Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Magnisavîzâde Muhyiddîn Efendi</label>
Muhyiddîn Magnisavîzâde, zamanının âlimlerinden okudu ve Molla Hüsrevin ders verdiği Ayasofya Medresesine talebe oldu. Medresenin en üst bölümündeki odasında, geceler boyu kandilini yakar, ders çalışırdı ve çalışması sabah namazına kadar sürerdi... PADİŞAHTAN TAKDİR ALDI...Fâtih Sultan Mehmed Hânın medreseye ilgisi büyük olup, fırsat buldukça medreseleri dolaşırdı. Geceleri kalkar, saray penceresinden zaman zaman medreseleri gözden geçirir, hücrelerde bulunan talebeden hangisinin lâmbası geç vakitlere kadar yanar diye merak ederdi. Molla Hüsrevin müderris bulunduğu kısımdaki talebelerden birinin, sabaha kadar uyumadığını ve bu hâlin aylarca devam ettiğini gördü. Merak edip, bir gün Molla Hüsrev ile görüşürken sordu ve o talebenin Muhyiddîn Magnisavîzâde olduğunu öğrendi. Fâtih Sultan Mehmed Hân çok memnun oldu. Onu takdîr ve tebrik etti...
Aradan yıllar geçti... Fâtih Sultan Mehmed Hân, Magnisavîzâdeyi önce, Vezîr Mahmûd Paşanın yaptırdığı Medrese-i Ulyâya daha sonra da Sahn-ı semân medreselerinden birine tayin etti. Çok geçmeden de İstanbul Kâdıaskerliğine getirdi...
Sultan, Rumeli tarafına olan seferinde, Magnisavîzâdeyi de beraberinde götürdü. Beraberinde daha pekçok ilim adamı da vardı. Yolda ilmî müzâkere ve müşâhedelerde bulundular. Sultan Fâtih, bir ara Magnisavîzâdeye Arabca altı mısralık bir beyit okuyup, manâsını ve arûzun hangi ölçüsünde olduğunu sordu. Magnisavîzâde, bunun cevâbını daha sonra yazıp arz ederim diyerek, cevap vermekte zorluk çekti. Fâtih, Arab edebiyatını bilememenin noksanlık olduğuna dikkat çekerek, beraberindeki Nişancı Hoca Sirâcüddîni çağırıp, beytin manâsını ve bahrini sordu. Sirâcüddîn Hoca, beytin tahlilini yapıp, güzel bir manâ verdi. Vezin ve bahrini söyledi. Fâtih, bu etrâflı îzâh şekline hayran kalıp, memnuniyetini bildirdi. İstanbula dönüşte, Magnisavîzâdeyi kadıaskerlikten azledip, Sahn-ı semân medreselerinden birine tayin etti.

TEKRAR KADIASKER YAPILDI...
Sultânın maksadı, Magnisavîzâdenin bu konu üzerinde de çalışma yapmasını sağlamaktı...
Zekâ ve ilmiyle isim yapan Magnisavîzâde, İkinci Bâyezîd Hân tarafından tekrar Kadıasker yapıldı. Vefâtına kadar bu vazîfede kaldı...
Bir ramazan iftar sofrasının başında, tam ezân okunduğu bir sırada, henüz iftarını açmadan kendisine bir fenâlık geldi. Oradaki bir sedir üzerine uzandı. Oruçlu bir hâlde âhirete göç etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yemenli velî Hasan Sekkâf</label>
Hasan Sekkâf, tasavvuf büyüklerindendir. Yemen diyârında bulunan Terîm beldesinde yaşamıştır. Doğum târihi tesbit edilememiştir. 813 (m. 1410) senesinde vefât etti. Zamanındaki evliyânın büyüklerinden olan Hasan Sekkâfın baba ve dedeleri de kendisi gibi âlim ve evliyâ zâtlar idi... KABİRDEN YÜKSELEN NUR...Hasan Sekkâf zamanında bulunan büyük âlimlerin derslerinde bulundu. Babası da büyük âlimlerden olduğu için, kısa zamanda yetişip meşhûr oldu. İsmi, her tarafta söylenmeye başlandı. Herkes tarafından sevilirdi. Çok kerâmetleri görülmüştür...
Hasan bin Abdürrahmân es-Sekkâf, bir gün, evliyâdan Muhammed bin Hakem ismindeki bir zâtın kabrini ziyâret etmişti. Yanında da talebelerinden Abdullah bin Muhammed isminde birisi vardı. Bu talebe Hasan bin Abdurrahmândan, Muhammed bin Hakemin rûhâniyetinin kabrinden kendilerine keşfolmasını, gösterilmesini istedi. O da kabûl etti. Bu sırada, Muhammed bin Hakemin kabrinden güneş misâli bir nur çıktı. Bu nurun heybeti ile aklı başından giden talebe, bayılarak yere düştü. Evine götürüldü. Üç gün o hâlde kaldı. Üçüncü gün Hasan Sekkâf hazretleri o talebenin evine gitti. Şifâ için bazı âyet-i kerîmeler okuyup duâ etti. O talebe, bundan sonra kendine gelebildi.
Hasan bin Abdürrahmânın, bir kimseye sekiz altın borcu vardı. Bir gün, alacaklı olan kimse alacağını istedi. O ânda da Hasan Sekkâfın sâdece beş altını vardı. O da kız kardeşi Zeynebde emânet olarak duruyordu. Ondan beş altını aldı. Bir kese içinde getirip, alacaklıya verdi. Alacaklı, verilen altınları saydı. Kesenin içinde sekiz altın vardı. Tamam olduğunu söyleyip gitti...

NİÇİN BÖYLE SÖYLÜYORSUN?
Rivâyet edilir ki, bir gün kardeşinin oğlu Muhammed Hasan Sekkâfın evine misafirliğe gelmişti. Bir müddet sohbetten sonra, Hasan Sekkâf kalkıp hanımının bulunduğu odaya geçerek; Haydi, [müstakbel] zevcin için yemek hazırla dedi. Hanımı hayretle; Benim zevcim ne demek? Benim zevcim sensin. Niçin böyle söylüyorsun? deyince, Hasan Sekkâf hazretleri buyurdu ki: Benim vefâtımdan sonra sen bu kardeşimin oğlu ile evlenirsin. Hanımı bir şey demeyip sustu. Bu hâdiseden kısa bir müddet geçti. Hasan Sekkâf hazretleri vefât etti. Hanımı da o zât ile evlendi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Salevât okuyarak bu nimete kavuştum</label>
İmâm-ı Şiblî hazretleri şöyle bir hadise anlatır: Komşularımdan birisi vefât etmişti. Rüyâmda onu gördüm. Allahü teâlânın ona nasıl muâmele ettiğini sordum. Bana şöyle dedi: Ey Şiblî! Başıma çok korkulu işler geldi. Hesaba çekilip suâl sorulurken çok sıkıntı çektim. Kendi kendime; bu sıkıntı ve musîbet bana nereden geldi? Hâlbuki ben, Müslüman olarak rûhumu teslim ettim diye düşünürken, bana şöyle dendi: DİLİNİ İHMAL ETMEN SEBEBİYLE!
Bu sıkıntı ve musîbet, dünyâda iken dilini ihmâl etmen sebebiyledir. Bu sırada Münker ve Nekîr ismindeki melekler bana doğru gelirken, onlarla benim arama, hoş kokulu, yakışıklı bir şahıs girdi. Ona kim olduğunu sorunca, bana şöyle dedi: Senin dünyâda iken, Resûlullah Efendimize okumuş olduğun salevâtlardan yaratıldım. Her sıkıntıda sana yardım etmekle emrolundum...
İklîşî hazretleri de şöyle anlatır:
İmâm-ı Şiblî, Ebû Bekr bin Mücâhidin yanına gelmişti. Ebû Bekr bin Mücâhid yerinden kalkıp, İmâm-ı Şiblîye sarıldı ve onu iki gözü arasından öptü. Ben, Ebû Bekr bin Mücâhide; Efendim! Sen Şiblîye niçin böyle yapıyorsun? Hâlbuki Bağdadda ona mecnun diyorlar. Siz de böyle söylerdiniz dedim. Bunun üzerine Ebû Bekr bin Mücâhid hazretleri şöyle buyurdu:
Ben, Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona öyle yaptığı için böyle yaptım. Çünkü Resûlullah efendimizi rüyâda gördüm. Şiblînin yanına varıp, onu iki gözünün arasından öptü. O sırada ben; Yâ Resûlallah, Şiblîye niçin böyle yapıyorsunuz, ona böyle muâmelede bulunuyorsunuz? diye suâl edince, Resûlullah Efendimiz şöyle buyurdu: Evet, ona böyle yaptım. Çünkü o, namazdan sonra Tevbe sûresi yüzyirmisekizinci âyet-i kerîmesini, ondan sonra da bana salevât okuyor buyurdu...

DİLİNİ İHMAL ETMEN SEBEBİYLE!
Muhammed bin Saffâr da bu hususta şöyle anlatır:
Ebû Abbâs Ahmed bin Mensûr vefât edince, birisi babama geldi ve; Dün gece rüyâmda Ebû Abbâs Ahmed bin Mensûru gördüm. Şîrâz Câmiinde mihrâbda duruyordu. Üzerinde güzel bir elbise vardı. Ona; Allahü teâlâ sana nasıl muâmele etti? diye sorunca; Allahü teâlâ beni af ve mağfiret etti. Beni Cennetine koydu dedi. Buna nasıl kavuştuğunu sorunca; Dünyâda iken Resûl-i Ekrem Efendimize çok salevât okumam sebebiyle dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük müderris Behâüddîn Lütfullah</label>
İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerinin önde gelen talebelerinden ve halîfelerinden olan Lütfullah Efendinin oğludur. Doğum târihi kaynaklarda bulunamamıştır. 895 (m. 1490) senesinde Edirnede vefât etti... BALIKESİRDEN EDİRNEYE...Zamanındaki büyük âlimlerden ilim öğrenerek yetişen Mevlânâ Behâüddîn, daha sonra Hâcezâde Muslihuddîn Mustafa bin Yûsufun hizmetine girdi. Kısa zamanda yükselerek, Hâcezâdenin ders vekîli oldu. Önce gelen hakîkî İslâm âlimlerinin yaptıkları gibi edebe riâyet ile ilmini arttırdı ve büyük âlimlerden oldu...
İlminin çokluğu ile beraber, fazilet ve güzel hâllerde de çok üstün idi. Vakitlerinin çoğunu ilim ve ibâdete tahsis etmiş idi.
İlimde çok yükselip, insanlara fâideli olacak, ders verecek hâle gelince, Balıkesir Medresesine müderris olarak tayin edildi. Bundan sonra Bursada, Yıldırım Bâyezîd Hân Medresesinde müderris oldu. Daha sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hân tarafından İstanbulda yaptırılan Sahn-ı semân medreselerinden birine tayin edildi. Bir müddet sonra, bu vazîfeye Magnisâvîzâdenin tayin edilmesi ile, tekrar Bursadaki vazîfesine döndü. Bir zaman sonra, kendisini sırf ibâdet ve tâata vermek, başka hiçbir şeyle meşgûl olmamak istedi. Bunun için müderrislik vazîfesini bırakıp, Balıkesirde yerleşti. İnsanlardan ayrı, kendi hâlinde yaşamayı tercih etti.
Sultan İkinci Bâyezîd Hân, Edirnede büyük ve mükemmel bir medrese yaptırıp tamamlayınca, bizzat kendisi, ilk müderris olarak o medreseye Mevlânâ Behâüddîni tayin etti. O da böylece bu kıymetli vazîfeye tekrar başlamış oldu. 895 (m. 1490) senesinde vefât edinceye kadar, burada vazîfe yaptı. İnsanlar ondan çok istifâde ettiler.

YOLCULUK ZAMANI YAKLAŞTI!
Rivâyet olunur ki, Mevlânâ Behâüddîn hazretleri, Edirnede bir gün evliyâ zâtlardan birisine rastladı. O zât Mevlânâya; Yolculuk zamanı yaklaştı. Âhirete göç etmek zamanı geldi. Devamlı olarak âhiret hazırlığında bulunmalı değil mi? diye hitâb etti. Mevlânâ tebessüm ederek; Evet manâsına başını salladı.
Bu konuşmadan sonra evine gelen Mevlânâ, vasıyyetini yaptı. Yedi gün hasta yattıktan sonra vefât etti. Onu sevenler, vefâtına çok üzüldüler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bursadan İstanbula Seyyid Velâyet</label>
Seyyid Velâyet bin Seyyid İshak 855 (m. 1451) senesinde Bursaya bağlı Kırmasti kasabasında doğdu. 929 (m. 1522) senesinde İstanbulda vefât etti. Zamanının âlimlerinden, aklî ve naklî ilimleri tahsil eden Seyyid Velâyet, hadîs ilmini Molla Gürânîden okudu. Âşıkpaşa evlâdından Şeyh Ahmed hazretlerine talebe oldu. Onun hizmetinde bulunup feyz aldı ve yüksek manevî derecelere kavuştu. HOCASINA DAMAT OLDU874 (m. 1469) senesinde hocası Şeyh Ahmedin kızıyla evlenen Seyyid Velâyet, tasavvuf yolunda kemâle erdikten sonra, Allahü teâlânın dînini ve sevgili Peygamberimizin güzel ahlâkını insanlara anlatmak husûsunda icâzet alıp, bu vazîfeyle vazîfelendirildi...
Nakledilir ki: Sultan İkinci Bâyezîd Hân, ömrünün sonuna yakın; Yerime, en lâyık olan Yavuz Sultan Selîmdir. Sağlığımdayken saltanat vazîfesini ona vereyim diye, onu İstanbula davet etti. Ancak Şehzâde Sultan Ahmedin sevenlerinin ısrar etmesi üzerine, İkinci Bâyezîd tereddüde düştü. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selîm, sâlih ve âlim zâtlardan yardım ve duâ istedi. Bu sırada Seyyid Velâyet ile de görüşmek istedi. Fakat Seyyid Velâyet onunla görüşmeyi kabûl etmedi. Şehzâde Yavuz Sultan Selîmin ısrârı üzerine görüştü. Yavuz Sultan Selîm, Seyyid Velâyet hazretlerinden duâ istedi ve pâdişâh olup, olamıyacağını sordu. Seyyid Velâyet bir müddet cevap vermedi. Daha sonra; Üzülmene lüzum yok. Saltanat yakında sana nasîb olacaktır. Ancak, pek uzun sürmeyecektir buyurdu. Dediği gibi olup, Yavuz Sultan Selîmin padişahlığı sekiz yıl sürdü.

RUHUNU ALMAYA GELMEDİM!
Seyyid Velâyet hazretleri, vefâtından iki yıl kadar önce şiddetli bir şekilde hastalanmıştı. Dostları ve talebeleri ondan ümidlerini kesmişlerdi. O sırada gözlerini açıp onlara dedi ki: Üzülmeyin dostlarım. Bugün, sabah güneş doğduktan sonra, ölüm meleği Azrail aleyhisselâm, Müftî Ali Çelebinin sûretinde bana geldi. Rûhumu teslim alacağını zannettim ve teslimiyet içinde ölüme hazırlandım. Azrail aleyhisselâm bana; Hayır, rûhunu almağa değil, seni ziyârete geldim diye teselli ettikten sonra gitti dedi...
Bu mübarek zat, iki yıl daha yaşadı ve Yavuz Sultan Selîm Hânın pâdişâh oluşunun ikinci yılında 73 yaşına vardığı sırada, İstanbulda vefât etti. Cenâze namazında, âlim ve sâlih birçok kimse bulundu. Şeyhülislâm Zenbilli Ali Cemâlî Efendi cenâze namazını kıldırdı..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hindistan velîlerinden Emânullah Pâni-püti</label>
Emânullah Pâni-püti, Şeyh Hasenin ve Muhammed Mevdûd Lârînin talebesidir. Tasavvufta Kâdiriyye yoluna bağlı idi. Bilhassa tasavvuf yoluna âit yüksek hakîkatleri, ince sırları açıklayıp beyan etmekte çok üstün idi. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde derin âlim idi. İfâde ve iknâ kabiliyeti o derece idi ki, sohbetinde tasavvufa âit marifetleri açıklamaya, izâh etmeye başladığı zaman, en inatçı kimse bile iknâ olur kabûl ederdi. DERVİŞLİĞİN ESASI İKİ ŞEYDİR!Emânullah Pâni-pütî hazretleri buyurdu ki:
Bize göre dervişliğin esâsı iki şeydir. Birincisi; ahlâkını, hâl ve hareketlerini Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak süsleyip, her ân edebe riâyet etmek, ikincisi ise; Resûlullah efendimizi ve Onun Ehl-i beytini çok sevmektir.
Emânullah hazretleri, bazı eski dostlarını, bu yolda bulunan bazı tanıdıklarını zaman zaman Dehlîye gelip, ziyâretlerde bulunurdu. Bir defasında yine Dehlîye gidecekti. Yola çıkacağı zaman talebelerine bakıp; Bu defa inşâallah iki seferden biri olur? buyurdu. Talebelerinin önde gelenlerinden olan Zekeriyyâ Ecvedehnî; Sefer (yolculuk) esnasında dostlarınız, talebeleriniz de yanınızda bulunacaklar deyince, buyurdu ki: Eğer zâhirî bir sefer ise, dostlarla birlikte olur. Ama başka bir sefer ise, dostlarımı Allahü teâlâya ısmarladım. Ona emânet ettim. Bundan sonra evine girip herkesle ve hattâ her şeyle vedâlaştı. Öyle ki, okuduğu kitabı açıp baktı ve; Senden çok haz ve lezzet aldım, çok fâidelendim diyerek veda etti... Bu şekilde odaya ve duvarlara dahî veda ettikten sonra, aynı gün sıtmaya yakalandı. Çok su ısıtın, yeni kaplar getirin ki, bugün bütün ömür düşünceleri gidiyor buyurdu. Çok yemekler hazırlattı...

GAYET NEŞELİ GÖRÜNÜYORDU...
O gün, Emânullah hazretlerinin de mensûbu bulunduğu Kâdiriyye yolunun müessisi (kurucusu) olan Gavs-üs-sekaleyn Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin vefâtının sene-i devriyesi idi. Dostlardan önce ve önde gitmemeli buyurup, o gün hazırlattığı çeşitli yemekleri, dostlarına ikrâm etti. Gayet neşeli göründü. Ertesi gün kendisinde ölüm hâlleri görülmeye başladı. Bir ara Tasavvuf büyükleri hazırlar ve bekliyorlar buyurup, Kelime-i tevhîdi söyleyerek rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bir velî kuluma düşmanlık eden!</label>
Dün bir nebze bahsettiğimiz gibi, Tokatta 972 (m. 1564) senesinde başlayan tâûn (veba) salgını, gün geçtikçe daha da artıyordu. Bunun üzerine şehir halkı; Abdülmecîd Şirvânî hazretlerinden duâ isteyelim. İnşâallahü teâlâ salgın onun hayır duâları ile durur dediler... Şehrin ileri gelenleri gidip, durumu Mevlânâ Abdülmecîde arz ettiler. Bunun üzerine Mevlânâ Abdülmecîd şöyle duâ buyurdu: İlâhî! Bu musibet bulutunu, kerem ve ihsân rüzgârınla def eyle. O ânda Allahü teâlânın izni ile tâûn salgını durdu. O günden sonra, otuz sene Tokat şehrine tâûn hastalığı isâbet etmedi... Şöyle anlatılır: Makam sahibi birisi, bir yolculuğu sırasında Tokat yolu üzerinde konaklamıştı. Bu sırada Tokat eşrâfının ileri gelenleri, hoş geldin demek için yanına gittiler ve teşrîf ettiğinden dolayı memnuniyetlerini belirttiler. Fakat o, kendini beğenmiş, gurûr ve kibir sahibi birisi idi. Ziyârete gelenlere hiç iltifâtta bulunmadı. Bir müddet sonra; Bizi karşılaması lâzım gelenlerin hepsi sizler misiniz? diye sordu. Onlar da; Sâdece takvâ sahibi ve kerâmet ehli velî bir zât kaldı. O da zâten dergâhından dışarı çıkmaz deyince, kibirli adam çok kızıp; Hemen gidin ve zorla da olsa onu bana getirin diye emir verdi.
Orada bulunanlar, ona şöyle dediler: Sizden önce de buraya devlet adamları geldi, ancak onlar o zatın dergâhına varıp, ellerini öptüler, ona çok hürmet ve ikramda bulundular. Size lâyık olan da, onu ziyâret edip hayır duâlarını almaktır.
Onların bu sözlerine çok kızan adam Yarın ona lâzım olan cezayı vereyim de siz görün dedi ve orada bulunanları kovdu. Mevlânâ Şirvânîyi sevenler, durumu ona bildirdiler. Zarar görmemesi için, makam sahibi şahsı ziyâret etmesini istediler. O Allah adamı da onlara; Sizler üzülmeyin. Bizim onun yanına varmamız, onun da bize gelmesi imkânsızdır buyurdu...

ATI ONU YERE VURDU!..
Sabah olunca, Mevlânâ Abdülmecîdin cezasını vermek üzere, hizmetçileri ile beraber huysuz bir ata binip yola çıkan makam sahibi şahıs, bir müddet gittikten sonra, atı onu yere vuruverdi. Adam orada can verdi. Mevlânâ Abdülmecîdi sevenler ve ona bağlı olanlar, bu hâdiseyi ona haber verdiklerinde, o mübarek zat şu hadîs-i kudsîyi okudu:
Benim bir velî kuluma düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir Allah adamı... Abdülmecîd Şirvânî</label>
Abdülmecîd Şirvânî hazretleri, Tokatta yaşamış evliyânın büyüklerindendir. 972 (m. 1564) senesinde vefât etti. Kabri, vasiyeti üzerine Kelkit Irmağının kıyısına yaptırıldı... SÖZLERİNİ HERKES ANLARDI...Abdülmecîd Şirvânî, asîl, cömert, affedici, mazeretleri kabûl edici, sohbetleri tatlı, halîm, selîm, merhametli idi. Mevlânâ Abdülmecîd, kendine has bir üslûp ile, çok güzel vaaz ve nasihat ederdi. Cemâate, tasavvuf ve ibâdetle alâkalı meseleleri anlatırdı. Anlattıklarını, âlim, fâzıl ve tahsili olmayanların hepsi anlardı... Öyle tatlı Kurân-ı kerîm okurdu ki, yerdeki vahşi hayvanlar ve gökteki uçan kuşlar, onun okuduğu Kurân-ı kerîmi dinlemek için etrâfına toplanırlardı...
Şöyle anlatılır: Birisi, insanlık îcâbı, Abdülmecîd Şirvânî hazretlerine muhalefette bulunmak sûretiyle, onun kalbini kırmıştı. O şahıs, akrabasını ziyâret bahânesiyle birkaç gün Mevlânâ Abdülmecîdin meclisinde bulunmadı. Bu zât, bu arada kendini yokladı, kendisinde ilâhî feyz ve bereketlerden hiçbir şey kalmadığını gördü. O gece rüyâsında tamamen som altın dolu bir hazîneye rastladı. Hazînenin bulunduğu yere girdi. O sırada birisi, ona; Bu hazîne senin iken, niçin parasız pulsuz geziyorsun? dedi. O da ona; Evet öyle, fakat böyle basılmamış altınlarla pazara çıksam, bana onlarla bir şey vermezler. Hattâ, bunları nereden aldın diye, beni yakalayabilirler. Bunları, sikkehâneye (darphane) götürüp damga vurdurmam gerekir dedi...

ELİNİ ÖPTÜ VE AF DİLEDİ...
Uyanınca, Sikkehânenin Mevlânâ Abdülmecîdin dergâhı olduğunu anladı. Mevlânâ Abdülmecîdden özür dilemek için yola çıktı. Tokata varınca, doğru onun bulunduğu mescide gitti. Mevlânâ Abdülmecîd, o sırada talebelerine ders veriyordu. O şahıs bir köşeye gizlenip, onu dinlemeye başladı. Bu sırada Mevlânâ Muhammed, o şahsın bulunduğu yöne doğru dönüp; Bir hazîne altına sahip olduğunu kabûl edelim. Mademki damgası yoktur, kendine güveniyorsan, sultânın çarşısına bir götür de gör, başına ne belâlar gelir bakalım diyerek, o şahsın rüyâsının tabirini yapmış oldu. O şahıs hemen kalkıp, Mevlânâ Abdülmecîdin ellerini öptü ve af diledi. Mevlânâ Abdülmecîd de onu affetti...
***
Tokatta şiddetli bir tâûn (veba) salgını başlamıştı. Fakat Abdülmecîd Şirvânîye bağlı olanların hiçbirine bu hastalık bulaşmıyordu. Bunun üzerine şehrin ileri gelenleri, o mübarek zattan dua almak için dergahına gittiler. Devamı yarın...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Ahmed bin Zeyd</label>
Ahmed bin Zeyd hazretleri Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi ve zâhidlerden olup Yemenlidir. 793 (m. 1391) senesinde vefât etti. Tesirli nasihatleri vardır. Buyurdu ki: SÖZDE ÂLİMİN HÂLİ!..Başkalarına emirleri ve yasakları bildirip, kendisi ise bunlara riâyet etmeyen sözde âlimin hâli şu kimseye benzer ki, ortada herkesin yemek istediği, görünüşte lezzetli olan bir yemek olsa, fakat bu yemek zehirli olsa, yemeğin zehirli olduğunu orada bulunanlardan yalnız birisi bilse, diğerlerine; Bu yemekten sakın yemeyiniz. Bu yemek zehirlidir dese, fakat kendisi bir taraftan yese, diğerleri bunun sözüne hiç itibâr etmezler. Bu bir yalancıdır. Hakîkaten zehirli olsaydı, kendisi yemezdi diyerek, o yemekten yemeye başlarlar. O yemek aslında zehirli olduğu için, yiyenlerin hepsine çok zararlı olur...
Bu mübareğin bulunduğu çevrede bidat ehli ve akideleri bozuk kimseler vardı. O zaman, o mıntıkanın vâlisi Muhammed bin Alî Mehdevî idi. Ahmed bin Zeyd hazretleri, oradaki bidat ehli kimselerin akidelerinin bozuk olduğunu insanlara anlatırdı. Hattâ, Sünnet-i seniyyeye yapışıp, bidatlerden sakınılmasını teşvik eden bir kitap yazdı. Bunun üzerine Muhammed bin Ali Mehdevî, kalabalık bir askerle birlikte, Ahmed bin Zeyd hazretlerinin bulunduğu yere geldi ve o mübareğin evine hücum etti. Herhangi bir mukâbelede bulunmadıkları hâlde, Ahmed bin Zeydi, oğlu Ebû Bekri, çoluk-çocuğunu ve onu sevenlerden bir kısmını şehîd ettiler. Evinde pekçok mal vardı. Bu mallar, halka âit idi. Onun yanına emânet olarak bırakmışlardı. O havâlide herkesin itimâd edip güvendiği bir zât olduğu için, halk, mallarını ona emânet olarak bırakıyorlardı...

ZULMÜNÜN CEZASINI GÖRDÜ!..
Aradan çok geçmeden, Muhammed bin Ali Mehdevî yaptığı zulmünün cezasını gördü. Şöyle ki; bir gün bir katıra binmişti. Katır, yolda giderken birdenbire ürküp, vâliyi üzerinden yere attı. Fakat ayaklarından birisi üzengiye takılıp kaldı. Katır, koşuyor ve vâliyi de kendisi ile beraber yerde sürüklüyordu. Bir müddet katırı kimse yakalayamadı. Ancak büyük bir çalışma ve çabadan sonra yakalayabildiler. Ona, katırın niçin ürküp kaçtığı sorulduğunda, şöyle anlattı: Aniden Ahmed bin Zeydi gördüm. Katırın karşısına çıkıp, elini salladı. Bundan ürken katır, süratle kaçmaya başladı...
Vâli birkaç gün hasta yattı. Sonra vefât etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimi Ahmed Sâlihî</label>
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Ahmed Sâlihî hazretleri, temel din bilgilerini öğrenip, yardımcı ilimlerde de bilgi sahibi oldu. Hadîs-i şerîf ilminde zamanın en ileri gelen âlimlerinden oldu. Bütün vakitlerini, Resûlullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek sözlerinin doğru olarak nakledilmesi, Allahü teâlânın dîninin yayılması için harcadı... SIHHATİNE ÇOK DİKKAT EDERDİŞam, Sâlihiyye, Kâhire, Mısır, Balebek ve Humus gibi ilim merkezlerine giden bu mübarek zat, talep edenlere hadîs-i şerîf dersleri verdi. Talebe gelmediği zaman dağa çıkar, Allahü teâlânın yaratıklarını temaşa eder, ailesinin nafakasını alın teriyle temin etmek için taş kırardı. Hadîs-i şerîf öğrenmek için gelenler, onu dağ başında bulurlardı. O da hemen işini bırakır, gelenlere ilim öğretirdi. Sıhhatine de çok dikkat eder, her sabah ılık su ile gusl abdesti alırdı. Vücûdu sıhhatli olmayanın, sıhhatli ibâdet yapamayacağını söylerdi. İnsanlara olan merhametine, ilminin ve ibâdetinin güzelliğine, ahlâkının yüksekliğine herkes imrenirdi.
Kitabında yer alan Hadis-i şeriflerden bazıları:
Doğru olunuz. Biliniz ki, amellerinizin en hayırlısı namazdır. Elbette namaza sâdece mümin olanlar devâm eder.
Namazı ilk vaktinde kılmanın, namazı son vaktinde kılmaya üstünlüğü, âhıretin dünyâya üstünlüğü gibidir.
Namazın ilk vakti Allahü teâlânın rızâsı, son vakti ise affıdır.
Cemâatle kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan yirmiyedi derece daha üstündür.
Münâfıklara en ağır gelen namaz, yatsı ve sabah namazıdır.

MÜMİN KAVUŞMAK İSTER!
Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Kim Allahü teâlâya kavuşmayı isterse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı ister. Kim Allahü teâlâya kavuşmayı istemezse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı istemez buyurunca, hazreti Âişe Biz hiçbirimiz ölümü istemeyiz dedi. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz; Bu o değildir. Lâkin mümin, Allahü teâlânın rahmeti, rızâsı ve Cenneti ile müjdelenince, Allahü teâlâya kavuşmak ister. Allahü teâlâ da ona kavuşmak ister. Kâfir ise, Allahü teâlânın azâbı ve gadabı ile korkutulunca; Allahü teâlâya kavuşmak istemez. Allahü teâlâ da ona kavuşmak istemez buyurdu.
Ahmed Sâlihî hazretleri, yüz yaşlarında iken vefât etti. Vefât ettiği gün hadîs-i şerîf dersi verdi ve o esnada şu hadis-i şerifi okuyordu:
Kimin son sözü Lâ ilahe illallah olursa, Cennete girer.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mücâhid velîlerden Molla Ali Efendi</label>
Molla Ali Efendi, serhad evliyâsının büyüklerindendir. Rumelinde gâzîler arasında meşhûr olup, onların manevî desteği oldu. 1005 (m. 1596) senesinde Dimitrofçada vefât edip, Eski Câmi yakınında defnedildi...
Ali Efendi, genç yaşında aklî ve naklî ilimlerde ilerleyip, vakitlerini ibâdet ve Kurân-ı kerîm okumakla kıymetlendirmişti... SERHAD BOYLARINDA SAVAŞTI...
Bu mübarek zat bir gün Kurân-ı kerîmi hatmederken Bu hatm-i şerîfi Resûlullahın rûhu için okuyacağım diye niyet eyledi. Hatmi bitirince, Resûlullah efendimizi rüyâsında görmekle şereflendi. Kendisine Allah yolunda ilerleyeceği, yüksek makamlara kavuşacağı bildirildi. Mübârek bir zâta talebe olacağı, ondan çok istifâde edeceği işâret edilip, bazı alâmetleri gösterildi.
Serhat boylarında, Allahü teâlânın rızâsı, insanların huzûr ve saâdeti için çarpışan Osmanlı akıncılarının arasına karışıp yıllarca cihâd etti... Rüyâsında işâret edilen Mahmûd ismindeki Allah dostu bir velîden ilim ve feyz alıp kemâle geldi. Kendini halktan bir kimse gibi gösterip, gösteriş ve riyâdan uzak bir hayat yaşadı.
Bulunduğu savaşlarda onun varlığı askerin maneviyâtını yükseltirdi. Sık sık akıncı birlikleri arasına karışır, onlara, insanlara iyi davranmaları ve her işi Allahü teâlânın rızâsı için yapmaları husûsunda nasîhatlerde bulunurdu.
İşi, fikri ve zikri hep Allahü teâlânın rızâsı olan Ali Efendi, bazı serhad kasabalarını ziyâret edip, bir kısmında uzun zaman ikâmet etti. Yirmiden fazla çocuğu vardı. Evlâdının hepsi vefât etti. Kalbi merhametinden kan ağlarken, gözünden bir damla yaş akıtmadı. Bu, Allahü teâlânın emrine râzı olmanın bir ifâdesi idi. Veren O, alan da O idi. Çocuklarından Ömer ve Hasan çelebiler, ilimde icâzet aldıktan sonra vefât etmişlerdi...

BU HABER DOĞRU DEĞİL!
Baba kalbi bu işe daha fazla dayanamadı. Vücûdu günden güne eridi. Yatağa düştü. O sırada Sultan Üçüncü Mehmed Hân, Eğri Seferine çıkmıştı. Askerin bazısı firar etmiş, Osmanlı ordusu zor duruma düşmüştü. Ordunun yenildiği haberi, tâ Molla Ali Efendinin kulağına kadar gelmişti. Haber kendisine gelince bir miktar duraklayan Ali Efendi; Hayır haber doğru değildir! dedi. Biraz sonra da vefat etti. Çok geçmeden ordunun muzaffer olduğu haberi geldi...


]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyh-i Sani Hafız Osman</label>
Kayışzade lakabıyla bilinen büyük hattat Hafız Osman, 1642 yılında İstanbulda doğmuştur. Velî ve âlim bir zattır. Küçük yaşta Kurân-ı kerime saygısı ve edebi ile tanındı... SANA BİR VAV YAZIVEREYİMHafız Osman, Osmanlı devletinin en meşhur hat üstadı Şeyh Hamdullah Efendiden yüz sene sonra geldi ve kırk yaşına kadar Şeyh Hamdullahın yazı stilinde yazılar yazdı. Kırk yaşından sonra kendi usûlünde yazılar vermeye başladı. Şeyh Hamdullahı geride bıraktı ve ünü kısa sürede yayıldı. Çok talebe yetiştirdi. Kurânı kendi stili ile yazdı. Bugün milyonlarca Müslüman Kurân-ı kerimi Hafız Osman hattıyla okuyor.
Şeyh Hamdullahın yazısına yeni bir şekil verdiği için kendisine İkinci Şeyh manasına gelen Şeyh-i Sani denilmiştir. Pek çok Mushaf-ı şerif yazmıştır.
Kayışzade Hafız Osman daha hayatta iken yazıları aranan, bedestende yapılan artırmalı satışlarda çok rağbet gören hatların sahibi idi. Onun her yazısı yüksek fiyatlara satılıyordu... Bir gün Beşiktaştan bir dolmuş kayığa binip Üsküdara geçiyordu. Kayık iskeleye yanaşınca müşteriler paralarını çıkarıp vermeye başladılar. Hafız Osman üstünü arayıp para bulamayınca kayıkçıya döndü;
-Hemşehrim, benim param yok, sana bir Vav yazıvereyim, dedi.
Kayıkçı homurdanarak;
-Paran yoktu da ne diye bindin kayığa? Senin yazacağın vavı ne yapayım ben? dedi.
-Satarsın, dedi Hafız Osman ve hemen imzalı bir vav yazıp kayıkçıya uzattı...
Günün birinde kayıkçının yolu Bedestene düştü. Baktı ki pek de ahım şahım olmayan karalamalar mezat edip duruluyor. Hatırlayıp cebinden Vavı çıkardı, Tellal Hafız Osman Vavı... dedikçe fiyat durmadan arttı... Kayıkçı hiç ummadığı kadar para kazanınca pek sevindi...
Bir gün yine Hafız Osmanı kayığına binmiş gören kayıkçı;
-Para istemez hoca, sen yine bir vav yazıver bana, deyince Hafız Osman;
-O vav her zaman yazılmaz hemşehrim, sen al paranı, diye cevap verir.

AYRILIK GÜNÜNÜ BİLDİ...
Bu mübarek zat, vefat etmeden önce en son dersini Yedikuleli Emir Efendiye verdi. Emir Efendinin elinde İmam Zeynelabidin Hazretlerinin bir mısraı vardı:
Ve eykane ennehû yevmel-firak... (Ayrılık günü olduğunu kesinlikle bildi) mânâsındaki bu mısra üzerindeki hat çalışmasını tashih etti. İlginçtir ki, bu ayrılık günü mısraını düzelttikten iki saat sonra vefat etti. Sünbül Efendi dergâhının bahçesine defnedildi...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri