Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tövbe eden fasık gencin derecesi!</label>

Allahü teala Musa aleyhisselama vahyetti ki: İsrailoğulları arasında fasık bir delikanlı var, onu beldelerinden sür ki, onun kötülüğü yüzünden üzerlerine ateş yağmasın. Musa aleyhisselam da o beldeye vararak delikanlıyı sürdü. Delikanlı beldesinden çıkarak bir köye sığındı. Bunun üzerine Allahü tealadan, o köyden de onu kovma emrini alan Musa aleyhisselam, delikanlıyı yeni yurdundan da çıkardı. İkinci sefer sürgüne çıkan delikanlı bu defa kuş uçmaz kervan geçmez bir dağdaki mağaraya sığındı... Toprağın üzerine yığıldı...Bu genç, çok geçmeden hastalandı. Toprağın üzerine yığıldı, başını da yere koydu ve şöyle dua etti:
Annem baş ucumda olsaydı, halime acır ve zilletime ağlardı... Babam yanımda olsa yardımıma koşar, başımın çaresine bakardı. Hanımım burada olsa ayrılığımızın acısına ağlardı... Çocuklarım yanımda olsalar, cenazemin arkasından gözyaşı döker ve babamızı sen affeyle Allahım diye dua ederlerdi. Ya Rabbi! Beni ana-babamdan, evladımdan, hanımımdan ayrı düşürdün, fakat rahmetinden mahrum etme. Onların acısı ile kalbimi yaktın, fakat günahıma karşılık beni ateşinde yakma!..
Delikanlının bu samimi, acıklı yalvarmaları üzerine Allahü teala; anası ve hanımı kılığında birer huri, çocukları ve babası kılığına girmiş melekler gönderdi...
Gelen huri ve melekler yanı başına oturarak ağladılar. Delikanlı da İşte anam, babam, hanımım ve çocuklarım, sonunda bana gelmişler! diyerek ölçüsüz bir sevince boğuldu, gönlü feraha kavuşarak günahtan arınmış ve affa uğramış bir halde Allahın rahmetine kavuştu...


Velîlerimden bir velî...
Bunun üzerine Allahü teala Musa aleyhisselama bildirdi ki: Filan yerdeki falan kuytu mağaraya git! Orada velîlerimden bir velî vefat etti. Ona karşı yapılacak görevleri bizzat yerine getir!

<label for="lblTitle">Musa aleyhisselam mağaraya gitti ve tanıdığı o delikanlının ölüsü ile karşılaşınca şaşırdı! Allahü teala vahyetti ki: Ya Musa! Ben onu rahmetimin şemsiyesi altına alarak affettim. Çünkü toprak üzerine uzanıp bana yakardı. Memleket, ana-baba, eş ve çocuk hasretine katlandı. Garip biri öldüğü zaman yer ve gök ehlinin hepsi ona acır. Ben merhametlilerin en merhametlisi iken ona nasıl acımam!..Tövbe eden fasık gencin derecesi!</label>

Allahü teala Musa aleyhisselama vahyetti ki: İsrailoğulları arasında fasık bir delikanlı var, onu beldelerinden sür ki, onun kötülüğü yüzünden üzerlerine ateş yağmasın. Musa aleyhisselam da o beldeye vararak delikanlıyı sürdü. Delikanlı beldesinden çıkarak bir köye sığındı. Bunun üzerine Allahü tealadan, o köyden de onu kovma emrini alan Musa aleyhisselam, delikanlıyı yeni yurdundan da çıkardı. İkinci sefer sürgüne çıkan delikanlı bu defa kuş uçmaz kervan geçmez bir dağdaki mağaraya sığındı... Toprağın üzerine yığıldı...Bu genç, çok geçmeden hastalandı. Toprağın üzerine yığıldı, başını da yere koydu ve şöyle dua etti:
Annem baş ucumda olsaydı, halime acır ve zilletime ağlardı... Babam yanımda olsa yardımıma koşar, başımın çaresine bakardı. Hanımım burada olsa ayrılığımızın acısına ağlardı... Çocuklarım yanımda olsalar, cenazemin arkasından gözyaşı döker ve babamızı sen affeyle Allahım diye dua ederlerdi. Ya Rabbi! Beni ana-babamdan, evladımdan, hanımımdan ayrı düşürdün, fakat rahmetinden mahrum etme. Onların acısı ile kalbimi yaktın, fakat günahıma karşılık beni ateşinde yakma!..
Delikanlının bu samimi, acıklı yalvarmaları üzerine Allahü teala; anası ve hanımı kılığında birer huri, çocukları ve babası kılığına girmiş melekler gönderdi...
Gelen huri ve melekler yanı başına oturarak ağladılar. Delikanlı da İşte anam, babam, hanımım ve çocuklarım, sonunda bana gelmişler! diyerek ölçüsüz bir sevince boğuldu, gönlü feraha kavuşarak günahtan arınmış ve affa uğramış bir halde Allahın rahmetine kavuştu...


Velîlerimden bir velî...
Bunun üzerine Allahü teala Musa aleyhisselama bildirdi ki: Filan yerdeki falan kuytu mağaraya git! Orada velîlerimden bir velî vefat etti. Ona karşı yapılacak görevleri bizzat yerine getir!
Musa aleyhisselam mağaraya gitti ve tanıdığı o delikanlının ölüsü ile karşılaşınca şaşırdı! Allahü teala vahyetti ki: Ya Musa! Ben onu rahmetimin şemsiyesi altına alarak affettim. Çünkü toprak üzerine uzanıp bana yakardı. Memleket, ana-baba, eş ve çocuk hasretine katlandı. Garip biri öldüğü zaman yer ve gök ehlinin hepsi ona acır. Ben merhametlilerin en merhametlisi iken ona nasıl acımam!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebü-l Abbas bin Şüreyh</label>

Kâdı Şüreyh Tabiînin büyüklerindendir. 79 (m. 713)da vefât ettiği rivâyet edilir. Babasının ismi Hâni idi. Hâni, kabilesi nâmına elçi olarak Medineye gelmiş ve Müslüman olmuştu. Hazreti Ömer, Hazreti Ali ve İbn-i Mesûddan (radıyallahü anhüm) hadîs-i şerîf rivâyet etti. Şabî, Nehâî, Abdülazîz bin Refî, Muhammed bin Sîrîn ve daha birçok âlim ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Yüz yirmi yıllık bir ömür...Kâdı Şüreyh hazretleri, kırk yaşında, Hazreti Ömer tarafından Kûfeye kadı (hakim) yapıldı. Hadîs ve fıkıh ilminde büyük âlim idi. Basrada bir sene kadar kadılık yaptı. Sonra, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Muâviye ve sonrakiler zamanında da Kûfe kadılığına devam etti. Aralıksız 60 seneden fazla kadılık yaptığı bildirilir.
Bu mübarek zat, hüküm verme konusunda çok bilgili ve pek âdil idi. Vali Haccâc kendisini yine kadı yapmak istedi ise de kabul etmemiştir. Yetmişdokuz senesinde (m. 698) yüz yirmi yaşının üzerinde iken vefât etti.
Bir sevdiği, o mübarek zatla ilgili şöyle bir hadise anlatır:
Kâdı Şüreyh hazretleri üzüldüğüm bazı şeyleri bir dosta anlattığımı duyunca, elimden tutup beni kendine doğru çekti ve şöyle dedi:
-Allahtan başkasına şikâyet etmekten sakın! Kendisine şikâyet ettiğin kimse dost da olabilir, düşman da. Eğer dostsa onu üzebilirsin. Düşmansa senin başına gelene sevinebilir...


Oğlu da büyük âlim idi...
Kâdı Şüreyh hazretlerinin oğlu Ebül-Abbas da büyük âlimlerdendi. Şöyle nakledilir:
Ebül-Abbas bin Şüreyh, ölüm hastalığında iken bir rüya gördü. Rüyasında sanki kıyamet kopmuştu. Âlimler neredeler? diye bir nida geldi. Hepimiz toplandık. Sonra, Öğrendiklerinizle ne amel ettiniz? diye soruldu. Hepimiz, Amelde kusur ettik, çok günah işledik dedik. Aynı soru tekrar soruldu. Sanki başka bir cevap bekleniyordu. O zaman ben Amel defterimde şirk yoktur. Allahü teala şirkin dışındaki günahları affedeceğini müjdelemişti! dedim. O zaman Gidiniz, sizler affedildiniz diye bir nida duyduk.
Ebül-Abbas hazretleri bu rüyadan üç gece sonra vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid ve Şehîd Hüseyin bin Ali</label>

Hazreti Hüseyin, babası Hazreti Ali şehîd olunca, Medineye geldi. Hazreti Muâviyenin vefâtında Yezîde biat etmedi ve bilinen Kerbelâ fâciası vuku buldu. İmâm, Hicretin 61 (m. 681) yılında Muharremin onuncu günü Kerbelâda şehîd edildi...Peygamber efendimiz Hazret-i Hüseyin ile ilgili olarak buyurdular ki:
Ben bir ağaca benzerim. Fâtıma, bunun kökü, Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.
Genç olarak Cennete girenlerin seyyidi Hasan ve Hüseyindir.
İbnî Abbâs (radıyallahü anh) anlatmıştır: Cömerd efendi olur...
Bir gün Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyini güreştirdiler. Resûlullah efendimiz tut yâ Hasan derdi. Hazret-i Fâtıma yâ Resûlallah! Yalnız Hasana mı diyorsun? deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazreti Cebrâil de tut yâ Hüseyin! diyor buyurdular.
Hüseyin bin Alî radıyallahü anhümâ şöyle anlatmıştır:
Medîne Vâlîsi İbrâhîm bin Hişâm el-Mahzûmî, her cuma bizi minber etrâfında toplar ve hazret-i Alî radıyallahü anh hakkında yakışmayan sözler söylerdi. Yine bir cuma günü mescid dolu idi. Ben minberin yanında oturuyordum. Uyumuştum. Rüyâmda Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem kabrinin açıldığını gördüm. Bana (Ey Ebâ Abdullah! Bu şahsın sözlerine üzülmüyor musun?) buyurdu. Evet üzülüyorum dedim. (Gözlerini aç bak, Allahü teâlâ ona ne yapacak?) buyurdu. Gözlerimi açtım, yine babam hakkında uygunsuz sözler söylüyordu. Birdenbire minberden düşüp orada can verdi.


İctihad ayrılığı idi...
Resulullah efendimizin bu mübarek torunu buyurdu ki: Cömerd efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mümin kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.
Hazreti Hüseyinin Peygamber efendimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ikisi şunlardır:
Kişinin İslâmının güzelliği mâlâyaniyi terk etmesidir.
Bahil (cimri) o kimsedir ki yanında ismim anıldığında bana salat ve selâm getirmez.
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyorlar ki:
Eshab-ı kiram arasında olan ayrılıklar, kötü düşüncelerden değildi. Onların bütün istekleri, İslamiyete uymaktı. Ayrılıkları, ictihad ayrılığı idi. Allahü teâlâ, ellerimizi o kanlara bulaştırmadı. Biz de dillerimizi bulaştırmayalım...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir büyüğün büyük babası Hace Şehabeddin Şâşî</label>

Hace Şehabeddin Şâşî, Ubeydullah-i Ahrar hazretlerinin büyük babasıdır. Çok kerameti görülmüştür. Deliler ve meczuplarla sohbet etmekten çok hazzederdi. Kâh ziraat ve kâh ticaretle uğraşırdı. Ticaret için sefere çıkar ve yanına arkadaş almazdı. Yolda eşkıyaya rastlayınca da yüksek sesle tanıdığı meczupları imdada çağırırdı... Hace Şehabeddinin iki oğlu vardı ki biri Hace Muhammed, öbürü Ubeydullah-i Ahrar hazretlerinin babası Hace Mahmud idi... Oğullarını getir de vedalaşalım
Vefatına yakın oğlu Hace Muhammedi çağırdı ve şöyle buyurdu:
Oğullarını getir de onlara veda edeyim...
Hace Muhammed, İshak ve Mesud isimli iki oğlunu, büyük babalarının yatağı başına getirdi. Hace Şehabeddin, onları okşadı ve dedi ki:
Oğlum Muhammed. Senin oğulların çok perişanlık çekecekler ve başıboş yaşayacaklar. Buna da sebep Mesut Hoca olacak ve İshakı baştan o çıkaracak!..
Sonra da Hace Mahmuda oğlunu getirmesini söylediler. O da, o zaman bebeklik çağında bulunan Hace Ubeydullah hazretlerini bir hırkaya sarıp büyük babasının kucağına uzattı. Mübarek, çocuğa uzun uzun baktıktan sonra, yatağından Beni kaldırın! gibi bir hareket yaptı. Kaldırdılar. Hace hazretleri, Ubeydullah hazretlerini kucaklarına alıp yüzünü yüzüne sürüp ağlamaya başladı:


Silsile-i aliyyeden oldu...
İşte benim istediğim oğul budur! Ne yazık ki, onun zuhuru zamanında hayatta olmayacağım! Onun âlemde tasarruflarım göremeyeceğim! Yakında bu çocuk dünya çapına erişecek, insanlara ışık olacak, cihan padişahları onun fermanlarına boyun eğecek ve bundan zuhur eden fevkalâdelikler geçmiş şeyhlerin büyüklerinden de zuhur etmemiş olacak...
Ve bir kere daha yüzünü çocuğun yüzüne sürüp oğluna şu vasiyette bulundu:
Benim bu torunumu iyi gözetin!.. Terbiyesini gereği gibi yerine getirin!
Bunları söyledikten sonra da ruhunu teslim etti... Buyurduğu gibi, bu mübarek torunu öyle yüksek derecelere kavuştu ki, Silsile-i aliyyeden oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir nebbaş'ın başına gelenler</label>

Bağdatta, bir âmâ ile karşılaşan evliya bir zat ona gözlerinin nasıl kör olduğunu sorunca adam, yaşadığı enteresan hadiseyi şöyle anlatır: Ben vaktiyle nebbaş (mezar soyguncusu) idim. Bir gün bana adaletiyle meşhur, yaşlı bir hakimden bahsettiler. Çok hasta imiş ve son anlarını yaşıyormuş. Onu ziyarete gidenlerle birlikte ben de gittim. Bana;
- Bak, ben artık bu dünyadan göçüyorum. Öldüğüm zaman benim kefenimi çalma! dedi ve kefenin değerinden fazla miktarda bir parayı da elime tutuşturdu... Hakimin mezarını açtım!
Kısa bir zaman sonra o âdil hakim dünyadan göçüp gitti. Fakat benim içimi bir fitne aldı. İlla da gidip kefenini soymak istiyordum. Adam bana parasını vermişti ama, olsun dedim. Bu daha iyi, kâr üstüne kâr yapmış oluruz. Adam nasıl olsa öldü. Kalkıp da bana bir şey söyleyeceği yok ya! dedim ve gidip hakimin mezarını açtım. Kefeni almak için kabre girdiğimde, karşıdan öyle heybetli iki kimse geldi ki, ben şaşkına dönmüştüm. Hiçbir şey yapamadan kabrin içine çömelip kaldım. Ben kefen soymak şurada dursun tir tir titriyordum korkumdan.
Gelenler, hakimin etrafında dolaşıp bir yerinde sakatlık olup olmadığını kontrol ediyorlardı. Her tarafını muayene ettiler. Hiçbir noksanlığı yoktu. Ne mübarek bir zatmış, hiçbir isyanı yok diyorlardı. Her tarafını iyice muayene ettikten sonra sağ kulağında bir miktar akıntı gördüler. Acaba bu akıntı neden olmuştur diye biri diğerine sordu. Öbürü şöyle söyledi:


Zalim olduğuna hükmettiler!
- Bu çok adaletli bir hakimdi. Bir davada, bir tanıdığı ile tanımadığı, yabancı bir adamın muhakemesi vardı. Hakim her ikisini de dinledikten sonra tanıdığı zatı haksız gördü ve adaletle hükmetti. Lâkin tanıdığı zat konuşurken, ona daha fazla kulak verip onun söylediklerine daha çok dikkat etmişti, işte bu kulağındaki akıntı bundandır dedi.
Bu heybetli zatlar aralarında konuşmaya devam ediyorlardı. Hakimin bu hareketinden dolayı zalim olduğuna hükmettiler ve azap edilmesine karar verdiler;
Birisi;
  • Buna şimdi ne ceza vereceğiz? dedi. Ötekisi;
  • Bunun kabrini ateşle doldurmamız gerekiyor, dedi ve orası öyle şiddetli bir ateş yığını içinde kaldı ki, gözlerim hiçbir şeyi görmez oldu. İşte benim kör olmama sebep budur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şah Cihan'ın hanımı Mümtaz Mahal</label>

Dünyanın 7 harikasından biri sayılan Tac Mahal, Hindistan Türk İmparatorluğunun Gürganiye hanedanının 5. hükümdarı Şah Cihan (1593-1666) tarafından, Hindistanın Agra şehrinde inşa ettirilmiştir... Bu türbe, Şah Cihanın çok sevdiği eşi Mihrünnisa Nurcihan Banunun (Mümtaz Mahal) ölümü üzerine, onun hatırasına yaptırılmıştır...Bir isyanı bastırmak için ordularıyla Burhanpura giden Şah Cihana; on dördüncü çocuğuna hamile olan eşi Mümtaz Mahal de eşlik etmişti. Ancak, Mümtaz Mahal, bu çocuğu doğuramadan vefat etti... Ölmeden önce Şah Cihandan son bir dilekte bulundu: Hatırlanmam için dünyada eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir eser yaptır... Yirmi iki yıl süren inşaat...
Şah Cihan, bu vasiyeti yerine getirmek için, dünyanın her tarafına haberler salar. En meşhur mimarlar, sanatkârlar çağrılır. Hepsinden birer proje istenir. Sonunda İstanbuldan gelen ve Mimar Sinanın öğrencisi olan Mehmet İsa Efendinin projesi beğenilir ve 1682de, yirmi iki yıl sürecek olan, yaklaşık yirmi bin kişinin çalıştığı Tac Mahal inşaatı başlar...
Başmimar İstanbullu Mehmet İsa Efendiye, Semerkandlı Mimar Muhammed Şerif yardım eder. Yapının muhteşem kubbesi, yine Mimar Sinanın öğrencisi İstanbullu İsmail Efendi tarafından yapılır. Mermer üzerine oyulacak yazılar için, İstanbuldan Hattât Settar Efendi getirilir. Büyük bahçe içinde yer alan diğer yapılarla birlikte hepsi bir bütünlük gösterir. Önünde uzanan su kanalına vuran aksiyle Tac Mahal insana bir rüya âleminin kapılarını açar...


Aynı yere defnedilir...
Tac Mahalin yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılmıştır. Aynı mermerden yapılan ve yerden yüksekliği 82 metre olan kubbe, Mimar İsmail Efendi tarafından yapılmıştır. Kubbe üzerinde altın bir alemi ve beyaz mermerden 4 minaresi vardır...
Anıtın dört yanına Hattat İsmail Efendi tarafından Yasin suresinin tamamı yazılmıştır.
Tac Mahalin yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü olan duvarlarında ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet çok iri inci vardır.
Banu Begümden 36 yıl sonra 72 yaşında dünyadan ayrılan Şah Cihan da çok sevdiği hanımının yanına defnedilir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Allah adamına itirazın sonu!..</label>

Birçok evliyanın hayatını kaleme alan Reşâhat kitabının müellifi Ali bin Hüseyin el-Vaiz enteresan bir hadiseyi şöyle hikâye ediyor: Bir gün Şeyh Abdülkebir hazretlerinin meclislerine girdim. Harem seyyidleri, şeyhleri, âlimleri ve fakihlerinden, meclislerinde pek çok kişi vardı. Şeyh hazretleri ilâhî marifetten söz ediyorlardı. Fakih geçinen ve Allah ehli ile olanların kelâmlarını inkâriyle tanınan kaba bir adam şeyh hazretlerine itiraz etmeğe yeltendi... Susturmak istediler, fakat...Mecliste bulunanlardan biri onu dürterek sus! diye ihtar etti. Adam mukabele etti:
Eğer akıl dışı konuşursam bana mâni olunuz! Fakat sözlerim meşru ve makul ise mâni olmayınız!
O zaman Şeyh hazretleri bana döndüler ve;
Ey yabancı, beni bu adamdan kurtar! buyurdular.
Yüzsüz adam ağzını açtı ve şeyhe şöyle hitap etti:
Ben size zulüm ve sitem mi ediyorum ki, kurtulmak istiyorsunuz?
Şeyh hazretleri adama hışımla bakarken o devam etti:
Söylediğiniz bir sözden bana şüphe düştü. Cevap istiyorum! Bu derecede mübalağanın ne manası vardır?
Şeyh hazretleri aynı hışım ve gazap içinde Şüphen neymiş? Söyle! buyurdular.
Fakat o anda olanlar oldu! Adam ağzını açamadan yüzüstü düştü. Bir kilim getirip kaba, patavatsız adamı içine koydular ve dışarı çıkardılar. Şeyh hazretleri geçtikleri hususî dairelerinden henüz dönmemişlerdi ki, adam, kilimin üzerinde can verdi...


Affetseler olmaz mıydı?
Bir başka gün Şeyh hazretlerini ziyarete gitmiştim. O âlim geçinen ve aniden ölen adam hakkında, hatırımdan şunlar geçti:
Ehlullah, kerem ve mürüvvet sahipleridir. O adam ise bunların bâtınlarından gafil, kaba bir kimse idi... Affetseler olmaz mıydı?
Şeyh hazretleri bu düşüncemi anladılar ve şöyle buyurdular:
İki tarafı da keskin bir kılıcı kabzasından duvara sağlam şekilde tuttursalar; birden çıplak ve gafil biri gelip bütün kuvvetiyle o kılıca çarpsa, kılıcın bunda ne günahı olur?
Evet, kafamdaki sorular cevabını bulmuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Mevlânâ Ârif</label>

Mevlânâ Ârif Dikgeranî, Emîr Külâl (Gilal) hazretlerinin dört halifesinden ikincisidir. Doğduğu ve vefat ettiği yer, Buhara yakınındaki Dikgeran kasabasıdır. Emir Külâl, Mevlânâ Ârif hakkında Benim yakınlarım arasında, Şah-ı Nakşibend ve Mevlânâ Âriften üstün olanı yoktur buyurmuşlardır. Bizzat Şah-ı Nakşibend Hazretleri, mürşidlerinin bu nefeslerine uyarak tam yedi yıl Mevlânâ Ârifin sohbetine devam etmişlerdir. Ve ona öylesine saygı göstermişlerdir ki; su kenarında abdest alsalar onun üstüne geçmemeğe ve altında taharetlenmeğe bakarlardı. Yolda giderken de ileriye geçmemeğe dikkat ederlerdi. Çünkü Mevlânâ Ârif, mürşidlerinin hizmetine kendilerinden evvel girmiştir ve maddî zaman ölçüsüyle daha kıdemlidir... Size vasiyetlerim vardırHace Bahaeddin Nakşibend hazretleri hacdan memleketlerine dönerlerken Merv şehrine geldiler ve orada bir müddet oturdular. Sevenleri ve bağlıları da etraftan ve Mâverâünnehrden gelip Merv şehrinde toplandılar. O sırada bir haberci Mevlana Ârif hazretlerinden bir haber getirdi: Çabucak yetişiniz ki, âhirete göç etmemiz yakınlaşmıştır. Size vasiyetlerim vardır.
Hace Hazretleri de yakınlarını Merv şehrinde bırakıp hızla Buhara yolunu tuttular ve Mevlânâ Ârif hazretlerine ulaştılar. Yalnız kalınca Mevlânâ Ârif, Şâh-ı Nakşibend hazretlerine dedi ki:


İşte vakit sona erişti!
Aramızda büyük mânâda birlik ve beraberlik hâsıl oldu Şimdi de bu birlik ve beraberlik üstündeyiz... İşte vakit sona erişti. Kendi yakınlarıma ve sizinkilere nazar ettim. Bu tarîkate ehliyeti ve yokluk sıfatını en ziyade Hace Muhammed Pârisâda buldum. Tarîkatte elime geçen her mevhibe ve mânayı ona havale ettim ve yakınlarıma ona bağlanmalarını emreyledim. Sizin de bu hususta yardımınızı esirgemeyeceğinizden emin olmak isterim. Kaldı ki, Muhammed Pârisâ sizin de bağlılarınızdandır. Şimdi sizden ricam: Kendi elinizle su kaplarını yıkayın! İki diziniz üzerine oturup elinizle ateş yakın ve suyumu ısıtın! Bana lâzım olan şeyleri yerine getirin, vefatımdan üç gün sonra da yerinize dönün!
Bu mübarek zat, bunları söyledikten hemen sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Abdullah el-Mısrî</label>

Abdullah bin Necmeddin el-Mısrî, evliyânın büyüklerinden olup, Mısırda yaşamıştır. Âriflerin gözbebeği, evliyânın baş tâcı, yüksek ve kıymetli hâllerin sâhibi, kerâmetleri açık ve tasarrufu kuvvetli bir zâttı. Yüksekçe bir kürsünün üzerine çıkıp, din ve hakîkat ilimlerini anlatırdı. İslâmiyetin emir ve yasaklarını bildirir, evliyâlığın yüksek hâllerini haber verirdi. Onun meclisi, âlim ve velîler ile dolup taşardı. Himmet ve yardımı ile tasarrufu kuvvetli olup, duâ ve murâdı çabuk hâsıl olanlardandı. Rızâ gösterilen fakirlik...Abdullah bin Necmeddin el-Mısrî, insanlara doğru yolu göstermeğe çalıştığı vaazlarında ve sohbetlerinde sık sık buyururdu ki:
Allahü teâlâ için sevmek, Onun için buğzetmek, îmânın en güvenilir ve sağlam kulplarındandır. Emr-i marûf ve nehy-i münker (iyiliği emredip kötülükten alıkoyma) herkese, imkânı nisbetinde lâzımdır. İyilik ve takvâ üzere yardımlaşmalıdır. Kazanç, ticâret ve sanat mubahtır. Kişi mecbur kalırsa, başkasından bir şey isteyebilir. Zengin kimsenin istemesi doğru değildir. Rızâ gösterilen fakirlik, zenginlikten üstündür. Bundan dolayı Resûlullah efendimiz fakirliği tercih etti. Peygamber efendimize yeryüzünün hazînelerinin anahtarı arz edildiği zaman, Cebrâil aleyhisselâm fakirliği işâret etti. Bu sebeple Resûl-i ekrem; (Yâ Rabbî! Bir gün aç, bir gün tok olmayı istiyorum. Acıktığım zaman sana yalvarırım, doyduğum zaman sana hamd eder, seni anarım) diye dua etti.


Dimyatta vefat etti...
Abdullah bin Necmeddin el-Mısrî hazretleri 1219 (H. 616) senesinde Dimyat şehrinde vefat etti. Bu sırada Kurân-ı kerim okuyordu. Ruhunu teslim ederken, meâli şerifi; Allahü teâlâ Kâbeyi, Beyt-i Haramı, haram olan ayı, hacı kurbanını kurbanlıkları, insanlar için bir nizam kılmıştır. Bu da Allahü teâlânın göklerde yerlerde ne varsa hepsini bildiğini bilmemiz içindir. Ve hakikat, Allahü teâlâ her şeyi bilir. Bilin ki, Allahü teâlânın cezalandırması muhakkak ki çok şiddetlidir ve Allahü teâlâ muhakkak surette Gafur ve Rahimdir olan Maide suresinin 97-98. ayet-i kerimelerini okuyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Baharatçı velî Berbehârî</label>

Berbehârî hazretleri, kerâmet sâhibi evliyâ zâtlardan ve Hanbelî mezhebinin meşhûr fıkıh âlimlerindendir. Tam ismi, Hasan bin Ali Berbehârî, künyesi, Ebû Muhammeddir. 847 (H.233) senesinde doğdu. 940 (H. 329)da vefât etti. Hanbelî mezhebinde zamânının en meşhûr fıkıh âlimi idi. Berbehâr, Hindistanda yetişen bir baharatın ismidir. O zaman bunu getirtenlere Berbehârî denilmiştir. Bu işle uğraştığı için Hasan bin Aliye de bu lakab verilmiştir. Bugün bu işle iştigal edenlere baharatçı denilmektedir. Bidatlerden çok sakınırdı!..Hasan bin Ali Berbehârî, bidatlerden sakınır ve sakındırırdı. Ehl-i sünnet îtikâdının yayılması için çok hizmet ederdi. Bidat ve bidat ehline (Peygamber efendimizin ve Onun dört halîfesi zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan sözlere, yazılara, usûl ve işlere, ibâdet olarak inananlara, bunları yapan ve yaptıranlara) karşı sert tutumu sebebiyle, bir ara Bağdattan Basraya sürülmüş, sonra tekrar Bağdâta dönmüştür...
Hasan bin Ali Berbehârî hazretlerinin çeşitli eserleri vardır. Bunlardan Şerh-i Kitâb-üs-Sünen adlı kitabı çok kıymetlidir. Orada buyuruluyor ki:
Doğru yoldan ayrılmak iki türlüdür. Birincisi; iyi niyetli olduğu halde, yanlış iş yapan ve haktan ayrılan, ayağı kayan kimseye uymak. Bu, insanı helâk eder. İkincisi; hakka karşı inatçı olmak ve kendinden önce geçen sâlih, müttekî kimselere muhâlefet etmek. Böyle yapan kimse sapık ve saptırıcıdır. Böyle kimse, şeytan gibidir. Kimsenin ona aldanmaması için, onun hâlini insanlara bildirmek lâzımdır.


Biri gelip, cenâzesini yıkadı!
Muhammed bin Hasan Mukrî hazretleri şöyle anlatır:
Dedem ve ninemden duydum. Ebû Muhammed Berbehârî ömrünün son günlerinde bir eve çekildi. Bir ay kadar orada kaldı. Sonra vefât etti. Vefât ettiğini görenlerden bir kadın, hizmetçisine; Git bak, cenâzesini yıkamakla kim meşgûl oluyor dedi. Hizmetçi, gördüklerini şöyle anlatmıştır:
Biri gelip, cenâzesini yıkadı. Sonra namazını kıldırdı. Üzerlerinde beyaz ve yeşil elbiseler olan kalabalık bir cemâat cenâzesinde bulundu. Namaz bitince hiçbiri görünmez oldu, vefât ettiği evde defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kırâat imâmı A'meş</label>

Savaş yıllarındayız... Bir Kurmay Yüzbaşı olan Kemal Bey, Çanakkale cephesinde ağır yaralanmıştır... Doktorlar derhal ameliyat edilmesini isterler. Kemal Bey, askerlerinin kollarında ameliyat mahalline götürülürken kendine gelir ve hemen şu emri verir:-Beni hemen tümen karargâhına götürünüz!
O sırada karargâh çadırında şiddetli bir tartışma yaşanıyordu. Yüzbaşı Kemal Bey çadıra getirildiği sedye içerisinde âdeta yaralarının acısını unutmuş, bu şiddetli tartışmanın sonucuna kulak kesilmişti... Aman geri çekilmeyin!
Derken subaylardan biri ilk hattaki siperlerin boşaltılmasını teklif etti. Bu teklif çadırda yankılanır yankılanmaz yaralarından oluk gibi kan akan ve bunun tesiriyle yüzü gözü sararmış ve solmuş olan ve adım adım ölüme yaklaşan Kemal Bey başını sedyeden kaldırdı ve şöyle haykırdı:
-Aman geri çekilmeyin!
Tartışma devam ediyordu. Yanında bulunan neferlerden birine;
-Bir ezan okur musun, dedi.
Kemal Beyin bu emri üzerine asker yüksek sesle ezan okumaya başladı. O anda çadırın içindeki hava daha bir ulvileşiyor ve çadırdakilerin gözlerinin kenarlarında damlacıklar birikiyordu. Arkadaşlarına döndü ve;
-Bu ezanların susmasını ister misiniz? Ey aziz kardeşlerim, diye sordu.
-Hayır elbette hayır, diye cevap verilince;
-Öyleyse hazırlanın ve sakın cepheyi geriye çekmeyin, dedi.
Karargâh çadırında karar verilmişti. Hiçbir siperde geri çekilme harekâtına girişilmeyecek, eldeki topraklar son askerimize kadar savunulacaktı. Yüzbaşı Kemal Bey, bu karar sonrasında başını huzur içinde yeniden sedyesine indirdi. Az önce vatan müdafaası ve buraları düşmana kaptırma endişesi ile iri iri açılan gözler şimdi yeniden kapanmıştı. Çevresindeki askerler telaşla sedyeyi sırtlandılar ve sargı yerine doğru yollandılar...


Salihler arasına dahil eyle
Yüzbaşı Kemal Bey çok kan kaybetmişti. Her geçen saniye sanki bu dünyadan biraz daha kopuyordu. Soğanlı Derenin üstünden Behramlı köyüne gelmişlerdi ki Kemal Bey işaretle bir yudum su istedi. Az önce ezan ve vatan sevgisiyle haykıran bu mübarek dudaklardan şimdi son sözler dökülüyordu;
Ey Rabbim beni Müslüman olarak öldür ve salih insanların arasına dahil eyle...
Bunları söyledikten sonra ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mükemmel süvâri Ebüd-derdâ</label>

Ebüd-derdâ (radıyallahü anh) Eshâb-ı kirâmdandır. Hazrec kabîlesindendir. Resûlullah efendimizin huzûrunda Müslüman oldu. Ev halkı ise kendisinden önce iman etmişlerdi...Ebüd-derdâ hazretleri Müslüman olmadan önce Bedir Savaşı yapılmıştı. Uhud Savaşında ve diğer savaşların hepsinde bulundu. Uhud Savaşında gösterdiği cesâret ve kahramanlığı çok dikkati çekmiş, Peygamber efendimiz onu; Ne mükemmel süvâridir buyurarak methetmiştir Ömrü, dîne hizmetle geçti...
Ebüd-derdâ, hazretleri ömrünü dîne hizmet etmekle geçirdi ve Hazreti Osmanın halifeliğinin son yıllarında vefât etti. Abdullah bin Selâmın oğlu Yusuf şöyle anlatmıştır:
Ebüd-derdâ vefât edeceği sırada ben yanında idim. Bana Kalk benim vefât etmek üzere olduğumu halka ilân et! dedi. Ben kalkıp insanlara durumu bildirdim. İşitenler geldiler. Evin içi dışı insanla doldu. Sonra beni dışarı çıkarınız demesi üzerine çıkardık. Beni oturtunuz dedi. Oturttuk. Evin önünde toplanan büyük kalabalığa karşı döndü ve;
-Ey insanlar Resûl-i Ekremden işittim, şöyle buyurdu:
(Kim kusursuz ve noksansız bir abdest alır, sonra da tam bir ihlâs ile namaz kılarsa Allahü teâlâ onun istediklerini ona ihsân eder.)
Bundan sonra gelenlere namazla ilgili bir miktar daha nasihâtte bulundu. Son sözleri bunlar oldu. H.33 (M.653) senesinde Şamda vefât etti. Babüs-Sağir kabristanına defnedildi. Bu mübarek zatın İstanbulda (Eyüb ve Üsküdarda) iki makamı bulunmaktadır...


Ölüm anı geldiğinde...
Ebu İdris el-Havlani de şöyle anlatır:
Ebüd-derdâ ölüm hastalığındaydı. Büyük kalabalıklar halinde insanlar ziyarete geliyordu. Ölüm anı geldiğinde Ebu İdris yanına girdi. Kalabalığı geçip yanına oturdu ve Allahü Ekber diye tekrar tekrar söyledi. Ebüd-derdâ başını kaldırdı ve;
-Allahü teâlâ bir şeyi takdir ettiğinde ondan razı olunmasından hoşlanır. Yıkıldığım şu yer ve içinde bulunduğum şu zaman için amel işleyecek adam yok mu? dedi ve ruhunu teslim etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri