Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh ve hadîs âlimi Abdülvâris bin Saîd</label>

Ebu Ubeyde Abdülvâris bin Saîd, büyük fıkıh ve hadîs âlimidir. Künyesi, Ebû Ubeyde el-Anbârî et-Tenurî el-Basrîdir. Hicrî 120 yılında (m. 737) doğdu. 180 (m. 796) yılında Basrada vefât etti...Zamanının meşhûr âlimlerinden ilim öğrenen Ebu Ubeyde Abdülvâris bin Saîdin hadîs-i şerîf aldığı zatlar arasında, Abdülazîz bin Suheyb, Yahyâ bin İshâk el-Hadremi, Eyyûb es-Sahtiyânî, Hâlid el Hızaî gibi meşhûrlar vardır. Muhaddislerin en iyisi
Abdülvâris bin Saîd, aynı zamanda hitâbet, güzel konuşma gibi sanatları iyi öğrendi. Kendisi hakkında Basrada muhaddislerin en iyisi, fıkıh ilmini ise Hammâd bin Selemeden sonra en iyi bilendi denilmiştir.
Ebu Ubeyde Abdülvâris bin Saîdin Kaderiyyeden olduğu söylenmiş ise de bunun aslı yoktur. Kendisinden yüzlerce âlim hadîs-i şerîf alıp nakletmiştir. Bunlar arasında; Süfyân-ı Sevrî, oğlu Abdüssamed, Affan bin Müslim, Abdurrahman İbn-i Mübârek, Hibbân bin Hilâl, Ezher bin Mervan vb. âlimler vardı. Hammâd bin Zeyde Eyyûbu mu çok seversin, Abdülvârisi mi? diye sorulunca Abdülvârisi buyurdu. Abdülvâris hazretlerinin sika (güvenilir) olduğunu İmâm-ı Buhârî, Müslim, İbn-i Hibbân, İbn-i Sad bildirmektedir.
Abdülvâris bin Saîd hazretleri, Resûlullahın sünnetine son derece uyardı. Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) yaşayışına uymaya çok çalışır, Onun ahlâkı ile ahlâklanmaya gayret ederdi. Dünya malına rağbet etmezdi. Çünkü, Ebû Hureyrenin, Resûlullahtan rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte (Allahü teâlâ, paraya kul, köle olanlara lanet etsin) buyuruluyordu...
Yine Enes bin Mâlikten rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerîfte (Peygamber efendimiz helaya girecekleri zaman Eûzu-billahi minel hubüsi vel-habâis duâsını okurdu.)

(İmân etmiş sayılmaz)
Rivâyet ettiği başka bir hadîs-i şerîfte de Peygamber efendimiz buyurdular ki:
(Hiçbir kimse; ben kendisine, ehlinden, malından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça (kamil) îmân etmiş sayılmaz.)
Bu mübarek zatın son sözleri şunlar oldu:
Ey Ebu Ubeyde! İşte ölüm, sen ve günahların... Hamd olsun ki, âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ Gafur ve Rahimdir, o yegane hak mabuddur. Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve Resulüdür.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hindistanlı velî Abdülvâhid-i Lâhorî</label>

Abdülvâhid-i Lâhorî, Hindistandaki evliyânın büyüklerindendir. İsmi Abdülvâhiddir. Lahor şehrinden olduğu için Lâhorî nisbet edildi. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. Evliyânın göz bebeği İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinin önde gelenlerindendir. Namazsız yaşanır mı?Abdülvâhid-i Lâhorî önceleri İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hocası Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin talebesi idi. Bâkî-billah hazretleri onun terbiye ve yetişmesini İmâm-ı Rabbânî hazretlerine havâle ettiler. Abdülvâhid Lâhorî bundan sonra İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetlerinde yetişip olgunlaştı. Çok ibâdet ederdi. Bir gün, ibâdetten aldığı zevk ve neşe sebebiyle ders arkadaşı Muhammed Hâşim-i Kişmîye; Cennette namaz var mıdır? diye sordu. Yoktur. Çünkü orası, dünyâda yapılan amellerin karşılıklarının verildiği yer olup, amel yeri değildir cevâbını alınca bir âh çekti, ağladı ve; Yazıklar olsun namaz kılmayana. Allahü teâlâya kul olup da namaz kılmadan nasıl yaşanır?.. dedi...
Abdülvâhid-i Lâhorî bir gün hocası İmâm-ı Rabbânî hazretlerine bir mektup gönderdi. Mektubunda; Ara sıra secdede öyle hâller oluyor ki, başımı secdeden kaldırmak istemiyorum diye yazmıştı.
Abdülvâhid-i Lâhorî hocası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hikmetli söz ve hâllerini öğrenmeye can atar, öğrendiklerini naklederdi. Kendisi anlatır:

O kimse ebdâllardandı
Hocam İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, Lahora teşrif ettiği günler idi. Huzurlarına sebze satıcılığı yapan yaşlı bir kimse gelip, ziyaret etti. Hocam o ihtiyâra, çok iltifâtta bulunup yakınlık gösterdi. Bunu gören bizler hayretler içinde kaldık. Hocamın sevdiklerinden biri, yalnız oldukları bir gün; Efendim! Hâli belli olmayan o ihtiyâra bu kadar tevâzu göstermenizin hikmeti neydi? diye sormuş. Hocam da; O kimse ebdâl ismi verilen evliyâdandı buyurmuşlar.
Abdülvâhid-i Lâhorî hazretleri vefat ederken; Allahım! Üzerine kendinden bir sevgi koyduğun, ondan razı olduğun ve onu senden razı kıldığın kimseyi, (Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım) buyurduğun kimseyi çok seviyorum. Beni bu sevgime bağışla! dedi ve Kelime-i şehâdeti söyleyerek ruhunu teslim eyledi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehid Peygamber Yahyâ aleyhisselâm</label>

Zekeriyyâ aleyhisselâm yüz yirmi yaşına geldiği hâlde neslini devam ettirecek bir evladı yoktu. Hanımı da doksan sekiz yaşındaydı. İçine evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsı kabul oldu ve Yahyâ aleyhisselam dünyaya geldi. Rivâyete göre Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile İsâ aleyhisselâmın doğumu aynı seneye rastlamaktadır... Küçük yaşta Tevrâtı okuduYahyâ aleyhisselâm, babası Zekeriyyâ aleyhisselâmın nezâretinde yetişti. Küçük yaşta Tevrâtı okumaya ve hükümlerini anlamaya başladı. Rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi...
İlk önce Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dinin esaslarına uyması ve Tevrâtın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. İsâ aleyhisselâma İncil nâzil olup, Tevrâtın hükmü kaldırılınca İsrâiloğularını İncilin emir ve yasaklarına uymaya çağırdı... Birçok peygamberi şehid eden İsrâiloğulları; İsâ aleyhisselâma karşı çıkıp onu da şehid etmek istediler. Allahü teâlâ İsâ aleyhisselâmı diri olarak göğe kaldırdıktan sonra Yahyâ aleyhisselâm İncilin hükümlerini insanlara anlatmaya devâm etti...

Zâlim hükümdâr Herod!..
Zâlim Yahûdi hükümdârı Herodun torunu Birinci Herod, hazret-i Yahyâya iyi muâmelede bulunurdu. Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı. Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikâhlarını Yahyâ aleyhisselâmın yapmasını istedi. Yahyâ aleyhisselâm böyle bir nikâhın hazret-i İsânın tebliğ ettiği İncil kitabında yasaklandığını bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahyâ aleyhisselâmın öldürülmesini istedi.
Yahyâ aleyhisselâma karşı iyi niyet sâhibi olan Birinci Herod da kadının ısrârı üzerine Yahyâ aleyhisselâmın yakalanıp getirilmesi veya öldürülüp, başının getirilmesini adamlarına emretti. Herodun adamları Yahyâ aleyhisselâmı yakalayıp, başını kesmek sûretiyle şehit ettiler. Kesilmiş olmasına rağmen Yahyâ aleyhisselâmın başı mûcize olarak Bu kızı almak sana helâl değildir diye defâlarca söyledi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Edirne'den doğan güneş Cemâleddîn-i Uşşâkî</label>

Cemâleddîn-i Uşşâkî, büyük velîlerdendir. İsmi Muhammed olup, künyesi Ebû Nizâmeddîndir. Bu mübarek zat, Uşşâkî Seyyid Muhammed Efendi diye de bilinir. Doğum târihi belli değildir. Edirnede doğdu. Halvetiyye yolu büyüklerinden olup, Uşşâkîlik tarîkatında pîr-i sânî sayılır. 1751 (H. 1164) senesinde İstanbulda vefât etti. Eğrikapıda bulunan dergâhının avlusuna defnedildi... İlk hocası Hamdi BağdâdîCemâleddîn-i Uşşâkî, ilim ve edebi ilk olarak Edirnede medfûn bulunan Hamdi Bağdâdîden öğrendi. Bu hocasının vefâtından sonra Şeyh Sezâî ismindeki mânevî ilimlere sâhib olan zâta talebe oldu. Çok yüksek mânevî mertebelere kavuştu. Şeyh Sezâîde bulunan mânevî sırları elde etti. İlk hocası Hamdi Bağdâdînin vefâtlarından on dokuz; Şeyh Sezâinin vefâtından dört sene sonra, mânevî bir işâretle, 1742 (H.1155) senesinde İstanbula gitti. Eğrikapı dışındaki Savaklar mevkiinde bulunan Hırâmî Ahmed Paşa Dergâhına, vefât eden Muhammed Efendinin yerine tâyin edildi...
Cemâleddîn-i Uşşâkî, vefâtına kadar bu dergâhta isteyen herkese ilim ve tasavvuf yolunun edebini öğretti. Zamânında kaybolmaya yüz tutan Uşşâkiyye tarîkatını ihyâ ederek, bu yolda çok talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği talebelerin en büyüğü Selâhaddîn-i Uşşâkîdir...

Gayr-i müslimler îmân etti!..
Vefâtından sonra, türbesinin yanında bulunan mescid ve iki katlı ev, bir gece yandı. Bu yangın sırasında türbenin çatısı da tutuştu. Tahtalar parçalar hâlinde kabrinin etrâfına düştü. Hikmet-i ilâhî o kor parçalarından bir tânesi bile kabrin üzerine düşmedi. Sandukanın üzerinde bulunan örtüye ve baş tarafındaki beyaz sarığa hiçbir şey olmadı. Hattâ beyaz sarığın dumandan ve isten rengi bile değişmedi. Cemâleddîn-i Uşşâkînin vefâtından sonraki bu kerâmetini gören gayr-i müslimlerden îmân edenler olurken; Müslümanlardan onun büyüklüğünü anlayamayanlar da bu hâdiseden ibret alıp tövbe ettiler.
Cemâleddîn-i Uşşâkî, vefatından evvel buyurdu ki: Selef âlimlerinden bazıları şöyle buyurmuşlardır: Bir kimse ilmiyle kibirlenir, üstünlük taslarsa, Allahü teâlâ onu ilmiyle alçaltır. İlmiyle tevazu göstereni de ilmiyle yükseltir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Senâullah-i Pânî-pütî</label>

Büyük velî Senâullah-i Pânî-pütî (Dehlevî) hazretleri 1730 (H.1143) senesinde Hindistanın Pâni-püt şehrinde doğdu. 1810 (H.1225) senesinde aynı yerde vefât etti. Vefat etmeden evvel şöyle vasiyet etmiştir:Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne salât ve selâm olsun... Bu fakîr Senâullah-i Pânî-pütî derim ki: Seksen yaşıma geldim. Kurân-ı kerîmde yakîn diye bildirilen ölüm, baş ucuma kadar geldi. Başka bir şey yapmaya fırsat bırakmadı. Artık evlâdıma ve sevdiklerime birkaç vasiyetimi yazmak istiyorum. Bâzısını yerine getirmek bu fakir için, bir kısmı ise çocuklarım ve dostlarım için faydalı, hattâ zarûrîdir... Şahsıma âit vasiyetim...
Şahsıma âit vasiyetim şudur ki: Techîz, tekfîn, gasil ve definde sünnet-i seniyyeye uyulacak. Hocam Mazhar-ı Cân-ı Cânânın lütfedip verdikleri iki bez ile kefenlesinler. Cenâze namazımı kalabalık bir cemâat ile Hâfız Muhammed Ali veya Hâkim Sekhâ veya Hâfız Pîr Muhammed gibi sâlih bir imâm ile kılsınlar. Kelime-i tevhîd, salevât-ı şerîfe, Kurân-ı kerîm hatmi, istigfâr ve fakirlere gizli olarak helal maldan sadaka vermek sûretiyle bu fakire imdâd ve yardım ediniz...
Vefâtımdan sonra borçlarımı ödemekte çok gayret gösteriniz...
Geride kalanların faydası için olan vasiyetim de şudur ki: Dünyâya fazla kıymet vermeyiniz. İnsanlar çoğunlukla çocukluğunda ve gençliğinde ölmektedirler. Yaşlanan pek azdır. Hepsinin ömrü kısa süren bir sabah rüzgârı gibi geçmektedir. Nereye gittiğini bilmezler. Kalan ise bitmeyecek olan âhiret işleridir. Bu dünyâ lezzetleri sıkıntı çekmeden ele geçmiyor. O da az bir şeydir. Bu geçici ve az bir şey olan lezzetlere dalıp, ebedî lezzeti, âhiret saâdetini, Allah korusun elden kaçırmak ve ebedî felâkete düşmek ahmaklıktır...

Maksadı âhiret olanın...
Din ve dünyâ faydası bir araya geldiği zaman, tercihini din menfaatini öne almakta kullan. Dünyâda zâten takdir edilen şey insana ulaşır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; (Bütün maksatlarını tek bir maksad edinenin, yâni; maksad ve düşüncesi âhiret olanın dünyâsına Allahü teâlâ kefildir) buyurdu... Dünyâyı tercih eden, önde tutanın eline bâzan dünyâ da geçmez. Nitekim zamânımızdaki insanlarda bu hal çok görülmektedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çocukların hâmisi Alâeddîn Âbizî</label>

Alâeddîn Âbizî, evliyânın büyüklerindendir. İsmi Muhammed bin Mümin Âbizî, lakabı Alâeddîndir. Kûhistana bağlı Âbiz köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1486 (H.892) senesinde vefât etti. Kabri, Heratta hocası Sadeddîn-i Kaşgârî hazretlerinin kabri yanındadır.Mevlânâ Alâeddîn Âbizî, tasavvuf yolunda yetişip kemâle geldikten sonra, medreselerde, tekkelerde talebe okutup ders verecek yerde, küçük çocukları okutmaya başladı. Böylece büyüklük ve yükseklik hâllerini gizler, kendisini setrederdi. Mekke-i mükerremeye gitti
Alâeddîn Âbizî hazretleri, Mekke-i mükerremeye gitti ve zamânın önde gelen velîlerinden Abdülkebir-i Yemenî ile görüşüp sohbet etti. Bir gün Abdülkebir-i Yemenî ona; Zulüm nedir? diye sorunca; Bir şeyi lâyık olduğu yerden başka bir yerde kullanmaktır cevâbını verdi. Peki zikir nedir? diye sorunca da; La ilâhe illallah Kelime-i tevhîdini söylemektir dedi.
Alâeddîn Âbizî, Abdülkebîr-i Yemenînin yanında bir müddet kaldıktan sonra, hocası Sadeddîn-i Kaşgârînin yanına döndü. Onun sohbetlerinde bulundu. İyice olgunlaştı. Onun vefâtından sonra da, Mevlânâ Abdürrahmân Câmî hazretlerinin sohbetlerine devâm etti. Mevlânâ Câmî, bu kıymetli talebesini çok sever, onun yaratılışını; temiz, pâk bir toprağa benzetirdi.
Mevlânâ Alâeddîn Âbizî hazretleri, sohbetlerinde kendinden bir şey söylemez, daha çok hocalarından ve diğer büyüklerden naklederek konuşurdu.
Bu mübarek zatın da pek çok hikmetli sözleri vardır. Buyurdu ki:
Talebeye üç şey çok lâzımdır: Birincisi; her an abdestli bulunmak. İkincisi; bulunduğu hâli çok iyi korumak. Üçüncüsü de; yiyip içtiğinin helalden olmasına dikkat etmektir.

Zahir ve bâtının safası...
Biz yoktuk, Allah vardı. Biz olmayacağız, O, olmakta daim... Şu anda da biz yokuz, O var...
Sizi mezarda takip etmeyecek olan her şeyle alâkanızı kesiniz!
Alâeddîn Âbizî hazretleri bir gün çevresindekilere ölümünün yaklaştığını bildirerek, yatağa düşmüş ve beş ay hasta yattıktan sonra Allah var demiş, arkasından var kuvvetiyle Allah diye bağırmış, daha sonra Hayali rabbe değil, yâr olan Allaha ibadet edin diyerek ruhunu teslim etmiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Sevdiğim karşımda bana bakıyordu!..</label>

Bişr-i Hâfî hazretleri, hicri 150 (m.767) yılında Horasanın Merv şehrinde doğdu. 227 (m.841)de Bağdatta vefat etti. İsmi, Bişr bin Hâris Abdurrahmândır. Yalınayak gezdiği için Bişr-i Hâfî adıyla meşhur olmuştur. Bağdatta medfundur...Tanınmış bir aileden olan Bişr-i Hâfî, Merv şehri reislerinden birinin oğludur. Günlerini eğlence âlemlerinde sarhoş olup meyhane köşelerinde sızarak geçiriyordu. Öyle bir tövbe etti ki; dinî ilimlerde yüksek bir âlim, tasavvufta büyük bir velî oldu... Ömrü ilim öğretmekle geçti...
Bişr-i Hâfî bütün ömrünü ilim öğrenmekle ve öğretmekle geçirdi. Allahü teâlânın emirlerine ve Peygamber efendimizin sünnetine titizlikle uyan, haram ve şüphelilerden şiddetle kaçınan Bişr-i Hâfî hazretleri, bir gece rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Resulullah efendimiz ona;
Allahü teâlânın seni neden üstün kıldığını biliyor musun? buyurdu. O da;
Hayır bilmiyorum yâ Resûlallah! diye karşılık verdi.
Peygamber efendimiz şöyle buyurdu:
Sünnetime tâbi olman, sâlihlere hizmet etmen, din kardeşlerine nasîhat etmen, Ehl-i beytimi ve Eshâbımı sevmen sebebiyle bu dereceye kavuştun.
Bişr-i Hâfî pekçok kimseye ilim öğretip ders verdi. Nuaym bin Heydâm, El-Bezzâr, Sırrî-i Sekâtî, İbrâhim bin Harbî en-Nişâbûrî, Ömer bin Mûsâ el-Celâ gibi birçok âlim kendisinden ders alıp, hadîs-i şerîf okumuşlardır. İnsanlara sohbetleriyle pek faydalı olan Bişr-i Hâfî hazretleri, onlara dünyâda ve âhirette kurtuluşa ermenin yollarını gösterdi. Bir sohbetinde şunları anlattı:

Niçin ses çıkarmadın?
Bir gün Bağdâtta bir genç gördüm. Vücuduna bin kırbaç vurulduğu hâlde hiç sesini çıkarmadı. Sonra kendisini cezâevine götürdüler. Peşini tâkib ettim ve niçin dövüldüğünü kendisinden sordum:
Bir kadına sevdalandığımdan bu hâle düştüm dedi. Bu kadar dayak yediği hâlde neden ses çıkarmadığını sordum.
Sevdiğim karşımda bana bakıyordu dedi. Bunun üzerine kendisine;
Ya Allahü teâlânın seni devamlı gördüğünü bilseydin hâlin nice olurdu? dediğimde, hemen Allah diyerek yere düştü. O anda baktım, son nefesini vermişti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hindistan'ın aynası Ahî Sirâc</label>

Ahî Sirâc hazretleri, Sultan-ül-ulemâ Hâce Nizâmüddîn-i Evliyânın yetiştirdiği Hindistan evliyâsının büyüklerindendir. Doğumu, vefâtı ve hâl tercümesi hakkında kitaplarda fazla mâlûmat bulunmayan Ahî Sirâc hazretlerinin sekizinci asrın ortalarında 1357 (H.759) yılında vefât ettiği bilinmektedir...Bu mübarek zat, daha gençlik yıllarında, Hâce Nizamüddîn hazretlerinin sohbetlerinde bulunarak yetişti. Ayrıca Mevlânâ Fahreddîn-i Zerrâdîden sarf öğrendi... Tasavvufta kemâle geldi...
Ahî Sirâc, bundan sonra Mevlânâ Rükneddînin huzûrunda; Kâfiye, Mufassal, Kudûrî ve Mecmaul-Bahreyn adlı eserleri okudu. Bunları da bitirdikten sonra, tekrar Hâce Nizâmüddîn-i Evliyânın huzûruna gelerek, üç sene daha kalıp, tasavvuf yolunda kemâle geldi. Hâce hazretlerinin sohbetleri bereketiyle, tam bir olgunluğa kavuşup, icâzet ve hilâfet almakla şereflendi...
Hocası, Ahî Sirâca kitaplarından ve elbiselerinden bâzılarını yâdigâr verip, onu insanları irşâd etmek, onlara doğru yolu göstermek üzere, memleketi olan Lüknova gönderdi. Gittiği yeri, evliyâlık güzelliği ile süsleyip aydınlattı. Hâce Nizâmüddîn onun için; O, Hindistanın aynasıdır buyurmuştur...
Ahî Sirâc, irşâd ile insanlara rehberlik edip İslâmiyeti anlatmak ve yaşatmakla vazîfelendirilip Lüknova gelince, ilme susamış olanlar etrafında toplanmaya başladı. Hocası hazret-i Haceye lâyık bir talebe idi. Ondan aldığı yüksek ilimleri, feyz ve bereketleri etrâfına yaymaya başladı. Çok talebe yetiştirdi. Binlerce kişi ondan istifâde edip, ilim öğrendiler...

Kabir gibi bir yer kazdı!
Rivâyet edildiğine göre, Ahî Sirâc hazretleri, vefatına yakın zamanda kabir gibi bir yer kazıp, hocasının huzûrundan ayrılırken kendisine verdiği elbiselerini oraya koydu. Üzerini de aynen kabir gibi yaptı ve buna da Elbiseler mezarı denildi.
Ahî Sirâc vefât ederken Cenazemi elbiseler mezarının ayak ucuna gelecek şekilde defnedin buyurdu ve bir müddet sonra da vefât etti. Talebeleri vasiyeti yerine getirip, hocalarını elbiseler mezarının ayak ucu tarafında hazırladıkları bir kabre defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gidecek başka kapı mı var ki?..</label>

Bir tasavvuf talebesi vardır ki, hocasından çok istifade eder. Derecesi o kadar yükselir ki, Levh-i mahvuzu (olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve mekandaki bütün varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu ilâhî muhafaza levhası) dahi keşfedecek hale gelir. Bir bakar ki hocasının ismi şakiler arasında yazılıdır. Yani cehennemlikler listesindedir hocası!.. Beni bu duruma getiren hocam ne hikmettir ki cehennemlikler arasında oluyor? diye, üzüntüden deli divane olur, yataklara düşer... İsminiz şakiler defterinde!Talebe çok üzüntülüdür fakat hocasına da bu konudan hiç bahsedememektedir. Ancak daha fazla tahammül edemez ve bir gün durumu hocasına anlatmaya karar verir. Huzuruna varır ve yutkunarak şöyle der:
-Efendim, maalesef durumunuza vâkıf oldum. İsminiz şakiler defterinde yazılı!
Hocası acı bir tebessümle cevap verir:
-Oğlum, senin gördüğünü, ben tam kırk yıldır görüyorum.
Talebe bu sefer daha büyük bir hayretle sorar:
-O halde nasıl ümitsizliğe düşmüyor da yine tam bir sebatla devam ediyorsunuz efendim?
Hocasının cevabı bir ibret vesikasıdır:
-Ne yapayım evladım, gidecek başka kapı mı var ki?
Ve şöyle devam eder sözlerine:
-Biliyorum ki O, yanlış yazı yazmaz. Bir insan neye layıksa onu yazar! Demek ki benim layığım şimdilik budur. Ben hâlimi değiştirir de iyiye layık olursam yazı da hâlime göre değişir, iyi yazılabilir. Onun için iyiye layık hâle gelmeyi bekliyor, ümidimi kaybetmiyorum.

Saidler listesine kaydettik
O sırada gözyaşları içinde hocasını dinleyen talebe Levh-i mahvuza bakar ki yazı değişmiş! Cehennemlikler listesinden çıkarılan hocası cennetlikler listesine yazılmış. Şöyle deniyor yazıda:
Bu sebatı hürmetine onu artık şakiler listesinden çıkarıp saidler listesine kaydettik. Sebatıyla buraya layık olduğunu gösterdi, biz de adaletimizle onu layık olduğu yere yazdık!
Talebesinin gördüğü yazıyı zaten o anda hocası da görmüş ve şükür secdesine kapanmıştır. Ama ne kapanış!.. Bir daha doğrulamaz. Orada ruhunu teslim eder...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bedir kahramanlarından Âsım bin Sâbit</label>

Bedir Harbi başlamak üzereydi... Peygamber efendimiz, Eshâb-ı kirâma harpte hangi usûlü takip edeceklerini sordu. Âsım bin Sâbit hazretleri eline yayı ve oku alarak şöyle dedi: -Yâ Resûlallah! Kureyş kavmi yaklaştıkları zaman okları kullanırız. Daha yakınımıza geldikleri zaman taşla mücâdele ederiz. Daha da yakınımıza geldikleri zaman, mızrakla mücâdele ederiz. En sonunda da kılıçla çarpışmaya tutuşuruz... Harbin îcâbı budur...
Peygamber efendimiz bunu beğendiler ve buyurdular ki:
-Harbin îcâbı budur. Bu tarzda çarpışılması lâzımdır...
Ve, öyle savaşıldı... Âsım bin Sâbit hazretleri bu gazâda Ukbe bin Ebi Muayti öldürdü. Bu Ukbe ki, Mekkede Resulullah efendimizi boğmaya çalışmış azılı müşriklerden idi. Peygamberimizin hicreti üzerine Ey Kusvâ adındaki devenin binicisi! Hicret edip bizden uzaklaştın. Fakat pek yakında beni atlı olarak karşında göreceksin. Mızrağımı size saplayıp, onu kanınızla sulayacağım. Kılıçla hiç örtülü yerinizi bırakmayacağım... manasına gelen beyitler söyledi. Resulullah efendimiz onun bu sözlerini işitince şöyle dua ettiler:
Allahım! Onu yüzükoyun, burnunun üzerine düşür!
Ukbe bin Ebi Muayt, yenildiklerini anladığı zaman, kaçıp kurtulmak için atını sürdü. Fakat hayvan hiçbir şey yokken birden ürkmüş ve Onu yere vurmuştu. Abdullah bin Seleme de onu esir etmişti. Peygamber efendimiz, Âsım bin Sâbite, Ukbenin cezâlandırılmasını emretti. Ukbe dedi ki:
-Şunlar arasında neden bir tek ben cezâlandırılıyorum?

Onun cezâsını ver!..
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
-Allah ve Resûlüne olan düşmanlığından dolayı cezâlandırılıyorsun!
-Yâ Muhammed! Kavminden herkese yaptığını bana da yap. Onları öldürürsen beni de öldür. Onlara emân verirsen bana da emân ver. Onlardan kurtulmaları için para alırsan, benden de al!
Resulullah efendimiz Âsım bin Sâbite döndüler ve;
-Ey Âsım onun cezâsını ver! buyurdular.
Ukbenin cezâsı hemen verildi. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
-Vallahi; Allahı, Resûlünü ve Kitâbını inkâr eden, Peygamberini işkenceden işkenceye uğratan senden daha kötü bir adam bilmiyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehit gencin hûrisi Aynâ-yı merdiyye</label>

Büyük velî Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri anlatıyor: Bir defâsında gazâya niyet ettim. Bütün talebelerimi topladım. Mecliste bir şahıs meâlen; Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah Cennet karşılığında satın aldı (Tevbe sûresi: 111) buyurulan âyet-i kerîmeyi okudu. Bunun üzerine on beş yaşlarında bir genç ayağa kalktı. Bu gencin babası vefât etmiş, kendisine pekçok mal kalmıştı. Büyük bir azim ve kararlılıkla orada bulunanlara şunları söyledi: -Şâhid olunuz ki, ben nefsimi ve malımı Allahü teâlâya sattım!.. Bizimle sefere çıktı...
Sonra bu genç, bütün malını sadaka olarak dağıttı ve bizimle birlikte cihâd için sefere çıktı. Tâ ki, Rum diyârına vardık. Biz harp hazırlıkları yaparken, o genç kendinden geçmiş ve hayran bir vaziyette; Aynâ-yı merdiyyeye müştâkım ona kavuşmak istiyorum deyip duruyordu. Bu söylediğin sözün mânası nedir? diye sordum. Şöyle anlattı:
-Bir gün uyumuştum. Rüyâmda birisi bana; Aynâ-yı merdiyyeye git! diyordu. Sonra birdenbire karşıma bir bahçe çıktı. İçinde berrak sulu bir ırmak ve kenarında da güzelliği gözler kamaştıran hûriler vardı. Beni görünce birbirlerine Müjde işte Aynâ-yı merdiyyenin zevci dediler. Onlara selâm verip; Aynâ-yı merdiyye aranızda mı? diye sordum. Bizim aramızda değildir, biz onun hizmetçileriyiz daha ileri git demeleri üzerine ilerledim...

İşte sana eş olacak kimse!
Bu şekilde cevaplar alarak birkaç cennet bahçesi geçtim ve en sonunda inciden yapılmış, ipleri nûrdan bir çadır gördüm. Kapısında ay yüzlü bir hizmetçi bekliyordu. Beni görünce; Ey Aynâ-yı merdiyye! İşte sana eş olacak kimse geldi dedi. Çadıra girdim. Aynâ-yı merdiyye adlı hûri altın bir taht üzerinde oturuyordu. Onu görür görmez meftûn oldum. Bana Hoş geldin ey Allahü teâlânın sevgili kulu! Sabret sen şimdi dünyâdasın, yarın gece bizim yanımızda olacaksın dedi. Bu rüyâdan sonra birdenbire uyandım. O nîmetlere kavuşmak için sabırsızlanıyorum.
Genç bunları anlattıktan biraz sonra savaş başladı ve çarpışmada yaralanıp, yere düştü. Gülerek rûhunu teslim edip, şehîd oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yemame şehidi Ebu Huzeyfe</label>

Ebu Huzeyfe radıyallahü anh, Eshab-ı kiramdandır. Kureyş liderlerinden kâfir olarak ölen Utbenin oğluydu. Ebu Huzeyfe hazretleri, zengin, asil, bolluk içinde yaşayan bir zattı. Babasından sonra Kureyş liderliği kendisini bekliyordu. O bütün servet, itibar ve rahatlığı terk ederek, İslamı ve birlikte çileyi ve fakirliği seçti. Bütün gazalarda bulundu. Bedir Harbi bunların ilkiydi. Baba-oğul karşı karşıya!..17 Ramazan 624 Cuma sabahı bir avuç sahabi, müşrik ordusu ile Bedirde karşılaştı. Araplar öteden beri hep kabîlecilik gayretiyle savaşmışlardı. Bu savaşta ise din uğrunda aynı kabîlenin insanları birbirleriyle çarpışacak, kardeş, amca, yeğen, hatta, baba-oğul birbirlerini öldüreceklerdi. Müslümanların sancaktarı Musab bin Umeyrin kardeşi Ebû Azîz, Kureyşin bayraktarıydı. Utbe bin Rabîanın oğullarından Velîd kendi yanında, ikinci oğlu Ebû Huzeyfe müminlerin arasındaydı. Hazreti Ebû Bekirin bir oğlu Abdullah kendisiyle beraber, diğer oğlu Abdurrahman ise müşrik saflarındaydı...
Müşrikler saldırıya geçtiler, müminler kahramanca karşı koydular, Allahın yardımı ile müşrik ordusunu bozguna uğrattılar... Bedir Zaferi Medinede bayram sevinci meydana getirdi. Mekke ise mâteme büründü...

Mücahidler geri çekiliyordu ki!..
Ebu Huzeyfe, Peygamber Efendimizden sonra çıkan irtidad harplerinde de büyük kahramanlıklar gösterdi... İslam askeri, Yemamede peygamberlik iddiasında bulunan Müseylemet-ül Kezzab ile savaşıyordu. Bir ara Müseylemenin kuvvetleri şiddetli hücum etti. Mücahidler geri çekiliyordu ki, Ebu Huzeyfe ileri atıldı. Haykırdı:
Ey Ehl-i Kurân! Kurân-ı Kerimi en güzide hareketlerle süsleyiniz!
Onun bu hareketi Müslümanların cesaretini artırdı ve hep birlikte tekrar hücuma geçtiler. Hemen akabinde Ebu Huzeyfe (radıyallahü anh) şehid oldu. Onun ardından azadlısı ve evlatlığı Salim Mevla Ebu Huzeyfe de şehid düştü. Sonra ikisini bir kabre defnettiler.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri