Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Abdurrahmân Efendi</label>
Bursalı Abdurrahmân Efendi âlim, sâlih bir zât idi. Bir müddet ders okutma işine ara verip, evine çekildi, ibâdet ve tefekkürle meşgûl oldu. Sonradan bu hâlinden bahsedip, şöyle anlattı: BUNDAN SONRA GELMEM!Evime çekildim, ibâdetle meşgûl olup, kimseyle görüşmedim. Bu esnada hastalandım. Yanımda hizmet edecek kimseler yoktu. Bir gece duvar yarıldı ve içeri bir zât girdi. Hastalığım sebebiyle hizmetimi gördü ve gitti... Diğer geceler de aynen böyle devam etti. Ben hastalıktan kurtulunca, o zât; Bundan sonra gelmem dedi. Ben de; Siz kimsiniz? diye sordum. O da; Beni tanımak istersen, şehirden ayrılan bir kâfileye katılırsın, o zaman beni bulursun buyurdu. Ben de, bir zaman sonra şehirden ayrılan kâfile ile yola çıktım. Yolculardan bir kısmı, yolda güzel bir yere geldiğimizde Burası çok güzel bir yerdir. Bu civarda sâlih biri oturur dediler. Kendi kendime hemen aradığım bu zâttır dedim ve oradaki köye yöneldim. O zâtı gördüm. Gülerek beni karşıladı. O gün yanında kaldım, ikindi namazını kılacağımız zaman, bana yüksek bir yeri gösterdi ve beraberce oraya çıktık. Bu yer nasıl? diye sordu. Ben de güzel olduğunu söyledim. Tekrar, Buradan bak dedi. Baktığımda Kâbe-i muazzamayı gördüm. Gidip, orada cemâatle ikindi namazını kıldık. Namazı bitirdiğimizde Kâbe gözümüzden kayboldu.

O MİSAFİRİ KABRİME GETİR!
Sevdiklerinden biri şöyle anlatır:
Vefâtından sonra bir gece, rüyâmda Abdurrahmân Efendiyi gördüm. Bana dedi ki: Bursada Seyyid Neccârînin evinde bir misâfir var. Beni ziyâret etmek istiyor. Gidip onu al ve kabrime getir.
O gecenin sabahı derhâl gittim. O misâfiri buldum. Bir arzusunun olup olmadığını sordum. Abdurrahmân Efendinin kabrini ziyâret etmek istiyorum dedi. Onu alıp kabre götürdüm. Biraz sonra onun yalnız kalmak istediğini sezip, oradaki bir mescide girdim ve bekledim. Çok geçmeden, o ziyâretçi ile Abdurrahmân efendinin konuşmaları kulağıma geldi. Aynen hayattaki gibi konuşuyordu. Konuşması bitince mescidden çıktım. Kabrin yanına geldiğimde kimseyi bulamadım...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kafkas Kartalı İmam Şamil</label>
İmam Şamil 1797 yılında Dağıstanın Gimri köyünde dünyaya geldi. Öğrenimine Said Harekaninin yanında başladı. Daha sonra kayınpederi olan Nakşibendi Şeyhi Cemaleddin Gazi Kumukinin öğrencisi oldu. Kendinden önce İmamet makamında bulunan Gazi Muhammed ve Hamzat Begin müşavirliğini yaptı. Son derece sade ve kanaatkâr bir hayatı vardı. SONUNDA ESİR DÜŞER!.. Kafkasyaya saldıran kalabalık Rus ordularına karşı uzun yıllar kahramanca mücadele etmiş, fakat hiçbir yerden yardım alamayınca teslim olmak zorunda kalmıştı. Ruslar onu önce Petersburga getirdiler. Sonra serbest bıraktılar. İmam Şamil Medine-i Münevvereye yerleşti ve burada vefat etti. (17 Şubat 1871)
Şeyh Şamil, ömrünün son demlerinde hastalanarak yatağa düşer. Artık vefatı iyice yaklaşmıştır. Medinede misafiri olduğu dergâhın şeyhi Ahmed Rufaiye, son bir gayretle şunları söyler:
Rusyada rehin bulunan oğullarımdan birinin, aile fertlerine sahip çıkmak üzere Medineye gelmesinin sağlanmasını Osmanlı Sultanından rica ediniz!..
Oğlu Gazi Muhammed yapılan girişimler sonrasında Hicaza doğru yola çıkar. Bu sırada iyice rahatsızlanan Şeyh Şamilin son anlarında başında misafiri olduğu dergâhın şeyhi Ahmed Rufai ve Şeyh Şamilin o sırada henüz yedi yaşında bulunan küçük oğlu Muhammed Kâmil bulunmaktaydı. Şeyh Ahmed Rufai, İmam Şamilin son anlarında olduğunun farkındadır ve ona Kelime-i tevhidi telkin eder. Kelime-i tevhid için otuz yıl gaza meydanlarında yaralar alan, kan döken Şeyh Şamil, son bir gayret ile sağ parmağını kaldırarak Kelime-i şehadet getirir ve ruhunu teslim eder...

BU, ŞEHİD KOKUSUDUR
Ertesi gün ailesinden yanında bulunanların son defa babalarını gördüğü sırada Şamilin gaza meydanlarında aldığı yaralarla süslü bedenini yıkayıp teçhiz ve tekfin edecek olan Şeyh Ahmed Rufai, Şamilin daha küçük bir çocuk olan oğlu Muhammed Kâmili babasının yanına götürerek şunları söyler:
Oğlum, babanın mübarek elini kokla!.. Muhammed Kâmil, babasının cansız elini öpüp koklarkan sözlerini şöyle sürdürür:
Duyduğun bu koku, ancak şehidlik mertebesine erenlerde ortaya çıkan mübarek bir kokudur. Baban şehidler kafilesinin sancaktarlarındandır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Osmanlıya karşı harbe gitmeyiz!..</label>
Dün bahsettiğimiz gibi, Tâcüddîn Zâkir hazretlerinin birçok kerâmetleri ve manevî hâlleri vardır. Onun bu hâl ve kerâmetlerini, İmâm-ı Şarânî hazretleri anlatırken buyuruyor ki: Tâcüddîn Zâkirin hizmetçisi Abdülbasît Tehavî anlatır: Bir abdestle yedi gün kaldığı olurdu. Ömrünün sonuna yakın, bir abdestle on bir gün kaldığı çok görülürdü... KANSU GAVRİNİN TEHDİDİ!..Memlûk sultanı Kansu Gavri, Osmanlı Sultânı Yavuz Sultan Selîmle harb etmek üzere hazırlandığı zaman, Şeyh Tâcüddîn Zâkir ve o beldenin ileri gelen zâtlarının kendisiyle beraber gelmelerini istedi. Kabûl etmediler. Kansu Gavri, onları kendisiyle birlikte Yavuz Sultan Selîme karşı harbe gitme husûsunda tehdid etti. Şeyh Tâcüddîn Zâkir; Seninle beraber olamayız. Bizi öldürecek olsan dahî Yavuza karşı harbe gitmeyiz. Yavuzun zaferi muhakkaktır dedi ve buyurduğu gibi oldu...
Tûlûn Câmiinde, birtakım kimseler, Tâcüddîn Zâkir hazretlerinin günlerce abdestinin bozulup bozulmadığını anlamak için, onu imtihan etmek istediler... Bir bahar günü Cîzeye davet ettiler. Daveti kabûl edip, gitti. Orada kendisine çok çeşitli yemekler ikram ettiler. Bu yemeklerden onlarla birlikte yedi. Sonra odasına çekildi. Bundan sonra onu gözetlemeye koyuldular... Gece-gündüz onu gözlerinden uzak tutmadılar. Gördüler ki, hiç abdestini bozmuyor ve abdest almıyor ve bu durum, tam dokuz gün sürdü...

SENİ İMTİHAN EDİYORLAR!
Tâcüddîn Zâkir onların bu hâlinden habersiz görünüyordu. Bir ara onların bu takip işini yakından bilen biri, Tâcüddîn Zâkir hazretlerine yaklaşıp şöyle dedi:
Yâ Seydî! Bunlar seni abdest meselesi için imtihan ediyorlar. Bu kadar yemekten sonra durabilecek mi diye bakıyorlar!.. Bunun üzerine üzülüp, oradan ayrıldı. Memleketine gitmek üzere limana gitti ve bir gemiye bindi. İmtihan eden topluluk da peşinden başka bir gemiye bindiler. Ama, biner binmez gemileri battı ve boğulup gittiler. Bu durum kendine haber verilince; Şimdiye kadar böyle bir hâdise ile karşılaşmamıştım. Allaha hamd olsun dedi. Daha sonra bu sözünden üzülüp, 47 gün hasta yattı. Sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Türkistandan Mısıra... Abdülvehhâb-ı Mısrî</label>

Abdülvehhâb-ı Mısrî (Tâcüddîn Zâkir) Hânefî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve Mısırda yetişen evliyânın büyüklerindendir. 813 (m. 1410) senesinde Türkistanda bulunan Hâc-ı Tarhânda doğdu. 922 (m, 1516) senesinde Mısırda vefât etti. Bâb-ı Züveyle dışında, kendi dergâhı bahçesine defnedildi... İLK DERSİ BABASINDAN ALDI...Abdülvehhâb-ı Mısrî, daha küçük yaşta iken babasıyla birlikte Tokata, sonra Haleb ve Şama gitti. Kurân-ı kerîmi okudu ve diğer ilimleri tahsil etti. Arabî ilimleri, fıkıh ilmini ve başka ilimleri babasından okudu. Babasının, Kâdı Şîhâbüddîn bin Habâldan okuduğu esnada, Sahîh-i Müslimi dinledi. İbn-i Hacer el-Askalânîden hadîs-i şerîf dinledi. 850 (m. 1446) senesinde, babasının sağlığında hac ibâdetini yerine getirdi. Ferâiz ilmini Şamda Şihâbüddîn Ahmed el-Hımsîden öğrendi ve bu ilimde özel ihtisas sahibi oldu. Şerîf bin Emîrden güzel yazı yazmayı öğrendi. Sofiyyeden Şeyh Nûreddîn bin Halîl ile karşılaşıp, ona talebe oldu, ondan feyz alıp yükseldi. Bu arada Şeyh Takıyyüddîn Abdürrahîm el-Evkâcînin de sohbetlerine devam edip, ondan; Sahîh-i Buhârî, Şifâ, Avârif-ül-Meârif adlı eserleri okuyup, manevî feyz aldı.
Bu mübarek zat, Dımeşkda ve Kâhirede bir müddet kadı vekîlliği yaptıktan sonra, 884 (m. 1479) senesinde Dımeşka kadı olarak tayin edildi. Kendisini çekemeyenlerin birçok şikâyetlerinden dolayı, Dımeşktan ayrılıp Kâhireye geldi Sargatrmışıyye Medresesi müderrisi Selâhuddîn et-Trablûsîden boşalan fıkıh müderrisliğine tayin edildi ve oraya yerleşti. Yaşadığı beldenin insanları ona çok ikram ve lütufta bulundular. Zamanla cemâati çoğaldı. Gidip gelenlerle, onun sohbet meclisi dolup taşardı. Vefât edinceye kadar Sargatmışiyye müderrisliğine ve orada bulunanlara vaaz ve nasihat etmeye, insanları hak yola davet etmeye devam etti...

DÂİMA ABDESTLİ BULUNURDU
Abdülvehhâb-ı Mısrî; âlim, fâzıl, vekar sahibi, kadılık görevinde çok dikkatli, âbid bir zât idi. Dâima abdestli bulunurdu. Yüzü, kalbinden taşıp gelen nûrlarla parlardı. Kendisini ahlâkî güzelliklerle bezemişti. Yürüyenlerin ayak sesi duyulmasın diye, dergâhını siyah keçe ile döşemişti...
Memlûk Sultanı Kansu Gavri, bu mübarek zatı Osmanlı Sultânı Yavuz Sultan Selîmle harb etmek üzere çağırınca nasıl bir cevap verdi, o da yarına..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ehl-i Yâsîn İsmâil Cebertî</label>
İsmâil el-Cebertî, evliyânın büyüklerindendir. 722 (m. 1322) senesinde doğdu, 805 (m. 1402) senesinde Yemenin Zebîd şehrinde vefât etti. Manevî hâller ve kerâmetler sahibi idi. Zebîd halkı onu çok büyük bilir ve saygı gösterirlerdi. HAYIRSEVER BİR ZATTI...İsmâil el-Cebertî, çok hayır sahibi, çok ibâdet eden, ağırbaşlı ve güzel ahlâklı, temiz ve güzel giyinen bir zât idi. Yâsîn-i şerîf sûresini devamlı okurdu. Talebelerine ve tanıdıklarına, devamlı Yâsîn sûresini okumalarını tavsiye ederdi. Yâsîn sûresi, insanın her türlü sıkıntıdan korunmasına, ihtiyâçlarının giderilmesine sebep olur derdi.
Bu mübarek zat, önceleri çocuklara öğretmenlik yapardı. Daha sonraları kendini tamamen ibâdete verdi. Büyük âlimlerin sohbetlerinde bulundu. Manevî makamlara kavuştu...
Yakûb el-Mehâî, işi îcâbı çok sefere giderdi. Deniz yolculuğundaki tehlikelerin çok olması sebebiyle, yolculuklarından şikâyette bulundu. İsmâil el-Cebertî ona; Tehlike ile karşılaştığında; ey ehl-i Yâsîn diyerek Allahü teâlânın sevgili kullarından yardım iste buyurdu. Denizde yolculuk ederken, tehlikelerle karşılaştığında buyurduğu gibi yaptı. Her defasında tehlikeden korunmuş oldu...
Hasen el-Hebel şöyle anlatır: Bir zaman hasta oldum. Bu hastalığım uzun zaman sürdü. Ben de Allahü teâlâya iyi olmam için duâ ettim ve bundan sonra hiçbir mahlûka bağlılığım olmayacak diye söz verdim. İsmâil el-Cebertî benim ziyâretime geldi ve bana; Sen, Allahü teâlânın mahlûkâtından hiçbirine bir bağlılığım olmayacak diye mi konuştun? diye sordu. Ben de; Evet efendim dedim. O zaman; Allahü teâlânın sevdiklerine bağlanmalı buyurdu, kalktı ve çıktı. O esnada ben, sanki hiçbir şeyim yok gibi kalktım. Onunla birlikte kapıya kadar yürüdüm.

OĞLUNUZ İYİLEŞECEK, FAKAT!..
Fakîh Ali bin Osman el-Mutayyib, İsmâil el-Cebertîyi çok severdi. Bütün işlerini ona danışır, sıkıntılarını arz ederdi. Bir defasında oğlu Fakîh Muhammed çok hastalandı. Yine gelip, oğlunun bu hâlini arz edip duâ istedi. O zaman İsmâil el-Cebertî; Oğlunuz inşâallah iyi olacak, fakat bir başkası hastalanacak buyurdu. Kısa bir zaman sonra oğlu hastalıktan kurtuldu. Fakat Ali bin Osman el-Mutayyib hastalandı. İsmâil el-Cebertînin sözünün, vefâtına işâret olduğunu anlayıp, vasiyetini yazdı. Kefenini hazırladı, kabrini kazdırdı. Çok geçmeden de vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Ebû Bekr-i Kisâî</label>
Ebû Bekr-i Kisâî Dîneverî hazretleri, dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile onuncu yüzyılın başlarında Kûhistan taraflarında yaşayan büyük velîlerdendir. Ebû Bekr künyesiyle meşhur olmuştur. Kûhistan bölgesinin Irak taraflarında bulunan Dînever köyünde doğduğu için Dîneverî, giydiği elbiseden dolayı Kisâî nisbeleriyle meşhur olmuştur... TASAVVUF YOLUNDA İLERLEDİ...Doğum ve vefât târihleri bilinmeyen bu mübarek zatın; kendisiyle aynı asırda yaşamış olan Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin 910 (H.298) senesinde vefâtından önce âhiret âlemine göçtüğü bilinmektedir...
Zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl eden Ebû Bekr-i Kisâî Dîneverî, ilimde yetiştikten sonra tasavvufa yöneldi. Büyük velîlerin sohbetlerinde bulunarak tasavvuf yolunda ilerledi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleriyle görüşüp sohbette bulundu. Mücâhede ve riyâzetlerde bulunup, nefsin istediklerine karşı, istemediklerini yaparak Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya çalıştı. Etrafında toplanan insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâ ve âhirette saâdete, mutluluğa kavuşmaları için gayret etti...
Bir sohbeti sırasında buyurdu ki:
Allahü teâlâya yakınlığın alâmeti, Allahü teâlâdan başkasından bağını kesmektir. Allahü teâlâyı tanıyan Ondan ümidini kesmez. Nefsini, kendisini tanıyan da, kendi yaptığı işleri beğenip kibirlenmez. Rabbini tanıyan Ona sığınır, Rabbini unutan Onun yarattıklarına sığınır.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, Ebû Bekr-i Kisâî Dîneverîyi çok severdi. Hattâ bir defâsında; Ebû Bekr-i Kisâî olmasaydı, ben Irakta olmazdım buyurdu.

YANLIŞ ANLAŞILMASINDAN KORKTU
Ebû Bekr-i Kisâî Dîneverî, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine mektuplar yazarak suâller sorar, cevaplar alırdı. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine yazdığı son mektuplardan birinin cevaplarını vefâtından önce yok etti. Cüneyd-i Bağdâdî rahmetullahi aleyh, onun vefâtını duyunca; Keşke yazdığım cevapları yok etseydi buyurdu. Yok ettiğine dâir haber gelince memnun oldu. Şeyhülislâm Abdullah-ı Hirevî hazretleri; O, mektubunun halkın ve sultânın eline geçeceğinden korkmadı. Doğru yoldan sapmış tarîkatçıların eline geçmesinden korktu. Çünkü onlar, orada bildirilen meseleleri anlayamadıklarından halkın felâketine sebeb oldukları gibi, bunları dünyâlık toplamada kullanabilirlerdi buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah-ı Dehlevî'ye düşman olan kadın!..</label>

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, Hindistan evliyâsından ve Silsile-i aliyye denilen büyüklerden olup, seyyiddir. 1745 (H. 1158)te Pencabda doğdu. 1824 (H. 1240) senesinde Delhide vefât etti. Kabri Şâhcihân Câmii yakınındaki dergâhındadır. Sevenleri her zaman ziyâret edip, feyz almaktadır. HASTALAR ŞİFA BULURDU...Abdullah-ı Dehlevî hazretlerine hasta sâhipleri gelir, hastalarının şifa bulması için duâ etmesini isterlerdi. O da, gelenleri boş çevirmez, sıhhate kavuşmaları için duâ buyururdu. Allahü teâlâ, böyle sevgili bir kulunun duâsını kabûl buyurduğu için, hasta ânında iyi olurdu.
O mübarek zatı üzenler yaptıklarının zararını görürlerdi. Hakîm Rükneddîn Han başvezir olunca, Abdullah-ı Deh-levî, sevdiklerinden birini bir iş için ona gönderdi. Rükneddîn Han ilgilenmedi. Abdullah-ı Dehlevînin kalbi kırıldı. Kısa bir süre sonra hiçbir sebep yok iken Rükneddîn Han azlolundu ve bir daha o yüksek makâma gelemedi... Başka bir seferinde Delhi vâlisine kalbi kırıldı ve o gün vâli azledildi.
Mübârek dergâhlarının yakınında, Eshâb-ı kirâma düşman olan bir kadın vardı. Abdullah-ı Dehlevînin talebesi çok olduğundan dergâh küçük geliyordu. Bunun için genişletilmesi lâzımdı. Kadından, o yeri istediler, vermedi. Nihâyet Delhinin ileri gelenlerinden Hâkim Şerîf Hanı ona gönderdiler ve;
Eğer satıp, para almaktan utanıyorsan, kıymetini gizli olarak gönderelim. Siz, nezr, hediye gibi bir isimle bize verdiğinizi söyleyin dediler.

ÇİRKİN SÖZLER SÖYLEDİ!..
Allahın velî kullarına düşman olan bu kadın, Hâkimin sözünü kabûl etmedi. Ayrıca Abdullah-ı Dehlevî hakkında, râfızîlerin âdetleri olduğu üzere çirkin, kaba sözler söyledi. Hâkim kalktı. Abdullah-ı Dehlevînin yanına geldi ve durumu anlattı. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri ellerini açarak;
Yâ Rabbî, söylediklerini duydun! dedi. Allahın takdîri ile o evde bulunanlardan bir çocuk hâriç, hepsi kısa zamanda öldü. Çocuk da hastalandı. Anladılar ki, yaptığımız kötü iş sebebiyledir. O çocuğu Abdullah-ı Deh- levînin huzuruna gönderdiler. O yeri de hediye ettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Haçlıların kâbusu Nureddin Zengi</label>
Zengi hanedanına üye olan Nureddin Mahmud Zengi, 1146 yılında babası I. İmadeddin Zenginin ölümü üzerine Halepin atabeyi oldu. 1150 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Rükneddin Mesudun kızıyla evlendi. Ortaçağ Türk-İslam dünyasının en parlak simalarından olan Nureddin Mahmut, Haçlılara karşı başarılı savaşlarıyla tarihe geçmiştir... GARİP BİR HADİSE!..Nureddin Mahmud Zengi, bir gün, komutanlarından biriyle konuşurken, komutan şöyle dedi:
Gelecek yıl burada buluşup buluşamayacağımızı bilen Allah pek yücedir!
Nureddin Zengi de şu karşılığı verdi:
Bilakis, bu aydan sonra görüşüp görüşemeyeceğimizi bilen Allah pek yücedir!
Garip bir hadise olarak, Nureddin Zengi o ayın onbirinde, komutan da henüz bir yıl dolmadan öldüler. Yani, ikisi de kendi söyledikleri zaman içerisinde vefat ettiler. (1174)
***
Ölümünden bir hafta önce Nureddin Zengi, komutanlarından birine çok öfkelenmiş ve o öfkeyle Dimaşk Kalesindeki evine dönmüştü. O günlerde oğlunun sünnet düğünü vardı. Halk sünnet düğünüyle ilgili eğlence ve merasimlerle meşguldü. Nureddin Zengi ise kaledeki evinde şiddetli baş ağrısına yakalanmış, nefes darlığı çekiyor ve konuşmakta zorlanıyordu. Bir hafta süren bu hastalıktan sonra da vefat etmiştir. Böyle çetin bir hastalıktan öldüğü için, ona Nureddin-i Şehid denilmiştir...

DÜNYA GÖLGE GİBİDİR!..
Nureddin Mahmud Zengi, öldüğü zaman ellisekiz yaşındaydı. Hükümdarlığını adalet, iyilik ve cihadla dolu olarak geçirdi. İdaresi altındaki Suriye ve Mısırda vergileri kaldırmıştı. Kendi malıyla geçinir, devletten bir şey almazdı. Hanefi fıkhını iyi bilir, gece namazlarını bırakmazdı. Pek cesur, mütevazı ve cömertti. Tarihçi İbnül-Esire göre, dört halife ve Ömer bin Abdülazizden sonra, ahlâkta ondan güzel, adalette daha üstün bir devlet başkanı görülmemiştir.
Anlatılır ki, bir gün bir arkadaşıyla ata binmişti. Giderken gölgeleri önlerinde gidiyor, dönüşte ise gölge arkada onların peşinden geliyordu. Bu manzara karşısında Nureddin Zengi arkadaşına der ki:
Dünyanın hali gölge gibidir. Kovalarsan kaçar, kaçarsan kovalar!


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hanbelî fıkıh âlimi Abdülhâlık bin Îsâ</label>
Abdülhâlık bin Îsâ (el-Hâşimî) Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 411 (m. 1020) senesinde Nişâbûrda doğdu. 470 (m. 1077) senesi Safer ayının onbeşinci Perşembe günü seher vakti Nişâbûrda vefât etti. Çok ilim sahibi bir zât idi. Az ve öz konuşurdu. Dersteki ve münâzaralardaki konuşmaları çok nâzik ve kibar olup, ikna edici idi. Bidat olan şeylerin ortadan kaldırılması için çok gayret gösterdi... HASETÇİLERİN İFTİRASINA UĞRADI İbn-i Akîl hazretleri, Ebû Cafer Abdülhâlık için şunları söylemiştir:
Ferâiz ilminde çok âlim idi. Herkes kendisine hürmet ve tazim ederdi. Devlet başkanı, vefâtında cenâzesini yıkaması için Abdülhâlıkı vasiyet etti. Onunla bereketlenmek istedi. Şerîf Abdülhâlık hazretlerinin çok eseri olup bunlardan birisi Ruûs-ül Mesâil kitabı, diğeri de Şerh-ül-Mezhebdir. İmâm-ı Ahmedin fazileti hakkında ve Hanbelî mezhebi ile ilgili eserleri vardır. Zamanındaki Hanbelî fıkıh âlimleri ondan ders okudular.
Ömrünü Allahü teâlânın dînini, Ehli sünnet itikâdını öğretmekle geçiren Ebû Cafer, zamanındaki bidat sahibi olanları kuvvetli delîllerle susturdu. Herkes onun bildirdiği îmân ve İslâm bilgileri üzerine amel ettiler. Zamanında bazı hasetçilerin iftirası sebebiyle hapishâneye kondu. Hapishânede, hiçbir şey yemeyip oruç tuttu.
Kâdı Ebû Hüseyin şöyle anlattı:
Hapiste iken ben onun yanında idim. Baktım ki, Kurân-ı kerîmden (Sabır ve namaz üzerine durun) (Bekâra-153) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyordu. Sonra bana dönerek, Sabrın ne olduğunu bilir misin? Sabır oruç demektir buyurdu. Sonra hapishâneden çıkarıldı...

BENİM VAKTİM TAMAMDIR!
İbn-i Cevzî şöyle anlatır: Şerîf Ebû Cafer hazretlerinin hastalığı şiddetlendiğinde, iki kişi koluna girip odanın kapısının önüne çıkardılar. O zaman Ölüm geliyor. Benim vaktim tamamdır. Ehlimi göreyim, beni evime götürün dedi. Oraya götürdüler ve orada vefât etti. Vasiyetnamesinde, Allahü teâlâ şahittir ki, benim bir ipim ve bir de kovam vardır. Başka bir şeyim yoktur. Benim yolum kitap, sünnet ve icmâ-i ümmettir. Dört mezhep imâmlarının gösterdiği yolda bulununuz. Benim cenâzemi Mensûr Câmiinde kılınız. Her şeyi kolaylaştıran Allahü teâlâdır, öldüğümde bağırıp çağırmayın, üstünüzü, başınızı yırtmayın. Kim böyle yaparsa, Allahü teâlâya hesap verecektir yazmıştır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimlerinden Yûnus bin Meysere</label>
Yûnus bin Meysere, Tâbiînin büyük hadîs âlimlerindendir. Şamda yaşamıştır. Âmâ idi. Birçok âlimden ilim öğrenip, hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir... Hazret-i Muâviyeden (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte: Hayır kalbe sükûnet verici, şer ise çarpıntı doğurucudur buyurulmuştur. ŞEYTANIN HİLESİ!..Kendisinin Ebû İdris Havlânîden, onun da Ebüdderdâdan (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Kişi evinden çıkıp bir hasta kardeşini ziyâret ettiği zaman, Allahü teâlânın rahmetine dalar. Hasta bir kardeşinin yanında oturunca, Allahü teâlânın rahmeti onu kaplar buyuruldu.
Ebüdderdâdan (radıyallahü anh) Rahmân sûresi 29uncu Her gün O, bir iş üzere olan âyet-i kerîmesi hakkında rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Onun işi günah affetmek, bir sıkıntıyı gidermek. Bir kavmi yüceltmek ve diğerini alçaltmaktır buyuruldu.
Yûsuf bin Meysere dedi ki: Hazreti Îsâ buyurdu ki: Şeytanın kendisi muhakkak dünyâ ile berâberdir. Hîlesi mal ile berâberdir. Zînetleri hevâ ve heves (arzular) mal ile berâberdir. Neticeye ulaşması da şehvetlerdedir.
Muhammed bin Muhacir dedi ki: Yûnus bin Meyserenin, Kardeşlerim nerede? Arkadaşlarım nerede? Muallimler gitti ve geride talebeler kaldı. Yemek verenler gitti ve geride yiyenler kaldı dediğini duydum.
Bu mübarek zat yine buyurdu ki:
Hikmet der ki: Ey Âdemoğlu beni aramak istersen şu iki sözde bulursun: Bildiğin iyi işleri yap. Bildiğin kötü işleri terk et.
Levh-il-mahfûzda yazılıdır ki: Muhakkak, şüphesiz ben Allahım, Rahmân ve Rahîm olan benden başka ilâh yoktur. Ben merhamet ederim ve çok çok rahmet ederim. Rahmetim gadâbımı, affım cezâlandırmamı aşmıştır.

SÂLİH İNSANLAR GİTTİ!..
Yûnus bin Meysere Şam Câmiînde Kurân-ı kerîm okurdu. Heysem bin İmran diyor ki: Yûnus bin Meysere bir gün güneş batarken şöyle duâ ediyordu: Yâ Rabbi! Bana senin yolunda şehid olmayı nasîb et. Onun bu duâsına çok şaşırdım. Çünkü nasıl şehîd olacaktı? Zîrâ âmâ idi! Bir müddet sonra işittim ki, 132 (m. 749) senesinde Abdullah bin Alinin Şama girdiği sırada şehid edilmişti. Vefâtında 120 yaşında olduğu rivâyet edilmektedir.
Abdurrahmân bin Velîd diyor ki: Yûnus bin Meysereden işittim, ölüm sırasında şu beyitleri söylüyordu:
Sâlih insanlar gitti. Geriye bu pis zamanın insanlarının kötü kokusu kaldı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Muhammed bin Yûsuf İsfehânî</label>
Muhammed bin Yûsuf hazretleri, Tebe-i tâbiînin âlim ve râvilerindendir. Çok büyük evliyâdan olmasına rağmen, kendisini büyüklerden başkası tanımazdı. Aslen İsfehânlıdır. İlim tahsili için uzun zaman Mekkede bulundu. Basrada ve değişik yerlerde ikâmet etti. Tanındığı yerden kaçmanın yollarını arardı. İnsanlardan bir şey istemezdi. 188 (m. 804)de otuz yaşlarında iken vefât etti... TANINMAK İSTEMEDİĞİ İÇİN...Yûsuf bin Zekeriyya anlatır: Biz Harranda idik. Muhammed bin Yûsuf hazretleri yanımıza geldi. Oradaki hadîs âlimleri etrafını çevirdiler. Hemen Harrandan ayrılıp Resûlayn denilen yere gitti. Bir ay orada kaldıktan sonra geri geldi. Orada neden çok kaldıklarını sordum. Resûlaynda bir ay kaldım. Ne kimse beni tanıdı. Ne de ben kimseyi tanıdım buyurdu. Dikkat ettim; Muhammed bin Yûsuf hazretleri, ekmeğini her zaman değişik fırından alırdı. Sebebini sorduğumda, Her zaman aynı fırından alırsam, belki fırın sahibi beni tanır ve hürmet eder, ben de o zaman dînimi dünyâya âlet etmiş olmaktan korkarım. Muhtelif fırınlardan alınca beni hiçbiri tanımaz buyurdu.
Muhammed bin hilâl hazretleri anlatır: Muhammed bin Yûsuf hazretleri ile Fudayl bin Iyâd hazretleri çok arzu etmelerine rağmen birbirlerini görüp tanışamamışlardı. Bir gün Basra çarşısında karşılaştılar: Sen Muhammed bin Yûsuf musun? Sen Fudayl bin Iyâd mısın? bir ağızdan Evet derken ikisi de aynı anda birer Allah! diyerek bayıldılar. Tanıyanları, bir müddet sonra Fudayl bin Iyâdı baygın olarak evine götürdüler. Muhammed bin Yûsuf ise ayılıncaya kadar güneşin altında yattı. Çarşıda kimse tanımadığı için uyuyor zannedildi.
Saîd bin Gaffara hitaben buyurdu ki: Ey Saîd, en kıymetli vaktin olan şu ânını, en kıymetli şeyle değerlendir.
Dostlarına: Bu zaman fazîleti arama zamanı değil, bilakis kurtuluşu arama zamanıdır buyurdular.

NE GÜZEL KABİR OLUR
Ali bin Ezher anlatır: Muhammed bin Yûsuf hazretleri bir ara Mesiseye geldi. O sıralarda Ebû İshâk hazretleri vefât etmişti. Bizden Onun kabrini sordu. Birlikte gittik. Kurân-ı kerîm okuyup duâ ettikten sonra, Ebû İshâk el-Fezârî hazretlerinin kabrinin bitişiğindeki boş yeri göstererek Burası bir Müslümana ne güzel kabir olur buyurdu. Biz burasını kendisi için temenni ettiğini anladık. Mesiseye geri döndük. Kısa bir müddet sonra hastalandı ve on iki gün sonra vefât etti. Biz de onu, işâret ettiği yere defnettik.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hükümdar bağda bardak masada!..</label>
Eski Yemen hükümdarlarından zalim birisi varmış. Zevk ve sefa içinde yaşarmış. Bu zalim hükümdar bir gün, yeni yaptırdığı bir bağa asma diktiriyormuş. İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlendirmeden çalıştırıyormuş... NİHAYET O GÜN GELMİŞ!..Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya düşkün olan bu hükümdar gerçekten emri altındakilere çok zulmediyormuş. Bu üzüm bağları işini derhal bitirin. En kaliteli şarapları bu bağın üzümlerinden yaptıracağım... deyip duruyormuş...
Orada çalışan zavallı kölelerden biri, bir gün pek bitkin düştüğü için dayanamamış ve;
-Hükümdarım, niçin bu kadar acele ediyorsunuz? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiçbir zaman içemeyeceksiniz ki! deyivermiş.
Hükümdar öfkeden deliye dönmüş. Biraz sakinleşince de içinden, Ben bu köleye ve yanındakilere nasıl biri olduğumu göstereceğim diye geçirmiş...
Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, köleler de dahil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak istemiş. Kendisine Siz bu üzümlerden yapılacak şarabı içemeyeceksiniz diyen köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap dolu bardağı eline alarak alaylı bir şekilde;
-Söyle bakalım ey köle! Benim bu şaraptan hiçbir zaman içemeyeceğimi şimdi de iddia edebilir misin? diye sormuş.
Köle şöyle cevap vermiş:
-Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur! O arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!..

ZALİMİN SONU BÖYLE OLUR
Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri hükümdarın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye daldığını ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş...
Hükümdar, elindeki bardaktan bir damla dahi içemeden hemen dışarı fırlamış. Domuzun bulunduğu yere koşmuş. Hükümdarla domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu testere gibi dişleriyle, hükümdarın karnını deşip öldürmüş.
O, gün görmüş köle ise, yanındakilere dönerek şöyle demiş:
Zalimlerin sonu böyle olur. Hükümdar bağda, bardak masada kaldı...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri