Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâbiînin büyüklerinden Abdülmelik bin Umeyr</label>

Büyük âlim ve velî Abdülmelik bin Umeyr hep, Namaz, namaz ille de namaz derdi. Bu hususta buyurdu ki: Namazda huşû ve hudû; bütün âzâların hareketsiz kalıp tevâzu hâlinde bulunması ve kalbin de Allahü teâlâdan korku üzere olması demektir. Hadîs-i şerîfte; (Kalbin hazır olmadığı namaza Allahü teâlâ bakmaz) buyuruluyor. İbrâhim aleyhisselâm namaz kıldığı zaman, kalbinin hışırtısı çok uzaklardan duyulurdu Emanetin zamânı geldi!..Hazret-i Ali namaz için kalktığı zaman, vücûdunu bir titreme alır, yüzünün rengi değişirdi ve; Yedi kat göklere ve yere arz edilen ve onların taşıyamadıkları emanetin zamânı geldi derdi. Bunun için namazda tumânînete ve tâdîl-i erkâna dikkat etmelidir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; (En büyük hırsız, kendi namazından çalan kimsedir) buyurdu. Yâ Resûlallah! Bir kimse, kendi namazından nasıl çalar? diye sordular. (Namazın rükûunu ve secdelerini tamam yapmamakla) buyurdu.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir kimseyi namaz kılarken, rükûunu ve secdelerini tamam yapmadığını görüp; Sen namazlarını böyle kıldığın için, Muhammedin (sallallahü aleyhi vesellem) dîninden başka bir dinde olarak ölmekten korkmuyor musun? buyurdu.
Bir gün Peygamber Efendimiz birini namaz kılarken, rükûdan kalkınca dikilip durmadığını ve iki secde arasında oturmadığını görüp; Eğer namazlarını böyle kılarak ölürsen, kıyâmet günü sana, benim ümmetimden demezler buyurdu. Bir kere de; Altmış sene, bütün namazlarını kılıp da, hiçbir namazı kabûl olmayan kimse, rükû ve secdelerini tamam yapmayan kimsedir buyurdu.


Kırk senedir kılmamışsın!
Zeyd ibni Vehb, birini namaz kılarken rükû ve secdelerini tamam yapmadığını gördü. Ne kadar zamandır böyle namaz kılıyorsun? dedi. Kırk senedir deyince; Sen kırk senedir namaz kılmamışsın diye ikaz etti...
Abdülmelik bin Umeyr hazretleri 753 (H. 136) senesinde Kûfede vefat etti. Son sözü şu oldu:
Kim masiyet zilletinden taat şerefine yükselirse Allahü teâlâ onun kalbinde kendi nurunu parlatır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hindistan evliyâsından Şeyh Abdülkuddûs</label>

Abdülkuddûs hazretleri, Hindistan evliyâsındandır. Babasının ismi Abdullahtır. Nesebi İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe hazretlerine dayanır. Doğum yeri ve târihi belli değildir. 1538 (H.944) senesinde Hindistanın Kenkâh şehrinde vefât etti.Zamânın âlimlerinden ilim öğrenen Abdülkuddûs hazretleri, Şeyh Muhammed bin Ârif bin Ahmed Abdülhak Radulevînin sohbetlerinde bulundu ve talebesi olmakla şereflendi. Aynı zamanda Mahdum Şeyh Muhammedden, Sühreverdî ve Çeştî büyüklerinden olan Kâsım Evdehîden icâzet, diploma aldı... Çiftçilikle meşgûl olurdu...
Abdülkuddûs hazretleri, nefsinin isteklerini yapmamaya çalışmakta meşhûr olup, kerâmetleri ile tanınmıştı. Sıdk ve ihlâsla huzûruna gelen dileğine kavuşur, kâmil, yetişmiş ve yetiştirebilen evliyâdan olurdu. Abdülkuddûs hazretleri nafakasını temin için zirâatle, çiftçilikle meşgûl olurdu. Fakat kalbi dâimâ Allahü teâlâ ile berâber idi.
Abdülkuddûs hazretlerinin çok çocuğu oldu. Oğullarının hepsi âlim ve mânevî ilimlerde mütehassıs idiler. Oğulları Delhide tahsil ederlerken, babalarını çok görmek isterlerdi. Babalarına; Büyük bir işimiz var, huzûrunuza kabul edilmek istiyoruz diye yazarlardı. Şeyh Abdülkuddûs hazretleri ise; Onların bizim yanımıza gelmesi, ilim öğrenmelerine gevşeklik ve durgunluk verir; bizim onların yanına gitmemiz lâzım buyurur ve ihtiyarlığına rağmen, kudretsiz hallerinde Dehliye giderlerdi.


Çok talebe yetiştirdi...
Şeyh Abdülkuddûs çok talebe yetiştirdi. Pekçok halîfesi vardı. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin babası Abdülehad hazretleri, Abdülkuddûsün talebelerindendi. Halîfelerinin meşhûrları; büyük velî Şeyh Burev ve Şeyh Abdülgafur Azampûrî idi...
Abdülkuddûs hazretlerinin birçok kıymetli eseri vardır. En meşhûru Envâr-ül-Uyûndur. Yedi bölüm üzere tertîb edilmiştir. Birinci bölümde hocası Abdülhak Radulevînin menkıbelerini yazmıştır. Orada buyurur ki: Her ne kadar ben Mahdûm Şeyh Muhammedin talebesi isem de, onun ceddi olan Şeyh Ahmedden daha çok feyz aldım.
Bu mübarek zat, 1538 (H. 944) senesinde Hindistanın Kenkâh şehrinde vefat etti. Vefat ederken; Allahü teala merhametlilerin en merhametlisidir buyurdu. Bu onun son sözleri oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerâmetler menbâı Ebû Osman Mağribî</label>

Ebû Osman Mağribî, büyük velîlerdendir. İsmi Saîd bin Sâlim Mağribî, künyesi Ebû Osmandır. Mağrib memleketinde Kayravânın Kevkeb köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 983 (H.373) senesinde yüz otuz yaşlarında iken Nişâburda vefât etti. Tabakât-ı Ensârî kitabında seyyid olduğu yazılmıştır. Vasiyeti üzerine, cenâze namazını Ebû Bekr bin Fûrek kıldırdı. Kerâmetleri meşhûrdur... Bağdattan sonra Nişâbûr...
Ebû Osman Mağribî hazretleri, bir müddet Bağdatta ikâmet ettikten sonra Nişâbûra geçti ve buraya yerleşti. Ebû Ali Kâtib, Ebû Ali Rodbârî, Habîb-i Magribî, Ebû Amr-ı Zücâcî, Ebû Yâkûb Nehrecûrî, Ebül-Hasan bin Sâig Dînûrî ve daha birçok âlimle görüşüp sohbet etti ve kendilerinden ilim öğrendi. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde âlim idi. Haram ve şüphelilerden sakınmakta, dünyâya düşkün olmamakta, sıhhatli hüküm vermekte fevkalâde olup, heybetli ve firâset sâhibiydi...
Bir gün bir kimse Ebû Osman Mağribînin yanında bulunuyordu. Kendi kendine; Acabâ Ebû Osmanın arzu ettiği bir şey var mıdır? diye düşündü. Bu anda Ebû Osman hazretleri; İhsân edilenler yetmiyormuş gibi, bir de başka şeyler mi arzu edeyim buyurdu.
Bir gün de huzûrunda, İmâm-ı Şâfiînin; İlim iki kısımdır. İlm-i edyân ve ilm-i ebdân sözü zikredildi. Buyurdu ki: Allahü teâlâ, İmâm-ı Şâfiîye rahmet eylesin, ne güzel söylemiş. İlm-i edyân, hakîkatler ve mârifetler ilmidir. İlm-i ebdân, siyâset, riyâzet ve mücâhede ilmidir...
Hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki:
Güzel ahlâk, Allahü teâlânın takdirine râzı olmaktır.
Başkalarının halleriyle meşgul olan, kendi hâlini kaybeder.
Avam, yiyecek ve giyecek şeyler nevinden nîmetlere şükreder. Havâs, seçilmişler ise, kalplerine gelen feyze şükrederler.


Harem-i şerif imamlığı yaptı
Ebû Osman Mağribî hazretleri, Mekke-i Mükerremeye gidip Harem-i şerif imamlığı yaptı. Bu vazifeyi otuz sene devam ettirdikten sonra Nişabura döndü.
Vefat etmeden önce buyurdu ki:
Ben vefat edince melekler kabrime toprak serperler.
Bu sözleri söyledikten bir müddet sonra da ruhunu teslim etti.
Hakikaten, onu defnederken bir fırtına çıkıp tozdan hiçbir yer görünmez oldu. Defin işi tamamlanınca fırtına durdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Ebû Abdullah-ı Rodbârî</label>

Ebû Abdullah-ı Rodbârî, evliyânın büyüklerindendir. Onuncu yüzyılda Bağdât ve Şam diyarlarında yaşamıştır. İsmi Ahmed bin Atâdır. Büyük velî Ebû Ali Rodbârî hazretlerinin kız kardeşinin oğludur. Yani o mübarek zatın yeğeni olur. Ebû Abdullah künyesiyle ve Rodbârî nisbesiyle meşhur olmuştur. Bağdâtta doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 979 (H.369) senesinde Sûr şehri yakınlarındaki Menvas köyünde vefât etti. Kabri Sûr şehrindedir... Yüksek derecelere kavuştuEbû Abdullah-ı Rodbârî küçük yaşından îtibâren ilim öğrendi. Hadîs, fıkıh ve tefsîr gibi zâhirî ilimlerde yüksek ilim sâhibi oldu. Uzun müddet Bağdâtta kaldıktan sonra Şam taraflarına gitti. O bölgenin âlimlerinin ilim meclislerinde ve velîlerin sohbetlerinde bulundu. Ebül-Kâsım el-Begâvî, Ebû Bekir bin Ebî Dâvûd, Kâdı el-Mehâmilî, Yûsuf bin Yâkub bin İshak bin Behlûl ve daha pek çok âlimden hadîs-i şerîf öğrenip, rivâyet etti.
Tasavvuf yolunda yüksek dereceye ulaşan Ebû Abdullah-ı Rodbârî, Şamın sâhil tarafında bulunan Sûr şehrine geldi. Buradaki âlim ve velîlerle de görüşüp, sohbetlerinde bulundu. Zâhirî ve mânevî ilimlerde yükseldikten sonra insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya başladı. İlim meclislerinde talebe yetiştirdi. Vaaz ve nasîhatlerde bulunup insanların dünyâ ve âhirette saâdete kavuşmaları için gayret etti. Hikmet dolu sözleriyle kalplere tesir edip insanların kurtuluşuna vesîle oldu.


Muhabbetin alâmeti peki demektir
Bir sohbetinde buyurdu ki: Muhabbetin alâmeti muvâfakat, yâni emredilene uyup, peki demektir. Sevgi, kendini büsbütün sevgiliye hîbe ettiğin için sana senden hiçbir şeyin kalmamasıdır.
Yine buyurdu ki: Affa, mağfirete, müsâmahaya kavuşurum diyerek, günahlardan tövbe etmeyi terk etmek, o günahı işlemekten daha beterdir. Tövbe ve pişmanlıkta Allahü teâlânın hoşnûdluğu vardır.
Bir gün de şöyle buyurdu: Edebe riâyet etmeksizin evliyâya hizmet eden kimse helâk olur. Ondan istifâde edemez.
Ebû Abdullah-ı Rodbârî hazretleri, vefatından önce buyurdu ki:
Allahü teâlâyı sevenler, hem dünyada hem de ahirette ihsan olunurlar. Onlar sevdikleri Rablerinin huzuruna varırlar. (Size korku yoktur. Mahzun da olmayacaksınız) hitabı ile neşelenirler. Nitekim Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz de; (Kişi, sevdiği ile beraberdir) buyurmuşlardır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sakal-ı şerîfe değer verenin değeri...</label>

Belh şehrinde, çok zengin bir tüccar vefat etmişti. Bütün serveti iki oğluna kalmıştı. Mirası aralarında pay etmeye başlamışlardı. Ancak mîras içerisinde, Peygamber Efendimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) mübarek sakal-ı şeriflerinden üç tel bulunuyordu. Büyük kardeş; - Bunların biri senin biri benimdir, geri kalan birisini de ortadan ikiye bölüp paylaşalım, dedi. Küçük kardeş ise;
  • Hayır, böyle şey olamaz, bir kimse Resûl-i Ekrem Efendimizin mübarek sakal kılını kesemez, diye itiraz etti. Büyük oğul;
  • Eğer bu kıllara senin o kadar hürmetin varsa, bütün malları bana ver bu üç kılı sen al, dedi. Malları ağabeyine bıraktı
Küçük kardeş samimi bir mümin idi. Bu teklifi canına minnet bilip, bütün malları ağabeyisine bıraktı ve üç tane mübarek kılı aldı... Çünkü o Halid bin Velid hazretlerinin sözlerini kitaplarda okumuştu. Ne diyordu o mübarek sahabe:
-Bana Ya Halid, girdiğin her muharebeyi kazanıyorsun, bunun sebeb-i hikmeti nedir diye soruyorlar. Sarığımın içinde Resulullah efendimizin saçından üç tel saklıyorum. Bunun hürmetine Allahü teala beni hep galip getiriyor...
İşte bu bilgilerle mücehhez olan tüccarın küçük oğlu, her seferinde salevat-ı şerife getirerek Sakal-ı şerifleri öpüp koklar ve huzur bulurdu...
Aradan çok zaman geçmeden, büyük oğulun bütün malı telef oldu, fakir ve müflis bir hale düştü.
Küçük kardeşi ise tam aksine son derece mal ve mülk sahibi oldu.


Niyet hayır, âkıbet hayır
Bir müddet sonra, her fani gibi o da vefat etti. O zamanın büyüklerinden birisi, Resûl-i Ekrem Efendimizi rüyasında gördü. Resûlullah Efendimiz ona buyurdu ki: Her kimin bir haceti zuhur ederse, o tüccarın küçük oğlunun kabrini ziyaret etsin, işi hallolur.
Rüyayı gören mübarek zat bunu ilân ederek, merhumun kabri o diyarda muteber bir yer halini alır. Hatta kabrinin önünden geçerken, herkes atından iner ve ruhuna okumadan geçmezlerdi...
Büyükler Niyet hayır, âkıbet hayır buyurmuşlardır. Resulullah Efendimize ait bir sakal-ı şerife değer veren gence Allahü teala işte böyle yüksek dereceler nasip etmiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çubuklu Bahçe ve yeşeren kuru kızılcık!</label>

Bayezid-i Velî olarak bilinen Sultan İkinci Bayezid Han, oğlu ve şehzadesi Birinci Selimi (Yavuz Selim) Trabzondan getirttiği zaman Çubuklu Bahçe denen yerde kızılcık çubuğu ile sekiz defa vurmuş ve bazı nasihatlerde bulunmuştur. Bayezid-i Velînin oğluna sekiz defa vurması onun sekiz sene padişahlık yapacağına delâlettir demişlerdir. Ayrıca orada Şehzadeye söylediği bazı sözleri vardır ki, apaçık padişahın bir kerametidir: Bu kuru çubuğu yere dik!- Oğlum! Elem çekme, zikreyle... Zikir tarihinden itibaren tedibimle hilafet senindir. Al bu yediğin kuru çubuğu yere dik. Sekiz sene kadar meyvesini yiyesin!
Orada bulunan, hem Bayezid-i Velî hem de Kara Şemseddin Hazretleri amin demişler ve Selim ise sekiz değnek yedikten sonra çubuğu babasından alıp;
- Ya Rabbi, bu kuru ağaç meyve versin, o meyvesini bu dünyaya meşhur eyle, diyerek dikmiş ve kuru çubuk çok geçmeden yeşerip meyve vermeye başlamıştır. Çubuklu Bahçe olarak anılan yerin kızılcığı ise, emsallerinden katbekat üstün olmuştur.
Bayezid-i Velînin bu sözleri arasındaki zikr kelimesinden Z, Kef ve Ra harflerinden; ebced hesabıyla 920 tarihi çıkmaktadır ki, Yavuz Sultan Selimin 920. hicri yılında hilafeti alacağına bir işarettir, denilmiştir. O zamana kadar hilafet Osmanlılarda olmadığı halde, ayrıca Sultan Bayezid Han, hilafetin de Osmanlılara geçeceğini işaret etmiş olmaktadır. Hakikaten Yavuz Sultan Selim Han hicrî 920 tarihinde Mısırı fethederek hilafeti almış ve 927de ise, yani sekiz sene sonra Şirpençe denilen bir hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir.


Sen bizi kiminle biliyordun?
Yavuz Sultan Selim Han vefat etmeden bir müddet önce yanında bulunan musahibi (sohbet arkadaşı) Hasan Can; Sultanım, artık Allahü tealayı hatırlamak zamanıdır deyince, Yavuz Sultan Selim Han;
Lala, Lala bunca zamandan beri sen bizi kiminle biliyordun? Cenab-ı Hakka teveccühümüzde bir kusur mu gördün? buyurmuş ve Yasin-i şerif okumasını istemişti. Kendisi de onunla birlikte okurken, ruhunu teslim etmiştir.
Oğlu Kanuni Sultan Süleyman Han, Fatih Camiinde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Musa ve ibretli bir hadise</label>

Allahü teâlâ, bir gün Musa aleyhisselâma şöyle buyurdu: - Ya Musa! Sana acaibattan bir sır bildireyim mi? Musa Kelimullah; - Göster ya Rabbi! diye iltica etti. Allahü teala tarafından; - Ya Musa! Git filân yerdeki çeşmenin başına, kimse görmeyecek şekilde bir yere gizlen ve bekle! emri geldi.
Musa aleyhisselâm gitti, tarif edilen çeşmeyi buldu ve beklemeye başladı... Altın keseli bir atlı...
Biraz sonra atlı bir adam geldi, atından indi, kendisi su içtikten sonra atını da suladı ve zarurî ihtiyaçlarını görerek çekip gitti. Fakat bu adam giderken para kesesini çeşmenin başında unuttu.
Çok geçmeden oraya bir çocuk geldi. O da su içti ve yolcunun unuttuğu altın kesesi bağlı olan kemeri alıp gitti...
Aradan çok zaman geçmeden bu sefer bir âmâ geldi. Abdest aldı ve bir kenara çekilip ibadete başladı. Hazreti Musa gizlendiği yerden manzarayı buraya kadar takip etti.
Biraz sonra altın keseli kemeri unutan atlı adam geri geldi. Kemerini çıkarıp bıraktığı yere baktı ki, orada yok. Doğru âmânın yanına vardı ve ona kemerini unuttuğunu, bulduysa vermesini söyledi. Âmâ;
  • Görüyorsun ki, iki gözüm de görmüyor. Hem ben keseyi almış olsam yanımda olması lâzım. Bende böyle bir şey olmadığına göre almış olmam imkânsız, diyerek adamı iknaya çalıştı ise de, adam bir türlü inanmadı ve;
  • Bu altını sen aldın, vermiyorsun, diyerek âmâyı vurup öldürdü. Adam keseyi bulamamıştı ama, âmâyı da öldürmüştü.


Cenab-ı Hakka iltica etti
Hazreti Musa, sırrına vakıf olamadığı bu hâdisenin mahiyetini öğrenmek için Cenab-ı Hakka ilticada bulundu. Allahü teâlâ meseleyi şöyle izah buyurdu:
- Ey Kelimim Musa! Kemeri alan çocuğun babası daha evvel o atlı ağanın hizmetinde çalıştı ve ağa da onun hakkını vermemişti. Hakkını bu şekilde almış oldu. Âmâ ise, daha evvel o ağanın babasını öldürmüştü. Sonra gözleri kör olduğu için onu tanıyan çıkmadı ve unutulup gitmiş idi. Ama ben unutmadım ve âmânın ölümünü o adam vasıtasıyla yaparak kısası yerine getirmiş oldum.
Bu hâdise karşısında Musa aleyhisselâm secde-i Rahmana kapandı ve Allahü tealaya şükürler etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh ve kıraat âlimi İbrahim Makdisi</label>

İbrahim Makdisi hazretleri, fıkıh, kıraat, nahiv ve feraiz âlimlerindendir. 1148 (H.543) senesinde Suriyedeki Cemmail kasabasında dünyaya geldi. Buraları daha sonra Haçlıların eline geçince Şama hicret etti. Orada büyük âlimlerden fıkıh ilmi öğrendi. Daha sonra da Bağdada giderek, buradaki büyük âlimlerden kıraat ilmi ve nahiv tahsil etti. Daha sonra Şama dönen İbrahim Makdisi, burada talebe yetiştirmekle meşgul oldu. Çok talebesi vardı. Bunlardan birçoğu, zamanın en büyük âlimleri oldular. O kadar talebesi vardı ki...
Bu mübarek zat, talebelerinin çokluğundan, onlarla ilgilenmekten fırsat bulup da eser yazamadı. Çok ibadet eder, haram ve şüphelilerden çok sakınırdı...
Kendisine mürid kime denir? denildi. Buyurdu ki: Mürid, meşakkat ve sıkıntılara katlanan mütehammil, sabırlı kimsedir. Murâd ise, taşınan kimsedir.
Yine buyurdu ki: Sükût, Allahü teâlânın huzûrunda olma edeplerinden bir edeptir. Allahü teâlâ, Kurân-ı kerîmde meâlen; Kurân-ı kerîm okunduğu zaman onu dinleyiniz ve susunuz ki rahmete nâil olasınız, kavuşasınız. (Arâf sûresi: 204) buyurmuştur.
Allahü teâlâ, cinlerin, Resûlullah efendimizin huzûrundaki hâlini haber verirken de; meâlen Cinler Peygamberin (aleyhisselam) huzûruna gelince, birbirlerine; Susun dediler. (Ahkâf sûresi: 29) buyurmuştur.


Sen neyin esiri isen!..
Bir gün de nasîhat isteyen birisine şöyle buyurdu: Sen neyin, kimin esiri ve mülküysen onun kulusun. Eğer nefsinin esiri ve mülkü isen nefsinin kulusun. Eğer dünyânın esiriysen, dünyânın kulusun ve kölesisin!
İbrahim Makdisi hazretleri, 1218 (H.614) senesi Zilkade ayının 17sine rastlayan Çarşamba günü, talebelerine ders okuttuğu camide akşam namazını kıldırdıktan sonra evine geldi. O gün oruçluydu. Az bir şey ile iftar etti. Sonra kıbleye döndü ve;
Yâ Hayyü, Yâ Kayyum! Allahım! Senden başka ilah yoktur. Senden yardım ve imdad istiyorum. Bana yardım eyle ve rahmet et! dedikten sonra Kelime-i şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sıla bin Eşyem ve amca kızı Muaze</label>

Tabiinin büyüklerinden olan Sıla bin Eşyemin, Muaze el-Adeviyye isimli bir amca kızı vardı. O da Sıla gibi Tabiînden idi. Muaze, müminlerin annesi Aişe radıyallahü anha ile görüşmüş ve ondan çok hadis-i şerif öğrenmiştir. Muttaki, abid ve zahide bir kadındı... Sıla bin Eşyem, işte bu amcasının kızı Muazeyi kendisine istedi. Onu hamama götürdüler...
Muazenin gelin geleceği gün, yeğenlerinden biri onun hizmetini gördü. Onu hamama götürdü. Daha sonra kokular sıkılmış bir evde damatla gelini bir araya getirdiler... Sıla o gece sünnet olan iki rekat namazı kılmaya başladı. Muaze de kalkıp ona uydu. Ancak ikisini de öyle bir hâl kapladı ki, sabah oluncaya kadar birlikte namaz kıldılar...
Sabah yeğeni onun yanına geldi ve şöyle dedi:
-Amca! Sana amcanın kızı gelin olarak geldi. Ama sen onu bırakıp bütün geceyi namaz kılmakla geçirdin!
-Yeğenim! Dün, sen beni önce cehennemi hatırlatan bir eve soktun. Daha sonra da, cenneti hatırlatan başka bir eve soktun. Sabaha kadar devamlı onları düşündüm.
-Amca! Bu nasıl oluyor? dedi.
-Beni hamama götürdün. Orası bana, cehennemin sıcaklığını hatırlattı. Sonra beni, gelin evine götürdün, oranın kokusu da cennetin kokusunu hatırlattı...


Cihada çıktı ve dönmedi
Ve aradan yıllar geçti... Hicretin 76. senesinde Sıla bin Eşyem Maveraünnehir ülkelerine giden İslam ordularıyla birlikte bir savaşa çıktı. Oğullarından biri de yanındaydı. İki ordu karşılaşıp savaş kızışınca Sıla, oğluna şöyle dedi:
-Yavrum! İleri yürü ve Allahın düşmanlarıyla savaş ki ben seni, verilen emanetler yanında kaybolmayan Allaha kurban etmiş olayım...
Delikanlı okun yaydan fırladığı gibi düşmanla savaşmak için atıldı. Şehid olup yere yıkılıncaya kadar devamlı dövüştü. Babası da onun peşinden gitmekten başka bir şey yapmadı. O da durmadan dövüştü ve şehid olup oğlunun yanına yıkıldı...
Ölüm haberleri Basraya ulaştığında kadınlar hazreti Muazeye taziyeye geldiler. Muaze metanetini bozmadan onlara şu cevabı verdi:
Eğer beni tebrik etmeye geldiyseniz, hoş geldiniz. Yok, eğer başka bir şey için geldiyseniz dönüp gidiniz, Allah sizden razı olsun...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hayber Gazâsında şehit düşen genç</label>

Hayber, Medîne-Şam yolu üzerinde, bol hurmalı, iç içe kalelerle çevrili, münbit arâzisi bulunan, çok mühim bir yerdi. Hayber, Yahûdîlerin elinde idi. Medîneden çıkarılan Yahûdîlerin bir kısmı da, buraya gelip yerleşmişti. Burası, bütün Hicaz Yahûdîlerinin merkezi ve hisarlı bir kalesi durumunda idi. Bu Yahûdîler, İslâma karşı Mekkelileri dâimâ kışkırtmışlar, Hendek Muhârebesini onlar tezgâhlamışlardı. Ayrıca kendilerine yapılmış olan anlaşma tekliflerini de reddetmişlerdi. Medîneye hücum etmek için plân hazırlıyorlardı... Medîneden yola çıktılar...Resûl-i Ekrem efendimiz, Hudeybiye Anlaşmasından bir ay sonra, hicretin 7. yılında, düşman harekete geçmeden, hazırlık safhasında olan düşmanı yatağında bastırmak gâyesiyle, 1400 piyade, 200 süvâri olmak üzere 1600 kişilik bir ordu ile Medîneden yola çıktı. Medîne-Hayber arasında 150 kilometrelik yolu, üç günde katettiler...
Nihayet kaleyi muhasaraya başladılar. Ancak harp uzadıkça uzuyordu. Peygamber Efendimiz; Bu sancağımı, yarın kaleyi kahır ve kahramanlıkla alacak, Allahın ve Resûlünün sevdiği bir bahâdıra vereceğim buyurdu.
Ertesi gün sancağı Hazret-i Aliye verdiler. Hazret-i Ali, sancağı kaparak kaleye doğru koştu. Karşısına çıkan Yahûdîlerin başını uçurdu...
Harp çok şiddetli oluyordu. Bir aralık Hazret-i Alinin kalkanı elinden fırlayıp düştü. Allahın arslanı, göğüsleyip kopardığı kale kapısını bir elinde kalkan gibi kullanarak, çarpışmaya devam etti. Nihâyet kale düştü. Hazret-i Ali, onu teslim aldı...


Ben ganimet istemiyorum!
Kale fethedilmiş, herkes ganimet almak için sıraya dizilmişler, kendilerine isabet edecek miktarı bekliyorlardı. Ganimet taksimi esnasında sıra genç bir çobana geldiğinde o;
- Ya Resûlallah ben ganimet istemiyorum, sadece boğazımdan delecek bir okun beni şehit etmesini bekliyorum, diyerek taksimattan bir hisse almadı.
Resul-i Ekrem efendimiz, Eshabına Bu genci takip ediniz, eğer imanında doğru ise istediği olur buyurdu.
Nihayet şehadet haberi işitilince gidip baktılar ki, hakikaten Peygamber efendimize söylediği gibi, bir ok boğazına isabet ederek şehîd olmuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Esile kıza saldıran Hamele'nin sonu!..</label>

Esile, güzel ve yiğit bir kızdı. Babası onu koyunları otlatsın diye kıra gönderirdi... Bir gün yine koyunları otlatıyordu. Bir ara rüzgâr yüzündeki örtüyü açıverdi. O anda oradan geçmekte olan Hamele adlı genç, onun güzelliği karşısında fikrini bozuverdi! Genç kıza seslendi:- Esile, beni reddetme. Seninle beraber olalım. Esilenin cevabı makuldü:
- Buradan derhal uzaklaş. İyi niyet sahibi isen beni babamdan iste! Başını parçalayayım mı?!.
Fakat Hamelenin niyeti bozuktu. Sadece geçici bir macera yaşamayı düşünüyordu. Esileye doğru yürüdü. Zavallı genç kız, başka çıkış yolu kalmadığını anlayınca bütün cesaret ve hiddetini toplayarak namusunu savunmaya karar verdi. Kapışmada çok sürmeden Hameleyi yere yatıran Esile:
  • Defolup gidecek misin, yoksa başını parçalayayım mı? dedi. Hamele söz verdi. Hemen gideceğini söyledi. Ne yazık ki yerden kalkar kalkmaz yine saldırdı. Esile yine bir hamlede onu yere yatırdı ve;
  • Şu taşla başını parçalayayım mı? dedi.
Bu zor karşısında kesin söz veren Hamele, yine yakasını sıyırdı. Fakat, sözünde bu sefer de durmadı, Esileye yine saldırdı. Esile onu yere yıkıp göğsü üzerine çöktü. Başına yanındaki büyük bir taş parçasıyla öyle vurdu ki, mütecaviz Hamele, artık yerinden kalkamaz hale geldi...
Az sonra oradan geçen bir yolcu kafilesindeki Hüzeylliler Hameleyi görüp evine götürdüler.
Birkaç gün evde yatan Hamelenin durumu kötüye gidiyordu. Kendisine sordular:
- Sen bu yaradan ölürsen kan diyetini kimden isteyelim?
Hamele, titrek sesle;
- Kanımdan, Esileden başkası sorumlu değildir, dedi ve son nefesini verdi.
Hüzeyl ileri gelenleri toplanıp Resulullaha geldiler:
- Oğlumuz Hamelenin kanını, Raşid ödeyecektir. Dava ediyoruz.


Namusumu müdafaa ettim
Resulullah efendimiz Raşidi çağırttı. Durumu anlattılar. Raşid:
  • Benim öyle bir ölümden haberim yok. Ne gördüm, ne de işittim, deyince;
  • Ya Resulallah, Raşidin kendisi değil, kızı Esile katil, dediler.
Az sonra Esile getirildi. Hadiseyi aynen anlattı:
- Üç defa üzerime yürüdü. Ben de şerefimi ve namusumu müdafaa ettim.
Hüzeylliler hep birlikte bağırıştılar.
- Suçunu itiraf etmiştir, diyetimizi isteriz.
Resulullah efendimiz de kararını açıkladı:
- Esile namusunu müdafaa etmiştir. Mütecaviz Hamele de kanını heder etmiştir. Böylece dava bitmiş, diyet ortadan kalkmıştır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Esile kıza saldıran Hamele'nin sonu!..</label>

Esile, güzel ve yiğit bir kızdı. Babası onu koyunları otlatsın diye kıra gönderirdi... Bir gün yine koyunları otlatıyordu. Bir ara rüzgâr yüzündeki örtüyü açıverdi. O anda oradan geçmekte olan Hamele adlı genç, onun güzelliği karşısında fikrini bozuverdi! Genç kıza seslendi:- Esile, beni reddetme. Seninle beraber olalım. Esilenin cevabı makuldü:
- Buradan derhal uzaklaş. İyi niyet sahibi isen beni babamdan iste! Başını parçalayayım mı?!.
Fakat Hamelenin niyeti bozuktu. Sadece geçici bir macera yaşamayı düşünüyordu. Esileye doğru yürüdü. Zavallı genç kız, başka çıkış yolu kalmadığını anlayınca bütün cesaret ve hiddetini toplayarak namusunu savunmaya karar verdi. Kapışmada çok sürmeden Hameleyi yere yatıran Esile:
  • Defolup gidecek misin, yoksa başını parçalayayım mı? dedi. Hamele söz verdi. Hemen gideceğini söyledi. Ne yazık ki yerden kalkar kalkmaz yine saldırdı. Esile yine bir hamlede onu yere yatırdı ve;
  • Şu taşla başını parçalayayım mı? dedi.
Bu zor karşısında kesin söz veren Hamele, yine yakasını sıyırdı. Fakat, sözünde bu sefer de durmadı, Esileye yine saldırdı. Esile onu yere yıkıp göğsü üzerine çöktü. Başına yanındaki büyük bir taş parçasıyla öyle vurdu ki, mütecaviz Hamele, artık yerinden kalkamaz hale geldi...
Az sonra oradan geçen bir yolcu kafilesindeki Hüzeylliler Hameleyi görüp evine götürdüler.
Birkaç gün evde yatan Hamelenin durumu kötüye gidiyordu. Kendisine sordular:
- Sen bu yaradan ölürsen kan diyetini kimden isteyelim?
Hamele, titrek sesle;
- Kanımdan, Esileden başkası sorumlu değildir, dedi ve son nefesini verdi.
Hüzeyl ileri gelenleri toplanıp Resulullaha geldiler:
- Oğlumuz Hamelenin kanını, Raşid ödeyecektir. Dava ediyoruz.


Namusumu müdafaa ettim
Resulullah efendimiz Raşidi çağırttı. Durumu anlattılar. Raşid:
  • Benim öyle bir ölümden haberim yok. Ne gördüm, ne de işittim, deyince;
  • Ya Resulallah, Raşidin kendisi değil, kızı Esile katil, dediler.
Az sonra Esile getirildi. Hadiseyi aynen anlattı:
- Üç defa üzerime yürüdü. Ben de şerefimi ve namusumu müdafaa ettim.
Hüzeylliler hep birlikte bağırıştılar.
- Suçunu itiraf etmiştir, diyetimizi isteriz.
Resulullah efendimiz de kararını açıkladı:
- Esile namusunu müdafaa etmiştir. Mütecaviz Hamele de kanını heder etmiştir. Böylece dava bitmiş, diyet ortadan kalkmıştır...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri