Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah bin Zeyd</label>
Tâbiînin büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 722 (H.104) senesinde Şamda vefât etti. Abdullah bin Zeyd, Eshâb-ı kirâmdan Sâbit bin Kays, Enes bin Mâlik ve Tâbiînden büyük âlim Katâdeden (r.anhüm) ders alıp ilimde yükseldi. Hadîs-i şerîf ilminde sika, sağlam, güvenilir bir zât oldu. Bir hadîs-i şerîfi öğrenmek için uzun süre seyâhat ederdi.
Hadîs-i şerîflerin toplanıp, yazılması için uğraşırdı. Vefâtından evvel, kitaplarının Tâbiînin büyüklerinden, fıkıh âlimi ve evliyâdan Ebû Eyyûb-i Sahtiyânîye verilmesini vasiyet etti. Bir deve yüküne yakın kitâbı Ebû Eyyûb-i Sahtiyânîye verildi. KİMLERDEN UZAK DURALIM?
Abdullah bin Zeyd hazretlerinin hikmetle dolu pekçok nasîhat ve sözleri vardır. Bir gün; Hem dünyâ, hem de âhirette yaşayan kimseye ne saâdet! buyurunca; Âhirette nasıl yaşandığı kendisinden soruldu, cevâbında; Böyle bir insan dünyâda Allahü teâlâyı hatırından çıkarmadı, dâimâ Ona yalvardı ve bu sâyede âhirette Onun rahmetine mazhar oldu. buyurdu. Kimlerden uzak duralım? diye soruldu. Cevâben; Arzu ve istekleri peşinden koşanlarla berâber oturup kalkmayınız. Onlarla konuşmayınız. Çünkü, sizi kendi sapıklıklarına düşürmelerinden zihninizi karıştırmalarından korkuyorum. buyurdu.
Bir tanıdığı arkadaşından şikâyet etmişti. Sana, din kardeşinden istemediğin bir şey ulaşırsa, onun için bir özür ara. Bir mâzeret bulamazsan, kendi kendine, belki benim bilmediğim bir durum vardır, de. buyurdu. Bidat yâni dinde sonradan ortaya çıkarılan ve dindenmiş gibi olan hurâfelere ve bidat sâhiblerine çok kızar ve şöyle derdi:

BİDAT EHLİ İLE OTURMAYINIZ!
Bidat ehli ile oturmayınız. Onlarla sohbet etmeyiniz. Zîrâ sizi dalâlete düşürebilirler veya bilmediğiniz kötülüklere bulaştırabilirler. Bir kimse bir bidat ortaya çıkarırsa onunla harb ederim. İlim sâhipleri sorulduğunda:
Âlimler üç kısımdır. Bir kısmı, ilmi ile amel eder, insanlar da onun ilmiyle amel ederler. Diğer bir kısmı, ilmi ile amel eder, fakat insanlar onun ilmiyle amel etmez. Başka bir kısmı da ilmiyle kendisi amel etmediği gibi insanlar da amel etmez. buyurdu. Kendisine münâfıkların âhiretteki hâlleri nasıldır? denildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyh Seyyid Nûreddîn Efendi</label>
İstanbulda yetişen evliyânın büyüklerindendir. Seyyid Alâüddîn Efendinin torunudur. 1062 (m. 1652) senesi Receb ayında İstanbulda doğdu. 1160 (m. 1747) senesinde İstanbulda vefât etti. Sünbül Efendi dergâhının bahçesine defnedildi.Nûreddîn Efendi altı yaşında iken babası vefât etti. Küçük yaşta öksüz kalan Nûreddîn Efendi, zamanın büyük velîlerinden olan Şeyh İbrâhim Nakşî Sünbülî hazretlerinin terbiyesinde yetişti. Yirmiyedi yaşında hocasından aldığı maddî ve manevî ilimleri tamamlayarak hilâfet makâmına yükseldi. Hocasının vefâtı üzerine Sünbül dergâhının şeyhi oldu. Bu dergâhda altmışdokuz sene yedi ay insanlara doğru yolu gösterdi ve talebe yetiştirdi. EVLADIM HOCANLA OL!
Nûreddîn Cerrâhî hazretlerinin talebelerinden birisi, birgün Sünbül Efendi dergâhına gelerek, Seyyid Nûreddîn Efendinin talebeleri arasına girmişti. Seyyid Nûreddîn Efendinin talebelerinin hâllerine imrenerek bakıyordu. Kendi kendine; Keşke Seyyid Nûreddîn Efendinin talebesi olsaydım demişti. Bunun üzerine Seyyid Nûreddîn Efendi yavaşça o talebenin yanına geldi ve; Evlâdım! Hocanla ol, hocanla ol! O kemâl sâhibidir. Ondan yüz çevirme buyurdu. Böylece, hem onun kalbinde bulunan düşünceyi Allahü teâlânın izni ile keşf etti. Hem de o talebeye hakîkat dersi verdi.
Buyurdular ki:
Kulların en aşağısı, namazını ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptığı ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katında kıymeti olduğunu zanneden kimsedir. Eğer Allahü teâlânın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) işlerinin bile ne kadar zor olduğu görülürdü. Nasıl böyle olmasın. Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakın olan Resûlullah efendimiz bile, Allahü teâlânın rahmetinin kendisini örttüğünü buyurmuşlardır.
Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir.

SABRIN ALAMETİ
Sabrın alâmeti şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir.
Ağyâra yâni yâr ve dost olmayana iltifât etmemek, ona sırrı açıklamamak, yüzünü Hakka dönmüş olmanın alâmetlerindendir.
Nûreddîn Efendi, talebeleri ile birgün Allahü teâlâyı zikrederken, herkesi hislendiren derin bir; Allah! dedi. Sonra da vefât etti. Vefâtına zamanın pâdişâhı Birinci Sultan Mahmûd Hân ve bütün halk üzülerek göz yaşı döktüler. Cenâzesi, Fâtih Câmiine götürüldü. Cenâze namazını Şeyhülislâm Zeynelâbidîn Efendi kıldırdı. Cenâzesi çok kalabalık oldu. Nûreddîn Efendiyi kabre, Sadr-ı azam Mahmûd Paşa indirdi. Daha sonra mezarının üzerine bir türbe inşâ ettirildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>İbn-i Arafe</label>
Mâlikî mezhebi fıkıh âlimidir. 716 (m. 1316) senesi Receb ayının yirmiyedisinde Tunusta doğdu. 803 (m. 1401) senesi Cemâzil-âhır ayının yirmidördünde vefât etti.İbn-i Arafe, çok ibâdet ederdi. Namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibâdetlerin edeblerine dahî uymayı kendine vazîfe bilirdi. 750 (m. 1349) senesinde, Büyük Câmide imâm ve hatîb oldu. 773 (m. 1371) senesine kadar bu vazîfede kaldı. Ömründe, namazına mâni olacak hiçbir özrü olmadı. Çok hac etti. Dünyâ ve âhıret hayırlarını toplamıştı. Her zaman, önceki âlimlerden bahseder, delîllerini Selef-i sâlihînden getirirdi. RIZIK HUSUSUNDA ENDİŞE ETMEDİM
Bir sohbetinde buyurdu ki:
İbrâhim aleyhisselâma; Allahü teâlâ seni, ne yaptın da kendisine halîl (dost) edindi? diye suâl edilince; Üç şey sebebiyle beni, Allahü teâlâ kendisine dost edindi: 1- Allahü teâlânın emrini, Allahü teâlâdan başkalarının emrine tercih ettim. 2- Allahü teâlânın benim için kefil olduğu rızkım husûsunda hiç endişe etmedim. 3- Sabah olsun, akşam olsun, misâfirsiz yemek yemedim buyurdu.
İsrâiloğullarından birisi ilim tahsiline çıkmıştı. Bu haber onların Peygamberine (aleyhisselâm) ulaştı. O Peygamber (aleyhisselâm), o şahsa gidip; Ey genç, sana üç şey tavsiye edeceğim ki, bu üç haslette, öncekilerin ve sonrakilerin ilmi vardır. Yanî sana bu üç şey kâfidir, 1- Gizlide ve açıkta Allahü teâlâdan kork. 2- Dilini, insanlar hakkında konuşmaktan tut. Onlardan sâdece hayırla bahset. 3- Yediğin ekmeğin helâl olmasına çalış. Yoksa o ekmeği yeme buyurdu.

İSLÂM DİNİ ÜZERE RÛHUMU AL!
Talebesi İmâm Ubey şöyle demektedir: Bizim hocamızda, küçüklüğünden beri sûret ve kemâlin güzelliği vardı. Allahü teâlâdan çok korkardı. Ömrü boyunca Yâ Rabbî! İslâm dîni üzere rûhumu al diye duâ etti. Vefat edeceği zaman sevdiklerinden birine birşey verip; Bunu evlâdına götür, îmân ile vefâtım için duâ etsin. Ümid ediyorum ki, Allahü teâlâ çocukların duâsını kabûl eder buyurdu. Sonra da Yâ Rabbî! İslâm dîni üzere rûhumu al diye duâ etti ve ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ubeydullah-ı Ahrâr</label>

Türkistanın büyük velîlerinden ve kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak dünyâ ve âhirette seâdete kavuşmalarına vesîle olan büyük âlim ve velîlerin on sekizincisidir. 1403 (h. 806) senesinde Taşkentte doğdu. 1490 (h. 895) senesinde Semerkantta vefât etti. Kabri oradadır. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri daha çocuk iken, üstün hâllere kavuşmuş olup, kerâmetleri görülüyordu.Tasavvufta yüksek derecelere kavuştuktan sonra, helal kazanmak için tarımla meşgul oldu. Kısa zamanda zengin oldu. 1300den fazla çiftliği vardı. Herbirinde üç bin amele çalışırdı.
BİZİM MALIMIZ FAKİRLER İÇİNDİR
Allahü teâlâ onun mahsulüne öyle bir bereket verdi ki, her yıl 800 bin batman (700 ton) zahire uşur verirdi. Ambarlarına konulan mahsul, çıkardıklarında, koyduklarından fazla geliyordu. Kendisi bu konuda; Bizim malımız, fakirler içindir. Bunca malın hassası işte bu noktadadır buyururdu.
Yakınlarından biri, bir gece birini kendisine şarap alıp getirmesi için gönderdi. O kimse şarabı alıp gelince, onun bulunduğu evin önünde durup, şarap testisini yukarıdan sarkıttığı bir sepete koydu. O da sepeti yukarı çekmeye başladı. Çekerken, sepet duvara çarpıp ipi koptu, yere düştü ve testi kırıldı. Şarap isteyen kimse, kimse bilmesin diye, sabahleyin erkenden kalkıp kırılan testisinin parçalarını topladı. Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri o kimsenin evine geldi. Gece yukarı çektiğin testinin sesi kulağıma geldi. Eğer o testi kırılmasaydı, benim kalbim kırılırdı ve bir daha seninle buluşmama imkan kalmazdı buyurdu.

ŞEYHLİK YAPSAYDIK
Eğer biz şeyhlik yapsaydık, zamanımızda hiçbir şeyh kendisine talebe bulamazdı. Fakat bize başka iş emredildi. Bizim işimiz, müslümanları zulümden korumaktır.
Belalara sabretmek hatta şükretmek gerekir. Çünkü, Allahü teâlânın birbirinden acı belaları vardır.
İnsanın yaratılmasından maksat, kulluk yapmasıdır. Kulluktan maksat ise, her hâlükârda Allahü teâlâyı unutmamaktır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Emînüddîn bin Neccâr</label>
Mısırda yetişen Şâfii mezhebi âlimlerindendir. 845 (m.1441) senesinde doğdu. 929 (m. 1522) senesi Zilkade ayının 27sinde vefât etti. Sâlih Bülkînî ve Takıyyüddîn-i Şemnî gibi zâtlardan ilim öğrenerek yetişen Emînüddîn bin Neccâr, zamanının büyük âlimlerinden oldu. Kurân-ı kerîm okuması o kadar tatlı ve güzel idi ki, okuduğu zaman kalbleri, gönülleri cezbederdi. Okumasını dinleyenler, Böyle güzel ve tesirli okuyan başka birini daha görmedik. derlerdi. ÖYLE TESİR ETTİ Kİ...
Bir defa kalede mübâşir olarak vazîfe yapan bir hıristiyan, bir sabah vakti Câmi-i Gamrînin yanından geçiyordu, içeride Kurân-ı kerîm okuyan Emînüddîn hazretlerinin sesini duydu. O okuyuş kendisine öyle tesir etti ki, adetâ kendinden geçti. Kalbinde bir genişlik ve yumuşama hissetti. Derhâl içeri girip, o büyük zâtın huzûrunda müslüman oldu. İslâmiyete bağlılığı pek güzel oldu. Devamlı olarak gelir, namazlarını Câmi-i
Gamrîde Emînüddîn hazretlerinin arkasında kılardı. Bu hâl, vefât edinceye kadar bu şekilde devam etti.
Câmi-i Gamrîyi yaptıran, Ebül-Abbâs el-Gamrî; Bu câmi bir beden, Emînüddîn hazretleri de o cesedin rûhu gibidir buyururdu.
İnsanlara iyilik ve ihsânları da pek çok olan Emînüddîn bin Neccâr, çok yemek ikrâm eder, ziyâfet verir ve bizzat kendisi hizmet ederdi. Bununla beraber, heybet sâhibi, vakûr bir zât idi. Onu tanımayan bir kimse, ilk gördüğünde heybetinin tesiriyle korkup titremeye başlardı. İnsanlara karşı tatlı dil, güleryüz ve yumuşaklıkla davranması olmasaydı, hiç kimse kendisiyle beraber bulunmaya tahammül edemezdi.
Yavuz Sultan Selîm Hân Mısıra girdiği zaman, kendisine imâmlık yapacak birini istediğinde, ittifâkla Emînüddîn hazretlerini gösterdiler. Sultan onu davet etti. O da gelip, Yavuz Sultan Selîm Hân Mısırdan ayrılıp İstanbula dönünceye kadar ona imâmlık yaptı.

ELLİ YEDİ SENE İMAMLIK YAPTI
Emînüddîn bin Neccâr, elli yedi sene imâmlık vazîfesini devam ettirdi. Bu uzun zaman içinde, hiçbir vakit olmadı ki, ezân okunduğunda o zât abdestsiz bulunsun.
929 (m. 1522) senesi Zilkade ayının yirmiyedinci günü hastalandı. Câmiye gelecek mecali olmadığı hâlde, kendini zorlayarak geldi. Akşam namazını kıldırdı. Namazdan sonra Haşr sûresinin son ayetlerini okurken vefât etti. Bâb-ı Nasr dışında bulunan türbesine defn olundu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yûsuf bin Abdurrahmân</label>
Hanbelî mezhebi fıkıh ve usûl âlimlerindendir. İbn-ül-Cevzî ismiyle tanınmıştır. 580 (m. 1185)de Bağdadda doğdu. 656 (m. 1258) senesinde vefât etti. Ayrıca tefsîr ve hadîs ilminde de âlim, vâiz ve şâirdir. Fıkıh, usûl, hılâf ilimlerinde iyi yetişti. Daha küçük yaşından itibâren çok nimetlere ve Allahü teâlânın ihsânına kavuştu. Babası onunla çok ilgilendi. VELÎNİN KIYMETİNİ BİLMEKBuyurdu ki: Eğer, insanlar velî zâtların kadrini, kıymetini bilip iyice anlayacak derecede olsalardı, herkes karşılaştığı bütün insanlara karşı edebli olurdu. Çünkü, görünüş itibâriyle velî de bizim gibi bir insandır ve karşılaştığımız bir kimse de, Allahü teâlânın bir velî kulu olabilir. Velî, şekil ve şemail bakımından, giyinip kuşanma bakımından ve diğer birçok beşeri sıfatlarla, diğer insanlardan farklı olmayan bir kimse gibi görünür. Hâlbuki, haddizatında o, diğer insanlardan tamamen farklı, apayrı bir insandır. Her ân gönlü Allahü teâlâ iledir ve Onun muhabbeti ile yanmaktadır. İşte velînin asıl hâlini bildiren bu husûsiyetini, ancak onun gibi olanlar anlar. Diğer insanlar ise, onu kendileri gibi bir kimse zannederler.
Âbidde (Allahü teâlâya çok ibâdet edende) ve ârifte nefse düşmalık vardır. Fakat ikisinin düşmanlıkları farklıdır. Âbid, nefsinin yaptıklarının kendisi için zararlı olduğunu bildiği için, nefsin yaptığı işlere düşmandır. Ârif ise, işleriyle birlikte, nefsin kendisine de düşmandır. Çünkü nefs, Allahü teâlâya düşmandır.

ETTEN BİR KANAT
İnsanoğlu dünyâya etten bir kanat ile gelir. Üstünde çeşit çeşit nimetlerin bulunduğu yükseklikler, altta ise Cehennem ateşi vardır. İnsanoğlu bu kanadını iyi besleyip, damarlarını iyi kuvvetlendirmeli ki, kanat zayıf olup, vazîfesini yapamayacak hâle gelmesin ve sâhibini ateşe düşürmesin.
Moğol İmparatoru Hülâgunun Bağdadı istilâsı sırasında onu da üç oğluyla birlikte şehîd ettiler. Muhammed bin Sekrân şöyle anlatmıştır: Vefâtından sonra onu rüyâmda gördüm. Allahü teâlâ sana ne muâmele yaptı dedim. Şehîd olarak affedildik dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-i Merzûk Mısrî (Sa'd bin Osman)</label>
Hadis ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimidir. Mısır evliyâ ve ulemâsının meşhurlarından Osman bin Merzûk Kurâşînin oğludur. Mısırda doğduğu için Mısrî denildi. İbn-i Merzûk diye tanındı. 592 (m. 1196) yılında Bağdadda vefât etti. Marûf-i Kerhî hazretlerinin yakınına defnedildi. MISIR VE BAĞDATTA İLİM ÖĞRENDİMısırda yüksek din bilgilerine temel olan din ve âlet ilimlerini öğrenen İbn-i Merzûk, oradaki âlimlerin ilimlerinden istifâde ettikten sonra Bağdada gitti. Ebül-Feth bin Mûsâdan Hanbelî mezhebi fıkıh bilgilerini öğrendi. Ebû Muhammed bin Hassâbdan hadîs-i şerif ilmini tahsil etti. O sırada Bağdadda evliyâ sultânı, feyzler menbâı Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri sohbet ediyor, ölü kalbleri diriltiyordu. O mübarek zâtın sohbetlerine iştirak etti.
Kitabında yer alan Hadis-i şeriflerden bazıları:
Lâ ilâhe illallah kelimesini bilen (inanan) kimse Cennete girer.
Tevhid ehlinden biri Cehenneme girerse, günahı kadar azâb görür (sonra çıkar).
Güzel bir abdest alanın hatâları (küçük günahları), bedeninden, hattâ tırnaklarının altından dökülür.
Abdest üzerine abdest alan kimseye on hasene yazılır.
Namazı unutan kimse, hatırladığı ânda kılsın.
Namazdan bir rekate yetişen kimse, namaza (cemâate) yetişmiştir.
İkindi namazını kaçıran kimse, ailesini ve malını kaybetmiş gibidir.
İkindi namazını terk eden kimsenin amelleri yok olur.
Benim mescidimdeki namaz, Mescid-i Haram müstesna, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır.
Kalbimde (Envâr-ı ilâhiyyenin gelmesine engel olan) perde hâsıl oluyor. Bunun için günde yüz kerre tövbe ediyorum.
Îmân, Süreyya yıldızına asılı olsaydı, ona, Fâristen birisi erişirdi. (Bu hadîs-i şerif, İmâm-ı azam hazretlerini müjdelemektedir.)

SECDEDE İKEN VEFAT ETTİ
Hayâtının sonlarında, insanların fitnesinden kurtulmak için inzivaya çekildi. Evinden dışarı çıkmaz oldu. Sultanlardan, halktan ve devlet adamlarından bir kuruş kabul etmezdi. Birçok talebe yetiştirdi. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin tekkesinde sohbet ederdi. Namaz kıldığı bir sırada, secde hâlinde iken vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Muhammed Cerîrî</label>

Evliyânın büyüklerindendir. 311 (m. 923)de vefât etti. Fıkıh ilminde imâm ve müftî, edeb ilminde mükemmel, diğer bütün ilimlerde âlim idi. Tasavvuftaki derecesi o kadar yüksek idi ki, Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bunun için Zamanımızın velîsidir buyurdu. Cüneyd hazretlerine vefât edeceği zaman, Sizden sonra kimin sohbetlerine devam edelim? diye sordular. Ebû Muhammed Cerîrîye gidin buyurdu. Tasavvufun üstün hâllerine vâkıf olmakta nihâyette olup, mürşid-i kâmil bir zât idi.Ebû Muhammed Cerîrî hazretleri buyuruyor ki:
Nefsine aldanan, şehevi duygularına esîr olur. Hevâî arzularının zindanına kapatılır ve o kulun kalbi fâideli işlerden zevk alamaz. Kurân-ı kerîmi hergün hatm etse bile, ilâhi kelâmı okumaktaki esas tadı bulamaz. Bunun hâl çâresi, nefsin esâretinden kurtulmayı candan arzu etmekdir.
Allahü teâlânın takdîr ve taksimine râzı olup, Allahü teâlâ ile iktifa edenin iç hâli düzgün, Allahü teâlâyı tanıması kolay olur. Allahü teâlânın yasak ettiklerinden sakınanın gidişatı dosdoğru, ahlâkı güzel olur. Helâlinden az yiyenin ise, beden sıhhati düzgün olur.
İhlâs, âhıretteki nimet ve azâblara yakînen inanmanın alâmetidir, İbâdetlerdeki riyâ da, âhıretteki nimet ve azâblara inanmakta tereddüt olduğunun alâmetidir. DUA BELA GELMEDEN YAPILIR
Dervişlerden birisi şöyle anlatıyor: Ebû Muhammed Cerîrînin vefâtı senesi, Karâmita sapıkları ile yapılan muharebede ben de bulunuyordum. Savaş bittikten sonra, müslümanların bulunduğu kâfilenin yanına döndüm. Yaralılar arasında Ebû Muhammed Cerîrîyi gördüm. Çok halsiz idi. Yüzyirmi yaşlarında idi. Ey efendim. Allahü teâlânın bu belâyı üzerimizden def etmesi için duâ etseniz dedim. Duâ, belâ gelmeden önce yapılır. Belâ geldikten sonra râzı olmaktan ve sabretmekten başka bir çâre yoktur buyurdu.

KABİRDEKİ HALİ GÖSTERİLDİ
Mekke yolunda Karâmita sapıklarının çok zulmedip müslüman kanı döktükleri, Hübeyr vakası senesi 311 (m. 923)de Karâmita sapıkları ile yapılan muharebede şehîd oldu. Vefâtı için, başka târihler de rivâyet edilmektedir. İbn-i Atâ er-Rûzbârî diyor ki: Vefâtından bir sene sonra, Ebû Muhammed Cerîrînin kabrine uğradım. Kabirdeki hâli bana gösterildi. Dizleri göğsüne dayalı, parmağı ile Allahü teâlânın birliğini gösteren işâreti yapar hâlde oturuyordu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hâtim-i Esâm</label>
Evliyânın büyüklerindendir. Belh şehrinde doğdu. Doğum târihi kesin belli değildir. Hâtim-i Esâm, Şakîk-i Belhînin talebesi, Ahmed-i Hadraveyhin hocasıdır. 237 (m. 852) senesinde Vaşcerde vefât etmiştir.Kendisine Esâm (kulağı duymaz) denilmesinin sebebi şudur: Birisi onunla konuşurken kazayla yellendi. Hâtim-i Esâm o şahıs utanmasın diye Yüksek sesle konuş, ancak yüksek sesle konuşulanları duyabiliyorum dedi. Bu yüzden ona Esâm denilmiştir.
BİRAZ MÜHLET TANI
Muhammed Râzî anlatır? Senelerce Hâtim-i Esâmın hizmetinde bulundum. Sadece bir kere hariç, hiç kızdığını görmedim. O da, pazardan geçerken bir bakkal talebesini yakalamış, Malımı alıp yedin, parasını ver diyordu. Hâtim bunu görünce, Ey Efendi! Biraz yardımcı ol, borcunu ödemesi için biraz mühlet tanı dedi. Fakat bakkal, Olmaz diye dayattı. Bunun üzerine çok sinirlenen Hâtim-i Esâm, yanında taşıdığı havlusunu yere vurdu. Bir anda pazarın ortası altınla doldu. Hâtim-i Esâm bakkâla: Alacağın ne kadarsa onu al, fazlasını alma, sonra elin kurur dedi. Bakkal alacağını aldı: Fakat para hırsından biraz daha almaya kalkınca derhal eli kurudu ve çolak oldu.
Buyurdu ki: Ey kul! Allahü teâlâya isyân ettikleri için insanlara buğzettiğin halde, kendin Allahü teâlâya isyân edince, kendi nefsine buğzetmeyişin sende insâfın olmayışındandır.

NAMAZI GÜZEL KILIYOR MUSUN?
Rebâh bin el-Hirevî şöyle anlatır: Îsâ bin Yûsuf bir mecliste konuşan Hâtim-i Esâma uğradı ve şöyle sordu: Ey Hâtim! Sen namazını güzel kılıyor musun? Hâtim, Evet dedi. O, Nasıl kılıyorsun? diye sordu. Hâtim şöyle buyurdu: Emre uyuyorum, korku ile yürüyorum, niyetle giriyorum, büyük bilip tekbir alıyorum, tertil ve tefekkürle okuyorum, huşû ile rükû ediyorum, tevâzu ile secde ediyorum, tam teşehhüd içinde oturuyorum, sünnete göre selâm veriyorum ve selâmı Allaha hâs kılarak veriyorum. Namazımın kabûl olunmayacağından korkarak, korkuyla nefsime dönüyorum. Ölmek kadar onu muhafaza ediciyim. Bunun üzerine Îsâ bin Yûsuf: Sen namazını güzel kılıyorsun buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Bekr-i Şiblî</label>
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, Büyük velîlerdendir. 861 senesinde Samarrâda doğdu. Bağdâta gelip, buraya yerleşti. Cüneyd-i Bağdâdînin talebesidir. Aynı zamanda Mâlikî mezhebinin fıkıh âlimlerinden olup, İmâm-ı Mâlikin Muvattâsını ezbere bilirdi. Zamanının bir tânesi olan Ebû Bekr-i Şiblî 945 (H.334) senesinde Bağdâtta vefât etti. BİR HADİSİ SEÇTİMŞiblî hazretleri buyurdu ki: Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadîs-i şerîf öğrendim. Bütün bu hadîslerden bir tânesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü, kurtuluşu ve ebedî seâdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasîhatleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadîs-i şerîf şudur: Peygamber efendimiz bir Sahâbîye buyurdu ki: Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya muhtâç olduğun kadar itâat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günâh işle!
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri güneş batarken güneşin sararmasına, şöyle bir benzetme yapardı: Tıpkı mümin de böyledir. Dünyâdan göçeceği zaman, varacağı makam sâhibinden çekindiği için, nasıl karşılanacağını bilmeyip, böyle sararır. Sonra da ilâve edip: Gün doğarken de, çok aydın olarak doğar. Bu da, bir müminin öldükten sonra kabrinden kalkışına benzer. Bir mümin kabrinden kalktığında, yüzü güneşin doğduğu gibi parlar.
Cehennemlik olmanın alâmeti; Allahü teâlânın rızâsı için bir fakire bir parça ekmek vermemek. Fakat nefsin isteklerini tatmin etmek için, bir ziyâfette yüz altın harcamaktır. Cennetlik olmanın alâmeti ise bunun tam tersidir.
Bir âh çekerek vefât etti
Bir gün, Ebû Bekr-i Şiblî; Allah Allah! deyip duruyordu. O sırada bir genç; Niçin Lâ ilâhe illallah demiyorsun? diye sordu. Bunun üzerine Şiblî hazretleri derin bir ah çekerek, (Lâ ilâhe) der de (illallah) diyemeden vefât ederim diye korkuyorum. dedi. Bu sözler gence çok dokundu ve orada bir âh çekerek vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şems-i Tebrîzî</label>
Şems-i Tebrîzî hazretleri Konyaya gelen büyük velîlerdendir. Tebrizde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Şems-i Tebrîzî lakabıyla meşhûr oldu. 1247 (H.645) târihinde Konyada şehîd edildi. Mevlânânın medresesinde defnedildi. CAMİDE KİMSE KALMAMIŞTIŞems-i Tebrîzî hazretleri; Eğer bir kimse bana âhiretim ile ilgili bir defâ iyilik edip, dünyâ ile ilgili binlerce kötülük etse, ben onun bir defâ yaptığı iyiliğe nazar ederim. Çünkü iyi ahlâk bunu icâbettirir. buyururdu.
Şems-i Tebrîzî hazretleri Şamdan Konyaya gelirken, yol üzerinde bulunan bir hana uğrayarak burada yatmak istedi. Fakat uğradığı bütün hanların dolu olduğunu, hiç kalacak yerlerinin olmadığını öğrenince, câmide sabahlamak istedi. Câmiye gidip yatsı namazını cemâatle kıldı. Cemâat dağıldığında, o hâlâ duâya devâm ediyordu. Duâsını bitirdiğinde, câmide kimse kalmamıştı. Günlerce süren yolculuğun verdiği yorgunlukla hemen kendinden geçti. Bir müddet sonra câminin kapılarını kilitlemek üzere gelen görevli, camide birinin yattığını görünce, yanına yaklaşarak:
Burada yatılmaz kalk! dedi. Şems-i Tebrîzî hazretleri doğrularak: Benim kimseye bir zararım dokunmaz. Garibim, uzak yoldan geliyorum. Hanlarda da yatacak yer yokmuş, başka kalacak bir yerim de yok. Bırak da burada sabahlıyayım dedi.
Görevli; Beni uğraştırma, sana kalk dışarı çık dedim, yoksa yaka paça seni dışarı atmasını bilirim diye karşılık verdi. Şems-i Tebrîzî hazretleri, bu son sözler üzerine bir tuhaf oldu. Hemen ayağa kalktı. Sessizce kapıdan dışarı çıktı. Câmiden çıkmasını isteyen görevli, onun arkasından bakarken, âniden boğuluyormuş gibi oldu. Bunun üzerine; İmdât boğuluyorum! diye bağırmaya başladı. Bu sesi işiten imâm efendi koşarak geldi ve ona;

NE OLUR ONU AFFEDİN!
Ne oldu, niye bağırıyorsun? diye sordu. Kayyum durumu anlatınca, imâm efendi hemen câmiden çıkıp koşarak, Şems-i Tebrîzî hazretlerine yetişti. Kendisine; Efendim, o câhildir, bir terbiyesizlik etmiş. Ne olur onu affedin! dedi. Şems-i Tebrîzî hazretleri imâm efendiye baktı. Üzüntülü bir şekilde: Onun işi benden çıktı. Benim yapabileceğim birşey yoktur. Ancak îmânla ölmesi için duâ edebilirim buyurdu. Adam biraz sonra can verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Sâlih bin Beşîr</label>
Tâbiîn devrinde Basrada yetişen meşhûr hadîs ve fıkıh âlimlerindendir. 792 (H.176) târihinde Bağdatta vefât etti. Basradaki âlimlerden ilim alıp yetiştikten sonra, Hâlife Mehdî kendisini Bağdata dâvet edip getirtti. Bağdat halkı kendisinden çok istifâde etti. Sâlih bin Beşîr, halîfenin huzûruna varınca ona nasîhat olarak buyurdu ki: HALİFEYE NASİHATLERİEy müminlerin emîri! Şimdi sana bâzı tavsiyelerde bulunacağım. Yalnız sabır etmenizi ve tahammül göstermenizi tavsiye ediyorum. Çünkü Allahü teâlâya en yakın kul, yapılan acı nasîhatlara bile tahammül edip, kabûl edendir. Resûlullah efendimize yakınlık isteyenlere yakışan, Onun güzel ahlâkı ile ahlâklanması ve Onun yüce sünnetine sarılmasıdır.
Ey müminlerin emîri! Resûlullah efendimiz, ümmetine haksızlık edenlerin hasmıdır. Kim Resûlullaha hasım olursa, Allahü teâlâ da o kimseye hasım olur. Allaha ve Resûlüne karşı gelmesinden dolayı o kimseye, kurtuluşuna mâni olan engeller hazırlanır. Böyle olunca yarın kıyâmet gününde, ayağını sağlam yere basmak istiyorsan, Allahü teâlânın kitâbına (Kurân-ı kerîme) ve Resûullahın sünnet-i seniyyesine sarıl! Bunun için, günahlarını, yaptığın haksızlıkları tekrarlamak sûretiyle, Allaha ve Resûlüne karşı gelmen sana yakışmaz. Ben, bu nasîhatımı sana Allah rızâsı için yaptım. Senin de bunlara kulak verip sarılman lâzımdır.
Bu nasîhatler, halîfenin çok hoşuna gitti. Hemen ona hediye ve ihsânlarda bulunulmasını emretti. Fakat Sâlih bin Beşîr, bunların hiç birini kabûl etmedi. Bunun üzerine halîfe çok ağladı. Bu nasîhatını, halîfe kendi özel defterine yazıp dâima onlara uygun hareket etmeye çalıştığı anlatılmaktadır.

SESİ ÇOK GÜZELDİ....
Sâlih bin Beşîr, çok güzel Kurân-ı kerîm okurdu ve çok ağlardı. Onun zamânında Bağdatta, ondan daha güzel okuyan kimse yoktu. Çok ibâdet eden birisine, Ahzâb sûresinin: O gün, yüzleri Cehennem ateşine döndürülünce, Eyvah bize! Keşki, biz Allaha itâat etseydik, Peygambere itâat etseydik diyeceklerdir meâlindeki 66. âyet-i kerîmesini okuyunca, adam bayılıp düştü ve öldü. Sâlih bin Beşîr de, böyle bayılıp düştükten sonra vefât etmişti.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri