Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir hikmet ehli Cimmeni</label>

Cimmeni hazretleri, Maliki mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Nesebi eshab-ı kiramdan Mikdad bin Esvede kadar uzanır. 1628 (H.1037) senesinde Tunusta Cimmane kasabasında dünyaya geldi. İlim tahsil etmek için Cezayire gitti. Orada birçok âlimden Maliki fıkhını öğrendikten sonra ilmini artırmak için Mısıra gitti... KİTAPLARINI KURTARAMADI!..Kahirede dokuz sene kalan Cimmeni hazretleri, burada el-Ezherde büyük âlimlerin derslerine devam etti. Her birinden icazet alarak memleketine dönmek üzere İskenderiyeden gemiye bindi. Ancak gemi yolda battı. Kendisi kurtuldu, fakat kitapları denizde kayboldu. Bunun üzerine tekrar Kahireye döndü ve kitapları yeniden temin etti. Tekrar memleketine gitmek üzere yola çıktı ve Tunusa salimen ulaştı. Buradan Cerbe adasına giderek insanlara ilim öğretmeye başladı...
Bu mübarek zatın, kıymetli nasihatleri vardır. Sevdiklerine buyurdu ki:
İnsanlar Allahü teâlâdan korktukları müddetçe, doğru yolda yürürler. Bu korku kalblerinden gitti mi, yollarını kaybederler.
Bir kula bak; vaktini boşa harcıyorsa, boş şeylerle vakit geçiriyorsa, Allahü teâlâyı anmıyorsa, bilesin ki, Allahü teâlâ onu sevmiyor.
Açlık nûrdur. Tokluk ateştir. Şehvet odundur. Şehvet ve tokluk bir araya gelince, ateş yanmaya başlar. Sâhibini yakıp bitirir.
Herkesin kalbinde, cömertlere karşı muhabbet, cimrilere karşı nefret vardır.


SABIR NEDİR?..
Sabır; Allahü teâlânın emirlerine muhâlif olan davranışlardan uzaklaşmak, Ondan gelen musîbetlere sükûnetle karşılık vermek ve fakirlik ihsân ettiği zaman, zengin görünmektir.
İlim tahsil ettiği hâlde, bununla amel etmeyene âlim denilemez.
Allahü teâlâyı sevmenin alâmeti, bütün ahlâkta ve bütün işlerde, Onun sevgili peygamberi olan Muhammed aleyhisselâma uymaktır.
Cimmeni hazretleri 1722 (H.1134) senesi Rebiul-evvel ayının onbeşinde cuma gecesi Cerbede vefat etti. Ders verdiği medresenin bahçesine defnedildi. Talebelerine son nasihat olarak şunları söyledi:
Sizden yüz çevirenin peşine düşmeyin!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ayaklı Kütüphane İsmail Sâib Sencer</label>

İsmail Sâib Sencer, Beyazıt Kütüphanesinin ilk müdürlerindendir. İsmail Hoca bir deryadır ama kitap yazmaz. Ona ait eserlerin var olduğu söylense de, o hiçbir esere imza koymaz. ÖYLE BİR HAFIZASI VARDIR Kİ!..O devirde mühendislik fakültesi dört, tıp fakültesi altı yıl diye bir kural yoktur. Eğer derslerini alır ve imtihanları verebilirseniz bir yılda bile mezun olabilirsiniz. İşte Hocaefendi de bir ara tıbba merak salar, bütün imtihanları verir ama gel diplomanı al dediklerinde omzunu silker, ben fakülteyi merakımdan bitirdim der, hekimlik yapacak değilim ya!..
İsmail Sâib Sencer, Darulfünunda (İstanbul Üniversitesi) Arap Edebiyatı okutur daha sonra da kürsüyü terk edip Beyazıt Kütüphanesinde görev alır, ilim adamlarına yol göstermeye başlar. Ayaklı Kütüphanelerimiz; on binlerce cilt eserin konusunu, müellifini, tarihini (ve şaşacaksınız ama içindekileri de) ezbere bilir ilim adamlarına yol gösterirler. Ki İsmail Sâib Sencer Hocaefendi de onlardan biridir işte...
Mübareğin hafızası, müdürlüğünü yaptığı Beyazıt Kütüphanesine bile fark atar, yerli ve yabancı araştırmacılar etrafında pervane olurlar. Hocaefendi, diğer İstanbul kütüphanelerindeki eserlerden de haberdardır. Konularını, baskı tarihlerini, hatta sayfa sayılarını bilir, kaynak arayanlara tabela olmaya bakar.
İsmail Saib Sencerin 80 civarında kedisi vardır! Niçin derseniz; kitapları farelerden korumak için!.. Çok cüzi maaşının bir kısmıyla kedilere yiyecek alır, bir kısmını da fakirlere verir...


KARDEŞİNİN EVİNE SIĞINMIŞTI!
İbnülemin Mahmut Kemal İnal anlatıyor:
Hastalandığını ve kardeşinin evine sığındığını işittim. Derhal koştum, zor nefes alıyordu, hafif bir sesle selam verdim. Gözlerini araladı, beni tanıdı. İnşallah sağlığınıza kavuşursunuz, dedim.
Allahü tealadan afiyet, Resulullah efendimizden şefâat dileyiniz. Bak, Resûl-i Ekrem Efendimiz burada diyerek karşı duvarı gösterdi. Öyle yürekten bir Allah dedi ki bana ağlama hissi geldi. Gözyaşlarımı saklamak için odadan çıktım. O arada ruhunu teslim etmiş.
1940 senesinin 22 Martında 75 yaşında vefat eden İsmail Sâib Sencerin cenazesi büyük bir cemaat tarafından Merkez Efendinin yanı başına defnedilir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Baban gelirse, beni çağır oğul!</label>

Köyün yağız delikanlısı Ali, hâfız olmuştu... Ağzı dualı anası; Bir de oğlumun mürüvvetini görsem! diye geçirdi içinden... Ve köyün, güzel olduğu kadar terbiyeli kızı Adeviyeyi istedi Alisine... Çok geçmeden de sâde bir düğünle evlendirdi... Ancak vatan toprakları tehlikedeydi o günlerde. Adeviye, Aliyi kendi elleriyle hazırladı cepheye. Git Alim!.. Vatan için, doğacak evlâdımız için git dedi...
ALİMDEN HABER VAR MI?
Ali gitmişti bir kış soğuğunda. Cepheden şehitlerin haberi tez ulaşıyordu köye. Alimden bir haber var mı? diyordu Adeviye kalbi yerinden fırlarcasına. Bir haber yoktu Aliden. Sağ mıydı, yaralı mıydı, adı sanı bilinmez bir yerde şehitlerin arasına mı karışmıştı, bilen yoktu... Adeviye günlerce, mevsimlerce bekledi, bekledi...
Günler yokluk, kıtlık ve sıkıntıyla geçiyordu. Asker Aliden iyi veya kötü, bir haber gelmiyordu. Adeviyenin tesellisi minik yavrusu Cevdeti olmuştu. Çalan her kapı, duyulan her ayak sesi, Adeviyenin yüreğini hoplatıyordu. Ya gelen Ali ise! Rüyalarına sık sık giren Ali, evine gelmiyordu bir türlü...
...Ve, babasının bir fotoğrafını göremeden büyüyen Cevdet, yürümeye başlamıştı... Cevdet, Çanakkaleyi anlatan ninnilerle büyümüş; masal yerine, destanlar dinlemişti anasından.
Ülke düşmandan temizleneli yıllar olmuştu. Alinin âkıbetinden haber yoktu. Köylü; Kocan şehit olmuştur, bekleme artık Aliyi diyemedi...
Yaslı anacığına acısını unutturmaya çalışan Cevdet büyümüş, iş güç sahibi olmuştu. Adeviye ne vakit bir yere gidecek olsa, Baban gelirse, çağır beni oğul! derdi...


CEVDETİNE DİYECEKLERİ VARDI!..
Günler yerinde durmadı. Zaman çark misali döndü. Alınlarda çizgiler derinleşti, saçlara beyazlıklar aktı. Adeviye, Alinin geleceği ümidiyle yaşadı durdu...
Savaş yıllarının taze gelini, şimdilerin nurlu ninesi Adeviye, güçten takatten kesilmişti artık. Geri dönülmez hastalığın pençesine düşmüştü. İyice ağırlaşmıştı... Cevdetini yanına çağırdı, yavaşça Oğlum! dedi. Bana iyi baktınız. Hakkınızı helâl edin. Baban bir gün gelirse ona; annem seni hep bekledi, de...
Cevdetin ve oradakilerin gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülürken, Adeviye aniden irkilerek doğruldu, kapıya doğru gülümseyerek Hoş geldin Ali, hoş geldin! diyerek ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tahsin Kaptan ve Mülazım Yusuf...</label>

Bugün de, Çanakkale Savaşında gemi kaptanlığı yapmış olan Tahsin Kaptanın hatıraları arasında geziniyoruz:Çanakkale ve İstanbul arasında erzak ve icabında asker, dönüşte hasta ve yaralı taşıyordum. Bir gün, Akbaştan İstanbula dönüyoruz. Gemiye yaralı ve hasta yükledik. Bir aralık geminin makinisti Hamza yanıma geldi Kaptan baba! Alt katta bir mülazım seni istedi dedi...
BİRAZ SONRA ÖLECEĞİM!..
Derhal yanına gittim. Genç bir zabit, ağır yaralı. İsmi Yusuf Efendi idi. Kendisiyle kısa bir konuşma yaptım. Bana Biraz sonra ruhumu teslim edeceğim, cenazemi almaya hocam gelecek, ona teslim edin dedi. Sadece dudakları tesbih ediyordu...
Yusuf Efendi sessizlik içinde uçup gitmişti... Canı teninden ayrılmış, nefes yok, nabız yoktu. Sadece uyuyor gibiydi. Onu kamarama taşıtıp kapıyı kapattım...
İstanbula geldik... Sirkeci Rıhtımına yanaşacağım. Hadi dedim. Yusuf Efendiyi son bir kez daha göreyim. Kapıyı açtım, kamara gül kokusu içinde. Bir de ne göreyim, her yanı nurla kaplı, sanki tebessüm ediyor gibiydi. Sağında ve solunda güzellikleri dille ifade edilemeyecek iki zat oturmuş, Kurân-ı kerim okuyorlardı. Beni görünce kayboldular. Bu gördüklerim akıl ölçülerine uymuyordu. İhsan deryası içinde yüzüyoruz da bu yüzden suyun başını hiç düşünmüyorduk...


ÇEVRE YOLU YAPILIRKEN...


Ve yıl 1971... Karayolları İstanbulda Çevre yolları inşasına başlamış. Planlanan güzergâha göre Edirnekapı Şehitliğinin bir kısmından da yol geçecektir. Fakat burada Çanakkale Savaşlarının aziz ve ulvi bazı şehitleri de yatmaktadır.
O tarihte Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü 1. Grup Şefliğinde inşaat sürveyanı olarak görev yapan Ahmet Yeneli dinleyelim:
Çevreyolu ve tünelinin geçiş yapacağı istikamette, Edirnekapı Mezarlığı bulunmakta. Ne aksi tesadüf ki Çanakkale Şehitlerinin gömülü kısmı da tam yolumuzun üzerinde, mecburen mezarları açıp şimdiki şehitliğe nakledeceğiz.
Bir kabirden; elbise ve vücudu nokta kadar bozulmamış bir subay çıktı karşımıza. Tam uykuya dalmış bir kişi, pantolonunun iki yanında kırmızı dikişi vardı. Gözleri yumuk sanki bize gülümsüyordu... Mezar taşında ismi yazılmamıştı ancak, inceleme sırasında isminin Mülazım Yusuf olduğu tespit edilmişti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük cihangir Timur Han</label>

Büyük Türk hükümdarı Timur Han, 1336da Türkistandaki Keşte doğdu. 1370 yılında hükümdar olan Timur Han, askerî ve idarî düzenlemeler yaptı. Daha sonra seferlere çıkarak kısa zamanda bütün Orta Asya ve İranı ele geçirdi... YILDIRIM BAYEZİDE SIĞINDILAR...1395 yılında Derbendi ele geçirerek kuzeye yönelen Timur Han, Ukrayna ve Kiev üzerine yürüdü. Özi Irmağı kıyısında bulunan Kırım ve Azak çevresindeki Ceneviz kolonilerini ele geçirdi ve Moskovaya dayandı. 1398de de Hindistana girdi...
Delhiyi ele geçiren Timur Han, 1400de toplanan kurultaydan sonra Gürcistan Seferine çıkma kararı aldı. Ardahan ve Kars üzerinden Bingöle geldi. Ahmed Celayir ve Kara Yusuf, Timur Handan kurtulmak için Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid Hana sığındılar. Bayezid Han da, Timur Hana bağlı olan Erzincanı ele geçirdi. Timur Han ise 1400 yılında Erzincana tekrar hakim oldu ve Sivas, Malatya ve Behisni şehirlerini ele geçirdi. Suriye üzerine yürüyen Timur Han, Halepi ve Şamı aldı. 1402 yılında Erzurum, Erzincan, Kemah ve Kayseri üzerinden Ankaraya doğru hareket etti...
Ankarada Çubuk ovasında yapılan savaşta Osmanlı kuvvetlerini büyük bir bozguna uğratan Timur Han, Yıldırım Bayezidi esir aldı...
Bir yıl Anadoluda kalan büyük cihangir, bütün Anadolu illerini ele geçirdi. 1403te Gürcistan, 1405te Çin seferine çıktı. Pir Muhammedi yerine veliaht bırakan Timur Han, Otrarda vefat etti. Ancak, sağlığında çok sevdiği torunu Muhammed Sultan için yaptırdığı Semerkanttaki türbeye götürülerek defnedildi.


VASİYETİMİ ASLA UNUTMAYIN!
Timur Han, ölüm döşeğinde şunları söyledi:
Oğullarım! Milletin refahını, saadetini sağlamak için sizlere bıraktığım vasiyeti ve tüzükleri iyi okuyun, asla unutmayın ve tatbik edin. Milletin dertlerine derman bulmak vazifenizdir... Zayıfları koruyun, yoksulları zenginlerin zulmüne bırakmayın... Adalet ve iyilik etmek, düsturunuz, rehberiniz olsun...
Sonra oğlu Pir Muhammed Mirzayı yanına çağırdı ve onu kendi yerine bıraktığını söyledi. Gözlerini yumdu ve; Tek üzüldüğüm şey, oğlum Şahruhu göremeden ölmemdir. Fakat ne yapayım, Allahü teâlâ böyle murad etmiş dedi. Sonra da Kelime-i şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
17. Alay Komutanı Yarbay Hasan Bey</label>

Yine Çanakkaledeyiz... 17. Alay Komutanı Yarbay Hasan Bey, askerleriyle Kilitbahire doğru ilerliyorlardı. Meydandaki çeşmenin önündeki bir şey, Hasan Beyin dikkatini çekmişti. Üzeri yara bere içerisinde bir köpek çeşmeye yanaşmaya çalışıyor, bu perişan hâlini görenler taş atarak onu çeşmeden uzaklaştırmak istiyorlardı... KÖPEĞİ KUCAĞINA ALDI!..Hasan Bey bu duruma çok üzüldü, atından indi köpeğin üzerindeki yaralara aldırmadan onu kucağına aldı ve çeşmenin yanına götürdü... Hayvana su içirdi, yaralarını temizledi. Ardından karnını doyurdu ve köpeği alarak yoluna devam etti. İşte Hasan Bey böylesine şefkatli biriydi... O günden sonra köpeği yanından ayırmadı Hasan Bey! Bu zavallı köpek, kısa zamanda Mehmetçiklerin dostu olmuştu. Türk askerleriyle siperden sipere atlıyordu!..
Bölgedeki savaş olanca şiddetiyle sürüyordu. Yine siper savaşlarının birinde tarih 11 Temmuzu gösteriyordu ve Mehmetçikler, Fransızları püskürtmüşlerdi! Savaş alanı Fransız askerlerinin cesetleriyle doluydu... Ama biz de zayiat vermiştik...
Hasan Yarbay da olayın tam ortasında askerlerine direktifler veriyordu. O sırada bir Fransız askerinin yerde kıpırdadığını gördü! Askerin yaralı olduğunu düşündü. Yardım etmek için Fransız askerin üzerine eğildi ki, ölü taklidi yapan asker, sakladığı hançeri Hasan Beyin göğsüne saplayıverdi. Hasan Bey bir anda sarsıldı ve yere yığıldı. Yarasından oluk gibi kan akıyordu. Her şey aniden olup bitmişti...


ZAHMET BUYURDUNUZ EFENDİM!
O an acı bir havlama sesi duyuldu. Hasan Beyin köpeği olanca hızıyla koşup geldi ve velinimetinin yanına çöktü. Sahibinin ellerini yalıyor, âdeta kalkması için yalvarıyordu...
Derken, Alay İmamı da geldi Hasan Beyin yanına! İmam dua okurken Yarbay Hasan Beyin gözleri buğulanmış, çehresi solmaya başlamıştı.. Birden, silkinir gibi oldu ve yanındakilere; beni ayağa kaldırınız dedi. Askerleri onu yavaşça ayağa kaldırdılar. Üstü başı kan içinde olan ve son anlarını yaşayan Yarbay Hasan Bey; Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah dedi. Yüzünde derin bir tebessüm oluşmuştu... Ve ardından edepli bir hâlde şu son sözünü söyledi:
Zahmet buyurdunuz ya Resulallah!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Liman Von Sanders Çanakkale'yi anlatıyor</label>

Çanakkale yine en zorlu günlerinden birini geçiriyordu o gün.. Düşman ordusunun askerleri ilk defa karaya ayak basar ve ellerindeki üstün silah ve teçhizatla saldırıya geçerler. O zamanlar Osmanlının müttefiki olan Alman ordusuna mensup bazı subaylar da cephede bulunmaktadır.
Şimdi bu subaylardan birine, yani Çanakkaleyi savunan komutana kulak verelim. Türk Kuvvetleri Komutanı Mareşal Liman Von Sanders hatıratında şöyle anlatıyor: MERMİ SAĞANAĞI ALTINDA...
Çok dehşetli bir saldırı karşısında kalmıştık. Karaya çıkan İngiliz askerlerini gemiden top atışları ve makineli tüfekler destekliyordu. Bulunduğumuz siperlerden değil hareket etmek, en küçük bir hareket belirtisi bile onlarca mermiyi hemen o hareket noktasına çekiyordu.
Mevzilerden elini kaldıranın eli, miğferini kaldıranın miğferi parçalanıyordu. Böyle bir sağanak altında çaresizlik içinde beklemekten başka bir şey yapamıyorduk...


KORKUNÇ BİR NARA YÜKSELDİ!
Bu şekilde ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Birden bulunduğum yerden yaklaşık on beş metre uzağımızdan korkunç bir nara yükseldi. Sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı, düşmana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem kollarını sağa sola sallıyor, hem de sesi çıktığı kadar bağırıyordu. Yanımda bulunan tercümanıma dedim ki:
-Şu koşan asker ne diyor?
-Komutanım! İmdat ya Resulallah! Kitab (din) elden gidiyor! diye bağırıyor.


SANKİ ÜZÜM TOPLAR GİBİ!
Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir. Asker sanki üzüm toplar gibi düşman mermilerini elleriyle topluyordu. Onu gören diğer askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı. Fakat bu kahraman asker alnına isabet eden bir kurşunla vuruldu...
Kısa zaman sonra karaya çıkan İngiliz birliğinden geriye yerde yatan asker cesetlerinden başka bir şey görünmüyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tek bacaklı Bekir Çavuş</label>

Çanakkale muharebelerinde hemşire olarak vazife yapan Safiye Hüseyin, savaştan sonra kendisiyle röportaj yapan yabancı gazetecilere hatıralarını anlatırken, birçok gencin, kendi ellerinde gözlerini kapadığını ifade eder. Enteresan bir tespitini de söyler. Herkes son anlarında hep anne diye sayıkladı. İster İngiliz, ister Fransız, isterse Alman ve Türk olsun hepsi anne diyerek can verdiler der... KÖR OLAN İNGİLİZ GENCİ...Safiye Hüseyin, bu arada bir İngiliz gencinden bahseder. Bu İngiliz genci gözlerini kaybetmiştir ve aldığı diğer yaralar sebebiyle de çok yaşamayacağı bellidir. Ancak Safiye Hüseyin, onu hep teselli eder. Dayanması gerektiğini, nişanlısına kavuşacağını söyler. Yalnızca bu İngiliz eri nişanlısının adını sayıklayarak can verdi der, Safiye Hüseyin...
Bu arada, yaralanan bir çavuş vapura getirilir. Adı Bekirdir... Birkaç gün önce Bekir Çavuşun bir ayağı kesilmiştir... Alman hemşirelerden biri, Safiye Hüseyinin yanına gelerek telaşla şöyle der:
  • Hani ayağını kestiğimiz ağır yaralı yok mu?
  • Bekir Çavuş mu?
  • Evet.
  • Ne oldu peki?
  • Kendisine bir hâl oldu hemşire. Tek bacağı ile ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor.
Bundan sonrasını Safiye Hüseyinden dinleyelim:
Hemen koştum. Bekir Çavuş yaralarından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Bileğinden tuttum. Müthiş bir ateşi vardı:
- Aman Bekir Çavuş! dedim. Ne yapıyorsun? Bu hal ile ayağa kalkılır mı?


EMRİ YAPAMADIM!..
Bekir Çavuş ise kendini kaybetmiş bir halde idi:
- Elbette! dedi. Ne diyorsun? Emir geldi, emri yerine getirmek lâzım. Tabii kalkacağım...
Ve sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımızın arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız son dakikasına kadar kumandanın emrini kendine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne de sevdiğini düşünüyordu. Kansız bembeyaz dudaklarından çıkan son söz; Emri yapamadım... oldu.
Fakat ben ona kani idim ki: Bekir Çavuş vazifesini en güzel şekilde yapmış idi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sadık bir asker Yozgatlı İbrahim</label>

Yine Çanakkaledeyiz... Bugün de harp meydanında yaralanan bir zabitimizin hatıralarından uzanıyoruz o günlere... Vefakârlık neymiş sadakat neymiş hadi birlikte okuyalım...SEDDÜLBAHİRE DOĞRU...
Soğanlıdere sırtlarındayız. Taarruz emrini aldık. Yanımda emir erim Yozgatlı İbrahim... Gür sakallı, çevik ve pek sadık. Onunla da helalleştik. Elimi öptü, alnını öptüm. Erlerin kimi vasiyet ediyor, kimi de eşya ve paralarını tabur kâtibine veriyordu...
Seddülbahire doğru gidiyorduk... Saat yirmi iki sularında Alçıtepe önlerindeydik... Yüzlerce topun namlularından çıkan alevlerin ardından Alçıtepe yanıyordu! Denizi dev gölgeleriyle kaplayan gemilerin ışıldakları bu sırtları gündüz gibi aydınlatıyordu... Önümüzde yere yatmış askerler... Gözlerimiz kızıl alevlerde, biz de yattık yere ve bekledik. Tetikte idik...
Sonra birden, tümen kumandanımızın gür sesi duyuldu! Emrediyordu:
-Ateşe saldır! diyordu...
Kalktık, fırladık... Dağınık nizamda ileri atıldık... Geceyi gündüz yapan namluların alevi, kulaklarda gürleyen infilâkların sesi... Ve sonra birer birer, yere düşen gölgeler...
Gece sabaha karşı saat dört sularında, Seddülbahirdeydik. Denizin üzerinde gölgeleri beliren gemilerden patlayan top sesleri berdevam... Birdenbire sol kolum yanıma sarkıverdi, biçilmiş gibi, sanki...


BİR ASLAN HEYBETİYLE...
Az sonra yere düştüm. Gözlerim kararmış, nefesim kesilmişti... İşte korktum o zaman! Beni öldürmelerinden değil. Bu yaralı halimle, ne yapabilirim ki düşmana? diye korktum...
Biraz zaman geçince, yanımda dev bir gölge belirdi. Bu gelen İbrahimdi! Bir aslan heybetiyle beni sırtına aldı ve o ateş altında, serilmiş yatanların üstünden atlayarak, karanlıklara daldı... Sonra da at sırtında, Soğanlıderedeki ilk yardım merkezine... Oradan Kilitbahirdeki çadırlı hastaneye...
Ameliyat olmuşum, sol kolumu kesmişler... Vatan sağ olsun, dedim. Ama İbrahim İntikamını komam, kumandanım diyordu...
Ondan sonraki günler, artık onu göremedim... Yeni iyileşmiştim ki, İbrahimin şehadet haberini verdiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çanakkale Destanı bu ahlâkla yazıldı!..</label>

Mart ayındayız... Sizlere Çanakkale Destanı günlerinde yaşanan ibretli hadiselerden ve o hadiselerin kahramanlarında bahsetmek istiyoruz bu köşede birkaç gün... SIRADAN BİR GENÇ...Çanakkale Savaşının hangi sayfasını çevirirseniz çevirin karşınızda kahraman insanlar görecek ve onların temiz ahlâkına imrenmekten kendinizi alamayacaksınız... İşte şimdi karşınıza yine böyle pak bir simayı çıkarıyoruz...
Cephede yapacağı tüm kahramanlıkları sergiledikten sonra elinde kalan bir tek canını da vermekten çekinmezcesine kendisini öne atan ve aldığı ağır yaralarla sargı yerine getirilen, sıradan bir Anadolu genci Hüseyinimizin yanındayız...
Etraf yaralılarla dolu... Vücudundan oluk gibi kan akanlar, kolu bacağı kopmuş bir şekilde sürünenler, inleyenler ve daha neler... Hüseyini de onların arasına bırakıyorlar. Sessiz sakin etrafı süzüyor. Durumunun ümitsiz olduğunun o da farkında. Çevrede hastaların etrafında, onlara yardım etmek için çırpınan insanlar var. Ama bazı hastaların durumları o kadar feci ve içler acısı ki ellerinden bir şey gelmiyor.


EKMEK BOŞA GİTMESİN!
Az sonra yemek dağıtılmaya başlanıyor... Yemek dediysek de bu kupkuru bir parça ekmekten başka bir şey değil. Çevredeki tüm yaralılara verdikleri gibi Hüseyinin yanına da geliyor ve bir parça ekmek uzatıyorlar. Önce alıyor ekmeği. Kim bilir kaç gündür aç. Kaç gündür bu ekmeği hayal etmekte. Hırsla değil, Allaha büyük bir şükranlık içinde ekmeği ağzına götürüyor. Tam o sırada duruyor. Ekmeği geri çekiyor ağzından ve yanında duran Mehmetçiğe geri veriyor. Asker arkadaşları kendisine ekmeği yeme konusunda ısrar ediyorlar. Bunun üzerine onlara, duyulduğunda insanın tüylerini diken diken eden şu ibretli sözleri söylüyor:
Kardeşlerim! Bu ekmeği benim yemem doğru değildir. Ben nasıl olsa birazdan öleceğim. Alın bunu, düşmana karşı çarpışacak yiğitlere yedirin de ekmek boşa gitmesin!..
Anadolunun yağız delikanlılarından olan Hüseyin, bunları söyledikten sonra ruhunu teslim ediyor. İşte Çanakkale Destanı bu ahlâkla yazıldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Benî Kureyzalı Zebir bin Bata</label>

Hicretin 5. senesi... Benî Kureyza Yahudilerinin; Peygamber Efendimizle olan anlaşmalarına göre, Hendek Muharebesinde düşman tarafından sarılan Medineyi Müslümanlarla el ele vererek müdafaa etmeleri gerekiyordu. Fakat, bunu yapmadılar. Üstelik anlaşma hükümlerini hiçe sayarak, harbin en nâzik safhasında müşriklerle iş birliğine giriştiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar üzerine sefere çıktı ve Benî Kureyza Yahudileri ile harb ederek onları mağlub etti. Bütün Yahudiler esir alınarak bir yere toplandılar. Allahü teâlâ, Peygamber Efendimize, kadın ve çocukların esir edilip, erkeklerin öldürülmesini emretti. Esirler arasında, Zebir bin Bata adında biri vardı. Ensardan Sabit bin Kaysa (radıyallahü anh) bir iyiliği dokunmuştu. Şöyle ki; cahiliye devrinde, Buas günü, Sabit bin Kays, esir düştüğünde, Zebir bin Bata onu serbest bıraktırmıştı...
Sabit bin Kays, onu hemen tanıdı ve yanına vararak;
Beni tanıdın mı? diye sordu. Zebir bin Bata:
Tanımaz olur muyum? Sen Sabitsin! dedi. Sabit bin Kays:
Vaktiyle bana uzatmış olduğun yardım eline şimdi mukabele etmek istiyorum dedi. Bunun üzerine, Sabit bin Kays Peygamber efendimizin yanına geldi ve;
Yâ Rasûlallah! Zebir bin Batanın bana iyiliği dokunmuştur. Buas günü esir olunca, beni kurtarmıştı. Ben onun iyiliğine mukabele etmek istiyorum. Onun kanını bana bağışlayıver? dedi. Peygamber efendimiz;

O, SANA BAĞIŞLANMIŞTIR!
O, sana bağışlanmıştır! buyurdu. Sabit bin Kays, Zebir bin Batanın yanına geldi ve;
Resûl aleyhisselam, senin kanını bana bağışladı! dedi.
Zebir bin Bata:
Ey Sabit! diğerlerine ne yapıldı? diye sordu. Sabit bin Kays:
Onlar öldürüldüler! dedi.
Zebir bin Bata:
Ey Sabit! Bunlardan sonra, yaşamakta hayır yoktur! Senin üzerinde bulunan iyiliğim hakkı için, beni o kavme hemen kavuşturmanı dilerim! dedi.
Bu sözler üzerine, Sabit bin Kays Zebir bin Batayı Zübeyr bin Avvamın yanına götürdü. Zübeyr hazretleri de, onun boynunu vurdurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Resûlullahın havarisi Zübeyr bin Avvam</label>

Zübeyr bin Avvam radıyallahü anh, Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hazreti Ömerin vefatından sonra, halife seçimini gerçekleştirmeleri için tayin ettiği altı kişilik Eshabüş-şûrâ (danışma kurulu) üyelerindendir... İLK KILIÇ ÇEKEN!..
Zübeyr hazretleri, Hazreti Ebu Bekirin İslâma girmesinden kısa bir müddet sonra Müslüman olmuştur. 615 yılında Mekkeli Müslümanlarla birlikte Habeşistana hicret etmiştir...
Zübeyr radıyallahü anh, cesur ve gözüpek bir Müslümandı. Mekkede, Allah için ilk defa kılıç çeken odur. Medineye hicret ettikten sonra da yapılan tüm savaşlara katılmış, bütün sıkıntılı zamanlarda daima Resul-i Ekremin yanında bulunmuştur. Savaşta gösterdiği üstün başarıdan ve çok iyi ok attığından Resûlullah efendimiz onun, Hadi at! Anam babam sana feda olsun diyerek memnuniyetini ifade etmiştir. Yine onun hakkında; Her peygamberin bir havarisi vardır, benimki de Zübeyrdir buyurmuşlardır.
Bedir günü Müslümanların sayılı birkaç atı vardı. Bunlardan biri de hazreti Zübeyrin Yasub adlı atı idi. O gün birçok müşriki öldürmüştür ki, bunlardan biri Kureyş Aslanı, Muttaliboğulları Aslanı diye bilinen amcası Nevfel idi.
Zübeyr radıyallahü anh, Mısır fethinde de önemli bir rol oynamıştır. Nitekim halife Hazreti Ömer, 642de Mısırın Babilin kalesini kuşatan Amr İbni Âsa yardım için onu on bin kişilik bir kuvvetle göndermiştir...

ONU TAKİP ETTİLER VE...
Hazreti Ali Sıffin Savaşında Zübeyr hazretlerini karşısında görünce onu ikna etmenin yollarını aradı. Bir ara onunla karşılaşınca; Ey Zübeyr! Resûlullahın sana; (Sen haksız olduğun halde Ali ile savaşacaksın) dediğini hatırlıyor musun? dedi. Bunu duyan Zübeyr hazretleri; Allah şahidimdir ki bu doğrudur dedi. Hazreti Ali; Öyleyse benimle ne diye savaşıyorsun? diye sorunca Zübeyr hazretleri Vallahi bunu unutmuştum, şayet hatırlasaydım sana karşı çıkmazdım dedi. Bu konuşmadan sonra Zübeyr bin Avvam radıyallahü anh, savaştan çekilerek geri döndü. Medine yolunda Temîm kabilesine ait bir su başına vardığında orada bulunan Amr bin Cürmüz, onu takibe başladı. Vâdis-Sibâ denilen mevkide bir fırsatını bularak Zübeyr radıyallahü anhı şehid etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri