Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Be*de*ni in*san, ba*şı *mer*keb o*lan â*lim!</label>

Hadîs ilminde imâm olan İbni Mende-i İsfehânî rahmetullahi aleyh (Esmâ-i Sahâbî) kitâbının müellîfidir. Dahâ pek çok eseri vardır. Bu mübarek zat, kendi yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatmıştır: BU NASIL OLUR?!.Şâmda bulunan hadîs âlimlerinden birinin yanına hadîs-i şerîf dinlemek için gitmiştim. Önünde bir perde vardı. Yüzü görünmüyordu. Oturdum. Perde arkasından hadîs-i şerîf okumaya başladı. Kendi kendime, acaba niçin önüne perde tutuyor? diye hayret ettim!..
Hadîs-i şerîf okumayı bitirdi. Benim İbni Mende olduğumu bilip, bana;
Ey Ebâ Abdüllah! Benim perde arkasında oturmamın sebebini biliyor musun? dedi. Ben de;
Hâyır bilmiyorum dedim.
Sen ilim ehlindensin ve hadîs ilmiyle meşgûl olanlardansın. Sana anlatayım... diyerek şöyle anlattı:
-Bir gün, hadîs ilminde imâm olan hocalarımdan birinin huzûrunda idim. Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem (Başını imâmdan önce kaldıran kimse, başını Allahü teâlânın merkeb başına çevirmesinden korkmaz mı?) buyurduğu hadîs-i şerîfi okudu. Bu hadîs-i şerîfi çeşitli râvî silsilesinden rivâyet etti. Şahsımda bulunan şekâvetten olacak ki, kalbimde bu nasıl olur? diye bir şüphe uyandı...

BU SIRRIMI KİMSEYE SÖYLEME!
O gece uyudum. Sabâhleyin kalktığımda, başım merkeb başı şekline girmişti. Bu sebepten ilim meclislerinden mahrûm kaldım. İlim talebesi yanıma geldiğinde, onlarla böyle perde arkasından konuşurum. Senin ilimdeki ve dindeki dereceni bildiğim için bu sırrı sana söyledim. Yalnız ben hayâtta olduğum müddetçe bunu kimseye söyleme. Ben vefât etdikten sonra anlat ki, insanlar ibret alsınlar da, hadîs-i şerîf dinlerken edepli olsunlar ve kalblerine şüphe getirmesinler dedi.
Bunu kimseye anlatmayacağıma dâir Allahü teâlâya söz verdim, ahdettim. Sonra o zât perdeyi kaldırdı ve kendisini bana gösterdi. Bedeni insan bedeni, başı ise merkeb başı idi. Bu hâli o hayâtta iken kimseye söylemedim. Her şeyin doğrusunu en iyi bilen Allahü teâlâdır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ye*rin bi*le ka*bul et*me*di*ği a*dam!</label>

Ehlullahın, evlîyanın kerâmetleri, Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem mucizeleri kabîlindendir. Yine Resûlullah efendimize muhâlefet edenlerin, İslâmiyyete karşı edebsizlik ve gevşeklik gösterenlerin uğradıkları felâketler ve cezâlar da, Onun mucizelerindendir... DAHA DERİNE GÖMDÜLER!.. Nasrânî bir kimse Kelime-i şehadet getirdi ve Müslümân olduğunu söyledi. Bir müddet de Resulullah efendimizin yanında kâtiplik yaptı. Bu adam daha sonra eski dînine döndü. Çevresindekilere de Muhammed (aleyhisselâm) benim yazdığım şeylerden başka bir şey bilmez, dedi durdu...
Bu adam öldü ve onu defnettiler. Sabâhleyin cesedini dışarıda buldular. Yer onu kabul etmeyip, dışarı atmıştı. Bu işi Muhammedin (aleyhisselâm) Eshâbı yapmıştır dediler. Onun için derin bir kabir kazdılar ve tekrâr gömdüler. Ertesi sabâh, onu yer yine dışarı attı... Üçüncü defa güçleri yetebildiği kadar derin bir mezâr kazıp, onu defnettiler. Sabâhleyin baktılar ki, toprak onu kabûl etmeyip, yine dışarı atmıştı. Artık bu işin insanlar tarafından yapılmadığını anlayıp, onu öylece bıraktılar...

CEYLAN GİBİ KOŞARDI; ANCAK!..
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, (Melekler ilim öğrenenlerin bu işinden râzı olduklarından, kanatlarını yere sererler) buyurmuştu. Zındıklardan biri bunu işitince, Ben o meleklerin kanatlarını kıracağım diyerek, nalınlarının altına demir çiviler çaktı. Mâlik bin Enesin radıyallahü anh ilim meclisine doğru gitti. Giderken, ayağına giydiği çivili nalınlarını yere vurarak, Meleklerin kanatlarını kırıyorum diyordu. O sırada birdenbire ayağı takılıp yere düştü ve bir daha ayağa kalkamadı. Onu evine götürdüler. İki ayağında ağrılı bir hastalık meydâna geldi ve ayaklarını kestiler. Ölünceye kadar kötürüm kaldı...
Bu hâdiseyi nakleden kimse şöyle demiştir:
Ben o kimseyi önceden görmüştüm. Ceylân gibi hızlı giderdi. Sonra ömrünün sonuna kadar kötürüm kaldığını da gördüm...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Üç gün son*ra *ka*bir*de o*la*cak*sın!</label>

Ali Hâdî hazretleri, Oniki İmâmdan onuncusudur. 829 (H.214) senesinde Medînede doğdu. 868 (H.254)de Bağdâtta, Samarra nâhiyesinde vefât etti. Çok kerametleri görülmüştür... Esbâtî şöyle anlatır: VÂSIK VEFAT ETTİ!.. Bir defâsında Ali Hâdî hazretlerini ziyâret için Iraktan Medîne-i münevvereye gitmiştim. Huzûruna varınca, bana halîfe Vâsıkın hâlini sordu. Çok yakınlarındanım. İyidir, ben ayrılırken sıhhat ve âfiyette idi dedim. Bunun üzerine;
İnsanlar diyorlar ki; Vâsık vefât etti! dedi.
Bu sözüyle kendini kasdediyor zannettim. Bir müddet sustu sonra bana tekrar;
İbn-i Ziyâd ne yapıyor? dedi. İyidir, işi yolundadır diye cevap verdim. Bunun üzerine onun başına bir felâket geldi. Şüphesiz Allahü teâlânın takdiri ve hükmü ne ise o olur. Ey dostlar Vâsık öldü, yerine Câfer Mütevekkil halîfe oldu. İbn-i Ziyâd da öldürüldü dedi. Ben hayretle;
Ne zaman efendim? diye sordum. Sen ayrıldıktan altı gün sonra dedi. Bunları söyledikten birkaç gün sonra Medîneye yeni halîfe Mütevekkilin gönderdiği bir kişi geldi. Durumu ondan öğrendik. Aynen Ali Hâdî hazretlerinin işâret ettiği gibi Vâsık ölmüş, İbn-i Ziyâd da katledilmişti!..
Bir gün İmâm-ı Hâdî hazretleri halîfenin evlâdından birinin düğün yemeğinde bulundu. Herkes edeple oturuyordu. Yalnız bir genç çok konuşarak ve gülerek edepsizlik ediyordu. İmâm-ı Hâdî hazretleri ona Ey genç, ağız dolusu gülüyorsun ve Allahü teâlânın zikrinden gâfil oluyorsun! Hâlbuki sen üç gün sonra kabirde olacaksın! buyurdu.
Genç, bu sözleri duyunca, edepsizlikten vazgeçti. Sonra yemek yiyip dağıldılar. Ertesi gün o genç hastalandı ve üç gün sonra da vefât etti...

DİLİNİ VE KALBİNİ KORU!!
Yine bir gün düğün yemeğinde idiler. Samîra ehlinden bir kimse boş sözler söylüyor, İmâm-ı Hâdî hazretlerine gereken hürmeti göstermiyordu. İmâm-ı Hâdî hazretleri, Bu kimsenin evinden acı bir haber gelecek, bu yemeklerden yiyemeyecek buyurdu...
Yemekler hâzırlanınca, o kimse ellerini yıkayıp, yemeği yiyeceği sırada, hizmetçisi ağlayarak içeri girdi. O kimseye, Annen damdan düştü, ölmek üzeredir. Hemen yetiş, ölmeden önce onu gör! dedi. O şahıs yemek yiyemeden kalkıp gitti...
Ne demişler: Ulemanın, evliyanın yanında dilini ve kalbini koru!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
A*li Kuş*çu ve Mü*nec*cim Ku*yu*su</label>

Ali Kuşçu İslam âleminin büyük astronomi ve kelam âlimidir. Uluğ Beyin hükümdarlığı sırasında Semerkantta ilk ve dini öğrenimini tamamladı. Küçük yaşta matematik ve astronomiye karşı aşırı bir ilgi duydu. Devrinin en büyük âlimlerinden astronomi ve matematik dersleri aldı. Uluğ Beyin öldürülmesinden sonra Semerkanttan ayrılıp Tebrize, bir müddet sonra da, Uzun Hasanın elçisi olarak İstanbula geldi. Fatih Sultan Mehmed Han, onun değerli bir ilim adamı olduğunu anladı ve ondan Osmanlı Devleti hizmetine girmesini rica etti. Bu teklif üzerine Ali Kuşçu İstanbulda kaldı. Uzun seneler Osmanlı ilim ve irfan âlemini aydınlatan Ali Kuşçu 16 Aralık 1474te vefat etti. Eyyüb Sultan Kabristanına defnedildi... VEBA İSTİLA EDER!..İstanbulda Müneccim Kuyusu adıyla bilinen bir kuyu vardı. Bu kuyuyu Ali Kuşçu yıldızları incelemek için yaptırmış ve derinliği 150 kulaç idi. Ali Kuşçu vefat ettikten sonra o zamanın ilim adamları; Bu kuyu hangi memlekette olsa o memleketi veba istilâ eder diyerek zamanın padişahı Dördüncü Muraddan, kuyunun doldurulmasını istediler. Dördüncü Murad Han ilk zamanlar pek kuyunun doldurulmasına taraftar değildi. Müftü Yahya Efendinin fikrini sormak ister. Müftü Yahya Efendi de üç kelimelik bir yazı bulunan kağıt gönderir. Fakat saraydakiler yazıyı okuyamaz ve; Herhalde Müftü Efendi bir bilmece göndermiş diyerek, yazıyı o yönde okumaya çalışır. Bir türlü içinden çıkamayınca da zamanın bütün ilim ve fen adamlarını davet ederek bu bilmeceyi çözmelerini rica eder. Toplanırlar, fakat bir türlü ne olduğunu anlayamazlar, severnaduh yaklamı, taklamı, baklamı, saklamı gibi acaip kelimeler uydurmaya çalışırlarsa da bir türlü de içinden çıkamazlar...


ŞU RASADI YIKALIM MI?..
O sırada kapıcı da onların bu perişanlıklarını görüp kapıdan başını içeri sokarak:
İzniniz olursa, şu yazıyı bir de ben görsem der. Ona da gösterirler. Kapıcı yazıyı bir çırpıda okur:
Şu rasadı yıkalım mı buyurmuşlar, bilmem bilmece midir, deyince hepsi şaşırırlar. Sonra da kağıdın altındaki imzayı fark ederler, görürler ki, bunu Ali Kuşçu, vefat ederken yazmış, kendinden sonrakilere vasiyet etmiş. Bunun üzerine
Rasad adındaki gayya kuyusunu toprakla doldurasız diye fetva verir ve Müneccim Kuyusu kısa zamanda toprakla doldurulup yerle bir edilir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mı*sır*lı bü*yük velî E*bül-*Feth Avfî</label>

Ebül-Feth Avfî hazretleri, Mısırın İskenderiyye şehrinde, 1415 (H.818) senesinde dünyâya geldi. Babası Şeyh Bedreddîn-i Avfî, oğlu Ebül-Fethin doğumunu şöyle anlatır: İKİZ ÇOCUĞUNUZ OLUR!..Annesi oğluma hâmile iken, evliyânın büyüklerinden Şeyh Abdürrahmân-ı Şebrîsînin yanına gitmiştim. Doğumun kolay olması için ondan duâ istedim. Bana dedi ki: Senin hanımın Âminenin ikiz çocuğu olur. Bunlardan birisi yedi gün sonra ölür, diğeri ise uzun zaman yaşar. O, Allahü teâlânın lütuf ve ihsânlarına kavuşacak, Allaha tevekkül edenlerden olacak ve çok yüksek mânevî derecelere yükselmek nasîb olacaktır. Bu oğlun, saîd, Cennetlik olarak yaşar ve şehîd olur...
Doğumdan sonra durum, Şeyh Abdürrahmânın haber verdiği gibi oldu. Doğumundan kırk gün sonra büyük bir ziyâfet verdim. Bu ziyâfette, Şeyh Abdürrahmân ve fakirlerden ve sâlihlerden kalabalık bir cemâat hazır bulunup, duâ ettiler. O gün onları misâfir ettim. Çocuğu alıp, onların huzûruna getirdim. Şeyh Abdürrahmân Şebrîsî, çocuğu aldı ve damağına bir kuru hurma koydu. Çocuk ağzında onu çiğnedi ve suyunu emdi. Sonra biraz bal istedi. Hemen hazır ettim. Şeyh Abdürrahmân ondan üç kerre tattı ve sonra çocuğa yalattı. Daha sonra fakirlerin önüne koydu ve onlara da bu baldan tatmalarını emretti. Yedi kerre balın üzerine Fâtiha-i şerîfe okudu. Bana da; Al bunu annesine götür, ver. Ondan başka kimse yemesin. Bu mübârek çocuğu hakkında da bir korkusu, endişesi olmasın dedi. Sonra evimden çıkıp gitti...
Abdürrahmân-ı Şebrîsînin buyurduğu gibi, Ebül-Feth, ilimde çok yükseldi. Birçok âlimden hadîs ve fıkıh ilimlerini okudu...

BİZİM GÜNLERİMİZ SONA ERDİ
Ebül-Feth kendisi şöyle anlatır: Gençliğimde Şeyh Abdürrahmânı gördüm. Yanına yaklaşınca alnımdan öptü ve şefkatle bana baktı. Sonra zikir etmemi, Allahü teâlâyı çok hatırlayıp anmamı telkin etti. Bu hususta benden söz aldı. Sonra bana; Allahü teâlânın emânetinde olarak yaşa, Allahü teâlâya sığın. Allah, her işini kolaylaştırsın. Seni, kendisinin dışındaki şeylerden fânî kılıp, kendisi ile bâkî eylesin. Sen, asrının imâmı, zamânının bir tânesi, akranlarının en üstünü, din kardeşlerinin arasında mübârek bir kimsesin dedi. Daha sonra kıymeti ve mânevî değeri çok yüksek bir elbise giydirdi. Sonra Artık bizim günlerimiz sona erdi, saatlerimiz tükendi dedi. Bir müddet sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
I*rak velî*le*rin*den Ebû Bekr Ensârî</label>

Ebû Bekr Ensârî, Irak velîlerinden ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimidir. Şöyle anlatılır: Bir hac mevsimi sonrası Mekke-i mükerremede kalan Ebû Bekr Ensârî, uzun süre aç kaldı. Açlığını giderecek bir şey de bulamadı. Nihâyet bir gün ibrişim bir kese görüp aldı. Doğruca kaldığı eve gidip o ibrişim keseyi açtı. İçinde pırıl pırıl, benzeri bulunmayan, inciden bir gerdanlık olduğunu gördü... BİNDİĞİ GEMİ BATTI!..Bir ara bir ses duyup dışarı çıktı. İhtiyar bir kişi bağırarak; İçinde inci olan kaybolmuş keseyi bulup getirene, şu elbise ile beş yüz dinar vereceğim diyordu. O ihtiyara kesesini teslîm etti. O da vâdettiği elbiseyi ve beş yüz dinarı verdi. Ancak, Ebû Bekr Ensârî onun verdiklerini almadı. O ihtiyar da, çekip gitti...
Bir süre sonra Ebû Bekr Ensârî Mekke-i mükerremeden ayrıldı. Bir sâhilden gemiye bindi. Gemi yola çıktıktan bir zaman sonra fırtına çıktı ve dalgalar gemiyi parçaladı. Gemide bulunanların çoğu boğuldu. Ebû Bekr Ensârî büyükçe bir tahta parçasına tutunup kıyıya çıktı. Oranın bir ada olduğunu öğrendi. İnsanlarıyla tanıştı. Oranın halkının büyük bir kısmı onu dinlemek için mescide koştu. Ondan, kendilerine ve çocuklarına Kurân-ı kerîmi öğretmesini isteyince, dileklerini yerine getirdi. Daha sonra ona; Aramızda yetim bir kızcağız var. Onunla evlenmenizi isteriz diyerek ısrar ettiler. O da kabul etti...
Akrabâları kızı, boynunda pırıl pırıl parlayan gerdanlık olduğu halde evine getirdiler. Bu gerdanlık, yolda bulduğu kesenin içindeki gerdanlık idi. Ona dikkatle bakınca, kızın akrabâları sebebini sordular. Onlara, Mekke-i mükerremede başından geçen hâdiseyi anlattı...

İŞTE BU, ONUN KIZI!
O zaman onlar, tehlîl ve tekbîr getirmeye başladılar. Onlara; Bu hale siz niye şaşırdınız? diye sorduğunda; Anlattığın hadisedeki o gerdanlığın sâhibi olan ihtiyar, bu kızın babasıdır. O duâ eder ve senin için; Ben, onun gibi Müslüman görmedim. Ey Allahım! Onunla benim aramı birleştir. Kızımı da ona nikâh edeyim derdi. İşte şimdi o durum hâsıl oldu. Siz onun kızıyla evlendiniz dediler...
Bu evlilikten iki çocuğu oldu. Daha sonra zevcesi vefât etti. Gerdanlık, çocuklarıyla ona kaldı. Sonra iki çocuğu da vefât edince, o gerdanlık ona intikâl edip elinde kaldı. O da onu sattı ve eline geçenleri Allah yoluna sarf etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bü*yük e*dip ve ha*tip Ebû A*li Se*kafî</label>

Ebû Ali Sekafî, büyük velîlerdendir. İsmi, Muhammed bin Abdülvehhâb, künyesi Ebû Ali Sekafîdir. Nişâburda doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 939 (H. 328) senesi Nişâburda vefât etti.Zamânındaki âlimlerden ilim tahsîl edip, hemen hemen bütün ilim dallarında ihtisas sâhibi olan Ebû Ali Sekafî hazretleri, daha sonra tasavvuf yâni mânevî bilgileri tahsil için evliyânın büyüklerinden Ebû Hafs Haddâd ve Hamdûn Kassârın sohbetlerine katıldı. Kısa zamanda velîlik bilgilerinde de yükselip kâmil, olgun bir zât oldu. Güzel konuşması ile insanları cezbedip kendine çekerdi. EN GÜZEL HASLETLER...
Ona; kişi için en güzel hasletler nelerdir? denildi. O; Kişi, şu dört hasletten gâfil olmamalıdır: İlki doğru söz, ikincisi doğru iş, üçüncüsü samîmî dostluk, sonuncusu ise emânete riâyeti gözetmektir buyurdu.
Bir kimse âlimlerin sohbetinde bulunur, fakat onlara hürmet etmezse, ilâhî feyz ve bereketlerden mahrum kalır ve âlimlerdeki nûrlar, kendinde görünmez buyurdu.
İlmi över, amellerin ihlâs ile yapılmasının fayda vereceğini söylerdi. Bunun için; İlim; cehâlete karşı kalbin hayâtı, karanlığa karşı gözün nûrudur buyurdu.
Allahü teâlâ, amellerden iyi olanını, iyi olanının da ihlâslı, samîmî olanını, samîmî olanının da, sâdece sünnete uygun olanını kabûl eder.

BİR GÜNAHKÂRIN CENAZESİ
Ebû Ali Sekafî hazretleri anlatır: Bir gün üç erkek bir kadın tarafından omuzlar üzerinde taşınan bir cenâze gördüm. Gittim cenâzenin kadın tarafından tutulan kolunu omuzuma aldım ve mezarlığa kadar götürdüm. Sonra cenâze namazını kılıp defnettik. Oradakilere;
-Size yardımda bulunacak bir başka komşunuz yok muydu? deyince;
-Vardı ama bunu hor ve hakîr görüyorlardı, dediler. Ben yine;
-Peki ne yapmıştı? dedim. Onlar;
-Çünkü bu çok günahkârdı, dediler. Sonra oradan ayrıldık. Vefât eden kişiye acımıştım. O gece bir rüyâ gördüm. Rüyâmda biri yanıma geldi. Yüzü ayın on dördü gibi parlıyordu. Ayrıca çok kıymetli elbiseler giymişti ve tebessüm ediyordu. Kendisine; Sen kimsin? dedim. Bana; Cenâze namazını kılıp defnettiğiniz, günahkâr kişiyim. Halk tarafından horlanmıştım. Lâkin Yüce Rabbim son ânımda bana merhâmet eyledi. Şimdi bu merhâmetin nîmetleri içindeyim diye cevap verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bü*yük mu*ta*sav*vıf Ebû A*li Rodbârî</label>

Büyük velî Ebû Ali Rodbârî, uzun müddet Cüneyd-i Bağdâdînin hizmetinde ve sohbetlerinde bulunarak tasavvuf yolunda ilerledi. Bütün Bağdâtlılar onun üstünlüğünü bilir, fazîletlerini anlatırlardı. Ebû Ali Kâtib diyor ki: Ben, İslâmiyeti iyi bilmekte ve tasavvufun yüksek derecelerine kavuşmakta Ebû Ali Rodbârî gibi birini görmedim. FELAKET ÜÇ YOLDAN GELİRHikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki:
İnsanlara felâket şu üç yoldan gelir. Hasta tabiat ve mîzac, alışkanlıklara sıkı bağlılık ve kötü arkadaşlık.
Hasta tabiatla neyi kasdediyorsunuz? diye sorulunca; Haram yemeyi kasdediyorum buyurdu. Alışkanlıklara sıkı bağlılık ile neyi kasdediyorsunuz? diye sorulunca da; Harama bakmayı ve gıybet dinlemeyi kasdediyorum buyurdu.
İnsana felâket getiren kötü arkadaşlıktan maksad nedir? diye sorulunca da; Nefiste şehvet coşunca ona uymayı, yâni nefisle dostluk yapmayı diye cevap verdi.
Ebû Ali Rodbârîye; Sofi kimdir? diye sorulunca; Nefsinin istek ve arzularına karşı çıkan, ona eziyetin tadını tattıran, dünyâyı arkasına atan ve Muhammed Mustafanın (sallallahü aleyhi ve sellem) yoluna sıkı sarılan kimsedir buyurdu.
Bir başkası; Tasavvuf nedir? diye sorunca da; Tasavvuf sevgilinin kapısına çökmektir. İsterse kovsun. Tasavvuf, uzaklığın kederlerini, acı tadını tattıktan sonra yakınlığın tadına ermektir. Sâfiyetini saflığını, temizliğini bulmaktır. Biz bu tasavvuf konusunda, kılıcın keskin tarafı gibi bir hadde ulaştık. Azıcık meyil ve sapma göstersek ateşe düşeriz. Tasavvuf yolu, baştan sona ciddiyettir. Ona şaka nâmına bir şey karıştırmayız buyurdu.

ALLAHA ÂŞIK OLANLAR ÖLMEZ!..
Bir gün Ebû Ali Rodbârîye bir kimse misâfir gelmişti. Fakat o gün vefât etti. Kefenlenip namazı kılındıktan sonra mezara konuldu. Ebû Ali Rodbârî; Aziz ve celîl olan Allah, bu kimseye garipliği sebebiyle rahmet etsin diyerek yüzünü açarak toprağa koymak istedi. Bu sırada vefât eden kimse gözünü açtı ve; Ey Ebû Ali! İkrâmına nâil olduğum zâtın huzûrunda bana ikrâm mı ediyorsun? dedi. Ebû Ali Rodbârî; Efendim ölümden sonra hayat manzarası mı görüyorum? dedi. O kimse; Evet ben hayattayım. Aziz ve Celîl olan Allahü teâlâya âşık olan her insan hayattadır, ölmez. Ey Rodbârî, elde ettiğim makamla yarın sana yardımcı olacağım dedi
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Pîr Mu*ham*med ve Ab*dül*gaffâr Gen*cevî</label>

Şeyh Abdülgaffâr hazretleri, Azerbaycanda yetişen meşhur velîlerdendir. Gence şehrinden olup, en büyük talebesi Pîr Muhammed Gencevîdir. Bu mübarek zatın, tasavvufta hocası Şeyh Abdülgaffâr Gencevîye gitmesi şöyle anlatılır: İNSANLARDAN NİÇİN KAÇIYORSUN?Pîr Muhammed Gencevî çocukluğunda bir gün çift sürmekle meşgûl olan kardeşine azık götürmüştü. Yanına varıp azığı bıraktıktan sonra bambaşka bir hâle girip kardeşinin yanından süratle kaçmaya başladı. Kardeşinin peşinden koşup çağırmasına rağmen bir türlü dönmedi. Tâ babasının evine kadar koştu eve girip babasını görünce orada da duramayıp kaçmaya başladı. Artık karşısına her kim çıksa ondan kaçıyordu. Hiçbir yerde duramıyordu. Neden böyle kaçıyorsun diye sorduklarında hiç cevap vermiyordu... Sonunda onu zamânın meşhûr velîlerinden Şeyh Abdülgaffâr hazretlerinin huzûruna götürdüler. Bu zât ona; İnsanlardan niçin kaçıyorsun? diye sorunca; İnsanlar benim gözüme vahşî hayvanlar sûretinde gözüküyor. Eğer kaçmasam rahat edemem. Mecbûren kaçıyorum cevâbını verdi...
Bunun üzerine Şeyh Abdülgaffâr hazretleri babasına; Üzülme oğlunda korkulacak bir hal yoktur. Allahü teâlâ oğlunun basîretini, kalp gözünü açmıştır. Her kime baksa onun ne sıfatta olduğunu kalp gözüyle görür. İnsanların çoğu vahşî hayvan tabiatında olduğundan onun gözüne o sûrette görünüyor. Bu sebeple o, insanlardan kaçıyor. Bundan sonra bizim yanımızda dursun. İnşâallah kâmil bir zât olur dedi. Babası bu sözler üzerine onu Abdülgaffâr hazretlerinin yanında bıraktı. Epeyce zaman onun hizmetinde kaldı. Derslerine ve sohbetlerine devâm edip, tasavvufta kemâle erdi. Tasavvufta yetiştikten sonra hocasının izni ile babasının yanına döndü ve evlendi...

KENDİ TALEBEM İÇİN ÜZÜLMEM!
Hocası Şeyh Abdülgaffâr hazretleri hasta yatağında yatıyordu. Pîr Muhammed de huzûrunda bulunup, hizmetlerini görüyordu. Hocasının vefâtının yaklaştığı bir sırada; Sizden sonra kimin hizmetine girelim? diye sorunca; Bizden sonra seccâdemiz, yerimiz senindir. İnsanları irşâda, hak yolu anlatmaya sen müstehaksın. İnsanları Allahın emirlerine çevir, onlara dîn-i İslâmı anlatıp rehberlik yap. Sen o derecede kâmil biri olursun ki, ben kendi talebem için üzülmem. Fakat senin Cennete giren talebenin derecesinin daha yüksek olmamasına üzülürüm buyurmuştur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
A*na*do*lu velî*le*rin*den Mus*ta*fa Sâfî E*fen*di</label>

Mustafa Sâfî Efendi, (Sâfî Âmedî Bolevî) Anadoluda yetişen ve Anadoluyu aydınlatan evliyânın meşhurlarındandır. İsmi Mustafa bin Sâlihtir. Diyârbekir Müftîsi Hacı Sâlih Efendinin oğludur... BÜTÜN PARA FAKİRLERE!..Sultan ll. Mahmûd Han bir defâsında İstanbulda bulunan meşâyıhı sarayına dâvet etmişti. Huzûra girerlerken resmî karşılama merâsimi yapılıyordu. Bu sırada Mustafa Sâfî Efendi; Selâmün aleyküm deyip, resmî merâsime iltifat etmedi. Pâdişâh onun bu hâlinden çok memnun olup çok hürmet ve iltifat gösterdi. Yüz bin kuruş hediye etti. Mustafa Sâfî Efendi bu parayı alıp tamâmını İstanbulda bulunan fakirlere sadaka olarak dağıttı.
Mustafa Sâfî Efendi, 1846 (H.1263) senesinde vefât etti. Türbesi, Boluda Aktaş Dergâhındadır...
Bu mübarek zat, otuz üç gün hasta yattıktan sonra, altmış üç yaşında vefât etti. Vefâtına El-ulemâü vereset-ül-enbiyâi hadîs-i şerîfi ebced hesâbına göre târih düşürüldü.
Vefâtından önce üç çeşit hastalığa yakalanmıştı. Biri zâtülcenp sancısı, biri baş ağrısı, diğeri de semm-i sihr idi. Bu üçüncü hastalığı olan sihrin farkına vardı ise de vefât zamânının geldiğini bildiğinden ve şehitlikle şereflenmeyi arzu ettiğinden sükût edip, bir şey yapmadı...

FANİ DÜNYADAN GÖÇÜYORUM...
Mustafa Sâfî Efendinin hastalığı her tarafta duyulmuştu. Vefâtından önce talebelerini toplayıp yerine Geredeli Şeyh Abdullah Efendiyi halîfe tâyin ettiğini ve ona tâbi olmalarını vasiyet etti. Sonra Allahü teâlânın ismini hafif sesle söylemeye başladı. Binden fazla talebesi de onunla berâber hafif bir sesle Allah, Allah... derken, rûhunu teslim etti.
Vefâtından bir gün önce; Allahü teâlâya hamdolsun ki her ne taleb ettiysem ihsân buyurdu. Otuz üç sene irşâd vazîfesinde bulundum. İki kişi feyz alarak halîfe oldular. Cenâb-ı Hakkın bana ihsân buyurduğu kemâlâtı halîfelerim de bilmez... Bu fânî dünyâdan göçüyorum. Bana ihsân olunan kemâlât da benimle birlikte gidiyor... Buna çok esef ediyorum! demiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nizâmeddîn Ev*liyâ ve *has ta*le*be Ziyâed*din</label>

Nizâmeddîn Evliyâ hazretlerinin Ziyâeddîn adında bir talebesi vardı. Hayâtını, sevgili hocasının rahatlığı için nasıl fedâ ettiğini ibretle okuyalım...
Nizâmeddîn Evliyâ hazretleri Hindistanda yetişen büyük velîlerdendir. 1325 (H.725) senesinde Hakkın rahmetine kavuştu. Ferîdeddîn-i Genc-i Şeker hazretlerinin talebesidir. Hocasının emri ile Delhiye gitti ve burada ilim yaymaya başladı. Buradan sonra da Kıyaspur isimli küçük bir kasbaya hicret etti... HALK İÇİNDE İNZİVA!..
Hindistan Sultânı Muizeddîn Balabanın saltanatı döneminde, Sultân, Kıyaspura yakın bir yerde saray yaptırıyordu. Sultânın komutanları, şehzâdeleri ve halk, Nizâmeddîn Evliyânın dergâhını çok sık ziyâret ediyorlardı. Bu durum Nizâmeddîn Evliyânın yaşayışında biraz karışıklığa sebep oldu. Bu yüzden, mübarek zat buradan da ayrılmak istedi. Tam Kıyaspurdan ayrılacağı sırada bir genç oraya gelerek Fârisî olan şu sözleri söyledi:
... Bir kimsenin inzivâya çekilip, kendisini Allahü teâlâya bağlılığa adayarak, dünyâdan kaçıp kurtulması kolaydır. Fakat asıl cesâret ve mertlik, kalabalık halkın içinde inzivâya çekilip, huzûr bulmaktır...
Bu sözler üzerine, Nizâmeddîn Evliyâ son nefesine kadar Kıyaspurda kaldı. Sonra buranın ismi Nizâmeddîn olarak değiştirildi.
Nizâmeddîn Evliyâ, Kıyaspura ilk geldiği zaman, orası küçük bir köydü. O ve iki talebesi, damı sazla örtülü küçük bir kulübede kaldılar. Talebeleri, hocalarına bir dergâh binâ etmeyi teklif ettikleri zaman, o dâimâ bir sebeple geri çevirdi... Bir gün Amîd-ül-mülkün vekîli Ziyâeddîn, Nizâmeddîn Evliyâdan bir dergâh yapmak için izin istedi. O da izin vermedi. Hâce Ebû Bekr, Hâce İkbâl ve Seyyid Muhammed Kirmânînin tavsiyeleri üzerine, Vekil Ziyâeddîn bu konuda ısrâr edince, Nizâmeddîn Evliyâ; Ya Ziyâeddîn, teklifinizi kabûl etmiyorum. Zîrâ dergâhın buraya yapılmasında bir sır vardır. Buraya dergâhı kim inşâ ederse ölecektir dedi.

HAYATINI FEDA ETTİ!..
Bu söz bile, Ziyâeddîni teklifinden geri döndüremedi. Başını Nizâmeddîn Evliyânın ayaklarına koyarak; Efendim! Sizin şeref ve îtibârınızı düşünüyorum. Sizin rahat ve iyi durumda olmanız, benim hayâtımdan bile daha azîzdir dedi ve teklifini büyük bir gayretle Nizâmeddîn Evliyâya kabûl ettirdi...
Dergâhın inşâsı tamamlanıp bitmesine yakın, Ziyâeddîn hummaya tutuldu. O dergâha bir kere girmeden vefât etti. Hayâtını, sevgili hocasının ve talebelerinin rahatlığı için fedâ eden Vekil Ziyâeddîn rahmetle anıldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hay*rın Anah*ta*rı Sâ*bit el-Be*nâ*nî</label>

Sâbit el-Benânî hazretleri, Tâbiînin hadis âlimi ve velîlerindendir. Künyesi Ebû Muhammeddir. 737 (H.120) senesinde vefât etti. Hadîs ilminde sika, emîn, güvenilir ve îtimâd edilir bir âlimdir. Basranın en büyük âlim ve râvilerindendir. Sâbit el-Benânî, birçok Sahâbîden hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Enes bin Mâlik, İbn-i Ömer, İbn-i Zübeyr, Şeddâd (radıyallahü anhüm) bunlardandır.Hadîsleri, Kütüb-i Sitte diye meşhûr olan altı hadîs kitabının hepsinde vardır.
Enes bin Mâlik onun için buyurdu ki: Her şeyin bir anahtarı vardır. Hayrın anahtarı da Sâbittir. ÖYLE İNSANLARA YETİŞTİM Kİ!..
Sâbit bin Eslem buyurdu ki:
Öyle insanlara yetiştim ki, çok namaz kılmaktan başlarını yastığa koyacak vakit bulamazlardı.
Yirmi yıl çok sıkı bir şekilde namaza kalktım. Bütün bu yirmi yıl boyunca, onun nîmetini topladım.
Allahü teâlânın anıldığı yere dağlar kadar günah ile girseler, çıktıkları zaman üzerlerinde zerre kadar bir günah kalmaz (kul hakkı dışında).
Sâbit el-Benânî hazretleri gecelerini ibâdetle geçirir ve çoluk çocuğuna; Kalkın, Allahü teâlâya ibâdet edin. Şunu hiç unutmayın ki, gece kalkıp ibâdet yapmak, kıyâmetin şiddet ve dehşetinden daha hafiftir. derdi.
Hastalığında, Sâbit bin Eslem hazretlerinin ziyâretine gittiler. Yanındakilere bir şeyler anlatıyordu. Ziyâretçiler, huzûruna girip oturunca; Sevgili kardeşlerim! Önceki gibi, namazlarımı kılamıyor, oruçlarımı tutamıyor, Allahü teâlâyı zikredemiyor, sizlerin yanına inemiyorum dedi ve şöyle duâ etti: Allahım! Bu üç şeyi istediğim gibi yapamadığım zaman, beni bu dünyâda bir saat bile bırakma!

BENİ KENDİ HÂLİME BIRAK!
Sabit el-Benanînin oğlu anlatır:
Vefatı yaklaştığında babamın yanına vardım. Kendisine Kelime-i tevhidi telkin etmek istedim.
-Babacığım lâ ilahe illallah de! diye hatırlatmada bulundum. Bana dönerek:
-Oğlum! Beni kendi halime bırak. Ben şu anda günlük altıncı virdimi yapmakla meşgulüm, dedi.
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ kitabının sâhibi Sâbit el-Benânî hazretleri için şöyle der:
Vefât ettiği zaman kabrini kerpiçle ördüler. Kerpiçlerden birisi kaydı. Kabrin içinde onu namaz kılarken gördüler. Kabrinin civarından geçenler, içeriden Kurân-ı kerîm sesi duyardı.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri