Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Elinizle kendinizi tehlikeye atmayın!</label>
Eshâb-ı kiramdan Eşlem Nucûbî radıyallahü anh anlatıyor:Bir sefer sırasında bir Rum şehrinde bulunuyorduk. Rumlardan karşımıza büyük bir asker safı çıktı. Müslümanlardan da onların karşısına o kadar yahut ondan daha kalabalık bir saf çıktı... ASIL TEHLİKE SAVAŞA KATILMAMAK!
Bir kısım askerin başında Utbe bin Âmir radıyallahu anh, öteki topluluğun başında da Fudâle bin Ubeyd radıyallahü anh vardı. Müslümanlardan bir kişi, tâ yarıp içerisine girinceye kadar Rum safına hücuma geçti. Bunun üzerine insanlar:
Sübhânallah, kendisini tehlikeye atıyor! diye bağırdılar. Bu sırada Ebû Eyyub el-Ensâri radıyallahü anh dedi ki:
Ey insanlar, siz şu (...elinizle kendinizi tehlikeye atmayın...) âyetini öyle anlıyorsunuz. Halbuki, o âyet biz Ensâr cemâati hakkında nazil olmuştur. Allahü teâlâ İslâmı zafere erdirip, yardımcıları çoğalınca bazımız bazımıza gizli olarak bizim mallarımız zarara uğradı. Halbuki Allahü teâlâ artık İslâmı muzaffer kılmış ve yardımcılarını çoğaltmıştır. Biz mallarımızın yanında kalsak da ziyan olanların telafisi için çalışsak!.. diye söylemişti. Bunun üzerine Allah bizim bu düşüncemizi reddetmek üzere Resulüne;
(Allah yolunda mallarınızı harcayın ve elinizle, cimrilik ve israf yaparak kendinizi tehlikeye atmayın; mücahidlere maddî ve manevî ihsan ve yardımda bulunun. Çünkü Allah, muhakkak iyilik ve ihsanda bulunanları sever) (Bakara Sûresi) mealindeki Âyet-i kerîmesini inzal etti. Ve bunun üzerine, malların yanında kalıp ziyan olanları telâfi etmek için çalışmak ve savaşa katılmamak, yani cihadı terk etmek tehlike oldu...

İSTANBULDA ŞEHİD DÜŞTÜ...
Bu sırada o mücahid, tek başına birçok düşman askerini cehenneme yolladıktan sonra şehid oldu...
Bilindiği gibi; Resûlullahın vefâtından sonra da bütün gazâlarda yer alan Ebû Eyyub el-Ensâri radıyallahü anh da, şehidlik rütbesine erip Rum memleketinde (İstanbulda) defnedilinceye kadar, Allah yolunda devamlı kendisini savaşın ön saflarına attı. Allahü teala şefaatine nail eylesin...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Son devir âlimlerinden Muhammed Efendi</label>
Şeyh Hacı Muhammed Efendi, son devir Osmanlı âlim ve velilerindendir. Siirtte dünyaya geldi. İlk medrese tahsilini burada yaptıktan sonra Erzurumda tamamladı. Babasından ilim öğrendi ve icâzet alarak Erzuruma gitti ve orada ders verip talebe yetiştirdi. Birçok kerâmetleri ve üstün hâlleri görüldü. Şeyh Hacı Muhammed Efendiyle ilgili bir hâtıra şöyle anlatılır: ASKERİ İMHADAN KURTARDI!Birinci Dünyâ Harbi öncesinde, Rus askerlerinin Erzurumda kaldıkları sıralarda Kiğı kasabası yakınlarına kadar düşman askeri gelmiş birçok köyü yakıp yıkmışlardı. Bu telaş ve heyecan içinde Kiğıda bulunan bir askerî birlik yerini terk edip Elazığ Karakoçan istikametine doğru hareket ettiği haber alındı. Askerin haberleşme noksanlığından dolayı yanlış bir harekatta bulunduğunu ve yol üzerindeki köylere girmiş bulunan Rus askerlerinden habersiz olduklarını anlayan Muhammed Efendi, vakit geçmeden askeri durdurmak gerektiğini söyleyerek hemen yanındakilerle yola çıktı. Kuş Uçmaz tâbir edilen dağın tepesinden, altında mağaraların bulunduğu kayalıktan aşağı indi ve ters istikâmete gitmekte olan askerî birliği zâyiâta uğramaktan ve belki de tamâmen imhâ olmaktan kurtardı...
İnsanların dünyâda ve âhirette saâdete, mutluluğa kavuşmaları için çalışan, vatan savunması için kahramanca davranan Muhammed Efendi bir ilkbahar gününde Kiğıdan Zermek köyüne babasının kabrini ziyârete gidiyordu. Yanındakilerle birlikte Murat Nehrinin kolu olan ve ne zaman taşıp ne zaman sâkinleşeceği belli olmayan Büyüksu yanına geldiklerinde suyun coşkun olduğunu gördüler. Derenin suları köprünün seviyesine gelmişti. Köprünün sağlamlığına kanâat getirdiklerinden geçmeye karar verip sıra ile atlarını sürdüler...

SUDA BOĞULARAK ŞEHİD OLDU
Şeyh Muhammed Efendinin atı tam köprünün ortasına geldiği sırada yukarıdan kopup gelen bir sele kapıldı. Yüz elli metre kadar aşağıdan at kenara çıkabildi. Fakat Şeyh Efendi görünmüyordu. Dere boyunca bulunan köylüler genç, ihtiyar, kadın, erkek tarafından üç gün üç gece arandı. Fakat bulunamadı. Dördüncü günü sabahı suların oldukça azaldığı bir sırada, köprüden aşağıya düştüğü noktada şehâdet parmağı havada sağ elinin sallandığını gördüler. Hiçbir şeye takılı olmadan orada duran cesedini sudan çıkarıp gerekli techiz ve tekfin yapıldıktan sonra Kiğı Câmiinin bahçesine defnettiler..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Buhârâlı gönül sultanı Hâce Evliyâ-i Kebîr</label>
Hâce Evliyâ-i Kebîr hazretleri, Buhârâlıdır. Hicrî yedinci asrın ortalarında vefât etmiş olup, kabri Buhârâ yakınlarında Hakrîz Hisârında Ayyâr burcu yakınındadır... YEMEĞİ BERABER YİYELİMHâce Evliyâ, önceleri Buhârâlı bir âlimden ilim tahsil ediyordu. Bir gün, Buhârâ çarşısında nûr yüzlü bir zât gördü. Bu zâta gönlü meyletti. O zât çarşıdan bir miktar et alıp paket yaptırmıştı. Hâce Evliyâ, yanına yaklaşarak; Efendim! Müsâade buyurursanız, bu paketi evinize kadar ben taşımak istiyorum dedi. O da kabûl edip, berâberce evine kadar geldiler. Bu zât, Ehl-i sünnet âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden olan Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretleri idi. O da bu genci gönülden kabûl eyleyip; Bir saat sonra gelin, yemeği berâber yiyelim buyurdu... Hâce Evliyâ oradan ayrıldıktan sonra, gönlünün önceki hocasının derslerinden soğumuş, yeni karşılaştığı bu nurlu zâta meyletmiş olduğunu hissetti... Bir saat sonra Abdülhâlık-ı Goncdüvânînin huzûruna koştu. Abdülhâlık-ı Goncdüvânî, bu sohbette onu oğulluğa kabûl etti...
Hâce Evliyânın önceki hocası, her ne kadar onu Abdülhâlık-ı Goncdüvânînin sohbetlerinden vazgeçirmeye çalıştı ise de başaramadı ve bir gün o da hâline tövbe ederek Hâce Abdülhâlık hazretlerinin talebelerinden oldu.

HERKESE MERHAMET ET!..
Hâce Evliyâ-i Kebîr, Hâce Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin huzûrunda, sohbet ve hizmetinde bulunmakla çok yüksek derecelere kavuştu. Onun, Ahmed Sıddîktan sonra ikinci halîfesi oldu. Abdülhâlık-ı Goncdüvânî, Vasıyyetname risalesinde, manevî oğulları Hâce Evliyâ-i Kebîre buyurdu ki:
Sana vasiyet ederim ey oğul ki; her hâlinde ilim, edeb ve takvâ üzere ol! İslâm âlimlerinin kitaplarını oku! Fıkıh ve hadîs öğren! Câhil tarikatçılardan sakın! Şöhret yapma! Şöhrette âfet vardır. Aslandan kaçar gibi câhillerden kaç! Bidat sâhibi sapıklar ile ve dünyâya düşkün olanlar ile arkadaşlık etme! Helâlden ye! Çok gülme! Kahkaha ile gülmek gönlü öldürür. Herkese şefkat ve merhamet et! Kimseyi hakîr görme! Kimse ile münâkaşa, mücâdele etme! Kimseden bir şey isteme! Tasavvuf büyüklerine dil uzatma! Onları inkâr eden felâkete düşer. Mayan fıkıh, evin mescid olsun!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Cenâzesi günlerce güneş altında kalır!</label>
Hicrî yedinci asrın ikinci yarısında, günümüzde Batmana bağlı olan Hasankeyfte yaşamış olan Tâc-üd-dîn bin Rıfâî hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Çok kerametleri görülmüştür. VAKIF MALI YİYENLER!..Tâc-üd-dîn bin Rıfâînin zamanında, İlhanlılar devletinin başına geçen Müslüman devlet reîslerinden Mahmûd Gazân Hânın hükümdârlığı sırasında bir vakıf vardı. Bazı kimselerin bu vakfın mallarını yedikleri söyleniyordu. Mahmûd Gazân, Tâc-üd-dîn bin Rıfâîyi çağırarak bu meseleyi anlattı. Vakfın malını kimlerin yediğini tesbit etmesini rica etti. O da bir müddet susup, murâkabe ettikten sonra; Sultanım, vakfın malını yiyenler filân filân kimselerdir diyerek isimlerini saydı. Onlar da itirâz edemeyip suçlarını itirâf ettiler...
Bundan sonra Mahmûd Gazân, Tâc-üd-dîn hazretlerini ahâlisi gayr-i müslim olan bir beldeye, İslâmiyeti anlatması için gönderdi. O da kabûl edip, o beldeye gitti. Onlara İslâmı anlattı. Bir müddet böyle devam etti. Kabûl eden olmadı. Bundan sonra, başkalarını bırakıp husûsen bazı kimseler ile ilgilendi. Bir zaman sonra, böyle husûsî olarak ilgilendikleri kimselerin hepsi îmân ettiler. Tâc-üd-dîn bin Rıfâî de gelerek Müslüman olanların isimlerini, Mahmûd Gazâna arz etti. Herkese değil de, husûsen bu kimselerle alâkadar olmasının sebebi sorulduğunda, Allahü teâlâ tarafından kendisine, bu kimselerin îmân edeceklerinin diğerlerinin kâfir olarak öleceklerinin bildirildiğini, bunun için sâdece bu kimselerle meşgûl olduğunu bildirdi...

O, HEP SABREDERDİ!..
Irakta Tâc-üd-dîn bin Rıfâînin büyüklüğünü inkâr eden biri vardı. Ona dil uzatır, eziyet ve sıkıntı verirdi. Fakat Tâc-üd-dîn hazretleri buna hiç cevap vermez, hep sabrederdi. Bir gün bu kimse, Şama gitmek üzere yola çıktı. Yolda hastalandı. Ağzından kan gelmeye başladı. Hastalığı ağırlaştı. Nihâyet yolda öldü. Bu sırada Tâc-üd-dîn bin Rıfâî talebeleri ile sohbet ediyordu. Sohbet esnasında; Bizi inkâr edip, eziyet ve sıkıntı veren falan kimse, Şam yolunda, falan yerde hastalandı ve öldü. Fakat öldüğü yer yol üstü olmadığından, cenâzesi orada günlerce güneş altında kalır, kimse göremez dedi. Talebelerinin hepsi hayrette kaldılar. Daha sonra o kimse, gittiği Şam seferinden dönmedi. Merak edip araştırdılar. Hakîkaten durum, Tâc-üd-dîn bin Rıfâînin bildirdiği gibi olmuş idi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimi Ahmed Nablûsî</label>
Ahmed Nablûsî hazretleri, Şâfiî mezhebi âlimlerindendir. 674 (m. 1275) senesinde ramazan ayında doğdu. Hadîs ilminde büyük bir âlim olarak yetişti. Birçok âlimden hadîs-i şerîf dinleyip ezberledi. Hadîs ilminde meşhûr oldu. İLMÎ MÜZAKERELER YAPARDI...Bu mübarek zat, dinleyip naklettiği hadîs-i şerîfleri yazarak zabt ederdi. Elde ettiği ilimler sağlam kaynağa dayanıyordu. Çok güzel ilmî müzâkereleri vardı. Sünnet-i seniyye ve onunla meşgûl olanlara yardımcı olmakta bir kale gibiydi.
Hadîs ilminde hâfız (yüz binden çok hadîs-i şerîfi râvîleri ve senetleri ile birlikte ezbere bilen) idi. İlminden çok istifâde edilirdi. İlimde tam bir hüccet, senet idi. Salâhı, iyiliği çoktu, ilim öğrenmek için çok yeri dolaştı. İnsanlardan uzak dururdu.
Naklettiği bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz buyurdu ki:
Muhakkak ki, Allahü teâlâ, güzel huyları sever. Çirkin, değersiz huyları da sevmez.
Yine şöyle anlatır:
Hasen ve Müslim İbni Ebî İmrândan rivâyet edilir: Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh) buyurdu ki: Üç şey vardır ki, beni güldürdü. Yine üç şey vardır ki, o da beni ağlattı. Ona sordular;
Seni ağlatan üç şey nelerdir, ey Selmân? Cevâbında buyurdu ki:
1- Çok sevdiğim Resûlullah efendimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Onun arkadaşlarından ayrılmak, 2- Ölüm ânında muttali olunacak şeyin korkusu, 3- Allahü teâlânın huzûrundaki yerim. Acaba bana gadabı ile mi muâmele edecek, yoksa râzı mı olacaktır bilemiyorum. Yine ona sordular:
Seni güldüren üç şey nedir, ey Selmân? Cevâbında buyurdu ki:
1- Dünyâya gönül bağlayıp uzun emelli olanın hâli. Hâlbuki ölüm onu beklemektedir. 2- Ölüm ondan bir ân gâfil olmadığı hâlde, ondan gâfil olanın hâli. 3- Allahü teâlânın kendisine ne yapacağını bilmediği hâlde hep gülenin hâli.

İSTEDİĞİ GİBİ VEFÂT ETTİ!..
Ahmed Nablûsî hazretleri, 758 (m. 1357) senesi Rebîul-evvel ayında Dımeşkda (Şamda) vefât etti. Vefâtına yakın; Ben, secdede iken ölmek istiyorum derdi. Allahü teâlâ onu bu arzusuna kavuşturdu. Vefâtından üç gün önce evine girdi. Kapısını kapatıp, içeriye kimseyi almadı. Üç gün sonra evine girdikleri zaman, onu secdede iken vefât etmiş buldular...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kâdı Burhâneddîn Ahmed Bey</label>
Kâdı Burhâneddîn Ahmed, 745 (m. 1344) senesinde Kayseride doğdu, iyi bir tahsîl ve güzel bir terbiye gördü. Kâdılık, vezirlik, atabeklik ve sultanlık yaptı. 800 (m. 1398) senesinde vefât edip Sivasta defnedildi... SİVASTA İDAREYİ ELE ALDIBu mübarek zat, fıkıh, usûl, hadîs, tefsîr, ferâiz, astronomi ve tıb ilimlerini tahsîl etti. Dört mezhebin fıkıh bilgilerinde ilim sâhibi oldu. Kayseri hükümdârı Eretnaoğlu Gıyâseddîn Mehmed Bey tarafından babasının yerine Kayseri kadısı tayin edildi. Bu sıralarda Moğollar Anadoluyu işgal etmiş, Selçuklu idaresi hemen hemen bitmişti. Çeşitli bölgelerde Moğol otoritesine karşı bağımsız beylikler kuruluyordu. Kâdı Burhâneddîn, ileri gelen kimselerin teşkil ettiği bir meclis tarafından Sivasta, nâib olarak idâreyi ele aldı. Her tarafa haberler ve mektûplar gönderip iktidarını ilan etti. Adına para bastırıp hutbe okuttu.
Kâdı Burhâneddîn, on sekiz yıl süren hükümdârlığında; Amasya Emîrliği, Erzincan Emîrliği, Candaroğulları Beyliği, Karamanoğulları Beyliği ve Tâceddînoğulları Beyliği ile mücâdele ederek, bu beylikler üzerinde hâkimiyetini kabûl ettirmeye muvaffak oldu. Osmanlı Sultânı Murâd-ı Hûdâvendigâr Hân ve Memlûklü Sultânı Seyfeddîn Berkük ile dostâne münâsebetler kurdu...
Kâdı Burhâneddîn Ahmed Bey, Akkoyunlu Karayülük Osman Bey ile de önce dost olmasına rağmen, sonra onun içişlerine karışmasıyla araları açıldı. Karayülük Osman Bey ile Sivas yakınlarında yapılan savaşta şehid oldu.
Kâdı Burhâneddîn Ahmed Beyden sonra, oğlu Alâeddîn, Sivaslılar tarafından hükümdâr ilân edildi. Timur Hanın Anadoluya gelme ihtimâli üzerine Sivaslılar, şehri Osmanlı Sultânı Yıldırım Bâyezîd Hâna teslim ettiler.
Kâdı Burhâneddîn Ahmed Bey, şehid düştüğü harpte ağır yaralanınca, şu mısraları okuyarak son nefesini verdi:
Dünyâyı çok sınadık bir bûy imiş,
Kamu âlem varlığı bir Hû imiş
Kaplan, aslan, ejderhâlar cümlesi,
Ecelin kaynağında âhû imiş.
(Dünyayı çok denedik, meğer o bir nefeslik kokudan gayrı bir şey değilmiş. Bütün âlemin varlığı O eşi benzeri bulunmayan Allahtan imiş. Kaplan, aslan ve diğer yırtıcı ejderhaların hepsi, ne kadar güçlü olsalar da nihayet ecelin yanında birer ahû, ceylan imişler...)
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Türkistanlı velî Abdüllatîf Câmî</label>
Abdüllatîf Câmî hazretleri, İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. Türkistanda doğdu ve 963 (m. 1555) senesinde Harezmde vefât etti... 960 (m. 1553) senesinde Anadoluya geldi. Zamanın pâdişâhı olan Kanunî Sultan Süleymân Hân ile görüşüp, sohbet etti. Kanunî, bunun sohbetlerinden çok istifâde eder ve lezzet alırdı... SEYYİDLERİ ÇOK SEVERDİ...Rivâyet edilir ki, o zamanlarda Osmanlılarda Nakîb-ül-eşrâf Seyyid Muharrem Efendi idi. (Nakîb-ül-eşrâf olan zât, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek neslinden olanların her türlü işleri ile ilgilenip, onların kayıtlarını tutardı.) Nakîb-ül-eşrâflık vazîfesinin ehemmiyeti icâbı, halifeden sonra gelen en yüksek mevkilerden sayılırdı. Diğer büyük zâtlar gibi, Abdüllatîf Câmi de Resûlullah efendimize ve Onun temiz nesline âşık bir zât idi. Anadoluda bulunurken, Kanunî Sultan Süleymâna, Nakîb-ül-eşrâf Seyyid Muharrem Efendiyi çok medhederek şöyle anlattı: O, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) neslinden çok kıymetli bir zâttır. Eğer onların (Seyyidlerin) arzusu olmasaydı, Anadoluya gelmez idim. O bu sözleri ile Nakib-ül-eşrâflık müessesesinin ve Muharrem Efendinin ve dolayısıyle seyyidlerin mevkiini daha da yükseltmiş, onlara verilen kıymet ve itibârın daha da artmasına vesile olmuştur...
Bu mübarek zatın kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
İnsanlar, ölüleri dirilteni büyük bildiğinden, Allahü teâlâya yakın olanlar, bunu yapmak istemeyip ölü kalbleri diriltmişler, talebelerinin ölü kalblerini diriltmeye çalışmışlardır. Doğrusu da, kalbleri diriltmek yanında ölüleri diriltmenin hiç kıymeti yoktur...

BİR HAC DÖNÜŞÜ...
Abdüllatîf Câmî hazretleri, bir sene hac dönüşünde, yolda düşman ve eşkıya tehlikesi olduğunu haber aldılar. Memleketlerine başka bir yoldan geldiler. Yolda gelirken, bir yerde mola verip; Burada birkaç gün istirahat etmemiz îcâb ediyor dedi. Yol arkadaşları kabûl edip, orada konakladılar. Fakat Hâce Selâhaddîn isminde bir vezîr ve yanındaki birkaç kişi, yola çıkmakta acele ettiler. Onlar yola çıkınca, geride kalanlardan birkaçı da, yola çıkalım diye bu mübareğe arz ettiklerinde, o yine acele etmedi acele edip, yola çıkanlar, yolda düşman eline düşüp şehîd edildiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerâmetler menbaı Muhammed Fergal</label>
Muhammed Ahmed Fergal, evliyânın büyüklerindendir. 860 (m. 1456) senesinde, Mısırın güneyindeki Saîd şehrinde vefât etti. Ebî Tîcdeki dergâhında defnedildi. Bu mübarek zat, kerâmetleriyle meşhurdur.... RÂHİB MÜSLÜMAN OLDU...Bir defasında şeyh-ül-İslâm İbn-i Hacer Mısıra geldi. Bu arada bir mesele sebebiyle Muhammed Fergale uğradı. İçinden; Allahü teâlâ, ilim tahsilinde bulunmamış birine evliyâlık vermez. Verecek olsa, ilim de ihsân eder şeklinde bazı şeyler geçti. O esnada, bu düşünceler Muhammed Fergale malûm olup; Ey efendi, olduğunuz yerde kalınız! buyurup, onu tutup kuvvetli bir şekilde sarstı ve; Allahü teâlâ, beni ihsânı ile velî olarak seçti ve ilim de nasîb etti buyurdu.
Bir gün Muhammed Fergalin huzûruna Hıristiyan râhiblerinden biri geldi. O anda canı kavun istedi. Kavun-karpuz mevsimi de değildi. Muhammed Fergal, kerâmet olarak bir kavun getirdi ve o kişi derhâl Müslüman oldu.
Hıristiyan bir kadının çocuğu hasta oldu. Bu kadının Muhammad Fergale hüsn-i zannı olup, onun büyüklüğüne inanırdı. Çocuğum hastalıktan kurtulursa, Muhammed Fergale bir halı vermeyi adadım dedi. Muhammed Fergale, bu kadının niyeti ve bütün yaptıkları malûm oldu. Buyurdu ki: Şimdi halının yününü hazırladılar. Yünü büktüler (eğirdiler) ve dokumaya başladılar. Bitirdiler. Vermek üzere yola çıktılar. Şu ânda falan yere getirdiler. Şimdi de kapının önünde, biriniz çıkıp alsın. Dışarı çıkıp baktıklarında, halıyı kapının önünde buldular. Muhammed Fergal, halıyı getireni çağırtıp, ağırlayıp hediyeler verdi. Yum gözünü buyurdu. O kişi, kendini bir ânda memleketinde buldu.

EVLİYÂ TASARRUF SAHİBİDİR!
Birisi Muhammed Fergalin yanına geldi ve Kurân-ı kerîm okumaya başladı. Bir aralık yanıldı. Fergalden başka kimse yanlışını fark etmedi ve; Yanıldın buyurdu. O kişi; Sen hafız değilsin, benim yanıldığımı nasıl anladın dedi. Muhammed Fergal de; Semâya yükselen bir nûr görüyordum. Birden kesildi. İki nûr arasında bir ayrılma oldu. İşte o zaman yanıldığını anladım buyurdu.
Bu mübarek zat, vefat ederken buyurdu ki:
Evliyâ tasarruf sahibidir. Her kimin bir hâceti olursa, kabrime gelsin, yüzüme karşı dursun, arzusunu bana söylesin. Allahü teâlânın izniyle onun hâcetini gideririm.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehadetim için dua eder misiniz?</label>
İslam Ordusu Salat-ü selam getirerek Tebüke doğru yola çıkmıştı... Bu yolculukta bir genç sahabe var ki, o çok farklı. Sürekli Sultanlar Sultanının yanında yakınında, ona dokunuyor, dokunmaya çalışıyor. O, Abdullah el-Müzeni (Zülbicâdeyn) radıyallahü anh... HUMMAYA YAKALANMIŞTI!..Tebüke gelindi. Çadırlar kuruldu. Abdullah el-Müzeni radıyallahü anh mekanları aşa aşa Resûlullah Efendimizin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem çadırına ulaştı ve dedi ki:
Yâ Resûlallah! Bir şey söyleyebilir miyim? Buyur dedi Resûlullah Efendimiz. Anam babam sana feda olsun, şehadetim için dua eder misiniz.
Resûlullah Efendimiz bakıyordu ve şöyle diyordu: İn esâbetkel hummâ ve kateletke, fe inneke şehîdün. (Eğer sana humma hastalığı bulaşsa ve bu hastalık seni öldürse, şehid olursun...)
Ertesi gün Zülbicâdeyn radıyallahü anhı gördüler. Alnında ter vardı ve halsiz görünüyordu. Sahabeden biri yaklaştı ve sordu: Neyin var yâ Zülbicâdeyn? Ateşim var hastayım dedi. Titriyordu. Resûlullah Efendimizin buyurdukları olmuştu; Humma hastalığına yakalanmıştı...
Tebük Gazvesi gecelerinden bir gece, askerlerin istirahate çekildiği bir saatte çadırlar arasında üç kişi, bir meşalenin ışığı altında bir cenazeyi taşıyorlardı. Bunlar; Resulullah Efendimiz, hazreti Ebu Bekir ve hazreti Ömer idi. Taşınan cenaze de Abdullah el-Müzeni. Lakabı ile Zülbicâdeyn idi...
Bundan sonrasını Abdullah İbni Mesud radıyallahü anhtan dinleyelim:

BEN ONDAN RAZIYIM
Uyku tutmamıştı. Gecenin karanlığında, mücahidlerin çadır kurdukları sahanın bir köşesinde hareket eden bir ışık gördüm. Kalktım; takip ettim. Bir de ne göreyim: Resulullah Efendimiz, hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer, Zülbicâdeyni taşıyorlar. Bir yere geldiler; kabir kazdılar. Resulullah kabre indi. Ebu Bekir ve Ömer, cenazeyi Efendimize sunmak için hazırladılar. Efendimiz; Kardeşinizi bana doğru yaklaştırın! buyurdu; yaklaştırdılar. Onu kucağına alan Resûlullah Efendimiz, yatacağı yere ve yöne yerleştirdikten sonra doğruldu ve; Ya Rabbi! Ben, ondan razıyım, hep razı olarak geldim; sen de razı ol! diye dua etti. İçim dolu dolu oldu. Gıpta etmiştim. O an; ne vardı, bu mezarın sahibi ben olaydım! Oraya bu şekilde ben defnedileydim, diye ne kadar temenni ettim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İki çul sahibi Abdullah el-Müzeni</label>
Resûlullah Efendimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Medine-i Münevvereye hicret edeli 7 sene olmuş... Mekkede bir genç... Babası yok. Kabilesinin içinde ezik boynu bükük ve mahzun. Adı, Abdullah el-Müzeni... Amcaları bakıyor ona. Fakat hepsi müşrik. O, Resûlullah Efendimizi görmeden iman etmiş bir yiğit. Kalbi Resûlullah Efendimize kavuşmanın heyecanı ile atıyor... KAÇMAK İÇİN FIRSAT KOLLADI...Amcaları onun iman ettiğini öğrenmiş, üzerine kurdukları baskıyı daha da artırmışlardı. Bir yere kaçmasın diye çırılçıplak soydular. Üstünü örtecek bir bez bile yoktu. Bir çuval buldu... O çuvalı ikiye böldü. Bir parçasını vücudunun alt tarafına sardı diğerini de sırtına... Baş tarafını kesti çuvalın, başına geçiriverdi, sonra çuvalın iki tarafına delik açtı kollarını çıkardı... Kaçmak için fırsat kollardı, Medineye, Sevgililer Sevgilisine ulaşmak için. Bir fırsatını buldu ve kaçıverdi, düşe kalka, kanlar içinde... Çok zor şartlar altında yolculuk ediyordu, çıplak ayak, üzerine giydiği kalın kıllardan yapılmış çuval bütün vücudunu yara bere içinde bırakmıştı. Uzun bir yolculuktan sonra Medineye vardı...
Abdullah el-Müzeniyi gören hayrete düşüyordu. Mescid-i Nebeviye yaklaştıkça ağzından şu sözler dökülüyordu:
Ben geldim Ya Resulallah! İman ederek geldim, Allahı bir, Muhammedi Onun Resulü tanıyarak geldim...
Resûlullah Efendimiz onu görünce şöyle bir bakıverdi ki, ayakları kanlar içerisinde. Sultanlar Sultanı; Sen kimsin? dedi. Ben Abdullah bin Amr el-Müzeniyim dedi ve hikâyesini anlattı...

BU KARDEŞİNİZİ GİYDİRİN!
Resûlullah Efendimizin gözleri nemlendi, yaşlar nurlu yanağından aşağıya süzülüyordu. Demek sen Abdullahsın, senin adın bundan sonra Zülbicâdeyn olsun diyordu Resûlullah Efendimiz. Bunun manası İki çul sahibi demek. Sonra sahabeye dönerek, Bu kardeşinizi giydirin! Allah size rahmet etsin buyurdular...
Zülbicâdeyn radıyallahü anh sevincinden uçuyordu. Resûlullah Efendimiz ona isim takmıştı. Ne büyük şeref. Yarın Rabbimin huzurunda bu ismi bana Sultanlar Sultanı taktı diyebilmek...
Abdullah el-Müzeni, Resûlullah Efendimizin yanından bir an olsun ayrılmamış, bütün gazalarda bulunmuştu. Nihayet dünya hayatına veda edeceği Tebük Gazvesine gelinmişti. Nasıl mı şehid oldu? O da yarın...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Yemenli büyük velî Ebû Bekr eş-Şelî</label>
Seyyid Ebû Bekr eş-Şelî, Yemenin büyük velîlerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ebû Bekr bin Ahmed bin Ebû Bekrdir. Meşreür-Revî kitabının müellifi olan Muhammed bin Ebû Bekirin babasıdır. Hazret-i Hüseyinin neslinden olup, seyyiddir. 1582 (H.990) senesinde Yemenin Terîm beldesinde doğdu. 1643 (H.1053) senesinde aynı yerde vefât etti. Kabri, Zenbel Kabristanındadır. DERECESİ PEK YÜKSEKTİ!..Asîl, temiz ve âlim bir âileye mensûb olan Ebû Bekr eş-Şelî, küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başladı. Büyük velî Abdullah Ayderûsun sohbetlerinde, ders halkasında ve hizmetinde de bulundu. Şeyh Abdullah ona tasavvuf yolunda hırka giydirdi ve diğer ilimlerde icâzet verdi.
Ebû Bekr eş-Şelî, icâzetini, diplomasını aldıktan sonra çeşitli beldelere seyahat ederek, âbid ve velîlerle görüşüp sohbet etti. İlimdeki ve tasavvuf yolundaki derecesi pek yüksek oldu. Daha sonra kendi memleketi Terîme döndü.
Yemende bulunan büyük İslâm âlimlerinin en önde gelenlerinden olan Seyyid Ebû Bekr eş-Şelî, Selef-i sâlihîn denilen ilk iki asrın âlimleri ile halef-i sâdıkîn denilen sonra gelen âlimlere tâbi olmak esas olduğu için, onların ve onlardan sonra gelen büyük âlimlerin hallerini çok anlatırdı.
Talebelerine ve sevenlerine şöyle buyurdu:
Abdullah ibni Abbâsın (radıyallahü anhümâ) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: (Bir kimse sabaha çıktığında bin defâ Sübhânellahi ve bi-Hamdihî derse, nefsini Allahü teâlâdan satın almış olur.) Birçok velî de; Bunu söylemeye devâm etmelidir buyurmuşlar, kendileri söyledikleri gibi talebeleri ile sevenlerine de söylemeyi emir buyurmuşlardır.

VEFATIMDA YANIMDA BULUN
Seyyid Ebû Bekrin oğlu şöyle anlatır:
Bir zaman Hindistan memleketine gitmek için babamdan izin istedim. Babam; Öyle anlıyorum ki, müddet tamam oldu. Vefâtım yaklaştı. Vefâtımda yanımda bulunmanı isterdim dedi. Yâni Hindistana gitmemi istemiyor musunuz? dedim. Bir nevî gitmekte ısrar etmiş gibi oldum. Bunun üzerine; Sefere git! Allahü teâlânın emânında (emniyeti altında, korumasında) ol. Allahü teâlâ ne dilerse o olur dedi. Ben sefere gitmekten vazgeçtim. Hakîkaten de dediği gibi oldu. Bundan az bir zaman sonra 1643 (H.1053) senesi Safer ayının yirmi beşinde ikindi vaktine yakın bir sırada vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısırdan yükselen nur Demirtaş Muhammedî</label>
Demirtaş Muhammedî, Mısırda yetişen İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. Tasavvufta, Halvetiyye yolunun ileri gelenlerindendir. Evliyânın büyüklerinden olan Ömer Rûşenî hazretlerinin talebelerinden ve İmâm-ı Şarânî hazretlerinin de hocalarındandır. Demirtaş Muhammedi, Mısırda Hüseyniyye beldesinde 929 (m. 1522) senesinde vefât etti. Kendi zaviyesinin bulunduğu yerde defnedildi... SARAYDAN GÖNÜL SARAYINA...Demirtaş Muhammedî, önceleri Sultan Kayıtbayın yanında çalışıyordu. Onun adamlarından idi. Bir defasında Sultan Kayıtbay, altın dolu bir keseyi Demirtaşa verdi ve zamanın evliyâsından olan Ahmed bin Akabe el-Hadramî hazretlerine götürüp vermesini söyledi. O da keseyi alıp o zâtın yanına geldi. O zât bu parayı kabûl etmek istemedi. O ise, keseyi kabûl etmesi için ısrar etti. O da nihâyet keseyi eline aldı ve sıktı. Bunun üzerine, kesenin alt kısmından kan sızmaya başladı. Sonra Demirtaşa hitaben; İşte sizin altınınız buyurdu...
Demirtaş, bu dehşet verici hâl karşısında donakaldı. Adetâ aklı başından gitmişti. Getirdiği paranın uygun olmayan bir yoldan kazanılmış olabileceğini düşünerek tövbe etti. Sultan Kayıtbayın yanına döndü ve sultandan, kendisini serbest bırakmasını isteyip, istifâ ettiğini bildirdi. Sultan da onun bu isteğini kabûl edip, kendisini serbest bıraktı...
Ahmed bin Akabe el-Hadramînin yanına dönen Demirtaş Muhammedî, artık o zâtın talebesi oldu ve o vefât edinceye kadar sohbet ve hizmetinden ayrılmadı. Üstün derecelere, yüksek mertebelere ve kıymetli hâllere kavuştu. Kendisi de çok talebe yetiştirdi.

ZİRAATLE MEŞGUL OLURDU...
Demirtaş Muhammedî, zirâatle meşgûl olur, tarlalarını ekip biçerdi. Kazancının ihtiyâcından fazla olan kısmını ihtiyâç sahiplerine verirdi. Zâhirde, etrâftaki bahçelerde yetiştirilen meyveler gibi yetiştirmesine rağmen, onun bahçesinde yetişen meyveler o derece tatlı olurdu ki, Mısırda o lezzette başka meyveye rastlamak mümkün olmazdı...
***
Vefâtına yakın, talebelerini çağırdı ve dedi ki: Malımı, servetimi üç kısma ayırdım. Bir kısım gelirini, bahçe ve zaviyesinin bakımı için, bir kısmını çocuklarımın ihtiyâçları için ve bir kısmını da zaviyede kalan talebeler için harcayın şeklinde vasiyette bulundu ve bir müddet sonra da vefat etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri