Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âşık Paşa Ali bin Muhlis</label>
Âşık Paşa, Anadoluda yetişen Türk şâir ve mutasavvıflarının meşhûrlarındandırdır. 670 (m. 1272) târihinde Kırşehirde doğdu. Babası Muhlis Paşa, Osman Gâzinin maiyetinde, âlim, fazîletler sâhibi ve Ehl-i sünnet itikâdında bir zât idi... HAYATI HEP SOHBETLE GEÇTİ...Din ve tasavvuf bilgilerini Kırşehirli Süleymân Efendiden öğrenen Âşık Paşa, zamanının zâhirî ve bâtınî ilimlerini çok iyi tahsîl etti. Hayâtı hep evliyâ ile sohbet ederek geçti. Paşa lakabı, babasının ilk evlâdı olduğundan olup, resmî bir rütbe değildir. Devlet işlerinde ehliyet sâhibi olan Âşık Paşa, bir süre Mısırda elçi olarak bulundu. Mısır dönüşü, 733 (m. 1333)de Kırşehirde vefât etti.
Bu mübarek zatın en meşhûr eseri Garîbnâmedir. Âşık Paşa, bu eserinde şunları anlatır:
Bu dînin emir ve yasaklarını üstâddan öğrenmek lâzımdır. O üstâd ki, âdet, usûl ve esaslan öğretir. Allahü teâlânın emrettiği farzları ve Resûlullahın sünnetini bildirir. Nefsi ibâdet etmeye açıkça davet eder. Şunu iyi biliniz ki, İslâmiyeti en doğru olarak anlatan, âlim olan üstâdlardır. Bu sebeple onlara karşı çok edebli olmalı, izzet, ikrâm ve hizmette bulunmalıdır...
Bir talebe hocasına hizmet ederse, şüphesiz çok duâ alır. Onun duâsı bereketiyle cenâb-ı Hak da, o talebeyi sever. Bu sözümüzün hakîkat olduğunu kabûl etmelidir...
Dünyâ ile meşgûl olmak ayıp değildir. Dünyâ malının çok olması üzüntüye sebep olmamalıdır. Ancak dünyâ sevgisini gönüle doldurmak doğru değildir...
Anlattıklarımı can kulağı ile dinleyebilen, Allahü teâlânın yolunda, canını ve başını fedâ edebilen, sâdık olan evliyâ kul nerede? Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın medhini açıkça anlatmaya çalışacağım. Ancak bunu, şu görünen ten kulağı işitemez, mânâ yüzünü ten gözü de göremez. Zîrâ bu anlattıklarımı can kulağı ile dinlemek, mânâ yüzünü gönül gözü ile görmek lâzımdır...

SEN FADL VE İHSÂN SAHİBİSİN
Âşık Paşa, vefat etmeden kısa bir zaman önce bu eserini tamamladı. Vefatından kısa bir zaman önce yaptığı şu dua da kitabının sonuna ilave edildi:
Ey yüce Allahım! Sen fadl, ihsân sâhibisin, her şeyden önce mevcûd olan evvelsin, her şey helak olduktan sonra geriye kalacak âhirsin, hem hakim ve hem de âlimsin. Kullarını rahmetinle yarlığa, onları merhametinle koru. Ey Celîl! Her kim bu sözü kabûl ederse, rahmetin ona her zaman delîl olsun...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bir hikmet ehli Hasen-i Tüsterî</label>
Hasen-i Tüsterî hazretleri Mısırda yetişen evliyânın büyüklerindendir. Kerametleri çoktur. Hikmetli sözleri meşhurdur. İşte onlardan bir demet. Buyurdu ki: İNSANLAR İKİ KISIMDIRİnsanlar iki kısımdır. Birinci kısım, dünyâ ile uğraşanlar olup, onu imâr etmeye çalışır. Onun yolunun esâsı dünyâ ile uğraşmaktır. İkinci kısım insanlar ise, mana âlemi ile, manevî işlerle uğraşan kimseler olup, bunlar, matlûba (Allahü teâlâya) kavuşmak, Onu taleb etmek (istemek) arzusuyla yanarlar. Bütün gayretleri bunun içindir.
Mümin kulların kalbleri, evliyânın kalblerinin gölgeleri altındadır. Evliyânın kalbleri, enbiyânın (peygamberlerin) kalblerinin gölgesi altındadır. Enbiyânın kalbleri de, Allahü teâlânın inâyet ve yardım nûrları altındadır.
Amelin ve ilmin hâlis olanını iste! Hâlis niyetle Allahü teâlâya ibâdet ederken, insanlık hâli bazı kusurların olursa, onlar için de derhâl tövbe et!
Bir velîde, iki çeşit nûr bulunur. Birincisi; rahmet ve şefkat nûru olup, bu nurla, evliyâlık yolunda bulunmaya müsâit olanları kendisine cezbeder, çeker. İkincisi ise; feyz, izzet ve kahr nûru olup, bu nurla da, Allah yolunda bulunmaktan uzak, taşkın kimseleri kendisinden uzaklaştırır.
Kulun ilmi arttıkça, ilim talebi, daha çok öğrenmek arzu ve ihtiyâcı da artar. Himmeti de yükselir. Çünkü kişi, cehâlet hâlinde, sâdece ilim öğrenmeyi, daha çok ilim sâhibi olmayı ister ve buna kendisini çok muhtaç hisseder. İlmin çok dereceleri vardır. Onun sonu yoktur.

YOKSA, BİZ SENİ NAKLEDERİZ!
İbn-i Ebil-Ferec isminde birisi, kendisi için büyük bir kasr (köşk) yaptırmak istemişti. Kasrı bina edeceği yer, Hasen-i Tüsterî hazretlerinin kabrinin, dergâhının bulunduğu yerin yanı idi. Yapacağı binanın daha geniş ve rahat olması için Hasen-i Tüsterînin kabrini başka yere nakletmeye karar verdi ve bu düşüncesini mimarına söyledi. Mimar o gece rüyâsında, Hasen-i Tüsterî hazretlerini gördü. Hasen-i Tüsterî hazretleri ona; İbn-i Ebil-Ferece söyle ve bizim kabrimizi nakletmeye kalkma! Aksi hâlde biz seni naklederiz buyurdu. Mîmâr, rüyâsını İbn-i Ebil-Ferece anlatınca; Bunlar karışık rüyâlardır, tevili zordur. Bunlara itibâr olunmaz. Sen kabrin nakline başla! dedi. Bu sırada yan tarafına bir nüzûl (felç) isâbet etti ve belini hiç doğrultamadı. Bu hâlde iken can verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük hadis âlimi İbrâhim bin Muzaffer</label>
İbrâhim bin Muzaffer hazretleri, hadîs âlimlerindendir. 546 (m. 1151)da doğdu. 620 (m. 1223) senesinde Musulda vefât etti. Musuldaki en büyük hadis âlimi idi. İşte, kitabında naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları: YÜZ ŞEHİD SEVABI...Ebû Hüreyrenin (radıyallahü anh) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: Bir kimse hidâyet olan bir yola davet etse, o yola girenlerin bütün hayırları, (diğerlerininkinden bir eksilme olmamak üzere) kendisine de yazılır. Kim de bir sapıklığa davet ederse, (diğerlerinin günahlarından bir eksilme olmamak üzere) ona da kendisine tâbi olanların günahlarının bir misli verilir.
Ebû, Hüreyrenin (radıyallahü anh) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: Ümmetimin bozulduğu zamanda, sünnetime yapışan için yüz şehîd sevâbı vardır.
Diğer hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki: Dikkat ediniz! İnsanların en kötüsü, kötü âlimler, insanların en iyisi de, iyi âlimlerdir, iyilerin de en iyisi, seçilmiş âlimlerdir.
Bir kimseye İslâmı ihyâ etmek niyetiyle ilim öğrenirken ölüm gelirse, Cennette onunla Peygamber arasında bir derece vardır.
Abdullah İbni Abbâsın (radıyallahü anhümâ) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: Geceleyin bir miktar ilim ile tedârüs etmek (ilim öğrenmeye çalışmak), o vakti ibâdet ve tâatle ihyâ etmekten hayırlıdır.
Abdullah İbni Mesûdun (radıyallahü anhümâ) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: İlim öğreniniz. Onu insanlara öğretiniz. Ferâizi öğreniniz. Onu insanlara öğretiniz. Kurân-ı kerîmi öğreniniz. Onu insanlara öğretiniz. Çünkü ben vefât edince, ilim noksanlaşır, fitneler ortaya çıkar. Hattâ iki kişi bir mesele hakkında ihtilâf ederler de, bu husûsta aralarını bulacak birisini bulamazlar.

ÖLÜM GELİP ÇATTIĞI ZAMAN...
Bu mübarek zatın güzel şiirleri olup, bunların sonuncusunu vefat ederken söylemiştir:
Bu dünyâ, sevinecek yer değildir. Dünyânın aldatmasından ve tuzaklarından çok kork, sakın! İnsan, nefsi ve malı ile sevinip oyalanırken, bir taraftan da dünyalık toplar. Nihâyet ölüm gelip, onu yakalayıverir, ecel şerbetini içer. Ölüm gelip çattığı zaman, onu geri çeviremez! Ölen kimse, şayet toprak altından, mezardan konuşabilseydi derdi ki: Ey insan, gücünün yettiği kadar güzel amel işle!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Zulmetten nûra... Bir Acem Kraliçesi</label>
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), oğlu Abdullah (radıyallahü anh) kumandasında bazı Acem (İran) kalelerini fethetmek üzere 4000 kişilik bir atlı ordu göndermişti. Abdullah ibn-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle anlatıyor: KALENİN DIŞINI BİZE, İÇİNİ ONA!Acem diyarında bir kaleyi zorlukla kuşattık. Kaleye silahlarımız ulaşmıyordu. Kalenin komutanı çok güzel bir kadındı. Bu kadın bulunduğu yerden bir gün cengi seyrederken, Arap gençlerinden yakışıklı bir genç gördü ve o âşık oldu. Kraliçe o delikanlıya hemen bir elçi gönderdi. Elçi o gence dedi ki:
-Kraliçe soruyor. Sen benim, ben de senin olabilmem için sana bir yol bulabilir miyim?
O delikanlı elçiyle şöyle haber yolladı:
-Evet! Bunun için iki şart var, kalenin dışını bize teslim edeceksiniz, içini de Ona!
Kraliçe elçiyi tekrar gönderdi. Elçi;
-Kalenin dışının teslimini anladık. Fakat içinin teslimini anlayamadık, diye sordurdu. O, delikanlı cevaben;
-Kalbini Allahü teâlâya teslim edip Onun vahdaniyyetini tasdik edeceksin, dedi.
Haber, Kraliçeye ulaşınca son derece heyecanlandı ve etkilendi. Derhal bir topluluk göndererek delikanlıya bildirdi ki;
-Askerlerini kaleye yerleştir. Ben sana kapıları açtım.
Askerler kaleye girdi. O genç, Kraliçenin huzuruna çıktı ve İslama davet etti. Bunun üzerine Kraliçe dedi ki:
-Sen de takdir edersin ki ben yüksek himmet sahibi bir Kraliçeyim. Senin askerlerinin içinde senden yüksek, daha rütbeli kimse var mıdır? Onun önünde Müslüman olmak istiyorum, dedi...

RESULULLAHIN HUZURUNDA...
Kraliçeyi önce Abdullah İbni Ömerin, sonra Emirel Müminin Ömer İbni Hattabın huzuruna götürdüler. Kraliçe, Hazret-i Ömere:
-Ey müminlerin Emiri! Burada senden daha büyük biri var mıdır? dedi. Hazret-i Ömer de:
-Evet! Allahın Resulü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) vardır, dedi. Ve Ravda-i Mutahharayı işaret ederek Kabri Şerifi burasıdır deyince Kraliçe, Resulullah Efendimizin manevi huzurunda Kelime-i şehadeti getirerek Müslüman oldu ve sonra gözyaşları içerisinde:
Zulmetten çıkıp nûra girdim. İmanımı isyanların kirletmesinden korkuyorum. Seni bize Hak Peygamber olarak gönderen Rabbinden iste de, bir daha Ona asi olmadan tertemiz bir şekilde benim ruhumu kabzetsin diye dua etti ve hemen oracıkta vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Samarra'nın güneşi İmâm-ı Ali Nakî</label>
Ali Nakî hazretleri Oniki İmâmın onuncusudur. 829 (H.214) senesinde Medînede doğdu. 868 (H.254)de Bağdâtta, Samarra nâhiyesinde vefât etti. Nesebi, Ali Hâdî bin Muhammed Cevad bin Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım bin Câfer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin Ali Zeynelâbidîn bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlibdir... ZAMANININ EN ÜSTÜNÜ İDİBu mübarek zat, soy, ahlâk, ilim, takvâ ve şecâat bakımından zamânının en üstünü idi. En meşhûr lakabı Hâdî ve Nakîdir. Künyesi Ebül-Hasan Askerîdir. Samarranın Asker mahallesinde ikâmet ettiğinden Askerî nisbesi verilmiştir. Hazret-i Ali ile hazret-i Fâtımânın evlâdından, Ehl-i beytten hazret-i Hüseyinin torunu olup seyyiddir. Hasan-ı Askerî, Hüseyin ve Câfer adında üç oğlu ve Âişe adında bir kızı vardı. Halîfe Vâsık ve Mutasım zamanlarında Medîne-i münevverede ikâmet etti. Kurân-ı kerîm, hadîs, akâid ve fıkıh dersleri verdi. Halîfe Mütevekkil zamânında ise Bağdâta gidip vefâtına kadar orada yaşadı.
Bir gün Ali Nakî hazretlerine birisi gelip, hanımının hâmile olduğunu ve doğacak çocuğunun erkek olması için duâ etmesini istedi. Bunun üzerine buyurdu ki: Çoğu kız vardır ki, erkek evlâdından daha hayırlıdır. Daha sonra o şahsın bir kızı dünyâya geldi. Halîfe Mütevekkilin evinde, çeşitli kuşlar bulunurdu. O kuşların sesinden içeri girenlerin sözlerini duyamaz, girenler de Mütevekkilin dediğini anlayamazlardı. İmâm-ı Nakî hazretleri içeri girdiği zaman kuşlar susar, çıkınca tekrâr, ötmeye başlarlardı...

EY GENÇ, ÇOK GÜLÜYORSUN!
Bir gün İmâm-ı Nakî hazretleri halîfenin evlâdlarının birinin düğün yemeğinde bulundu. Herkes edeble oturuyordu. Fakat gencin biri çok gülünç şeyler söyleyerek edebsizlik ediyordu. Bunun üzerine İmâm-ı Nakî hazretleri o gence, Ey genç çok gülüyorsun, kahkaha atıyorsun. Allahü teâlâyı hatırlamaktan gâfil oluyorsun. Halbuki üç gün sonra öleceksin. Kabre hazırlıklı mısın? buyurdu. O genç, bu sözü duyduğu hâlde, edebsizliğinden vazgeçmedi. Yemekler yendi, düğün bitti. Ertesi gün genç hastalandı. Üç gün sonra da öldü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-i Kurkûl (İbrâhim bin Yûsuf Hamzî)</label>
Hadis ve Mâliki mezhebi fıkıh âlimidir. 505 (m. 1111) yılında Endülüste Meriyye şehrinde doğdu. Mensup olduğu Bâciyedeki Hamze kabilesine nisbetle Hamzî ve Vehrânî denildi. İbn-i Kurkûl diye tanındı. 569 (m. 1174) yılında Kuzey Batı Afrikada Fas şehrinde vefât etti.VAKİTLERİNİ İLİM ÖĞRETMEKLE GEÇİRDİ
Endülüsteki âlimlerden temel dîn bilgilerini ve âlet ilimlerini öğrendikten sonra, hadîs, kıraat ve fıkıh ilimlerini tahsil etti. Daha önce Endülüsten Fasa gitmiş olan Kadı Iyâd Yahsubînin yanına gitti. Onun ilminden istifâde etti. Her türlü ilimde bilgi sahibi oldu. Allahü teâlânın dînini öğrenmek ve öğretmek için Fasta yerleşti. Vakitlerini ilim öğrenmek, öğretmek ve ibâdet etmekle geçirdi. Birçok talebe yetiştirdi. Hocası Kadı Iyâd Yahsubînin Meşârik-ül-envâr alâ sıhâh-il-âsâr adlı eserini kısaltarak, Metâli-ül-envâr adını verdi. Bu kıymetli eserinde İmâmı Mâlikin Muvattasında ve Sahîhaynda geçen bazı hadîs-i şerîflerdeki garip lafız ve lügatların açıklamalarını yaptı. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Takva sahibi kimse, nefsi nezîh, ahlâkı yüce olandır. Zühd sahibi olmak, takva sahibi olan kişilerin zînetidir, gece ibâdeti yapanların tabiatıdır. Takva sahibi olmak ise, dînin meyvesi, yakînen inanmanın alâmetidir.
Akıllı; şehvetten uzaklaşan, âhireti dünyâ ile değişmeyendir. Akıllı, yalnız ihtiyâcı kadar ve hüccetle konuşur, sâdece âhiretinin ıslâhı için çalışır. Akıllı, günahlardan sakınır, ayıplardan uzak durur. Cömertlik günahları siler, kalblere sevgi eker.
Câhil; dayakla uslanmaz, nasihatlerden payını almaz.
Allahü teâlâdan başka her şeyden uzaklaşmak, ermişlerin ibâdetidir.
Müminin gerçek sevgisi, buğzu, bir şeyi alması, yapması ve terki, Allah için olur.
Akıllı kimse, Rabbine ibâdetle, nefsin arzusuna karşı gelendir. Câhil kimse, mâsiyet (günah) işleyerek nefsin arzusuna uyandır.

VEFATIYLA İLGİLİ ŞÖYLE ANLATILIR:
İlimde, ibâdet ve ihlâsta, fazîlette, sabırda, cömertlikte, tevâzuda, merhamette, Allahü teâlânın emirlerine uymada, haram ve şüphelilerden kaçınmada, emr-i marûf yapmakta ve Allahü teâlânın dînini yaymakta üstün bir gayret sahibi olan Ebû İshâk ibn-i Kurkûlun vefâtını, talebelerinden biri şöyle anlatır:
Fas şehrinde Ebû İshâk ibni Kurkûlun yanında idim. Şevvâlin altıncı günü, Cuma namazını birlikte kıldıktan sonra camiden çıkmadık. İkindi namazı vakti girmeden önceydi. İhlâs sûresini hızlı hızlı okumaya başladı. Sonra üç defa Kelime-i şehâdet getirdi. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh diyerek secdeye kapandı ve ruhunu teslim eyledi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Rebî' bin Heysem</label>
Tâbiîn devrinde Kûfede yetişen büyük âlimlerdindir. Doğum tarihi bilinmemektedir. 68 (m.687) senesinde vefât etti.Kimseyle münakaşa etmez, kimseye kötü söylemezdi. Birgün kendisine biri kötü sözler söyleyince Ona, Söylediklerini Allahü teâlâ duyuyor. Şayet ben, Cennet ile aramdaki güçlükleri aşıp Cennete girersem, senin sözlerinin bana zararı yoktur. Sırat köprüsünden geçemezsem, anlarım ki; söylediklerinden de kötü bir insanım buyurdu. BU TAŞ SANA DERS OLSUN!
Rebî bin Heysem, evinden dışarı çıkmazdı. Kapısının önünde biraz oturur, hava alır ve etrafa bakınırdı. Yine bir gün kapının önünde otururken, atılan bir taş alnına gelip alnını kanatmıştı. O, bir taraftan kanı silerken, bir taraftan da kendi kendine: Ey Rebî! Bu taş sana ders olsun. Bir daha kapıya çıkma! deyip içeriye girdi ve ölünceye kadar bir daha dışarı çıkmadı.
Rebî bin Heyseme Nasıl sabahladın? diye sorulduğunda, Zayıf ve günahkâr olduğumuz halde sabahladık. Rızkımızı yiyor ve ecelimizi bekliyoruz derdi.
Rebî bin Heysem Allahü teâlânın verdiği nimetlerin şükrünü ifâ edebilmek ve ömür sermâyesini kullanarak âhiret için dünyâdan azık toplamak lâzım olduğunu bilir ve bu yollardan, Rabbini tanıyıp ona kavuşmaya çalışırdı. Hatta evinde bir mezar kazdı. O mezarda yatar uyurdu ve Müminûn süresi 99. Ey Rabbim! beni dünyâya gönder de, iyi amelde bulunayım. âyetini okur, sonra kalkar ve kendi kendine: Ey Rebî! İstediğin reddedilip geri dönemiyeceğin gün gelmeden, fırsatı ganimet bilerek Rabbine ibâdet eyle derdi.

İLME RİYÂ KARIŞTIRMAK
Buyurdu ki:
Bir âlim, nasıl olur da ilmine riyâ karıştırabilir? Çünkü o bilir ki, Allahın rızası olmaksızın elde edilen ilim, başından bozuktur. O halde bozuk, bâtıl olan bir şeyle insanlara nasıl gösterişte bulunabilir?
İnsan ölüm zamanından önce nasıl yaşarsa, rûhunu o hâl üzere teslim eder. Ben mala, paraya karşı çok ihtirâslı ve insanları çok çekiştiren bir adamı hastalandığında ziyâret etmiştim. Son anlarını yaşıyordu. Yanında otururken, onun duyup okuması için Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhîdini okuyordum. O ise, her defasında para saymakla meşgûl oluyordu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebü'l Abbâs-ı Serûcî</label>
Şâyet yanımda bundan daha fazla birşey bulunsaydı. Onu da mutlakâ sana verirdim. Çünkü bu emri Resûlullah efendimizden naklettiğine dâir bildirdiğin işâret mutlaka doğrudur.
Mısırda yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. 1239 (H.637) senesinde doğdu. 1301 (H.701) senesinde, Rebîul-âhir ayının 12. günü Mısırda Kâhirede vefât etti. KÂHİRE KÂDISI OLDU
Serûcî, Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini anlatan Hidâye kitabını ezberledi. Fıkıh, hadîs ve başka ilimlerde yükseldi. Zamânında bulunan fıkıh âlimlerinin önde gelenlerinden oldu. Çalıştığı ilimlerde mâhir ve meşhûr oldu. Herkes tarafından tanındı. Sâlihiyye, Nâsıriyye ve Sûfiyye medreselerinde ders verdi. Çok talebeye ders okuttu. Numân el-Hatîbînin vefâtından sonra, 1292 senesinde Kâhire kâdısı oldu. Vefâtından az bir zaman önceye kadar bu vazifeye devâm etti. Fazîletler sâhibi, heybetli, kadri yüce, düzgün sözlü, fasîh, güleryüzlü, makbûl bir zât idi. Çok hayır ve hasenât sâhibi idi. Çok cömert idi. Fakîrlerin, garîb ve muhtaçların sığınağı idi. Zamânında bulunan ve daha sonra gelen âlimlerden bâzıları onun bu güzel hâllerini zikretmişler ve onu çok övmüşlerdir.
Şöyle anlatılır: Serûcî hazretleri hacca gittiğinde, Mekke-i mükerremede Allahü teâlâdan bir dilekte bulunmuştu ve bunu da hiç kimseye söylememişti. Bundan bir müddet sonra kendisine bir kimse gelerek dedi ki: Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Sana, Yanında (cebinde para olarak) ne varsa hepsini bana ver! Buna alâmet (işâret) istersen o da Mekke-i mükerremede, Allahü teâlâdan şu dilekte bulunmandır diye söylememi emir buyurdular dedi. O kimsenin sözlerini hayretle dinleyen Serûcî hazretleri; Peki. dedi ve derhâl yanında bulunan yüz dînâr altın ve bin gümüşü çıkarıp o kimseye verdi. Sonra da; Şâyet yanımda bundan daha fazla birşey bulunsaydı. Onu da mutlakâ sana verirdim. Çünkü bu emri Resûlullah efendimizden naklettiğine dâir bildirdiğin işâret mutlaka doğrudur buyurdu.

O KİŞİ DOĞRU SÖYLÜYOR!
Rivâyet edildiğine göre, Ebül-Abbâs-ı Serûcî hazretlerinin bir defteri vardı ve birisinden borç alacak olsa o deftere kayd ederdi. Vefâtı yaklaştığında o defteri gösterip, kalan borçlarının ödenmesini vasiyet etti. Vefâtından sonra bir şahıs gelerek, Serûcî hazretlerinde iki yüz dirhem alacağı kaldığını bildirerek istedi. Deftere baktılar, bu şekilde bir kayıt bulamadılar. O gece sâlihlerden bir zât, Serûcî hazretlerini rüyâsında gördü. Serûcî, rüyâyı gören kimseye hitâben; O (alacaklı olduğunu söyleyen kimse) doğru söylüyor. İnce bir yazı ile o kimsenin söylediği, defterde yazılıdır. buyurdu. Daha dikkatle deftere baktıklarında, hakîkaten yazıyı buldular ve hemen o kimseye alacağını ödediler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Süfyân-ı Sevrî</label>
Tebe-i tâbiînin büyüklerindendir. 713 (H.95) senesinde Kûfede doğdu. 778 (H.161)de Basrada vefât etti. Zamânındaki büyük âlimlerden ilim ve edeb öğrendi. Hadîs ve fıkıh ilminde müctehîd oldu. Meşhûr âlim ve velîlerden Cüneyd-i Bağdâdî, Hamdun Kassâr bunun mezhebinde idiler. Mezhebi zamanla unutuldu. HİÇ ABDESTSİZ GEZMEDİMekke-i mükerremeye gittiği zaman halk başına toplanır, bilmedikleri ve anlayamadıkları hususları sorarlardı. Hepsine teker teker cevap verir, müşkillerini hallederdi. Hâfızası çok kuvvetli ve fevkalâde idi. Hâfızam, kendisine tevdi ettiğim hiçbir şeyde bana ihânet etmedi buyurdu. Yâni öğrendiğim hiçbir şeyi unutmadım demek istedi. Yirmi yıl geceleri uyumadı ve hiç abdestsiz gezmedi. Ölümü hatırladığında kendinden geçerdi. Kime rastlasa; Ölüm gelmeden önce ona hazırlan! derdi.
Mekke-i Mükerremede kendisinden nasihat isteyenlere buyurdu ki: Zühd, yamalı elbise giymek, arpa ekmeği yemek değil, dünyânın faydasız şeylerine gönül bağlamamak ve uzun emel sâhibi olmamaktır.
Süfyân-ı Sevrî hazretleri bir defâ devrin halîfesi Câfer ile namaz kılıyordu. Halîfe namaz kılarken sakalıyla oynuyordu. Süfyân hazretleri namazdan sonra; Ey Halîfe! Namaz kılarken lüzumsuz hareket yapılmaz. Yarın kıyâmet günü böyle kıldığın namazları paçavra gibi yüzüne çarparlar buyurunca, Halîfe; Biraz yavaş konuş etraftakiler duyacaklar dedi. Süfyân hazretleri; Eğer, böyle önemli bir meseleyi izâh etmezsem, dînin emrini yerine getirmemiş olurum. Bu ise bana yakışmaz buyurdu.
Bu söz hâlîfeye çok acı geldi. Halîfe, kendisine başkalarının da söz söyleyememesi için darağacının kurulmasını ve âleme ibret için asılmasını emretti. Darağacının kurulduğu gün, Süfyân hazretlerinin yanında Fudayl bin İyâd ve Süfyân bin Uyeyne olduğu halde uyuyordu. Bu iki büyük, onun asılacağını öğrenmişlerdi. Birbirlerine; Asılacağını uyanıncaya kadar bildirmiyelim derken işitti ve; Ne konuşuyorsunuz? buyurunca, durumu Süfyân-ı Sevrîye anlattılar. O da:

SARAYIN KUBBESİ ÇÖKTÜ
Ben yaşamaya hevesli biri değilim. Fakat, dünyâda yarım kalan, yapmam lâzım gelen işler var. buyurdu. Gözleri dolu dolu oldu ve; Ey Allahım! Onları şiddetli bir cezâya çarptır! diye duâ etti. Daha duâsı biter bitmez sarayın kubbesi çöktü. Halîfe Câfer ve adamları yıkılan bina altında kaldı, Neler oluyor, başımıza bu iş neden geldi diye bağırarak can verdi. O iki büyük zât; Bu kadar çabuk kabûl olunan bir duâ bilmiyoruz dediler.


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-i Ayderûsî</label>
Hicazda yetişen büyük velîlerden. İsmi Muhammed bin Ali bin Abdullahtır. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) neslinden yâni seyyiddir. Meşhûr âlim ve evliyâlar âilesi olan Ayderûsî âilesine mensup olduğu için, İbn-i Ayderûsî diye şöhret bulmuştur. Mekke-i mükerremede doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1655 (H.1066) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti. Kabri, babasının kabrinin yanındadır.MİNADA İKAMET ETTİ
Ömrü Mekke-i mükerremede geçen İbn-i Ayderûsî, küçük yaşta ilim tahsîline başladı ve Kurân-ı kerîmi ezberledi. Büyük âlim ve velî bir zât olan babasının sohbetlerinde bulundu. Uzun müddet Minâda ikâmet etti. Zamânın devlet adamlarıyla görüşüp onlara emr-i bil-mârûf ve nehy-i anil-münker vazîfesinde bulundu. Gerek devlet adamları, gerekse diğer insanlardan, saygı ve iltifât gördü. Onun ilim meclislerinde ve sohbetlerinde pekçok âlim ve velî yetişti.
Bir gün bir fakir gelip çok muhtaç olduğunu söyledi. Ayderûsî ona; Şimdi Mekke şerîfine git, o senin ihtiyâcını görür. buyurdu. Fakir, Mekke şerîfine gitti. Bir kasîde söyleyerek hâlini arz etti. Şerîf bunun üzerine yerinden sıçrayıp, fakire elbise ve hediyeler verilmesini emretti.
Ömrünün sonlarına doğru, ileri gelenlerle görüşmez oldu. Kendini ibâdete verdi. Evliyâdan olan amca oğlunun meclisinde bulunmayı çok arzu ederdi. Bunu kendisi şöyle anlatır: Onun vefâtına kadar dersinde bulundum. Çok duâlarına kavuştum. Duâlarının tesiri hemen görülürdü.

EY EVLİYASINA HEYBET ELBİSESİ GİYDİREN!
Vefâtına yakın yıllarda çâresi bulunamayan bir hastalığa tutuldu. 1655 (H.1066) senesi Zilkâde ayı içindeki bir Cumâ günü, Cumâ namazından sonra Mekke-i mükerremede vefât etti. Ertesi gün babasının kabri yanında defnedildi. Cenâzesinde kalabalık bir cemâat bulundu. Hattâ kalabalık sebebiyle yollar geçilemez hâle geldi. Vefat ederken şunları söyledi:
Ey evliyâsına heybet elbisesini giydiren! Onlar, izzetinle azîz olmuşlardır. Sen, zikredicilerden önce zikredicisin! Sen, kulların sana yönelmesinden evvel ihsân edicisin. İstiyenlerin istemesinden önce veren cömertsin. Vehhâbsın, çok hîbe edicisin. Sonra, bize hîbe ettiklerinle sana geliyorum.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Alâeddin Ali Fenâri</label>
Osmanlı devletinde yetişen âlimlerin ve velîlerin büyüklerinden ve Şemsüddîn Fenârînin torunlarından. İsmi, Ali bin Yûsuf Bâlî bin Şemsüddîn Muhammed Fenârîdir. Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmı Molla Fenârînin oğlu Molla Yûsufun çocuğudur. Lakabı Alâeddîn olup, dedesine nisbetle Fenârî dendi. Bursada doğup büyüdü. Doğum târihi bilinmemektedir. 1497 (H.903) senesinin sonlarına doğru Bursada vefât ettiği rivâyet edilmektedir. Dedesi Molla Fenârînin kabrinin yanına defnedildi.Alâeddîn Fenârî, küçük yaştan îtibâren ilimle meşgûl olmaktan çok zevk duyardı. ANADOLUYA GELDİ
Gençliğinde İrana gitti. Hirat şehrindeki âlimlerden ders aldı. Sonra Semerkand ve Buhârâya gidip, oradaki âlimlerden de okudu. Her ilimde derinleşti. Hattâ, kendisini orada müderris yaptılar. Sonra memleketini çok özledi ve Fâtih Sultan Mehmed Hanın ilk zamanlarında Anadoluya geldi.
Diğer taraftan büyük âlim Molla Gürânî hazretleri, Fâtih Sultan Mehmed Hana her zaman Molla Fenârînin çocuklarının korunmasını belirtir ve onlardan birisinin yüce dîvân üyesi olacağını söylerdi.
Alâeddîn Ali Anadoluya ayak basınca, durumunu Pâdişâha bildirdi. Âlimleri çok seven Fâtih Sultan Mehmed Han, Hocasının da sözlerini hatırlayarak onu Bursadaki Manastır Medresesine müderris tâyin etti. Sonra da, Sultan İkinci Murâd Medresesinde vazîfelendirdi. Ardından Bursa kâdısı, en sonra da kâdıasker yaptı. On yıl bu yüksek mevkide kalarak, ilmin ve âlimlerin şerefini korudu. Pekçok âlim, onun yüksek himmetiyle, lâyık oldukları şerefli hizmetlerin zirvesine ulaştı. Bir süre sonra kâdıaskerlik vazîfesinden ayrıldı ve emekli oldu.

ÜÇ DİLEĞİM VAR!
Birgün yanındakilere buyurdu ki: Cenâb-ı Hakdan üç dileğim vardır: Evli-barklı olarak evimde ölmemi, hastalığımın pek uzun sürmemesini ve îmânla rûhumu teslim etmemi istiyorum. Talebelerinden bâzı âlimler dediler ki:
O evde, ondan önce kimse ölmedi. Öğle namazını kıldıktan sonra hastalanıp, ikindi ezânı okunurken ömrü tamâm oldu. Böylece iki arzusu yerine geldi. Umulur ki, üçüncü duâsı da kabûl edilmiş ola!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâc-ül Ârifîn (Ebü'l-Vefâ)</label>
Evliyânın büyüklerinden olup seyyiddir. Künyesi Ebül-Vefâ, ismi Muhammed, lakabı Tâc-ül-Ârifîndir. Kakis diye de anılır. Seyyid Ebül-Vefâ 1026 (H.417) senesi Receb ayının on ikinci günü Irakın Kusende denilen mevkiinde dünyâya geldi. Seyyid Ebül-Vefâ, kerâmet ve hârikada asrının reîsiydi. Zamânın birçok âlimleri ondan istifâde etti ve feyz aldı. Binlerce talebesi vardı. 1107 (H.501) senesi Rebîül âhir ayının yirminci günü, seksen dört yaşında iken Bağdatta vefât etti. Cenâzesini Adiyy bin Müsâfir yıkadı, kefenledi ve defnetti. AZ YİYİP AZ UYUYUN!Seyyid Ebül-Vefâ hazretleri buyurdu ki: Az yiyip, az uyuyun. Çok tefekkür edin. Geceyi ibâdetle geçirin! Çok yemek, insanı uyuşuk yapar. Uyuşuk kimse gâfil olur, gâfil olan mahzûn olur. Bu da insanı felâkete götürür.
Takvâ bir ağaçtır. Bu ağacın kökü Peygamber efendimizdir. Budakları Sahâbe ve Tâbiîndir. Meyvesi ise sâlih ameldir.
Nerede olursanız olun, ne yaparsanız yapın, Allahü teâlâ sizi görür. Onun için, yasaklanan yerlerde değil, emredilen yerlerde bulunun.
Talebenin dikkat etmesi gereken ve kendine lâzım olan şeyler şunlardır: a) Kalbini ve niyetini kötülüklerden temizlemek, b) Farz ve sünnetleri yerine getirmeye çok hırslı olmak, c) Bidatlerden ve fitnelerden uzak bulunmak, d) Tevâzu ehli olmak, e) Devamlı iyi düşüncelerle meşgûl olmak, f) Yemeye, içmeye ve giyime çok dikkat etmek, g) Dînin hudutlarından bir zerre bile dışarı çıkmamak, h) Ahdine vefâ etmek, aslâ yalan söylememek, i) Kendini beğenmişler tâifesinden olmamak, k) İbâdet ve tâatinden dolayı gurûrlanmamak.
Ebül-Vefâ hazretleri, vefâtına yakın hastalandı. Bütün talebeleri, arkadaşları, dostları başına toplandı. Başında bulunanlara; Bilin ve anlayın ki, her nesne yoktan var edilmiştir. Her canlı ölümü tadacaktır. Allahü teâlâ, Cenneti ve Cehennemi de biz kullar için yaratmıştır. Cennete gitmeyi arzulayan, ona giden yola gitsin! Bu yola âit amelleri işlesin! Bu yolun aksi Cehennem yoludur. Bundan başka yol yoktur.

TAKVAYI ELDEN BIRAKMAYIN!
Ey insanlar! Size, ceddim Muhammed aleyhisselâmın yolunu gösterdim. Bu yolun dışındaki her şey bâtıldır. Bâtıla tâbi olmak, dalâlete, bu da helâk olmaya sebeptir. Takvâyı elden bırakmayın! Bütün nesnenin nûru takvâdandır. Dâimâ Allahü teâlâyı hatırlayın! Gönlünüzde dâimâ O bulunsun! Allahü teâlâyı unutan kimselerden olmayınız! Dâimâ Allahü teâlâ ile olup, iki cihânda sâdete kavuşunuz.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri