Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Resûlullah'ın sana selâmı var</label>

İmâm-ı Muhammed Bâkır, Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmını görenlerin zamanında yetişen en büyük velîlerden ve Oniki İmâmın beşincisidir. Hazret-i Hüseyinin torunu ve İmâm-ı Zeynelâbidîn hazretlerinin oğlu İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretlerinin babasıdır... Allahü teâlâya her gece şöyle yalvararak ağlardı: Rahmetin o kadar çok ki...Yâ İlâhî! Yâ Rabbî, gece oldu. Gökte yıldızlar var. Herkes uyuyor. Kimsenin sesi çıkmıyor. Yâ Rabbî! Sen dirisin. Her şeyi biliyor, yapılan her şeyi görüyorsun. Uyuman, uyuklaman olamaz. Seni böyle bilmeyen ihsânına kavuşamaz. Sen öyle kuvvet ve kudret sâhibisin ki, hiçbir şey, senin, olmasını dilediğin bir şeyin olmasına mâni olamaz... Rahmetin o kadar çoktur ki, rahmet kapılarını herkese açmışsın. Sana duâ edenlerin, yalvaranların duâlarını kabûl edersin. İhsân ettiğin nîmetlere hamd edenleri çok sever, onlara daha çok nîmetler verirsin. Ey Rabbim! Ölümü, kabri ve sana hesab vereceğimi düşündükçe, önümde bunlar olduğunu bildikçe nasıl olur da senden sevinç ve neşe isteyebilirim. Amel defterimin, sağımdan mı, solumdan mı verileceğini bilemediğim aklıma geldikçe, nasıl olur da senden dünyâlık bir şey isteyebilirim? Can alıcı meleğin geleceğini ve canımı alacağını bildiğim halde dünyâ lezzetlerinden nasıl tat alabilirim?..
Yâ Rabbî! Sana yalvarıyor, senden istiyor, rahmetinden ümid ediyor ve istiyorum ki, ölümümü, hesâbımı kolay ve rahat eyle ve sonra azâbı olmayan rahat bir hayat ihsân eyle. Âmin. Yârabbel Âlemin...


Gözleri görmez olmuştu...
İmâm-ı Muhammed Bâkır kendisi anlatır:
Bir gün Câbir bin Abdullah radıyallahü anhın evine gittim. İçeri girip selâm verdim. Selâmımı aldı. Gözleri görmez olmuştu. Bana kimsin diye sordu. Zeynelâbidînin oğlu Muhammedim dedim. Ey oğlum, yanıma yaklaş dedi. Yaklaştım, elimi tuttu ve Resûlullah efendimizin sana selâmı var dedi. Bu nasıl olur? diye sordum. Şöyle dedi: Bir gün Resûlullah efendimiz bana, (Ey Câbir, sen benim oğullarımdan Muhammed bin Alî bin Hüseyini görünceye kadar yaşayacaksın. Allahü teâlâ ona nûr ve hikmet vermiştir. Ona benden selâm söyle!)buyurdu.
Mübarek, bu görüşmemizden birkaç gün sonra vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehit denizci İlyas Reis</label>

Büyük Türk denizcisi İlyas Reis ve leventleri Rodosluların tuzağına düşmüşlerdi! Durum vahimdi. Çünkü bir levende yüz düşman düşüyordu. İlyas Reis, gözlerini düşman gemilerinden ayırmadan ilk emrini verdi:-Amiral Gemisine dirise edeceğiz arkadaşlar!
İlk top atışı Rodoslulardan geldi. Bu, Türklerin teslim olmaları için bir ihtardı. Bir cevap alamayınca diğer gemiler de ateşe başladılar. Türk çektirisinden hâlâ ses çıkmıyordu. Leventler, sakin ve sessiz, etrafına düşen gülleler arasından kıvrıla kıvrıla ilerliyordu. Sonunda İlyas Reisin gür sesi duyuldu:
-Hedef Amiral Gemisi! Ateeeş!.. Kılıç şakırtıları arasında!..
Müthiş top seslerini, Amiral Gemisinin çatırtıları takip etti. Amiral Gemisine bordaladılar. İlyas Reis en önde elinde palası ile düşman gemisine atladı. Arkasından leventleri yetişti. Pala ile kılıç şakırtıları, çığlıklarla silah patlamaları birbirine karıştı. Bir anda düşman gemileri karınca gibi etraflarına üşüşmüşlerdi. Leventler yılmadan pala sallıyor, kol, bacak, kelle uçuruyorlardı.
İlyas Reis çevresine bakındı. Arkadaşları Kelime-i şehadet getirerek teker teker şehid oluyorlardı. Düşman, İlyas Reisin üzerine akbabalar gibi üşüşmüş, kılıçlar ve mızraklarla saldırıyordu. O anda iki küreği arasına soğuk bir demirin gömüldüğünü hisseden İlyas Reis, aniden döndü ve palasını; kendisini arkadan vuran adamın miğferli başına olanca gücü ile indirdi. Şövalyenin kafasını ikiye bölerken, kılıç darbeleri arasında gözleri karardı ve yere çöktü. Kıpırdayan dudaklarından Kelime-i şehadet döküldü ve bütün gücünü toparlayarak son defa bağırdı:
-Hızııır! Yetiş, öcümü al şu kalleşlerden!


Kardeşi Hızırı esir aldılar!..
Yanmakta olan geminin kamarasında şövalyelerle savaşan bir genç, kendisini çağıran sese cevap verdi:
-Yettim ağam!..
İlyas Reisin yanına kadar dövüşe dövüşe gelen Hızır Reis, ağabeyinin durumunu görünce beyninden vurulmuşa döndü. Bir anlık duraklaması ise, kafasına yediği bir darbe ile son buldu. Kendisini toparlamaya çalıştığı anda ise, yüzlerce kılıç ve kargının üzerine doğru çevrilmiş olduğunu gördü. Hemen atılıp bağladılar ve zincire vurarak esir aldılar. Ancak onu esir eden Rodos Şövalyeleri bilmiyorlardı ki; bu yiğit, ellerinden ileride kurtulacak ve Barbaros Hayreddin Paşa adıyla Akdenizi kendilerine dar edecekti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Beş asır ateşe taptı son nefeste iman etti</label>

Musa aleyhisselâm, bir gün yolda giderken, iki büklüm olmuş, belinde zünnar bağlı ve ateşe tapan bir ihtiyar görür. Yanına yaklaşarak sorar: - Ey pîr! Ne kadar zamandan beri bu ateşe taparsın? Yaşlı adam şöyle cevap verir:
  • Beş asra yakındır bu ateşe taparım. Musa aleyhisselam üzülerek şöyle sorar:
  • Ateşe tapmaktan yüz çevirip tövbe etmeyi hiç düşünmedin mi? Gel, Melik-i Cebbar olan Hak teâlâya inan ve yalnız Ona ibadet et! Beni kulluğa kabul eder mi?
Beş yüz sene gibi uzun bir ömür süren ihtiyar bu soruya da şöyle cevap verir:
  • Ya Musa! Eğer ateşe tapmaktan vazgeçersem, Hak teâlâ beni kulluğa kabul eder mi? Hazreti Musa, iman alameti olan bu cevaba sevinerek şöyle der:
  • Niçin kabul etmesin? O Hak teâlâ hazretleri Ekremül-Ekremîndir.
İşte o anda, pişmanlık içindeki ihtiyarın dilinden şu güzel sözler dökülür:
- Ya Musa! Mademki Hak teâlâ, benim gibi kendinden kaçanları da kabul ediyor, o halde bana İslâmı öğret!
Bunun üzerine Hazreti Mûsa o ihtiyara hemen İslâmı öğretir. Fakat adam, îmanın kendisine verdiği ferahlık ve sevinçten dolayı feryad ederek kendinden geçer. Hazreti Musa, kendine gelmesi için onun elini ve ayağını ovar ancak nasipli ihtiyar, bir müddet sonra tertemiz bir mümin olarak ruhunu teslim eder.


Bu kuluna neler ihsan ettin?
Musa aleyhisselâm, ihtiyar müminin techîz ve tekfinini yaparak defneder. Sonra da kabrinin başında, Hak teâlâ hazretlerine şöyle tazarrû ve duada bulunur:
- Ya Rabbi! Bu ihtiyar kuluna, bir defa Kelime-i tevhîd söylediği için neler ihsan eyledin?
Cebrail aleyhisselâm hemen gelerek haber verir:
- Ya Musa! Rabbinin sana selâmı var. (Bir kimse Kelime-i Tevhîdi, bir defa ihlas ile söylese, biz onu kapımıza yakın edip, izzet ve keramet hilatimizi giydirerek, rahmet deryamıza gark ederiz) buyurdu.
Hazreti Musa, bu kıssayı ümmetine haber vererek buyurdu ki:
- Hak celle ve âlâ hazretleri, beş asır ateşperest olarak yaşayan o ihtiyarın günahlarını söylediği bir Kelime-i Tevhîd hürmetine affeylemiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Zâtürrikâ Gazvesi ve bir eşkıyanın sonu!..</label>

Hicretin 4. senesi, Cemâziyelevvel ayı... Benî Nadir Yahudîlerinin Medineden sürgün edilmelerinden iki ay sonraydı. Enmar ve Salebeoğulları kabilelerinin Müslümanlarla çarpışmak üzere toplanmış oldukları haberi Medineye ulaştı. Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem derhal hazırlanarak, mücahidlerle Medineden yola çıktı. Zatürrikâ mevkiine kadar ilerleyip orada karargâhını kurdu. Müşrikler mücahidlerle çarpışmayı göze alamadıklarından dağlara kaçtılar... Salât-ı havf kıldılar...Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bir müddet burada bekledi. Öğle vakti girince de müşriklerin saldırısından duydukları endişe sebebiyle salât-ı havf, yani korku halinde namaz kıldılar. (En tehlikeli anlarda bile Resûl-i Kibriyânın cemaatle namazlarını edâ edişi, cemaatle namazın ne derece büyük bir ehemmiyete haiz olduğunu gösteriyor.)
Zâtürrikâ Gazvesinden sonra, bir eşkıyâ ata binmiş ve bir deveyi de yularından çekiyordu. O hâliyle Resûlullah Efendimizin huzûruna geldi ve şöyle sordu:
-Atımın karnında ne vardır? Resûlullah Efendimiz;
-Gaybı Allahü teâlâdan başkası bilmez, buyurdu.
-Yağmur ne zemân yağacak? dedi. Resûlullah Efendimiz;
-O öyle bir iştir ki, ne zaman yağacağını Allahü teâlâ bilir, buyurdu. Adam sormağa devâm edip;
-Yârın ne olacak, dedi. Resûlullah Efendimiz;
-Bana malûm değildir, diye cevâb verdi. Sonra Allahü teâlâ, meâl-i şerîfi, (Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allahın katındadır. Yağmuru dilediği zaman, dilediği yere, dilediği miktar O yağdırır. Rahîmlerde olanı o bilir. Hiç kimse yârın ne kazanacağını bilmez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allahü teala, her şeyi bilendir, her şeyden haberdârdır) olan âyet-i kerîmeyi gönderdi.


Senin yüzünde yara çıkacak!
Sonra o kimse;
-Yâ Muhammed! Bana şu devem senin Rabbinden dahâ sevimlidir, dedi! Resûlullah Efendimiz de ona;
-Rabbim cânımdan dahâ sevimli, nefsimden ve âile ferdlerimden dahâ azîzdir! buyurdu. Sonra secdeye kapandı. Secdeden doğrulup o adama;
-Rabbim bana haber verdi ki, senin yüzünün bir tarafında yara çıkacak! Yüzünün eti ve derisi çürüyüp dökülecek ve sonra öleceksin, buyurdu.
Kısa bir müddet sonra o kimsenin yüzünde bir yara çıktı. O yaradan öyle pis kokular yayılıyordu ki, halk nefret ederek yanından kaçışıyorlardı. O şahıs Muhammedin söylediği doğru çıktı diyordu. Sonunda o perîşan hâliyle ölüp gitti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Emevi halifelerinden Süleyman bin Abdülmelik</label>

Emevi halifelerinden Süleyman bin Abdülmelikin Eyyûb adındaki oğlu vefât etmişti. Cenâzenin bulunduğu yere kendisi, yanında Ömer bin Abdülazîz, Saîd bin Ukbe, Recâ bin Hayve olduğu halde girdi. Gözleri iyice dolmuştu:İnsana, böyle bir musîbet gelince, hislenmemesi, içinin galeyâna gelip, kabarmaması mümkün değil. Böyle bir durum karşısında, insanların bir kısmı, Allahü teâlâya karşı tam bir teslimiyet gösterip, mükafatını ondan bekleme olgunluğunu gösterir. Bir kısmı sabır ve tahammül etme gücüne sâhib olur. Bunların ikisi de, sağlam ve metin kimselerdir. Bir kısmı da vardır ki, sabır ve tahammül gösteremezler. Bunlar zayıf kimselerdir. Fakat, şu anda ben, kalbimde bir hislenme, acı bir coşma görüyorum. Eğer içime bir serinlik vermezsem, ciğerimin, üzüntü ve kederden parça parça olacağından korkuyorum dedi. Göz ağlar, kalb üzülür!
Bunun üzerine Ömer bin Abdülaziz Ey müminlerin emîri! Sabretmeniz gerekir. Yoksa, ecir ve sevâbınız boşa gider dedi. Recâ bin Hayve de; Ey müminlerin emîri! Sizin bu derece, aşırı bir üzüntüye kapılmanıza, bir mânâ veremiyorum. Ortada o kadar önemli bir mesele yok. Resûlullah efendimizin, ezvâc-ı mutahharasından olmakla şereflenen Mâriye vâlidemizden, İbrâhim adında bir oğulları olmuştu. Fakat daha küçücük iken vefât etmişti. Resûlullah efendimizin mübârek gözlerinden yaşlar akıp; (Göz ağlar, kalb üzülür. Ancak Allahü teâlânın râzı olduğunu söyleriz. Ey İbrâhim, bizler senin için çok mahzûnuz) buyurmuşlardı.
Süleyman bin Abdülmelik, bu sözler karşısında, o kadar ağladı ki, orada bulunanlar bir şey oldu sandılar...


Benim vaktim doluyor!..
Aradan yıllar geçti. Süleyman bin Abdülmelik artık son anlarını yaşıyordu. Kendisine bağlı emirleri yanına çağırdı ve onlara son vasiyetini yaptı:
Emevi hanedanının değerli emirleri! Benim vaktim doluyor. Şu elimdeki kâğıda vasiyetimi yazdım. Benden sonra gelecek olan halifeyi tayin ettim. Halife olarak kendi yerime amcamın oğlu Ömer bin Abdülaziz hazretlerini vasiyet ediyorum. Ona biat etmenizi istiyorum. Haydi, çabuk olun... Biatınızı bildirin!
Bunları söyledikten sonra ruhunu teslim etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Osmanlı Şeyhülislâmı Fahreddîn-i Acemî</label>

Fahreddîn-i Acemî, Sultan İkinci Murâd Han ve Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında, Şeyhülislam olarak otuz sene fetvâ işlerini güzel bir şekilde idâre etti. O devirde İstanbula gelmiş olan Hurufilerle mücadele etti. Mahmûd Paşa, evinde bir dâvet tertîb etti. Dâvete, hurûfî yolunda olan sapıklar da çağırıldı. Fahreddîn Acemî de perde arkasına saklanmış, onları dinliyordu... Sapıkların üzerine atıldı!Sohbet ilerleyince, Mahmûd Paşa, kendilerini çok sevdiğini ve her dertlerini çekinmeden kendisine açabileceklerini söyledi. Vezirin aşırı sevgi ve muhabbet göstermesinden dolayı onu da kendilerinden zanneden bu kimseler, fırkalarının içyüzünü anlatmaya başladılar. Her kap, içindekini sızdırır sözü gereğince sapıklıklarını açıkladılar...
Bunu duyan Fahreddîn-i Acemî, daha fazla dayanamadı. Hemen ortaya çıkarak, üzerlerine atıldı. Hurûfîler kaçarak, sultânın sarayına sığındılar. Fahreddîn-i Acemî de peşlerinden gitti. Sarayda bunları yakaladı. Hâdiseden haberi olmayan Fâtih Sultan Mehmed Han, edebinden Şeyhülislâma karşı ses çıkarmadı...
Fahreddîn Acemî, bu işi burada halletmek istiyordu. Halkı câmiye topladı. Minbere çıkıp, bu hurûfî denilen kimselerin sapık ve dinsiz olduklarını isbât etti. Kötü yolda olduklarını ve hemen idâm edilmeleri lâzım geldiğini söyledi. Mahkeme kurulup, idâm edilmelerine karar verildi. Halkın ibret alıp, böyle sapıklara fırsat vermemeleri için, büyük bir kalabalık önünde cezâları infâz edildi. Çünkü bu sapıklar, fırkalarının kurucusu Fadlullahın yeryüzünde Allahın temsilcisi, hattâ insan sûretindeki şekli olduğunu söylüyor ve başkalarını da kandırmaya çalışıyorlardı...


Bütün hurûfîler tesbit edildi!
Mahkeme kararıyla bütün hurûfîler tesbit edilerek, Osmanlı toprakları bu sapıklardan temizlendi...
Fahreddîn-i Acemî hazretleri, hastalanmıştı. Artık son günlerini yaşıyordu. Molla Ali Tûsî ziyâretine gitti. Fahreddîn-i Acemîden nasîhat istedi. O da: Herkese kânunların eşit olarak uygulanmasında kimseye tâviz verilmesin diye vasiyet etti. Bir daha konuşmadı. Bir müddet sonra da vefat etti. Edirnedeki Dârülhadîs Câmii önüne defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tevrat'ı yırtan Yahudi'nin imanı</label>

Şamda bir Yahudî vardı. Bir cumartesi günü Tevratı okudu. Oraya baktığı zaman, dört yerinde Muhammed aleyhisselamın vasfını buldu. Onları kesti ve yaktı. İkinci bir cumartesi, baktığı zaman, aynı şeyleri, Tevratın sekiz yerinde buldu. Onları da kesip yaktı. Üçüncü cumartesi baktığı zaman, aynı şeyleri Tevratın on iki yerinde buldu. Kendi kendine düşündü ve şöyle dedi: Eğer bunları da koparırsam, Tevratın tümü onun vasıflarıyla dolacak!.. O, yalancının biridir dediler!Çevresindekilere Resûlullahı sorunca şöyle dediler:
O, yalancının biridir. En iyisi, ne sen onu gör; ne de o seni görsün!
Onlara şöyle dedi:
Musa aleyhisselamın Tevratının hakkı için, onu ziyaretime kimse engel olamaz.
Bineğine bindi, yola koyulup gitti... Medineye yaklaştığı zaman, Selman-ı Farisî hazretleriyle karşılaştı. Hazreti Selman, güzel yüzlüydü. Onu Peygamber Efendimiz sandı. Halbuki, Resûlullah efendimiz üç gün önce vefât etmişti. Selman hazretleri ağladı ve; Ben onun kölesiyim. Gel seni onun arkadaşlarının yanına götüreyim dedi.
Mescide girdikleri zaman, bütün Eshab-ı kiram mahzun bir hâlde idiler. Resûlullahı onların arasında sanarak:
Selâm sana ey Muhammed! dedi. Bunun üzerine eshabın ağlaması arttı.
Sen kimsin? Yaramızı tazeledin. O vefât etti dediler.
Bunu duyan Yahudî feryâd figan eyledi. Biraz sükûn bulduktan sonra şöyle dedi:
Peki, Ali burada mı, onu bana anlatsın.
Hazreti Ali Buradayım deyince;
Senin ismini de Tevratta buldum dedi.
Bundan sonra Hazreti Ali, Resulullah efendimizin vasıflarını bir bir anlattı.


Ruhumu hemen al ya Rabbi
Yahudî, Hazreti Aliyi dinledikten sonra dedi ki:
Yâ Ali! Bu söylediklerin aynen Tevratta da yazılı...
Onun bir elbisesini koklamak istiyorum deyince, Hazreti Ali, Hazreti Fatımadan cübbeyi getirtti. Yedi yerinden hurma lifi ile yamalı idi. Yahudi aldı, kokladı ve kendinden geçti. Daha sonra, Ravda-i mutahharaya gitti ve şöyle dua etti:
Yâ Rabbi! Senin birliğine, eşin ve ortağın bulunmadığına şehadet ederim. Bu kabirdeki zatın, senin Resûlün ve Habibin olduğuna şehadet ederim. Eğer Müslümanlığım kabul edildiyse, ruhumu hemen al!
Bunları söyledikten sonra orada vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yemen'den yükselen nur Abdullah-i Hadramî</label>

Abdullah-i Hadramî hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1288 (H.687) senesinde vefât etti. Yemendeki Selâm şehri kabristanına defnedildi. Mezarının üstüne bir türbe yaptırıldı... Abdullah-i Hadramî, ilk önce Muhammed bin Ali Balevîden ilim öğrendi. Maddî ve mânevî istifâdesi çok oldu. Muhammed bin Ali Balevî kendisini çok sever ve methederdi. Daha sonra ilim öğrenmek için Şeyh Ahmed bin Cud hazretlerinin ilim meclisine devâm etti. Ondan çok istifâde etti. Tasavvuf bilgilerini öğrenip üstün hâllere kavuştu ve icâzet, diploma aldı. Yüksek mertebelere kavuştuEbül-Gays bin Cemîl ve daha birçok velî zâtların ders ve sohbetlerini dinleyen Abdullah-i Hadramî hepsinden de çok istifâde edip yüksek mertebelere kavuştu. Çok kerâmeti görüldü.
Bu mübarek zat, insanlara, güzel ahlâkı öğretmek için çalıştı. İnsanlar, çeşitli yerlerden kendisini görmeye ve sohbetlerini dinlemeye gelirdi. Yüzlerce talebesi vardı. Allahü teâlânın kendisine ihsân ettiği üstünlüğü ile insanlara ilim öğretti. Dünyâ ve âhiret sıkıntılarından kurtardı...
Talebelerine nasîhat ederken; Sizden biriniz nerede olursanız olunuz, herhangi bir sıkıntıya düşerse, beni vesîle ederek Allahü teâlâdan murâdını istesin. Biiznillah istediğine kavuşur. Allahü teâlâ, velî kulları vâsıtasıyla insanların müşküllerini çözer buyurdu.
Talebeleri sıkıntıya düştükleri zaman, Abdullah-ı Hadramîyi vesîle ederek, dua ederler, Allahü teâlânın izniyle sıkıntılarından kurtulurlardı...


Melekler âlemini görüyorum!
İmâm-ı Yâfiî hazretleri onun hakkında; Çok kimseler rüyâda, Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfinden, Abdullah-i Hadramînin kabrine akan bir nehir gördüklerini anlatırlar. Âlimler, bunu Resûlullah efendimizin ona yardımının çokluğuna delîl olduğunu bildirdiler buyurmuştur.
Abdullah-ı Hadramî hazretleri yalnız kaldığı zaman ortalığı bir nûr kaplardı. Kendisi bu nûrda kaybolur gibi olurdu.
Bu mübarek zat, vefât edeceği zaman, yanında bulunanlara;
Yavrularım, melekler âlemini görüyorum... Melekler âleminde de Peygamber efendimizi görüyor, müşâhede ediyorum buyurdu ve son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir sadakat ve vefakârlık örneği</label>

On altıncı asrın başlarında bugünkü Hindistan-Pakistan bölgelerinde hüküm sürmüş olan Babürlüler devletinin kurucusu Babür Şah ve torunları Türk-İslâm tarihine pek çok hizmette bulunmuşlardır... Bayram Han da, birçok muharebede kahramanlıklar göstermiş bir bahadırdı. Ancak, Afganlılarla yaptığı bir savaşta esir düşmüştü. Afgan kumandanı önceleri Bayram Hana, iyi muamelede bulunmuştu. Hattâ serbest bırakmayı bile düşünmüştü. Lâkin Bayram Han bir seferinde tedbirsiz davranıp Afganlılar aleyhinde tasarladığı bir planını ağzından kaçırınca kendisine yapılan muamele tamamen değişti. Serbest bırakılacağı yerde, idamına karar verildi!.. İkisini de yakaladılar...Bayram Han, bir fırsatını buldu ve silâh arkadaşı Kasım Beyle kaçtı. Ancak, peşlerine düşüp yakaladılar. Askerler, aldıkları emir icabı Bayram Hanı orada hemen öldüreceklerdi. Fakat Bayram Hanla Kasım Beyi birbirinden ayırt edemiyorlardı. Biraz daha cüsseli olan Kasım Beyi Bayram Han sandılar, onu öldürmek için hazırlanmaya koyuldular.
Vaziyeti fark eden Bayram Han, arkadaşının kendi yerine öldürülmesine razı olmadı ve birlik kumandanına seslendi:
Yanılıyorsunuz, Bayram Han o değil, benim. Onu benim yerime öldürmeyin!
Kasım Bey haline razı görünüyordu. Hiç itiraz etmeden idam kararını kabule hazırdı. Fakat Bayram Handan böyle bir çıkış duyunca reddetti. Bayram Hanın öldürülmesini istemiyordu. Onu memleketi için daha lüzumlu ve faydalı görüyordu...


Onu serbest bırakın!..
Kasım Bey gayet soğukkanlı bir şekilde ileri atıldı. Eliyle Bayram Hanı göstererek Şu sadık hizmetkârıma bakın dedi. Beni kurtarmak için kendisini yerime koymaya çalışıyor. Hayatını benim uğruma tehlikeye atıyor. Sizden rica ediyorum, onu serbest bırakın, gitsin. İtiraf ediyorum ki, Bayram Han benim!
Birlik kumandanı, Kasım Beyin telaşlanmadan, sakin bir şekilde kesin olarak söylediklerine inandı ve asıl Bayram Hanı serbest bıraktı. Çok korktukları ve kısa zaman sonra tekrar karşılarına çıkacak olan büyük kumandan oradan uzaklaşırken, fedakâr Kasım Bey Bayram Hanın yerine idam ediliyor; bir sadakat ve vefakârlık timsali olarak tarihe geçiyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çeştiyye büyüklerinden Yûsuf bin Muhammed</label>

Seyyid Yûsuf bin Muhammed çeştî, evliyânın büyüklerindendir. 983 (H.379) yılında doğdu. 1067 (H. 459) senesinde vefât etti. Yûsuf-i Çeştî, dayısı Hâce Muhammed bin Ebî Ahmed Çeştî hazretlerinden feyz alarak, onun sohbetlerinde bulunarak kemâle geldi. Dayısı Hâce Muhammed hazretleri, altmış beş yaşlarındaydı. Hiç evlenmemişti. Müttekî, sâlihâ bir kız kardeşi vardı. Ağabeyine hizmet ederdi. Eliyle iplik eğirip satar ve ağabeyinin ihtiyaçlarına sarf ederdi. Allahü teâlâya ibâdet ve ağabeyine hizmetle meşgûl olduğundan, evlenmedi... Kız kardeşini onunla nikâhlaHâce Muhammed hazretleri, bir gün rüyâsında babası Ebû Ahmedi gördü. Kendisine; Şaflan vilâyetinde, Muhammed bin Semân adında bir kimse vardır. İlim tahsil etmiştir. Günlerini doğruluk ile geçirmektedir. Kız kardeşini onunla nikâhla dedi. Hâce Muhammed bu durumu kız kardeşine ve Muhammed bin Semâna bildirdi. İkisini evlendirdi. Bu evlilikten Hâce Yûsuf bin Muhammed bin Semân-i Çeştî doğdu. Hâce Muhammed hazretleri de, altmış beş yaşından sonra evlendi. Fakat çocuğu olmadı. Yeğeni Hâce Yûsufu evlâd edinip, terbiye etti. Onun büyükler yolunda çok yüksek makam ve derecelere kavuşmasına sebeb oldu. Kendisinden sonra halîfesi oldu...


Herkes hayretler içinde kaldı!
Aradan seneler geçti... Yûsuf-i Çeştî elli yaşlarına gelmişti. Ebû İshâk-ı Şâmî hazretlerinin talebelerinin büyüklerinden Hâce Hacı isimli zâtın kabri yanında îtikaf edip, ibâdetle meşgûl olmak için bir yer kazmak istedi. Kazmak için bel ve çapa getirdiler. Fakat o yer o kadar sertti ki, kazmak mümkün olmadı. Hâce hazretleri çapayı kendisi alıp orayı kolayca kazdı. Herkes bu duruma hayret edip, Yûsuf-i Çeştî hazretlerinin bir kerâmeti olduğunu ifâde ettiler.
Hazret-i Hâce Yûsuf, burada tam 12 sene devamlı ibâdet ve tâatle meşgûl oldu. Şeyhülislâm Abdullah-i Ensârî, Çeşte geldiği zaman, Çeşt Kabristanına giderek Yûsuf-i Çeştî hazretlerini ziyâret ederdi. Abdullah-i Ensârî Herata dönünce, sohbetlerinde, Hâce hazretlerinin üstünlüklerini çok anlatmıştır.
Yûsuf-i Çeştî son anlarında şu vasiyeti yaptı: Benden sonra talebeye ders okutmak vazifesini, büyük oğlum Hâce Kutbüddîn Mevdûd-i Çeştînin yapmasını vasiyet ediyorum.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Nûreddîn Cerrâhî</label>

Muhammed Nûreddîn Cerrâhî, Hicri 1089 (m.1678) senesinde İstanbulda doğdu. Cerrahpaşalı olduğu için Cerrâhî diye anılmıştır. Bir rivâyete göre soyu Eshâb-ı kirâmdan Ebû Ubeyde bin Cerrâha ulaşır. Bu sebeple Cerrâhî diye anılır. Halvetî tarîkatı içinde meydâna getirdiği terbiye sistemi kendisine nisbet edilerek Cerrâhiyye adı verilmiştir.Nûreddîn Cerrâhî hazretleri, çok genç yaşta Mısır Kâdılığına tâyin edilmişti. Ancak, yola çıkmadan önce, vedâ etmek için Üsküdarda bulunan dayısı Hüseyin Efendinin konağına gitti. Dayısı, onu evin karşısında bulunan Selâmi Dergâhına götürdü... Mısır Kâdılığını istemedi!..
Yatsı namazından sonra dergâhta ders veren Ali Efendinin yanına gittiler. O mübarek zatı görür görmez bir muhabbet ve cezbe hâli kapladı. O andan itibaren talebesi oldu. Bunun üzerine kendisine verilen Mısır Kâdılığı vazîfesini kabûl etmeyerek, tâyin fermânını Şeyhülislâma geri gönderdi...
Ali Efendi, Nûreddîn Cerrâhîyi halvete koydu. Kırk gün sonunda, onda büyük bir huzur hâli meydana geldi. Ali Efendi ona icâzet vererek, hırka giydirdi. Sonra da; Oğlum Nûreddîn! Karagümrük yakınında ve dört yol ağzında, Kethüdâ Canfedânın yaptırdığı câmi-i şerîfin yanında, Bakkal İsmâil Efendi isminde bir zât senin için bir oda yaptırdı. O odada ibâdetle meşgûl ol. Umulur ki, senin için o civarda bir dergâh yapılır. O zaman insanlara doğru yolu göstermeye çalış buyurdu.
Nûreddîn Cerrâhî, hocasının emri ile Karagümrüke gitti. İsmâil Efendi, hocasının bahsettiği odanın anahtarını teslim etti. Evinin yanındaki Cerrah Mehmed Paşa Câmiinde hep, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı...


Kibirle arkadaşlık eden!..
Bu mübarek zat buyurdu ki:
Aba giyinmiş (fakir) birini görünce küçültücü bir nazarla bakma. Kibirle arkadaşlık eden sonunda kahredilmişler safında yer alır.
Nûreddîn Cerrâhî Hazretleri, hicri 1133 (1720) senesinin Kurban Bayramı arifesinden bir gün önceki pazartesi gecesi, sevdiklerini etrafına topladı ve;
Benim bu gece Rahmet-i Rahmana gitmekliğim gerektir... Hakkınızı helal edin! Şu anda, burada bulunamayanlara selam eyleyin!.. diyerek, kıbleye dönüp, Allah!.. dedi ve ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Alındaki secde izi Tâvûs bin Keysân</label>

Tâvûs bin Keysân hazretleri, büyük bir hadîs âlimi olup, aynı zamanda fıkıh ve tefsîr ilminde de pek ileri dereceye sâhipti. Allahü teâlâya yalvarmaktan büyük haz duyan bir zâttı. Uzun zaman ayakta ibâdet etmekten yorulmazdı. Çok namaz kıldığı için, alnında secde izi oluşmuştu. Yatağına yattığı zaman, sağa sola döner rahat edemez, bunun üzerine kalkar sabaha kadar namaz kılar ve; Âbidlerin uykusu, Cehennemi hatırlamaktır derdi. Bu mübarek zat, kırk defa hacca gitmiştir... Bu nasîhat bana kâfidirTâvûs bin Keysân, duâsı kabûl olan zâtlardandı. O derece cesur ve kuvvetli kalbe sâhipti ki, öldürüleceğini bilse bile gayrimeşrû bir işi aslâ yapmaz ve dalkavukluğa kaçacak bir sözü hiç kullanmazdı. Ateşten çok korkar, gördüğü yerde aklını kaybedecek gibi olurdu. Çünkü ateşi görünce Cehennemi hatırlardı. Bir defâsında, ocaktan çıkan alevi görünce bayıldı.
Halîfe hazret-i Ömer bin Abdülazîze bir nasîhat mektubunda; Kendi amelinin hayırlı olmasını istiyorsan, halkın işlerini de hayırlı insanlara yaptır buyurdu. Ömer bin Abdülazîz bunu okuyunca, Bu nasîhat bana kâfidir demiştir.
Tâvûs bin Keysân, bütün işlerini ve hattâ konuşmasını iyi niyet ederek yapardı. Kendisine konuş dediklerinde konuşmadığı gibi, kendiliğinden konuşmaya başladığı da olurdu. Niçin böyle yapıyorsun, diye soranlara; Niyetimi düzeltmişsem konuşurum derdi.


Âhirete eli boş gidersin!..
Mekhûl hazretlerine gönderdiği bir nasîhat mektubunda şöyle yazdı: Selâmün aleyküm, kardeşim Mekhûl, sakın yaptığın ibâdetlerin çokluğu sebebiyle, kendini Allahü teâlânın yanında büyük bir makam sâhibi sanmayasın. Çünkü, kendisini bu zanna kaptıranların hepsi ahirete eli boş gittiler. Eğer, yaptığım ibâdetlerin çokluğunu insanlar görsün, beni öğsünler diye düşünüyorsan, insanlar seni öğerler ve maksadın hâsıl olur. Fakat âhirete sen de eli boş gidersin!..
Tâvûs bin Keysân hazretleri 724 (H.106) yılında 90 yaşında hac yaparken, Terviye gününden bir gün önce vefât etti. Cenâze namazını Halîfe Hişâm bin Abdülmelik kıldırdı.
Oğluna şöyle vasiyyet etti: Vefât edince, beni kabre koyduğunuzda, kabrime bak. Eğer beni kabrimde göremezsen, Allahü teâlâya şükret. Şâyet beni kabrimde görürsen İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn de!
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri