Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İsyancı Sih lideri Guru Teg Bahâdır</label>

Âlemgîr Şâh, Hindistandaki Bâbür (Gürgâniyye) Devletinin en büyük hükümdârıdır. İlim ve ilim ehline çok kıymet verirdi. Kitap yazıp eser takdim eden âlimleri mükâfatlandırırdı. İnsanların huzûru için elinden gelen hiçbir şeyi esîrgemeyen Âlemgîr Şâh, halkı tarafından çok sevildi... ASKERLERİNİ TÜRKLERDEN SEÇTİHindular, böyle bir sultânın dînine girmek için adetâ yarışıyorlardı. Bunu vesîle bilen Âlemgîr Şâh, Müslüman olanları mükâfatlandırdı. Onlara zulmedenleri cezalandırdı. Kendi bâtıl dinlerini bırakıp hak din İslâmiyeti seçmelerini teşvik için, Hindûlara bazı imtiyazlar verdi...
Askerî kaynağı olan Orta Asya Müslümanlarına büyük itibâr gösterdi. Çünkü insanlar Hindistana gelince, hava şartları sebebiyle bir nesil sonra, cevvâlliklerini kaybediyorlardı. Ordunun güçlü kalabilmesi için, Orta Asya Türkleri arasından gelecek cesur yürekli ve çelik bilekli kimselere ihtiyâç vardı.
Memleketin aslî unsuru olan Müslümanların güçlenmesi için de elinden geleni yapan Âlemgîr Şâh, bazı sihirbaz ve hokkabazların, Müslümanları kandırmak için kendilerini kerâmet sâhibi evliyâ gibi göstermelerine karşı tedbirler aldı. Kışkırtmalar neticesinde zaman zaman ayaklanan Hindû ve Sihler, devletin başına bir hayli gaileler açıyorlardı. 1086 (m. 1675) yıllarında Sihlerin lideri olan Guru Teg Bahâdır, kendisine tâbi olan bazı Sihlerin Müslüman olmasını hazmedemeyip, isyâna kalkıştı...

SER VERİR SIR VERMEM!
Kendisinin ermiş bir kişi olduğunu, kerâmetler gösterdiğini iddia eden Guru Teg Bahâdır, yakalanıp Delhide Âlemgîr Şâhın huzûruna getirildi. Ya Müslüman olması veyâhut da, Sih inancının doğruluğunu isbat edecek bir delîl getirmesi istendi. Kabûl edip, kâğıt kalem istedi. Bir şeyler yazıp; Bu kâğıdı boynuma asacağım ve boynumu kılıç kesmeyecek dedi...
Söylediği gibi kâğıdı boynuna astı. Zâlimlerin boynunu vurmakta usta bir cellat getirildi. Cellat, Teg Bahâdırın arzu ettiği gibi boynuna kılıç çaldı. Adamın kellesi bir tarafa, boynuna astığı kâğıt bir tarafa uçtu. Kâğıdı açıp baktılar; Ser verir, sır vermem yazılıydı...
Teg Bahâdır, bozuk itikadı ile birlikte Cehenneme yuvarlanmıştı. Halbuki Âlemgîr Şâh, mümkün olduğu kadar adam öldürmeye yanaşmaz, işi sulhla halletmeye çalışırdı. Ama Teg Bahâdır, kılıcın boynuna çalınmasını kendisi istemişti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fitnelere bulaşmadan canımı al yâ Rabbi!..</label>
Dün bir nebze bahsettiğimiz Yemenli velî Seyyid Alî hazretlerini anlatmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz...Seyyid Alî hazretlerine karşı, zaman zaman haddi aşan, onu inciten edebsiz bir kimse vardı. Ona karşı incitici söz ve hareketlerde bulunurdu. Seyyid Alînin yakınları bir gün o edebsiz kimseye dediler ki: O ALLAH ADAMINI İNCİTME!..
Seyyid Alî, evliyâdan bir zâttır. Böyle zâtlara dil uzatmak, onları incitmek insanın helâkine sebep olur. Gel sen bu tehlikeli hâlden vazgeç ve tövbe et!
O kimse tövbe edeceği yerde, daha da ileri giderek;
Eğer o zât hakîkaten dediğiniz gibi ise, bana ne yapabilecek, görelim dedi... Bunları söyleyen o kimse, aynı gün öldü...
Seyyid Alî, bir zaman sefere çıkmıştı. Dönüşlerinde, Mekke-i mükerremeye yaklaşınca kâfilede olanlardan birisi, Seyyid Alîye; Efendim, süratle ileri gidip, çoluk-çocuğunuza ve tanıdıklara gelmekte olduğunuzu haber vermek istiyorum. Buna işâret olarak da tesbihinizi onlara göstermek istiyorum. Acaba izniniz olur mu? dedi.
Seyyid Alî buna izin vermedi. Bir müddet sonra kâfile bir yerde konakladı. Seyyid Alî istirahat ederken (uyurken), o kimse habersiz olarak o mübareğin tesbihini aldı ve uzaklaştı. Biraz sonra yolun üzerinde çok büyük bir yılan ile karşılaştı. Yılan bir türlü o kimsenin geçip gitmesine izin vermiyordu. Adam, Seyyid Alînin tesbihini izinsiz ve habersiz olarak aldığı için bu yılanla karşılaştığını anladı. İşlediği hatâya pişman olarak ve üzülerek mecbûren geri döndü. Seyyid hazretlerinden özür diledi, o da affetti.

DOKTORLAR ÇARESİZ KALDI!..
Seyyid Alî hazretlerinin, buna benzer menkıbe ve kerâmetleri daha pek çoktur... Çok zâhid idi. Dünyâ nimetlerine, mevki ve makamlarına dönüp bakmazdı... İnsanların Allahü teâlâyı tanımakta, Ona ibâdet ve tâatte gevşek davranmalarına çok üzülerek, dünyâ hayâtından usandı. Allahü teâlâya kavuşmak arzu ve iştiyâkı şiddetlendi ve bunun için Allahü teâlâya;
Yâ Rabbi, âhir zaman fitnelerine bulaşmadan canımı al diye duâ etti...
O günlerde hastalandı. Doktorlar, tedâvi etmekte âciz kaldılar. Hastalığının başlamasından on iki gün sonra 1048 (m. 1638) senesi Muharrem ayının yirmibeşinde, Mekke-i mükerremede vefât etti. Haremi şerîfte namazı kılınıp Cennet-ül-muallâ kabristanında defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ümmî velî Seyyid Alî</label>

Seyyid Alî, Yemende yetişen evliyânın büyüklerindendir. 958 (m. 1551) senesinde Yemende bulunan Terîm beldesinde doğdu. Orada yetişti. 1048 (m. 1638) senesi Muharrem ayının yirmibeşinde, Çarşamba günü öğleden evvel, Mekke-i mükerremede vefât etti. Cennet-ül-muallâ kabristanında medfûndur... DUASI KABUL OLDU...Seyyid Alî, Ümmî bir zât idi. Sonraları, bulunduğu Terîm beldesinden çıkıp, Yemenin diğer beldelerine ve Haremeyne (Mekke ve Medineye) gitti. Önceleri ticâret işleri ile meşgûl olurdu. Gittiği yerlerde âriflerden, evliyâdan olan birçok zâtlarla görüşüp sohbetlerinde bulundu. Onlardan çok istifâde etti. Bir Kadir gecesinde, Allahü teâlâya, rızkının ve ömrünün bereketli olması için duâ etti. Ayrıca;
Allahım! Beni de hidâyete kavuşturduğun kullarından eyle! diye yalvardı.
Allahü teâlâ onun bu samîmi duâsını kabûl buyurdu.
Seyyid Alî bundan sonra ticâreti terk ederek, tamamen tasavvuf yoluna yöneldi. Mekke-i mükerremede yerleşti. Orayı vatan edindi ve orada evlendi. Çoluk çocuğu oldu. Âlim ve evliyâ zâtların huzûr ve sohbetlerinde bulundu. Tasavvuf yolunda yetişip kemâle geldikten sonra, insanlar onun sohbetlerine devam etmeye başladılar.
Seyyid Alînin çok kerâmetleri görül-müştür. Talebelerinden birisi onun kerâmetlerini toplayıp, küçük bir risâle meydana getirmiştir.

KENDİ KENDİNE SÖZ VERDİ...
Vecîhüddîn Abdürrahmân bin Atîk el-Hadramî isminde meşhûr bir kimse vardı. O kimse, seyyidlerden bazılarına dil uzatır, eziyet ederdi. Nihâyet o seyyid zâtlar, daha fazla tahammül edemeyip Seyyid Alîye gelerek, o kimsenin kendilerine yaptıklarını haber verdiler ve ona bedduâ etmesini istediler. Seyyid Alî onlara buyurdu ki:
Artık onun şerrinden emîn olursunuz. İnşâallah bundan sonra size hiç sataşmaz.
O gün akşam olduğunda, Vecîhüddîn evinde iken evi yıkıldı. Kendi canını zor kurtardı. Evi de yeni yaptırmıştı. Kendi kendine çok korktu. Bu hâlin seyyidlere olan eziyetleri sebebiyle meydana geldiğini anladı. Yaptıklarına çok pişman oldu. Kendi kendine söz verdi ki; bundan sonra seyyidlerden hiçbir zâta karşı gelmeyecek ve sıkıntı vermeyecekti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kâbe'de vefât eden çocuk!..</label>

Rûh-ül-Beyân tefsîrinde anlatılır: Allahü teâlânın velî kullarından birisi, İbn-i Sinâya; Ömrünü aklî ilimlerle bitirdin. Bununla hangi dereceye ulaştın diye sordu. O da; Günün saatlerinden bir vakit buldum ki, o vakitte demir hamur gibi olur dedi velî zât; O saati bana bildir dedi. O vakit gelince İbn-i Sina, velî zâta haber verdi ve eline bir demir parçası alarak parmağını demire soktu... AKILLIYA YAKIŞAN ODUR Kİ!.. O vakit geçtikten sonra velî zât, İbn-i Sinaya; Biraz önce yaptığın gibi demire parmağını sokabilir misin? dedi. İbn-i Sinâ; Hayır! Çünkü o bu vaktin özelliklerindendir. Başka zaman yapılamaz deyince, velî zât eline bir demir alıp, parmağını soktuktan sonra; Akıllıya yakışan ömrünü fâni şeylerle harcamamaktır dedi...
***8734;***8734;***8734;
Bir zât, hacca giderken Ahmed-i Nâmıkî Câmî hazretlerinin sohbetlerine katıldı. O mübareğin başının üzerinde bir nûrun parladığını gördü. Ona olan sevgi ve bağlılığından hac için izin istedi. Ahmed-i Câmi, onun hacca gitmesine müsâade etti. O zât hac farizasını yerine getirdikten sonra tekrar Ahmed-i Nâmıkî Câmînin meclisine uğradı. Fakat, bu sefer hacca giderken gördüğü nûru göremedi. Bunun sebebini sordu. O da; Sen hacca gitmeden önce iltica ve acizlik içinde idin. Buraya gelip himmete kavuştun. Şimdi ise hac farizasını îfa ettikten sonra hacı unvanını aldın. Bu durum seni gurûrlandırdı. Kendine bir mertebe verdiğin için, bu hâl seni önce kavuşmuş olduğun manevî dereceden düşürdü. Bu yüzden de o nûru göremez oldun buyurdu.

O, BEYTİN SAHİBİNİ İSTEDİ!
Vaktiyle bir velî, hac farizasını yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitmeye niyet etti. Henüz âkıl bâliğ olmayan erkek evlâdı ona; Babacığım nereye gidiyorsun? diye sordu. Velî; Beytullaha gidiyorum dedi. Çocuk o evi gören, evin sâhibini de görür sanarak, babasına; Ey Baba! Beni niçin götürmüyorsun? deyince, babası; Oğlum sen hacla mükellef değilsin dedi. Çocuk ağlayıp ısrar edince, velî zât çocuğunu da hacca götürdü. Mîkâta vardıklarında, ihrâma girip, telbiyede bulundular. Harem-i şerîfe girince Beytullah göründü. Çocuk Kâbe-i şerîfi görür görmez; Allahü ekber diyerek, orada rûhunu teslim etti. Babası bu duruma hayret edince, Kâbe-i şerîften şöyle bir nidâ geldi:
Sen beyti istedin, beyti buldun. Çocuk ise beytin sâhibini istedi. O da Allahü teâlâyı buldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve fıkıh âlimi İbn-i Neccâr</label>
İbn-i Neccâr hazretleri, Hadîs, târih, nahiv, tecvîd, kırâat ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi, tabîbdir. 578 (m.1182) yılında Bağdadda doğdu. 643 (m.1245) yılında orada vefât etti. Bağdad gibi bir ilim merkezinde, ilim sahibi bir ailenin çocuğu olarak dünyâya gelen İbn-i Neccâr, on yaşında iken hadîs-i şerîf ilmi ile meşgûl olmaya başladı... KIYMETLİ ESERLER YAZDI...Bu mübarek zat, Şam, Mısır, Hicaz, İsfehan, Merv, Hirât, Nişâbûr gibi şehir ve bölgelere gitti. 624 (m.1227) yılında, ilk çıkışından yirmi yedi sene sonra Bağdada döndü ve orada pek kıymetli eserler yazdı. Müstensıriyye Medresesi açılınca, orada hadîs ilimleri okuttu...
İbn-i Neccârın Ebû Hüreyreden (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); Bir kimse bildiği ilmi gizlerse, kıyâmet gününde ateşten bir gemle gemlenir buyurdu.
Enes (radıyallahü anh) rivâyet etti: Bir kimse Resûlullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûrlarına gelerek: Ey en hayırlımız! En hayırlımızın oğlu! Ey efendimiz ve efendimizin oğlu! diye çeşitli sözlerle Resûlullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) hitâb etmeye cüret etti. Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); Ben size ne söylemişsem, onu söyleyin. Sizi şeytan saptırmasın. Bana Allahü teâlânın verdiği mevkîyi verin. Ben, Allahın kulu ve Resûlüyüm buyurdu.
Ömer bin Ebû Seleme (radıyallahü anh) rivâyet etti: Bir gün Resûlullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) beraberinde yemek yemekle şereflenmiştim. Ben, tabağın orasından burasından yemeye başladım. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); Önünden ye! buyurdular.

KİTAPLARINI VAKFETTİ...
İbn-i Neccâr hazretlerinin kimsesi yoktu. Hiç evlenmedi. Ömrü boyunca yalnız Allahü teâlânın dinine hizmetle meşgûl oldu. Kimseye muhtaç olmadı. Kimseden bir şey istemedi, isteklerini yalnız Allahü teâlâya arz eder, ihtiyâcını ondan isterdi. Vefât etmeden önce, kitaplarını Nizamiye Medresesine vakfetti. Seyahatleri esnasında kendisine hediye edilen bir miktar parası vardı. Bu para ile geçinirdi. Yâ Rabbi, beni kimseye muhtaç etme. Param bittiğinde canımı da al diye dua ederdi. Nihayet elindeki para bitti. O gün tekrar dua edip Yâ Rabbi, bana ihsan ettiğin dünyalıklar nihayet bitti. Artık bu dünyada işim kalmadı. Canımı al diye dua etti ve hemen ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nasıl olsa öleceksin!</label>

Merzûk bin Hasen, Yemenin Zebid şehrinde yetişen evliyânın büyüklerindendir. İbrâhim-i Çeştî, Merzûk Sârifî, Ahmed-i Sayyâd gibi âlimlerin sohbetinde bulundu. Kendisi de birçok talebe yetiştirdi. Ümmî idi. Yâni okuması yazması yoktu. Fakat Allahü teâlânın inâyeti, yardımı ile çok ilim sâhibi olmuştu... SULTAN, ONU İMTİHAN ETTİ!.. Bir defasında, zamanın sultânı, Merzûk hazretlerini bir ziyâfete davet etti. Maksadı, onu imtihan etmekti. Kerâmet sahibi olduğu söyleniyor, bakalım aslı var mı? düşüncesiyle hareket ediyordu. Bir sığır ve bir de at kestirip, etlerini ayrı ayrı pişirttirdi. Ayrı ayrı tabaklara koydurdu. Sonra Merzûk hazretlerini yemeğe davet ettiler. Merzûk hazretleri, talebelerinden bazıları ile gelip sofraya oturdu. Sultânın adamları da sofraya oturdular. Merzûk bin Hasen hazretleri, içinde sığır etinin bulunduğu tabakları talebelerinin önlerine dağıttı, içinde at eti bulunan tabakları da sultânın adamlarının önlerine koydu. Sultân dikkatle takip ediyordu. Sığır etlerinin hepsinin Merzûk hazretleri ve talebelerine, at etlerinin de kendi adamlarına geldiğini görünce çok hayret etti. Tabaklar önceden, sâdece sultânın bileceği şekilde karıştırılmış idi. Merzûk hazretleri ise, bu tabakları hiç yanlışlık olmadan ayırıyor, sığır etlerini kendi talebelerine, at etlerini de sultânın adamlarına ayırıyordu. Sultan bir ara; Bunların hepsi temiz ettir. Niçin ayırıyorsunuz? deyince, Merzûk hazretleri; Bu tabaktaki etler, fakirlere (bizlere) lâyıktır. Diğer tabaklardaki etler de, sultanların adamlarına, hizmetçilerine lâyıktır buyurdu. Bunları işiten Sultan, Merzûk hazretlerinin fazilet ve yüksekliğini anlayarak, hemen yanına yaklaştı. Merzûkun elini öptü, ondan nasihat istedi. Lütfen bana emrediniz! Hüküm vermekte nasıl davranayım? dedi. Merzûk hazretleri de ona nasıl davranması icâb ettiğini açıklayarak, çok nasihatlerde bulundu...

ZATEN ECELİN GELDİ!
Merzûk bin Hasenin oğullarından birinin, bir kimsede alacağı vardı. Bir zaman sonra o kimseden alacağını istedi. O kimse borcunu inkâr ettiği gibi, Merzûka gelerek, Benim kimseye borcum olmadığı hâlde oğlun benden para istiyor diye şikâyette bulundu. O da oğlunu çağırıp; Evladım, sen borcu, alacağı, malı boşver! Nasıl olsa öleceksin. Zâten ecelin geldi buyurdu. O oğlu, o mecliste vefât etti
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Rahmete kavuşmuş bahtiyar kimse...</label>

Malik bin Dinar, evliyânın büyüklerindendir. Hasan-ı Basrî hazretlerinin talebesidir. Basrada doğdu. 748 (H.131) târihinde vefât etti. Bu mübarek zat, kendisinin bizzat yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatıyor:Basrada küçük bir grubun bir cenaze taşıdığını gördüm. Cenazeyi uğurlayan çok kimse yoktu. Cenazeye neden az iştirak olduğunu sordum. Dediler ki: BU ADAM GÜNAHKÂR
- Bu adam büyük günahkâr, asi ve ömrünü boşa harcamış biriydi.
Ben de cenazenin namazını kıldım ve kabrine indirdim. Sonra bir gölgeliğe çekildim. Uyuyakalmışım. Rüyamda iki meleğin gökten indiğini gördüm. Az önceki cenazenin kabrini açtılar. Biri onun yanına indi ve arkadaşına şöyle dedi:
- Onu cehennem halkından yaz. Bunda isyansız ve günahsız bir organ yok!
Dışarıdaki arkadaşı ona dedi ki:
  • Ey kardeşim, onun hakkında acele karar verme! Gözlerini bir yokla.
  • Gözlerini yokladım. İki gözünü de haram bakışlarla dopdolu gördüm.
Arkadaşı onun kulağını, dilini, ellerini ve ayaklarını yoklamasını söyledi. Şu cevabı aldı:
- Kulağını yokladım. Kötü ve çirkin şeyleri dinlemesiyle dolu gördüm. Dilini yokladım. Yasaklara dalması ve haramları dile getirmesiyle dolu olduğunu anladım. Ellerini kontrol ettim. İki elinin de haram olan lezzet ve nefsanî isteklerle dolu olduğunu fark ettim. Ayaklarını da yokladım. Ayaklarını çirkinliklerde ve kötü işlerde yürümesiyle dopdolu buldum!
Diğeri dedi ki:
- Ey kardeşim, sen yine acele etme. Bir de ben onun yanına ineyim.
İkinci melek cenazenin yanına indi. Biraz bekleyip arkadaşına dedi ki:

KALBİ İMANLA DOLU...
- Ey kardeşim, ben bunun kalbini yokladım ve imanla dolu olduğunu öğrendim. Onu rahmete kavuşmuş bahtiyar kimse olarak yaz! Artık Allahın lütfu, onun günah ve hatalarını bütünüyle kuşatmaktadır...
Yafiî Hazretleri diyor ki: Ancak bu saadet, o kişi için Allahın yardımıyla hasıl olmuş demektir. Fakat bu saadet her günahkâr için ortaya çıkmaz. Böylesine de güvenip aldanma! Bütün günahkârlar, güçlerinin yettiği hususlarda tehlikeyle karşı karşıyadırlar. İtaatkâr kullar da kendileri için nasıl bir sonuç olacağını bilemezler. Yüce Allahtan dünya ve ahirette güzel son ve bağışlanma, af ve afiyet dileriz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İslâmiyet seninle kuvvet bulacak!..</label>

Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri Türkistanın büyük velîlerinden ve Silsile-i aliyyenin on sekizincisidir. 1403 (H.806) senesinde Taşkentte doğdu. 1490 (H.895) senesinde Semerkantta vefât etti. Kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki: BÜTÜN BU SÖZLERİN ÖZÜ!..Şeyh Ebû Saîd Ebül-Hayr, tasavvufu şöyle târif etmiştir: Şimdiye kadar evliyâdan yedi yüz zât tasavvufun târifi husûsunda çeşitli sözler söylemişlerdir. Bütün bu sözlerin özü şu noktada toplanır: Tasavvuf; vakti, en değerli olan şeye sarf etmektir.
İnsanın kıymeti; idrâkinin, zekâsının, bu yolun büyüklerinin hakikatlerini anladığı kadardır.
Reşehât kitabının müellifi şöyle anlatmıştır:
Ubeydullah-i Ahrâr hazretlerine bir gün rüyâsında şöyle denildi: İslâmiyet, senin hizmetinle, mededinle kuvvet bulacak. Bunun üzerine Bu iş, sultanları ve emirleri vâsıta etmeden yerine gelmez diyerek, zamanın sultânı ile görüşmek üzere Semerkanda gitti. Bu yolculuğunda Mevlânâ Nâsırıddîn Etrârî de yanında bulunuyordu. O, şöyle anlattı:
O zaman Semerkandda Mirzâ Abdullah sultan idi. Semerkanda vardığımız zaman, Mirzâ Abdullahın beylerinden biri, Hâce Ubeydullah hazretlerini karşıladı. Ona dedi ki:
-Bizim buralara kadar gelmekten maksadımız, sizin Mirzânız ile görüşmektir.
Karşılamaya gelen bey, edebsizce şöyle cevap verdi:
-Bizim Mirzâmız, pervasız bir gençtir. Onunla görüşmek kolayca kabûl edilir bir iş değildir. Hem dervişlerin bu sultanla görüşmekte ne maksadları olabilir?..
Bu sözler, o edebsizin son sözleri oldu. Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri bu sözden gadaba gelip buyurdu ki:
-Bize Sultan ile görüşmek emredilmiştir. Ben buraya kendi kendime gelmedim. Sizin Mirzânız eğer pervasız ise, onu değiştirip yerine pervâlı olan birini getirirler!..

MÜLKÜNE EL KOYDULAR!..
Bunun üzerine karşılamaya gelen o bey ayrılıp gitti. O gidince Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri onun ismini mürekkeple duvara yazdı. Sonra parmağını ağzında ıslatarak sildi.
-Bizim işimiz, o Sultandan ve onun kumandanlarından beklenemez, gidelim! dedi.
O gün Taşkende döndüler. Kısa bir zaman sonra, o karşılayan ve edebsizlik eden bey vefât etti. Bir ay sonra da, Türkistanda Mirzâ Ebû Saîd zuhur etti ve Mirzâ Abdullahı öldürüp, mülküne el koydu. Yerine sultan oldu...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sen, asîl kimseleri seç</label>
Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerindendir. 641 (H.21) senesinde Medîne-i münevverede doğdu. 728 (H.110) senesinde Basrada vefât etti. Kabri Basrada Sâlihiyye adı verilen yerde olup sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir... KİM AZİZ, KİM ZELİL!..Hasan-ı Basrî hazretlerinin hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Allahü teâlâ hakkı için söylüyorum. Hiçbir kimse altın ve gümüşü ile Allahü teâlâ katında azîz olmadı. Altını ve gümüşü olmayan hiçbir kimse de Allahü teâlâ katında bu sebeple zelîl olmadı.
Müminin ahlâkı, zenginlikte iktisâd, genişlikte şükür, belâ ve musîbet zamânında sabırdır.
İnsanoğlu dünyâdan üç şeye hasretle gider: Topladığına doymaz. Umduğuna kavuşamaz. Önündeki âhiret yolculuğuna iyi azık temin etmez.
Bir kimse gelerek; Şimdi münâfık var mı? diye sordu. Eğer şimdiki münâfıklar, öldürülüp, cesetleri sokaklara atılsa, hiçbir yere çıkamazdınız buyurdu.
Bir defâsında da; Allahü teâlâya ve kullarına karşı edepli olmayan kimsenin ilmine îtibâr edilmez. Belâ ve musîbetlere, insanlardan gelen sıkıntılara günahlardan sakınıp, farzları yerine getirmeyenin dindarlığı mûteber değildir. Haramlardan ve şüphelilerden sakınmayanın Allahü teâlâ katında bir mertebesi ve yakınlığı yoktur buyurdu.

BANA BİR YARDIMCI GÖNDER
Ömer bin Abdülazîz rahmetullahi aleyh halîfe olunca, Hasan-ı Basrîye bir mektûb yazıp, Bana din işlerinde yardımcı olacak bir kimse gönder dedi. Cevâbında şöyle yazdı: Sana göndereceğim kimse iki türlü olabilir. Yâ dünyâyı sever, sana nasîhat etmez. Veyâ Allah adamıdır, Onu taleb eder, seninle sohbet etmez. Fakat sen, asîl kimseleri seç. Bunlar dînin emirlerine tam uyamasalar bile, halkın hakkını gözetirler. Aslında asîl ve temiz kimseler hatâ yapmazlar...
Hâricîlerden biri, Hasan-ı Basrî hazretlerinin sohbet meclisine gelir, sohbette bulunanlara eziyet verirdi. Nihâyet bir gün, Bu hâricî bize eziyet ediyor, halîfeye de bildirmiyorsunuz dediler. Hasan-ı Basrî hazretleri hiçbir şey söylemedi. Bir gün Eshâbı ile otururken, o şahsın yine geldiğini gördü. Allahım, onun bize yaptığı eziyeti biliyorsun. Dilediğin şeyle onu bizden meneyle! diye duâ etti. O şahıs hemen yüzüstü yere düştü. Evine götürmek üzere onu kaldırdılar, âilesine ulaşamadan öldü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bu îmânım bana kâfidir</label>

Ebû Hüreyre radıyallahü anh en fazla Hadis-i şerif rivayet eden sahabedir. Bu hususta şöyle demiştir: Çok hadîs rivâyet etmemin sebebi şudur: Ben fakîr bir kimseydim. Belli bir işim yoktu. Her zaman Resûlullah efendimize hizmet ediyordum. Muhâcirler çarşıda, pazarda alışverişle; ensâr da kendi malları, mülkleriyle uğraşırken, ben Resûlullah efendimizin yanında bulundum. Dolayısıyla diğerlerinden daha çok şey duydum... CÂHİLE İLİM ÖĞRET Kİ!..Bu mübarek sahâbe, her cuma günü namazdan önce hadîs-i şerîf dersleri verirdi. Hadîs-i şerîf öğrenmek için gelenler onun etrafında toplanırlardı. Onun ders meclisi pek geniş olup, birçok kimse ondan ilim öğrenip, ilimde yükselmiş ve hizmet etmiştir...
Peygamber efendimiz Ebû Hüreyreye sık sık nasîhat ederdi. Bir gün buyurdu ki:
Yâ Ebâ Hüreyre! Sapıtana doğru yolu göster, câhile ilim öğret, böylece sana şehîdlik mertebesi verilir.
Ebû Hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatmıştır:
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında iki kişi vardı. Birisi sohbetlere devâmlı gelirdi. Diğeri ise sohbetlere az gelir ve iyi ameli de az görülürdü. Sohbetlere devâmlı gelen kimse, bir gün Resûlullaha kıyâmet ne zamân kopacaktır? diye sordu. Resûlullah efendimiz Kıyâmet için ne hâzırladın? buyurdu. Allahü teâlânın ve Resûlünün muhabbetini hâzırladım dedi. Resûlullah ona Sen sevdiklerinle berâber olacaksın ve senin için hesâb yoktur buyurdu. Sohbetlere az gelen kimse vefât etti. Resûlullah, Biliyor musunuz, Allahü teâlâ o kişiyi Cennete koydu buyurdu. Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân hayret ederek birbirlerine bakıştılar. Bu hâli o şahsın hanımına, yine hayretlerini belirterek söylediler. Hanımı şöyle dedi:

BEN ŞEHÂDET EDERİM Kİ!..
Kocam her ezân okunduğunda, müezzin Lâ ilâhe illallah deyince Allahtan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. Her şehâdet edene Allahü teâlânın kâfi geleceğine inanırım derdi. Müezzin, Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah deyince de: Her şehâdet eden gibi şehâdet ederim. Bu îmânım bana kâfidir derdi...
Bu sözleri duyanlar, Resûlullahın huzûruna döndüklerinde, dahâ onlar bir şey söylemeden, Resûlullah efendimiz, o kimsenin hanımının anlattıklarını söyledi ve Allahü teâlâ onu, bu sebeple Cennete koydu buyurdu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bazı hükümdarlara gönderilen elçiler...</label>

Hâtıb bin Ebî Beltea radıyallahü anh elçi olarak Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem İslama davet mektûbunu İskenderiyye meliki Mukavkasa götürdü. Melik onu iyi karşılayıp, ikrâmda bulundu. Mektûba cevâb olarak şöyle yazdı: Ben biliyorum ki gönderilmedik bir Peygamber kaldı. Fakat zannediyorum ki, o Peygamber Şâmdan çıkacaktır... MÜLKÜ ONA KALMAYACAK!..
Mektûbla berâber iki câriye vererek, elçiyi geri gönderdi. O câriyelerden biri hazret-i Mâriye idi. İbrâhîmin radıyallahü anh annesidir. Mukavkas bir de beyâz katır hediyye etti. Bu katır Düldül adıyla meşhûrdur. Elçi Hâtıb bin Ebî Beltea dönüp, Mukavkasın söylediklerini Resûlullah efendimize anlattı. Resûlullah efendimiz O habîs mülkünü kıskandı. Fakat mülkü ona kalmayacak buyurdu... Mukavkas, hazret-i Ömerin halîfeliği sırasında Mısırda öldü...
Resûlullah efendimiz, Şüca bin Vehebi radıyallahü anh Melik Hâris bin Ebî Şemr Gassâniye elçi olarak gönderdi. O melik Şâmda Gavta denilen yerde idi. Şüca bin Veheb önce melikin vezîri ile görüştü. Vezîr ondan Resûlullahın bazı hâllerini sordu ve îmân etti. Söylediğin şeyleri aynen Îsâ aleyhisselâm da bildirdi. O Peygamberin geleceğini haber vererek müjdeledi dedi. Vezîr, Şüca bin Veheb hazretlerine hürmet ve ikrâmda bulundu. Sonra onun elçi olarak geldiğini melik Hârise bildirdi. Hâris bin Ebî Şemr başına bir tâc giyip huzûruna çağırdı. Şüca bin Veheb Resûlullah efendimizin İslâma davet mektûbunu verdi. Hâris bin Ebî Şemr mektûbu okuduktan sonra yere attı. Mülkümü elimden alabilirmiş. Hemen atları nallayıp hâzırlayın. Yemende bile olsa Onun üzerine bir ordu göndereyim dedi. Bunun üzerine Müslümân olan vezîr, Şüca bin Vehebe dedi ki:
Bu olanları gidip, Resûlullaha anlat. Müslümân olduğumu söyle ve selâmımı ilet!

O, HELÂK OLUR!..
Sonra onu uğurladı. Gelip durumu Resûlullaha haber verdi. Resûlullah O helâk olur buyurdu. O sene Hâris öldü ve memleketi başkasının eline geçti...
Abdullah bin Huzâfe de, bir İslâma davet mektûbuyla Kisrâya (İrana) elçi olarak gönderildi. Kisrâ, mektûbu yırtıp parça parça etti. Resûlullah efendimiz bunu haber alınca, Allahü teâlâ da onun mülkünü parça parça etsin! buyurdu. Kısa zamân sonra Kisrâyı oğlu Şîreviyye öldürdü, ülkesi de paramparça oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dülgerzâde Mehmed Efendi</label>
Dülgerzâde Mehmed Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân devri âlim ve müderrislerindendir. İsmi, Muhammed bin Muhammed olup, Dülgerzâde adıyla meşhûrdur. Babası Muhammed bin Neccâr, büyük tüccârlardandır. Aslen Karamanlıdır. 977 (m. 1569) senesinde İstanbulda vefât etti. Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesi yakınına defnedildi... DEDE İSTANBULDA, BABA ÜSKÜPTE...Dülgerzâde Mehmed Efendinin dedesi, ticâret maksadıyla çok yerler gezmiş, daha sonra İstanbula gelmişti. Saraçhâne yakınında bir mescid yaptırmış ve geri kalan ömrünü burada ibâdetle geçirmişti. Babası ise Üskübe göçmüş, bir mescid yaptırıp, âhiret hazırlığı ile meşgûl olmuştu...
Dülgerzâde Mehmed Efendi, önce kendi memleketinin âlimlerinden ilim tahsil ettikten sonra, hemşehrisi İshak Efendinin Medresesinde tahsilini tamamladı. Sahn-ı semân Medresesi müderrisi olan Molla Gazâlîye muîd (asistan) oldu. 942 (m. 1535) senesinde de mülâzım olmuştu. Önce Tire Medresesine, sonra Bursada Hamza Bey Medresesine müderris oldu. 958 (m. 1551) senesinde Karamânî Mehmed Efendi yerine Edirnede Halebiyye Medresesi müderrisi oldu. 960 (m. 1553) senesinde bu vazîfesinden ayrıldı. 962 (m. 1555) senesinde Küçük Tâceddîn yerine, Bursada Sultaniye Medresesine müderris oldu. 966 (m. 1558) senesinde ise, Sahn-ı semân medreselerine müderris oldu. 969 (m. 1561) senesi Rabîul-âhır ayında ise Bağdad kadılığına tayin edildi. Burada kadılık vazîfesini 972 (m. 1564) senesine kadar güzel bir şekilde yürüttü. Bu senenin Muharrem ayında emekli oldu...

MİNARENİN KÜLAHI YANINCA!..
Dülgerzâde Mehmed Efendi, dînî ilimleri iyi bilen, fazîletli ve kâmil (olgun) bir kimse idi. Türkçe ve Arabca mükemmel şiirler yazardı. Hüsn-i hat (yazı) sanatında da usta idi. Sahip olduğu kitaplara tashihler (düzeltmeler), hâşiyeler ve talikler (açıklama ve notlar) yazmak âdeti idi. Pekçok kitabı bizzat eliyle yazarak çoğalttı. Ebüssüûd Tefsîri ve Hasen Çelebinin Telvîh kitabına yazdığı hâşiye, Molla Hüsrevin Dürer ve Gurer isimli kitapları, eliyle yazarak çoğalttığı kitaplardandır...
Dedesinin mahallesinde (Saraçhânede) yangın çıkınca, mescidin minaresinin külahı yandı. Bu hâdiseden, başına bir hâl geleceği mânâsını çıkardı. Bu âfet, bizim ömrümüzün bittiğini haber verse gerektir. Hazırlığımızı yapalım dedi ve o hafta içinde vefât etti
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri