Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Üftade'nin torunu Kutub İbrahim Efendi</label>

Kutub İbrahim Efendi, Aziz Mahmud Hüdayinin şeyhi Üftade hazretlerinin torunudur. Aziz Mahmud Hüdayi Dergâhında yetişmiş, Hüdayi hazretlerinden hilafet alarak Bursaya dönmüştür. Burada dedesi Üftade hazretlerinin zaviyesinde elli sene talebe yetiştirmekle meşgul olmuştur. İki yaşında yetim kaldı... İki yaşında iken yetim kalan İbrahim, eniştesi Şah Muhammed Efendinin himayesinde büyümüştü. İbrahim Efendi, eniştesinin yanında on sekiz yaşına kadar devrinin resmi ilimlerini tahsil etti. Daha sonra Aziz Mahmud Hüdayinin arzusu üzerine İstanbula gelerek, Hüdayi hazretlerinin yanında dört yıl riyazet ve mücahedeye devam edip seyr ü sülûkunu tamamladı ve halifesi oldu.
Üftade hazretlerinin talebesi Hüdayiden hilafet alarak Bursaya dönen Halil İbrahim Efendinin halk arasında Kutub namıyla şöhret bulması, Onun kemalat ve faziletine delil olarak gösterilmektedir. Mısri Dergahı Şeyhi Mehmed Şemseddin Efendi Ruhaniyetlerinden istimdad edenler, emeline nail olur diyerek bunu teyit eder...


Mehmed Han duasını aldı
Halil İbrahim, aynı zamanda şairdir. Sadık mahlasıyla şiirler yazmıştır. Halifelerinden Akbaba İmam Mehmed Zaifi, kendisinin birçok güftesini bestelemiştir. Anlar bizi kafiyeli şiiri de Niyazi Mısri tarafından tahmis edilmiştir. Bu zat Kutub İbrahim Efendiye gayet derin bir hürmet duyar, huzurunda ayakta bekler ve teberrüken hizmetinde bulunurdu.
Sultan IV. Mehmed Han 1069 (1658) tarihinde Bursaya gelerek Halil İbrahim hazretlerini ziyaret etmiş ve duasını almıştır.


Türbenin dışına defnedildi
Kutub İbrahim Efendi, vefatı yaklaştığında, etrafındakilere şöyle buyurdu:
-Ben vefat edince, naaşımı türbeye defnetmeyin. Dedemin huzurunda cesedimin dahi ayak uzatması, ruhumu rahatsız eder!..
29 Ekim 1678de vefat eden Kutup İbrahim Efendiyi, bu vasiyeti gereği, dedesinin türbesinin dışına defnetmişlerdir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mecûsînin yaptırdığı köprünün değeri!..</label>

Büyük velî Ferîdüddin Attâr hazretleri şöyle bir hadise nakleder: Vaktiyle bir Mecûsî vardı. Bu adam Mecusîlikte oldukça gayretliydi. İnancında büyük bir taassuba sahipti. Yolculara hizmet etmeyi çok severdi. Bir gün onlar için bir köprü yaptırdı. Sultan Mahmud, bir yolculuktan dönerken yol üstündeki o güzelim köprüyü gördü. Köprü, hem bir şaheserdi hem de tam yerindeydi.Bu büyük bir hayır! dedi. Acaba böyle bir köprüyü kim yaptırdı?
Maiyetindekiler Bir Mecûsî yaptırdı dediler. Sana ne faydası olacak?
Padişah, köprüyü yaptıran kişiyi görmek istedi ve huzuruna çağırttı. Mecûsî gelince;
-Sen sanırım iman ehline düşmansın. Gel bu köprüyü bana sat! Onun için ne kadar altın sarf ettiysen hepsini benden al! Çünkü sen bir Mecûsîsin. Kalbinde hamd ve minnet yok. İnandığın gerçek bir din olmadıkça bu köprünün ne faydası olacak sana? Verdiğim parayı kabul etmezsen, benim elimden kurtulamazsın, dedi.
Mecûsî dedi ki:
-Beni paramparça etseniz bile bu köprüyü ne satarım, ne de karşılığında para alırım. Ben bu köprüyü inancım uğruna yaptırdım!
Bunun üzerine padişah onu hapse attırdı. Zindanda ona ne ekmek verdirdi, ne su... Sonunda Mecûsî pes etti. Bunu duyan padişah Hemen yanıma gel! Köprüye tam bir değer biçmesi için bir de yanında üstat birini getir! diye haber saldı.


Orada canına kıydı!
Padişah çok sevinçliydi. Maiyetiyle köprüye gitti. Padişah oraya varınca Mecûsî, köprünün üstünde durdu. Dedi ki:
-Padişahım, şimdi bu köprünün değerini sen, benden iste bakayım! Kendimi bu köprüden atarak helak edeyim de öbür köprüde karşılığını sana vereyim. Ey yüce padişah, bak da gör! İşte köprünün değeri!..
Bu sözleri söyler söylemez kendisini suya attı. Su onu aldı, götürdü. Mecûsî, canına kıydı da dinine kıymadı. Çünkü maksadı dindi, ötesine aldırış bile etmedi.
Bu kıssa, ibret alana faydalı olur, masal sanana ise masal gibi olur..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Benim affı ve ihsânı bol olan Rabbim var</label>

Büyük âlim Sâbit-i Benânî hazretleri, sâlih zâtlardan birisi için şöyle buyurdu: Bir gün salih bir zât, arkadaşlarına; Rabbimin beni andığı zamanı biliyorum dedi. Arkadaşları buna hayret ettiler. Pekâlâ, bu nasıl olur? dediler. O da; Ben, Allahü teâlâyı andığım zaman. Çünkü Allahü teâlâ, kul kendisini anınca, O da, kulunu anacağını bildiriyor dedi. Duâmın kabûl edildiğini bilirimO sâlih zât, tekrar arkadaşlarına; Ben duâ ettiğim zaman, Allahü teâlânın duâmı kabûl ettiğini bilirim dedi.
Arkadaşları, buna da hayret edip, nasıl bildiğini sordular. Onlara bunu; Duâ ederken kalbimde bir korku, vücûdumda ürperti, gönlümde bir açılma ve ferahlık olduğu zaman, duâmın kabûl edildiğini anlarım diye açıkladı...
Mümin, kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzûrunda durur. Allahü teâlâ ona: (Ey kulum! Sen, dünyâda bana ibâdet eden kullarımla berâber ibâdet ediyor muydun?) diye sorunca, o mümin; Evet, onlarla birlikte ben de ibâdet ediyordum yâ Rabbî! der. Yine Allahü teâlâ; Ey kulum, dünyâda iken bana duâ edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla beraber, sen de yalvarıp beni andın mı? diye suâl buyurur. O mümin yine; Evet yâ Rabbî! diye cevap verir. Bunun üzerine Allahü teâlâ; İzzetim hakkı için, beni zikredip, andığın her yerde ben de seni andım. Nerede duâ edip yalvardınsa, o duânı kabûl ettim buyurur...
Sonra Sâbit-i Benânî şu hadîs-i şerîfi bildirdi: (Müminin hiçbir duâsı reddedilip, geri çevrilmez. Karşılığı ya dünyâda verilir, ya âhirete tehir edilir veya günahlarına kefâret olur.)


Sen hep o günü hatırla!
Sâbit-i Benânî hazretleri anlatıyor:
Sinirli bir gence, annesi sık sık öğüt verir ve;
-Ey oğlum, senin için öyle bir gün vardır ki, sen hep o günü hatırla! derdi. Oğlunun ölümü yaklaşınca, annesi üzerine kapanıp;
-Ey Oğlum, seni bugün için ikaz ediyor, uyarıyordum, dedi. Oğlu;
-Anneciğim, benim, magfireti, bağışlaması, affı ve ihsânı bol olan Rabbim vardır. Bugün, o lütuf ve ihsânlarından birinden beni uzak tutmayacağına ümidim, tamdır, diye cevap verdi.
Allahü teâlâ, o gence merhamet eyledi. Çünkü Allahü teâlâ hakkında zannını iyi yaptı. Yâni O lütuf ve ihsân sâhibidir. Bağışlayıcıdır, diye kalben inanmıştı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İngiliz subayın ibretlik sonu!..</label>

Hindistanda hüküm süren Müslüman Gürganiye Devleti, 1700 senesinden itibaren zayıflamaya başladı. Bilhassa bu tarihlerde Hindistanda ticari koloniler kuran İngilizler, 1800lerden itibaren Gürganiye Devletine hakim olmaya başladılar. 1837de Gürganiye devletinin son hükümdarı tahta çıktı. İkinci Bahadır Şah, bu tarihte, resmen sözde hükümdar ilan edildi. 1857de büyük bir ayaklanmada bulunan İkinci Bahadır Şah, bu hareketi ile, para kestirmeye ve hutbe okutmaya muvaffak oldu. Ancak İngilizler, bu duruma şiddetle tepki gösterdiler. İngiliz ordusu, Delhiyi Babürlülerin elinden aldı... Bu nasıl bir zulümdür?..İngilizler, Delhide evleri, dükkânları basıp, malları, paraları yağma ettiler. Kadınları, çocukları dahi kılıçtan geçirdiler. Hümayun Şahın türbesine sığınmış olan yaşlı Şahı, çoluk-çocukları ile, elleri bağlı olarak, kale tarafına götürdüler. Patrik Hudson, Şahın üç oğlunu şehid etti. Cesetlerini kale kapısına astırdı. Sonra, başlarını suda kaynatıp Şaha ve zevcesine çorba olarak gönderdi. Çok aç olduklarından, hemen ağızlarına koydular, fakat çiğneyemediler, yutamadılar. Ne eti olduğunu bilmedikleri halde, çıkarıp attılar...
Sonra, Sultanı, zevcesini ve diğer yakınlarını, Rangon şehrine sürüp hapsettiler. Sultan, 1862de zindanda vefat etti. Delhide 3000 Müslümanı kurşunlayarak, 27.000 kişiyi de keserek şehid ettiler. Eşi bulunmayan, kıymet biçilmeyen ziynet eşyalarını gemilere doldurup, Londraya götürdüler...


Kıvrana kıvrana öldü!..
1857 senesinde Hindistanda ayaklanma yatıştıktan sonra Kalyârda bulunan bir İngiliz subayı Alâeddîn Sâbir hazretlerinin dergâhına geldi. Yanında adamları ve polisler vardı. Ayakkabılarıyla dergâha girmek istedi. Hizmetçi Mansab Ali Han kendisini durdurarak;
Burası Alâeddîn-i Sâbir hazretlerinin kabridir. Lütfen ayakkabılarınızı çıkarın dedi. İngiliz subayı öfkesinden deliye döndü! Bütün hizmetçileri ve ziyâretçileri yakalamaları için adamlarına emir verdi. Hepsini isyân etmekle ithâm etti. Hizmetçilerden bâzıları Sâbir hazretlerinin kabrine gelip, İngiliz subayını şikâyet ettiler. Aynı anda İngiliz subayı, mîdesini tutarak inlemeye başladı ve bir müddet sonra da kıvrana kıvrana öldü!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Söz dinlemenin mükafatını gördü!</label>

Büyük mutasavvıf Ahmed bin Hadraveyh hazretleri fakirlere, garîblere acır, onları himâye ederdi. Buyurdu ki: Yoksullara hizmet eden, şu üç şeyle mükâfatlandırılır: Tevâzu, edep güzelliği, cömertlik.Bir kimse Ahmed bin Hadraveyh hazretlerine gelip; Fakir ve bitkin bir kimseyim, sıkıntıdan kurtulmam için bana bir yol gösterir misiniz? dedi. Onun bu arzusu üzerine; Git bütün mesleklerin ve yapılan işlerin isimlerini ayrı ayrı yaz. Bir torbaya doldur bana getir dedi... Bunun başını kes!
Fakir kimse söylenilen şeyi yapıp tekrar huzuruna geldi. Yanına gelince, getirdiği torbaya elini sokup bir kâğıt çıkardı. Kâğıdın üzerinde vurgunculuk yazıyordu. Kâğıdı adama verip; Senin vurgunculuk yapman gerekiyor dedi. Adam önce şaşırdı sonra da; Mademki bu zat böyle söyledi, bunu çâresiz yapmam gerekiyor dedi. Sonra yol kesen harâmilerin yanına gidip, kendisinin de eşkıyalık, vurgunculuk yapmak istediğini söyledi. Kabul! Ancak bir şartımız var ne dersek yapacaksın. O zaman seni aramıza alırız dediler.
Peki bu şartınızı kabul ettim diyerek onlara katıldı. Birkaç gün yol kesicilerin arasında kaldı... Bir gün bir kervanın önüne çıkıp, soymak istediler. Kervanda çok zengin bir tüccar vardı. Bu adamı yakalayıp, aralarına yeni katılan kimseye; Bunun başını kes! dediler. Bu teklif karşısında şaşırıp durakladı. Kendi kendine;
Şu eşkıyânın reisi hem insanların yolunu kesip parasını alıyor hem de haksız yere kan döküyor. Ahmed bin Hadraveyh hazretleri bana katil ol demedi, dağa çık eşkıyaya katıl dedi. Tüccarı öldüreceğime şu eşkıya başını öldüreyim daha iyi olur diye düşündü. Eşkıyâ reisi ise ona ısrarla;


Kendine başka bir iş bul
Eğer iş yapmak için geldiysen, işin budur bunu yapman lazım. Yoksa git kendine başka bir iş bul dedi. Bunlar, eşkıyanın son sözleri oldu. Adam kılıcını çekip eşkıyâ reisinin başını kesti. Diğer vurguncular reislerinin öldüğünü görünce, kaçıp dağıldılar. Böylece kervan soyulmaktan, memleket de böyle bir eşkıyadan kurtuldu. Ölümden ve soyulmaktan kurtulan zengin tüccar, onun yaptığı işten çok memnun olup, ona pek çok altın ve gümüş verdi. Böylece zengin oldu fakirlikten ve vurguncu olmaktan kurtuldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Ali'nin sırdaşı Kümeyl bin Ziyâd</label>

Kümeyl bin Ziyâd el-Nehai, bâtın sırlarının ve velayet ışığının kaynağı olan büyük bir zattır. Hazreti Ali Medinede bir medrese kurdu. Sarf ve Nahv öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeliye, Kıraat öğretme işini Abdurrahman es-Sülemiye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini de Kümeyl bin Ziyâda verdi.Hazreti Ali bir gün sırdaşı Kümeyl bin Ziyâdın elini tutup şehrin dışına çıkardılar. Sahraya varınca bir ah çektiler de buyurdular ki: Bu gönüller birer kaptır!
Ey Kümeyl, bu gönüller birer kaptır; en hayırlı kap da içindekini en iyi koruyandır. Benden duyduğun sözü aklında tut!
İlim maldan hayırlıdır; ilim seni korur, sense malı korursun. Mal, vermekle azalır, ilim öğretmekle çoğalır. Mal sâhipleri malın zevâliyle zevâl bulup giderler.
Ey Kümeyl, bilgiyi elde etmek, âdetâ dindir ki Allahü tealaya onunla yol bulunur. İnsan, yaşarken onunla tâat elde eder; ölümünden sonra da iyilikle, hayırla anılır. İlim hâkimdir, malsa hüküm altındadır, mağluptur.
Ey Kümeyl, malları hazînelerde biriktirenler, diriyken ölmüşlerdir; âlimlerse dünyâ durdukça yaşarlar. Kendileri ahirete gitmişlerdir, fakat eserleri mevcuttur. (Göğüslerine işâretle) Burada öylesine derin, öylesine geniş bir bilgi var ki ne olurdu, bunu anlayabilecek biri bulunsaydı. Evet, anlayan birini buluyorum, fakat ondan emin değilim; din hükümlerini dünyâya âlet edebilir; Allahın nimetleriyle Allahın kullarına, Allahın delilleriyle Allahın dostlarına karşı üstünlük dâvâsına girişebilir. İşte ilim, ilim ehlinin ölümüyle böylece ölür gider...
Bir gün Haccâc-ı zâlim, Kümeyl bin Ziyâd radıyallahü anhı çağırdı. Kümeyl ondan kaçtı. Haccâc-ı zâlim, Kümeylin akrabalarının vazîfelerine son verdi. Kümeyl bunu işitti ve dedi ki: Ben zâten yaşlandım. Benim sebebim ile kavmimin mahrûm olması lâyık değildir...


İsterim ki, seni öldüreyim!
Bu düşüncelerle Haccâcın yanına vardı. Haccâc ona dedi ki:
-İsterim ki, seni öldüreyim! Kümeyl şöyle cevap verdi:
-Benim ömrüm az kalmıştır. Ne diler isen onu yap. Bizim vademiz yakındır. Benim ölümümden sonra hesâb vereceksin. Bana emîr-ül müminîn Alî kerremallahü vecheh haber vermiştir ki; Seni Haccâc öldürse gerektir.
Gerçekten de ölümü Haccâc-ı zâlimin eliyle oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali bin Heytî'nin salih arkadaşı!</label>

Irak evliyâsından Ali bin Heytî hazretleri, 1168 (H.564) senesinde Rezirânda vefât ettiğinde yüz yaşını geçmişti. Küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayan Ali bin Heytî, Allahü teâlânın ihsânlarına kavuştu. Tâc-ül-Ârifîn Ebül-Vefâ hazretlerinin talebesidir. Hocası, onu diğer talebelerinden önde tutar, üstünlüğünü bizzât kendisi söyler ve çok överdi.Ali bin Heytî çok talebe yetiştirdi. Âlimler huzûruna gelir, ona talebe olmakla şereflenir, pek büyük makamlara kavuşurlardı. Allahü teâlâ insanların gönüllerine onun heybeti ve sevgiden doğan korkusunu, kalplerine de sevgisini yerleştirdi. İnsanlara rehber eyledi. Dînin emirlerini yapmak ve yasaklarından kaçmakta çok titiz olup, mütevâzı, alçak gönüllü idi... Canı taze hurma istedi!
Ali bin Heytînin, Reyhâne isminde sâlih bir hizmetçisi vardı. Reyhâne bir gün hastalandı. Hastalığı ağırlaştı. Sekerât hâlinden önce, canının taze hurma istediğini bildirdi. O zaman Rezîrân beldesinde tâze hurma mevsimi değildi. Ali bin Heytînin, Ketfân taraflarında Abdüsselâm isminde sâlih bir arkadaşı vardı. Orada, o mevsimde tâze hurma bulunurdu. Ali bin Heytî, Ketfân beldesine doğru dönüp;
Yâ Abdüsselâm! Bize biraz tâze hurma getir! buyurdu.
Allahü teâlânın izni ile bu sesi, kilometrelerce uzakta olan Abdüsselâm işitti. Hemen tâze hurma toplayıp, yine Allahü teâlânın yardımı ile bir anda Rezîrâna Ali bin Heytînin yanına geldi. Tâze hurmaları yiyen Reyhâneye, Abdüsselâm;
Yâ Reyhâne! Şu ölüm ânınızda, niçin dünyâya meyledip hurma istediniz? Sabır etseydiniz, pekçok sevaplara kavuşurdunuz dedi. O da;


Sen dünyâya meyledeceksin!
Ben Ali bin Heytî hazretlerinin yıllarca hizmetiyle şereflendim. Son anda böyle ufak bir istekte bulunmamı çok mu görüyorsunuz? Öyle görüyorum ki, dünyâya asıl sen meyledecek ve Hristiyan olacaksın dedi ve biraz sonra vefât etti.
Cenâze işlerinden sonra Abdüsselâm Bağdâta gitmek üzere yola çıktı. Yolda bir Hristiyan kadın gördü. Onunla evlenmek istedi. Kadın Hristiyan olması şartı ile evlenme teklifini kabul edeceğini söyledi. Abdüsselâm, nefsine mağlûb olarak, Hristiyan oldu. Ancak son nefesinde Ali bin Heytî hazretleri imdadına yetişti ve Kelime-i şehâdet getirip Müslüman oldu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İrem Bağları ve Şeddad bin Âd</label>

Hazret-i Muâviye zamanında Abdullah bin Kilâbe adında bir şahsın devesi kaybolmuştu. Abdullah devesini ararken, olağanüstü bir bahçe gördü. Duvarları cevherlerden örülmüştü. Gözlerine ve gördüklerine inanamıyordu. O cevherlerden bir miktar aldı ve Hazret-i Muâviyeye getirdi. Başından geçenleri de bir bir anlattı... Cevherleri yaktılar!..Hazret-i Muâviye, Abdullahın getirdiği cevherleri inceledi. Binlerce yılın tozunu toprağını üzerinde taşıyan cevherler işe yaramaz olmuşlardı. Ateşe koydular. Yandıkça misk ve amber kokusu geldi. Bu kokudan anladılar ki, cevherler İrem Bağına aittir. (İrem Bağı, Hûd Aleyhisselâm zamanında Âd Kavminin reisi olan ve Hûd aleyhisselâma inanmayan Şeddâd bin Âdın, Yâ Hûd! Senin ilahın o dünyada yaptığı Cennetle öğünürse, ben de bu dünyada bir cennet yapayım ki, onun Cennetinden daha şâhâne olsun! diyerek dünya servetini dökerek yaptırdığı bir bahçedir.)
Hazret-i Muâviye derhal Abdullahın yanına bir ekip verdi ve tekrar İrem Bağına gönderdi. Ne kadar cevher varsa alıp getirilmesini emretti. Fakat Abdullah ve arkadaşları ne kadar aradılarsa da, İrem Bağını bir daha bulamadılar. Bu sırada Hadramut şehrinin kadısı olan Gufl bin Azle, hazreti Muaviyeye Ben babamdan şöyle işittim ki, Hadramut şehrinin gün batısı tarafında bir mağara vardır. O mağaranın kapısı denize açılır. Şeddâdın kabri o mağaranın içindedir dedi. Bu defa bahsedilen mağaraya bir grup gönderildi. Bunlar, mumlar yakarak bu mağaraya girdi. Burada taştan kesilmiş geniş ve yüksek bir ev vardı. Evin içine girdiler. Taştan bir taht üstünde bir adamın yattığını gördüler. Üstüne de altın yaldızlı bezden dikilmiş bir kaftan örtülmüştü. Anladılar ki, burası Şeddadın kabriydi. Yanında bir altın levha gördüler. Levhada şunlar yazıyordu:


Benden ibret alasınız!
Ey ömür uzunluğuna mağrur olanlar! Ve ey şevketine ve kuvvetine inananlar! Ve ey mülk çokluğuna ve asker gücüne dayananlar! Bilesiniz ki ben Âd oğlu Şeddâdım! Kuvvetime ve malıma dayanırdım. Dünya mülkü benimdir sanırdım. Cihan padişahları benden korkularından emrime boyun eğerlerdi! Hûd aleyhisselâm geldi. Bizi azgınlık içinde buldu. Bizi dinine davet etti. Fakat biz kuvvetimize güvendik de, onun sözüne itibar etmedik. Ona asî olduk. Sonunda gökten bir hışım indi. Ordumu da, beni de helâk etti. Halimi göresiniz. Benden ibret alasınız!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadis âlimi Yezid-i Rekkaşi</label>

Tabiinden, meşhur hadis âlimi Yezid-i Rekkaşi pek çok hadis-i şerif rivayet etmiştir. Biri şöyledir: Allahü teala kıyamet günü, kulun yaptığı ve fakat karşılığını dünyadayken göremediği duaları önüne getirerek şöyle buyurur: Kulum falan gün, bana şöyle bir dua yapmıştın da ben o duanın karşılığını bugüne saklamıştım. İşte şu sevap o duanın karşılığıdır. Kula bu yoldan o kadar çok sevap verilir ki, keşke dünyadayken hiçbir duamın karşılığı verilmemiş olsaydı der. Kendilerine melekler gönderirYezid-i Rekkaşi, Enes bin Malikten şöyle rivayet eder:
... Sabah namazını kıldıkları zaman halka halka oturuyorlardı, Kuranı okurlar ve farzları, sünnetleri öğreniyorlardı, Allahı zikrediyorlardı. Atiyye Ebu Said el-Hudriden rivayet etti, o da Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etti: (Hangi kavim sabah namazını kılar sonra namazgahlarında oturup Allahın kitabını alıp, ders yaparlarsa Allah kendilerine bağışlama dileyecek melekler gönderir, ta ki başka bir konuşmaya dalıncaya kadar (böyle olur).
Yine Yezid-i Rekkaşi şu hadis-i şerifi nakletmiştir: Kul kabre girince kılmış olduğu namazlar sağına, vermiş olduğu sadakalar soluna dikilir. Yapmış olduğu iyilikler onu gölgesi altına alırken, sabır; ona göğüs gererek, diğer korucularına; Eğer onu koruyabilecekseniz mesele yok, eğer koruyamayacaksanız çekilip yerlerinizi bana bırakınız da onu azaptan koruyayım der.


Gençliğinize aldanmayınız!
Yezid-i Rekkaşi hazretleri, Enes bin Mâlikten radıyallahü teâlâ anh şöyle haber verdi:
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: (Ben ümmetimden, Ebû Bekrin ve Ömerin muhabbetini, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah kavli şerîfini istediğim gibi isterim!)
Yezid-i Rekkaşi ölüm döşeğine düşünce ağladı.
Niye ağlıyorsun? diye sorulunca da;
Kaçırdığım gece namazlarına ve gündüz oruçlarına ağlıyorum dedi ve şöyle devam etti:
Ey Yezid! Senin yerine, kim namaz kılıp oruç tutacak ve Allaha yaklaştırıcı ameller işleyecek? Yazıklar olsun size ey dostlarım! Gençliğinize aldanmayınız. Başıma gelenin başınıza da geleceğini görür gibiyim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Onun tövbesini kabul ettim!..</label>

Musa aleyhisselam, büyük Peygamberdir. Benî İsrâîle gelen Resûldür. Yakûb aleyhisselâmın soyundandır. İmrân adında bir zâtın oğludur. Bugün onun devrinde yaşanan iki kıssa nakletmek istiyoruz sizlere...Mûsâ aleyhisselâm bir gün yırtıcı hayvanların parçalayıp karnını deştiği bir adama rastladı ve onu tanıdı. Başı üzerinde durarak dedi ki:
Yâ Rabbî! O sana itâatkâr idi. O hâlde bu hâl nedir?


Ona bu musîbeti verdim
Allahü teâlâ ona vahyedip;
Ey Mûsâ! Bu kulum bana ameli ile yükselemeyeceği bir derece istedi. Kendisini istediği dereceye ulaştırmak için ona bu musîbeti verdim buyurdu.
***
Yine başka bir zaman, Allahü teâlâ, Musa aleyhisselâma şöyle buyurdu:
Yâ Musa! Filân mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefât etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür.
Hazret-i Musa, emir olunduğu mahalleye gitti. Oradakilere:
-Bu gece, burada, Allahü teâlânın dostlarından biri vefât etti mi? diye sorunca;
-Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlânın dostlarından hiç kimse vefât etmedi. Ama, filân evde zamanını kötülüklerle geçiren fâsık bir genç öldü. Fıskının çokluğundan, hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor, dediler.


Ey Rabbim! Hikmeti nedir?
Musa aleyhisselâm;
-Ben onu arıyorum, buyurdu. Gösterdiler. Hazret-i Musa, o eve girdi. Rahmet meleklerini gördü. Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup, Allahü teâlânın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı. Hazret-i Musa, yalvararak münacat etti:
-Ey Rabbim! Sen buyurdun ki, O benim dostumdur. İnsanlar ise fâsık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?
Allahü teâlâ buyurdu ki:
Yâ Musa! İnsanların onun için fâsık demeleri doğrudur. Ama, günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim bu kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bize sığındı. Ben onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergâhın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mecâzî aşktan</label>

Mecnun, Hicazda bir kabile reisinin Kays adlı oğludur. Bir vesile ile başka bir kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine sevdalanırlar... Gittikçe alevlenen bu macerayı Leylanın annesi öğrenir. Kızının bu durumuna kızan annesi, onu bir daha evden dışarı çıkarmaz. Kays bir daha Leyla yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar... Mecnunu çölde bulur!..Mecnunun babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leylayı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leylayı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnunu çölde bulur. Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâyı tanımaz. Babası Mecnûnu iyileşmesi için Kâbeye götürür. Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da artırması için Allahü tealaya duâ eder:
Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni/Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni!
Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leylâ da ıstırap içindedir. Bir zaman sonra âilesi, Leylâyı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir cinnînin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâmı kendisinden uzak tutmayı başarır.
Mecnûn, çölde, Leylânın evlendiğini arkadaşı Zeydden işitince çok üzülür. Leylâya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûna anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder. Bir müddet sonra İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Birçok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûnu çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylânın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûnu bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ da kahrından hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür.


Leylânın mezarına gelir...
Mecnûn, Leylânın ölüm haberini öğrenir. Onun mezarına gelir ve;
Ya Rab, manâ cism ü cân gerekmez/Cânânsuz bu cihân gerekmez!
Der, kabrin yanında son nefesini verir. Bir müddet sonra Mecnûnun sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:
Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâdır. Aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
üz kişiyi öldüren adamın tövbesi!..</label>

Neccâr kabilesinden olan Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahü anh, Eshâb-ı kirâmın fakihlerindendir. Resûlullah efendimizden bin yüz yetmiş hadis-i şerif rivâyet etmiştir. Bugün ibretli bir hadiseyi anlatan birini sunmak istiyoruz sizlere. Bu mübarek sahâbi, Peygamber aleyhisselâmdan şöyle naklediyor:Sizden önce geçen ümmetler arasında bir adam doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Bu yaptıklarından dolayı tövbesinin mümkün olup olmadığını öğrenmek üzere, yeryüzünün en âliminin kim olduğunu sordu. Kendisine bir rahibin çok bilgili olduğunu söylediler. Rahibi de öldürdü!..
Adam, o rahibin yanına gelip kendisinin doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü ve kendisi için tövbe imkânı olup olmadığını sordu. Rahib:
-Hayır, yoktur, diye cevap verdi. Bu defa, adam o rahibi de öldürdü. Böylece öldürdüklerinin sayısı yüze çıktı...
Sonra yine yeryüzünün en âliminin kim olduğunu sordu. Kendisine âlim olan bir kimseyi haber verdiler. Buradan âlimin yanına geldi ve yüz kişiyi öldürdüğünü, kendisi için tövbe imkânı bulunup bulunmadığını sordu. Âlim adam:
-Evet, vardır. Seninle tövben arasına bir şey giremez, tövben daima makbuldür. Ancak filan beldeye git, orada Allaha ibadetle meşgul olan bir kısım insanlar vardır. Sen de onlarla beraber Allaha ibadet etmeye başla ve tekrar kendi memleketine dönme. Zira orası kötü bir yerdir, dedi.
Adam oradan sevinerek ayrıldı. Ancak, yolda giderken ecel yakaladı ve orada ruhunu teslim etti. Bunun üzerine rahmet melekleri ile azab melekleri kendisini almak hususunda ihtilafa düştüler. Rahmet melekleri:
-Bu adam, tövbe etmiş ve Allaha yönelmiş olarak geldi, dediler.


Rahmet melekleri götürdü...
Azab melekleri ise:
-Bu kimse, ömründe hayır işlememiş birisidir, diye ısrar ettiler...
Bu konuşmalar devam ederken insan suretinde bir melek (Cebrail aleyhisselâm) geldi. Onu aralarında hakem olarak seçtiler. Hakem olan melek:
-Adamın kendi memleketi ile gitmekte olduğu belde arasındaki mesafeyi ölçün. Şu anda bulunduğu yer, bu ikisinin hangisine daha yakın ise, bu o tarafa aittir, dedi.
Melekler ölçtüler ve gitmekte olduğu kasabaya daha yakın olduğu tesbit edildi. Bunun üzerine kendisini rahmet melekleri teslim aldılar.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri