efendi de, kerâmet inkârcılarının çoğaldığını bildirip; Evliyâ, Müslümanlara yardım etmek ve zâlimlerin zulmünü defetmekle emrolunmuşlardır. İşleri düzeltmek, yetki sâhibi kimseleri ıslâh edip onlara nasîhatte bulunmak, halktan bin kişiyi irşâd etmekten doğru yolu göstermekten evlâdır diye cevap verdi.
***
Bâlî Efendi, vefâtına yakın abdest aldı. Öyle gözyaşı döküyordu ki, görenler onun gözyaşları ile abdest aldığını zannederdi. Aldığı o son abdest ile, abdestli olarak İstanbulda vefât etti (1572). Fâtih Câmiinde kılınan cenâze namazından sonra, vazîfeli bulunduğu Kurşunlu (Altuncu) Zâviyesindeki türbesine defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mezarının başında ölümü bekleyen zat!</label>

Veysel Karânî hazretleri, Peygamber efendimizin sağlığında Müslüman oldu. Fakat görmediği için Sahâbî olamadı. Peygamber efendimiz zamânında Medîneye gelmedi. Tâbiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömerin halîfeliği sırasında Medîneye geldi. Çok alâka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemende yaşadı. Sonra Basraya gitti. Her hâli insanlara ibret olduVeysel Karânî hazretleri, Yemende iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sâdeydi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.
Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber efendimize olan aşkı, ibâdete canla başla devâmı ve annesine saygısıdır...


Annesi izin vermeyince!..
Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını aldı. Resûlullah efendimizi görmeyi çok arzu ediyordu. Defâlarca Peygamber efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin vermedi...
***
Veysel Karânî hazretlerine; Şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi gündüzü yok dediler. Beni oraya götürün buyurdu. Veysel Karânîyi onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. Ey kişi, bu kabir ve kefen, seni otuz senedir, Allahü tealadan alıkoydu. Sen Allahü tealayı düşünecek, zikredecek yerde, hep kefeni ve kabri düşündün buyurdu.
O kişi, onun nûruyla o tehlikeyi kendinde gördü. Feryâd ederek o kabre düşüp can verdi.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri