Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Malım yok diye gam çekme!



</label>

Alâeddîn Halvetî hazretleri Fâtih Sultan Mehmed Han devrinde yaşamış olan evliyadandır. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Lârendede (Karaman) vefât etti. Târihi kesin belli değildir...


BURSADAN İSTANBULA...



Alâeddîn Halvetî, Seyyid Yahyâ Halvetî hazretlerinin sohbetlerinde yetişip kemâle geldi, olgunlaştı. Bursadan İstanbula gittiğinde orada halktan ve devlet adamlarından insanlar sohbetine koşup talebe oldular. Bu kalabalık o kadar çok oldu ki, İstanbuldan uzak bir yerde bulunması ve orada ikâmeti uygun görüldü. Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından Gâzi fermânı ile Karaman diyârında ikâmete memur edildi...
Alâeddîn Halvetî hazretleri, vefâtına yakın talebelerine yaptığı nasihatte buyurdu ki:
Dünyâ âhiretin tarlasıdır. Sen bu âleme para ve mal toplamak için gelmedin. İyi ameller yapmak için geldin. Kimseye el açmayacak ve yetecek kadar mal kazandıktan sonra, vaktini Hak teâlâya ibâdet ederek geçir. Ondan sonra yat ve istirâhat et. Unutma, nefsinin de sende hakkı vardır. Topladığın o mal ve mülk senin değil mîrasçılarınındır. Senin rızkın, ancak âlemlerin rızk vericisi olan Allahü teâlâ tarafından sana yemen içmen için verilenden ibârettir.


DÜNYANIN ÂDETİ BÖYLEDİR



Malım mülküm yok deme. Olmadı diye gam çekme. Bu benim mülkümdür diyene, bir gün ecel gelir. Bu sûrette o malın sâhibi olduğuna dâir iddiası yalan olur. Bu yalan dünyâ, dâimâ insanlara gaflet gömleği giydirir. Bu fânî mülkü elimizden alır. Kendini ona sâhip sanacak bir yalancı müşteri bulur. O da ölür, yerine başkası çıkar. Dünyânın âdeti böyledir. Verir alır, alır verir...
Cömertlik tâcını giymek istiyorsan, Allahü teâlânın aç ve muhtaç kullarını kollamalısın. Allahü teâlânın huzûrunda makbûl olmak istersen, herkes için hayır dile, insanları şefkatle sev. Kimsenin işleyeceği hayra mâni olma. Ne kadar iyilik etsen, yaptıklarını sayma. En küçük hayır ve şer amel defterine yazılır. İhlâsla, içtenlikle ve riyâdan uzak işlediğin bir amelin olsa, Allahü teâlâ onu amel defterine dağlar kadar büyük olarak geçirtir. İyilik ettiğin kimseye yaptığını başa kakıcı olma. İyilik ettiğin kimseden sana minnet beslemesini istersen, yaptığın iyiliğin bir kıymeti kalmaz. Bana iyi desinler diye yapılan iyilikler riyâ eseridir.
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Bunu tanıyor musun?


</label>

Ahmed Şemâhî hazretleri, Yemen beldelerinden Zebîdde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1328 (H.729) senesinde Zebîdde vefât etti... Babası Zebîdde fıkıh ve hadîs âlimiydi..


BU, BENİM SÜNNETİME UYAR

Ahmed Şemâhî hazretleri önce babasından, sonra âlimlerden ilim öğrendi. Hadîs-i şerîf ilminde üstün bir dereceye yükseldi. Kendisinden de Yemenin âlimleri istifâde ettiler. İlminin fazlalığı yanında, doğru ve güzel hal ve kerâmetler sâhibi de oldu. Resûlullah efendimiz ile bu yolun âlim ve velîlerine muhabbet ve bağlılığı çok fazlaydı. İmâm-ı Yâfiî, konuyla ilgili olarak şöyle demektedir:
Sâlihlerden bir zât, rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü. Yanlarında birisi vardı. Sevgili Peygamberimiz rüyâyı gören kimseye; Bunu tanıyor musun? diye sordu. O da; Hayır yâ Resûlallah! dedi. O zaman; Bu, sünnetime sarılan, yolumdan ayrılmayan Ahmed bin Ebül-Hayrdır buyurdu.
Ahmed Şemâhî hazretleri, vefat ettiği güne kadar talebelere Hadis-i şerif okutuyordu. O günlerde öğrettiği bazı Hadis-i şerifler:
(Allahü teala hazretleri bir kulun hayrını diledi mi ölümünden önce salih amel işlemede muvaffak kılar!)
(Bir Müslüman bir ağaç diker veya bir tohum eker de bunların mahsulatından bir kuş veya insan veya hayvan yiyecek olsa, bu onun için bir sadaka olur.)
(Hediyeleşin, zira hediye, kalpteki kuşkuları giderir. Komşu kadın, komşusu kadından geleni [hediyeyi] hakir görmesin, bir koyun paçası parçası olsa bile.)
(Bir kul, salih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girerek ameline mani olsa, Allah ona sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta olduğu salih amelin sevabını aynen yazar.)

İNSANIN HER SÖZÜ ALEYHİNEDİR!



(Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız, öyleyse isimlerinizi güzel yapın.)
(İman, yetmiş şubedir. Hayâ imandan bir şubedir. Bu şubelerden en üstünü La ilahe illallah sözüdür, en aşağısı da yoldan rahatsız edici bir şeyi kenara çıkarmaktır.)
(Şeytan için bir din âlimini kandırmak, bin abidi [ilim sahibi olmadan devamlı ibadetle meşgul olan kimse] kandırmaktan daha zordur.)
(Ademoğlunun, emr-i bil-maruf veya nehy-i anil-münker veya Allahü teala hazretlerine zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.)
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Sana hakîkî dost lâzım ise...


</label>

Nîmete şükür, belâya sabır...Muhammed Sâhib-üd-Devîle hazretleri evliyânın büyüklerindendir. Hayâtı hakkında fazla bir bilgi yoktur. 1376 (H.778) tarihinde vefât etti. İlimde ve tasavvuf hallerinde engin bir deniz gibi idi. Çok kerâmetleri görüldü...


SUYU ÇEKİLEN KUYU!..

Şöyle bir hâdise anlatılır:
Babası ona bir kuyu bağışladı. Fakat daha sonra vazgeçerek o kuyuyu geri aldı. Bir kısım insanlar, o kuyudan su çekmek için yanına gittiklerinde, suyunun çekilmiş, kupkuru ve içinin kaya parçaları ile dolu olduğunu gördüler. Gelip durumu babasına anlattılar. Babası, kuyunun bu hâle gelmesine kendisinin sebeb olduğunu anladı ve o kuyuyu tekrar oğluna bağışladı. Sâhib-üd-Devîle kuyunun başına geldiğinde, kuyunun eski hâli üzere su dolu olduğunu gördüler...
Sâhib-üd-Devîle hazretleri, vefatından önce oğluna yaptığı vasiyetinde şunları söyledi:
Ey oğul! Sana sadâkat, bağlılık iddiasında bulunanların, yaptıkları iyilikleri başına kaktıklarını görürsün. Çünkü sadâkat ve bağlılık adına yaptıkları az bir iyilik karşılığında ağır, pek fazla bir hizmet ve karşılık beklerler, çok şey ümid ederler. Bu ümitlerine bir defa olsun müsâde etmezsen derhal, gösterdikleri sevgi, sadâkat ve bağlılıklarını bırakırlar. Çok defa onların isteklerinden yakanı kurtaramaz, arzularının hâsıl olması yolunda boşuna dînini ve şerefini fedâ etmiş, yüz suyu dökmüş olursun.


ONU KENDİNE TERCİH ET!..



Ey oğul! Eğer sana hakîkî dost arkadaş lâzım ise, Allah için sevenlerle beraber ol. Böyle kimselerden dostluk ve kardeşlik bağı kurduğun kimseye, muhtâc olduğunda ihtiyacından fazla malın varsa ver. Yahud onu kendinle beraber tut veya kendine tercih et. Beraber olduğunuzda ve arkasından ayıplarını ört ve gizle. Kusuru olduğunda sabır ve tahammül et. Hayatta iken ve vefat ettiğinde onu hayırla an...
Nefs, hevâ, nefsin arzu ve istekleri, şeytan ve dünya, insanın dört düşmanı olup, herbirine karşı kullanılacak harb âletleri vardır. Nefsin silahı tokluk, hapishanesi açlıktır. Hevânın silahı, çok konuşmak; sukût, konuşmamak ise, onun zindanıdır. Dünyânın silahı insanlarla fazla berâber olmak, onlar arasında fazla bulunmak, çâresi yalnızlık ve onlardan uzak kalmaktır. Şeytanın silâhı gaflet yâni Allahü teâlâyı unutmak; ona karşı tedbîr, Allahü teâlâyı anmak ve hatırlamak, Onun büyüklüğünü düşünmektir. Zikir, Allahü teâlâya kavuşmakta en kısa yoldur...
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Nîmete şükür, belâya sabır...


</label>

Alâeddîn Ali Esved hazretleri Osmanlı fıkıh âlimlerindendir. Kara Hoca diye meşhûr oldu. Afyonkarahisar taraflarından olduğu için Karahisârî nisbet edildi. Doğum târihi bilinmemektedir. 1397 (H.800)de İznikte vefât etti...

İZNİK MEDRESESİ MÜDERRİSİ...

İlk tahsîlini memleketi olan Karahisarda yapan Alâeddîn Ali, daha sonra İznik şehrini fetheden Osmanlı Sultanı Orhan Gâzi tarafından kendisine İznikteki bir câmide hatîblik vazifesi verildi. Oradan da İznik Medresesi Müderrisliğine getirildi...
Alâeddîn Esved hazretleri burada yıllarca Osmanlı ülkesinin, dört bir yanından gelen talebelere ilim öğretti. İçlerinden Şemseddîn Fenârî gibi şeyhülislâmlar yetişti. Uzun bir ömür sürdükten sonra, 1397 yılında İznikte vefât etti. İznik Şerefzâde Mahallesindeki türbesinde medfûndur...
Alâeddîn Ali Esved hazretleri, vefat etmeden evvel talebelerine şu nasihatte bulundu:
Her işe Besmele ile başla. Temiz ol, dâim iyiliği âdet edin. Tembel olma, namaza önem ver. Nîmete şükr, belâya sabret. Dünyânın mutluluğuna mağrûr olma. Kimseye kızma, eziyet ve cefâ etme. Ömrün uzun olsun istersen, kimsenin nîmetine hased etme. Kimseyi kötüleyip, atıp tutma. Misvâkı başkasıyla berâber kullanmak uygun olmaz. Çok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti tilâvet kıl, Kurân-ı kerîm oku. Kendini başkalarına medhetme. Nâmahreme bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırıp, virân eyleme. Edebli, mütevâzı ve cömerd ol...


YÜKSEK İLMİNE ALDANMA!



İlminin fazla, amelinin çok olması ile gurûra kapılan kimse, mârifet sâhibi değildir. Çünkü şeytan da pek fazla bilgiye sâhipti. Mantık yürütmek sûretiyle, ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu iddiâ etti. Halbuki meleklere hocalık yapıyordu. Sonunda kendi nefsinin üstün olduğunu söyleyip kibirlendi. Böylece Allahü teâlânın gadabına uğradı ve lânete müstehak oldu. Ebedî olarak rahmet dergâhından kovuldu...
İyi ibâdetlerine, yüksek ilmine aldanma. Çünkü Belâm-ı Baûrâ ve Bersisa, en çok ibâdet edenlerdendiler. Fakat sonunda, nefs ve şeytana uyarak dünyâya bağlandılar. Âhiretlerini ziyân ettiler. Rezîl rüsvâ oldular.
Kişinin kadrinin ve kıymetinin varlığı, mihnetlere, belâ ve musîbetlere sıkıntılara sabretmesiyle ortaya çıkar... Belâ günlerinde, belâ geldiğinde Eyyûb aleyhisselâmın kulluğu iyi bir kulluktur...
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
O hâller, şeytanın oyunudur!..



</label>

Ahmed Yesevî hazretleri, Pîr-i Türkistan adıyla meşhur olmuştur. 1194 (H.590) senesinde Kazakistanda Yeside vefât etti. Kabri oradadır. Tîmûr Han onun için muhteşem bir türbe yaptırmıştır. Buhârâda Yûsuf-i Hemedânîye bağlandı ve mânevî ilimleri tahsil etti ve icâzet, diploma aldı...


USTA BİR DALGIÇ OL!..

Ahmed Yesevî hazretleri, sohbetlerinde buyurdu ki:
Ey dostlar! Bir kimse, Allahü teâlânın aşkı ile yanıp yakılarak, bu denizde çok usta bir dalgıç olmadıkça, bundan çok daha derin olan vahdâniyet denizine giremez. Ona girmek için çok usta ve dikkatli bir dalgıç olmak gerekir.
Ahkâm-ı İslâmiyyeyi, İslâmî hükümleri tam bilmeyen, tatbik etmeyen bir kimse, evliyâlık yolunda bulunmaya kalkarsa, bunun îmânını şeytan çalar. Emir ve yasaklara uymakta gevşek olanlar, sonra da evliyâlık yolunda bulunduğunu, ilerlediğini, hattâ kendisinde bâzı hâllerin meydana çıktığını zanneden kimseler bu noktada çok yanılırlar. Bu hallerinin rahmânî olduğunu zannederler. Halbuki bunlar, abdestte, namazda, alışverişte birtakım noksanlarının bulunduğunu ve yiyip içtiklerinin haram olduğunu bilmezler. Kendisinde var zannettiği o hâller, şeytanın oyunudur. Şeytan onu idâresine almış, istediği gibi hareket ettirmekte, o ise velî olduğunu zannetmektedir. Bunlar ne kadar zavallı ve bedbahttırlar.


BİLMEM HÂLİM NİCE OLUR!..



Ahmed Yesevî hazretleri 63 yaşına gelmişti. Resûlullah efendimizin âhirete teşrif buyurduğu andan îtibâren yeryüzünde bulunmayı kendilerine münâsip görmediler. Bu sebeple dergâhın bahçesine derin bir yer kazdırdı ve içini kerpiçle ördürdü. Mezar misâli olan o yerde, vefât edinceye kadar, devamlı ibâdet, tâat ve Allahü teâlâyı düşünmekle meşgûl oldu. Talebelerine ilim öğretmeye orada da devâm etti. Burada evliyâlık yolundaki makam ve dereceleri kat kat arttı. 125 yaşında vefât etti. Vefatından kısa bir zaman önce şu şiiri söyledi:
Ey dostlarım, ölsem, ben, bilmem hâlim nice olur./Kabre girerek yatsam, bilmem hâlim nice olur./Götürüp lahde koysalar, arkaya bakmadan dönseler./Suâllerimi sorsalar, bilmem hâlim nice olur./Girse karış adlı yılan, dolansa tene o zaman./Kalmaz bütün bir üstühan, bilmem hâlim nice olur./Olsa kıyâmetin günü, hâzır olur cümleleri./Kıldığın ameller hani, bilmem hâlim nice olur...
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Kalb katılığının ilacı!..



</label>

Ahmed Diyobendî hazretleri, Hindistanda yetişen velîlerdendir. Doğum ve vefât târihleri belli değildir. Sehârenpûra yakın Diyobend şehrinde doğdu. Serhend şehrine giderek İmâm-ı Rabbânî hazretlerine talebe oldu. İhlâsı sebebiyle İmâm-ı Rabbânînin iltifat ve merhametine kavuştu...


İKİSİ DE EVLİYÂLIK HÂLİDİR

Ahmed Diyobendî, insanlara doğru yolu anlatmak için hilâfet aldığı ilk zamanlarda hocası İmâm-ı Rabbânî hazretlerine şöyle bir mektup yazdı:
Bendeniz kendimde hiçbir mânevî hâl ve kemâl bulmuyorum. İki kişiye zikir ile ilgili bir vazîfe vermiştik. Onlarda birçok hâller görüldü.
Bunun üzerine İmâm-ı Rabbânî şu cevabı yazdı:
Mektûbunuzda; kendimde bu yolun büyüklerine âit hâller, ilimler ve mârifetlerden bir şey bulamıyorum. Bununla berâber iki kişiye bu yolu öğrettim. Onlarda bunun tesirleri, garip hâller görüldü. Bunun sebebi nedir? diye yazıyorsunuz. Bil ki, o iki kişide görülen hâller, sizin hâllerinizin aksetmesiyle meydana gelmiştir. Sizin hâlleriniz onların istidâd aynasında görülmüştür. İlim sâhipleri oldukları için kendi hâllerini bilmişlerdir. Maksat bu hâllerin hâsıl olmasıdır. Bu hâlleri bilmek de ayrı bir devlet ve nîmettir. Bâzısına bu ilmi verirler, bâzısına vermezler. Bununla berâber her ikisi de evliyâlık hâlidir. Allahü teâlâya yakın olmakta eşittirler.
Ahmed Diyobendî hazretleri sohbetlerinde buyurdu ki:
İlim tahsîl etmek, sırf Allahü teâlâya itâatı ve âdâbı öğrenmek içindir.
Çok günah ve dünyâ sevgisiyle hastalanan kalblerinizi, dünyâdan soğuyarak ve günahları terk ederek tedâvî ediniz.
Hak teâlâ bir insanı, gaflet içinde bulunmak ve taş kalbli olmaktan daha beter bir şeyle imtihân etmemiştir.
Kalbinde bir katılaşma gördüğünde, sâlihlerle sohbet et, onlarla bulun, yemeği azalt, nefsinin isteklerini yapma ve onu sıkıntılara alıştır.


AĞLAMANIN EN İYİSİ!..



Ağlamanın en güzeli ve iyisi, İslâma uygun olmayan amellerle geçirilen ömür için kulun ağlamasıdır.
Bir konuda tereddütte kalıp doğrusunu kestiremediğiniz vakit, nefsin arzusuna aykırı olan hangisi ise onu tercih edin. Çünkü işin doğrusu, nefsânî arzulara karşı çıkmaktır.
Ahmed Diyobendî hazretleri vefat etmeden bir müddet önce buyurdu ki:
Dünyâya sevgi ve arzuyla bakanın kalbinden, Allahü teâlâ zühd ve yakîn nûrunu söküp atar.
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Her hayırlı amel zikirdir...


</label>

Abdülvehhâb Müttekî hazretleri Hindistanda yetişen meşhûr velîlerdendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1592 (H.1000) senesinden sonra Mekkede vefât etmiştir... Abdülvehhâb Müttekî, babasının ve annesinin vefâtından sonra küçük yaşta kendini ilme verdi...



HÂFIZASI ÇOK KUVVETLİ İDİ

İlim öğrenmek için şehir şehir dolaşan Abdülvehhâb Müttekî, daha sonra Mekke-i mükerremeye gitti. Büyük hadîs âlimi ve evliyânın meşhurlarından olan Şeyh Ali Müttekî hazretlerine talebe oldu. Tasavvufta yetişip kemâle erdi. Hadis ilminde büyük bir âlim oldu. Ali Müttekî hazretlerine on iki yıl hizmet etti. Hocası 1567 senesinde vefât edince, ona vekâlet etti...
Bu mübarek zatın hâfızası çok kuvvetli olup, öğrendiğini uzun yıllar unutmazdı. Kâmus lügati ezberinde idi. Fıkıh ve hadîs ilminde de böyle idi. Senelerce Harem-i şerîfte bu ilimlerin dersini verdi... Abdülvehhâb Müttekî hazretleri sohbetlerinde buyurdu ki:
İlim gıdâ gibidir. Ona bir zaman ihtiyaç vardır. Faydası da herkesedir.
Kendisine dediler ki: Tâlibin devamlı zikirde olması lâzımdır, diyorlar. Bu nasıl olur? Buyurdu ki:
Hayırlı amelle meşgûl olan, dâimâ zikirdedir. Namaz kılmak zikirdir. Kurân okumak zikirdir. Din ilimleri öğretmek ve öğrenmek zikirdir. Her hayırlı amel zikirdir.
Selef-i sâlihînin yolu, çeşit çeşit iyi işleri yapmak, ahlâkını güzelleştirmek ve ilmi yaymaktı.

ECEL, ANSIZIN GELİR!..



Bir gün istidrâcdan yani, Müslüman olmayanlarda ve bidat ehlinde görülen havada uçmak, su üstünde yürümek gibi hâllerden söz açılmıştı. Buyurdu ki:
Fâsıklara ve bidat sâhiplerine de bir kuvvet verilir ve onunla avâmın kalblerini çekebilirler. Dinde sağlam olmayanları yoldan çıkarırlar.
Abdülvehhâb Müttekî hazretleri, vefat etmeden evvel şu hadis-i şerîfi okudu:
Kütüb-i Sittede yazılı şu hadis-i şerifi Enes bin Malik (radıyallahü anh) rivayet ediyor: Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) yere bir çizgi çizdi ve: (Bu, insanı temsil eder) buyurdu. Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizerek: (Bu da ecelini temsil eder) buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra (Bu da emeldir) dedi ve ilave etti: (İşte insan daha böyle iken [yani emeline kavuşmadan] ona daha yakın olan [eceli] ansızın geliverir.)
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Mücahede ve riyâzet!..


</label>

Âdem-i Bennûrî hazretleri, Hindistanın büyük velîlerinden olup, seyyiddir. Doğum târihi bilinmemektedir. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yüksek huzur ve sohbetlerinde yetişip icâzet almakla şereflendikten sonra Bennûra gitti. Vefat edeceği sene, Peygamber efendimizin ve Beytullahın aşkıyla yanmakta idi. Harameyn-i şerîfeyne, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye doğru yola çıktı... Âdem-i Bennûrî hazretleri, hacdan sonra Medîne-i münevvereye gidince, Kabr-i Nebevîyi ziyâretinde, Peygamber efendimiz onun selâmını aldı ve pek az kimseye nasîb olan müsâfeha etmek şerefine kavuştu. Ziyâretten sonra, memleketine dönmek üzere ayrılmak istediği zaman, Resûlullah efendimizden saâdet müjdesi aldı. Kendisine hitâben; Ey oğlum! Sen benim yanımda kal! buyuruldu. Bunun üzerine orada kaldı ve 1644 (H.1054) senesinde vefat etti.
Bu mübarek zat, vefatından evvel yanındaki talebelerine nasihat olarak buyurdu ki:
Allahü teâlânın evliyâsı, yemek, içmek ve uyku ile, başkasının hakkında konuşmakla, birisine vurmakla bu makâma kavuşmadı. Ancak mücahede (nefsin istemediği şeyleri yapmak) ve riyâzet (nefsin arzularını yapmamak) çekmekle kavuştu...

HÂRİKALAR DA GÖRSEN!..



Edebini, edeb öğreten hocadan almayan, kendisine uyanları yanlış yola götürür. En küçük bidatten bile kaçınmayandan, zararı dokunmasın diye siz ondan kaçın. İlimden yalnız konuşma ile yetinen ve hakîkati ile sıfatlanmayan helâk olur. İbâdet yaparken, fıkhın gereğini yerine getirmeyen ibâdet yapmış sayılmaz. Fıkıh bilgisi öğrenirken verâ sâhibi olmayan aldanır. Kendisine lazım olan işleri yapansa kurtulur. Elinden hârikalar zuhûr eden birini görürseniz, hemen o hâline aldanmayın. Hak teâlânın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmasını görünceye kadar dikkatli olun. İyi ahlâk; herkese sevdiği şeye göre muâmele etmektir. Konuşurken, otururken hiç kimseye yabancılık çektirmemektir. Mârifet ehli ile otururken, huzûr içinde bulunmaktır. Gâye bu zâtlardan istifâde ise, bundan başka yolu yoktur...
Kalbin mânevî hastalıklardan muhâfazası için şunlara dikkat etmek lazımdır: 1. Ahlâkı güzel olanlarla oturmak, 2. Kurân-ı kerîm okumaya devâm etmek, 3. Fazla yemek yememek, 4. Gece namazlarına devâm etmek, 5. Seher vaktinde Allahü teâlâya yalvarmak, istiğfâr etmek. (Allahü teâlâdan af ve mağfiretini istemek.)
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Senin yüzünden bizi azarladılar!..


</label>

Abdullah ibn-i Mübarek Hazretleri Te-be-i tâbiînin büyüklerindendir. 736 (H.118) yılında Mervde doğdu. 797 (H.181) senesi bir gazâ dönüşü, Bağdâd yakınlarındaki Hît adlı yerde vefât etti. Türk asıllıdır...

İŞTE ŞİMDİ TAM ZAMANI!..

Bu mübarek zat, evinde hadîs-i şerîflerle çok meşgûl olduğundan, kendisine; Yalnızlıktan rahatsız olmuyor musun? diye sorulduğunda; Peygamber efendimiz ve Eshâbı radıyallahü anhüm ile berâber olunca insan hiç yalnızlık duyar mı? karşılığını verirdi...
Abdullah ibn-i Mübarek Hazretleri bir sene cihada katılır, bir sene ilim tahsil eder, bir sene de hacca giderdi. Cihada katıldığı bir sene, teke tek dövüşme esnasında, karşısına çok zorlu bir düşman askeri çıkmıştı. Bu düşman askeri ile uzun bir mücadeleye girişti. Bu mücadele o kadar sürdü ki, vakit namazı girdi ve geçmek üzereydi. İbn-i Mübarek Hazretleri düşmanına dedi ki:
Şu kadar zamandır çarpışıyoruz, birbirimize üstünlük sağlayamadık, benim namaz vaktim girdi ve de geçmek üzeredir. İzin ver, ben namazımı kılayım, sonra çarpışmaya devam edelim! Düşmanı bunu kabul etti ve İbn-i Mübarek Hazretleri namaza durdu. Namazı bitip çarpışmaya başlayacakları sırada bu sefer de düşman askeri:
Sen ibadetini yaptın, bana da müsaade et, ben de putlarıma gerekli tazimde bulunayım. Düşman göğsünde sakladığı küçük bir putu çıkarıp yere koydu, karşısına geçip kıyam etti. Sonra da karşısına geçip oturdu. İbn-i Mübarek Hazretleri düşmanının puta tazim ettiğini görünce içinden dedi ki: İşte düşmanı tam öldürecek zaman!.. Yerinden kalktı ve tam kılıcı indireceği zaman:1

SANA NE OLDU?..



Ahdinde dur, şüphe yok ki verilen sözün sorumluluğu vardır. (İsra sûresi, 34. ayet) diye bir ses duydu. Bu sesi duyması ile birlikte ağlamaya başladı. Düşman, başını kaldırıp baktığında, İbn-i Mübarekin elinde kılıçla ağladığını görüp sordu:
Ne yapıyorsun? Sana ne oldu? İbn-i Mübarek olanları anlattıktan sonra şöyle dedi ki:
Senin yüzünden bizi azarladılar Düşman askeri:
Düşmanı için dostunu azarlayan böyle bir Allaha karşı gelmek doğru değildir. Bana İslamı anlat dedi. Abdullah ibn-i Mübarek Hazretleri ona imanı ve İslamı anlattı, hemen Müslüman oldu ve müminlerin safına geçti. Biraz önce omuz omuza çarpıştığı arkadaşlarına saldırdı ve birçoğunu öldürdükten sonra şehid oldu...
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Unutulmamak istiyorsan!..



</label>

Ahmed Ayderûsî hazretleri büyük velîlerdendir. 1482 (H.887) senesi Yemende doğdu. 1516 (H.922) senesi Adende vefât etti. Âlim ve velî bir zât olan babasından okuyup icâzet, diploma aldı. Kalp ilimlerinde yükseldi. İnsanlara doğru yolu, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını göstermekle meşgûl oldu...

ÜÇ ŞEY VARDIR Kİ...

Ahmed Ayderûsî hazretleri, derslerinde, talebelere fıkıh öğretmeye gayret ederdi... Bir talebesi nasîhat istediğinde rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfi bildirdi:
Üç şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse imânın tadını bulur. Birincisi, bir kimseye Allah ve Resûlü, başkalarından daha sevgili olmak. İkincisi, bir kimse sevdiğini Allah için sevmek. Üçüncüsü, bir kimseyi Allah küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten, ateşe atılmaktan tiksindiği gibi tiksinmek.
Bir dersinde de buyurdu ki:
Bu dünyâ kimseye kalmaz. Gönlünü, her şeyi yaratan Allahü teâlâya bağla. Sana bu kâfidir. Dünyâ mülküne güvenip bel bağlama. Çünkü bu dünyâda senin gibi birçokları yaşamış ve sonunda ölüp gitmiştir. Diyelim ki en sonunda ölüm vardır ve bu can ölüm yolunu tutacaktır. O hâlde ister taht üzerinde can vermişsin, ister toprak üzerinde ne fark eder? Adının unutulmamasını istersen, çocuğuna ilim, hüner, mârifet öğret ve onu akıllı fikirli yetiştir. Böyle yaparsan, arkanda seni rahmetle anan bir kişi bırakmış olursun.


RÛH VE CESED BİRLİKTE...



Ahmed Ayderûsî hazretleri, vefatından kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Mevtâları iyi veya kötü hâlde görmek, cenâb-ı Hakkın bâzı kullarına ihsân ettiği bir keşf ve kerâmettir. Dirilere müjde vermek, onlara doğru yolu göstermek veya ölüler için hayırlı bir iş yapılmasına, borçlarının ödenmesine yaraması içindir. Ölüleri görmek, daha çok rüyâda olmaktadır. Uyanık iken görenler de vardır. Evliyâ ve hâl sâhipleri için kerâmettir. Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Ölülerin illiyyîndeki veya siccîndeki rûhları, ara sıra, yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlarındaki cesedlerine iâde olunurlar. En çok cumâ geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluşurlar, konuşurlar. Cennetlik olanlar, nîmetlere kavuşur. Azap görecekler, azâb olurlar. Rûhlar, illiyyînde veya siccînde iken cesed olmaksızın da, nîmetlenir ve azap çekerler. Kabirde ise, rûh ve cesed birlikte nîmetlenir. Yâhut azaplanır...
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Bu merhemi sizin için hazırladık!


</label>

Abdurrahmân Sâmi Efendi Anadolu velîlerindendir. 5 Mart 1878 (H.1296)de Manisada doğdu. Babası Haremeyn vâlilerinden Âsım Efendidir. İlk tahsîline Saruhanda başladı, İstanbulda devam etti...

BU SENİN HOCANDIR!

Abdurrahmân Sâmi Efendinin tasavvufa girişi şöyle olmuştur:
Kasımpaşadaki evinde, bir ramazân gecesi rüyâsında Resûlullah sallallahü aleyhi ve selem efendimizi gördü. Resûlullah efendimiz yanında bulunan zâtı göstererek; Yâ Sâmi! Bu senin mürşidin, hocandır. Sen vapura bin ve denize açıl. Vapur hangi iskelede durursa orada in. Hocanı orada bulacaksın buyurdu. Uykusundan uyandıktan sonra sabah namazını edâ etti. Karaköyde iskeleye gidip, Mısıra giden bir vapura bilet aldı...
Gemi hareket edip, Geliboluya geldiği sırada kaptan; Gemide bir ârıza var, tâmiri birkaç gün sürer, arzu eden inebilir deyince, Sâmi Efendi gemiden indi. İskelede nûr yüzlü bir zât; Sâmi Efendi, hoş geldin diyerek onu karşıladı. Sâmi Efendi şaşırarak; Bu zât benim ismimi nereden biliyor? diye aklından geçirdi. O zat; Geçen gece rüyânda Peygamber efendimiz sana ne emir buyurdular? dedi. Sâmi Efendi hemen o zâtın elini öperek, ona bağlandı. Bu zât Ahmed Şücâeddîn Uşşâkî idi...
Sâmi Efendi, kısa zamanda yetişerek, hocasından icâzetnâme aldı ve tekrar İstanbula gönderildi... Sâmi Efendi, İstanbula geldikten sonra Kasımpaşadaki Yahyâ Efendi dergâhına şeyh tâyin edildi...

CAHİLİ KARŞINA ALMA!..



Abdurrahmân Sâmi Efendi, bir gün evinde yumurta gibi bâzı şeyleri önüne almış, onlarla meşgûl idi. Hanımı kendi kendine; Efendi vaktini bu gibi şeylerle meşgûl ediyor! diye düşündü. Ertesi gün bir grup talebe ziyâret için geldiler. Hanımı onlara çay demliyordu. Bir ara ayağı takılınca, kaynar su ayağına döküldü. Abdurrahmân Efendi, hemen hanımının yanına giderek, bir gün önce hazırladığı merhemi ayağının yanan yerine sürdü ve; Hanım, dün benim bu merhem ile meşgûl olduğumu görünce; Efendi vaktini bu gibi lüzumsuz şeylerle geçiriyor! diye düşünmüştün. Gördün ya bu merhemi biz ne için hazırlamışız dedi.
Abdurrahmân Sâmi Efendi 1935 (H. 1354) senesinde 57 yaşında iken İstanbulda vefât etti. Vefat etmeden kısa bir zaman önce şöyle nasihatte bulundu:
İnsanlar iki sınıftır: Bir kısmı mümindir. Ona eziyet etme! Bir kısmı da câhildir. Onu hiç karşına alma!
 
Please note, if you want to make a deal with this user, that it is blocked.
Kötürüm bir oğlum var!..


</label>

Abdullah Kassâr hazretleri, hicrî onuncu asrın sonlarında Horasanda yaşamış velîlerdendir. Doğum ve vefât târihleri belli değildir. Kendisi bizzat şahit olduğu hadiseyi şöyle anlatmıştır:


BU NASIL OLDU?

Abdullah Tüsterî hazretlerinin yanına gitmiştim. O sırada bir kadın geldi ve;
-Efendim benim kötürüm bir oğlum var. Şifâ bulması için duânızı almaya geldim, dedi. Abdullah Tüsterî:
-Onu niçin Rabbine havâle etmedin? deyince, kadın;
-Siz Rabbimizin sevgili kulusunuz, dedi. Abdullah-ı Tüsterî çocuğa: Ayağa kalk! deyince de kalktı. Sonra çocuğa abdest aldırdı ve iki rekat namaz kılmasını söyledi. Çocuk namazı kılınca, annesine;
-Oğlunun elinden tut! buyurdu. Kadın da elinden tutup götürdü. Onun bu kerâmetini görünce şaşırdım. Bu nasıl oldu dedim. Bir müddet başını eğip durdu. Sonra;
-Ey dostum! Bu insanlar dilediğini yapan Allahü teâlâya inanırlar mı? Aciz Abdullahın elinde bir şey yok, o Allahü teâlâdan istiyor, Allahü teâlâ da yaratıyor, dedi...
Abdullah Kassâr hazretleri vefatına yakın yaptığı sohbetinde buyurdu ki:
Allahü teâlâya ilimsiz ibâdet eden kimse, değirmene bağlı merkep gibidir. Gün boyunca yürür, fakat hep aynı yerindedir. Câhil de böyledir. Cehâletle, Allahü teâlâya çok çok ibâdet eder. Fakat bu ibâdeti, onun Allah indinde yakınlığını arttırmaz. Bâzan kul çok ibâdet yapar, fakat câhil olduğundan ibâdeti emre uygun olarak yapamaz, dolayısıyle boşu boşuna yorulmuş, meşakkat ve zahmet çekmiş olur. Bir iş, ancak emrolunduğu şekilde yapılırsa, ibâdet olur. Bu da ancak ilimle bilinir.

YAPTIKLARI BOŞA GİDER!..



Peygamber efendimiz; (İlim öğrenmek, her kadın ve erkek Müslümana farzdır) buyurdu. Bu, sâhibinin îmânını, tevhîdini, amelini sahîh kılan, mutlaka bilmesi lâzım olan ilim, ilm-i hal bilgisidir. İnsanı tevhîde ulaştırmayan her ilim bâtıldır. Bu sebeple, ibâdetlerin ancak ilimle doğru yapılabileceği anlaşılmaktadır...
İbâdetlerden lezzet alamamanın sebeplerinden biri de, haram ve şüpheli yemeklerdir. Eğer yenilen lokma şüpheli ise, ondan; hırs, şehvet, hased, adâvet, düşmanlık ve riyâ doğar. Büyüklerimiz buyurdular ki:
Kim şüpheli bir şey yerse, Allahü teâlâya giden yolu doğru olarak bulamaz. Kim haram yerse, kendisine o yol kapanır. Kim yemede isrâf ederse, kalbi kararır. Kim Allahü teâlâdan gâfil olarak yerse, kalbine kasvet gelir. O zaman ömrü boyunca yaptıkları boşa gider.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri