Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Baba ile oğulun şehitlik kur</label>
Süleyman bin Bilâl hazretleri hadis âlimlerindendir. Doğum ve vefat tarihleri bilinmemektedir. Rivayet ettiği hadis-i şerifler Kütüb-i sittede yer almaktadır... İmam Cafer-i Sadıkın talebesidir. Kendisi de Abdullah bin Mübarekin hocasıdır... Süleyman bin Bilâl hazretleri anlatıyor: BİZE HAZRETİ MEHDİDEN BAHSET! Cafer-i Sadık hazretleri, babasından o da dedesinden nakleder ki; Hazret-i Hüseyin şöyle buyurdu:
-Bir gün adamın biri Hazreti Alinin yanına gelerek;
-Bize Hazreti Mehdiden bahseder misin? diye arz edince şöyle buyurdu:
-Gitmesi gerekenler gidip de müminler azaldığında ve fitneciler gittiğinde işte orada (yani uzak bir yerde zuhur edecektir).
-Peki, bu Mehdi kimdendir?
-Benî Haşimdendir, Arabların yüce dağının zirvesinden. O öyle bir denizdir ki ona giren kaybolur. Kendisine sığınanlar için amandır, halk kinle dolduğunda onları pâk kılan mâdendir, ölüm nazil olduğunuda korkmaz, ölüm ona vardığında sarsılmaz, savaş meydanında saldırdığında asla geri çekilmez. Tecrübelidir, galiptir, muzafferdir, arslandır, sağlamdır, kavminin direğidir, cesurdur, Allahü teâlânın kılıçlarından bir kılıçtır, reistir, herkesi etrafında toplar, yücelik ve şerefin kaynağı olan evde büyümüştür, onun yüceliği en asil yücelikten kaynaklanır. Hiçbir şey seni ona biat etmekten alıkoymasın, seni engelleyenler her zaman fitneye sığınanlardır. Eğer konuşurlarsa şer konuşurlar, eğer susarlarsa fasit ve fasıktırlar... Eğer Allahü teâlâ seni muvaffak kılarsa onun biatına koş ve ondan asla vazgeçme. Eğer muvaffak olur da ona ulaşır ve hidayet olursan ondan asla vazgeçme... Âh (eliyle göğsünü göstererek) onu ne de çok görmek isterdim...
Yine Süleymân bin Bilâl anlatır:

BEDİR ŞEHİTLERİNDEN OLDU!..
Resûlullah Efendimiz Bedir Gazası için yola çıktığında, Sad bin Hayseme ile babası da gazaya iştirak etmek istediler. Durum Resûlullah efendimize haber verildiğinde, ikisinden birinin gazaya katılmasını buyurdular. Baba-oğul kura çekmeye karar verdiler. Hayseme (radıyallahü anh) oğluna Yâ Sad! Sen hanımının yanında kal, ben çarpışayım dedi. Oğlu Sad ise, Eğer bu isteğiniz Cennetten başka bir şey için olsaydı seni kendime tercih ederdim. Fakat ben bu gazada şehîd olmak istiyorum dedi. Kurayı, Sad radıyallahü anh kazandı. Bedir Gazasına katılarak şehîd oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Beni en hayırlıyla baş başa bırak!..</label>
Rufâî Tarikatının kurucusu, piri, büyük mutasavvıf Seyyid Ahmed er-Rufâi hazretleri, (1118-1182) yılları arasında yaşamıştır. Seyyiddir, yani Hazret-i Hüseyinin soyundandır. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki: REHBERİNE KARŞI EDEPLİ OL!..Karşılıksız, garazsız şeyhine, rehberine hizmet et! Ona karşı son derece terbiyeli ve edepli ol! Gıyabında dahi onun şerefini koru. Huzurunda az konuş. Ona tanzim ve vakarla bak. Kardeşlerine öğüt ver, kalplerini kazanmaya çalış. İnsanların arasını bul...
Kalbini zikir ile, kalıbını da fikir ile tamir edip güzelleştir. Gayen su üstünde yürümek, havada uçmak olmasın. Bunları balıklar ve kuşlar da yapıyor. Himmet kanatlarıyla sonsuzluklara uçabiliyor musun? Sen ona bak!
Bu mübarek zat, şöyle bir hadise anlatır:
Çölde gidiyordum. Oturan bir kimse ile karşılaştım. Selâm verdim, cevâbını verdi, önce konuşmak istemedi. Biraz sonra, Allahü teâlânın zikri ile meşgul olmak lâzım. Çünkü, Onu hatırlamak kalblerin şifâsıdır. Ne yazık ki, insanoğlu bundan gafildir. Halbuki ölüm ona çok yakındır. Allahü teâlâ her an onu görmektedir dedi ve ağlamaya başladı. Ben de ağladım...
Bir müddet sonra ona, Efendim! Sizin, bu çöl ortasında tek başınıza kalmanızın hikmeti nedir? dedim. Bana, Yalnız değilim, Allahü teâlâ benimledir. Bunun için hiç yalnızlık hissetmiyorum dedi. Kalkıp hızlı hızlı yürümeye başladı. Bir taraftan da Ey benim Allahım! İnsanların çoğu seni bırakmış, başkalarıyla meşguller. Halbuki sen, bütün yaratılmışların yaratanısın. Ey kimsesiz kalanların sığınağı! Ey her şeyin sahibi olan Allahım! diyordu... Ben de peşinden takip etmeye başladım. Bir ara bana dönerek, Rabbim, sana afiyetler ihsân eylesin. Bana değil, benden daha hayırlı olana koş. Beni en hayırlı olanla baş başa bırak, beni meşgul etme. Geriye dön! dedi ve gözden kayboldu. Daha sonra da onun vefat ettiğini öğrendim...

ÖLDÜKTEN SONRA BELKİ!..
Ahmed-er Rufâî hazretleri, şiddetli bir ishal hastalığı sonunda Mısırda vefat etmiştir. Vefatından önce şöyle buyurdu:
Beni dilenci keşkülü yerine koymayın, tekkemi bugün harem, öldükten sonra mezar etmeyin. Ben Hak tealâdan tek olarak yaşamayı diledim, O beni toplum içinde yaşattı. Öldükten sonra belki o muradıma erişirim. Toprak üstünde her ne varsa eninde sonunda yine toprak olacaktır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
O oynadığın eller kefenin olsun!..</label>
Ebül-Berekât Hakkârî hazretleri, Doğu Anadolu evliyâsının büyüklerindendir. Miladi 12. ve hicri 6. asrın sonlarında Hakkâride vefât etti. Laliş köyünde amcasının inşâ ettirdiği ve kendisinin medfûn olduğu zaviyeye defnedildi... Çok kerametleri görülmüştür... BENDEN BİR İSTEĞİN VAR MI? Ebül-Fadl Meali anlatır: Yedi sene Ebül-Berekât hazretlerine hizmet ettim. Bir gün yemek yedikten sonra elini yıkıyor, ben de su döküyordum. Bana, İstediğin bir şey var mı? diye suâl buyurunca, Evet, duânız bereketiyle Kurân-ı kerîmi ezberlemek isterim dedim. O da, Allahü teâlâ sana kolaylık versin, her uzağı yakın etsin. Kurân-ı kerîmi ezberlemekte yardımcın olsun diye duâ etti.. Ondan sonra Kurân-ı kerîmi kısa zamanda hıfzettim. Allahü teâlâ onun duâsı bereketiyle, bana uzak olan yeri yakın, güç olan şeyleri de kolay eyledi...
Ariflerden Cârullah Magribî anlatır: Bir gün Ebül-Berekât hazretlerinin sohbetiyle şereflenmekteydim. Yufka içinde, kızarmış koyun eti yemek hatırımdan geçti. Çok geçmedi ki, bir arslan ağzında dürülmüş yufka ekmekle kapıdan girdi ve benim önüme bırakıp gitti. O sırada yukarıdan bir adam indi. Onun inmesi ve ekmeği görmesiyle, benim biraz önceki et yeme arzum tamamen kayboldu. Ona ikram ettik. Hepsini yedi. Ebül-Berekât hazretleriyle bir müddet sohbet ettikten sonra, geldiği gibi gitti. Ebül-Berekât hazretleri bana, İstek dediğin bu adamın arzusu gibi olur. Onun isteği öyle şiddetlidir ki, başkalarının isteğini izâle eder ve arzu ettiği anda onu yapması gerekir. Şu anda o, tâ Çine gitti buyurdu.

İNATÇININ HAZİN SONU!..
Oğlu Ebül-Mefâhir anlatır: Babam bir gün namaz kılan birinin elleri ile oynadığını gördü. Ona lüzumsuz hareketin namazı bozacağını anlattı. Adam inat edip, aynı hareketi yapmaya devam etti. Bunun üzerine babam hiddetlenip O oynadığın eller kefenin olsun deyiverdi. O anda, adamın elleri hareket edemez oldu. Adam çekip gitti. Birkaç gün sonra ağlayarak babamın huzuruna geldi. İyi olması için duâ istedi. Babam Artık, onun çâresi yok, ben sana Allahü teâlânın rızâsı için öfkelendim, öfkenin oku da o ellere saplandı. Gayr-i ihtiyari o sözleri söyledim. Artık senin kurtuluşun zor buyurdu. Adam çok geçmeden vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir garip çocuk ve Tâvûs bin Keysân</label>

Tâvûs bin Keysân hazretleri, Tâbiînin büyüklerindendir. Aslen İranlıdır. Duâsı kabûl olan zâtlardandı. O derece cesur ve kuvvetli kalbe sâhipti ki, öldürüleceğini bilse bile gayrimeşrû bir işi aslâ yapmaz ve dalkavukluğa kaçacak bir sözü hiç kullanmazdı. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki: DİL, YIRTICI BİR HAYVANDIR!Dilim bir yırtıcı hayvandır ki, onu bırakırsam beni hemen helâk eder.
Müslümanda ümid ve korku aynı olmalıdır. Eğer tartılırsa eşit gelmelidir.
Hazret-i Tâvûs, Mekhûle gönderdiği bir nasîhat mektubunda; Selâmün aleyküm, kardeşim Mekhûl, sakın yaptığın ibâdetlerin çokluğu sebebiyle, kendini Allahü teâlânın yanında büyük bir makam sâhibi sanmayasın. Çünkü, kendisini bu zanna kaptıranların hepsi ahirete eli boş gittiler. Eğer, yaptığım ibâdetlerin çokluğunu insanlar görsün, beni öğsünler diye düşünüyorsan, insanlar seni öğerler ve maksadın hâsıl olur. Fakat âhirete sen de eli boş dönersin diye yazdı.
Bir hac yolculuğunu şöyle anlatır: Hacca gitmiştim. Yanımda bir de çocuk vardı. Binecek bir hayvanı ve yiyecek bir şeyi olmayan bir garipti. Ey çocuk, senin yiyeceğin var mı? dedim. Çocuk; En iyi yiyecek takvâdır. Kerîmlerin evine giderken yiyecek götürmek uygun değildir dedi. İhram kuşandığımızda hepimiz Lebbeyk dediğimiz halde, çocuk söylemiyordu. Niçin söylemiyorsun dedim. Red cevâbını duymamak için dedi. Bu söz üzerine çok ağladım ve dedim ki: Bu çocuk red olunmaktan korkarsa, biz red olunur, kabûl edilmezsek hâlimiz nice olur?
Minaya kurban kesmek için geldik. Kurbanlarımızı kestik, fakat çocuk kesmedi. O, Ey benim Allahım! Herkes kurbanlarını kesiyor. Benim kurban kesecek hiçbir malım yok. Ancak, bu küçük vücûdumu senin rızân için kurban etmek istiyorum, lütfen kabûl buyurur musun Allahım? diyerek ağlıyordu.

SANA KAVUŞMAK İSTERİM...
Şiir:
Canım kurbân ederek, sana kavuşmak isterim./Bir can için söz etmeğe senden hayâ ederim./Bir değil yüz canımı sana fedâ ederim./Allahım rızân için, canımı terk ederim.
Çocuk, Kelime-i şehâdet getirerek canını, cânâna teslim etti. Annesi hâdiseyi öğrenince, çok üzülüp ağladı. Bir ses duydu: Ey Hâtun! Senin çocuğun, benim rızâma kavuşmak için canını fedâ etmek istedi. Kabûl ettim. Eğer istersen seninkini de kabûl ederim diyordu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yetmiş Heraklius olsa aldırmam!..</label>

Dün bir nebze bahsettiğimiz gibi, Eshâb-ı kirâmdan Dırar ibni Ezver radıyallahu anh, Bizansa esir düşmüştü. Ancak, O Herakliusun karşısında eğilmedi. Daha gür imanla İslamı savundu... Bizans İmparatoru Heraklius, Müslümanlar karşısında üst üste alınan hezimetlerden dolayı çok üzgündü. Dırar ve arkadaşlarının esir alındığını işitince çok sevindi. Derhal getirilmesini emretti. ŞU ARABIN İCABINA BAKIN!Heraklius ile aralarında şu konuşma geçti:
-Arabların fırka kumandanı Dırar sen misin?
-Evet! Peygamber yolunda sizinle harb eden Dırar benim!
-Bilmiş ol ki, şu anda vücudunu paramparça yapmak benim için zor değil!
-Huzur-u Muhammedîde bulunmuş bir Müslüman yetmiş tane Heraklius olsa hiçe sayar, tehdidine aldırmaz. İslam için terk-i hayat etmek bize her şeyden lezzetlidir...
Heraklius öfkeyle;
-Şu Arabın icabına bakı, diye emretti. Bir anda onlarca kılıç birden Dırar hazretlerinin vücuduna inmeye başladı. Bu dehşetli hal karşısında daha önce İslamı kabul eden ancak gizli tutan General Mika ne yapacağını şaşırdı. Din kardeşinin helak olmasına engel olamıyordu. Bir tedbir olarak Herakliusa:
-Bunu burada telef etmek ne fayda verecek. Onu tedavi edelim ve herkese ibret olsun diye halkın gözü önünde asalım, dedi. Bu teklif Herakliusun hoşuna gitti ve;
-Öyleyse buradan kaldır. Evine götür. İyileşince asalım, dedi.
Buna pek sevinen General Mika, Dırar hazretlerini evine götürdü...
Hazreti Dırar birkaç hafta sonra sağlığına kavuştu. Kızkardeşi Havle binti Ezvere bir mektup yazdı ve Mika vasıtasıyla gönderdi...

ZIRHINI YENİDEN GİYDİ!..
Bu sırada Antakya Müslümanlar tarafından muhasara altına alındı. General Mika bir fırsatını buldu ve Dırar İbni Ezver ile arkadaşlarını İslam ordusu tarafına kaçırdı. Bu kahraman yeniden zırhını giydi ve Rumlara karşı;
-Ey ehl-i Salib!.. Evvelce esir tuttuğunuz Dırar benim. Hamranı Batrosu öldüren benim, diye meydana atıldı. Karşısına çıkan Istafanı şaşırtıp bir kılıç darbesiyle yere serdi. Oradan Halid İbni Velidin (radıyallahü teâlâ anh) üzerine yürüyen Vardana hucum etti. Onu da yere serdi. Vardan öldürülünce Rumlar Şama doğru kaçışmaya başladı.
Bu savaşta Dırar İbni Ezver ve birlikte üç bin Müslüman şehid oldu. Kabri Ürdünde Dırar köyünde bir mescidin içinde bulunmaktadır. Allahü teala şefaatine nail eylesin...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dırar ibni Ezver radıyallahü anh</label>

Dırar ibni Ezver radıyallahü anh Esedoğullarının en zenginlerindendi. Babası eğri boyunlu anlamına gelen Ezver lakabıyla tanındığı için o da Dırar ibni Ezver diye şöhret buldu. Asıl adı Dırar ibni Malik ibni Evs el-Esedidir. 630 m. senesinde kabilesinden bir heyetle Medineye geldi. Resulullah sallallahü aleyhi vesellem efendimizin huzurunda Lamiyye kasidesini okudu. KÂRLI BİR ALIŞVERİŞ YAPTINBu kasidede o, içki, kumar, eğlence gibi zevkleri bıraktığını, ailesini ve bütün servetini terk ederek müşriklere karşı savaşmaya geldiğini ve bu alışverişte zararlı çıkmayacağını ümit ettiğini ifade etti...
Sevgili Peygamberimiz de kasideyi dinledikten sonra ona Kârlı bir alışveriş yaptın Ey Dırar! buyurdu. O da Kelime-i şehadet getirerek İslamla şereflendi.
Sevgili Peygamberimiz, hazreti Dırarı çeşitli kabilelere elçi olarak gönderdi. Kendi kabilesi Esedoğullarında çıkan Tuleyha İbni Huveylid diye birinin peygamberlik iddiasında bulunması üzerine onu, Beni Esed yöneticilerini yakından gözetlemekle görevlendirdi. Dırar bu yöneticilerin Tuleyhanın gücünden korktuklarını gördü ve ona karşı harekete geçerek kabiledeki Müslümanları bir araya topladı. Fakat bu sırada Resulullah efendimizin dar-ı bekaya irtihalleri haberi geldi. Bunun üzerine o, Müslüman yöneticilerle birlikte Medine-i Münevvereye döndü.
Dırar hazretleri, çeşitli bölgelerin fethi sırasında Halid bin Velid radıyallahü anhın emrindeki orduda yer aldı. Temimoğulları üzerine gönderilen birliklerden birine kumandanlık yaptı. Zekat toplanmasına karşı çıkan Malik İbni Nuveyre ve adamlarıyla çarpıştı. Hepsini esir alarak Halid İbni Velide teslim etti.

İKİ DEFA ESİR DÜŞTÜ!..
Hazreti Dırar; Kadisiye, Hire, Yermük, Şam ve Halepin fethinde bulundu. Yemamede büyük kahramanlıklar gösterdi. Şam civarında devam eden muharebelerde 100 kişilik keşif kolunda düşman kuvvetlerine yakalanarak esir düştü. Fakat arkadaşlarının şiddetli hücumlarıyla kısa müddette kurtuldu. İkinci defa esir düştü. Bu sefer başından çok acıklı sahneler geçdi. Türlü işkencelere maruz kaldı. Kılıç darbeleri arasında kan revan içinde baygın olarak yere yıkıldı ama davasından zerre miktar taviz vermedi. Onun esaret altında çektiği işkence tüyler ürpertir. Gösterdiği yiğitlik de göğüs kabartır. Nasıl yiğitlikler göstermiş, inşallah onu da yarın anlatalım..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Muhammed bin Nâsır es-selâmî</label>

Muhammed bin Nâsır es-selâmî hazretleri 467 (m. 1074) senesinde doğdu. 550 (m. 1155) senesinde vefat etti. Bu mübarek zat, önce Şafiî mezhebinde idi. Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyâda görüp, Hanbelî mezhebine geçmesi işâret buyurulması üzerine sonradan Hanbelî mezhebine girip, o mezhebin fıkıh bilgilerini öğrenip, bu husûsta âlim olmuştur. NİMETİ KORUYAN ŞÜKÜRDÜR!Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Hayır ve iyiliğin direği olup, karşılıklı sevgiyi meydana getirir. Rahatlık ve huzur onunla kalblere yerleşir, İslâm dîni, Müslümanları bu güzel haslete sevkederek cömert olmalarını bildirdi. Zîrâ dünyâ ve âhiret iyilikleri, cömertlikte toplanmıştır. Muhakkak onda Allahü teâlânın razı olması vardır. Bütün insanların da beğendiği ve razı olduğu bir iştir...
Allahü teâlâ İbrâhim sûresi yedinci âyet-i kerîmesinde meâlen; (Nimetlerime şükrederseniz, onu arttırırım) buyuruyor. Hikmet sâhibleri dedi ki: Şükürle nimet devam eder. Nimete küfredilir, kadrü kıymeti bilinmezse gider. Nimeti koruyan şükürdür. Şükür, nimetleri çoğaltır ve insanı cezadan korur. Nimetlere şükretmeyen, hayvanlardan sayılır.
Muhammed bin Nâsır hazretleri vefât ettiğinde geride hiç mal bırakmamıştır. Vefatı sırasında buyurdu ki:
Hiçbir dünyalık malım yok ki bunları miras bırakayım. Yalnızca elbisem var. Bunları da cenâzemi yıkayanlara verin!..

SEN ONLARIN REİSİSİN
Muhammed bin Nâsır hazretleri vefât ettiğinde, cenâze namazını kılmak için pekçok âlim toplanmıştı. Meşhûr bir âlim olması ve çok sevilmesi sebebiyle, cenâze namazı birkaç defa kıldırıldı. Cenâze namazı, vasiyeti üzerine önce Sultan Câmiinde Ebül-Fadl bin Şafiî tarafından kıldırıldı. Sonra Şeyh Abdülkâdir ve sonra İbn-i Kavarîrî tarafından Mensûr Câmiinde kıldırıldı. Bundan sonra da Harbiyede, Ömer el-Harbî kıldırdı. Öğle vakti Bağdatta Bâb-ı Harb kabristanına, Ebû Mensûr bin Enbârînin yanına defn edildi. Cenâzesinde büyük bir cemâat toplanmıştır.
İbn-i Cevzî, fıkıh âlimi Ebû Bekr bin Hudarînin şöyle anlattığını nakletmiştir:
Rüyâmda Muhammed bin Nâsırı gördüm. Efendim, Allahü teâlâ sana nasıl muâmele etti? dedim. Beni bağışladı ve bana, Hadîs âlimlerinden on kişiyi daha affettim. Çünkü sen, onların reîsisin ve seyyidisin buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cebel-ür-râsih Matar Bâzerâyî</label>

Matar Bâzerâyî hazretleri, Irakta yetişen evliyânın büyüklerinden ve âriflerin önderlerindendir. Bağdada 150 kilometre mesafede bulunan Necef şehrinin köylerinden Bâzerâya mensûb olduğu için Bâzerâyî denilmiştir. 550 (m. 1155) senesinden evvel vefât etti. HÂLİMİN VE MÂLİMİN VÂRİSİDİRTâc-ül-ârifîn Seyyîd Ebül-Vefâ hazretlerinin talebelerinden ve ona hizmet edenlerin önde gelenlerinden idi. Ebül-Vefâ hazretleri, bu talebesini çok överdi. Ona Cebel-ür-râsih lakabını verdi ve sık sık Matar, benim hâlimin ve mâlimin vârisidir buyururdu.
Matar Bâzerâyî hazretleri, zamanında bulunan evliyânın en büyüklerinden ve âriflerin göz bebeği olup, duâsı makbûl olan çok yüksek bir zât idi. Kendisini çok severlerdi. Bunun yanı sıra çok da celalli idi. Büyüklük ve üstünlüğü herkes tarafından bilinirdi. Kendisini görenlerde, muhabbetten hâsıl olan bir korku meydana gelirdi. Zühd sahibi idi. Dünyâya meyletmezdi. Hep kendi hâlinde yaşar, kimseye karışmazdı. Allahü teâlânın aşkıyla kendinden geçmiş bir hâlde bulunurdu. Kerâmetleri meşhûrdur...
Matar Bâzerâyî hazretleri buyurdu ki:
Zâtı ve sıfatları bakımından her türlü ayıp ve kusurdan münezzeh, akıl ve hayâl ile düşünmek ve tasavvur olunmaktan beri (uzak) olan Allahü teâlâ ile üns, ülfet ve Ona münâcat etmekten, kalbler ve rûhlar lezzet alırlar. Bunlara, dostların ağırlandığı temcid bahçelerinde kurulan yüksek köşklerde, manevî şekilde muhabbet şerbetleri ikram olunur. Bunun tadı ve zevki ile öyle coşarlar ve bu yolda ilerlemeleri öyle olur ki, bu ilerlemeleri Allahü teâlâya kavuşuncaya kadar devam eder...

SİZDEN SONRA KİME TÂBİ OLALIM!
Ömrü, insanlara İslâmiyeti anlatmakla geçen bu mübarek zat, Bekâ bin Batû hazretlerinden önce vefât etmiştir. Oğlu Ebül-Hayr, şöyle anlatıyor:
Babam vefât edeceği sırada yanında bulunuyordum. Kendisine dedim ki: Babacığım! Sizden sonra, evliyâdan hangi zâta tâbi olacağımız husûsunda bana vasıyyette bulunur musunuz? Bana Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine buyurdu. Ölüm hâlinde bulunduğundan, ben bu sözü, şuuru yerinde olarak söyleyip söylemediğini anlamak için sözümü tekrar ettim. Ey evlâdım. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin bulunduğu bir zamanda, ancak ona tâbi olunur buyurdu ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânîyi çok medheyledi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük devlet adamı Tayyar Mehmed Paşa</label>

Tayyar Mehmed Paşa, Sultan Dördüncü Murad devri Osmanlı sadrâzamlarındandır. Nasuh Paşa kethüdâlığından yetişerek Bağdat Muhâsarasında Safevîler tarafından şehit edilen (1625) Uçar Mustafa Paşanın oğludur... SABROLUNA SULTANIM!.. Tayyar Mehmed Paşa, çeşitli görevlerde bulunduktan sonra, vezir pâyesiyle Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Abaza isyânında, onunla berâber olmuş gibi görünerek Abazanın Kayseri Harbinde mağlup olmasını temin etti. Dördüncü Murad Hanın Bağdat Seferine çıktığı sırada Musul taraflarının muhâfazasıyla görevliydi. Sadrâzam Bayram Paşanın vefatıyla, orduya dâvet olunarak vezir-i âzam tâyin edildi.
Sultan IV. Murad Han, 1638 senesi ekim ayında, daha önceden İranın işgal ettiği Bağdad Kalesini muhasara etti... Bir gün Dicle kenarında iken; Bağdadı fethetmeden İmam-ı azam hazretlerinin türbesini ziyaret etmekten utanırım diyordu. Her akşam siperleri geziyor ve askerin moralini takviye ediyordu. Hendekler dolmuş, kale duvarları birçok yerden yıkılmış olup yürüyüş zamanı geldiği halde yapılmıyordu...
Muhasaranın 37nci günü Vezir-i azamı huzuruna çağırıp niçin nihai hücumun yapılmadığını sordu. Vezir-i azam Tayyar Mehmed Paşa tecrübeli bir devlet adamıydı. Padişahı sakinleştirecek sözler söyledi:
Sultanım sabroluna... Sonunda şehir fetholunacak, taarruza az bir zaman vardır. Askeri acele ile kırdırmayalım...
Padişah tekrar;
Senin namın, dilaverliğin ve şecaatin bu mudur? Tehirin manası nedir? diye sorunca Vezir-i azam;
Ben canımı Padişaha feda etmişim. Bu hakîr ölmekle bir şey olmaz. Allahü teâlâ kaleyi bize ihsan eylesin dedi ve ertesi gün kaleye hücuma kalkışıldı...

YÜZ KALEYE DEĞERDİN!
Bazı kuleler ele geçirilerek bayrak dikildi. Tayyar Mehmed Paşa, ön saflarda yalın kılıç kahramanca çarpışarak askeri coşturuyordu... Kale düşmek üzereydi. O anda bir kurşun Tayyar Paşanın alnına isabet etti ve oracıkta şehit düştü... İmâm-ı azam hazretlerinin türbesi bahçesine defnedildi... (23 Aralık 1638)
Tedbirli, temkinli, cesur ve değerli bir kumandan olan Tayyar Mehmed Paşanın vefâtı, Sultan Dördüncü Muradı çok müteessir etmiş ve; Ah Tayyar, Bağdat Kalesi gibi yüz kaleye değerdin. Allah taksirâtını af, Cennette rûhunu nûra gark eyleye sözleriyle hakkında hayır duâ etmiştir..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yemenli mutasavvıf Hettâr Cenedî</label>

Hettâr Cenedî, Yemende yetişen tasavvuf âlimlerindendir. Asıl adı Îsâ bin İkbâldir. Vefâtına kadar öğrendiği ilimleri, istekli olanlara öğretti. 606 (m. 1209) yılında Cened şehrinde vefât edip oraya defnedildi... Bu mübarek zatın çok kerâmeti görüldü. Ali Fetâ anlatır: TÖVBE EDİP DUASINI ALDIEbül-Gays bin Cemîl, Zübeydde hocası Ali bin Eflâhın yanından ayrılıp, Îsâ bin İkbâl Hettârın huzûruna vardı. Daha önce birbirlerini hiç görmemişlerdi. Gayb gözüyle Ebül-Gaysın ne niyetle geldiğini keşfedip; İki şeyhe birden bağlanılır mı, yâ Ebül-Gays? diye hitâb etti. O da; Hayır, efendim deyip, geri döndü.
Ahmed bin Cad anlatır: Bir gün ziyâret maksadıyla Cened şehrine gidip Îsâ bin İkbâl Herrâtı gördüm. Üzerinde çok pahalı bir elbise vardı. Böyle büyük bir zât, dünyâ malına ehemmiyet vermemesi gerekirken, herkesin imrendiği kıymetli elbiseler giyip dolaşıyor diye kalbimden geçti. Hettâr hazretleri benim bu hâlimi keşfedip anladı ve; Ey oğlum! Benim bu elbiseyi giymemin sebebi, Allahü teâlânın verdiğine râzı olmamdır. Çünkü biz, Allahü teâlâ ne verirse, onu giyiniriz dedi. Ben de hemen tövbe edip duâsını aldım.
Zübeydî, eserinde anlatır:
Îsâ bin İkbâl Hettâr, vefât etmeden önce talebesi ve halîfesi olan oğlu Ebû Bekre nasihatlerde bulunup, vefâtından sonra hastalıklı bir kimsenin kendisini ziyâret için geleceğini, ona izzet ve ikrâmda bulunup, selâmını söylemesini, hastalığını tedâvi edip, ilimde yetiştirdikten sonra geldiği yere göndermesini vasiyyet etti...

DAĞ BAŞLARINDA DOLAŞTI!..
Buyurduğu gibi, vefâtından sonra, Ebû Muhammed Mesûd bin Abdullah Habeşî adında bir kimse Terbiyye köyüne geldi. O, Kızıldeniz kenarında Rima vadisi yanında bulunan Arab kabilelerinden birinde çobanlık yapardı. Cüzzâm hastalığına yakalanınca, çobanlıktan ayrıldı. Aylarca dağ başlarında dolaştı. Hastalığının en şiddetli olduğu bir zamanda, Îsâ bin Hettârı ziyâret için geldi. Fakat o vefât etmişti. Oğlu Ebû Bekr onu karşıladı. Babasının vasiyyetini ve selâmını söyledi. Günlerce onu misâfir edip, hastalığını tedâvi etti...
Abdullah Habeşî, ilim ve ibâdetle meşgûl oldu. Günü gelince, geldiği yere geri döndü. Orada bir dergâh yaptırıp insanlara ders verip, ilim öğretti. Birçok kimse onun güzel hâllerini görüp, tövbe ederek sâlihlerden oldu. Vefât edince de, yaptırdığı dergâha defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Lût ve Sedum kavmi</label>

Lût aleyhisselâm Seduma (Sodom) yerleştikten sonra, Allahü teâlâ onu kavmine peygamber olarak göndermişti. Lût kavmi ahlâken çok düşük, Allahü teâlâya âsî bir topluluk idi. Bu kavmin insanları arasında livâta çok yaygınlaşmıştı... ONUNLA ALAY ETTİLER!..
Lût aleyhisselâm, kavmini îmâna çağırdı ve yaptıkları bu hayâsızlıktan vazgeçmelerini bildirdi. Eğer tövbe etmezlerse, acı bir azâba düşeceklerini onlara söyledi. Kavmi; Şâyet söylediklerin doğru ise, Allahın azâbının nasıl olacağını bize göster diyerek onunla alay ettiler.
Lût aleyhisselâm çaresiz kalarak bu kavme azâb inmesi için niyazda bulundu. Hak teâlâ Peygamberinin duâsını kabûl ederek, Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte Mikâil ve İsrâfil aleyhisselâmı gönderdi. Bu üç melek, yakışıklı genç kılığında Lût aleyhisselâmın evine geldiler. Kavmi, Hazreti Lûta evine erkek misâfir almasını yasakladığı için, bu misâfirleri gizlice evine aldı. Fakat, Hazreti Lûtun hanımı gizlice evden çıkıp, kavmine, evinde bulunan misâfirleri haber verdi. Kavmi derhal Lût aleyhisselamın evine geldiler.
Hazreti Lût; Ey kavmim! Allahü teâlâdan korkun. İçinizde aklı başında hiç bir kimse yok mu? dedi. Biz sana misâfir kabûl etmeyi yasaklamadık mı? dediler. Bunun üzerine Lût aleyhisselâm; Keşke size karşı gücüm ve kuvvetim yeterli olsaydı, muhkem bir kaleye sığınabilseydim diyerek kapısını kapattı. Fakat dışarıdakiler kapıyı o kadar zorladılar ki, Hazreti Lût kapıyı Cebrâilin işâretiyle açtı. Cebrâil aleyhisselâm cenâb-ı Haktan izin alarak kanadını şiddetle açar açmaz, içeri girenlerin gözleri tamâmen kör oldu. Birbirlerini çiğneyerek, feryâd ettiler ve Lûtun evini dünyânın en güçlü sihirbazları istilâ etmiş diyerek bağırıştılar. Melekler şöyle dediler:

BİZ, RABBİNİN ELÇİLERİYİZ!
Ey Lût! Gerçekten biz Rabbinin elçileriyiz, onlar aslâ sana dokunamazlar. Hemen gecenin bir vaktinde ev halkınla çık git, ancak hanımın müstesna. Çünkü kavmine isâbet edecek azap, ona da gelecektir. Onların helak zamanı sabah vaktidir...
Hak teâlâ, Lût aleyhisselâm ile ev halkını Şam ülkesine doğru yola çıkardı. Sabah olunca, Cebrâil aleyhisselâm kanadını açıp onların bulundukları beldenin altına sokarak, ne kadar canlı ve cansız varsa göklere doğru kaldırdı. Sonra bunları ters çevirip, yere çarptı. Hepsi de helak oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çaresizlerin çaresi Hayât bin Kays</label>

Hayât bin Kays, Urfanın Harran ilçesinde yetişen evliyânın büyüklerinden, ariflerin ileri gelenlerindendir. Ömrünün 50 senesine yakınını Harranda geçirmiş büyük bir velîdir. İnsanlar ve bazı sultanlar, onu ziyaret edip duâsını alırlar, onunla beraber olmakla bereketlenirlerdi. Cömertliğiyle meşhurdu. 1185 (h. 581) yılında orada vefât etti. Harranın dışına defnedildi... SULTANLAR DUASINI ALIRDI... Âlim ve câhil, herkes ondan istifâde etmiş, Harran halkının başı sıkıştığında doğruca ona koşmuştur. Meselâ Harran ovasında, bazan günlerce suyun damlası bulunmaz olurdu. Halk, bunun çâresini bulmuştu. Hemen Hayât bin Kays hazretlerine koşar, onun duâsını alır, duâsının himmet ve bereketiyle yağmur yağar, halk susuzluktan kurtulurdu...
Bu hususta onun yardımları saymakla bitirilemez. Sultan Nûreddîn Zengî onu ziyaret edip, Hıristiyanlara karşı yaptığı cihâdda azim ve gayretini kuvvetlendirirdi. O da, onun muvaffak olması için duâ ederdi. Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî de ziyaret eder, ondan duâ isterdi. Duâsını alarak yaptığı harbi kazanırdı...
Hayât bin Kays el-Harrânî hazretlerinin kerametleri meşhurdur. Hikmetlerle dolu, kalblere tesir eden sözleri pek çoktur. Buyurdu ki:
Kalbinde, Allah korkusu bulundurmak ve sıddîklerin hâlleri ile hallenmek isteyen kimse, her işinde sünnet-i seniyyeye yapışmalı, onu mutlaka yerine getirmeli ve helâl lokma yemelidir. İnsanın meleklik sıfatından mahrum olması, haram yemesi ve Allahü teâlânın yarattıklarına eziyet etmesi sebebiyledir.
Sâdık talebenin alâmeti şudur ki; bir ân dahi olsun, Rabbini zikretmekten, Onu hatırlamaktan ayrılmamalı ve Onun hakkını gözeterek, farzlara ve sünnetlere devam etmeli, dünyânın geçici zevklerinin sevgisini kalbe sokmayıp atmalı ve kalbinde dâima cenâb-ı Hakkın sevgisini bulundurmalıdır.

MUHABBET İLE KAVUŞULUR...
Vefat ederken talebelerine şunları söyledi:
Muhabbet, yanî Allahü teâlâyı sevmek, marifetin (yanî Onu tanımanın) ve Hakka giden yolun en büyük nişanıdır. Bakî (yanî sonsuz var) olan sevgiliye, muhabbet ile kavuşulur.
Ebû Abdullah el-Kureşî diyor ki: Vefâtlarından sonra kabirde, hayatlarındaki gibi kerametleri ve tasarrufları devam eden dört evliyâ gördüm. Bunlar: Marûf-i Kerhî, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî, Ukayl-i Münbecî ve Hayât bin Kays el-Harrânî hazretleridir.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri