Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali Behçet Efendi</label>

Anadoluda yetişen velîlerden. Konya ulemâsından Ebû Bekr Efendinin oğludur. 1727 (H.1140) senesinde Konyada doğdu. Babası ve dedesinin yanında küçük yaşta tahsîle başladı. Derviş tabiatlı bir zât olan babası, Ali Behçet Efendinin tahsil ve terbiyesi için özel îtinâ gösterdi. Medreselerde ilk olarak okutulan kitapları bitirdikten sonra, Karamanlı Abdullah Efendi ve meşhûr âlim Abdüssamed Efendinin derslerinde bulundu. Onlardan icâzet, diploma aldı. Sonra Afyonkarahisara gidip orada bir dergâhta talebe yetiştirmeye, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeye çalışan anne tarafından dedesi Alâeddîn Çelebiden ders aldı. Buradaki tahsîlini tamamladıktan sonra kâdı oldu. Bu görevle Anadolunun çeşitli yerlerine gitti. Ankaradaki vazîfesi sırasında kendisinde meydana gelen bâzı mânevî hâller yüzünden görevden istifâ ederek, Afyona dedesinin yanına döndü ve Mevleviyye tarîkatına göre çileye başladı. Çile müddeti bitiminde çeşitli mânevî faydalara kavuştu. DERSİMİZDEN UZAK OLMAYASINIZ!
Ali Behçet Efendi Hazretlerinin bir talebesine yazdığı mektup şöyledir:
Benim sevgili insaniyetli ve iyiliksever oğlum! Göndermiş olduğunuz mektup elimize geçti ve çok memnun olduk. Ey oğlum! Dersimizden uzak olmayasınız. Bir an Allahü tealayı anmak, Süleyman aleyhisselamın mülkünden daha iyidir. Bunu aklınızdan çıkarmayınız. Oğul! Her zaman talep edenlerden ol. Mübarek gecelerde Allahü tealaya yalvarıp yakarmayı fazlaca yaparsanız, isabetli olur. Zira Allahü teala kulunun yalvarmasını sever. Bu, Allah adamlarının yoludur.

İBRAHİM EFENDİYİ VEKİL BIRAKTI
Büyük oğlu yetişinceye kadar yerine halife olarak İbrahim Hayranî Hazretlerini vekil bıraktı. 1822 yılında vefat etti. Cenazesi dergahın avlusunda defnedildi. Üzerine demirden kubbeli bir türbe yaptırıldı.
Ali Behçet Efendi vefatına yakın İbrahim Efendiyi yerine vekil bıraktı. Vefat etmeden önce İbrahim Efendiye, Oğlum! Bir zaman gelecek Tahir Ağa Tekkesi şeyhliği boşalacak. Size orası teklif edilecek. Reddetme, kabul et buyurmuştu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Abdurrahim Abbâsî</label>

Abdurrahim Abbâsî hazretleri Şafii fıkıh âlimlerindendir. 1462 (H.876) senesinde Kahirede dünyaya geldi ve Yavuz Sultan Selim Hanın Mısırı fethetmesinden sonra İstanbula gelerek burada talebe yetiştirmeye devam etti... Abdurrahim Abbâsî hazretleri, İstanbul camilerinde, insanlara doğru yolu göstermeye çalıştığı vaazlarında ve sohbetlerinde sık sık buyururdu ki:
Allahü teâlâ için sevmek, Onun için buğzetmek, îmânın en güvenilir ve sağlam kulplarındandır. Emr-i marûf ve nehy-i münker, iyiliği emredip kötülükten alıkoyma, herkese, imkânı nisbetinde lâzımdır. BİR GÜN AÇ, BİR GÜN TOK...
İyilik ve takvâ üzere yardımlaşmalıdır. Kazanç, ticâret ve sanat mubahtır. Kişi mecbur kalırsa, başkasından bir şey isteyebilir. Zengin kimsenin istemesi doğru değildir. Rızâ gösterilen fakirlik, zenginlikten üstündür. Bundan dolayı Resûlullah efendimiz fakirliği tercih etti. Peygamber efendimize yeryüzünün hazînelerinin anahtarı arz edildiği zaman, Cebrâil aleyhisselâm fakirliği işâret etti. Yine Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize tevâzu etmesini de işâret etti. Bu sebeple Resûl-i ekrem; Yâ Rabbî! Bir gün aç, bir gün tok olmayı istiyorum. Acıktığım zaman sana yalvarırım, doyduğum zaman sana hamd eder, seni anarım diye dua etti.

NUR ÜZERİNE NUR
Abdurrahim Abbâsî hazretleri, 1555 (H.963) senesinde İstanbulda vefat etti. Bu sırada Mebsût kitabını şerh ediyordu. Vefat ederken şunları söyledi:
Allahü teâlâ nur üzerine nurdur. Nefs-i emmare karanlıklar içinde karanlıktır. Hamd olsun ben ona dönüyorum. Allahü teala nur üzerine nurdur, nefs ise karanlılar kuyusu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Emin Erbilî</label>
Son asırda Irakta ve Mısırda yaşamış olan velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Babasının ismi Fethullahtır. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında Irakın Erbil şehrinde doğdu. 1914 (H.1332) senesinde Kâhirede vefât etti. Kabri, Karafe kabristanındadırTASAVVUF YOLCUSUNUN HALİ
Fakir-zengin herkesi ziyârete giden Muhammed Emin Erbilî hazretleri, yemek husûsunda ısrar edenlere; Tasavvuf yolcusunun yemeği ilim öğrenmek, Allahü teâlânın ismini zikre devâm etmektir. O kimsenin düşüncesinin yemek, içmek olması ona yakışmaz buyururdu.
Son günlerinde onun yüzünde her zamankinden daha çok nûr parlıyordu. 1914 (H.1332) senesi Rebîülevvel ayının ikinci Perşembe günü humma hastalığına tutuldu. Akşam ve yatsı namazlarını evinde kıldı. Mescide gidemedi.
Ders vermek ve Hatm-i Hâcegân yapmak üzere talebelerinden birini vazîfelendirdi. Bu gecede Allahü teâlâya olan aşkı ve Peygamber efendimizden itibaren Nakşibendiyye yolu büyüklerine karşı muhabbeti iyice fazlalaştı. Onların rûhâniyetleriyle konuşmaya başladı. Onlara olan sevgi ve kavuşma arzusunu bildirdi.
Bu hâli bir gece boyunca devâm etti. Yanına ziyâret için gelenlere; Hocanızın hâline bakıp ibret alınız. Onun öldüğü gibi siz de öleceksiniz. Allahü teâlânın ismini çok anın. buyurdu. Şeyh Muhammed Yûsuf es-Sekâyı yerine ders vermekle vazîfelendirdi. Son saatlerinde bile kendisini ziyârete gelen talebelerinin yanına gelmesine mâni olunmamasını istedi. Her birisi tek tek girip elini öptüler, helâllaştılar ve duâsını aldılar.

BUGÜN BENİM SON GÜNÜMDÜR!
Cumartesi günü hastalığı iyice şiddetlendi ve; Bugün benim son günümdür. buyurdu. İkindi vaktinden sonra tam bir sâkinlik ve sessizlik hâli oldu. Pazar gecesi ilaçlarını vermek üzere yanına gelen bir talebesine gülümseyerek buyurdu ki: Rahat olunuz. Talebesi dedi ki: Biz, Peygamber efendimizin sünnetiyle tedâvi olmakla emrolunduk. diyerek ilacını verdi. O gece sabaha karşı sekerât-ı mevt hâli başladı. Yüzünden şimşek gibi nurlar yayıldı. Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ahmed bin Ali (Ebû Bekr Hemedânî)</label>
Şâfiî âlimlerindendir. Hemedanda 308 (m. 920) târihinde doğdu. İlim tahsili için çok yerleri dolaştı. Bağdâdda bulundu. Şâfiî fıkhı ve hadîs ilimlerinde büyük âlim oldu. Hemedanda kadılık yaptı. ŞÂFİÎ FIKIH ÂLİMİDİRHadîs öğrenmek için uzun yolculuklar yapan Ebû Bekr Hemedânî, Bağdâda çok gelip gitmiş, hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuş ve ilim okutmuştur. Meşhûr âlim Dâre Kutnî Bağdâdda onun meclisinde bulunmuş, ilim ve hadîs-i şerîf almıştır.
Hemedanda uzun zaman kadılık yapan Ebû Bekr Hemedânî, Şâfiî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden idi.
Dâre Kutnînin Bağdâdda kendisinden (Ebû Bekr Hemedânî) yazarak, rivâyetleri içerisine aldığı Hafs bin Amr ve başka âlimler de yine Ebû Bekr Hemedânîden şu hadîs-i şerîfi rivâyet ettiler.

KENDİSİNDEN HADİS RİVAYET EDİLMİŞTİR
Şube, Abdülmelik bin Umeyr, Cafer İbni Sümerreden haber verdiler. Cafer İbni Sümerre (r.a.) buyurdu: Câbiyede Hz. Ömer, irâd ettiği hutbesinde buyurdu ki: Birgün aramızda, Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) benim kalktığım gibi ayağa kalktı ve: Eshâbıma ikrâm ediniz. Sonra onları tâkib edenlere (Tâbiîn), sonra onları tâkib edenlere (Tebe-i tâbiîne) ikrâm ediniz. Sonra bir kimse kendisinden şâhidlik ve yemîn etmesi istenilmediği hâlde, (yalan yere) şahitlik ve yemîn eder hâle gelinceye kadar yalan yayılır. Kim Cennetin ortasında bulunmayı isterse; cemâate sarılsın. Çünkü şeytan, yalnız olan kimselerle berâber bulunur ve o iki kişiden daha uzaktır. Dikkat ediniz! Haber veriyorum. Bir kimse bir kadınla halvet etmesin. Eğer bulunursa, muhakkak ki üçüncüleri şeytandır. Dikkat ediniz haber veriyorum; kim günah işlediği zaman üzülür, iyilik işlediği zaman sevinirse, o kimse mümindir buyurdu.
Ebû Bekr Hemedânî hazretleri, 400 yılına varmadan vefât etmesi için duâ ederdi. Yine birgün Yâ Rabbi, 400 senesine varmadan canımı al diye dua ederken duâsı kabûl oldu ve 398 (m. 1007) yılı Rebî-ül-âhirin onaltıncı günü vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hasen Irâkî</label>
Evliyânın büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmeyen Hasen Irâkî, 930 (m. 1523) senesinde, aşağı Mısırda Kevm denilen yerde vefât edip, Bâb-üş-Şariyyenin dışına defnedildi.BUNUN İÇİN YARATILMADIN
Hasen Irâkî şöyle anlattı; Ben gençliğimde Dımeşkda bulunuyordum. Sanatkâr idim. Bir Cuma günü arkadaşlarım ile birlikte, oyun oynamak, eğlenmek üzere toplandık. Bu sırada, Allahü teâlâ tarafından bana bir nidâ geldi ki, gizliden duyduğum bu ses bana; Sen bunun için, böyle şeyler yapmak için mi yaratıldın? diyordu. Bunun tesîriyle bende bir değişiklik hâsıl oldu. İçinde bulunduğum hâlden utanıp, pişman oldum.
Benî Ümeyye Câmiine varıp, içeri girdim. Orada, kürsî üzerinde bir şahıs vaaz ediyordu. Ve hep, Hızır aleyhisselâmın hâlini anlatıyordu. Birden Hızır aleyhisselâma karşı bende aşırı bir muhabbet hâsıl oldu. O zât vaazını bitirip gitti. Fakat ben, Hızır aleyhisselâmın hasretiyle kalakaldım. Kendisiyle görüşmek arzusu bende kuvvetlenmişti. Bir akşam namazından sonra idi. Birden arkamda oturan bir zâtın omuzuma dokunduğunu hissettim. Bana; Evlâdım. Allahü teâlâ yaptığın duâyı kabûl etti. Ben Hızırım. Benimle ne işin var? Bana ne diyeceksin ki, bu kadar şiddetli bir arzu, ile görüşmek istiyorsun? dedi. Ben çok sevinip, benimle beraber evimize gelmesini rica ettim.

ALLAHI ANMANIN EHEMMİYETİ
Eve gittik. Eve vardığımızda; Benim için, boş tenhâ bir yer bul, orada yalnız başıma kalayım dedi. Ben de kendisine boş bir yer gösterip, orada kalabileceğini söyledim. Burada yedi gün, yedi gece kaldı. Bana zikrin, Allahü teâlâyı çok anmanın ve Onu hiç unutmamanın ehemmiyetini anlattı.
Ey Hasen, hiç kimse ile seninle kaldığım kadar fazla kalmadım. Gücün yettiği müddetçe zikre devam et. Sen inşâallah uzun bir ömür yaşayacaksın. dedi. Hızır aleyhisselâmın bana öğrettiklerine aynen riâyet ettim. Bu riâyet bereketiyle, elhamdülillah çok nimetlere, derecelere nail oldum. Onun haber verdiği gibi, hakîkaten ömrüm uzun oldu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Zeyrek Muhammed Efendi</label>
Fâtih Sultan Mehmed Hân zamanında, Anadoluda yetişen âlimlerdendir. Muhammed Efendinin babası, Mahmûd Hüseynîdir. Doğum târihi bilinmemektedir. Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin yüksek talebelerinden olup, çok zekî olduğu için, hocası tarafından Zeyrek lakabı verildi. Önce Bursada, Sultan Murâd Hân Gâzî Medresesinde müderrislik yaptı. İstanbulun fethinden sonra, Sultan Fâtihin yaptırmış olduğu Semâniyye medreselerinden birine tayin edildi. Bugün Zeyrek adı ile anılan semtte otururdu. VAKİTLERİNİ İYİ DEĞERLENDİRİRDİAldığı günlük ücretin yirmi akçesini, kendi ihtiyâçlarına ayırır, geri kalanını hocası Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tekkesindeki talebelerine gönderirdi. Medresede, talebelerine ders okuttuktan sonra, kalan vakitlerini ibâdetle ve Kurân-ı kerîm okumakla geçirirdi.
Talebelerine buyururdu ki:
Ey oğlum! Şunu bil ki, eski sâlih kişiler açlık yoluyla dillerine hâkim olurlardı. Şimdi evliyâ olan fakirlerin elinde ve yolunda yetişmeyen kimseler, bu yolu da bir çıkmaza soktular. Ey evlâdım! Bu yolu ehlinden öğrenmelisin.
Beni kınayan bir kimse, benim tattığım zevki ve aşkı tatmış olsaydı, benimle birlikte âşık olurdu. Ne yazık ki, benim tattığımı tatmamıştır.

EY İNSAN DİLİNİ TUT!
Ey insan! Dilini tut ve ona kement vur. Seni sokmasın. Çünkü o bir yılandır. Kabir, kendi dillerinin kurbanlarıyla doludur. Bu kurbanlar öyle kimselerdi ki, babayiğitler bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinirlerdi.
Fâtih Sultan Mehmed Hânın huzûrunda, Molla Hüsrevin hakemliği altında, Bursalı âlimlerden Hocazâde ile bir hafta süren ilmî münâzaradan sonra Bursaya gidip Muradiyeye yerleşti. Ömrünün sonuna kadar Bursada kaldı. 912 (m. 1506) târihinde Bursada vefât etti. Kabri, Pınarbaşı mevkiindeki dergâhın yanındadır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ebû Bekr Tamistânî</label>

Onuncu yüzyılda İranda yaşayan büyük velîlerdendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 951 (H.340) senesinde Nişâburda
vefât etti.
Zamânındaki âlim ve velîlerin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulunarak ilimde ve tasavvufta yetişti. Şiblî ve İbrâhim Debbâğın sohbetlerinde bulunarak tasavvuf yolunda yüksek bir velî oldu. Zamânındaki evliyâların en yükseklerinden idi. Halleri ve güzel sohbetleriyle insanlara çok güzel örnek oldu. HEP İSLAMİYETİ ANLATTI
Uzaktan yakından gelip etrâfında toplananlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmaları için gayret etti. Talebe yetiştirdi. Sohbetleri sırasında nefsin ve isteklerinin kötülüklerini anlattı.
Ebû Bekr Tamistânî hazretlerinin dünyâ ve âhirette tek gâyesi, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaktı. O, zât-ı ilâhîden başka şeyleri kendine düşman sayıyordu. Bu düşüncesini bir sohbetinde şöyle ifâde etmiştir: Ne yapabilirim ki? Bu sonradan yaratılmış olanlar hep bana düşmandır.

ÂHİRET KAPILARINDAN
BİR KAPI
Ömrünün sonuna doğru Nişâbur bölgesine gelen Ebû Bekr Tamistânî orada insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. 951 (H.340) senesinde Nişâburda veya bu bölgedeki Heratta (Hire) vefât etti.
Son nefesinde: Ölüm, âhiret kapılarından bir kapıdır. Bu kapıdan geçmeyen Allahü teâlâya kavuşamaz. buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrahim bin Usayfir</label>

Evliyânın büyüklerindendir. Kâhirede doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 942 (m. 1535) senesinde Kâhirede vefât etti. Sûreynde, kendi dergâhının bahçesine defnedildi.İbrâhim bin Usayfirin kerâmetleri, daha çocukluk yaşlarında görülmeye başladı. Çoğu zaman bahçelerde, tarlalarda uyurdu. Vahşî hayvanlar ona dokunmaz, zarar vermezdi. SEFERE ÇIKMAMASINI SÖYLEDİ
Beldenin vâlisi uzak bir yere sefere çıkacaktı. İbrâhim bin Usayfire gelip durumu arzetti. O da; Selâmetle gidecek, selâmetle geleceksin buyurdu. Vâli buradan ayrılıp, Muhaysin adlı bir zâta gidip, ona da durumunu söyledi O da korkutacak bazı şeyler söyleyip, sefere çıkmamasını tembih etti. Vâli, tekrar İbrâhim bin Usayfire geldi. Yine aynı cevâbı alınca, sefere çıktı. Hiçbir tehlike ile karşılaşmadan gitti ve sâlimen geri döndü.
Buyurur ki: Kim âhireti için amel yaparsa, Allahü teâlâ onun din ve dünyâ işlerine kâfi gelir. (Allahü teâlâ, ona bütün işlerinde kâfi gelir.) Kim kalbini güzelleştirirse, Allahü teâlâ da onun dış görünüşünü güzelleştirir. (Zâhir, bâtına delâlet eder.) Allahü teâlâya karşı kulluk vazîfelerini yaparken, riya, ucb ve şöhretten uzak kalırsa, Allahü teâlâ onunla insanlar arasını ıslâh eder.
Dünyâ onu terk etmeden önce, dünyâyı terk eden kimseye ne mutlu. İçine girmeden önce, kabrini bina edene, ölümle Rabbine kavuşmadan önce Rabbini râzı edene ne mutlu.

O GÜL SUYUNU SAKLAYIN!
İnsanlar arasında, onlardan birisi gibi ol! Şüphesiz Allahü teâlâ, kendisini başkasından farklı ve üstün göreni sevmez.
Bir defasında Mûsâ adlı bir dostu sefere çıktı. Oradan çoluk-çocuğuna gül suyu yolladı. İbrâhim bin Usayfir, onun çocuklarına haber gönderip; O gül suyunu saklayın, lazım olacak buyurdu. Ardından vefât haberi geldi. Onu getirdiler ve o gül suyunu kefenine serptiler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Umeyr bin Hümam (radıyallahü anh)</label>
Uhud savaşının en şiddetli anlarında, Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, tesirli bir konuşma ile islâm askerini coşturuyorlar:-Ey eshabım! Sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Allaha yemin ederim ki her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip sebat eder ve çarpışa çarpışa şehid olursa; Cenab-ı Hak, onu mükâfat olarak elbette cennetine koyacaktır. Bugün şehid olacakları, en yüksek cennet; Cennetül Firdevs, hazır olarak beklemektedir.
Efendimizin bu müjdesini işiten Umeyr bin Hümam radıyallahü anh, daha bir aşka geldi: BİR NEFESLİK MESAFE
-Ah ne kadar güzel! Cennetle aramızda bir nefeslik mesafe kalmış... Demek ki Cennete gitmek için bir düşman kılıcı kâfi...
Umeyr, bunları der demez, düşman saflarını yara yara ilerlemeye başladı. Bir taraftan kılıç sallıyor bir taraftan da veciz sözler söylüyordu:
-Allaha maddi azıklarla değil; ancak razı olacağı işler ve Onun için cihad ederek gidilir. Allah korkusu, doğruluk ve iyilikten başka her şey tükenmeye mahkûmdur.

ÇOK ÖZLEDİĞİ
ŞEHİDLİĞE KAVUŞTU
Mübarek, sanki kanı ve kılıcıyla vasiyetini yazıyordu.
Şehidlik özlemi ile kavrulan Umeyr hazretleri, sürekli kılıç darbesi yiyordu... Ama kahraman sahabi, aldığı öldürücü yaralara rağmen çarpışıyordu; ve nihayet aldığı son darbe ile çok özlediği şehidliğe kavuştu ve ruhu Cennete kanat çırptı... Kılıçla şehid olan ilk mücahid Umeyr bin Hümam radıyallahü anhdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kâsım Çelebi</label>
Büyük velîlerdendir. İstanbulda doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1519 (H.926) târihinde İstanbulda Baba Nakkaş semtinde vefât etti.Kâsım Çelebi önceleri uzleti, insanlardan uzak yaşamayı seçip, yalnız başına tenhâ yerlerde, dağlarda dolaştı. Bir zaman; saray ağası, bir dergâh ve yanında bir câmi yaptırdı ve velî bir zât olan Çelebi Halîfeden bir talebesini burada irşâd ile hak yolun bilgilerini yaymakla görevlendirmesini ricâ etti. Çelebi Halîfe de bu arzu üzerine bir talebesini gönderip tenhâ yerlerde Allah aşkı ile dolaşan Kâsım Çelebiyi getirtti. Saçını tıraş ettirdi ve elbise giydirip, saray ağasının yaptırdığı dergâhta görevlendirdi. ÇOK KERAMETLERİ GÖRÜLDÜ
Kâsım Çelebi bir zaman sonra Hadım Ali Paşanın kendisine muhabbeti sebebiyle bir dergâh ve bir câmi yaptırmasıyla oraya geçip talebeleriyle birlikte ilim ve ibâdetle meşgûl oldular. Mecbûriyet halleri hâriç dergâhtan dışarı çıkmadılar. Çok kerâmetleri görüldü.
Kâsım Çelebi, vefâtları yaklaştığı zaman kaldığı dergâhtan çıkıp Baba Nakkaş semtine gittiler. Sevdikleri kendisine; Efendim! Bu hasta ve zayıf hâlinizde niçin tenhâ yerlere gidiyorsunuz. Dergâhınızda kalıp istirahat etseniz. dediklerinde, onlara; Biz Allahü teâlânın lütfuna buralarda kavuştuk. Buradan âhirete sefer edelim arzu ederiz. Hem biz burada merhum olursak iyi olur. buyurdular. O gecenin sabahında arzu ettiği gibi vefât etti.
Talebelerinden biri Allahü teâlânın en sevgili kullarından sayılan bir kutup görmek arzu ederdi. Kâsım Çelebi onun bu arzusunu anlayınca talebeyi bir iş sebebiyle Bursaya gönderdi. Talebe, deniz yoluyla giderken fırtına çıktı. Nasıl olduğunu anlamadan kendisini bir adanın ortasında buldu. Adada yalnız başına dolaşmaya başladı. Akşam olunca adanın herbir tarafından yedi kişinin kendisine doğru geldiğini gördü. Bir ara aralarında bâzı şeyler konuştular. İçlerinden birinin yüzü örtülüydü. Sonra cemâat hâlinde akşam namazını edâ ettiler.

PEKİ EFENDİM
Yüzü örtülüleri imâm olmuştu. Daha sonra herbiri geri dönüp geldikleri tarafa gitmek için yola koyuldular. Talebe, onların yanından ayrıldıklarını görünce feryâd etti. Bunun üzerine yüzü örtülü olan, o talebeye dönüp; Oğlum! Niçin hocan ile kanâat etmeyip başka kimse ararsın. İçinden kutup görme arzusunu çıkar. dedi. Talebe şaşkınlıkla; Peki efendim. deyip tövbe etti. Yüzü örtülü olana dikkatlice baktığında onun kendi hocası Kâsım Çelebi olduğunu anladı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şerefüddîn Ahmet Bin Yahya Münîrî</label>
Hindistanda yaşayan evliyânın büyüklerindendir. Mahdûm-ül-Mülk Bihârî diye tanınır. Lakabı, Şerefüddîn olup, nesebi, Peygamber efendimizin amcalarından Zübeyr bin Abdülmuttalibe dayanır. Dedesi, evliyâdan bir kimse olup, Halîl kasabasından, Bihardaki Münîr kasabasına göç etti. Anne tarafından dedesi, Sühreverdiyye yolunun rehberlerinden idi. Bu dedesi, Kaşgarlı olup, sonradan Patnaya bağlı Jathli köyüne geldi. Hazret-i Hüseyinin soyundan olduğu için seyyid idi. SON DEFA ABDEST
ALMAK İSTEDİ
Vefât ettiği gün, yüz yirmi bir yaşında idi. Vefâtından bir gün önce çok hasta olmasına rağmen, son defâ abdest almak istedi. İkindi vakti yaklaşıyordu. Hırkasını çıkardı, su istedi, yenlerini kıvırdı, dişini temizledi.
Besmele okuyarak abdest almaya başladı. Her uzvunu yıkamaya başlarken, başka duâlar okudu. Kollarını yıkarken, Şeyh Halîl yüzünü yıkamayı unuttuğunu hatırlattı. Tekrar tâze abdest almaya başladı. Kâdı Zâhid, sağ ayağını yıkamaya yardım etmek istediyse de, ona mâni oldu. Abdesti tamamladıktan sonra, bir tarak ve seccade istedi. Sakalını taradıktan sonra, iki rekat namaz kıldı. Biraz dinlendi ve sonra ikindi namazını kıldı.

ÇOCUKLARIYLA HELALLEŞTİ
1380 (H.782) senesi Şevvâl ayının beşinde de, evdeki çocuklarıyla ve talebeleriyle helâllaştı. Onlarla vedâlaştı. Ertesi gün yatsı vaktinde, salevât-ı şerîfe getirerek duâ etmeye başladı. Duâ esnâsında mübârek rûhunu teslim etti. Cenâze namazı, Şeyh Eşref Cihangir Semnânî tarafından kıldırıldı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Dağıstanlı Hâfız Efendi</label>
Anadolu evliyasındandır. Dağıstanda dünyaya geldiği için Dağıstânî olarak anılmıştır. Dağıstan bölgesi, 1800lerden itibaren Rus işgaline uğradığı için ailesi Anadoluya göç ederek Harputa yerleşti. Burada küçük yaştan itibaren medresede tahsil gördü ve kıymetli din alimlerinden ders aldı.Dağıstanlı Hâfız Efendi ölüm döşeğinde iken, vefâtından sonra kürsünün Beyzâde Efendiye verilmesi konusunda medresenin kurucularından Çötelizâdelerden Sırma Hâtuna şöyle vasiyette bulundu: KIYAMETTE DAVACI OLURUM
Ben yakında öleceğim. Ölümümden sonra, müderrislik için birçok dedikodular, hattâ kavgalar olacaktır. Yerimi ancak Beyzâde Ali Rızâ Efendi doldurabilir, müderrisliği ona vereceksin. Şâyet başkalarına verecek olursan, kıyâmet gününde senden dâvâcı olurum. Sırma Hâtun da;
Vasiyetini emânet bilirim. Emânete ihânet edilmez. Bize sâdece o emâneti korumak ve bu vasiyete itâat etmek düşer. dedi. Bir süre sonra Dağıstanlı Mehmed Efendi vefât etti. Fakat bu zât, Beyzâde Efendiye icâzet, diploma vermedi. Bu yüzden Dağıstanlıdan boşalan müderrislik için birçok dedikodular çıktı. Herkes Beyzâdenin yaşına bakıp, onun ilminden ve fazîletinden şüphe ediyordu. Bu durumu öğrenen Gâziantep âlimlerinden Küçük Ali Efendi, Beyzâdeye bir icâzetnâme, diploma gönderdi. Bu icâzet gelince, Beyzâde Efendi, Dağıstanlı hocadan boşalan müderrisliğe tâyin edildi.

BABASI TÜRKİSTANLIDIR
Beyzâde Efendi, 1810 (H.1225) senesinde Harputta doğdu. Babası aslen Türkistanlı olup, önce Mısıra, sonra da bu bölgenin Napolyon tarafından işgâli üzerine Harputa göç etti. Beyzâde Efendi tahsîl çağına geldiğinde, ilk olarak Şeyhülulemâ diye tanınan Hacı Ali Efendiden ders almaya başladı. Daha sonra Dağıstanlı Hâfız Mehmed Efendinin derslerine devâm etti. Genç yaşına rağmen tahsil döneminde zekâ ve dirâyetiyle kendini herkese sevdirip, durup dinlenmeden çalışarak yüksek derecelere kavuştu.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri